Yazılar

Kansere yakalanma kadınlarda yüzde 39.6, erkeklerde yüzde 41.6!

Kansere yakalanma kadınlarda yüzde 39.6, erkeklerde yüzde 41.6!

Sigara ve alkol kullanımı, sağlıksız beslenme, işlenmiş ve katkı maddeli gıdalar, çevre kirliliği, stres, aşırı kilo ve hareketsiz yaşam gibi birçok faktör nedeniyle kanserin görülme sıklığı son yıllarda giderek yaygınlaşıyor. Genetik ve çevresel etkenlerin yanı sıra taramaların daha fazla yapılması ve teknolojinin ilerlemesinin de kanser görülme sıklığının artışında etkili olduğunu belirten Acıbadem Ataşehir Hastanesi Tıbbi Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Özge Gümüşay 2024 yılında yayınlanan istatistiklere göre erkeklerde hayat boyu kanser tanısı alma olasılığının yüzde 41.6, kadınlarda yüzde 39.6 olduğunu söylüyor. Buna karşın kanser tedavisinde son yıllarda çok büyük ilerlemeler yaşandığını, özellikle erken teşhis durumunda kişiye özel tedaviler sayesinde tam başarının mümkün olabildiğini belirten Prof. Dr. Gümüşay “İstatistiklere göre; kanser tanısı alan hastaların 5 yıllık hayatta kalma oranlarının 1970’li yıllarda yüzde 49 iken, son yıllarda erken tanı ve kişiye özgü tedaviler sayesinde yüzde 69’a kadar yükseldiği gözlendi” diyor. Tıbbi Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Özge Gümüşay, 4 Şubat Dünya Kanser Günü kapsamında yaptığı açıklamada kanserde kişiselleştirilmiş tedavi hakkında en çok merak edilen 4 soruyu yanıtladı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

Prof. Dr. Özge Gümüşay

Prof. Dr. Özge Gümüşay

  • Kanser tedavisi herkese tek tip mi uygulanıyor?

Günümüzde kanser tedavisinin herkese tek tip uygulandığı fikrinden uzaklaşılmakta ve kişiye özel tedavi yöntemleri uygulanmaktadır. Kanserde kişiselleştirilmiş tedavi, hastanın kanser hücresinde bulunan gen ve protein değişiklikleri dikkate alınarak tedavinin düzenlenmesi ile oluyor. Doğru tedavinin, doğru hastaya, doğru dozda ve doğru zamanda uygulanması ile kanserin tedavisinde ve önlenmesinde daha iyi sonuçlar elde ediliyor.

  • Kişiselleştirilmiş tedavinin avantajları nelerdir?

Tıbbi Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Özge Gümüşay “Kişiselleştirilmiş tedavinin en büyük avantajı hastada etkin olan tedavinin verilebilmesi sayesinde yüz güldürücü sonuçlar alınabilmesi ve daha uzun yaşam süresi elde edilebilmesidir. Hedefe yönelik tedaviler ile hastalarda daha az yan etki görülmesi diğer önemli bir avantajıdır. Kişiselleştirilmiş tedaviler için yapılan testler ve bilimsel çalışmalar sayesinde kanser hastalığının oluşumunda altta yatan mekanizma daha iyi anlaşılabilmektedir. Kanserin önlenmesi, tanısı ve tedavisindeki yaklaşımların geliştirilmesine katkı sağlamaktadır” diyor.

kanser

  • Hangi kanser tiplerinde kişiye özel tedavi uygulanıyor?

Dünyada ve ülkemizde gerek erken gerekse ileri evre meme, akciğer, bağırsak, cilt, mide, yemek borusu ve yumurtalık kanseri ile bazı lösemi ve lenfoma alt tipleri başta olmak üzere pek çok kanserde kişiye özel tedavi ile başarılı sonuçlar alınabiliyor. Ancak pahalı bir tedavi olması ve neticenin de zaman alıcı olmasından dolayı her hasta kişiselleştirilmiş tedaviden faydalanamıyor. Ayrıca her hastaya uygulanabilmesi için yeterli veri olmaması ve bu testleri değerlendirecek yeterli sayıda yetişmiş insan gücünün de olmaması nedeniyle kişiselleştirilmiş tedavide halen zorluklar yaşanıyor.

  • İmmünoterapi kişiselleştirilmiş bir tedavi midir? Her hasta almalı mıdır?

Tıbbi Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Özge Gümüşay “İmmünoterapi tedavisi çeşitli kanser tiplerinde hastanın bağışıklık sistemine etki ederek kanser hücresinin yok edilmesini sağlar. Tek başına ya da kemoterapi ile birlikte kullanılabilmektedir. İmmünoterapi de bir çeşit hedefe yönelik tedavi olup bazı yolaklar kullanılarak, hastanın bağışıklık sistemine tümör hücresi tanıtılır ve hastanın bağışıklık sistemi tümör hücresine karşı savaşır. Her hastaya,  her hastalık tipine ve her evreye  immünoterapi önerilmez, bazı belirteçlere bakılarak hasta özelinde uygun ise önerilir. Bu özellikleri nedeniyle de kişiselleştirilmiş bir tedavi seçeneğidir” diyor.

Gebelikte meme kanseri tedavi edilebilir mi?

Gebelikte meme kanseri tedavi edilebilir mi?

Dünyada en sık görülen kanser türlerinde ilk sıraya yükselen meme kanseri kadınları her dönemde yakalayabiliyor. Öyle ki meme kanseri gebelikte en sık görülen kanserler arasında yine ilk sırayı alıyor. Araştırmalar, her 3 bin gebeliğin 1’inde meme kanseri geliştiğini gösteriyor. Üstelik günümüzde kadınların anne olma planlarını ileri yaşlara ertelemeleri nedeniyle gebelikte meme kanserinin önümüzdeki yıllarda daha sık görüleceği belirtiliyor. Güzel haber ise erken tanı sayesinde meme kanserinin gebelik döneminde de bebek zarar görmeden tedavi edilebilmesi. Ancak, anne adaylarının meme kanserine ait belirtileri gebelik sürecinde yaşanan doğal değişimler olarak düşünmeleri nedeniyle tanıda genellikle gecikme yaşanıyor. Acıbadem Ataşehir Hastanesi Genel Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Metin Çakmakçı, erken tanı için gebelik döneminde memede ele gelen bir kitle varlığında veya doğal değişimlerde zaman kaybetmeden hekime başvurulması gerektiği uyarısında bulunarak, “Memede gelişen kitle veya şişme gibi belirtiler asla ‘gebeliğin doğal sonucudur’ düşüncesiyle göz ardı edilmemeli. Zira, çok sık olmasa da bu belirtiler meme kanserinin habercisi olabiliyor” diyor. Genel Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Metin Çakmakçı,  ayrıca çocuk sahibi olmak isteyen her kadının gebelik öncesinde memeyle ilgili kontrollerini yaptırmasının son derece anlamlı olduğunu belirterek, “Gebelik öncesinde hekim tarafından meme kontrolü  ile ultrasonografi tetkikinin yapılması ve meme kanseri için yüksek risk grubunda olan kadınların genetik danışmanlık almaları doğru bir yaklaşım olacaktır” diyor.

Prof. Dr. Metin Çakmakçı

Prof. Dr. Metin Çakmakçı

SORU: Gebelik meme kanserinden korur mu?

Gebelikle ilgili meme kanseri, gebelik sırasında veya gebeliğin ardından bir yıl içinde görülen meme kanserlerini kapsıyor. Toplumdaki yaygın inanışın aksine, gebeliğin meme kanserini önleyen veya tetikleyen bir etkisi olmuyor. Gebelik döneminde en çok meme, rahim ağzı ve yumurtalık kanseri görülebiliyor.

SORU: Gebelikte meme kanseri tanısı neden gecikiyor?

Gebelikte meme kanserinin erken tanısı hem anne hem bebek için yaşamsal öneme sahip. Ancak gebelik sürecinde meme kanseri tanısının genelde geç konulduğuna dikkat çeken Genel Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Metin Çakmakçı, gecikmenin nedenlerini şöyle sıralıyor: “Geç tanının en yaygın nedeni, anne adayının kansere bağlı olarak memesinde oluşan  belirtileri gebelik sürecine ait değişimler olarak düşünmesi. Ayrıca gebeliğin özellikle ileri evrelerinde memenin yapısı çok değiştiği için ultrason ve mamografiyi yorumlamak zorlaşıyor. Dolayısıyla anne adayının hekime zamanında başvurmaması ve radyolojik görüntülerin yorumlanmasında güçlük çekilmesi nedeniyle gebelik döneminde meme kanserine normal popülasyona oranla biraz daha geç  tanı konulabiliyor”

SORU: Erken tanı için nasıl bir yol izlenmeli?

Meme kanserine erken dönemde tanı konulabilmesi için memede ele gelen bir kitle, memede ağrı, meme derisinde kızarıklık veya duyarlılık, meme ucundan akıntı gelmesi veya meme ucundaki derinin kabuklanması ya da soyulması gibi durumlarda gecikmeden hekime başvurulmalı. Genel Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Metin Çakmakçı, ayrıca her kadının gebelik öncesinde hiçbir yakınması olmasa bile hekime meme muayenesini yaptırmasının önemli olduğunu vurgulayarak, “Kontrolde meme muayenesinin yanı sıra ultrasonogafi de yapıyoruz. Erken tanı sayesinde tedavinin başarı oranı yüzde 98 gibi oldukça yüksek bir rakama ulaşıyor. Ayrıca kansere gebelik öncesinde tanı konabilmesi anne adayında oluşabilecek ağır psikolojik ve fizyolojik sorunları da azaltmış oluyor” diyor.

Prof. Dr. Metin Çakmakçı

SORU: Meme kanseri tedavisi bebeğe zarar verir mi?

Meme kanseri tedavisi bebeğimize zarar verir mi? kaygısını bu süreçte hemen her anne – baba doğal olarak yaşıyor. Prof. Dr. Metin Çakmakçı, günümüzde bebeğe zarar vermeyen tedavi protokolleri ile sağlıklı bir doğumun mümkün olduğuna işaret ederek, “Ancak bebeğin zarar görmemesi için tedavinin mutlaka genel cerrahi, tıbbi onkoloji ve radyasyon onkolojisi uzmanları, patoloji uzmanı, nükleer tıp uzmanı  ile kadın hastalıkları ve doğum uzmanının katıldıkları bir ekipten oluşan multidisipliner yaklaşımla gerçekleştirilmesi çok önemlidir” diyor.

SORU: Gebelikte meme kanseri nasıl tedavi ediliyor?

Günümüzde tıp dünyasında yaşanan önemli gelişmeler ve edinilen deneyimler sayesinde meme kanseri gebelik döneminde de tedavi edilebiliyor. Genel Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Metin Çakmakçı, bu dönemde bebeği korumak amacıyla tedavi protokolünde değişiklikler yapıldığını belirterek, sözlerine şöyle  devam ediyor: “Gebeliğin her döneminde yapılabilen cerrahi girişimle, kanserli bölge, bebeğe zarar vermeden temizlenebiliyor. Kemoterapi bebekte anomali, düşük veya erken doğum gibi komplikasyonlara yol açabileceği için gebeliğin ilk üç ayında ve son üç haftada kullanılmıyor. Bu süreçlerin dışında bebeğin gelişimi yakından takip edilerek kemoterapi tedavisi uygulanabiliyor. Meme kanserinin tedavisinde kullanılan hormon ve hedefe yönelik tedavilerden ise bebeğin zarar görmemesi için gebelik döneminde kaçınılıyor. Radyoterapi tedavisine ise bebeğin gelişimini durdurma riski nedeniyle gebelikte asla başvurulmuyor. Bu yönteme, gerek duyulması halinde doğumdan sonra başlanıyor”  Prof. Dr. Metin Çakmakçı, meme kanserinde zamanla yarışıldığı için bebek sağlıklı yaşayabilecek kadar gelişmiş ise bazen doğumun öne alınabildiğini de sözlerine ekliyor.

SORU: Meme koruyucu cerrahi uygulanabilir mi?

Son yıllarda, erken tanı sayesinde, sadece tümörlü alanı çıkarmayı kapsayan ‘meme koruyucu cerrahi’ yöntemi yaygın olarak kullanılıyor. Ancak gebelikte oluşan meme kanserinde bazı durumlarda memenin alınması gerektiğini vurgulayan Prof. Dr. Metin Çakmakçı,  “Örneğin radyoterapinin mutlaka uygulanması gereken evrelerde, meme koruyucu ameliyat yerine mastektomi, yani memenin tümünü çıkaran ameliyat yöntemine başvurmak durumunda kalabiliyoruz” diye konuşuyor.

SORU: Meme kanseri olan anneler emzirebilir mi?

Meme kanserinin tedavi sürecinde bebeğin emzirilmesi genellikle önerilmiyor. Zira, emzirme sürecinde memeyi ameliyat etmek zorlaşırken çeşitli komplikasyonların gelişme riski de artıyor. Ayrıca meme kanserinin tedavisinde kullanılan kemoterapi ilaçları ve doğum sonrasında başvurulan hedefe yönelik veya hormon ilaçları da süt aracılığıyla bebeğe geçip, zarar verebiliyor. Tedavisi tümüyle tamamlanan annelerin bebeklerini emzirmelerinde ise bir sakınca olmadığı belirtiliyor.

SORU: Meme kanseri tedavisinden sonra yeniden gebe kalınabilir mi?

Meme kanseri olan ve tedavisi tümüyle tamamlanan kadınların yeniden gebe kalmalarında bir sakınca görülmüyor. Ancak kadınların tedavileri tamamlandıktan sonra en az bir yılını sağlıklı geçirmiş olmaları, tekrar gebe kalmaları konusunu hekimleriyle görüşmeleri ve gebelik sürecini hekimlerinin gözetimi altında geçirmeleri büyük önem taşıyor.

Çocuğunuzu ve kendinizi bu kanserden korumanız mümkün!

Çocuğunuzu ve kendinizi bu kanserden korumanız mümkün!

Virüs bulaşması sonucu oluşan ancak bu virüse karşı geliştirilen aşı sayesinde korunmanın da  mümkün olduğu tek kanser türü olan Rahim Ağzı (Serviks) Kanseri, dünyada her yıl yaklaşık 600 bin kadının kapısını çalıyor. Cinsel yolla bulaşan HPV (Human Papilloma Virüs)’nin yol açtığı Rahim Ağzı Kanseri’nin HPV aşısı ile önlenebildiğini belirten Acıbadem Üniversitesi Atakent Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum, Jinekolojik Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. M. Faruk Köse buna karşın gerek toplumsal farkındalığın az olması gerekse doğru sanılan yanlış bilgiler nedeniyle yeterince önlem alınamadığını vurguluyor. Anne ve babaların hem çocuklarına hem de kendilerine HPV aşısı yaptırmaları gerektiğini belirten Prof. Dr. M. Faruk Köse Ocak ayı Rahim Ağzı Kanseri Farkındalık Ayı kapsamında yaptığı açıklamada HPV aşıları hakkında doğru sanılan 8 yanlışı anlattı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

Prof. Dr. M. Faruk Köse

Prof. Dr. M. Faruk Köse

  1. Erkeklere HPV aşısı yapılması gerekmez!: YANLIŞ!

DOĞRUSU: HPV virüsü erkeklerde siğil oluşumuna ve tedavi edilmezse penis ya da anal kanserlere yol açabilir. Ayrıca cinsel yolla bulaşan bu virüste erkeklerin taşıyıcı konumunda bulunmalarından dolayı da HPV aşısı olmaları önemlidir. Kızlarda ve erkeklerde HPV aşısının 15 yaşına kadar toplam 2 doz, 15 yaşından sonra ise toplam 3 doz yaptırılması gerekir.

  1. İleri yaşta fayda sağlamaz!: YANLIŞ!

DOĞRUSU: Bilimsel çalışmalar; HPV aşılarının kadınlarda ve erkeklerde ileri yaşlarda yapılması durumunda da etkili koruma sağladığını göstermektedir. Kadınlarda üst yaş sınırı bulunmazken, erkekler 45 yaşına kadar HPV aşısı yaptırabilir.

  1. Aşılar güvenli değildir, aşıya bağlı felçler ve ölümler vardır!: YANLIŞ!

DOĞRUSU: Dünya Sağlık Örgütü aşıları ‘aşırı güvenli’ olarak tanımlamıştır. Aşılara bağlı hastalıklar, felçler, ölümler kesinlikle yoktur. Çünkü aşı içerisinde canlı veya öldürülmüş mikrop bulundurmaz. Bu nedenle aşıya bağlı herhangi bir hastalık veya kanser oluşmaz.

  1. Doğal enfeksiyon aşıdan daha koruyucudur!: YANLIŞ!

DOĞRUSU: Doğal enfeksiyonun koruyucu olmadığı kanıtlanmıştır. HPV servikal çatlaklardan ortalama 30-120 dakika içinde tabandaki hücrelere ulaşır ve hücre içerisine girerek enfekte eder. Dolaşımda bulunmadığından immün sistemden saklanarak antikor cevabı oluşturulamaz.

  1. HPV aşısı tedavi edicidir!: YANLIŞ!

DOĞRUSU: HPV aşısı korunmak için yapılır; mevcut HPV enfeksiyonunu tedavi etmez. Ancak HPV virüsü her zaman kansere yol açar gibi bir düşünceye kapılmamak gerekir. Çünkü virüs alındıktan sonra bağışıklık sistemi tarafından iki yıl içinde büyük oranda temizlenir. Tekrar alınma riskine karşı HPV enfeksiyonu geçirmiş olsun ya da olmasın herkese yapılmalıdır.

Pause Sağlık

  1. Aşı yaptırmadan önce smear veya HPV testi yaptırılmalıdır!: YANLIŞ!

DOĞRUSU: Kadın Hastalıkları ve Doğum, Jinekolojik Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. M. Faruk Köse “Aşılama öncesi smear alınması veya HPV DNA testi yapılması kesinlikle gerekli değildir. Smear bozuk veya parça alınıp rahim ağzı kanseri öncüsü olan hücresel değişiklikleri gösteren CIN bozukluğu (Servikal Intraepitelyal Neoplazi) çıkan kadınlarda şiddetle HPV aşıları tavsiye edilmektedir. Hastalığın tekrar etme riskini azaltır” diyor.

  1. Gebe olduğu bilinmeden aşı yapılmışsa gebelik sonlandırılmalıdır!: YANLIŞ!

DOĞRUSU: Yeterli bilimsel çalışma olmadığından HPV aşıları gebelik döneminde yapılmamalıdır ancak gebe olduğu bilinmeden aşı yapılmışsa gebeliği sonlandırmak kesinlikle gerekmez. Çalışmalar, aşılanmış gebe kadınların bebeklerinde doğumsal özürlü artışı göstermemiştir. Lohusalıkta güvenle yapılabilir.

Aşı genital siğillere karşı korumaz!: YANLIŞ!

DOĞRUSU: Prof. Dr. M. Faruk Köse, “HPV’nin 200’den fazla tipi vardır ve yüksek riskli tiplerden 15’inin kanserle ilişkisi bulunmuştur. Bunlar içerisinde tip 16 ve tip 18 bütün kanserlerin yüzde 80’inden sorumludur. İkili, dörtlü ve dokuzlu HPV aşıları vardır. HPV aşıları içerisinde bulundurdukları tiplere karşı yüzde 100 koruma sağlar. Örneğin; dörtlü ve dokuzlu aşı, hem erkekte hem de kadında genital bölgede siğil oluşumuna yol açan tip 6 ve tip 11’e karşı da korur” diyor.

Kanserin en tipik belirtisi ‘inatçı öksürük’

Kanserin en tipik belirtisi ‘inatçı öksürük’

Dünyada her yıl 2 milyondan fazla ülkemizde de 40 bin kişiye, sigaranın en önemli risk faktörü olduğu akciğer kanseri tanısı konuyor. Erkeklerde en sık görülen kanser türü olan akciğer kanseri kadınlarda da meme ve kolorektal kanserlerinden sonra 3. sıklıkta görülüyor. Akciğer kanserinin erken evresinde gelişen öksürük, başta solunum yolu enfeksiyonları olmak üzere pek çok hastalıkta görülebildiği için hastalar tarafından genellikle ihmal ediliyor. Ayrıca sigara kullanan hastalar da ‘Sigara öksürtüyor’ düşüncesiyle öksürük yakınmalarını önemsemiyor. Oysa özellikle iki haftadan uzun süren ve nedeni bilinmeyen inatçı öksürük akciğer kanserinin belirtisi olabiliyor. Teşhisin geç konulması ise tedavi şansının büyük oranda azalmasına neden oluyor. Acıbadem Maslak Hastanesi Tıbbi Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Özlem Er, erken tanı için risk faktöründeki kişilerin inatçı öksürükte mutlaka hekime başvurmaları gerektiğine dikkat çekerek, “Ayrıca hiçbir şikayeti olmasa dahi risk faktöründe olan 40 yaş üstündeki kişilerin her yıl düzenli olarak düşük doz bilgisayarlı akciğer tomografisiyle mutlaka taranmaları gerekiyor. Zira akciğer kanseri en çok hayat kaybına yol açan kanser tiplerinden biri olmasına rağmen erken tanı sayesinde tümöre özel tedavi  protokolü ile hastalar uzun yıllar sağlıklı ve aktif yaşamlarına devam edebiliyor” diyor.

Prof. Dr. Özlem Er

Akciğer kanserinin 10 önemli belirtisi! 

Akciğer kanserinin belirtileri tümörün yerleşim yerine göre değişiklik gösterebiliyor. Bu yüzden genellikle başka nedenlerle çekilen tomografi veya akciğer filminde tesadüfen saptanıyor. Prof. Dr. Özlem Er, iki haftadan uzun süren ‘inatçı öksürük’ başta olmak üzere aşağıda yer alan belirtilerde zaman kaybetmeden doktora başvurulması gerektiğine dikkat çekiyor:

  • Yeni başlayan veya farklı, kalıcı öksürük
  • Öksürük sırasında ya da tükürürken kan gelmesi
  • Tekrarlayan solunum yolu enfeksiyonları
  • Omuzda, sırtta veya göğüste gelişen ağrı
  • Nefes almada zorluk
  • Ses kısıklığı veya hırıltı
  • Halsizlik ve bitkinlik
  • Boyunda ve yüzde şişlik
  • Yutma güçlüğü
  • İştah ve kilo kaybı

Sigara akciğer kanseri riskini 20 kat artırıyor!  

Sigara kullanımı akciğer kanserinde en önemli risk faktörünü oluşturuyor. Ülkemizde yapılan çalışmalar, akciğer kanserinin yüzde 90’ının sigara kullanımına bağlı geliştiğini ortaya koyuyor. Sigara içenlerde akciğer kanserine yakalanma riski hiç içmeyenlere oranla 20 kat daha fazla oluyor. Tıbbi Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Özlem Er, sigaraya başlama yaşı ne kadar erkense, akciğer kanserinin gelişme riskinin de o oranda arttığı uyarısında  bulunarak, ”20 yıl boyunca günde bir paket veya daha fazla sigara içmiş olan 50-77 yaş arasındaki kişiler, halen içmekte olanlar ve 15 yıldan daha kısa süre önce sigarayı bırakanlar akciğer kanserinde risk grubunu oluşturuyor” diyor. Radon gazı da ikinci önemli risk faktörü olarak belirtiliyor. Genetik faktörler, asbest ve çevresel toksinler de akciğer kanserinin gelişiminde rol oynayan diğer etkenler arasında yer alıyor.

Prof. Dr. Özlem Er

Tedavi hastaya özel planlanıyor

Akciğer kanseri temel olarak ‘küçük hücreli olan’ ve ‘küçük hücreli olmayan’ şeklinde iki gruba ayrılıyor. Tedavi akciğerde gelişen tümörün tipi ve evresine göre planlanıyor. Tıbbi Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Özlem Er, hastaya özel uygulanan protokol sayesinde tedaviden oldukça başarılı sonuçlar alındığına işaret ederek, “Küçük hücreli akciğer kanserinde kemoterapi tedavinin en önemli parçasını oluşturuyor. Bunun nedeni ise bu yöntemin hızla çoğalan hücrelerde etkili olması. Erken evre akciğer kanseri kemoterapi ve radyoterapinin birlikte uygulanmasıyla tedavi ediliyor. Yaygın evrede ise kemoterapi ve temelde bağışıklık sisteminin güçlendirilmesini amaçlayan immunoterapi kombinasyonuyla tedavinin başarısı artıyor. Küçük hücreli olmayan akciğer kanseri moleküler özellikleri farklı olan birçok hastalığı içerdiği için tümöre özel en uygun tedavi yöntemi seçiliyor” diyor.

Vücut kanseri kendi gücü ile yeniyor

Vücut kanseri kendi gücü ile yeniyor

Son yıllarda tüm dünya ile birlikte ülkemizde de kanser vakalarında önemli artış yaşanıyor. Bu artış oranları arasında erkeklerde akciğer, kadınlarda ise meme kanseri başı çekiyor. Çağımızın tıbbi ve teknolojik gelişmeleri doğrultusunda geliştirilen yeni nesil tedavi yöntemleri ise hayati risklere neden olabilen tüm kanser türlerinin tanı ve tedavisinde önemli avantajlar sağlıyor. Bu yeni nesil tedavilerin başında gelen immünoterapi, kanser hücreleri tarafından çeşitli yollarla baskılanmış olan bağışıklık sistemimizi yeniden harekete geçirerek kanser ile savaşma kapasitesini arttırıyor. İmmünoterapi, başta akciğer, cilt (malign melanom) ve böbrek kanserleri olmak üzere; baş-boyun, üçlü negatif meme, mesane, karaciğer ve özefagus-mide kanser hastalarının tedavisinde kullanılarak hastanın yaşam kalitesi ve süresini önemli ölçüde artırabiliyor. Memorial Şişli Hastanesi Tıbbi Onkoloji Bölümü’nden Doç. Dr. Tuğba Akın Telli, 1-7 Nisan Kanser Haftası nedeniyle inmünoterapi tedavi yönteminin avantajları hakkında bilgi verdi.

Memorial Şişli Hastanesi Tıbbi Onkoloji Bölümü’nden Doç. Dr. Tuğba Akın

Doç. Dr. Tuğba Akın

Kanserli hücreler asker hücreleri atlatarak bağışıklık sistemine saldırıyor

Sağlıklı bir insanın vücudunda bulunan ve kansere karşı savaşan T lenfositler asker hücre olarak adlandırılmaktadır. Bağışıklık sisteminde bulunan bu hücreler kanserli hücreleri çoğunlukla vücuttan temizlemektedir. Ancak bazen bir grup kanser hücresi T lenfositlerden kaçarak çoğalmaya devam eder. Aynı zamanda kanser hücreleri T lenfositlere vücuda yabancı olmadığı mesajını vererek bu hücrelerin savunmasından kurtulur ve insan bağışıklık sistemini baskılamaya başlar.

Yeni nesil tedavi yöntemi immünoterapi, kanser tedavisinde çığır açtı

Yeni nesil tedavi yaklaşımlarının başında gelen ve 2011 yılından beri kanser tedavisinde kullanılmaya başlanan immünoterapi, kişinin kendi bağışıklık sistemini aktive ederek kanser hücreleriyle daha etkili savaşmasını sağlamaktadır. Bağışıklık sistemi bir takım hücre ve proteinlerin etkileşimi ve ortak çalışması sonucu kişiyi enfeksiyonlardan koruyan bir savunma sistemidir. Esasında bazı açılardan kanserden de korumaya yardımcı olur. Bağışıklık sisteminin temelini “kendinden olmayan” her şeyin ayırt edilmesi oluşturmaktadır. Bu sistem, vücutta normalde bulunan tüm maddelerin kaydını tutar. Bağışıklık sisteminin tanımadığı herhangi bir yeni protein alarm vererek bağışıklık sisteminin ona saldırmasına neden olur. Örneğin mikroplar, normalde insan vücudunda bulunmayan belirli proteinleri içerir. Bağışıklık sistemi bunları “yabancı” olarak görür ve saldırır. İmmün yanıt, mikrop veya kanser hücreleri gibi yabancı madde içeren her şeyi yok edebilir. Bununla birlikte, kanserde bu yanıt her zaman istediğimiz düzeyde olmayabilir. Bazen bağışıklık sistemi kanser hücrelerini yabancı olarak görmez çünkü hücreler normal hücrelerden yeterince farklı değildir veya çeşitli değişimler göstererek bağışıklık sisteminden kaçabilirler. Bazen de bağışıklık sistemi kanser hücrelerini tanır. Ancak immün yanıt kanseri yok edecek kadar güçlü olmayabilir. Yine kanser hücrelerinin kendileri de bağışıklık sisteminin onları bulup saldırmasını engelleyen bazı proteinler salgılayabilir. İmmünoterapiler tam olarak da bu durumların üstesinden gelebilmek amacıyla son yıllarda artan sayıda preklinik ve klinik çalışmayla kullanılmaya başlandı.

Vücudun kanseri kendi kendine yenmesini sağlayabiliyor

İmmünoterapi tedavisinde bağışıklık sistemi üzerindeki kanserli hücrelerin oluşturduğu baskıyı ortadan kaldırmak ve kanser savaşçısı T hücrelerini kanser dokusuna yönlendirmek amaçlanmaktadır. İmmünoterapi ile kemoterapi ve hedefe yönelik akıllı tedavilere göre daha uzun süreli yanıtlar alınabilmektedir. İmmünoterapi vücutta bulunan T hücrelerinde bir hafıza oluşturarak bağışıklık sisteminin kanserli hücrelere karşı daha aktif rol oynamasını sağlamaktadır. Böylece hedef bağışıklık sistemini yeniden organize ederek vücudun kanseri kendi kendine yenmesini sağlamaktır.

Hastaya özel immünoterapi ameliyat öncesi ya da ameliyat sonrası kullanılabiliyor

Her geçen gün yeni bir kanser türünde farklı evrelerde kullanılan ve hastaya özel uygulanan immünoterapilerin klinik çalışmaları yapılmakta ve kılavuzlar buna uygun değişmektedir. İlk çalışmalar daha çok ileri evre kanserlerde tek başına immünoterapi verilmesi şeklinde yapılmışken, etkinlik verileri sonrasında daha erken evrelerde de hem ameliyat sonrası hem de ameliyat öncesi tedavi döneminde ve bazen de kemoterapi ile kombinasyon şeklinde kullanımı öne çıkmaktadır.

İleri evre akciğer kanserinde sonuç alınabiliyor

İmmünoterapi ile; akciğer, cilt (malign melanom) ve böbrek kanserleri başta olmak üzere baş-boyun, üçlü negatif meme, mesane, özefagus-mide, karaciğer, serviks (rahim ağzı), endometriyum (rahim) ve bazı kolon kanserlerinin tedavisinde başarılı sonuçlar alınmaktadır. İmmünoterapi ile akciğer kanseri tedavisinde de çok önemli başarılar sağlanabilmektedir. Öyle ki immünoterapi tedavisinden önce ileri evre akciğer kanserinde uzun süreli kontrol neredeyse mümkün değildi. Oysaki artık ileri evre akciğer kanserinde bile immünoterapi ile hastalığın tamamen kontrol altına alınması sağlanabilmekte hatta bu yanıtın uzun süreli olması mümkün görünmektedir.

İmmünoterapi tedavisinde saçlar nadiren dökülür

Kemoterapilerden farklı olan etki mekanizmaları sonucunda immünoterapilerin farklı bir yan etki profili bulunmaktadır.  Kemoterapide sık görülen bulantı, kusma, halsizlik, saç dökülmesi, kan değerlerinin düşmesi gibi yan etkiler, immünoterapide nadiren görülmektedir. Ancak inmünoterapinin, bağışıklık sisteminin aşırı aktive olmasına bağlı başka yan etkileri olabilir. Bu yan etkilere erken ve zamanında müdahale etmek hayati önem taşımaktadır ve mutlaka multidisipliner bir ekiple süreci yönetmek gerekmektedir.

Kanserde doğru bilinen yanlışlar

Kanserde doğru bilinen yanlışlar

Çağın hastalığı olarak tanımlanan kanserle ilgili internet ya da sosyal medya mecralarında birçok yanlış bilgi bulunuyor. Kanserle mücadele aşamasında kulaktan kulağa yayılan bu yanlış bilgiler tedavi sürecini de olumsuz etkileyebiliyor. Memorial Ataşehir ve Hizmet Hastaneleri Genel Cerrahi ile Meme ve Endokrin Cerrahi Bölümü’nden Prof. Dr. Bülent Çitgez, “4 Şubat Dünya Kanser Günü” öncesinde kanser hakkında doğru bilinen yanlışlar konusunda bilgi verdi.

Pause Dergi

Prof. Dr. Bülent Çitgez

1-Kanser bulaşıcıdır?

Yanlış! Kanser bulaşıcı bir hastalık değildir. Kanser, bakteri ya da virüsle oluşmadığı için kişiden kişiye hava ya da temas yoluyla bulaşmamaktadır.

2-Kanser belirti vermeden ortaya çıkar?

Yanlış! Her tümör ve her kanser aynı şekilde gelişmemektedir. Bazı kanser çeşitleri hemen vücudun yüzeyinde olduğu için, çok erken evrede bile belirti verebilmektedir. Özellikle meme, testis, lenf bezleri veya yumuşak doku tümörlerinde cilt altında şişlik ilk belirtiler olabilmektedir. Ancak akciğer gibi vücudun içinde ya da karın içi bölgesinde oluşan tümörler ileri evrelerde ortaya çıkabilmektedir. Bu nedenle erken teşhis için senelik rutin kontrollerin hayati önemi bulunmaktadır.

3-Mamografi çektirmek meme kanserine neden olur?

Yanlış! Her ne kadar halk arasında mamografinin meme kanserine neden olabileceği gibi bir inanış olsa bile tıp literatüründe bu şekilde bir bilgi bulunmamaktadır. Yapılan birçok bilimsel araştırmada mamografinin kanseri tetiklediği ya da zemin hazırladığı yönünde bir bilgi mevcut değildir. Tam tersine yapılan rutin mamografi tetkikiyle meme kanserinin erken evrede tespit edilmesi sağlanmaktadır.

4-Biyopsi kanserin yayılmasına neden olur?

Yanlış! Kanser ve biyopsi hakkında bu bilgi de doğruyu yansıtmamaktadır. Biyopsi kanserin yayılmasına neden olmamaktadır. Bu yanlış bilginin doğru olduğu düşünülse bile biyopsi yapıldıktan sonra hemen kanser tedavisine başlanacağı için kanserin yayılmasına fırsat bile olmayacaktır.

5- “Ailemde kanser hastası yoksa risk altında değilim”

Yanlış! Bazı kanser türleri kalıtsal olabilmektedir. Ancak meme kanseri örneğinden yola çıkacak olursak hastaların büyük bir çoğunluğu ailesinde kanser olmayan kişilerden oluşmaktadır. Bu nedende ailesinde kanser olmayan kişilerin kanser olmayacağı bilgisi doğru değildir. Ancak ailesinde kanser hikayesi olan kişilerin kanser bakımından daha dikkatli olması gerekmektedir. Bu nedende rutin sağlık kontrollerinin ihmal edilmemesi önemlidir.

6- “Erkeklerde meme kanseri olmaz”

Yanlış! Erkeklerde de meme kanseri vakaları görülmektedir. Erkek meme kanseri oranı kadınlara oranla çok daha düşüktür. Her 100 kadın meme kanserine karşılık 1 tane erkek meme kanseri vakası görülmektedir.

7- “Bitkisel destekler, kemoterapiden daha etkili”

Yanlış! Yapılan bilimsel çalışmalarda bitkisel ürünlerin kemoterapi yerine kullanılmasının faydasının olmadığı ortaya konulmaktadır. Hastalar antioksidan özellikleri nedeniyle kemoterapinin yan etkilerini azaltmak için kullanılan zerdeçal, propolis, çörek otu yağı gibi bitkisel ürünler kullanabilmektedir. Ancak destek amaçlı da olsa kullanılan bitkiler kemoterapi ilaçlarının etkinliğini azaltabilmektedir.  Bu nedenle, kemoterapi ile birlikte kullanımı sonucunda ilaç etkileşimine yol açabileceği, kemoterapi etkinliğini azaltabileceği ya da yan etkisini arttırabileceği unutulmamalı ve kemoterapi sürecinde beraber kullanılmamalıdır.

8- “Meme kanseri oldum, mememi kaybedeceğim”

Yanlış! Günümüzde meme kanseri ameliyatlarında meme koruyucu cerrahi ön plana çıkmaktadır. Gelişen teknoloji ve kemoterapi yöntemleri sayesinde ileri evre ileri evre meme kanserlerine bile meme koruyucu cerrahi uygulanabilmektedir. İleri evre meme kanserlerinde kemoterapi tedavileri uygulanarak evre küçültülmekte arkasından meme koruyu cerrahi yapılabilmektedir. Meme içinde yaygın tümörlerde bile Subkutan Mastektomi denilen memenin içinin boşaltılıp silikon yerleştirildiği cerrahi yöntemlerle meme korunabilmektedir.

9- “Tedavi olsam da kanser geri gelir”

Yanlış! Erken evrede teşhis konularak tedavi olan hastalarda başarı oranı artmaktadır. Tedavinin ardından özellikle 5 sene sonra kanser riski hiç kanser olmamış kişilerle neredeyse aynıdır. Ancak daha önce hiç kanser olmamış kişilerde bile kanser olma riski varken, kanser hikayesi olan kişilerin riskinin daha fazla olduğu da bilinmektedir.

10- “Emziren kadınlar meme kanseri olmaz”

Yanlış! Maalesef meme olan her yerde meme kanseri gelişebilir. Emziren kadınlarda hormonal durumlardan dolayı meme kanseri riski azalmaktadır. Riskin azalması emziren kadınların meme kanseri olmayacağı anlamına gelmemektedir. Bu nedenle hangi dönemde olunursa olunsun memede kitle varlığında zaman kaybetmeden bir uzmana başvurulmalıdır.

Kansere karşı etkili yöntemler

Kansere karşı etkili yöntemler

Kanserin görülme oranı tüm dünyada giderek artıyor. Dünyada her yıl 20 milyon, ülkemizde de yaklaşık 230 bin kişiye kanser tanısı konuyor. Üstelik kanser en sık görülen ölüm nedenleri arasında kalp ve damar hastalıklarından sonra ikinci sırada yer alıyor. Dünyada her yıl 10 milyon kişi kanser nedeniyle hayatını kaybediyor. Yaklaşık her üç kanserden 1’inden de beş önemli risk faktörü sorumlu oluyor: Fazla kilolu ya da şişman olmak, meyve ve sebzeyi az tüketmek, hareketsiz yaşam sürmek, sigara ile alkol tüketmek. Dolayısıyla yaşam alışkanlıklarında yapılacak olan değişimlerle kanser riskini azaltmak mümkün olabiliyor. Öyle ki yapılan araştırmalara göre; risk faktörlerine karşı önlem alındığında kanser gelişimi yüzde 30-40 gibi önemli bir oranda önlenebiliyor.

Acıbadem Ataşehir Hastanesi Tıbbi Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Hüseyin Engin, sigara kullanımının kanser için en önemli risk faktörü olduğuna dikkat çekerek, “Sigara içmeyen bir toplum oluşturabilirsek akciğer kanserlerinin neredeyse yüzde 90’ından daha fazlasını önleyebiliriz. Sigara içmeyen bir toplumda akciğer kanserinin yanı sıra baş boyun kanserleri, yutak borusu, mide, pankreas, böbrek, mesane, lösemi ve hatta meme kanseri gibi birçok kanser türünde azalma görülecektir” diyor. Tıbbi Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Hüseyin Engin, kanserden korunmamız için almamız gereken önlemleri anlattı; önemli öneriler ve uyarılarda bulundu.

Pause Dergi

Prof. Dr. Hüseyin Engin

Haftanın 5 günü tempolu yürüyün!

Kansere karşı korunmada düzenli egzersiz yapmak büyük önem taşıyor. Zira, düzenli ve doğru uygulanan egzersizler; metabolizmayı olumlu etkiliyor, bağışıklık sistemini güçlendiriyor, fazla kilolardan kurtulmamıza destek oluyor ve stresi azaltıyor. Yapılan çalışmalarda, haftada 5 gün 30’ar dakika tempolu yürüyenlerde; meme, kalın bağırsak, rahim ve prostat kanseri daha az görülmüş. Bu nedenle haftanın iki- üç günü günde bir saat ya da haftanın beş günü 30’ar dakika yürümeyi alışkanlık edinin. Yürüyüşün yanı sıra yüzmek, bisiklet sürmek ve tenis gibi aktiviteler de sağlığımızı olumlu etkileyen egzersizler arasında yer alıyor.

Fazla kilolarınızdan kurtulun

Yapılan çok sayıda araştırma, fazla kilo ve obezitenin pek çok kanser türünü tetiklediğini gösteriyor. Östrojen ve insülin de dahil olmak üzere, bazı hormonların kanda yüksek düzeyde olması belirli kanserlere yakalanma riskini arttırabiliyor. Araştırmalar, obezite ve fiziksel aktivite yetersizliğinin özellikle meme, kolon, yemek borusu, karaciğer ile rahim kanserlerine yakalanma riskini yüzde 20-25 oranında artırdığını gösteriyor. Bu nedenle sağlıklı beslenme ve düzenli fiziksel aktiviteyle ideal kilonuza kavuşmanız büyük önem taşıyor.

Sigarayı hemen çöpe atın

Sigara başta akciğer kanseri olmak üzere pek çok kanser türünün gelişmesine yol açan en önemli etken. Yapılan bilimsel çalışmalar, akciğer kanserinin yüzde 90’ının sigara ve tütün ürünlerinin kullanımına bağlı olarak geliştiğini ortaya koyuyor. Ayrıca sigara ve tütün kullanımı en az 10 farklı kanserin oluşmasında doğrudan ya da dolaylı olarak etkili oluyor. Zira sigara dumanında dört binden fazla kimyasal madde yer alıyor ve bunlardan en az 250’sinin zararlı olduğu ve 50’den fazlasının da kansere yol açtığı biliniyor.

Sağlıklı ve dengeli beslenin

Günde en az 5 porsiyon sebze ile meyve tüketin ve kanser riskini artıran gıdalardan uzak durun. Örneğin kırmızı eti haftada en fazla yarım kilo ile sınırlandırın. Bunun yerine; balık, tavuk ve hindi gibi beyaz etleri tercih edin. Bakla, kuru fasulye, nohut, börülce ile mercimek gibi bitkisel proteinleri sofranızdan eksik etmeyin. İşlenmiş tahıl ürünleri yerine tam buğday, tam çavdar, tam yulafı tercih edin. Tuz alımınızı günde 2-3 gram ile sınırlayın. Mevsiminde olmayan sebze ve meyvelerde kanser gelişme riskini artıran hormon takviyesi ve kimyasallar daha fazla kullanılıyor. Bu nedenle sebze ile meyveleri mevsiminde tüketin.

Etleri mangalda pişirmeyin

Etleri kısa zamanda yüksek ateşte pişirmek gibi yöntemlerden kaçınmanız da önem taşıyor. Örneğin mangal yöntemini tercih etmeyin. Zira pişirme sırasında ortaya çıkan polisiklik aromatik hidrokarbonlar kanser riskini artırıyor. Yine de mangal kullanacaksanız etleri yakmamaya dikkat edin. Kanserden korunmak için en ideali yemekleri buğulama ve buharda gibi geleneksel yöntemler ile pişirmek.

İşlenmiş ürünlerden kaçının

Kanserden korunmak için işlenmiş ürünlerini mümkün olduğunca tüketmeyin. Tıbbi Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Hüseyin Engin, gıdaların dayanıklılığını artırmak için besinlerin bir takım işlemlere tabi tutulabildiklerine dikkat çekerek, ”Örneğin işlenmiş balık ürünlerindeki polikloronil bifenil ve diğer besinlerde kullanılan sodyum benzoatin kanser riskini artırabildiği yapılan çalışmalarda ortaya konmuş. Ayrıca sosis, salam, sucuk ve jambon gibi işlenmiş et ürünlerini mümkün olduğunca az tüketin.” diyor.

Alkollü içecekleri bırakın

Alkol tüketimi baş-boyun bölgesi, yemek borusu, karaciğer, kalın bağırsak, pankreas ve meme kanserinin bilinen sebeplerinden. Özellikle sigara ile beraber alkol almak kanser riskini oldukça yükseltiyor. Prof. Dr. Hüseyin Engin, “Alkolün alım süresi ve günlük tüketilen miktarı arttıkça kanser riski de artıyor. Ancak alkol kullanımı ile ilgili güvenli bir eşik yok. Dolayısıyla alkollü içecekleri hiç tüketmemeniz en doğrusudur.” diyor.

Enfeksiyonlara karşı ‘önlem’ alın

Dünyada her beş kanserden biri kronik enfeksiyonlara bağlı gelişiyor. Örneğin helicobacter pylori bakterisi mide kanserine, hepatit B virüsü karaciğer kanserine, herpes grubu bazı virüsler de cilt ile rahim ağzı kanserine yol açabiliyor. Tıbbi Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Hüseyin Engin, “Aslında enfeksiyonların çoğu önlenebiliyor veya tedavi edilebiliyorlar. Dolayısıyla enfeksiyonlardan korunmak için önlem alınmalı, hastalık geliştiyse kronikleşmemesi için zaman kaybetmeden bir hekime başvurulmalı.” diye konuşuyor.

Pause Dergi

Aşıları ihmal etmeyin

Kanserden korunmak için dikkat etmeniz gereken bir başka önemli nokta da ‘aşılarınızı düzenli yaptırmak’ olmalı. Risk altında iseniz veya Hepatit B’nin sık görüldüğü yerlerde yaşıyorsanız, Hepatit B aşısı olmanız karaciğer kanserinden korunmanız için çok önemli. Human Papilloma Virüsünün (HPV) belirli tipleri de kadınlarda rahim ağzı (serviks) kanseri gibi bazı kanser türlerinin gelişme riskini artıyor. Dünya Sağlık Örgütü; rahim ağzı kanserine karşı 9-13 yaşlarındaki kız çocuklarına aşı yapılmasını öneriyor.

Düzenli ve kaliteli uyku şart

Uykusuzluk da kanser riskini artıran önemli etkenler arasında yer alıyor. Uyku sırasında bağışıklık sisteminin güçlü olmasında rol oynayan birçok hormon salgılanıyor. Ayrıca vücutta gelişen kanser hücrelerinin önemli bir bölümü bağışıklık hücreleri tarafından uyku sırasında yok ediliyor.  Dolayısıyla düzensiz ve kalitesiz uyuduğumuzda hormonlar ile metabolizmamız işlevlerini yerine getiremeyince, kanserin gelişme riski artıyor.

Tarama programlarını aksatmayın

Herhangi bir yakınma olmasa bile tarama testlerinin düzenli olarak yaptırılması yaşamsal önem taşıyor. Bu amaçla 50 yaşından sonra, kansere dönüşebilen poliplerin saptanması ve tedavisi için 5-10 yılda bir kolonoskopi yapılması, 30 yaşından sonra 5 yılda bir PAP Smear ve HPV DNA testi ile rahim ağzı kanseri oluşumu için risk oluşturan CIN lezyonlarının saptanması ve tedavisi son derece önemli. Yine 40 yaşından sonra 2 yılda bir yapılacak olan mamografi tarama ile meme kanseri için öncül lezyonların saptanması mümkün oluyor.

Kış güneşine dikkat!

Son yıllarda, yetersiz D vitamini alımı ile bazı kanser türleri dahil pek çok hastalığın gelişme riski arasında ilişki olduğu biliniyor. Prof. Dr. Hüseyin Engin, “D vitamininin en iyi kaynağı ise güneşten sağlanan ultraviyole ışınlarıdır. Gereksinimin yüzde 90’ı bu şekilde karşılanabiliyor. Deride D vitamini oluşabilmesi için vücudun eller, kollar, bacaklar ve yüz gibi en az yüzde 25’lik kısmının 15-20 dakika süre ile güneş ışınlarının dik olarak gelmediği sabah saat 10:00’dan önce, öğleden sonra 16:00’dan sonra güneş ışınlarıyla temas edilmesi gerekiyor” diyor.

Ancak vitamin D’nin temel kaynağı olan güneşin kış ayları da dahil olmak üzere fazlası ve özellikle UV ışınlarının güçlü geldiği 10:00 – 16:00 saatleri arasında maruz kalınması zararlı oluyor. “Çünkü UV ışınlarının deri kanseri ve malign (kötü huylu) melanom gibi insan sağlığı üzerine ciddi zararları vardır” uyarısında bulunan Prof. Dr.Hüseyin Engin, “Bu saatler arasında güneşin altında kalınmamalı, kalınması gerekiyorsa da gerekli önlemler alınmalı. Güneşten korunma en iyi şekilde gölgelik yerler, güneş gözlüğü, uygun giysi ve şapka ile sağlanıyor. Güneş kremi de yüz ve eller gibi vücudun güneşe maruz kalan kısımları için gerekli oluyor.” diye konuşuyor. Ayrıca kozmetik amaçlı ultraviyole (örneğin solaryum) ışınlarına uzun süre maruz kalmak da tehlikeli oluyor.

Tiroid kanserinin belirtileri

Tiroid kanserinin belirtileri

Tiroid kanseri tüm kanserlerin %3’nü oluşturuyor. Yapılan araştırmalar 2020 yılında 586 bin yeni hastaya tiroid kanseri tanısı konulduğunu gösteriyor. Tiroid kanseri görülme sıklığı her geçen yıl giderek artarken, kadınlarda erkeklere oranla daha sık ortaya çıkıyor. Medstar Antalya Hastanesi Tıbbi Onkoloji Bölümü’nden Prof. Dr. Ayşegül Kargı, tiroid kanseri hakkında bilinmesi gerekenleri anlattı.

Tiroid bezi boynun ön kısmında yer alan bir iç salgı bezidir ve tiroid kelebek şeklinde bir rgandır. Tiroid bezi tiroid hormonu salgılar ve kana verir. Tiroid hormonları kan basıncını, kalp hızını, vücut ısısını ve metabolizmayı düzenleyen hormonlardır. Tiroid kanseri, tiroid bezi dokularında kanserli hücrelerin oluşması sonucunda gelişir. Kesin nedeni bilinmese de; genetik mutasyonlar, yetersiz iyot alımı ve yüksek radyasyona maruz kalmak tiroid kanseri görülme sıklığını artırmaktadır.

Prof. Dr. Ayşegül Kargı

Tiroid kanseri belirtileri şu şekilde olabilir:

 Tiroid bezinde ortaya çıkan şişlik

  1. Bezde büyüme
  2. Tiroidin şişmesine bağlı ses kısıklığı
  3. Yutmada güçlük
  4. Nefes darlığı
  5. Öksürük

Doğru tanı için modern görüntüleme yöntemlerinden yararlanılıyor

Tanıda görüntüleme yöntemi olarak ultrason ve sintigrafik yöntemler kullanılılır. Ultrasonda nodüler lezyonun sınırlarının düzensiz oluşu, mikrokalsifikasyon, hipoekoik görünüm, yaygın damarlanma tiroid kanseri olasılığını düşündürür. Biyopsi ile kanser teşhisi doğrulanmalıdır. Takiben vücuttaki yayılım tespit etmek amaçlı PET BT kullanılmaktadır.

 Tiroid kanseri tipleri aşağıdaki şekildedir;

Papiller tiroid kanseri: Tiroid kanserlerinin yaklaşık % 80’ni papiller tiroid kanserleri oluşturmaktadır. Papiller tiroid kanserinin en sık nedeni çocukluk yaş grubunda radyasyona maruz kalmaktır. Sıklıkla lenf yolu ile yayılmaktadır.

Foliküler tiroid kanseri: Tiroid kanserlerinin %5-10’nu oluşturmaktadır. Genellikle iyot alımının yetersiz olduğu bölgelerde görülür. Görülme sıklığı iyot alımının artırılması ile azalmıştır. Uzak metastaz hastaların %10-15 de görülmektedir.

Medüller tiroid kanseri: Bir nöroendokrin tümör olup tiroidin parafolüküler hücrelerinden kaynaklanır. %2-5 oranında görülmektedir. %25 ailevi genetik geçişlidir.

Anaplastik tiroid kanseri: Tüm tiroid kanserlerinin %1’ni oluşturur. Çok hızlı seyir gösterir, genellikle 60 yaş üzerinde görülür. En sık akciğer metastaz yapmaktadır.

Cerrahinin ardından hastaya tiroid hormon tedavisi veriliyor

Tanı konulduktan sonra uygulanan ilk tedavi yöntemi cerrahidir. Tiroid bezindeki kanserin durumuna göre bazen bezin bir kısmı bazen de tamamı ve etrafındaki lenf nodları ile birlikte çıkarılmaktadır. Cerrahinin ardından tekrar bir görüntüleme yapılıp tekrarlama riski yüksek olan hastalarda radyoaktif iyot tedavisi uygulanmaktadır. Tiroid bezinin alınması nedeni ile hormon kaybını telafi etmek için hastaya tiroid hormon tedavisi verilmektedir.

Akciğer kanserinde tedavinin başarı oranı yüzde 70’lere varıyor

Akciğer kanserinde tedavinin başarı oranı yüzde 70’lere varıyor

Akciğer kanseri, dünyada olduğu gibi ülkemizde de kanserden ölümler arasında ilk sırada yer alıyor. Dünyada her yıl 2 milyondan fazla, ülkemizde de 40 bini aşkın kişide, ‘akciğer kanseri’ teşhis ediliyor. Sigaranın en önemli risk faktörü olduğu akciğer kanseri günümüzde en korkulan kanser türlerinden biri olsa da, tanı ve tedavisinde yaşanan önemli gelişmeler sayesinde hastaların yaşam süreleri uzatılırken, yaşam kaliteleri de artırılıyor. Acıbadem Maslak Hastanesi Göğüs Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. Semih Halezeroğlu, kapalı bir ameliyat tekniği olan Tek Port VATS yönteminin özellikle son dönemlerde hasta ve hekimler tarafından sıklıkla tercih edildiğini belirtiyor. Tanı ve tedaviyi aynı operasyonda birleştiren yöntem, daha az ağrıya yol açması ve ameliyat sonrası hızlı iyileşme sürecine olanak tanıması nedeniyle de diğer teknikler arasında öne çıkıyor.

Pause Dergi

Prof. Dr. Semih Halezeroğlu

Yıllık taramalar ölüm oranını azaltıyor

Başlangıç aşamasında akciğer kanserinin fazla şikayete yol açmadığına değinen Göğüs Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. Semih Halezeroğlu zamanla ortaya çıkan belirtileri “öksürük, halsizlik, iştahsızlık, zayıflama, vücudun farklı yerlerinde ağrılar, ses kısıklığı, yüzde şişme, yutma zorluğu, öksürükle ağızdan kan gelmesi gibi durumlar” olarak sıralıyor. Prof. Dr. Semih Halezeroğlu akciğer kanserini, henüz belirtilerin görülmediği erken aşamada yakalamanın önemine değinerek, özellikle 50-80 yaş arası kişiler ile uzun süre sigara içen ancak 15 yıldan önce bırakmış olanlara yılda bir kez düşük doz tarama amaçlı tomografi çekilmesini öneriyor. Çünkü bu tarama programları sayesinde erken tanı konulabiliyor, böylece akciğer kanserine bağlı ölümler azalıyor.  Erken evrede tedavi oranının çok başarılı sonuçları olduğundan bahseden Prof. Dr. Semih Halezeroğlu, “Bu evrede en yaygın ve temel tedavi yaklaşımı, cerrahi girişimle tümörü çıkartmak. Bugün tıp teknolojilerinin geldiği noktada kapalı ameliyatlar sayesinde yüzde 70’e varan başarılı tedavi sonuçlarından söz edebiliyoruz” diyor.

Tek Port VATS yöntemiyle tanı ve tedavi aynı anda

Kapalı ameliyatlar arasında son dönemde Tek Port VATS yönteminin öne çıktığına dikkat çeken Prof. Dr. Semih Halezeroğlu, göğüs kafesine açılan küçük bir kesi ile tüm işlemin gerçekleştirildiğini ifade ediyor. Tek Port VATS en çok ameliyat sonrasında hastaların solunumunu çok rahat yapabilmeleri ve bağışıklığı düşürmemesi nedeniyle tercih ediliyor. Üstelik bu yöntemle tanı ve tedavi işlemleri aynı operasyonda yapılabildiği için patoloji incelemesi tümörün kötü huylu olduğunu gösterirse o sırada hekim müdahalesiyle hasta vakit kaybetmeden tedavi edilebiliyor.

“2 ya da 3 değil, tek kesi”

Akciğer kanseri ameliyatları, kaburgaların açıldığı ‘açık ameliyatlar’ ve göğüs boşluğu açılmadan, kaburgalar arasında gezdirilen kamera görüntüleriyle yapılan ‘kapalı ameliyatlar’ olmak üzere 2 grupta toplanıyor. Kapalı ameliyatların da kendi içinde standart VATS, robotik yöntem ve Tek Port VATS yöntemi olmak üzere 3’e ayrıldığını belirten Prof. Dr. Semih Halezeroğlu “Standart VATS ve robotik yöntemde göğüs boşluğunda açılan 2 veya 3 kesi üzerinden ilerleniyor. Genel anesteziyle yapılan Tek Port VATS yönteminde ise 2-3 cm arasındaki tek bir kesiden giriliyor. Cerrahi kamera aracılığıyla hastalıklı bölgeden sağlanan görüntüleri ekranda değerlendirirken, aynı kesiden operasyon gerçekleştiriyor” diyor.

Pause Dergi

Hastanın iyileşme süreci kısalıyor

Göğüs kafesinde kalp, akciğer ve büyük damarlar bulunduğu için bu hassas bölge vücudun diğer bölgelerine oranla çok daha fazla koruyucu sinir ağları ile çevrili. Bu nedenle bu hayati alanda yaşanan en küçük bir sorunda bile ağrı oluşuyor. Dolayısıyla ameliyatlarda göğüs kafesinde ne kadar az kesi olursa, sinirlerde o kadar az tahribat ve o kadar az ağrı ortaya çıkıyor. Kesi ne kadar çok olursa ameliyat sonrasında ağrı, soluk alıp verirken zorluk, günlük rutine geçiş süresinin uzaması ve bağışıklıkta zayıflama ihtimali de o oranda artıyor. Göğüs Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. Semih Halezeroğlu, tek kesi imkanı sunan Tek Port VATS’ın sağladığı avantajları, “Kısa ameliyat süresi, düşük komplikasyonlar, kanama miktarının azlığı, ameliyat sonrasında çok rahat solunum yapılabilmesi sayesinde zatürre ve akciğer sönmesi riskinin en aza inmesi, ameliyat sonrasında yoğun bakım süresinin azalması, bağışıklık sisteminin çok az zarar görmesi sayesinde hastanın kanserle daha güçlü mücadele edebilmesi, kozmetik açıdan daha az sorun yaşanması, kısa sürede taburcu olunabilmesi, sonrasında daha az ağrı şikayeti ve gündelik rutine dönme süresinin çok daha kısa olması” olarak sıralıyor.

 

Her morluğu çocuğun hareketliliğine bağlamayın!

Her morluğu çocuğun hareketliliğine bağlamayın!

Halk arasında ‘kan kanseri’ olarak bilinen lösemi çocukluk çağının en sık görülen kanserlerinin başında geliyor. Acıbadem Altunizade Hastanesi Çocuk Hematolojisi ve Çocuk Onkolojisi Uzmanı Prof. Dr. Cengiz Canpolat, löseminin teşhisindeki en önemli sorunun erken anlaşılamaması olduğunu belirterek “Hastalığın erken tanısı zordur çünkü birçok hastalıkla karışabilir. Hatta çocukluk çağının kendine özgü hareketliliğinin neden olabildiği yorgunluk ve bacaklarda bir yere çarptığı düşüncesine yol açan morluklar önemsiz olabildikleri gibi, bu ciddi hastalığın ilk sinyalleri de olabilir. Bu nedenle ebeveynlerin çocuklarındaki bazı olağan dışı durumlara dikkat ederek, zaman kaybetmeden hekime başvurması çok önemlidir” diyor. Lösemiye karşı toplumsal farkındalığın az olduğunu belirten Prof. Dr. Cengiz Canpolat, 2-8 Kasım Lösemili Çocuklar Haftası kapsamında yaptığı açıklamada, lösemide ihmale gelmez belirtileri anlattı, tedavideki son gelişmelere yönelik açıklamalar yaptı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

Pause Dergi

Prof. Dr. Cengiz Canpolat

  • Bacağın üst tarafında morluklar

Löseminin çocukluk çağı kanserlerinin yüzde 25-30’unu oluşturduğunu, bu bakımdan çocuklarda en sık görülen kanser türü olduğunu belirten Prof. Dr. Cengiz Canpolat, hastalığın en sık 2-5 yaş aralığında ortaya çıktığını söylüyor. Ebeveynlerin çocuklarının vücutlarındaki morluklara dikkat etmeleri gerektiğini vurgulayan Prof. Dr. Cengiz Canpolat şöyle konuşuyor: “Her morluk çocuğun hareketli olmasına ve yaramazlığa bağlanmamalıdır. Vücutta çok sayıda kendiliğinden veya hafif darbe ile meydana gelen morluklar önemsiz olabildiği gibi bu ciddi hastalığın sinyalleri de olabilir. Altında kemik bulunan yüzeylerde örneğin kol ve bacaklardaki morluklar darbeye bağlı olabilir ancak yumuşak bölgelerdekiler anlamlıdır ve doktora gösterilmelidir. Çok hafif bir darbeyle kocaman bir morluk oluşması da normal değildir ve zaman kaybetmeden doktora başvurulmalıdır.”

  • Burun ve diş eti kanamaları

Lösemi kan hücrelerini etkileyen bir hastalık olduğundan çeşitli kanamalara yol açabiliyor. Örneğin; çocukların vücudunda geçmeyen küçük noktasal kanamalar ile burun ve dişeti kanamalarına karşı dikkatli olmak gerekiyor. Yapılan araştırmalara göre, löseminin en önemli belirtilerinden birinin uzun süren ve geçmeyen diş eti kanamaları olduğunu söyleyen Prof. Dr. Cengiz Canpolat anne babaların telaşa kapılmadan çocuklarını gözlemlemelerini ve doktora başvurmayı ihmal etmemeleri gerektiğini söylüyor.

Pause Dergi

  • Lenf bezlerinde büyüme ve ağrı

Acıbadem Altunizade Hastanesi Çocuk Hematolojisi ve Çocuk Onkolojisi Uzmanı Prof. Dr. Cengiz Canpolat, karaciğer, dalak ve lenf bezlerinin büyümesinin lösemi hastalığının belirtilerinden olabildiğini belirterek “Ayrıca uzun süren, nedeni belli olmayan ateş durumunda lösemiyi ekarte etmek için bazı testler yapılmalı, hasta yakından takip edilmelidir. Hastaların yaklaşık yüzde 25’inde de kol ve bacaklarda ağrılar görülebilir. Bu ağrılar romatizmal nedenlere veya hızlı büyümeye bağlanabilir ve bu da tanıda ve tedavide gecikmeye yol açan önemli bir nedendir. Bu nedenle uzun süren, ağrı kesicilere yanıt vermeyen kol ve bacak ağrıları büyüme ağrıları gibi yorumlanmamalı doktora başvurulmalıdır” diyor.

  • Çabuk yorulma

Çocukluk çağındaki hareketlilik beraberinde yorgunluğu da getirebiliyor. Ancak dikkat! Yorgunluğun çoğu zaman masum olsa da, bazen de löseminin önemli belirtilerinden biri olabildiğini söyleyen Prof. Dr. Cengiz Canpolat, “Lösemide kansızlığa bağlı olarak halsizlik, çabuk yorulma ve tende solukluk gibi belirtiler önemli sinyaller olabildiğinden, ebeveynlerin çocukları iyi gözlemlemesi ve olağandışı durumlarda zaman kaybetmeden en yakın sağlık merkezine getirmeleri çok önemlidir” diyor. Prof. Dr. Cengiz Canpolat, yapılan ön tetkiklerle lösemiden şüphelenilmesi durumunda çocuğun Pediatrik Hematoloji-Onkoloji bölümü bulunan bir merkezde değerlendirilmesi gerektiğini belirterek “Kesin tanı hastanın kemik iliğinin alınıp ilgili bölümlerde incelenmesi ile konur. Tanıda süratli olmak ve tedaviye mümkün olduğunca erken başlamak önem arz etmektedir” diye konuşuyor.