Yazılar

Diyette doğru bilinen yanlışlar

Diyette doğru bilinen yanlışlar

Her yaz öncesi olduğu gibi bugünlerde pek çok kişi “Çok kilo aldım, tüm çabalarıma rağmen kilom değişmiyor.” şeklindeki yakınmalarla şok diyetlerin arayışına girdi. Acıbadem Bakırköy Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Ezgi Hazal Çelik “Kilo verme kararı alıp hızla internete koşmadan önce kendinize şu soruyu sormalısınız: Böyle bir mucize diyet ya da iksir varken dünyada ve ülkemizde aşırı kilo ve obezite görülme sıklığı nasıl hızla artmaya devam ediyor?! Fazla kilolardan kurtarmayı ve incecik bir görüntüye kavuşturmayı vadeden şok diyetler, depresyon, halsizlik, konsantrasyon bozukluğu, saç dökülmesi, safra taşı oluşumu ve kalp sağlığını olumsuz etkileyebilecek ciddi sağlık sorunlarına yol açabiliyor. Toplumda doğru sanılan bazı yanlış diyet uygulamaları da sağlığı olumsuz etkileyebilirken, kilo verememe konusundaki kaygıları da artırıyo.r” diyor. Beslenme ve Diyet Uzmanı Ezgi Hazal Çelik, toplumumuzda diyet hakkında doğru bilinen 7 yanlışı anlattı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

Limonlu su içmek

Limonlu su içmek vücudunuzdaki toksinleri atmanıza yardımcı olmaz, yağ yakmaz ve vücudunuzu alkali yapmaz! Sadece günlük su tüketimi ve C vitamini alımınızın artmasını sağlar. Kendiniz için iyi bir şey yapıyor hissi verdiği ve gün içinde iyi bir motivasyon sağladığı bir gerçek. Eğer böyle bir rutininiz varsa ve herhangi bir mide rahatsızlığınız yoksa devam edebilirsiniz. Ancak düzenli tüketimde gün içinde dişleriniz aside maruz kaldığı için zamanla diş minelerinize zarar verebileceğini unutmayın.

Smoothie ağırlıklı beslenmek

Herhangi bir karışım tüketerek zayıflanabileceğine olan inanış arttıkça farklı formlarda tüketebileceğimiz birçok alternatif oluşmaya başladı. Bunlar evlerimizde yapabileceğimiz tariflerin yanı sıra ticari olarak “öğün yerine geçen” birçok smoothie şeklinde de karşımıza çıkıyor. Oysa iştah sinyalleriniz için önemli bir faktör olan çiğnemeyi göz ardı etmek doğru olmadığı gibi, blenderdan geçen yiyeceklerin lif oranı, vitamin ve minerallerinin kaybolmasına yol açıyor. Üstelik bu tip beslenme modelleri birçok insan için sürdürülebilir değildir. Kilo vermek için bir süre dişinizi sıkabilir ve sıvı formda öğün tüketmekte zorlanmayabilirsiniz ancak peki ya sonra? Zayıflattığını düşündüğünüz ve çoğunlukla sağlıklı diye etiketlenen bu içecekler kalori alımınızın kontrolsüz olmasına neden olabilir ve sizi hedeflediğiniz ağırlık kaybından uzaklaştırabilir.

Karbonhidratı tamamen kesmek

Karbonhidratlar vücutta su ile birlikte depolanır. Karbonhidrat depomuz olan glikojen bir insanda ortalama 500 gr kadardır. Uzun süre düşük karbonhidratlı beslenmek bu depoların boşalmasına yol açar. Dolayısıyla azalan glikojen deponuzla birlikte karbonhidratı depolarken kullanılan suya da ihtiyaç olmadığından tartıya hızla yansıyan bir kilo kaybı görürsünüz. Burada kaybedilen kilonun beslenme planınıza karbonhidratı yeniden eklediğinizde geri döneceği göz ardı edilmemelidir. Diyette alınan karbonhidratın türü oldukça önemli. Basit şeker, basit şeker içeren ve beyaz un ile yapılan yiyeceklerden uzak durmak gerekir. Ancak enerji gereksinimimize uygun, protein, kompleks karbonhidrat ve yağ oranları dengeli bir diyet ile kilo verme sürecini yönetebilirsiniz.

 Kalori saymak 

Hedeflenen kiloya ulaşıncaya kadar günlük ne kadar kalori aldığınız elbette önemli. Ancak tek başına aldığınız kalori miktarını hesaplamak doğru bir davranış değişikliği olmadığı gibi, kalıcı kilo kaybını getirmez. Burada bilmemiz gereken en önemli nokta, her kalorinin eşit olmadığıdır. Tüm kalorilerin aynı miktarda enerjiye sahip olduğu doğrudur ancak insan vücudu yalnızca kalori değil molekül sayar bir yapıdadır. Yiyecek tercihleriniz, neyi, ne kadar yediğinizden daha önemli olabilir. Bu nedenle kilo verme sürecinde yalnızca kalori alımına takılmadan, her besin grubundan yeterli, dengeli ve çeşitlilik sağlayarak beslenmek önemlidir.

Esmer şeker kullanmak

“Çayımı kahvemi şekersiz içemiyorum ama esmer şeker kullanıyorum.” diyenlerdenseniz ikisi arasında küçük farklar olması dışında esmer şekerin sağlık üzerine etkileri beyaz şekerden pek farklı değil. Beyaz şeker elde etmek için işlem sırasında çıkarılan melaslar, esmer şeker elde etmek için yeniden ekleniyor. Esmer şeker önemsiz denilebilecek miktarlarda mineral ve vitamin içerse de bu esmer şekerin daha iyi olduğu anlamına gelmiyor. Kısacası her ikisi de şeker ve renginin koyu olması esmer şekeri ‘diyet dostu’ yapmıyor. Özellikle ülkemizde tüketimi yüksek miktarlarda olan çay ve kahveye eklenen şekeri tüketmemek günlük basit şeker alımınızla birlikte kalori alımınızı da düşürerek kilo verme sürecinizi desteklemekle kalmayıp sağlığınız üzerine oldukça olumlu etkileri olan bir davranış değişikliğini beraberinde getirecektir.

 Su yerine çay, kahve ve bitki çayları içmek

Su şüphesiz en sağlıklı içecek. Besinlerin sindirim, emilim ve hücrelere taşınması; zararlı atıkların vücuttan uzaklaştırılması gibi birçok metabolik süreç için elzem olan su, gün içinde yeteri kadar tüketilmediğinde kilo verme sürecini de yavaşlatabilir. Vücut susuz kaldığında sindirim enzimleri ve bağırsaklar yavaşlayarak kilo artışına neden olabilir. Gün içinde tükettiğiniz çay, kahve, bitki çayı gibi içecekler su alımınıza katkı sağlar ancak her zaman olacağı gibi kilo verme hedefiyle başladığınız süreçte de doğrudan su tüketmeniz daha faydalı olacaktır. Sağlıklı yetişkin bir birey kilosu başına 30-35 ml, ortalama 2-2.5 litre su tüketmelidir.

Kahveye tereyağı eklemek

Beslenme ve Diyet Uzmanı Ezgi Hazal Çelik “Kahveye çeşitli yağlar ekleyerek içmek son zamanlarda sıklıkla duyduğumuz ve birçok kişinin yaptığı bir uygulama. Şekersiz kahve ölçülü tüketildiğinde içerdiği kafein miktarına bağlı olarak metabolizmayı hızlandırır ve iştah üzerine etkileri ile kilo verme sürecini destekler. Ancak kahveye hindistancevizi yağı veya tereyağı eklemek bir bardak kahveden alacağımız enerjiyi arttırmanın yanı sıra düzenli olarak fazla miktarda doymuş yağ tüketimine yol açarak zamanla kolesterol seviyelerinin yükselmesine neden olabilir. Kilo vermeniz ve yağ yakmanızdaki temel prensip gün içindeki enerji dengesinde harcanan kalorinin alınan kaloriden fazla olması yani kalori açığı oluşturmanızdır.” diyor.

Bağışıklık bağırsaklarda başlıyor!

Bağışıklık bağırsaklarda başlıyor!

Yüzyılın salgın hastalığı Covid-19 enfeksiyonuna karşı güçlü bir bağışıklık sistemi olmazsa olmazlar arasında yer alırken, bağışıklığın bağırsaklarımızda başladığını biliyor muydunuz? Acıbadem Bakırköy Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Ezgi Hazal Çelik “Güçlü bir bağışıklık sistemi için, vücudumuzun dışarıdan gelen zararlı mikroorganizmalara karşı ilk savunma hattı olan sindirim sistemi mikyobiyotası önemli rol oynuyor. Vücudumuzdaki mikroorganizmaların yüzde 95’i bağırsaklarımızda yaşıyor ve bağışıklık sistemi hücrelerimizin yüzde 70’i bağırsaklarımızda yer alıyor. Bağışıklık sistemini doğrudan etkileyen hareketsizlik, sağlıksız beslenme alışkanlıkları, stres gibi etmenler bağırsak dostu bakterilerin azalmasına, zararlı bakterilerin ise çoğalmasına yol açarak bağışıklık sistemimizin zayıflamasına neden oluyor. Bu durum pek çok hastalığın oluşmasına zemin hazırlıyor. Güçlü bir bağışıklık sistemi için bağırsak sağlığı, güçlü bir bağırsak sağlığı içinse bağırsakta yaşayan mikroorganizmaların dengesi çok önemlidir.” diyor. Mikrobiyotanın değiştirilebilir ve müdahale edilebilir bir yapı olduğunu belirten Beslenme ve Diyet Uzmanı Ezgi Hazal Çelik bazı besinlerin mikrobiyotada bağırsak dostu bakterilerin artmasına fayda sağladığını vurgulayarak, bu 10 besini anlattı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu. 

Kefir

Kefir gibi yararlı probiyotik bakteri içeren ürünlerin tüketimi bağırsak mikrobiyotasını düzenleyerek toksik maddelerin geri emilimini engeller. Günde 1 su bardağı (yaklaşık 200 ml) şekersiz kefir tüketebilirsiniz. Gaz, şişkinlik problemleri yaşıyorsanız laktozsuz kefir deneyebilirsiniz.

Yoğurt

Probiyotik kapasitesi değişken olsa da kefir gibi fermente bir gıda olan yoğurt, bağırsak mikrobiyotasını düzenleyerek sindirim sağlığını geliştirir ve bağışıklığı destekler. Süt ürünlerine alerjiniz yoksa günde 2 kase yoğurt tüketmeyi ihmal etmeyin.

 Probiyotik lahana turşusu

Probiyotik (fermente) lahana turşusu, içerdiği yararlı bakteriler sayesinde bağırsak mikrobiyatasını korurken, yüksek lif içeriği ile dışkının bağırsaktan geçişini hızlandırır, sağlıklı bir sindirim sistemini destekler. Fermente turşu K2 vitamininden zengindir ve kan sulandırıcı ilaç kullanan kişiler tüketim miktarı ve sıklığı ile ilgili mutlaka bir uzmana danışmalıdır.

Enginar

Enginar içerdiği pek çok vitamin ve minerallerle birlikte yüksek lifli yapısıyla bağırsaklarımızda  yaşayan mikroorganizmalar için iyi bir besin kaynağıdır ve bağırsak sağlığının sürdürülmesinde oldukça önemlidir. Sindirim sistemindeki hareketleri düzenler, dışkı hacmini artırır ve bağırsak duvarına tutunan toksik ögelerin dışarı atılmasını sağlar.

Hindiba kökü

Beslenme ve Diyet Uzmanı Ezgi Hazal Çelik “Hindiba kökü; ince bağırsakta sindirilmeden kalın bağırsağa geçen ve burada yaşayan bakteriler için besin kaynağı olan inülini yüksek miktarda bulunduruyor. Bu sayede zengin prebiyotik kaynakları arasında yer alıyor. Beslenme alışkanlıklarınızda hindiba köküne yer vererek bağırsak mikrobiyotanızdaki yararlı bakterilere besin sağlayıp artışına destek olabilirsiniz.” diyor.

Elma

Elma, içeriği çözünür liften zengin bir gıdadır. Bu sayede bağırsak hareketlerinin düzenlenmesine önemli katkı sağlayarak sağlıklı bağırsak mikrobiyatasını destekler. Lif içeriği yüksek olan elma, kabuklu bir şekilde tüketildiğinde alınan lif oranı artar. Günlük beslenme planınıza her gün 1 elma ekleyebilirsiniz. 

Kurubaklagiller

Nohut, fasulye, mercimek gibi besinler yüksek lif içeriğiyle bağırsak hareketlerini artırır. Sindirilmiş besin artıklarının kalın bağırsaktan geçişini hızlandırarak zararlı bakteri oluşumunun önüne geçer ve sağlıklı bağırsak mikrobiyotasını destekler. Haftada en az iki gün kurubaklagil tüketmeye özen gösterin.

Avokado

Avokado tekli doymamış esansiyel yağ, Mg ve E vitamininden zengin lif içeriği yüksek bir besindir. Kabızlığı önler, sinirim sistemini düzenler ve bağırsak sağlığının sürdürülmesinde önemli rol oynar. Yağ içeriği yüksek bir besin olduğu unutulmamalı, fazla tüketiminden kaçınılmalıdır.

Ceviz

Prebiyotik özelliğiyle yararlı bağırsak bakterileri için iyi bir besin kaynağı olan ceviz, bu bakterilerin sayıca artmasını sağlar. Günlük beslenme planınızda 2 tam cevize mutlaka yer açın.

Yeşil çay

Beslenme ve Diyet Uzmanı Ezgi Hazal Çelik “Yeşil çay, bağırsak mukozasının daha güçlü olmasını destekler ve içeriğindeki polifenoller sayesinde antiinflamatuar etki yaparak, bağırsakta zararlı mikroorganizmaların artışı sonucu olumsuz etkilenen bağırsak mikrobiyatasını düzenlemeye yardımcı olur. Günde 1-2 fincan yeşil çay tüketebilirsiniz. Ancak herhangi bir kronik hastalığı bulunanlar, düzenli ilaç kullananlar ve hamileler yeşil çay tüketimine başlamadan önce mutlaka hekimine danışmalıdır.” diyor.

 

Hamileler Covid-19’u daha ağır geçirebiliyor!

Hamileler Covid-19’u daha ağır geçirebiliyor!

Pandemi nedeniyle hepimiz olağanüstü günler yaşıyoruz; günlük rutinlerimiz, alışkanlıklarımız, normallerimiz değişti ve bu hepimizi elbette ki olumsuz etkiliyor. Bu sıkıntılı süreçte en çok stres yaşayan gruplardan birisi de, bebeğini sağlıkla kucağına alabilme konusunda kaygı yaşayan anne adayları! Acıbadem Bakırköy Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Dr. Gülay Beydilli Nacak, anne adaylarının hem doğum öncesi hem de doğum sonrasına yönelik bebeklerinin sağlıkları açısından iki kat fazla endişe yaşadıklarını belirtirken “Hamilelik ve doğum genellikle koronavirüs enfeksiyonuna yakalanma riskini artırmaz. Ancak hamileliğin Covid-19’un seyrini kötüleştirebildiği görülmektedir. Diyabet, hipertansiyon ve obezite gibi ek problemleri olan hamilelerde ise şiddetli hastalık riski daha fazladır.” diyor. Yine de enfeksiyon geçiren anne adaylarının yüzde 90’ından fazlasının doğumdan önce iyileştiğini, ancak bazı kuralları bir an bile ihmal etmemeleri gerektiğini vurgulayan Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Dr. Gülay Beydilli Nacak, hamilelikte Covid-19 enfeksiyonu ve pandemi sürecine yönelik önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

 Sağlıklı beslenin

Özellikle de Covid-19 pandemisi sürecinde hamilelerin sağlıklı ve dengeli beslenmesi hem anne hem de bebek sağlığı açısından son derece önemli. Renkli kış sebzeleri ve meyveleri ile haftada iki gün balık yemeyi ihmal etmeyin. Tespit edilmiş bir vitamin eksikliği veya emilim-beslenme bozukluğunuz yoksa doktorunuzun önerileri doğrultusunda rutin multivitamin desteği dışında bir vitamin desteği gerekmez.

Sosyal mesafeniz en az 2 metre olsun

Pandemi sürecinde Covid-19 kaygısına bir de özellikle kış aylarında hamilelerde sık görülen grip, nezle gibi üst solunum yolu enfeksiyonları eklendi. Ev dışında maskenizi mutlaka takın, fiziksel mesafeye (en az 2 metre) ve temizlik kurallarına dikkat edin; ellerinizi sık sık yıkayın, kalabalık ortamlara girmeyin, hasta veya temaslı kişilere yaklaşmayın. Aile bireyleri temaslı veya enfekte ise ev içerisinde de mutlaka maske takın ve izolasyon tedbirlerini uygulayın.

Her gün düzenli yürüyüş yapın

Pandemi sürecine rağmen eve kapanmayın. Hem sizin hem bebeğinizin sağlığı için hareketsiz kalmamanız önemli. Her gün, mümkünse açık havada, mutlaka sosyal mesafeye dikkat ederek, yarım saat yürüyün. Böylece vücut direnciniz artacağı gibi ruhsal olarak da sizi rahatlatacaktır.

“Bebeğime de geçer!” kaygısını abartmayın

Annelerin “ya bebeğime de geçerse” kaygısı nedeniyle aşırı stres yaşadıklarını, oysa stresin bağışıklık sistemini zayıflatması nedeniyle özellikle hamilelikte aşırı stresten uzak durulması gerektiğini söyleyen Dr. Gülay Beydilli Nacak, Covid-19’un plasentayı geçtiğine ve fetüsü enfekte ettiğine dair kesin bir kanıt olmadığını belirterek şöyle konuşuyor: “Ancak doğum yapan birkaç gebede, plasentada (eş dokusunda) ve zarlarda Covid-19 varlığı tespit edilmiştir. Yenidoğan bebeklerde görülen Covid-19 vakalarının bazılarının yanlış test pozitifliği olabileceği veya bebeğin doğumdan hemen sonra enfeksiyonu kapmış olabileceği düşünülmektedir. Yenidoğan bebekte Covid-19 enfeksiyonu genellikle hafif hastalık şeklinde seyretmektedir.”

Günde iki litre su için

Kış mevsiminde havaların soğuk olması nedeniyle susamasanız bile her gün düzenli olarak mutlaka iki litre su için. Su içmek hem vücut direncini artırarak enfeksiyonlara karşı koruyor hem de hamilelikte sık karşılaşılan idrar yolu enfeksiyonu ve kabızlık sorununa fayda sağlıyor.

Düzenli uyuyun

Pandemi sürecindeki endişelerinizin uykunuzu kaçırmasına izin vermeyin. Sağlıklı, yeterli ve kaliteli uyku bağışıklık sisteminizi güçlendireceği gibi, hem sizin hem bebeğinizin sağlığına koruyucu etki eder. Uyku saatlerinizin değişken olmamasına, geceleri aynı saatte yatıp sabah aynı saatte kalkmaya özen gösterin.

Enfekte olursanız soğukkanlı olun!

Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Dr. Gülay Beydilli Nacak “Covid-19 olursanız soğukkanlılığınızı koruyun, doktorunuzun önerilerini mutlaka uygulayın. Covid-19 sezaryen gerektiren bir durum değildir. Doktorunuz tıbbi gerekliliklere göre doğum şeklinizi ve zamanlamasını belirleyecektir. Doğum sonrasında da yenidoğanın anneden Covid-19 enfeksiyonu alma riski düşüktür ve veriler ister yenidoğan bebeğe ayrı bir odada bakılsın, ister annenin odasında kalsın, bebek açısından enfeksiyon riskinde hiçbir fark olmadığını göstermektedir. Ancak anneler emzirirken ve bebekleriyle temas sırasında maske takmalı ve el hijyeni uygulamalıdır. Diğer zamanlarda, anne ve yenidoğan arasında 2 metreden fazla fiziksel mesafe bırakılması uygun olur.” diyor.

Omurga sağlığınızı koruma yolları

Omurga sağlığınızı koruma yolları

Tüm dünyayı etkisi altına alan Covid-19 pandemisi sürecinde; karantinalar, evde kalma sürelerinin uzaması, hareketsiz yaşam ve tele-iletişim olarak da bilinen uzaktan çalışmanın yaygınlaşması, omurga sağlığını tehdit ederken, duruş bozukluklarının da artmasına neden oluyor. Acıbadem Bakırköy Hastanesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Uzmanı Prof. Dr. Berna Tander “Bu süreçte; bilgisayar, telefon, tablet başında geçen sürelerin uzamasına hareketsiz yaşam ve belirsizliğin yarattığı kaygı ve stresin de eklenmesi ile kas- iskelet sistemi problemleri, ağrıları daha sık görülmeye ve halk sağlığında da ciddi yer tutmaya başlamıştır. Pandemi sürecinde farkında olmadan omurgamızı, duruşumuzu olumsuz etkileyen bazı hatalı davranışlarımız ileride yaşam kalitemizin fazlasıyla azalmasına neden olacağından, bu yanlışlardan bir an önce kaçınmamız ve omurga sağlığımızı korumak için bazı kurallara dikkat etmemiz gerekir” diyor. Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Uzmanı Prof. Dr. Berna Tander, pandemide omurga sağlığımızı korumanın 10 püf noktasını anlattı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

45 dakikadan uzun süre oturmayın

Sürekli oturarak çalışmak, yer çekimine direnen kasların yüklenme biçimlerini değiştirerek güç azalmasına yol açar. Benzer şekilde masa başında oturarak uzun süre geçirenlerde bacak arka kasları kısalır ve kas gerilmelerinde artış olur, bir süre sonra bu durum bel ağrılarına yol açabilir. Pandemi sürecinde, evde çalışma ortamını uygun şartlarda düzenlemeliyiz, aksi takdirde sürekli omurga yakınmalarımız olacaktır. Oturma süresinin kısıtlanması oldukça önemlidir, bir seansta maksimum oturma süresi 45 dakika olmalıdır. Otuz dakikada bir küçük molalar vermek, saatte bir de ayağa kalkmak ve esneme hareketleri yapmak gerekir.

Bacak bacak üstüne atmayın

Otururken uzun süre bacak bacak üstüne atmak, dizleri koltuğun altına toplamak gibi yanlış pozisyonlar diz ağrılarını tetiklerken, alçakta oturmak ise kalça ağrılarını artırır. Her iki ayak yere eşit olarak temas etmelidir. Ayrıca ev ortamında çalışırken; yerde, yatakta veya koltukta değil; mutlaka masada ve uygun bir çalışma sandalyesinde oturarak çalışmalıyız. Aksi halde tüm omurga, kötü yük dağılımının etkisiyle daha çok ağrıyacaktır.

Başınızı öne eğmeyin

Başın öne doğru eğik duruşu; günümüzde uzun süre masa başında çalışanlarda oldukça sık görülen bir duruş bozukluğudur. Başın her 2,5 santim öne doğru eğik tutulması, boyun omurlarına binen yükü iki kat artırır. Cep telefonu veya tablete bakarken uzun süre başımızı 30 derecelik bir açıyla öne eğmemiz kendi kafa ağırlığımızın 3-4 katı miktarda omurgamıza aşırı yük bindirir. Yük artışı diskte bozulmayı başlatır, zamanla sertleşmeye, su kaybına, yırtılma ve fıtıklara kadar giden bir sürece neden olur. Boynunuzun ve duruşunuzun sağlıklı olması için bilgisayarınızın monitörünü gözünüzden 50-75 santim uzakta olacak şekilde yerleştirmeli, bilgisayar ekranının orta noktası mutlaka göz hizasının hafif aşağısında olmalıdır. Çift monitörlü bir kurulumda her iki monitörün eşit oranda kullanılabileceği olasılığı da göz önünde bulundurulmalıdır. Bu durumda her iki monitör görsel olarak burun hizasında bir araya gelmeleri için yan yana yerleştirilmelidir.

Çalışma sandalyenizin ergonomik olmasına dikkat edin

Çalışma sandalyesinin ergonomik olmasına; en az kürek kemiklerine kadar uzanmasına, arkalığın bel kavisini sarmasına ve hafif arkaya eğimli olmasına da dikkat etmek gereklidir. Sandalyede veya koltukta otururken, bel boşluğunuz sandalyenin arkasına temas etmelidir. Eğer temas etmiyorsa bel boşluğunun küçük bir yastıkla desteklenmesi omurga kökenli kas ağrılarının veya bel ağrılarının önlenmesini sağlayabilecektir. Çok alçak sandalyede çalışmak dizin ön kısmında ağrılı bir soruna, ayakların yere temas etmediği yükseklikteki sandalye ise omurga nedenli ağrılara yol açabilmektedir. İdeal yükseklik kabaca her iki el bacak altına konulduğunda ayakların yere düz bir konumda hafifçe değmesi ile bulunur.

Ani dönme hareketlerinden kaçının

Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Uzmanı Prof. Dr. Berna Tander “Uzun süre oturarak masa başı işi yapan kişilerin çalışmaya başlamadan önce ihtiyaç duydukları bütün malzemeleri kolay erişebilecekleri yerlere koymaları çok önemli. Yerden bir şey almanız, yukarı doğru aniden uzanmanız veya aradığınız malzemelere ulaşmak için dönme hareketi yapmanız, şiddetli kas kasılmalarına veya bel fıtığına yol açabilmektedir” diyor.

 Dirseklerinizi doğru yerleştirin

Klavye kullanılırken ergonomi kurallarına dikkat edilmeli, dirseklerin çok bükülü veya çok açık olmamasına, ön kolun yere paralel kalmasına ve ellerin de yukarı doğru çok açılanmamasına özen gösterilmelidir. Ayrıca omurga; özellikle omuzlar ve kollar gevşek halde olmalıdır. Aksi çalışma koşulları; dirsek ve el bilek düzeyinde sinir sıkışmasına, sırt ile boyun ağrılarına yol açabilmektedir. Dirsekte olabilecek sorunlar için; dirseğin sert zeminlere dayanmaması ve kolların bükülü pozisyonda uzun süre durmaması yeterli olacaktır.

Cep telefonuyla kulaklık ya da hoparlörden konuşun

Teknolojik ekranlara uzun süre bakan veya telefonu kulağı ile omuz arasında sıkıştırarak uzun süre konuşan kişilerde; son yıllarda “cep boyun hastalığı“ olarak Türkçe’ye de çevrilen yeni bir tanı, hastalık ortaya çıkmıştır. Baş düz olduğunda yerçekimi boyuna kuvvet uygular, boyunla düşey düzlem arası açı artışı uygulanan kuvveti de artırmaktadır. Cep boyun hastalığına yakalanma riski boynun omuzlardan daha ileri olduğu durumlarda artmaktadır. Hastalığın şiddeti kişiden kişiye değişmekte; kronik baş ağrısından, disk hasarlarına veya kollarda uyuşma karıncalanmaya kadar birçok şikayete yol açabilmektedir. Bilgisayar başında telefonla konuşurken ya hoparlörü açarak ya da kulaklıkla kullanmaya özen göstermek gereklidir.

Yatış pozisyonuna dikkat edin

Ayakta ya da otururken duruşumuza dikkat etsek de yatarken aynı özeni göstermeyebiliyoruz. Oysa özellikle uzun uyku saatleri boyunca yatış pozisyonumuzun doğru olması, güne enerjik başlamamızı sağlayabilmektedir. Öncelikle yatarken vücudumuzun fizyolojik kıvrımlarını koruyarak yatmalı, yatak sert ve düz olmalı, vücut ağırlığıyla yaylanmamalıdır. Yastık çok alçak veya çok yüksek olmamalı, boyundaki çukurluğu destekleyecek kadar olmalıdır. Çok yumuşak yastıklar zararlıdır, çok sert ve yüksek yastıklar ise başın askıda kalmasına ve boynun zorlanmasına neden olur. Sırtüstü yatarken dizlerin altına hafif yükseklik yerleştirilebilir, yan yatarken de dizi hafifçe kırarak bacakların arasına yastık yerleştirilebilir.

Beslenmede bu yanlışlardan kaçının!

Evde kalma süresi uzadıkça; artan kaygı ve evde olmanın aşırı rahatlığı ile kilonuz çok artabilir, kontrolden çıkıp, omurga sağlığınızı tehlikeye atabilir. Ayrıca; hareket azalmasına bağlı kas zayıflıkları ve total kalori harcamasında azalmaya bağlı metabolizma hızının düşmesi de kilo almanızı kolaylaştıracaktır. Çalışırken, masanızda abur cubur bulundurmak yerine su içmeyi tercih etmelisiniz. Ayrıca hamur işi gıdalar, işlenmiş ve aşırı tuz bulunduran besinlerin tüketiminden de kaçınmak gerekir. Omurganızın sağlığı için günde 2-3 litre su tüketmelisiniz. Vücudumuzun yüzde 60’ı sudan oluşmaktadır, az su tüketilmesi veya susuz kalmak kasların ve disklerin yapısını zayıflatır, zedelenmelere açık hale getirir ve yavaş iyileşmesine neden olur.

Mutlaka düzenli egzersiz yapın

Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Uzmanı Prof. Dr. Berna Tander “Hangi yaşta olursak olalım kas ve kemik sağlığımız için günlük belirli bir miktarda düzenli aktivitemiz olmalı. En etkin tedavi yönteminin de problemin oluşmasını engelleyip, uygun ekipmanla, aralıklı çalışarak ve mümkün olduğunca egzersiz yapmak olduğunu unutmamak gerekir. Hafif ve orta şiddetli egzersizler bağışıklık sistemini güçlendirdiği gibi, kaygı düzeyini de azaltır. Hareketsiz bir yaşamdan kaçınmak, günde en az yarım saat mutlaka egzersiz ya da yürüyüş yapmayı ihmal etmemek gerekir.” diyor.

Pandemide göz şikayetlerini artı

Pandemide göz şikayetlerini artı

Aylardır süren Covid-19 pandemisinden en fazla etkilenen organlarımızın başında gözlerimiz geliyor. Uzun saatler süren dijital toplantılar ya da uzaktan eğitim nedeniyle saatlerce ekrana kilitlenmek gerek yetişkinlerde gerekse çocuklarda göz şikayetlerini artırdı. Acıbadem Bakırköy Hastanesi Göz Hastalıkları Uzmanı Dr. Emel Çolakoğlu, halk arasında ‘göz migreni’ olarak tanımlanan; göz küresinde başlayan ve aynı taraf baş yarısına yayılan keskin ağrının giderek daha fazla kişide görüldüğünü belirterek, bazı kuralların ihmale gelmeyeceğini söylüyor.

Göz Hastalıkları Uzmanı Dr. Emel Çolakoğlu, pandemide yaygınlaşan göz şikayetleri ve alınması gereken önlemleri anlattı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.  Şiddetli baş ağrısıyla yaşam kalitesini önemli ölçüde düşüren migren, artık gözlerde de önemli bir sorun haline geldi. Acıbadem Bakırköy Hastanesi Göz Hastalıkları Uzmanı Dr. Emel Çolakoğlu, halk arasında ‘göz migreni’ olarak adlandırılan hastalığın, pandemi sürecinde aylardır gözlerin yoğun şekilde aktif kullanılmasıyla giderek yaygınlaştığını belirterek “Gerek yetişkinlerde gerekse çocuklarda bilgisayar başında geçen sürenin artmasına bağlı olarak göz kırpma sayısında azalma, uyku sürelerinde kısalma, ekrandan yansıyan mavi ışık yoğunluğu ve klima gibi nedenlerle göz kuruluğu, gözlerde yanma, batma, acıma ve sulanma şikayetleri son zamanlarda yoğunlaştı. Ayrıca uyku düzensizliği ve stres ile tetiklenen ve göz çevresinde başlayan ağrılar, başa da yayılıyor. Göz migreni olarak tanımlayabileceğimiz bu durum aynı zamanda gözde ışıklanma, ışıklar etrafında çizgilerle kendini gösteriyor ve başa da yayılan keskin ağrılar yaşam kalitesini düşürüyor, konsantrasyonu engelliyor.” diyor.

Göz sağlığı için bu kurallar kritik önem taşıyor!

Covid-19 pandemisi sürecinde evden çalışma, dijital toplantılar, uzaktan eğitim esnasında göz sağlığı için gerekli kuralların ihmal edilebildiğini, bu nedenle göz hastalıklarında artış görüldüğünü vurgulayan Dr. Emel Çolakoğlu, uzun süreli yakın odaklanmanın özellikle gelişim çağındaki çocuklarda uyum kuvvetini zorladığını ve miyopinin ilerlemesine yol açtığını söylüyor. Gün içerisinde mutlaka gözlerin kapatılarak dinlendirilmesi, ekran başında göz kırpmanın unutulmaması, ekran aydınlatmasının ortamdan daha düşük seviyede tutulması, gözlerimizle ekran arasında mesafenin 50-55 cm olmasına özen gösterilmesi ve monitör üzerinden 20 dakikada bir 20 saniye süre ile 5-6 metre uzağa odaklanılması gerektiğini vurgulayan Göz Hastalıkları Uzmanı Dr. Emel Çolakoğlu, bu önlemlerin göz sağlığını korumak için kritik önem taşıdığını söylüyor.

Sağlıklı beslenme ve kaliteli uyku şart!

Göz sağlığını korumak için; çevresel önlemlerin yanı sıra sigarasız ortam, kaliteli ve yeterli uyku ile sağlıklı beslenme de olmazlar olmazlar arasında önde geliyor. Dr. Emel Çolakoğlu, iyi havalandırılmış ve ışıksız bir odada ortalama 7-8 saat uyumanın tüm bedenimizi olduğu gibi gözlerimizi de dinlendireceğini belirtirken; sağlıklı ve dengeli beslenmenin, özellikle de havuç, portakal, lahana, ıspanak gibi besinlerin sofralardan eksik edilmemesi gerektiğini kaydediyor.

Gözlük camlarının buğulanmaması için!

Maske takarken gözlük kullanmak kimi zaman rahatsız ediyor. Dr. Emel Çolakoğlu, maskeden dolayı gözlük camlarının buğulanmaması için şu önerilerde bulunuyor:

  • Maskenin telli kısmını üstte tutarak burnunuza göre sıkıştırabilir; çift taraflı bant ile yapıştırabilirsiniz.
  • Optiklerden gözlük camının buğusunu önleyici sprey veya bez temin edebilirsiniz. Ancak camın yansıma önleyici özelliğinin bozulmaması için sık kullanmayın.
  • Gözlük camınıza buğu önleyici kaplama yaptırabilirsiniz.

Gözlük camlarını günde iki kez sıvı sabun ile yıkayabilirsiniz. Yıkadıktan sonra kendiliğinden kurumaya bırakılmalıdır. Sabunlu su cam üzerinde ince bir film tabakası bırakacak ve yüzey gerilimini düşürerek su moleküllerinin buğu tabakası oluşturmasını engelleyecektir.                                            

 

Kilo vermeyi zorlaştıran 10 etken

Kilo vermeyi zorlaştıran 10 etken

Pandemi süreciyle birlikte evde geçirilen zamanın artıp hareketliliğin kısıtlanması, buna karşın sürekli bir şeyler yeme içme isteğinin ağır basması pek çoğumuz için kilo artışını beraberinde getirdi. Hal böyle olunca, fazla kilolardan kurtulmak, ideal kilosuna dönmek isteyenler ‘nasıl kilo verebilirim?’ arayışına girdi. Ancak bu isteğin ve çabaların tartıya yansımadığını görmek çoğunlukla moralleri bozarken, motivasyonun da azalmasına neden olabiliyor. Acıbadem Bakırköy Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Ezgi Hazal Çelik “Vücut ağırlığı denetimini sağlayamamak, hedeflediğimiz kilo kaybını tartıda görememek başta bizi motive eden kaynağı elimizden alıp en başa dönmemize neden olmuş olabilir. Üstüne üstlük gerçekçi olmayan hedeflerle mucize arayışında olmak ve sürdürülebilir olmayan, kilo vereceğim diye sağlığımızdan olmamıza neden olabilecek şok diyetler uygulamak yapılan en büyük yanlışların başında geliyor.” diyor. Beslenme ve Diyet Uzmanı Ezgi Hazal Çelik, kilo vermeyi zorlaştıran 10 etkeni anlattı, “neden kilo veremiyorum?” diyenlere önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

Kalori saymak, kaloriye takılmak

Tüm kaloriler eşit midir? “Kalori, kaloridir” diyenler 250 kalorilik bir dilim çikolatalı pasta ile eşit miktarda kalori değeri olan etli sebze yemeğini tüketmeniz arasında bir fark olmadığını ve kilonuz üzerinde aynı etkiye sahip olacağını söylerler. Tüm kalorilerin aynı miktarda enerjiye sahip olduğu doğrudur ancak vücudumuz yalnızca kalori değil aynı zamanda molekül sayar bir yapıdadır. Yiyecek tercihleriniz; neyi, ne kadar ve ne zaman yediğinizi kontrol eden biyolojik süreçler üzerinde büyük bir etkiye sahiptir. Günlük tüketmeniz gereken enerji düzeyini aşmadığınız halde kilo veremiyorsanız buna sebep olan etkenlerden biri de yiyecek seçiminiz olabilir. Bu nedenle kilo verme sürecinde aldığınız kalori miktarı kadar tükettiğiniz besinlerin içeriği de oldukça önemlidir.

Yetersiz su tüketimi

Vücudumuzun su içeriği yaşa ve cinsiyete bağlı olarak yüzde 42 ile yüzde 70 arasında değişir. Besinlerin sindirim, emilim ve hücrelere taşınması; zararlı atıkların vücuttan uzaklaştırılması gibi birçok metabolik süreç için elzem olan su, gün içinde yeteri kadar tüketilmediğinde kilo verme sürecini de yavaşlatabilir. Vücut susuz kaldığında sindirim enzimleri ve bağırsaklar yavaşlayarak kilo artışına neden olabilir. Bir diğer neden yetersiz su tüketimi ile hissedilen susuzluk hissinin açlıkla karıştırılıp iştah kontrolünün zorlaşmasıdır. Sağlıklı bir beslenme planıyla birlikte su tüketiminizin artması metabolizma hızını arttırarak ve iştahınızı azaltarak kilo kaybına destek olabilir. Peki yeterli su tüketimi ne kadar olmalıdır? Sağlıklı yetişkin bir birey kilosu başına 30-35 ml su tüketmelidir. Suyun en iyi kaynağı sudur ve gün içinde aldığınız diğer sıvıları bu miktara dahil etmeniz tüketiminizin azalmasına neden olacaktır. Net bir cevap arayanlar içinse günde ortalama 2-2,5 litre su tüketimi idealdir.

Yetersiz fiziksel aktivite

Kilo verme sürecinde temel olan şey, kalori açığı yakalamak yani harcadığınızdan fazla enerji almamaktır. Egzersiz yapmadan da kalori açığı oluşturarak kilo verebilirsiniz ancak düzenli egzersiz yapmak kilo kaybının sağlanması ve sürdürülmesinde, enerji sınırlı diyetlerle birlikte ağırlık kaybını artıran önemli faktörlerden biridir. Haftada en az 3-4 gün 30 dakikanın üzerinde ve kişinin sağlık durumuna uygun egzersizler yapması çok önemli. Özellikle yaşam koşullarının bizi daha az hareket eder duruma getirdiği çağımızda düzenli fiziksel aktivite kilo verme sürecine destek olmakla birlikte, kas dokularını koruyup, yağ kaybını artırarak vücut kompozisyonunun gelişmesine de katkı sağlar.

Yetersiz ve kalitesiz uyku düzeni

Uyku, kilo kontrolünde önemli bir etken. Beyin fonksiyonlarının devamı, bedenimizin metabolik ve fiziksel işlevlerini yerine getirmesi ve düzenlenmesi için yeterli/kaliteli uyku düzeni şart. Artık daha bireysel sürelerden bahsetsek de yapılan çalışmalar 6 saatten az, 9 saatten fazla uykunun kilo alımını tetikleyebileceğini gösteriyor. Uyku düzenimizdeki bozulma bedenimizin iç saati dediğimiz sirkadiyen ritmimizi ve bu durum da hormonlarımızın salınımını oldukça etkiliyor. Özellikle açlık ve tokluk sinyallerimizi düzenleyen ghrelin ve leptin hormonları, bozulan uyku düzeni ile birlikte bizi kalori yoğunluğu yüksek gıdalara yönelterek kalori alımının artışına neden olup, kilo verme sürecini yavaşlatabiliyor. Uykunuzu alamadan uyandığınız bir günde halsizlik yaşayabilir, hareketleriniz yavaşlayabilir veya sürekli uyuklama halinde olabilirsiniz. Bu durum gün içinde fiziksel aktivitenizin azalmasına neden olarak harcanan enerji dengenizi kilo verme yönünün tersine çevirebilir. Bu nedenle sizin için ideal olan uyku süresini belirledikten sonra, en geç 23.00’te uykuya dalmanız vücudunuzu dinlendirerek ertesi gün fiziksel olarak daha aktif olmanıza ve hormon düzeylerinde denge sağlayarak iştah kontrolünüze destek olacaktır.

Hastalık varlığı

Beslenme ve Diyet Uzmanı Ezgi Hazal Çelik “Kilo vermeyi zorlaştıran pek çok faktör bulunmaktadır. Uyku düzeni, fiziksel aktivite, yetersiz su tüketimi ve yanlış besin seçimi gibi sizin elinizde olan değiştirilebilir risk faktörlerinin yanı sıra insülin direnci, hipotiroidi, cushing hastalığı veya polikistik over sendromu gibi hormonal kökenli bir probleminiz de olabilir. Bunun için bir endokrinoloji ve metabolizma hastalıkları uzmanına görünmeli, kan değerleriniz olması gereken aralığın dışında ise hekiminizin önereceği tedaviyi uygulamalı ve bir diyetisyene başvurarak size özel bir beslenme programı oluşturmasını talep etmelisiniz.” diyor.

Yetersiz ve sağlıksız beslenme

Çok düşük kalorili diyetler yapmak, aç kalarak veya bazı besin gruplarını beslenme düzeninden tamamen çıkararak besin alımını azaltmak makro ve mikro besin ögelerinin yetersiz alınmasına neden olmakta. ‘Daha az yersem daha çok kilo veririm’ düşüncesi uzun vadede bir işe yaramadığı gibi kısa vadede kaybedilen kilonun yağ kaybı olmamasına ve vücut kompozisyonuyla birlikte metabolizmanın da olumsuz etkilenerek yavaşlamasına neden olur. Bunun sonucunda kilo verme hızınız azalarak durabilir. Enerji gereksiniminize uygun, protein, karbonhidrat ve yağ oranları dengeli bir diyet ile kilo verme sürecini yönetmelisiniz.

Mucize besin arayışı

Sosyal hayat, beslenme tarzı, vücut ağırlığı gibi konular son zamanlarda hemen hemen herkesin aklını kurcalıyor. Bu durum besinlere olan bakış açımızı etkileyerek zamanla değiştirdi. Hepimiz bir kurtarıcı arayışındayız. Sağlıklı bir beslenme programı içerisinde yer verdiğimiz zaman kilo vermemizi kolaylaştıran birçok yiyeceğe mucizevi anlamlar yükleyerek yararlı etkilerini tam tersine çevirdiğimiz durumlar ortaya çıkabiliyor. Örneğin antioksidan, lif, tekli doymamış yağ ve E vitamininden zengin avokadonun sağlıklı bir beslenme planı içinde belirlenen miktarlarda tüketilmesi kilo verme sürecine destek olurken, fazla tüketimi alınan kaloriyi de arttırarak kilo verme sürecini zorlaştırabiliyor.

Sürdürülebilir olmayan beslenme alışkanlıkları

Sosyal medyanın da etkisi ile son dönemlerde bilimsel açıdan değeri olmayan beslenme modelleri, farklı formlarda tüketilmesi için üretilen öğünler gibi birçok faklı beslenme tarzı ile karşılaşıyoruz. Bir de çevrenizden biri “X” kullanarak veya “Y” diyeti yaparak 10 kilo verdiyse bu durum tüm bunları daha ilgi çekici kılabiliyor. Ancak bireysel olarak size özgü hazırlanmamış bir beslenme programı kalıcı bir beslenme alışkanlığı kazandırmayarak kilo vermenizi zorlaştırabilir. Bireysel tecrübelere değil, bilime dayalı, gereksinimlerinize ve sosyal yaşantınızla birlikte psikolojik durumunuza uygun bir sağlıklı beslenme programı ile sürdürülebilir ve kalıcı kilo kaybını sağlayabilirsiniz.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Sürekli tartılmak!

Ağırlık gün içerisinde değişkenlik gösterir ve kilo verme sürecinde sürekli tartılmak bir an önce sonuç almanızı sağlamaz. Sağlıklı beslenme programına başladıktan sonra her gün düzenli kilo kaybı olmayabilir veya o gün içinde tükettiğiniz sıvı ve yemek miktarı, idrar veya dışkılama durumunuz gibi etmenler nedeniyle tartı doğru sonucu göstermeyebilir. Sık tartılıp tüm bunları geri planda bırakmak ise “diyet yapıyorum ancak kilo veremiyorum” diye demoralize olmanıza ve diyetten vazgeçerek kilo verme sürecinin uzamasına neden olabilir. Önerilen yavaş ve kalıcı kilo kaybının sağlanmasıdır. Motivasyonun düşmemesi ve doğru sonucu görmek için haftada 1 kez, aynı tartıda, sabah aç karnına, dışkılama sonrası ve giysisiz ölçüm yapılmalıdır.

Gizli kaloriler

Beslenme ve Diyet Uzmanı Ezgi Hazal Çelik “Sağlıklı besleniyorum ama kilo veremiyorum!“ sık kurulan ve sıkça duyulan cümlelerden biri. Sağlıklı beslendiğinize veya besin tercihlerinizin doğru olduğuna çok eminken farkında olmadan bazı besinleri ve içecekleri fazla tüketiyor olabilirsiniz. Bununla birlikte porsiyonlarınızı küçülterek daha az kalori alabileceğinizi düşünürken yediğiniz besinin içindeki gerçek kalori miktarı tahmin ettiğinizin çok üzerinde olabilir. Özellikle kullanılan soslar ve tercih edilen pişirme yöntemi yediğiniz yiyeceğin kalori miktarını arttırabilir. Ayrıca şekerli içecekler, çorbalar, yağlı tohumlar ve son zamanlarda sağlıklı bir alternatif olarak karşınıza çıkan smoothieler de gizli kalori kaynağı olabilir. Bu durumun kilo vermenizi zorlaştırmanın yanı sıra kilo artışına da neden olabileceğini unutmamalısınız” diyor.

Virüs bulaşma korkusu kalbi vuruyor!

Virüs bulaşma korkusu kalbi vuruyor!

Covid -19 pandemisinde yaşanan ölümler tüm dünyada korku yaratsa da, kardiyovasküler hastalıklar hala dünya çapında bir numaralı ölüm nedeni olarak yerini koruyor. Öyle ki küresel ölümlerin tümünün yaklaşık yüzde 30’unu kardiyovasküler hastalıklar oluşturuyor. Mevsimlerin kardiyovasküler olayların sıklığı üzerine yapılan çalışmalarda, özellikle sonbahar ve kış mevsimi gibi soğuk aylarda ölüm riski daha yüksek bulunmuş. Acıbadem Bakırköy Hastanesi Kardiyoloji Uzmanı Dr. Nazan Kanal, ölümlerdeki bu artışın tek bir nedeni olmadığına dikkat çekerek, “Sıcaklık değişimi, fiziksel aktivite azlığı, hava kirliliği, enfeksiyonlar ve hatalı beslenme alışkanlıkları gibi çoklu risk faktörleriyle bağlantılı oluyor. Önemli olan diğer risk faktörleri de kandaki fibrinojen, kolesterol ve vazoaktif hormonların (damar büzüşmesi nedeni olan hormonlar) soğuk aylarda yükselme eğilimi oluşudur.” diyor.

Ayrıca bir diğer faktör ise sonbahar ve kış mevsiminde mevsimsel grip ve benzeri enfeksiyonların artışıyla birlikte Covid-19’a yakalanma riskinin artması. “Bugüne kadarki tecrübeler virüs enfeksiyonu öncesi kronik sağlık sorunları olanların olmayanlara göre hastaneye yatırılma olasılığının 6 kat ve ölme riskinin 12 kat daha fazla olduğunu gösteriyor.” uyarısında bulunan Kardiyoloji Uzmanı Dr. Nazan Kanal, Covid-19’lu yaklaşık 3 kişiden birinde kardiyovasküler hastalık olduğunu belirterek, sözlerine şöyle devam ediyor: “Pandemi sürecinde hastanelerde daha az kalp krizi ve felç vakaları olsa da, bu tablo her iki problemin azalmakta olduğu anlamına gelmiyor. Son istatistikler, insanların hastaneye başvurularını ertelediklerini veya tamamen kaçındıklarını gösteriyor. Oysa hastane dışı ani ölüm sıklığında artış mevcut. Kalp hastalığı ve felç gibi kardiyovasküler hastalıklar hala dünyanın önde gelen ölüm nedenidir.” Peki Covid-19 pandemisinde kalp hastaları kış aylarında sağlıklarını korumak için hangi önlemleri almalılar? Acıbadem Bakırköy Hastanesi Kalp Hastalıkları Uzmanı Dr. Nazan Kanal kış aylarında kap hastalarının dikkat etmeleri gereken 10 kuralı anlattı, önemli öneriler ve uyarılarda bulundu.

Sağlık kontrollerinizi ertelemeyin

Kontrollerinizi yaptırmak için pandeminin geçmesini beklemeyin. Eski normal günlere dönmek için önümüzde uzun bir yol var. Beklemeniz, geri dönüşümsüz sağlık problemi veya uzun hastane yatışlarıyla sonuçlanabilir.

Düzenli kullanmanız gereken ilaçları ve tedavileri aksatmayın

En çok da riskin arttığı bu soğuk aylarda ve pandemi ortamında kan şekeri, tansiyon, kolesterol ve tiroit gibi değerleriniz normal olmalı. Böylece tüm vücut sisteminiz daha güçlü olur.

Ani sıcaklık değişimleri damarlar için stres nedeni olabilir

Ani sıcaklık değişimleri damarlar için stres nedeni olabiliyor. Bunun sonucunda damarlarda spazm veya büzüşme atakları yaşayabilirsiniz. Çok soğukta yürüyüş yapmak, sauna, soğuğa yakın suyu olan deniz veya havuzda yüzmek ve soğuk suyla duş yapmak oldukça riskli. Soğuk havada dışarı çıkmanız gerekli olursa, kıyafetinizi sizi sıcak tutacak şekilde seçmeli ve ağır fiziksel aktiviteden kaçınmalısınız

D vitamini önemli

Pandemi nedeniyle uzun süre evde kaldınız ve artık kış mevsiminde D vitamini üretiminiz de pek olmayacak. D vitamini iskelet sistemi için önemli olduğu kadar, bağışıklık sistemi, bazı hormonların üretilebilmesi, damarlar, kalp kası ve tiroit sağlığı için de gerekli. D vitamini seviyenizi normal sınırlarda tutun.

Kilo kontrolü için çalışmanın tam zamanı

Evde kalmak çoğumuzda kilo almaya neden oluyor. İdeal kilonuzun üzerindeyseniz hem kardiyovasküler hastalıklar hem de solunum problemleri için riskiniz artıyor. Günlük kalori alımınızı düşürüp sağlıklı beslenip egzersiz yaparak kilo vermeyi deneyin. Her besinde “Sağlıklı mı ve bunu yakabilecek miyim?” diye kendinize sorun. Tek başınıza başaramayacağınızı düşünüyorsanız bir diyetisyenden yardım isteyin.

Egzersizi unutmayın

“Evde kalmak ve sosyal mesafe kuralı, hareketsiz kalmanızı gerektirmez.” diyen Kardiyoloji Uzmanı Dr. Nazan Kanal, şu öneride bulunuyor: “Sağlıklı bir kalp damar sistemi için haftada 5 gün, 20-30 dakika egzersiz yapmaya özen gösterin. Evinizde veya sokağınızda maske ve sosyal mesafeye dikkat ederek yürüyebilirsiniz. İnternetteki egzersiz programlarını da doktorunuza danışıp uygulayabilirsiniz.”

Kendinizi dinleyin

Kalp krizi, felç ve Covid-19 enfeksiyonu belirtilerini kaçırmayın. Göğüs ağrısı, nefes almada güçlük, ishal, tat ve koku kaybı, boğaz ağrısı, ateş, titreme veya bilinç bulanıklığı şikayetiniz olursa, hastaneye başvurun.

Grip ve zatürre aşıları hiç olmadığı kadar önemli

Grip ve zatürre aşıları sizi Covid-19’a karşı değil ama başka virüs ve bakteri enfeksiyonundan koruyabiliyor. Hastalansanız bile hastalık sürecini daha hafif atlatmanızı sağlayabiliyor. Doktorunuz da uygun buluyorsa grip ve zatürre aşısı yaptırmanızda fayda var.

Mikroplardan korunun

Covid-19 korunma prensipleri en çok sizin için geçerli. Maske kullanımı, sosyal mesafe ve el temizliğinizin hala en güçlü koruyucularınız olduğunu unutmayın.

Aktif kalmaya çalışın

İzolasyon duygusu beden ve ruh sağlığına zarar verebiliyor. Dolayısıyla evdeyseniz ve yalnızsanız, değer verdiğiniz insanlarla ve dünya ile bağlantıda kalın. Kendinize hobiler edinin, bedeninizi ve zihninizi meşgul edecek uğraşlar bulun.

Bu belirtilerde her ‘dakika’ çok önemli

Pandemi nedeniyle acil durumlarda hastaneye başvurmaktan korkmayın. Kardiyoloji Uzmanı Dr. Nazan Kanal tedaviyi ertelemenin çok ciddi sorunlara neden olabileceği uyarısında bulunarak sözlerine şöyle devam ediyor: “Unutmayın ki kalp krizi ve felç ciddi sakatlığa yol açabiliyor, daha da kötüsü ölümcül olabiliyor. Dolayısıyla bu hastalıklar Covid-19 enfeksiyonundan hala daha tehlikeliler. Acil bir durumda her dakika önemlidir. Göğüs ağrısıyla birlikte bir veya iki kolda, sırtta, boyunda veya çeneye yayılan ağrı veya rahatsızlık ile nefes darlığı, kalp krizi belirtileridir. Ani yüz sarkması, kol veya bacakta güçsüzlük ya da konuşma güçlüğü de inme semptomlarıdır. Bu yakınmalarda ‘önemsizdir, geçer’ demeyin, acil yardım isteyin.”

Pandemide vücut direncinizi artıracak 5 çorba

Pandemide vücut direncinizi artıracak 5 çorba

Özellikle içinde bulunduğumuz pandemi döneminde bağışıklığımızın güçlü olması hiç şüphesiz büyük önem taşıyor. Öyle ki bağışıklık sistemi güçlü olan kişiler kendilerini bakterilere, virüslere ve birçok yabancı maddeye karşı koruyor. Acıbadem Bakırköy Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Sıla Bilgili Tokgöz; bağışıklık sisteminin yanlış beslenme alışkanlıkları, alkol ve sigara kullanımı, hareketsizlik, düzensiz uyku ve hava kirliliği gibi etkenlerden olumsuz etkilendiğini belirtirken, bunlarla başa çıkabilmek için çorbaların gücünden de mutlaka faydalanmak gerektiğini söylüyor. Beslenme ve Diyet Uzmanı Sıla Bilgili Tokgöz, Covid-19’a karşı vücut direncini artırmada fayda sağlayan 5 kış çorbasını tarifleriyle anlattı; önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

  • Sütlü Bal Kabağı Çorbası

Bal kabağı; alfa-beta karoten ve A vitamini içeriği sayesinde bağışıklık sisteminin destekleyicisidir. İçerisinde bulunan yüksek posa bağırsak sağlığını korur. Alınan bu posa mideyi daha geç terk ettiği için de daha uzun süre tokluk sağlar. Çorbanın içerisine kükürtlü bileşiklerden zengin içeriğiyle bir kalkan görevi gören soğan ve sarımsak da eklemeyi unutmayın.

Tarifi: 7-8 adet küp doğranmış (yaklaşık 300 gr) bal kabağını, 1 adet doğranmış kuru soğan ve 2 diş sarımsağı bir tencereye koyun. Zeytinyağında hafif soteledikten sonra üzerine 2.5 su bardağı su ilave edin. Kaynadıktan sonra karışımı homojen olması için blenderdar geçirin. Ardından içerisine 1 su bardağı süt ekleyip 1 taşım daha kaynatın. Ocaktan indirmeden tuz ve karabiber ilave edin. İsteğe göre muskat rendesi, zencefil de ekleyebilirsiniz. Sıcak su ile kıvamını ve yoğunluğunu damak zevkinize göre ayarlayabilirsiniz.

  • Zerdeçallı Tavuk Suyu Çorbası

 Son yıllarda sağlık üzerindeki pek çok etkisinin bilim dünyasınca kanıtlanmasıyla tüketimi artan zerdeçal, bunu içerisindeki kurkumin maddesine borçlu. Bu sayede iltihaplanma giderici ve önleyici etkisi bulunuyor. Herhangi bir sağlık sorunu bulunmayan tüm bireyler günlük olarak 1-2 kaşık zerdeçal tüketerek bağışıklık sistemlerini güçlendirebilir ve enfeksiyon hastalıklarını daha kolay atlatabilir.Demir, magnezyum ve sağlıklı yağ asitleri açısından zengin olan zerdeçal, gribe karşı da önemli bir kalkan görevi görüyor.

Tarifi: 1 adet (400 gr) tavukgöğsünü 1 litre su ile içerisine 3 diş sarımsak koyarak yaklaşık 40-45 dakika haşlayın. Haşladıktan sonra suyunu ayırıp tavukları didikleyin. Ayrı bir tencerede 1 yemek kaşığı un ve 1 yemek kaşığı tereyağını 1 dakika kavurun, kavurduktan sonra yavaş yavaş tavuk suyu ekleyin. İçine 2 yemek kaşığı tel şehriyeyi de ilave ederek pişirin. Dilediğiniz miktarda limon suyunu ve 1 yumurtanın sarısını bir kapta karıştırın, kaynayan tavuk suyundan bir kepçe alarak ılıştırıp yavaş yavaş çorbaya ilave edin. Didiklenmiş tavukları ekleyip 5 dk daha kaynatın. En son 1 tatlı kaşığı toz zerdeçalı, tuz ve karabiberi ekleyerek servis edin.

 Sebzeli Kış Çorbası

Kereviz, pırasa, brokoli, ıspanak, havuç tam kış sebzeleri. Mevsimine uygun beslenmek isteyenler bunlardan lezzetli bir sebze çorbası yapabilirsiniz. Düşük kalorili, su içeriği yüksek ve lif oranı oldukça fazla bir sebze olan “kereviz” içerdiği C vitamini,  A vitamini ve fitokimyasallar sayesinde bağışıklık sistemini güçlendirir ve vücudu daha dirençli hale getirir. Pırasa, güçlü bir antioksidan olan “polifenol” içerir. Bu antioksidanlar vücudumuzda bulunan ve çeşitli kronik hastalıklara zemin hazırlayan serbest radikallere karşı koruma sağlar. Brokoli içerdiği sulforan maddesi sayesinde antioksidan aktivite göstererek bağışıklığı destekler. C vitamin ve E vitamini bir arada içerdiği için bağışıklık sisteminin etkin savaşçılarından biri. 1/2 bardak pişmiş ıspanak 21 kaloridir, 1 gramdan az yağ içerir. Diyetle alınan potasyumun en iyi kaynaklarındandır. İçerisinde ayrıca C vitamini lif ve karotenoidler vardır. Havuç, A vitaminince zengin bir besindir. Yapılan bilimsel çalışmalar; A vitamini eksikliğinin bağışıklık sisteminde bozulmalara yol açtığını, bunun da enfeksiyon hastalıklarının ilerlemesini hızlandırdığını ortaya koyuyor.

Tarifi: 2 adet pırasa, 1 küçük boy kereviz, 1 parça kereviz sapı, 1 demet küçük boy brokoli,   6-7 adet kök ıspanak, 1 orta boy havuç, 1 orta boy patates, 2 diş sarımsak ve 1 orta boy soğanı temizleyip ayıklayın. Küçük küçük doğradıktan sonra tüm malzemeleri tencereye koyun. Üzerine 1,5 litre su ilave edin. Orta ateşte bütün sebzeler yumuşayıncaya kadar pişirin. İçerisine 2 yemek kaşığı zeytinyağı ekledikten sonra süzgeçten ya da blenderdan geçirin en son tuz ve karabiber ekleyin. Üzerine nane veya kırmızı biber ilave ederek servise hazırlayabilirsiniz.

  • Zencefilli Kırmızı Mercimek Çorbası

Doğanın mucizevi besinlerinden zencefil aşırıya kaçmamak koşuluyla üst solunum yolu enfeksiyonları ve gripten koruyor. Bunun yanı sıra öksürüğe de iyi gelir, balgam söktürücü etki gösterir ve mide bulantısına da faydalı. Ancak aşırı tüketimi gaz, mide yanması gibi sorunlara neden olabiliyor.

Tarifi: 2 su bardağı kırmızı mercimeği ayıklayıp yıkayın. Bir tencerede 2 yemek kaşığı zeytinyağında 1 adet küp küp doğranmış soğanı 3-4 dakika soteleyin. Ardından 2 diş ince doğranmış sarımsakları ve 1 parça (2.5 cm) dilimlenmiş taze zencefilleri de 1 dakika soteledikten sonra içerisine 1 su bardağı et suyu ve 4 su bardağı su ekleyip kaynayıncaya kadar pişirin. Ardından kırmızı mercimekleri ekleyip yaklaşıp 25 dk yumuşayana kadar pişirin. Pişen karışımı blenderdan geçirin, gerekirse sıcak su ile kıvamı açın, en son tuz ve karabiber ekleyin. Kişniş yapraklarıyla süsleyip servis edebilirsiniz.

  • Sütlü Kıymalı Tarhana Çorbası

Anadolu mutfağının vazgeçilmezi tarhana, içerdiği domates, yoğurt, biber sayesinde besleyici olduğu kadar bağışıklığı da güçlendirici bir çorba olarak karşımıza çıkıyor. B vitamini içeriği yüksektir. Ancak içerisine giren beyaz un hiç azımsanmayacak kadar çoktur. Beyaz un elde ederken buğday tanesi kabuk, liflerinden, tüm faydalı kısmından ve hatta ruşeyminden ayrıştırılıyor, dövülüp öğütülüyor. O yüzden tarhana yaparken beyaz un yerine tam buğday unu kullanın. Besin değerini arttırmak için pişirirken içine süt ve kıyma ekleyin. Bitkisel protein severler, nohut veya kuru börülce ilave ederek de protein içeriğini arttırmış olursunuz.

Tarifi: 5 yemek kaşığı toz tarhanayı 1 su bardağı su ile ıslatın. 100 gr yağsız kıymayı 2 yemek kaşığı zeytinyağında suyunu salıp çekene kadar kavurun.  Kıymanın rengi tamamen değiştiğinde içerisine 2 diş doğranmış sarımsak 1 tatlı kaşığı toz biber ekleyip 1 dakika daha kavurun. Ardından suda bekleyen tarhanayı, 1 su bardağı sütü, 1 su bardağı et suyunu ve 2 su bardağı su ilave ederek koyulaşana kadar pişirin. Kıvamı koyu olursa 1 su bardağı daha sıcak su ekleyebilirsiniz. En son tuz ve kekik ekleyip ocaktan alıp servis edebilirsiniz.

Kalın bağırsaktaki gizli tehlike

Kalın bağırsaktaki gizli tehlike

Kolonlarda oluşuyor, uzun yıllar hiçbir belirti vermiyorlar… Ancak bu sessizlik; karın ve pelvik bölgesinde şiddetli ağrı, hassasiyet ve hafif ateşle son bulabiliyor! Üstelik hayat kalitesini oldukça düşürebilecek şiddette gelişebilen bu problemler ‘ataklar’ halinde tekrarlanabiliyor. En sık bağırsak enfeksiyonu olmak üzere, önemli sağlık problemlerine yol açabilen bu balonlaşma şeklindeki cep oluşumlarının adı, kolonlarda gizli tehlike olarak nitelendirilen; divertiküller!

 Kalın bağırsakların (kolon) duvarlarında küçük balonlaşma şeklinde gelişen cep oluşumlarına ‘divertikül’ deniliyor. Divertiküller tüm kolon boyunca oluşsalar da, en sık ve yoğun olarak kalın bağırsağın son bölümlerinde gelişiyorlar. Erişkin yaşta, özellikle de 60 yaş üzerinde her 2 kişiden birinin kalın bağırsaklarında, değişen yoğunlukta divertiküller bulunuyor. Batı tipi beslenmenin yaygın olduğu ülkelerde görülme sıklığı giderek artan divertiküller genellikle sağlık problemlerine yol açmasa da ‘divertiküler hastalık’ adını alan ve nadiren de olsa hayatı tehdit edebilecek kadar şiddetlenebilen tablolara neden olabiliyor. Acıbadem Bakırköy Hastanesi Genel Cerrahi Uzmanı Doç. Dr. Emre Sivrikoz divertiküllerin en sık bağırsak iltihabına yol açtığına dikkat çekerek, “Divertikülit olarak adlandırılan bu tablo, ceplerden bir veya birkaçının delinmesi sonucu gelişiyor. Kendini genellikle karın veya pelvik bölgesinde ağrı, karında hassasiyet, gaz, şişkinlik ve ateşle belli ediyor. Bu problemler ataklar halinde tekrarlanabiliyor. Tedavide gecikilirse iltihap karın boşluğuna ilerleyerek hayatı tehdit edebiliyor. Bu nedenle şiddetli karın ağrısında durumunda zaman kaybetmeden hekime başvurmalı” diyor.

Kronik basınç sorumlu tutuluyor

Divertiküller en sık bağırsaklarda enfeksiyon olmak üzere, çapında daralma, fistüller ve makatta kanama gibi problemlere yol açıyorlar. Divertiküllerin oluşumlarıyla ilgili genel olarak kabul edilen teoride; dışkının sertleşmesi nedeniyle, dışkıyı rektuma ilerletebilmek için kalın bağırsakta oluşan ‘basınç’, bir başka deyişle ıkınma, sorumlu tutuluyor. Basınç artışıyla birlikte kolonun zayıf alanlarında bağırsak duvarı dışarı doğru bombeleşiyor ve zamanla keseciklere dönüşüyor. Kalınbağırsaktaki zayıflama çoğunlukla uzun yıllar kronik basınca maruz kalma sonucu oluştuğu için en sık 60 yaş ve sonrasında ortaya çıkıyor. Bunun yanı sıra bazı hastalarda kalınbağırsak bağ dokusunda genetik geçişli kalıtsal bir yatkınlığın gösterildiği yeni çalışmalar da mevcut.

Genellikle tesadüfen tespit ediliyor

Diverkitüller belirgin bir semptom oluşturmadıkları için genellikle farklı bir nedenle karın bölgesine yönelik çekilen bilgisayarlı tomografi ve manyetik rezonans gibi görüntüleme yöntemleri veya kolonoskopi esnasında tesadüfen saptanıyor. Sık sık karın ağrısı atakları yaşayan, gaz ve şişkinlikten yakınan orta yaş grubundaki hastalarda, kolonoskopi divertiküllerin tanısında etkin bir yöntem olarak yerini koruyor.

Liften zengin beslenin, bolca su için

Divertiküller tespit edildiğinde kabızlık problemine karşı sebze ve meyve içeriği yüksek liften zengin beslenme ve kırmızı et tüketiminin sınırlandırılması öneriliyor. Ayrıca günde 2 – 2.5 litre su içmek de büyük önem taşıyor. Divertikülit oluşmuşsa, yani enfeksiyon gelişmişse, bu hastaların büyük bir bölümünde ataklar ağızdan ya da damardan antibiyotik tedavisiyle kontrol altına alınabiliyor. Genel Cerrahi Uzmanı Doç. Dr. Emre Sivrikoz, “Eğer enfeksiyona apse eşlik ediyorsa, görüntüleme altında apseye bir dren yerleştirilerek içinin boşaltılması sağlanıyor” diyerek, cerrahi tedavinin ne zaman gündeme geldiğini şöyle anlatıyor: “Cerrahi tedaviye ise kalın bağırsağın delinmesi sonucunda karın boşluğuna iltihap veya dışkı sızması, apsenin görüntüleme yöntemleriyle tam olarak boşaltılamaması, antibiyotik tedavisine rağmen yeterli kontrol sağlanamaması  ve çok sayıda atak yaşanması gibi nedenlerle başvuruluyor.”

Ameliyatla başarılı sonuçlar alınıyor
Divertikülit atakları geçmişte ilk atak damardan uygulanan antibiyotiklerle yatıştırıldıktan sonra kalın bağırsağın ameliyatla alınması ile tedavi ediliyordu. “Son dönemde yapılan çalışmalardan edinilen bilgiler doğrultusunda bu yaklaşımdan uzaklaşıldı” diyen Genel Cerrahi Uzmanı Doç. Dr. Emre Sivrikoz, şunları söylüyor: “Günümüzde sık aralarla tekrarlayan ataklarda cerrahi tedaviye öncelik verilmesi benimsenmeye başlandı. Artık hastanın günlük hayatını etkileyen sancılar, bağırsakta dışkının geçiş zorluğu, sık kanama veya iltihaplanma atakları geliştiğinde, etkilenen bölgenin ameliyatla çıkarılması tercih ediliyor. Genellikle kapalı yöntemle (laparoskopik) gerçekleştirilen ameliyatlarda oldukça başarılı sonuçlar elde edilebiliyor ve hastalar bu sorunlarından kurtularak günlük hayatlarına hızlı bir şekilde geri dönebiliyor.