Kızılay global bir markadır…
Kızılay global bir markadır…
Kızılay Genel Başkanı Dr. Kerem Kınık
—-Türkiye’nin Kızılay gibi kurumları; devletiyle, milletiyle beraber dünyaya sergilediği insancıl yaklaşımı rakamlara istatistiklere de yansıyor.
—-Klasik bir marka değildir. Milletimizi millet yapan değerlerin içinde birleştiği, çok ulvi bir kuruluş. Türkiye’nin kurum anlamında en fazla bilinen markası.
—-Amerika Birleşik Devletleri % 0,03 insani yardım için ayırırken, bizim ülkemizde %0,75 ayırıyoruz. Bu rakam bile ne kadar cömert olduğumuzu gösteriyor.
—-İmparatorluğun o çöktüğü dönemlerden genç cumhuriyetin kurulduğu dönemlere kadar tanıklık etmiş bir kurumuz. Arşivlerimizde 35 bin tane esir mektubumuz var.
—-Kızılay bir kurum değil; bağışçıları, gönüllüleri, faydalanıcıları, şubeleri, gençliği, kadın kolları ile çok büyük bir hareket… Bizim de bu hareketin en önünde bulunmamız gerekiyor ki; o hareket coşkusunu hep dingin tutsun. Motive olsun, daha fazla insan orada bulunmak istesin…
Türk Kızılay’ı ülkemizin en köklü kurumsal sivil toplum kuruluşu… Güven veren ve saygı duyulan bir bilinirliğe sahip. . “Kızılay global bir markadır” diyebilir miyiz? Ne dersiniz?
Tabiii… Türk Hava yolları ve Türk Kızılay’ı… Markamız çok çok kıymetli. Bu hilal bayrağımızın hilalidir. Cemiyetimizin kuruluşu belki 151. Yılında ama bu hilal çok daha kadim bir değer ve anlam ifade ediyor milletimiz için… Sürekli itibarını ve değerini korumuş bir markadır. Klasik bir marka değildir. Milletimizi millet yapan değerlerin içinde birleştiği, çok ulvi bir kuruluş. Türkiye’nin kurum anlamında en fazla bilinen markasıdır.
İtibar araştırması yaptırıyor musunuz?
Marka itibar araştırmaları yaparız zaman zaman… %100’e yakın vatandaşımızın tamamı; ismimizi ifade etmeden, hatırlatma olmaksızın, “Kızılay” ismini o faaliyet alanlarını söylediğinizde ifade edebiliyor. Bu çok içselleştirilmiş, özümsenmiş, bir duygusal bağ kurulmuş bir durumu ifade ediyor. Dolayısıyla bu güç var ama sadece kendi ülkemizde değil… Kızılay kurulduğunda 1868 yılında vatan toprağı on beş milyon kilometreydi. Şu anda onun yerinde 65 ülke var. Bu altmış beş ülkede kurulan Kızılhaçlar da Kızılaylarda bizim şubelerimizde. Balkanlar, Doğu Avrupa, Kafakaslar, bütün Ortadoğu, Kuzey Afrika, Etiyopya buraların tamamında izlerimiz var. Oralarda da bilinen, tarihi olan yani reklama ihtiyaç duymayan bir markayız. Dolayısıyla “güçlü ve global bir maka” doğru bir tanımlamadır.
Türkiye’nin Kızılay gibi kurumları; devletiyle, milletiyle beraber dünyaya sergilediği insancıl yaklaşımı rakamlara istatistiklere de yansıyor. Bahsettiğiniz gibi hem en fazla en yüksek tutarda yardım yapan ülkeyiz hem de gayri safi milli hasılasından en yüksek payı ayıran ülkeyiz. Yani; Amerika Birleşik Devletleri % 0,03 insani yardım için ayırırken, bizim ülkemizde %0,75 ayırıyoruz. Bu rakam bile ne kadar cömert olduğumuzu gösteriyor. Onlar çoğundan onu veriyor. Biz azımızdan çok veriyoruz. Bu anlamda çok daha cömertiz.
Sizin Kızılay ile buluşmanız nasıl oldu?
Sizler gibi aslında… Okullarda kızılay kolları, kızılay gönüllülüğü, kızılay haftaları… Daha sonra üyelik noktasında 2004 yılında Bayrampaşa şubesinde üye olarak başladık. 2015 yılında bir olağan üstü kongre ile Yönetim Kurulu Başkan Vekili olarak seçildik. 2016 tarihinden bu yana da olağan kongrelerde seçilerek Genel Başkanlığa devam ediyorum.
Milletçe onur duyduğumuz bir kuruluşun başında, saygı ve sevgi ile anılan kıymetli bir isimsiniz. Masa işlerinizin dışında sahaya da iniyorsunuz. İşi her boyutunda varlık göstermek kolay olmasa gerek?
Kızılay bir kurum değil büyük bir hareket… Biz; afet, savaş, insanlığın en aciz kaldığı, en zor durumda bulunduğu yerlerde bulunmak durumundayız onları kurtarmak için… Bu tip zorluklar var ama işimiz o… Bu hareket; bağışçıları, gönüllüleri, faydalanıcıları, şubeleri, gençliği, kadın kolları ile çok yeni ve büyük bir hareket… Bizim de bu hareketin en önünde bulunmamız gerekiyor ki; o hareket coşkusunu hep dingin tutsun. Motive olsun, daha fazla insan orada bulunmak istesin… Biz sahada olmazsak, burada oturursak, onlar orada olurlarsa o da gerçekçi bir şey değil. Zaman zaman bilmeyenler eleştiriyorlar. Burayı bir kamu kuruluşu beni de atamayla gelen bir bürokrat sanıyorlar. Biz bu işleri meccanen yapıyoruz. Toplumun gözünün önünde olmamız önemli. Her şeyi ifade etmemiz, paylaşmamız hayatı gerçek duygularımızla yaşamamız gerekiyor ki; gençliği, bağışçıları gönüllüleri toplumu bu hareketin içine katmaya ikna edebilelim.
Farklı genç kuşaklar geliyor. Onların kurumunuza karşı ilgi duyabileceği çağımıza uygun çalışmalarınız var mı?
Her toplum, her millet nesil kaygısı çeker. Yani kendi varlığını devam ettirecek bir nesil ortaya koymak ister. Bu içgüdüsel bir şeydir. Bir neslin sadece biyolojik olarak sürmesi de yetmez. Değerlerle beraber o neslin devamlılığı gerekir. Değer aktarımı, toplumsal bilinçaltı aktarımı ile ilgili ne yapıyoruz; bir kere biz genç Cumhuriyetimizden daha yaşlıyız. Yüz elli bir yaşındayız. İmparatorluğumuzun o çöktüğü dönemler, İstiklal harbi, genç cumhuriyetin kurulduğu dönemlere tanıklık etmiş bir kurumuz. Mesela arşivlerimiz… Arşivlerimizde 35 bin tane esir mektubumuz var. Mehmetçiğin ya da bir İngiliz, Alman askerinin esirken yazdığı, bir şekilde bize teslim edilen ama vefatından ya da başka sebeplerden dolayı ailesine teslim edilememiş mektuplar. Bunların tamamını dijitalleştirdik ve tamamını Türkçeleştirdik yine tamamını latinize ediyoruz. Şimdi burada öyle hikayeler var ki; bir mektup bile, Türkiye’deki bir sürü olumsuz havayı ortadan kaldırmaya yetecek bir mektup.
Nedir, biraz bahseder misiniz?
Hakkari’den kalkmış Çanakkale’ye gelmiş, orada vatanı savunurken yaralanmış ya da şehit olmuş. O’na bir Çanakkaleli kucak açmış, bir Hilal-i Ahmer hemşiresi bir Alman Kızılhaç hemşiresiyle beraber ona destek vermiş. Şimdi bunlar o kadar farklı hikayelerki… Geçenlerde Almaya’ya gittim. Berlin’de Alman Kızılhaç Başkan’ına anlattım; biz birinci cihan harbine Almanlarla beraber girdik. Yedi cephede üç milyon üç yüz bin Mehmetçikle beraber. Galiçya’dan Sina’ya Gazze’ye kadar. O cephelerin pek çoğunda Alman sağlık görevlileri, bizim kendi görevlilerimizle beraber bulundular. Yaralıları beraber tedavi ettiler. Cenazeleri birlikte defin ettiler. Bir öneride bulundum onlara; dostluğun 150. Yılı diye bir sergi açalım beraber… Elimde kırk bin civarında fotoğraf var bu anlattıklarımın tamamını ifade edebilecek kıymette. Ya da bu gün Çanakkale’de mezar taşlarını saydığınızda Suriye topraklarında ki şehirler olan Rakka, Şam, Halep, Laskiye on bin tane şehit var orada… Çünkü o zaman vatan toprağımızdı oralar. Bursa’dan gelir gibi buraya gelip kanlarını döktüler. Bu gün ev sahipliğini yaptığımız insanlar o gün oradaki şehitlerimizin torunları. Bir de böyle bakmak lazım hadiseye…
Ne kadar çok ortak hikayemizi arttırabilirsek barışı, insanlığı o kadar arttırabiliriz.
Dünya zaten insanlığı ayırmak için uğraşıyor. Artık makinalar işliyor bu konularda. O kadar güçlü ki bunlar; algıya, duyguya her şeye ulaşıyor, insanın beynine giriyor ve onu yönlendiriyorlar. Yapılması gereken örneğin bizde kamplarımız var. Çanakkale gezilerimiz var. Hayatında Batı’ya hiç gitmemiş çocukları Doğu’dan, Güneydoğu’dan getiriyoruz. Orada Hilal-i Ahmeri, Kızılayı ve ortak tarihimizi anlatıyoruz. Belki üç gün o çocukla temasımız oluyor ama inanın bütün hayatı değişiyor. Bunu yaygınlaştıracağız. Bizi millet yapan değerler bizden de Osmanlı’dan da eskidir. Yani bu nehir çok uzun asırlardır kendine bir yatak bulmuş akmak için. Dolayısıyla bu değerleri gençlerimize verebilirsek; onlar da kendilerini bu topraklara daha sorumlu hissederler. Daha duyarlı olurlar.
Erişmek isteyip de yetişemiyoruz dediğiniz yerler ya da alanlar var mı?
İnsani yardımcıların şöyle bir ütopyası vardır. Son insan ızdırabını dindirene kadar çalışmak. Son muhataca ulaşana kadar çalışmak. Tabi bu mümkün değil. Dünyadaki ızdırap bizim dindirdiğimizin çok çok ötesinde bir hızla büyüyor. Ekspansiyonel olarak büyüyor. Her yerde aslında bu var. Benim gönlüm ister ki; ABD’de Harlem’ in arka sokaklarında yatan o elli milyon aça da yardım edeyim. Elimizden geldiği kadar dünyadaki en azından afetler, savaşlar noktasında büyük krizlerin tamamına bir şekilde gitmeye çalışıyoruz.
Siz Uluslararası Kızılhaç ve Kızılay Dernekleri Federasyonunda başkanlık’da yapıyorsunuz. Bahseder misiniz?
Biz bu Kızılay ve kızıl haç hareketine kırmızı aile diyoruz. Dünyada 191 tane ülkenin ulusal derneğinin bir araya getirdiği hareketiz. Belirttiğiniz federasyon IFRC de ben; Avrupa ve Orta Asya Başkanlığını yürütüyorum. 53 Ülkenin koordinasyonunu sağlıyorum. Bu büyük hareket birbirleriyle dayanışarak kolektif bir şekilde faaliyetlerini yürütüyor. Biz burada ülkemiz içinde şubelerimizle dayanışıyoruz ama diğer taraftan dünyada; Bosna, Makedonya, Bulgar ve Gürcistan Kızılhaç’ıyla İran Kızılay’ıyla, Nijerya Kızılhaç’ıyla beraber operasyonlarımızı yürütüyoruz. Bu münasebetlerimiz bizi daha da güçlü kılıyor.
Kızılay’ı bilinenlerin dışında bilinmeyen yönleri ile de anlatır mısınız?
Çok büyük bir eğitim kapasitemiz var. İnsanları eğitiyoruz. İlk yardım eğitimleri veriyoruz. Sertifikalar sağlıyoruz. Afetlere hazır hale getirmeye çalışıyoruz. Bio bankacılık işimiz var. Kök hücre ihtiyaçları konusunda çalışıyoruz. Mikro finans, mikro kredi temelli sosyal girişimcilik programlarımız var. Bunları yapıyoruz. Ülkemizdeki yaklaşık dört milyon mülteciye yönelik sosyal uyum temelli iş yükünün belki tamamına yakını bizim üzerimizde. On altı tane toplum merkezimiz var. Kırk civarında çocuk koruma merkezimiz var. Neredeyse bütün illerimizde bu sosyal uyum noktasında koordinasyon ofislerimiz var. Seksen farklı vatandaşlıktan iki buçuk milyon mülteciye düzenli destek sağlıyoruz. Dört yüz bin mülteci çocuğun okula gitmesi için eğitim desteği veriyoruz. Milyonlarca psiko sosyal rehabilitasyon hizmeti verdik. Çocuklara destek vermeye çalışıyoruz. Kadınlara destek vermeye çalışıyoruz. Bunların parçalanmış ailelerini birleştiriyoruz. Yani anne bir yerde kalmış, baba bir yerde çocuk bir yerde. Çocuk belki terör batağına düşmüş, anne bir şebekenin eline düşmüş… Her gün sayısız aile birleştirmeleri yapıyoruz. Irak’tan alıyoruz Suriye’ye götürüyoruz. Afganistan’dan alıyoruz Hollanda’ya götürüyoruz. Bizim bir şekilde köprü olduğumuz taraflarımız pek bilinmez.
Meslek edindirme kurslarımız var. Özellikle doğu ve güney doğu’da ağırlıklı olmak üzere.. Nitelikli bir takım üretimleri destekliyoruz. Örne. Tıbbi araomatik bitkiler sosyal girişimcilik programları var. Önümüzdeki ilk hasat Mardin’de… Lavanta hasatımız var. Orada kadınlar lavanta ekmeyi öğrendiler. Sonra bu lavantanın satılabilecek ticari ürünlere dönüştürülebilmesi ile ilgili çalışacaklar ve doğrudan ilk kazançlarını alacaklar.
Kurumsal yetkinliklerinizi sorsam ilk başta ne söylersiniz?
Şubeleriyle gönüllüleriyle, profesyonel yapısıyla birlikte hareket edebilen çevik bir yapıya sahibiz. Bu bizi en güçlü kılan tarafımız. Ön. Ege de bir yer sallandığı zaman şubelerimizle görüşüyoruz. Neredeyse her mahallede bizim bir kontak noktamız var. Üç dört saat içerisinde olay yerine gitmiş, hasar tespiti yapmış, noktaları tespit etmiş olarak geliyoruz. Devletimiz de bu konuda çok güçlü ama memur sayısı sınırlı. Bizim gönüllü gücümüz yani sahaya hızlı intikal eden yaygın bir şekilde çalışan gücümüz en önemli tarafımız.
Ülkemizde STK sayıları hakkında ve ya aynı konu başlığı üzerinde çalışan farklı dernekler için ne düşünüyorsunuz?
11 Eylül 1980 tarihinde ülkemizde iki yüz bin dernek vardı. Şuanda ki dernek sayımız yüz binin altında… Fransa’da ki dernek sayısı iki milyon… Toplum ne kadar örgütlenirse ne kadar tematik networkler kurar sosyeteler oluşturursa o kadar dirençli ve güçlü bir hale geliyor. Tabi bunu Show business veya bir foto opportunity dönüştürmeden yaparsa bu anlamda anlamlı oluyor. Türkiye’de bizim alanda yani insani yardım alanlarında çalışan iyi sayıda kuruluş var. Biz tabi hamilik yapıyoruz. Onların yurtiçi- dışı operasyonlarına destek veriyoruz. Bazen paydaşlık yapıyoruz bu anlamda. Mümkün olduğu kadar ayırım gözetmeksizin elimizde bir imkan varsa, bu milletin imkanı zaten, o da millete yönelik bir fayda gösteriyorsa tabi ki paylaşacağız. Burada herhangi bir önyargımız yok. Ben geldiğimde Kızılay biraz içine kapanıktı. Kendi başına iş yapan diğer paydaşlıklarla çalışmayan bir yapıdaydı. Bu işler mümkün olduğu kadar daha kolektif yürütülmesi gerektiğine inan bir insanım. Diğer kuruluşlarla beraber çalışıyoruz ama kim verimli, kim etkin, kimin niyeti ne? Ona bakıyoruz. Devletin değerleriyle barışık, toplumcu düşünen, iyi modellerle, kaynaklarını doğru değerlendiren bir yapısı var mı bakıyoruz.
Kızılay çalışmalarınız dışında neler yapıyorsunuz?
Üniversitede de hocalık yapıyorum. Benim kazancımı sağladığım işim orası. Orada bir yoğunluğum var. Sağ olsun rektörümüz çok anlayışlı yaklaşıyor. Çalışma hayatımın bir yoğunluğu var. Burası 7/ 24 bizim gecemiz gündüzümüz o anlamda yok.
Tatil yapabiliyor musunuz?
Tatil yapıyorum şöyle; mesela dört saat telefonumu kapatabiliyorsam benim için tatil anlamına geliyor benim için nerede olduğumun hiç önemi yok. Hele bir de kitabımı açıp okuyabiliyorsam orada daha da süper. Kanlıca oturuyorum. Akşamları çıkıp şöyle bir Kanlıca’ dan Beykoz’a kadar yürüyüp geliyorum. Bunu yapabildiğim zaman o iyi bir spor oluyor bana… Onu severim.
Sizce başarının sırrı nedir?
İnanç, özgüven ve dua… İnsan her şeyi kendinden bilmeyecek biraz tevazu sahibi olacak ve odaklanarak gayret edecek. Bunlar mekanik kurallar gibi kurallar… Odaklanırsanız ve süreklilik sağlarsanız, tabi ki yeteneğiniz vs varsa bu anlamda o işin dünyadaki gurusu olursunuz.
Röportaj: Ebru Arzu Çağdaş
Fotoğraf Ersin Al