Yazılar

Kızılay global bir markadır…

Kızılay global bir markadır…

Kızılay Genel Başkanı Dr. Kerem Kınık

—-Türkiye’nin Kızılay gibi kurumları;  devletiyle,  milletiyle beraber dünyaya sergilediği insancıl yaklaşımı rakamlara istatistiklere de yansıyor.

—-Klasik bir marka değildir.  Milletimizi millet yapan değerlerin içinde birleştiği, çok ulvi bir kuruluş. Türkiye’nin kurum anlamında en fazla bilinen markası.

—-Amerika Birleşik Devletleri % 0,03 insani yardım için ayırırken, bizim ülkemizde  %0,75 ayırıyoruz. Bu rakam bile ne kadar cömert olduğumuzu gösteriyor.

—-İmparatorluğun o çöktüğü dönemlerden genç cumhuriyetin kurulduğu dönemlere kadar tanıklık etmiş bir kurumuz. Arşivlerimizde 35 bin tane esir mektubumuz var.

—-Kızılay bir kurum değil; bağışçıları, gönüllüleri, faydalanıcıları, şubeleri, gençliği, kadın kolları ile çok büyük bir hareket… Bizim de bu hareketin en önünde bulunmamız gerekiyor ki; o hareket coşkusunu hep dingin tutsun. Motive olsun, daha fazla insan orada bulunmak istesin…

Türk Kızılay’ı ülkemizin en köklü kurumsal sivil toplum kuruluşu… Güven veren ve saygı duyulan bir bilinirliğe sahip. . “Kızılay global bir markadır”  diyebilir miyiz? Ne dersiniz?

Tabiii… Türk Hava yolları ve Türk Kızılay’ı…  Markamız çok çok kıymetli. Bu hilal bayrağımızın hilalidir. Cemiyetimizin kuruluşu belki 151. Yılında ama bu hilal çok daha kadim bir değer ve anlam ifade ediyor milletimiz için…  Sürekli itibarını ve değerini korumuş bir markadır.  Klasik bir marka değildir.  Milletimizi millet yapan değerlerin içinde birleştiği, çok ulvi bir kuruluş. Türkiye’nin kurum anlamında en fazla bilinen markasıdır.

İtibar araştırması yaptırıyor musunuz?

Marka itibar araştırmaları yaparız zaman zaman…   %100’e yakın vatandaşımızın tamamı; ismimizi ifade etmeden, hatırlatma olmaksızın, “Kızılay” ismini o faaliyet alanlarını söylediğinizde ifade edebiliyor. Bu çok içselleştirilmiş, özümsenmiş, bir duygusal bağ kurulmuş bir durumu ifade ediyor. Dolayısıyla bu güç var ama sadece kendi ülkemizde değil… Kızılay kurulduğunda 1868 yılında vatan toprağı on beş milyon kilometreydi.  Şu anda onun yerinde 65 ülke var.  Bu altmış beş ülkede kurulan Kızılhaçlar da Kızılaylarda bizim şubelerimizde. Balkanlar, Doğu Avrupa, Kafakaslar, bütün Ortadoğu, Kuzey Afrika, Etiyopya buraların tamamında izlerimiz var.  Oralarda da bilinen, tarihi olan yani reklama ihtiyaç duymayan bir markayız. Dolayısıyla “güçlü ve global bir maka” doğru bir tanımlamadır.

Türkiye’nin Kızılay gibi kurumları;  devletiyle,  milletiyle beraber dünyaya sergilediği insancıl yaklaşımı rakamlara istatistiklere de yansıyor. Bahsettiğiniz gibi hem en fazla en yüksek tutarda yardım yapan ülkeyiz hem de gayri safi milli hasılasından en yüksek payı ayıran ülkeyiz.  Yani; Amerika Birleşik Devletleri % 0,03 insani yardım için ayırırken, bizim ülkemizde  %0,75 ayırıyoruz. Bu rakam bile ne kadar cömert olduğumuzu gösteriyor.  Onlar çoğundan onu  veriyor.  Biz azımızdan çok veriyoruz.  Bu anlamda çok daha cömertiz.

Sizin Kızılay ile buluşmanız nasıl oldu? 

Sizler gibi aslında… Okullarda kızılay kolları, kızılay gönüllülüğü, kızılay haftaları… Daha sonra üyelik noktasında 2004 yılında Bayrampaşa şubesinde üye olarak başladık.  2015 yılında bir olağan üstü kongre ile Yönetim Kurulu Başkan Vekili olarak seçildik. 2016 tarihinden bu yana da olağan kongrelerde seçilerek Genel Başkanlığa devam ediyorum.

 Milletçe onur duyduğumuz bir kuruluşun başında, saygı ve sevgi ile anılan kıymetli bir isimsiniz. Masa işlerinizin dışında sahaya da iniyorsunuz. İşi her boyutunda varlık göstermek kolay olmasa gerek? 

Kızılay bir kurum değil büyük bir hareket…  Biz; afet, savaş, insanlığın en aciz kaldığı, en zor durumda bulunduğu yerlerde bulunmak durumundayız onları kurtarmak için… Bu tip zorluklar var ama işimiz o… Bu hareket; bağışçıları, gönüllüleri, faydalanıcıları, şubeleri, gençliği, kadın kolları ile çok yeni ve büyük bir hareket… Bizim de bu hareketin en önünde bulunmamız gerekiyor ki; o hareket coşkusunu hep dingin tutsun. Motive olsun, daha fazla insan orada bulunmak istesin… Biz sahada olmazsak, burada oturursak, onlar orada olurlarsa o da gerçekçi bir şey değil.  Zaman zaman bilmeyenler eleştiriyorlar. Burayı bir kamu kuruluşu beni de atamayla gelen bir bürokrat sanıyorlar.  Biz bu işleri meccanen yapıyoruz. Toplumun gözünün önünde olmamız önemli.  Her şeyi ifade etmemiz, paylaşmamız hayatı gerçek duygularımızla yaşamamız gerekiyor ki; gençliği, bağışçıları gönüllüleri toplumu bu hareketin içine katmaya ikna edebilelim.

Farklı genç kuşaklar geliyor.  Onların kurumunuza karşı ilgi duyabileceği çağımıza uygun çalışmalarınız var mı?

Her toplum, her millet nesil kaygısı çeker. Yani kendi varlığını devam ettirecek bir nesil ortaya koymak ister. Bu içgüdüsel bir şeydir. Bir neslin sadece biyolojik olarak sürmesi de yetmez. Değerlerle beraber o neslin devamlılığı gerekir. Değer aktarımı, toplumsal bilinçaltı aktarımı ile ilgili ne yapıyoruz; bir kere biz genç Cumhuriyetimizden daha yaşlıyız. Yüz elli bir yaşındayız. İmparatorluğumuzun o çöktüğü dönemler, İstiklal harbi, genç cumhuriyetin kurulduğu dönemlere tanıklık etmiş bir kurumuz.  Mesela arşivlerimiz… Arşivlerimizde 35 bin tane esir mektubumuz var. Mehmetçiğin ya da bir İngiliz, Alman askerinin esirken yazdığı, bir şekilde bize teslim edilen ama vefatından ya da başka sebeplerden dolayı ailesine teslim edilememiş mektuplar. Bunların tamamını dijitalleştirdik ve tamamını Türkçeleştirdik yine tamamını latinize ediyoruz. Şimdi burada öyle hikayeler var ki;  bir mektup bile, Türkiye’deki bir sürü olumsuz havayı ortadan kaldırmaya yetecek bir mektup.

Nedir, biraz bahseder misiniz?

Hakkari’den kalkmış Çanakkale’ye gelmiş, orada vatanı savunurken yaralanmış ya da şehit olmuş. O’na bir Çanakkaleli kucak açmış, bir Hilal-i Ahmer hemşiresi bir Alman Kızılhaç hemşiresiyle beraber ona destek vermiş. Şimdi bunlar o kadar farklı hikayelerki… Geçenlerde Almaya’ya gittim. Berlin’de Alman Kızılhaç Başkan’ına anlattım; biz birinci cihan harbine Almanlarla beraber girdik. Yedi cephede üç milyon üç yüz bin Mehmetçikle beraber. Galiçya’dan Sina’ya  Gazze’ye kadar. O cephelerin pek çoğunda Alman sağlık görevlileri,  bizim kendi görevlilerimizle beraber bulundular. Yaralıları beraber tedavi ettiler. Cenazeleri birlikte defin ettiler.  Bir öneride bulundum onlara; dostluğun 150. Yılı diye bir sergi açalım beraber… Elimde kırk bin civarında fotoğraf var bu anlattıklarımın tamamını ifade edebilecek kıymette. Ya da bu gün Çanakkale’de mezar taşlarını saydığınızda Suriye topraklarında ki şehirler olan Rakka, Şam, Halep, Laskiye on bin tane şehit var orada… Çünkü o zaman vatan toprağımızdı oralar. Bursa’dan gelir gibi buraya gelip kanlarını döktüler. Bu gün ev sahipliğini yaptığımız insanlar o gün oradaki şehitlerimizin torunları. Bir de böyle bakmak lazım hadiseye…

Ne kadar çok ortak hikayemizi arttırabilirsek barışı, insanlığı o kadar arttırabiliriz.

Dünya zaten insanlığı ayırmak için uğraşıyor. Artık makinalar işliyor bu konularda.  O kadar güçlü ki bunlar; algıya, duyguya her şeye ulaşıyor, insanın beynine giriyor ve onu yönlendiriyorlar. Yapılması gereken örneğin bizde kamplarımız var. Çanakkale gezilerimiz var. Hayatında Batı’ya hiç gitmemiş çocukları Doğu’dan, Güneydoğu’dan getiriyoruz. Orada Hilal-i Ahmeri, Kızılayı ve ortak tarihimizi anlatıyoruz. Belki üç gün o çocukla temasımız oluyor ama inanın bütün hayatı değişiyor. Bunu yaygınlaştıracağız. Bizi millet yapan değerler bizden de Osmanlı’dan da eskidir. Yani bu nehir çok uzun asırlardır kendine bir yatak bulmuş akmak için. Dolayısıyla bu değerleri gençlerimize verebilirsek; onlar da kendilerini bu topraklara daha sorumlu hissederler. Daha duyarlı olurlar.

 Erişmek isteyip de yetişemiyoruz dediğiniz yerler  ya da alanlar var mı?

İnsani yardımcıların şöyle bir ütopyası vardır. Son insan ızdırabını dindirene kadar çalışmak. Son muhataca ulaşana kadar çalışmak. Tabi bu mümkün değil.  Dünyadaki ızdırap bizim dindirdiğimizin çok çok ötesinde bir hızla büyüyor.  Ekspansiyonel olarak büyüyor. Her yerde aslında bu var. Benim gönlüm ister ki; ABD’de Harlem’ in  arka sokaklarında yatan o elli milyon aça da yardım edeyim. Elimizden geldiği kadar dünyadaki  en azından afetler, savaşlar noktasında büyük krizlerin tamamına bir şekilde gitmeye çalışıyoruz.

Siz Uluslararası Kızılhaç ve Kızılay Dernekleri Federasyonunda başkanlık’da yapıyorsunuz. Bahseder misiniz?

Biz bu Kızılay ve kızıl haç hareketine kırmızı aile diyoruz. Dünyada 191 tane ülkenin ulusal derneğinin bir araya getirdiği hareketiz.  Belirttiğiniz federasyon IFRC de ben; Avrupa ve Orta Asya Başkanlığını yürütüyorum. 53 Ülkenin koordinasyonunu sağlıyorum. Bu büyük hareket birbirleriyle dayanışarak kolektif bir şekilde faaliyetlerini yürütüyor. Biz burada ülkemiz içinde şubelerimizle dayanışıyoruz ama diğer taraftan dünyada; Bosna, Makedonya, Bulgar ve Gürcistan Kızılhaç’ıyla İran Kızılay’ıyla,  Nijerya Kızılhaç’ıyla beraber operasyonlarımızı yürütüyoruz. Bu münasebetlerimiz bizi daha da güçlü kılıyor.

 Kızılay’ı bilinenlerin dışında bilinmeyen yönleri ile de anlatır mısınız?  

Çok büyük bir eğitim kapasitemiz var. İnsanları eğitiyoruz. İlk yardım eğitimleri veriyoruz. Sertifikalar sağlıyoruz. Afetlere hazır hale getirmeye çalışıyoruz. Bio bankacılık işimiz var. Kök hücre ihtiyaçları konusunda çalışıyoruz. Mikro finans, mikro kredi temelli sosyal girişimcilik programlarımız var. Bunları yapıyoruz. Ülkemizdeki yaklaşık dört milyon mülteciye yönelik sosyal uyum temelli iş yükünün belki tamamına yakını bizim üzerimizde. On altı tane toplum merkezimiz var. Kırk civarında çocuk koruma merkezimiz var. Neredeyse bütün illerimizde bu sosyal uyum noktasında koordinasyon ofislerimiz var.  Seksen farklı vatandaşlıktan iki buçuk milyon mülteciye düzenli destek sağlıyoruz. Dört yüz bin mülteci çocuğun okula gitmesi için eğitim desteği veriyoruz. Milyonlarca psiko sosyal rehabilitasyon hizmeti verdik. Çocuklara destek vermeye çalışıyoruz.  Kadınlara destek vermeye çalışıyoruz. Bunların parçalanmış ailelerini birleştiriyoruz. Yani anne bir yerde kalmış, baba bir yerde çocuk bir yerde. Çocuk belki terör batağına düşmüş, anne bir şebekenin eline düşmüş… Her gün sayısız aile birleştirmeleri yapıyoruz. Irak’tan alıyoruz Suriye’ye götürüyoruz. Afganistan’dan alıyoruz Hollanda’ya götürüyoruz. Bizim bir şekilde köprü olduğumuz taraflarımız pek bilinmez.

Meslek edindirme kurslarımız var. Özellikle doğu ve güney doğu’da ağırlıklı olmak üzere.. Nitelikli bir takım üretimleri destekliyoruz. Örne. Tıbbi araomatik bitkiler sosyal girişimcilik programları var. Önümüzdeki ilk  hasat Mardin’de… Lavanta hasatımız var. Orada kadınlar lavanta ekmeyi öğrendiler. Sonra bu lavantanın satılabilecek ticari ürünlere dönüştürülebilmesi ile ilgili çalışacaklar ve doğrudan ilk kazançlarını alacaklar.

Kurumsal yetkinliklerinizi sorsam ilk başta ne söylersiniz?

Şubeleriyle gönüllüleriyle, profesyonel yapısıyla birlikte hareket edebilen çevik bir yapıya sahibiz. Bu bizi en güçlü kılan tarafımız.  Ön. Ege de bir yer sallandığı zaman şubelerimizle görüşüyoruz. Neredeyse her mahallede bizim bir kontak noktamız var. Üç dört saat içerisinde olay yerine gitmiş, hasar tespiti yapmış, noktaları tespit etmiş olarak geliyoruz. Devletimiz de bu konuda çok güçlü ama memur sayısı sınırlı. Bizim gönüllü gücümüz yani sahaya hızlı intikal eden yaygın bir şekilde çalışan gücümüz en önemli tarafımız.

Ülkemizde STK sayıları hakkında ve ya aynı konu başlığı üzerinde çalışan farklı dernekler için ne düşünüyorsunuz?

11 Eylül 1980 tarihinde ülkemizde iki yüz bin dernek vardı. Şuanda ki dernek sayımız yüz binin altında… Fransa’da ki dernek sayısı iki milyon…  Toplum ne kadar örgütlenirse ne kadar tematik networkler kurar sosyeteler oluşturursa o kadar dirençli ve güçlü bir hale geliyor. Tabi bunu Show business veya bir foto opportunity dönüştürmeden yaparsa bu anlamda anlamlı oluyor. Türkiye’de bizim alanda yani insani yardım alanlarında çalışan iyi sayıda kuruluş var.  Biz tabi hamilik yapıyoruz. Onların yurtiçi- dışı operasyonlarına destek veriyoruz. Bazen paydaşlık yapıyoruz bu anlamda. Mümkün olduğu kadar ayırım gözetmeksizin elimizde bir imkan varsa, bu milletin imkanı zaten, o da millete yönelik bir fayda gösteriyorsa tabi ki paylaşacağız. Burada herhangi bir önyargımız yok.  Ben geldiğimde Kızılay biraz içine kapanıktı. Kendi başına iş yapan diğer paydaşlıklarla çalışmayan bir yapıdaydı. Bu işler mümkün olduğu kadar daha kolektif yürütülmesi gerektiğine inan bir insanım. Diğer kuruluşlarla beraber çalışıyoruz ama kim verimli, kim etkin, kimin niyeti ne? Ona bakıyoruz. Devletin değerleriyle barışık, toplumcu düşünen, iyi modellerle, kaynaklarını doğru değerlendiren bir yapısı var mı bakıyoruz.

Kızılay çalışmalarınız dışında neler yapıyorsunuz? 

Üniversitede de hocalık yapıyorum. Benim kazancımı sağladığım işim orası. Orada bir yoğunluğum var. Sağ olsun rektörümüz çok anlayışlı yaklaşıyor. Çalışma hayatımın bir yoğunluğu var. Burası 7/ 24 bizim gecemiz gündüzümüz o anlamda yok.

 Tatil yapabiliyor musunuz?

Tatil yapıyorum şöyle; mesela dört saat telefonumu kapatabiliyorsam benim için tatil anlamına geliyor benim için nerede olduğumun hiç önemi yok. Hele bir de kitabımı açıp okuyabiliyorsam orada  daha da süper. Kanlıca oturuyorum. Akşamları çıkıp şöyle bir Kanlıca’ dan Beykoz’a kadar yürüyüp geliyorum. Bunu yapabildiğim zaman o iyi bir spor oluyor bana… Onu severim.

 Sizce başarının sırrı nedir?

İnanç, özgüven ve dua… İnsan her şeyi kendinden bilmeyecek biraz tevazu sahibi olacak ve odaklanarak gayret edecek. Bunlar mekanik kurallar gibi kurallar… Odaklanırsanız ve süreklilik sağlarsanız, tabi ki yeteneğiniz vs varsa bu anlamda o işin dünyadaki gurusu olursunuz.

Röportaj: Ebru Arzu Çağdaş

Fotoğraf Ersin Al

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Güven çok önemli bir misyon…

Güven çok önemli bir misyon…

SEDA SAYAN

 


—–Bazen kanatlarımın olduğunu inanıyorum. Sırtımda beni koruyan bir elin olduğunu hissediyorum.

——Her vaktin ruhunu içinizde taşımak konusu herkesin başarılı olabileceği bir şey değil. Gençle genç, çocukla çocuk, yetişkinle yetişkin olarak etkileşim sağlayabilmek bizler için,  celebrity için önemli olmalı.

——Aslında ben çok komik bir kadınım. Ama yıllarca ben “Ahmet efendi sen niye karını dövdün”, işte  “Fatma sen niye bunu böyle yaptın” dediğim için benim komik tarafımı göremedi insanlar.

——Gelebileceğim güzel konumlamadayım. Çok seviliyorum. Bu yaşadıklarım en etkili yaşam enerji kaynağı.

—–İnsanların sevdiği Seda’yı korumak tek hedefim… Onları şaşırtmamak, yanıltmamak… Bu saatten sonra başka bir hedefim yok.

——-Benim her hareketimin bir capsi var. Doğal komedi. O ses Türkiye’de Beyaz’la stand up gibi bir durum çıktı ortaya…

 

Güven çok önemli bir misyon…

Her dönem ilgi duyulan, “faaliyet zinciri” zengin bir sanatçı… Ruhunda sakladığı büyümeyen çocuk, hiç düşmeyen enerjisi tv programlarının ilgi ile izlenmesini sağlıyor. Aslında sadece sanatçı diyemiyorum çünkü pratik zekası ve öngörü ile verdiği kararlar, Onu başarılı iş kadınlarından biri olarak öne çıkarıyor.  İsmini bugünlere “güven duyulan kişisel bir marka” olarak getiren, yarınlara da aynı çekim enerjisi ile taşıyacağına inandığım sevgili Seda Sayan bu ayki kapak konuğum.  Kendisi ile sizler için gerçekleştirdiğimiz samimi sohbeti keyifle okuyacaksınız.

Ülkemizde; sanat ve eğlence dünyasının popüler isimlerden birisiniz… Her dönem popüler kalmayı başarmak kolay bir iş değil. Seda Sayan kişisel bir marka diyebilir miyiz?

Evet… Seda Sayan; en başta güvenilir, samimi, gerçek bir markadır.   Hep kendimi yansıttım.  Kendim oldum.

Sizce nasıl işledi süreç nasıl oldu bu oluşum?

Şöyle bir benzetmeyle tanımlamak gerekirse; bu süreci “zaman yolculuğu” gibi düşünebilir siniz. İnsanlar meslek hayatına geçtiğinde, iş hayatı başladığında süresini bilmediği bir yolculuğa çıkmış olur. Emek verirler. İlmek ilmek harcadıkları o zamanı emekle doldururlar.  Benim kişisel marka olma yolculuğum da sanatımı icra etmemle başladı. Yıllardır dinleyicilerimle, izleyicilerimle beraber zaman verdiğimiz önemli bir yolculuk bu.  Sahneler, albümler, televizyon programları hepsi insanlarla birlikte hayata geçti. Ben sahne aldım, onlar dinlediler. Albüm yaptım insanlar satın aldılar.  Televizyon programı yaptım izlediler. Hep birlikte zaman geçirdik.  Ve o insanlar bana güvenmeyi seçtiler. Her yaptığımla her dönemin insanı olabileceğimi, rakamlarla izlenme oranlarıyla gösterdiler.  Yani ben özel ekiplerle bir çalışma yapmadım. Beni önce Allah sonra insanlar bu günkü konumuma taşıdı. Markalaştırdı. Hiç bir zaman bunun için özel çalışmalar yapan bir ekibim olmadı. Ben de özel bir çaba sarf etmedim ama hep kendim oldum. Güvenilirlik de bu konumlamaya daha bir ivme kattı. “Seda Sayan” ismi ciddi güvenilen bir kişisel marka haline geldi.

Ipsos isminde global bir araştırma şirketi var. Türkiye’nin marka haline gelmiş ünlü isimlerini belirlemek için “ Celebrity Güven Endeksi” araştırmasını gerçekleştirmişler. Orada en güvenilir ünlü seçildim. Celebrity denilen listede her kesimden isim var.  Yıllarca Seda Sayan isminin birinci sıraya yerleşmiş olması insanların takdiriydi. Onların omuzlarıma yükledikleri misyona layık olabilmek için elimden gelen her şeyi yaptım. Bu seviyeye geldikten sonra bir ekibim oldu. İletişim danışmanım, menajerim, asistanım oldu.  Geldiğim noktayı nasıl koruyabilirim diye marka olduktan sonra şimdi bu tip çalışmalara da başladık.

 

Güven anlam ve değeri çok yüksek bir kelime. Yaşantınızı etkiliyor mu?             

Güven çok önemli bir misyon… Dikkatli bir insandım. Daha da dikkatli oldum, öyle ki;  aklınıza hayalinize gelemeyecek konularda bile…  Her şeye, her yerde… Artık çevremdekiler benim dikkat ettiğim her hususa şahit oldukça yorulur oldular ama hep güzel sonuçlar aldım. Hiç unutmam Uğur Dündar beni ana habere konuk aldığında; bana olan ilgiyi alakayı sormuştu. Bu güveni, böylesine bağlılığı kendisinin de çözemediğini söylemişti. Çünkü “ her yayınım öncesi kapıda inanılmaz bir kadın kuyruğu, sırası olduğunu… Araba park etmek için nasıl da sıkıntı çektiklerini ve bunu nasıl başardığımı sormuştu”… Dedim ki; “ Bunun için kendim olmaktan başka hiç bir şey yapmıyorum. Plan program matematiklerle hesaplanan bir şey değil bu… Bu bir paket değil.

 Sizi “ sanat ve eğlence dünyasının başarılı bir işkadını” olarak tanımlayabilir miyim?

Doğru… Çünkü sanatla beraber iş çeşitliliğimizin artması ve uyumu da bozmamamız için mutlaka bir iş zekanızın olması, iş kafası gerekiyor. Akıllı kararlar verdiğime inanıyorum. Hep de doğru zamanlarda verilmiş doğru kararlar.

 

Örneğin ??

Sahneler bitti. Televizyona ağırlık vereceğim dedim. Herkes bana nasıl böyle bir hata yapıyorsun diye sordu. Büyük hata yapıyorsun dediler.  Arada bir albüm yapıyordum fakat sahne de olmak çok başka bir şey olduğu için o zaman bırakınca çok eleştiri aldım. Doğru bir karar verdiğimi zaman geçince daha iyi anladım. Bana hatalısın, hata yapıyorsun diyenler “ne kadar akıllıca hareket etmişsin ne kadar doğru yapmışsın “dediler.  Karar vermemi gerektiren konularda öngörüsü kuvvetli bir kadınım.  Akıllı kararları doğru zamanlarda alırım. Bazen kanatlarımın olduğuna inanıyorum. Sırtımda beni koruyan bir elin olduğuna inanıyorum.

 

Markaların reklamlarında ünlü kullanımını hakkında ne düşünüyorsunuz? Sizde reklamlarda oynuyorsunuz. Nasıl değerlendiriyorsunuz?

Dünyada markaların;  ünlülerle, sanatçılarla beraber iletişim reklam projeleri gerçekleştirmesi zaten eskiden beri olan bir şey. Yeni bir trend değil. Ülkemizde de yıllardır talep gören bir yöntem. Bana teklif geldiğinde markayı ve gelen içeriği değerlendiriyorum. Uygun bulursam yıllarca üst üste “ en güvenilir ünlü “ seçilmiş olmanın verdiği itibarla, misyonla çalışıyorum. Seçilen ünlünün marka itibarına katkısı, satışına artısı, şirketi güçlü kılan mesajların kitlelere erişimi önemli… Bir mücevher firması ile bu yıl üçüncü kez anlaşmamızı yeniledik. Markaların güven duyulan ünlülerle iş yapmaları kendilerini güçlü kılan mesajları hedef kitleye iletme kuvvetini arttırır. Marka için de ünlü için de akıllı, güzel iş birlikleri olarak değerlendiriyorum.

 

Her dönemin, her anın ruhunu yakaladığınızı ve yansıttığınızı düşünüyorum. Katılıyor musunuz?

Herkes kendinden bir şey buluyor beni izlerken. Erkek dobra tarafımı beğeniyor.  Kadın kadınlığımı beğeniyor; “dünyadan bir haber değil bu kadının her şeyden haberi var” diyorlar. Gençler, çocuklar esprili tarafımı, komik yönlerimi beğeniyor.  Gelebileceğim en güzel konumlamadayım. Çok seviliyorum. Bu yaşadıklarım en etkili yaşam enerji kaynağı. Tanımadığım insanlar dualar gönderiyorlar. İyi dileklerde bulunuyorlar. Bazı hayatlara dokunmaya çalışıyorum. Bunları biliyorsunuz. O yardım kimliğim üzerime yapışmış durumda. Yine dönüp dolaşıp güven diyeceğim ama bakın şimdi… Mesela beni en yüksek konumda olan bir siyasetçinin yanına koyun. Biraz yürüyelim. Ona gidip yardım istemiyorlar. Bana geliyorlar. O an diyorum ki; “ bakın size yardım edecek bu kişi işte burada. İstesenize, yapacak olan o diyorum. O anda bile “yok sen sözünü unutmazsın” diyerek yine benden istiyorlar.

Seda Sayan olma yolculuğunda en büyük destekçiniz kim oldu?

Hayatımda en büyük destekçim ailem… Ruhumda taşıdığım büyümeyen çocuk ve zekam diyebilirim. Kendi özgüvenim, pratik zekama olan güvenim ve bana inan insanlar. İç görüm, öngörüm, öğrenmeye açık olmam. Değişime, yeniliğe çok çabuk uyum sağlıyor olmam. Bunları yaparken de profilimi koruyarak ilerlemek Seda Sayan yolculuğumdaki en önemli kuvvetim oldu. Bir de hayatımda önemli mihenk taşlarım var. Türker İnanoğlu, Fahrettin Aslan bir de Müjdat Gezen gibi…  Türker Abi ile Müjdat abi beni Fahrettin beyle tanıştırdılar. Hiç unutmam “Bu kızda çok iş var, çok akıllı mutlaka tanımalısın“ diyerek tanıştırdılar.

 

En etkili iletişim aracı sizce hangisi? Neden?

Kitlesel düşündüğüm zaman televizyon, insanlara ulaşmak için en önemli iletişim aracı… Her kesimden insana ulaşabileceğiniz bir alan. Örneğin; O Ses Türkiye devam edecek bu sene. Oraya girdim ama önce ilk iki hafta bir gözlemledim, bir baktım ne oluyor ne bitiyor? Ondan sonra yaptıklarım çok konuşuldu. Beyaz’la yıllardır arkadaş kardeş olmuş olmam, Murat’la  güzel bir diyaloğu yakalamış olmam, Hadise programın prensesi olduğu için ona pek dokunmuyorduk. Ama ekip olarak her birimizin içindeki o enerji, bir sinerjiye dönüştü ve başka bir şey çıktı ortaya… O ses Türkiye çok eğlenceli bir hale geldi. Mesela; O ses Türkiye’de gençler ve çocuklarla bir bağ kuruldu aramızda. Orada benim içimdeki çocuk ortaya çıktı. Onlar benim komik tarafımı fark ettiler. Televizyondan aramızda bir etkileşim oldu. Çocuklar ve gençlerle de enteresan bir enerjiyi yakaladık orada. İzleyicilerden çok olumlu geri dönüşler aldım. Sürekli mesajlar geliyor. Gördükleri yerde yanıma geliyorlar. O Ses Türkiye bu yılda devam edecek. O espriler, eğlence yarışmacıları sakinleştiriyordu, ekran başındakileri de çok eğlendiriyordu. Televizyon böyle bir şey… İnsanların evlerine giriyorsun. Hayatlarına dokunuyorsun. Bir iletişim kuruyorsun.

 

Kendinizi günün dinamiklerine beklentilerine göre nasıl yeniliyorsunuz?  

Gündemi çok iyi izlerim. Her şeyi okurum. Her şeyi izlerim. Akıl almaz biriyim bu konuda. Kitap okurum. İlgimi çekenlerini ayrı bir detaycılıkla incelerim. Biyografisine bakarım. Haftada üç kitap okuduğum olur. Sürekli öğrenirim. Okumaya öğrenmeye doyuramazsınız beni. Öğrenmeye öylesine açık bir insanım ki değişimi yeniliği iyi izlerim. Her şeyi izlerim, gözlemlerim, incelerim. Her vaktin ruhunu içinizde taşımak herkesin yapabileceği bir şey değil. Gençle genç, çocukla çocuk, yetişkinle yetişkin olarak etkileşim sağlayabilmek bir celebrity için önemli olmalı. Çok güzel bir nesil geliyor. Bilgili bir nesil geliyor. Dizi oyuncularına bakıyorum pırıl pırıl delikanlılar, çok güzel kızlar var. Sahnelere bakıyorum çok güzel sesler var. Geri de kalmamak o nesli yakalayabilmek için öğrenmeye açık olmak lazım. Bu konuya çok değer veririm çünkü profili bozmadan, birden ters köşe de yapamam, aslım neyse ona sadık kalarak ilerlemeyi doğru buluyorum.

 

Espri yapmak kolay bir şey değildir. Pratik zeka, spontan yanıt vermek. Ciddi programlardan sonra zor geldi mi size bu tarz bir içerik?

Yoo hiç zor gelmedi. Çünkü; kendimi yansıttım. Aslında ben çok komik bir kadınım. Ama yıllarca ben “Ahmet efendi sen niye karını dövdün”, işte  “Fatma sen niye bunu böyle yaptın” dediğim için benim komik tarafımı göremedi insanlar.  Aslında;  atarlı, çılgın, çok komik tuhaf bir kadınım. Çılgınım.. Kabul ediyorum.  Çok sevgi doluyum. Gülerim.  Güldürürüm ama geldiğim yer önemli değil, bulunduğum yerde ben yine o postayı koyabilirim. Değişik bir kadınım.

Hayatta en çok neye dikkat edersiniz?

Yalan söylememeye dikkat ederim. Çünkü hiçbir yalan gizli kalmaz. Nefret ettiğim bir şeydir.

 İş dışında nasıl vakit geçiriyorsunuz?

Ben tuhaf bir tipim…  Tembelliğe dayanamıyorum.  Enerjim bana boş zaman bırakmıyor. Ama olursa film seyrederim, kitap okurum, her şeyi okurum. İzlerim.. Bazı dizileri takip ediyorum.

 

Hedefleriniz nelerdir?

Hedeflerimi tam da gerçekleştirdiğim yerdeyim. Kalıcı olmak bulunduğum bu noktayı taşımak da bana yeter. Şimdi görüyorsunuz çok kolay dağılıyorlar. Dökülüyorlar. İnsan üzülüyor. Biz de hatalar yapmış olabiliriz ama böyle değildi. Sosyal medya, bu iletişim ağı çok tehlikesi de var. O kadar çok çabuk yayılıyor ki bazı şeyler. Gençler bunu henüz kavrayamadılar. Mesela yemeğe gidiyorum. Çevremde görüyorum. Sadece gençler de değil. Eşler, karı koca veya iki sevgili ellerinde ayrı ayrı telefon… Diyorum ki; bunlar hiç konuşmadı. Konuşmayı bıraktık. Canlı iletişimin yerini yapay iletişim tutar mı? İnsanız olmaz… Telefon çantadan çıkmamalı. Şurada sizinle konuşurken sessize aldım.  Acil bir şey olabilir diye arada bir bakarsın tamam o kadar…  Ama oturup ona tapar gibi bu kadar odaklı yaşamak çok yanlış. Gençlere bakıyorum hepsi yorgun. Yerlerinden kalkmak istemiyorlar. Telefon ellerinde ya da tablet kucaklarında yoruluyorlar. Diyorum ki; ben sizin yaşınızdayken tozunu attırıyordum, bastığım yer titriyordu. Kalkın bir silkelenin… Enerjileri yok çocukların. Çünkü bu sosyal medya bunları tembelleştirdi. Lafımın sonuna kadar arkasındayım. Sosyal medya tembelleştirdi. Yaratıcılıklarını kaybettiler. Belki buradan da çok şey öğrenen vardır ama o kadar az sayıdalar ki.. Mesela herkes Enes Batur gibi kullansa… Bunu bir iş haline getirmiş. Sen bunu nasıl düşündün? Evladım yaşında saygı duydum. Gençlerin hepsi böyle kullanacaklarsa tamam… Sohbeti kaybettik çok yazık. Bu sebeple hedefim burada, aslıma, değerlerime, prensiplerime sadakatle kalabilmek… Bulunduğum konumu koruyabilmek.  İnsanların sevdiği Seda’yı korumak, onları şaşırtmak, yanıltmamak… Bu saatten sonra başka bir hedefim yok.

 

Sosyal medyayı nasıl kullanıyorsunuz?

Dünyaya dair olup biten ne varsa sosyal medyadan öğreniyorum. Keşke her kes sosyal medyayı, bu tip konularda bilgilenmek için kullansa. Dünyada ne olup bitiyor öğrenmek için ama yok. Ekran bağımlısı olup başında uyuşup kalmak yanlış… Sosyal medya kullanımını topluma iyi anlatmak, gerek.  Bunu doğru kullananlar da çok var. Enes Batur… Röportajını dinledim. Çok beğendim. İş haline getirmiş. Akıllı bir kullanıcı…

 

Az önce günün dinamiklerine uymak konusunda bir sorumuz olmuştu. Buna ek olarak dünyadan arada bir olan akımlar oluyor. Örneğin Falling Stars akımı kayan yıldızlar… Siz de bu akıma uydunuz. Sormayın o tamamen irticalen gelişmiş bir şeydi. Zeynep Kartal modacı arkadaşım, İngiltere’de ve burada yaşıyor. Dünya starlarını giydiren bir isim. O’nun Londra konsolosluğunda ki defilesinde bulundum. Ertesi gün de beraber kahvaltıya gittik. Bana Zeynep söyledi. Böyle bir şey var dedi. Konuştuk güldük espri yaptık aramızda. “At kendini yere dedi. A a o da ne atarım kendimi “dedim. Öylesine gırgırla çıkan bir şey. Öyle bir ilgi çekti ki gündem oldu ama Zeynep’in organizasyonun önüne geçti. Ondan çıktı. Benim her hareketimin bir capsi var. Doğal komedi. O ses Türkiye’de Beyaz’la stand up gibi bir durum çıktı ortaya…

 

Beslenmenize dikkat eder misiniz? Siz hiç kilo almadınız. Güzel koruyorsunuz?

Dikkat ederim. Hep hesaplarım dengelerim. Mesela sabah kahvaltımda bir kahve bir meyvem vardır.  Bunu bir öğün olarak kabul ederim. Mesela akşam oturup da televizyon karşında veya kitabımı okurken yanıma meyve alıp yemem.  O bir öğündür benim için. Kafamda bunu böyle oturttum.

Hep hesaplarım.  Kendine mükellef sofralar hazırlayan, hazırlatan, “ne yiyeyim” diye düşünen bir kadın değilim. Çok kolaydır beni ağırlamak,  konuk etmek. Problemsiz bir kadınım. Plates yaparım. Yıllardır yaparım. O kadar iyiyim ki bu konuda ders verebilecek kadar iyiyim.

Yeni projenizden de bahseder misiniz?

Bana bir teklif geldi. Program teklifi geldi. Acun tarafından bunu senin yapmanı istiyoruz ekip olarak çok heyecanlıyız dediler.   Ben de “artık gündüz kuşağı yapmak istemiyorum. O Ses Türkiye bana yetiyor. Kendime zaman da kalıyor.  Yemekteyiz yaparsam çok yorulurum” dedim. “Yormayız yormayız” dediler. Hayır demek mümkün değil.  Zaten Acun’un bir insanı ikna etmesi iki dakikasını bile almaz. Böyle bir tılsımı var adamın. İki dakikada evet diyorsunuz ve nasıl dediğinizi anlamıyorsunuz.  Peki dedim ve kendimi orada gördüm. Bu şey gibi; vitrine baktığında o baktığın elbisenin içinde kendini görebilmek gibi. Kendimi gördüm orada. Ben bu programı kabul edersem ne katabilirim,  artım ne olabilir? Dedim.  Çok şey katabilirim. Çünkü; bir kere kadınım. Evden anlayan kadınım. Martaval okuyamaz bana kimse.  Yani bilindik starların dışında, bilindik ünlülerin dışında bir kadınım. Bu yönlerimi izleyiciler yıllarca yaptığım programlarda çok iyi anladı.  Seyirci bunu biliyor. Dolayısıyla yemekteyiz tam da benim işim. Tabi ki benden önce sunan arkadaşımızı çok beğeniyordum. Çokta büyük hayranıydım. Onlar kendi aralarında yollarını ayırmışlar. Sorgulamak da bana düşmez. Programın çok iyi olacağına inanıyorum. Çünkü benim çok iyi bildiğim alanlardan biri ama yedi bela seda geliyor korksunlar! Diyorum.

 

En keyif aldığım alışkanlığınız nedir?

Ailemle olmak. Ben çok aileci biriyim. Onlarla beraber, birlikte vakit geçirmek en keyif aldığım zamanlar.

Sevmediğiniz yönünüz nedir?

İnat… Çok inatçıyım. Kendi kedime küserim. Biraz yargısız infaz tarafım vardır. Karşımdakine cevap hakkı vermem.   Sevmiyorum bu huyumu sevmiyorum.

Modayı takip eder misiniz?

Ediyorum ama tabi ki kendi modam da önemli. Çünkü; insan en iyi proporsiyonunu kendi bilir. Vücudunu en iyi kendi tanır. Kendisini tanıyan ancak doğru giyinebilir. Öyle yakışanı bulursun. Sırf modayı takip edersen bence olmaz. Özellikle dünya modacılarının özellikle son yıllarda çok da feminen kadınsı çizgiler çalıştığına inanmıyorum. Robotik, tuhaf kıyafetler hazırlıyorlar. Kadını kadınlıktan çıkaran kıyafetler ben bunları tercih etmiyorum. Bazen eleştirenler oluyor dekolte pabuçla kilotlu çorap giyinilmez diye. Bu bir tercih meselesidir. Fevkalade giyinilir. Bu kraliyet ailesinde bile şarttır. Ben giyinirim. Ben ipek çorap kadınıyım. Bu bir kültürdür. İstersen yaz istersen kış mevsiminde kıyafete göre giyinilebilir.

 

Sizce başarının sırrı nedir?

Çalışmak, çalışmak, çalışmak… Disiplin, disiplin, disiplin…

Ebru Arzu Çağdaş

Erguvan Zamanı

Fark yaratan kadın!!