Şubat ayı çocukluğumdan beri beklediğim neşelendiğim bir aydır
Şubat ayı çocukluğumdan beri beklediğim neşelendiğim bir aydır
Neden mi? Başta sömestr tatili ve çoğu yılım en güzel karın yağdığı aydır. Çocukluğumda bu günlerde bol bol VHS kaset alıp bol bol filim seyrederdik. Şimdi tek farkla Netflix izliyorum. Hele geçen hafta malum zamanın en sükseli hastalığına yakalandığımdan bol bol seyir zamanım oldu. Bol bol da dinlendim, bol bol da karın yağışını izledim.
Bu kendi kendime yarattığım romantik anlarda içimden geçen ay yaşadığım güzellikler ve bunları sizinle paylaşmak geldi.

Seyhan Sapmaz, Besim Kazado
New York’ta Andrea Bocelli dinleme şansı!
Geçtiğimiz günlerde canım dostum Seyhan Sapmaz ile konuşurken ünlü Andrea Bocelli’yi çok sevdiğimi ve de her yıl Christmas dönemi New York’ta Madison Square Garden’da dinlediğimin esprisini yaptım. Ne bileyim ki iki gün sonra arkadaşım Seyhan, “Hazırlan, bu yıl da aynı tarihte aynı sanatçıyı aynı yerde izleyeceksin” diyeceğini. Ve hayallerinin peşinden koş Besim dedim ve muhteşem bir New York seyahatine imza attık.
Şehrin en klasik ve şık otellerinden biri Lotte Palace’ta kaldık. Geçen senelere nazaran caddelerin süslemeleri çok azdı ama kalabalıktı.
İlk gece kendimi özlediğim Bergdof Goodman ve otelimizin hemen yanı başındaki Saks Fifth Av. Vitrinlerinde ve yanına geçemediğiniz ünlü Christmas ağacını görmeğe gittim. Buralara geç saatte gidince kalabalık dağıldığı için daha rahat izleyebiliyorsunuz. Hemen yakında uzun yıllar oturduğum apartmanında gittim, doormen sohbetine…

Besim Kazado, Uğur Korkmaz
Sabahına NY’un son gözdelerinden HudsonYards’a geçtik. Tabii yine sevilen ünlü mimar Thomas Heatherwick ve studiosunun mimarları ile tasarladığı The Vessel’i ziyaret ettik. Ardından Hudson Yards’ ın Mall’une geçtik ki bu kez mağaza ziyaretlerinin dışında 100. Kattaki EDGE’e çıktık. Sağ olsun grup yöneticimiz Gülseren olmasaydı pek böyle bir niyetimiz olmazdı. Taa 100 küsürüncü katın göbeğinde en alt katı gören camın üzerine de kimse oturtamazdı beni ondan başka…
Muhteşem diyebileceğim grubumuz başta NY’lu Şule Haskell’in yaptığı rezervasyonlarla her gece İtalyan, Uzakdoğu restoranlarının en iyilerinde güzel anlar geçirdik. Size favorilerim isimlerini vereyim. Le Bilboquet (Fransız), Avra (Yunan balık), Avena, Hutong ( Uzak doğu), Dumbo, Quality Mest (ızgara et üzerine) hepsi birbirinden başarılı…
Gelelim NY seyahatinin mana ve ehemmiyetine… Andrea Bocelli konserine. Yaşamım boyunca New York, Floransa, Las Vegas vs. sanatçının 25 ten fazla konserine gittim. Hepsinden mutluluk gözyaşları ile ayrıldım. Ama bu konser bambaşkaydı. Sadece ben ve tüm izleyiciler için değil, kendi için de… Duyduğum kadarı ile ilk kez kızı ve oğlu ile aynı sahneyi paylaşmıştı. Kızı Virginia Bocelli ile okudukları Hallelujah, oğlu Matteo Bocelli ile paylaştığı ‘fall on me’… süper gecenin imzalarıydı… Size geceyi gözyaşları arasında izlediğimi ama sağıma soluma bakınca herkesin benim durumumda olduğunu söylemek istedim. Başta dostum Seyhan…
Son gecemizi Soho House’un Brooklyn’deki Dumbo ile noktaladık. Oraların en kibar, en yakışıklı ve en çalışkan gençlerimizden Uğurcum (Korkmaz) en sevdiğim mekana davet etti bizi ve harika bir final yaptık. Bu arada Gülseren ve Ferda ve eşleri ile Diners Brooklyn’de yaptığımız hakiki NY brunch’ da es geçemeyeceğim.

Besim Kazado, Neslihan Yargıcı
Harika bir seyahatten sonra kendimi 2. Selanik tripinde buluverdim.
Bir ay öncede Selanik’te olduğum için yabancılık hissetmedim. Selanik gezisi canlı müzik ve gece 12 yasağı biraz tatsızlaştırdı. Gerçi ben gece hayatı, o gümbür gümbür müzikleri hiç sevmem ama Yunanistan’da bir Anna Visi’yi de duymak isterim. Bizde sessiz yemeklere attık kendimizi. Tabii ki çocukluk arkadaşım çok şeyleri paylaştığım arkadaşım can arkadaşım Neslihan Yargıcı ile şahane günler geçirdik. Yedikule zindanlarında bile Selanik’in en tepe noktası yürüdük. Günde 6-7 kez İzmir kordonunu çok anımsatan kordonu arşınladık, harika yemekler yedik, hele her şeyden sonra eve gelip her gece birbirini arayan çaylar, kukiler partimiz bol sohbetlerimiz…
Bu arada benim en sevdiğim otellerden The Exelsior’un altındaki Clochard Restoran’a davet edildik, İstanbul’dan bir arkadaşımızın talimatıyla… Şahane bir yemek yerken bize servis yapan arkadaş adını söyledi. Şaşırdım… İsmi hayatımda ilk duyduğum Yunan ismi idi. Fener Bahçeli’li Lefter….Ayni ismi söyleyince çocukluğum geliverdi aklıma.
Neslihan’ın önemli bir Selanik ailesini baş üyesi arkadaşının evindeki iki öğlen yemeğini unutamam. Ev yaşanmış bir müze. Taşbebeklerden, eski fotoğraf makineleri, resim koleksiyonlarına kadar saatlerce önünden ayrılmayacağınız sanat eserlerine kadar her şey ve harika bir yemek… Başta müzik çok şeyin tahditli olduğu yılbaşı gecesinde bile havai fişeklerden deniz kenarı yürümeleri ne, dükkan ziyaretlerine kadar her şeyi kendimize harika duygularla geçirdiğimiz nefis bir yılbaşı yaşadık Neslimle. İnsan isterse tenekeyi bile altın yapar. Yeter ki istesin. Bu Pollyannacılık değil inanın. Madem en sevdiğimiz kişi kendimiz, onu yani kendimizi mutlu edelim ki çevremiz de mutlu olsun… Seviyorum sizinle paylaşmayı. Güzelliklerle kalın.
