Güzel bir Şubat’a ‘merhaba’ diyelim…
Gençlerimizin sömestr tatillerinin başladığı bu dönemde sizleri soğuk bir New York’tan selamlıyorum. Bu ara pek gezdim. Hangisini anlatayım?
Sıcacık San Diego’dan başlayayım. Biraz içimiz ısınsın. Bu şehir iklimi, tabiatı, yaşam şekli ile defalarca “En iyi şehir” ödülü almış. Okulları ve de tabii kültür faaliyetleri ile bir numara. Yılbaşı etkinliği için davet edildiğim bu güzel şehrin methini çok duymuştum. Tabii ki bizzat görünce başka oluyor.
Gezimiz beni davet eden Nil-Noyan çiftinin havalimanından laması ile başladı. Old town’dan başladık. Resmen ilklerin yaşatıldığı bir yer burası. İlk banka, ilk kargo firması, ilk kovboy barlarından biri, ilk otel… Kendinizi muhteşem bir filim setinde sanıyorsunuz. Buraların n güzel özelliği de tüm çalışanların o devrin kostümleri ile dolaşmaları. Beldenin orta yerine gelince rengarenk Meksika bölümü başlıyor. Birbirinden canlı renkleri ve objeler ile süslü dükkanlar, Meksika yemekleri yapan restoranlar dizi dizi…
Daha San Diego’ya ilk adım attığımda Türk objeleri ve hatta dansöz kostümlerini karşımda görünce çok şaşırdım. Meğer buradaki iki dükkan da bir Türk arkadaşa aitmiş.
‘Old town’da ilk günkü gibi koruna tiyatro salonuna gittik. Ne şanslıymışım ki gelir gelmez, bir oyun seyretme şansıda buldum. Şehrin gönüllü yıldızlarının oynadığı sempatik bir oyun.
la Jolla;
San Diego’ya gideceğimi duyan dostlarım ‘la Jolla’yı görmeden dönme diye yazdılar… İlk günümün sabahı oradaydık. Hakikaten görülecek bir yermiş. Deniz kenarına toplanmış kalabalık insan grubunu görünce merak edip bende oraya doğru gittim. Kayaların aralarında ufaklı büyüklü fok balıkları etraflarındaki bölgeye mahsus kuşlarla nefis bir resim oluşturmuş.
Harika restoranlar, butikler ve de inanılmaz kaliteli sanat galerileri. İnanın doyamadım. Ar-deko’nun imparatorlarında ‘Este’nin eserleri, dünyanın sayılı fotoğraf ustalarından biri Peter Lik eserlerini burada görebilirsiniz.
Little Italy’den özlediğim İtalyan peynirlerinden bir minik seri yapıp otelimize akşamki şov için geçtik.
Açılışı yapıp meşhur tiplemelerimi canlandırdım. 100’ün üzerinde kişinin Los Angeles’tan geldiği balo salonu tıklım tıklımdı. San Diego’daki Türk kardeşlerimizle şov sonrası tek tek sohbet ettim. Hepsi bir birinden değerli, pırlanta gibi insanlar.
Dahi adam Ergun Kirlikovalı;
Burada tanıdığım değerli kişilerden biri de Ergun Kirlikovalı. İzmirli ve ülkesi ile gurur duyan ve bunu her yerde gösteren harika bir iş adamı. Evinde verdiği son resepsiyonda Amerikalı orkestraya 100. yıl marşını Türkçe okuttuğu gibi kelimeler yanlış telaffuz edilmesin diye marşın kelimelerini tek tek kendi öğretmiş. Gurur duydum. Ergun Bey’i hem ofisinde hemde fabrikasında ziyaret ettim. Dünya çapında bir dahi olduğunu öğrendim. Radarların göremediği F-35 uçaklarının görünmez maddesinin mucidiymiş. Ne kadar değerli insanlarımız var değil mi? Ben gururlan mıyım da, kim gururlansın.
Seyahatin ikinci bölümünde İzmir’den dostlarım Nesli-Sunay’ın evlerine geçtim. Krallar gibi ağırlandım. Şehri karış karış gezdik. Uzakdoğu mutfağından evdeki tarifsiz Türk Mutfağına kadar… Beldenin ünlü gün batımı ziyafetinden gezmeğe doyamadığım Mall’lere kadar… Karakaş ve Ciner aileleri başta Buket Perez tüm San Diegolu dostlara teşekkürler.
Yazmadan edemeyeceğim bir mekan. Karen Krasne’nin Extraordinary deserts pastanesi, böyle bir tatlı imparatorluğu görmedim… Hepinizin bu ayı bu yılı ve de ömrü extraordinary desert gibi tatlı geçmesi dilekleri ile… Hepinizi seviyorum
