Yazılar

Pandemi döneminde ağız ve diş sağlığının korunması

Pandemi döneminde ağız ve diş sağlığının korunması

Tüm dünyayı etkisi altına alan koronavirüsün vücuda ilk olarak ağız ve iletilen bulaştığı bilinmektedir. Virüsün yayılma hızı ve hasar verme oranını azaltmak için ağız hijyeni ve sağlığına geri dönüş, sonuç için girişini sürmek için bir bariyer gerektirir.

Pandemi döneminde ağız bakımı ve hijyeninin tanıtım ile ilgili açıklamalarda bulunan Hospitadent Dental Group Pendik Şubesi Başhekimi Ömer Kadıoğlu, “Hepimizin bu ve rutinimizi değiştirmemiz gereken ve pandemi yeni alışkanlıklarımızıdu Bu yeni alışkanlıkda beden sağlığımızın bir parçası olan ve sağlığımızı korumak için hijyen bunun için mutlaka günde en az iki kez dişler fırçalanmalı, diş fırçasının erişemediği alanlardaki bakteri plağını uzaklaştırmak için diş ipi, ara yüz fırçası veya ağız gargarası kullanımı gibi ek uygulamaları için bunun sıraya girmeden önce ve sonra eller mutlaka etkili bir şekilde yıkanmalıdır “diye konuştu.

Hiçbir sağlık sorunu ertelenmemeli

Ayrıca pandemi planlanmış tedavilerin, bu baskı ihmal edilmemesi ve tamamlanması vurgulayan Hospitadent Dental Group Pendik Şubesi Başhekimi Ömer Kadıoğlu, “Hiçbir sağlık sorunu için ‘tedaviye gerek yoktur’ ya da sonra düzeltme ‘gibi bir bakış açısı değildir. Nedeni istemiyor gibi görünen sorunlar ileride tedavisi daha güç bir hal alabilir. Bu yüzden en doğru yöntemle işin uzmanından görüş almak ve tedavi planlamalarını hazırlamaktır. Ayrıca basit gibi görünen bir sağlık sorunu zamanında tedavi edilmez sonuç verebilmektedir ”dedi.

6 ayda bir diş muayenesi şartı

Diş doktoruna her 6 ayda bir muayene olmak için gitmek hem ağız sağlığınız hakkında bilgi sahibi olmanızı sağlamakta, hem de iyi gitmeyen bir durum var ise önlem alınmasını sağlamakta, tedavi etmek kolaylaştırmaktadır.

Pandemi sahasında başından beri Sağlık Bakanlığı dersleri takip ettik; Ağız, Diş Sağlığı Kuruluşları ve Sağlık Turizmi Derneği (ADİSSAD) ile ağız ve diş sağlığı sektöründe faaliyet gösteren diş hastaneleri, diş sağlığı, diş polikliniklerine en üst düzeye çıkarılması konusunda kadıoğlu, rekabete girdiklerini ve önerilerde bulundu;

Hastalar randevularına tam zamanında hastane araştırması kişilerle temasını en aza indirilmelidir. Önemli bir başka nokta da randevuya yalnız gidilmesi, bekleme salonunun kalabalıklaşması iltihaplı kişi sayısının artmasına sebep olabilir.

Bazı hastalarımız sadece diş tedavisi için yurt dışından gelmekte, bu durumda 14 gün kuralına uymalı ve toplumdan izole etmelidir.

Prostat kontrollerini ertelemek sorunu büyütüyor

Prostat kontrollerini ertelemek sorunu büyütüyor

Erkeklerde en sık görülen kanser türlerinde ikinci sırada yer alan prostat kanseri çoğunlukla sinsice ilerlediği için ancak düzenli kontroller ile erken tespit edilebiliyor. Acıbadem Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi ve Acıbadem Kozyatağı Hastanesi Üroloji Uzmanı Doç. Dr. Hakan Özveri, ileri yaşta erkeklerin önemli sorunlarından biri olan prostat hastalıklarının da pandemi sürecinde ihmal edilebildiğini belirterek “Son dönemde, tedavisi geciktirilen problemler arasında, prostat kanseri gibi hayati tehlikeye neden olan hastalıklar da bulunuyor. Hastalık sinsice ilerlediğinden hiçbir şikayetin göz ardı edilmeden zamanında doktora başvurulması büyük önem taşıyor” diyor. Üroloji Uzmanı Doç. Dr. Hakan Özveri, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

Tüm dünyayla birlikte ülkemizi de derinden etkileyen yüzyılın salgın hastalığı Covid-19 enfeksiyonu özellikle yaşlıların yaşam koşullarını çok daha güçleştirdi. Kronik hastalıklar nedeniyle risk grubunun en üst sırasında yer alan 65 yaş ve üzerindeki kişilerin bu süreci daha çok evde geçirmesi gerekiyor. Ancak bu durum da düzenli olarak sürdürülmesi gereken doktor kontrollerinin aksatılması ya da anlık ortaya çıkan sağlık şikayetlerinin göz ardı edilmesine yol açabiliyor! Acıbadem Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi ve Acıbadem Kozyatağı Hastanesi Üroloji Uzmanı Doç. Dr. Hakan Özveri erkeklerde en sık görülen kanser türlerinde ikinci sırada yer alan ve genellikle 50 yaşından sonra ortaya çıkan prostat hastalığının, çoğunlukla idrar yakınması olmadan sinsice ilerlediği için ancak düzenli kontroller ile erken tespit edilebildiğini vurguluyor. Tanının ardından geciktirilmeden tedaviye başlandığında yaşam kalitesi ve süresi açısından büyük fark oluştuğuna dikkat çeken Doç. Dr. Hakan Özveri, şöyle diyor: “Prostat kanseri teşhisi konulan erkeklerin çoğunlukla 60-65 yaşında sonra bu tanıyı aldıkları görülüyor. Ülkemiz açısından da toplumda kanser bilgi düzeyinin artması ve bununla beraber bireylerin kontrollerine belirtilen yaşlarda süratle başlamaları erken yakalanan prostat kanserlerinin sayısında artışa neden oluyor. Yaşı 70’in üzerinde olan erkeklerde ise prostat kanseri, yüzde 30 oranında gizli olarak seyrediyor.”

 Sinsice ilerliyor ama…

Başlarda çok belirti vermese de hastalarda “alt üriner sistem semptonları” olarak ifade edilen “idrar yapmada güçlük, idrar akışında zayıflama ve kesik idrar yapma, idrarı tam boşaltamama hissi, gece ve gündüz sık idrara gitme, ıkınarak idrar yapma ve idrar tutmada güçlük” gibi yakınmalar olabiliyor. Prostat kanserine bağlı ileri bulgulara “idrar ya da menide kan, cinsel ilişkide boşalma esnasında ağrı, kasık bölgesinde ağrı ve rahatsızlık hissi ile kemik ağrıları” belirtilerinin de eklendiğini anlatan Doç. Dr. Hakan Özveri, sertleşme bozukluğu gibi yakınmaların da dikkate alınması gerektiğini söylüyor.  Prostat bezindeki her büyümenin kanser olmadığını, bazen iyi huylu büyüme ya da iltihap nedeniyle sorunlar yaşanabildiğini belirten Doç. Dr. Hakan Özveri, “Bu nedenle muayenenin ardından kanda PSA (prostat spesifik antijen) testine bakılır. Muayene sırasında doktor prostatın dış yüzeyinde kanser açısından şüpheli sayılabilecek sertlik, düzensizlik gibi değişiklikleri kontrol eder” diyor. PSA değeri normal olsa bile muayenede şüphelenilen bulgular olması halinde multiparametrik prostat MR (mpMR) ile ileri değerlendirme yapıldığını kaydeden Doç. Dr. Hakan Özveri, “Son yıllarda giderek daha fazla kullanılan bu yöntem özellikle daha saldırgan tipte prostat kanserlerinin erken tanısında yüzde 80-90’a varan oranlarda erken tanısını mümkün kılıyor. Şüpheli durumlarda “füzyon biyopsi” uygulaması yapılıyor” diyor.

Tedavisi tanıya ve kanser türüne bağlı

Tanının ardından hastalığın türüne göre farklı tedavi yöntemlerinin gündeme geldiğini kaydeden Üroloji Uzmanı Doç. Dr. Hakan Özveri, “Greenlight, HOLEP, thulyum gibi lazer işlemleri iyi huylu prostat büyümesinde kullanılıyor. Erken evrede yakalanan prostat kanseri tedavisinde ise robotik, laparoskopik ve açık cerrahi yöntemler uygulanıyor. Hasta için en uygun yöntem tercih ediliyor” diye konuşuyor. Son yıllarda prostat kanseri tedavisinde meydana gelen yeniliklere de değinen Doç. Dr. Hakan Özveri, sözlerini şöyle sürdürüyor: “Prostat kanseri tedavisinde cerrahi, sadece erken evre hastalarda değil, daha sınırlı sayıda lenf bezlerine metastaz yapmış hastalarda dahi uzun vadeli yüz güldürücü sonuçlar sağlıyor. Cerrahi istemeyen ya da uygun olmayan hastalarda ışın tedavisi (radyoterapi) ve yanında hormonal tedavilerin verilmesi ile başarılı sonuçlar elde ediliyor. İleri evredeki prostat kanserlerinde bile hormonal tedavi ve kemoterapi sayesinde yaşam süresi uzuyor.” Pandemi koşulları nedeniyle acil olmadığı düşünülen kontrol, tedavi ve ameliyatların ertelenebildiğini belirten Doç. Dr. Hakan Özveri, “Örneğin iyi huylu prostat büyümesi olan hastalar idrar yapamayacak hale geliyor. Oysa bu hastalar pandemi ortamında bile gerekli tedbirlerin titizlikle uygulandığı sağlık kurumlarında tedavi görebilir” diyor.

Çocukların ruh sağlığını korumak yetişkinlerin sorumluluğunda

Çocukların ruh sağlığını korumak yetişkinlerin sorumluluğunda

Covid-19 pandemisi yetişkinler kadar çocuk ve gençlerin de ruh sağlığını etkilemeye devam ediyor. Artık eğitimlerini bile evde sürdüren çocuklar ve gençler, bu değişim sürecinde kendilerini ifade edemedikleri için ağlama, içe kapanma, öfke kontrolleri, saldırganlık gibi davranışlar gösterebiliyor. Bu süreçte çocuklar ve gençlerin ruh sağlığını korumak için yetişkinlere önemli sorumluluklar düştüğünü hatırlatan Psk. Ezgi Ünal, “Yetişkinler hem kendilerinin hem de çocuklarının ruh sağlığını korumak için hobilere zaman ayırmanın, çocuklarla aktiviteler yapmanın, kaliteli zaman geçirmek diye tabir ettiğimiz farkındalığa ve bilinçlenmeye yönelik geçirilen zamanların anahtar niteliğinde olduğunu unutmamalı” diyor.

Yetişkinlerin ruhsal açıdan sağlıklı bir hayat sürmesi büyük oranda geçirdikleri çocukluk dönemine bağlıdır. Kişinin çocukluk dönemindeki, problem ve travmalarının iyi bilinmesi gelecekte oluşacak sorunların çözümlenmesinde de yardımcı oluyor. “Sağlıklı bir yaşam ancak her gelişim döneminin tek tek tamamlanmasıyla mümkündür” diyen Psikolog Ezgi Ünal, kendine özgü özellikleri ve çatışmaları bulunan bu dönemlerin birinde problem yaşanırsa sonraki evrelerin de etkileneceği düşünüldüğünü belirtiyor.

Çocukluk döneminin karakterin temellerinin atıldığı yaşlar, gençlik döneminin ise bireyin yetişkinliğe ilk adımı attığı ve kimlik oluşumunun başladığı yıllar olduğunu hatırlatan Psk. Ezgi Ünal, gençlerin varlıklarını sorguladığı ve neden sorusunu kendilerine sıkça sorduğu gençlik döneminin önemli ruhsal hastalıkların ortaya çıkma riskini barındırdığına dikkat çekiyor. Psikolog Ezgi Ünal, yapılan araştırmaların çeşitli risk koşullarında bile çocukların önemli bir kısmında ağır bir ruhsal bozukluk olmadığını, ancak tüm çocukların yüzde 18’inde davranış problemleri olduğunu gösterdiğini söylüyor.

Covid-19 döneminde teknoloji bağımlılığı artış gösterdi

Tüm dünyanın savaştığı Covid-19 salgınının, yetişkinlerin hayatını etkilediği kadar çocuk ve gençler için de bilinmezlik barındırdığının ve kontrol edilmeyen bir problem haline geldiğinin altını çizen hatırlatan Psk. Ezgi Ünal, sözlerini şöyle sürdürüyor: “Yetişkinler gibi evde fazla vakit geçiren gençler daha çok teknoloji ve internetle iç içe… Üstelik eğitimlerini de online olarak sürdürüyorlar. Bu dönemde gençler ve çocuklar teknoloji bağımlılığı ve kaygı gibi olumsuz düşüncelerle baş etmeye çalışırken, maalesef duygularını yetişkinler gibi kelimelerle dile getiremiyor. Bunun yerine ağlama, içe kapanma, öfke kontrolleri, saldırganlık gibi davranışlarla kendilerini ifade etmeye çalışıyorlar. Bu süreçte çocuklar ve gençlerin ruh sağlığını korumak için yetişkinlere sorumluluklar düşüyor. Yetişkinlerin çocuklar ve gençlere rol model olarak televizyon, tablet ve telefon gibi teknolojik aletlerle sınırlı zaman geçirmesi gerekiyor. Çünkü bu dönemde teknoloji bağımlılığı artış gösteriyor. Yetişkinler hem kendilerinin hem de çocuklarının ruh sağlığını korumak için hobilere zaman ayırmanın, çocuklarla aktiviteler yapmanın, kaliteli zaman geçirmek diye tabir ettiğimiz farkındalığa ve bilinçlenmeye yönelik geçirilen zamanların anahtar niteliğinde olduğunu unutmamalı. Çocuklarımız toplumun güvencesi ve geleceği… Bu nedenle onların ruh ve beden sağlığı korumamız çok büyük önem taşıyor.”

“Ruh sağlığı pandemisi yaşıyoruz”

“Ruh sağlığı pandemisi yaşıyoruz”

Beykoz Üniversitesi Sosyal Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi, Klinik Psikolog Prof. Dr. Ebru Şalcıoğlu, Covid-19 pandemisi öncesi dünya üzerinde 600 milyona yakın kişide kaygı ve depresif bozukluklar olduğunu ve bu sayının pandemi süresince yaşam koşullarının etkilenmesiyle artmış olabileceğini belirtti. Kurumsal Esenlik Zirvesi’nde konuşan Şalcıoğlu, “Dünya Sağlık Örgütü’nün verilerine göre dünya üzerinde 264 milyon kişi kaygı bozukluklarından, 322 milyon kişi depresif bozukluklardan muzdarip. Covid 19 salgının yaşamımızdaki olumsuz etkileri nedeniyle bu sayılarda artış olması beklenir bir durum. Diğer yandan bu tabloya alkol bağımlılığı, yeme bozuklukları, travmatik olaylar sonrası ortaya çıkan stres sorunları gibi sorunları da dahil edersek ruh sağlığı sorunları yaşayan insanların sayısı çok daha artacaktır. Geldiğimiz duruma bir nevi ruh sağlığı pandemisi bile diyebiliriz” dedi.

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), Covid-19 virüsünün neden olduğu hastalığı ‘pandemi’ ilan edeli neredeyse bir yıl oldu. Covid-19 pandemisi sürerken bir yandan beden sağlığımızı korurken bir yandan da ruh sağlığımızı da korumamız önemli. Beykoz Üniversitesi Sosyal Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi, Klinik Psikolog Prof. Dr. Ebru Şalcıoğlu, “Dünya Sağlık Örgütü’nün verilerine göre dünya üzerinde 264 milyon kişi kaygı bozukluklarından, 322 milyon kişi depresif bozukluklardan muzdarip. Covid 19 salgının yaşamımızdaki olumsuz etkileri nedeniyle bu sayılarda artış olması beklenir bir durum. Diğer yandan bu tabloya alkol bağımlılığı, yeme bozuklukları, travmatik olaylar sonrası ortaya çıkan stres sorunları gibi sorunları da dahil edersek ruh sağlığı sorunları yaşayan insanların sayısı çok daha artacaktır. Geldiğimiz duruma bir nevi ruh sağlığı pandemisi bile diyebiliriz’ dedi.

“Psikolojik esenlik çok önemli”

Kurumsal Esenlik Zirvesi’nde konuşan Prof. Dr. Ebru Şalcıoğlu, ruh sağlığı yönünden psikolojik esenlik kavramını değerlendirdi. 16-19 Kasım 2020 tarihlerinde dört gün boyunca “wellbeing” yani “esenlik” kavramının konuşulduğu zirvede insancıl ve kapsayıcı şekilde çalışan bağlılığını artıran, verimliliği önemseyen ve daha sürdürülebilir bir iş hayatı için konuşmalara yer verildi. Şalcıoğlu konuşmasında modern dünyada insanların uyku dışındaki zamanlarının %60’ını çalışarak geçirdiğini ve sanayileşmiş dünyanın iş yerlerinde ruh sağlığı sorunlarının oldukça yaygın görüldüğüne işaret etti. Batı ülkelerinde yapılan araştırmaları özetleyen Şalcıoğlu 27 Avrupa ülkesinde, çalışanların %22’sinde iş stresinin ruh sağlığını olumsuz etkilediğini, İngiltere’de her altı çalışandan birinde anksiyete, depresyon, strese bağlı ruh sağlığı sorunu görüldüğünü açıkladı.

Üç boyutlu esenlik!

Ruh sağlığı sorunlarının çalışanların verimliliğini düşürerek iş hayatında ciddi maddi kayıplara yol açtığını söyleyen Profesör Şalcıoğlu “iş yerlerinde stres yönetimi, mindfulness (bilinçli farkındalık, şefkat eğitimleri düzenlenerek çalışan sağlığını destelemek olumlu sonuçlar yaratıyor. Ancak unutmamak gerekir ki ruh sağlığı sorunları geliştirmiş bir kişi bu eğitimlerden sınırlı fayda sağlayacaktır. Anksiyete ve depresyon gibi sorunlar psikolojik ve psikiyatrik tedaviler gerektirir” dedi. Esenlik kavramının önemini vurgulayan Şalcıoğlu “Ruh sağlığından bahsedildiği zaman çoğunlukla psikolojik sorunlar ve bozukluklar akla gelir. Oysa; ruh sağlığının tamamlayıcı bileşeninin esenlik olduğu unutulmamalıdır. Tam bir ruhsal sağlığa sahip olmak duygusal, psikolojik ve sosyal esenliğe sahip olmayı gerektirir. Duygusal esenlik mutluluk, olumlu duygular yaşama, haz almayı barındırırken, psikolojik esenlik bireyin yaşamın anlamı ve amacına dair bir anlayışla seçtiği doğrultuda kendi potansiyelini gerçekleştirmek için çaba göstermesini içerir. Sosyal esenlik ise kişinin toplumsal yaşama katılımı ve toplumun bir parçası olmasıdır’ dedi.

Ruh sağlımızı nasıl koruyabiliriz?

Tam bir ruh sağlığına sahip olmanın psikolojik sorunlardan arınmış ve esenliğe erişmiş olmakla mümkün olduğunu belirten Şalcıoğlu yaşamın farklı alanlarında bize yön verecek “değerler” benimsemenin ruh sağlığındaki önemini vurguladı. “Değerler, yaşamda bulduğunuz anlam, olmak istediğiniz kişi, yaşamınızın ardından bırakmak istediğiniz izdir. Örneğin, İyi bir ebeveyn olmak, iş yaşamında katkılarıyla fark yaratmak değerlere örnektir” diyen Şalcıoğlu bazı tavsiyelerde bulundu.

1-) Öncelikle yaşamınızı anlamlı kılan ve ona yön veren değerlerinizi tanımlayın.

2-) Gündelik yaşamınızı ve davranışlarınızı benimsediğiniz değerleri temel alarak yönlendirin.

3-) Gündelik yaşam içinde değerlerinizle uyumlu eylemlere farkındalıkla girin.

4-) Duygu ve düşünceleriniz süreçte size engel oluşturabilir. Bu iç engelleri anlamaya ve aşmaya yönelik çözümler üretmeye çalışın.

Turşunun gücünden faydalanın!

Turşunun gücünden faydalanın!

Bir yandan Covid-19 enfeksiyonu, bir yandan mevsimsel hastalıklar derken bağışıklık sisteminin güçlü olması her zamankinden çok daha önemli. Lezzetli olduğu kadar bağışıklığı güçlendirmeye katkı sağlamasıyla da öne çıkan besinlerden turşuya sofralarda yer vermek gerektiğini belirten Acıbadem Kadıköy Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Ece Öneş, “Turşu yararlı bakterilerden oldukça zengin bir besindir ve başta bağırsak sağlığı olmak üzere bağışıklığın güçlenmesinde, metabolizmanın hızlandırılmasında ve kan şekerinin dengelenmesinde sağlığa olumlu katkıları bulunur. Yapılan son bilimsel çalışmalar ise turşunun kanserden koruyucu etkilerinin de olabileceği yönündedir. Ancak bu kadar çok faydası bulunan bir besinin kurulması, saklanması veya tüketilmesi sırasında yapılabilecek birtakım hatalar yararlı bakterilerin yerine zararlı bakterilerin sayısını arttırarak sağlığı olumsuz etkileyebilmektedir” diyor. Beslenme ve Diyet Uzmanı Ece Öneş, turşu kurarken, tüketirken ve saklarken dikkat edilmesi gereken 10 önemli kuralı anlattı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

Turşu yapacağınız besinleri özenle seçin

Turşusunu kuracağınız meyve ve sebzelerin taze, zedelenmemiş ve kaliteli olmasına özen gösterin. Eğer çürümeye veya bozulmaya başlamış bir meyve veya sebzeyi turşu kurmak için kullanırsanız turşu oluşum mekanizmasında gerekli olan yararlı bakterilerin oluşmasını/ çalışmasını engelleyebilir ve zararlı bakterilerin artmasına neden olarak besin zehirlenmelerine yol açabilirsiniz.

Plastik yerine cam kapları kullanın

Turşunuzu kuracağınız kabın cam olmasına dikkat edin. Çünkü sağlığa uygun olmayan plastik kapların yapımında kullanılan kanserojen maddeler turşunun içerisine geçebilir ve bu durum sağlık için oldukça büyük bir risk yaratır. Sağlık için riskinin yanı sıra küresel ısınmayı arttırmamak için de plastik kullanımını en aza indirmemiz gerektiğinden turşu kurmak için en iyi tercihin cam kaplar olduğunu unutmamak gerekir.

Turşu kurmadan önce besin ve kap temizliğine dikkat edin

Turşu kurarken kullanacağınız besinlerin öncesinde çok iyi temizlenmiş olması gerekmektedir. Aynı şekilde kullanacağınız kap, kaşık, kepçe vb. malzemelerin de iyi temizlenmesi gerekmektedir ancak bu malzemelerde temizlik malzemesi kalıntısı da kalmamasına dikkat edilmelidir. Kalıntı temizlik malzemeleri sağlık için risk oluşturmakla beraber mayalanmanın oluşmasını da engeller.

İçme suyu kullanın

Besinlerinizi koyacağınız tuzlu salamura suyun temiz olması oldukça önemlidir. Bu nedenle güvenli olmayan kaynaklardan alınmış veya çok beklemiş suların içerisinde zararlı bakterilerin olduğu unutulmamalı ve turşu için asla kullanılmamalıdır. Temiz olmayan su ile hazırladığınız turşunun içerisinde zararlı bakteriler çok fazla üreyeceğinden besin zehirlenmelerine yol açabilir.

Tuzu kararında kullanın

Uzman Diyetisyen Ece Öneş “Turşu için tuz olmazsa olmazdır. Turşunun oluşum mekanizmasındaki yararlı bakterilerin üremesi ve zararlı bakterilerin oluşumunun engellenmesi için yeterli miktarda tuz varlığı çok önemlidir. Turşunun tuzu az konulduğunda yumuşama ve suda bulanıklaşma görülürken; tuzu fazla konulduğunda ise olgunlaşma süresi uzadığı gibi tadı da fazla tuzlu olacaktır. Bu nedenle hazırlanacak salamura suyunun 1 litre suya 80 gram tuz eklenerek (yüzde 8’lik tuzlu su) hazırlanması oldukça önemlidir” diyor.

Kaya tuzu tercih edin

Eğer turşunuzun yumuşamasını istemiyorsanız tuz tercihinizi kaya tuzundan yana kullanın. Sofra tuzuyla yapılan turşular kaya tuzuyla yapılan turşulara göre çok daha kısa sürede yumuşamaktadır. Kaya tuzu kullandığınızda da yüzde 8’lik (1 litre suya 80 gram kaya tuzu) tuzlu su hazırlamanız yeterli olacaktır.

Sirke ve limon tuzu kullanın

Eğer turşunuzu taze fasulye gibi asitliği az olan bir sebze veya meyveyle kuracaksanız turşu oluşumunu sağlayabilmek için daha fazla tuz koymanız gerekir. Ancak tuzu ne kadar arttırırsanız sağlık açısından o kadar risk oluşturacağından tuz yerine limon tuzu kullanarak aynı mekanizmanın gerçekleşmesini sağlayabilirsiniz. Turşu oluşumunda zararlı bakterilerin kontrolsüz üremesini engelleyen sirkeden de turşu yapımı sırasında destek alabilirsiniz.

Karanlıkta, uygun sıcaklık ve uygun sürede bekletin

Turşunuzu kurdunuz, sıra geldi bekletmeye. Turşunuzun karanlıkta ve 18-20 derecede beklemesi gerekmektedir. Eğer 20 derecenin üzerinde bir sıcaklıkta bekletilirse zararlı bakterilerin hızla artması söz konusuyken 18 dereceden daha düşük bir sıcaklıkta bekletilmesi ideal bir turşu oluşumunu engeller. En ideal bekletme süresi ise genellikle 4-6 haftadır.

Beyaz tabakayı takip edin

Sebze veya meyveleriniz mayalanmaya başladıktan sonra en üst kısımda oluşan beyaz tabakanın takip edilmesi ve görüldüğü anda hemen alınması gerekir. Bu tabaka hemen alınmazsa küf oluşmasına ve dolayısıyla turşunun bozulmasına neden olur. Eğer uygun oranda tuz eklenmediyse ve/veya uygun sıcaklıkta bekletilmediyse beyaz tabaka görülme olasılığı daha yüksektir.

Tüketirken dikkat!

Uzman Diyetisyen Ece Öneş “Turşunun sağlığa yararları oldukça fazladır ancak tuzlu bir besin olduğu ve sodyum içeriğinin yüksek olduğu unutulmamalıdır. Örneğin beyaz lahananın 100 gramında 12 mg sodyum bulunurken 100 gram lahana turşusunda yaklaşık 300 mg sodyum bulunmaktadır. Bu nedenle eğer hipertansiyon hastasıysanız, herhangi bir kalp-damar hastalığınız varsa, kronik böbrek yetmezliği hastasıysanız, sık sık ödem problemleri yaşıyorsanız veya mide problemleriniz varsa turşunun sık tüketilmesi size yarar sağlamadığı gibi zarar verecektir” diyor.

Antibiyotik içerken şunlara dikkat edin!

Antibiyotik içerken şunlara dikkat edin!

Covid-19 enfeksiyonunun tüm hızıyla devam ettiği bugünlerde, bir yandan da her sonbaharda olduğu gibi yine mevsimsel grip ve nezle gibi viral hastalıklar da kapıyı çalmaya başladı! Virüslerin neden olduğu hastalıkların en önemli özelliklerinin başında bulaşıcılığının çok fazla olması gelirken, tedavide bilinen bir ilacının olmaması da önemli bir sorun olarak karşımıza çıkıyor. Zira bu noktada pek çok kişi antibiyotiğe sarılarak fayda yerine daha fazla zarar görebiliyor! İşte, tüm dünyada 18 Kasım Antibiyotik Farkındalık Günü ile bilinçsiz antibiyotik kullanımının tehlikelerine karşı farkındalık yaratılması amaçlanıyor. Acıbadem Altunizade Hastanesi Göğüs Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Hacer Kuzu Okur “İnsanlık tarihinin önemli dönüm noktalarından biri; antibiyotiklerin bulunması ve böylece pek çok insanın hayatının kurtarılabilmesidir. Ancak enfeksiyonun nedeninin viral ya da bakteriyel kökenli olup olmadığının ayrımı için klinik ve laboratuvar testlerine ihtiyaç vardır. Antibiyotiklerin mutlaka hekim kontrolünde kullanılması gerekir, aksi takdirde çok ciddi zararlar verebilir” diyor. Prof. Dr. Hacer Kuzu Okur, bilinçsiz antibiyotik kullanımının 5 önemli zararını anlattı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

Direnç geliştiriyor

Antibiyotiğin aşırı ve yanlış kullanımı sonucu pek çok bakteri direnç geliştirmiştir. Yani antibiyotik işe yaramaz hale gelir. Bu durum enfeksiyonların tedavi edilememesine neden olur. Antibiyotikler gerekli olduğu zaman kullanılmalı ve önerilen tedavi zamanından önce kesilmemelidir.

Sindirim sistemini bozuyor

Bilinçsiz antibiyotik kullanımı; bulantı, kusma, şişkinlik ve karın ağrıları başta olmak üzere sindirim sisteminin dengesini bozarken, ishale yol açabilir. Ayrıca ağızda yara, diş renginde değişmeye neden olabilir.

Bağışıklık sistemine zarar veriyor

Bağırsak mukozamızdaki yararlı mikropları öldürerek mukozal bağışıklığı bozabilmekte ve yeni enfeksiyonların gelişmesine neden olabilmektedir. Alerjik hastalıkların ortaya çıkmasında artışa yol açabilir. Derideki kaşıntı ve döküntülerden başka öksürük nefes darlığı gibi ileri alerjik reaksiyonlara neden olabilir.

Metabolik sorunlara ve obeziteye yol açabiliyor

Özellikle çocukluk çağında yanlış kullanılan antibiyotikler bağırsak floramızı bozarak emilim sorunları yaratmakta ve diyabet hastalığı zemini oluşturup obeziteye neden olmaktadır.

Karaciğer ve böbrek yetmezliğine zemin hazırlıyor

Prof. Dr. Hacer Kuzu Okur ”Antibiyotikler vücuttan karaciğer ya da böbrek yolu ile atılır.  Pek çok ilaç karaciğer ve böbrek fonksiyonlarını bozmakta ve yetmezliğe neden olabilmektedir. Covid-19 enfeksiyonu ile mücadele ettiğimiz bugünlerde, bir yandan da sonbaharın kendine özgü hastalıkları ile karşı karşıya kaldığımızda hemen antibiyotiğe sarılmak fayda yerine zarar.

Fast Food geçici mutluluk, obezite ve depresyon getiriyor

Fast Food geçici mutluluk, obezite ve depresyon getiriyor

Pek çok insan hamburger, patates kızartması ve pizza gibi gıdaları tükettiği zaman kendini mutlu hissettiğini belirtiyor ancak bu iyilik hali yerini pişmanlık, kilo alımı ve hastalıklara bırakıyor. Yapılan araştırmalara göre fast food olarak adlandırılan gıdalarla beslenmek, kısa ve orta vadede duygu durum bozukluğu hatta depresyona sebep oluyor. Memorial Bahçelievler Hastanesi Obezite Tanı ve Tedavi Merkezi’nden Genel Cerrahi Uzmanı Doç. Dr. Murat Çağ, yanlış beslenmenin zararlı etkileri hakkında bilgi verdi.

Trans yağ obeziteye giden yolu kısaltıyor

Doymamış yağ asitlerinin tümüne trans yağ adı verilmektedir. Trans yağ, ürünlerin raf ömrünü artırmaya yarayan hidrojenize edilen endüstriyel bir yağdır. Trans yağlar doğal ürünlerde hemen hemen hiç bulunmamakla birlikte, yirminci yüzyıldan itibaren endüstriyel olarak üretilmektedir. Bu yağlar az miktarda tüketildiğinde bile hastalık yapma riski taşımaktadır. İşlenmiş gıdalar, kızartma yağları, margarinler, patates kızartması, fast food türü ürünler, bazı şekerler, hazır kurabiye, kekler, poğaçalar ve açma gibi ürünlerde trans yağ bulunmaktadır. Trans yağdan zengin gıdalar şeker ve kalori açısından da yüksektir.  Bu faktörlerle birlikte kötü kolesterol olan LDL’yi yükseltmektedir. Bu da diyabet, kalp-damar hastalıkları, kanser gibi pek çok hastalığa neden olmaktadır. Trans yağların bunların dışındaki sebep olduğu sorunlardan biri de, obezite hastalığı ve depresyona benzeyen duygu durum bozukluğudur.

Trans yağlar vücuda beslenme yoluyla veya kozmetik ürünlerle giriş yapmaktadır. Duygu durum bozukluğu ile kanser, kalp-damar hastalıkları, diyabet ve obezite problemleri beslenmeyle direkt ilgilidir. Trans yağlar, bağırsak duvarını tahrip ederek zararlı bakterileri artırır; bu da gerek sindirim sistemi gerekse nöropsikiyatrik sistem olmak üzere birçok soruna neden olmaktadır. Kişi trans yağları hayatından çıkardığında, bağırsak florasıyla birlikte bağırsak duvarını koruyup; birçok hastalığı engelleyebilmektedir.

Sağlıksız yiyecekler bağırsaklardan geçerek kana karışıyor
Trans yağların tüketimi bağırsaklardaki yararlı bakterilerin yerini zararlı bakterilere bırakmasına neden olmaktadır. Obezite hastalığına sebep olan kötü beslenme şekliyle bağırsak çeperindeki geçirgenlik artarak, normalde vücuttan atılabilecek zararlı maddeler kana karışmaya başlamaktadır. Kana karışan maddelerin bir kısmı karaciğerde depolanırken; bir kısmı da nörolojik sistemimize ulaşmaktadır. Buraya ulaşan zararlı bakteriler, başta immün, sindirim ve nöropsikiyatrik sistem olmak üzere pek çok probleme yol açmaktadır. İyi huylu bakterilerin sayısının azalması, bağırsak florasının bozulmasına ve hastalıkların artmasına neden olmaktadır. Kişi yaşamından bu etkenleri çıkararak; bağırsak florasının tahrip olmasına ve böylelikle sağlığının bozulmasına engel olabilmektedir.

Depresyon yeme biçimiyle doğrudan alakalı
Trans yağların tüketimi ile birlikte beynin hipotalamus bölgesindeki iletişim sistemi zamanla bozulmaya başlamaktadır. Bu durumda algılama güçleşmekte, yavaşlamakta ve duygu durumu depresyona yaklaşmaktadır. Genellikle bu durum çeşitli psikiyatrik tedavilerle onarılmaya çalışılsa da beslenme şekli atlanmaktadır. Oysa sürekli hüzünlü bir ruh hali daha çok yemek yeme isteğine sebep olmaktadır. Bu vücudumuzun ya da beynimizin küçüklükte öğretilen mutluluğu arama yöntemidir. Yemek yeme alışkanlıklarının ruh halini direkt olarak etkilediği bilinmektedir. Yapılan pek çok çalışma; rafine şekerler ve trans yağlardan yüksek bir beslenme şekli ile bozulmuş beyin fonksiyonu arasında bir ilişki olduğunu hatta depresyon gibi duygu durum bozukluklarının semptomlarının kötüleştiğini göstermiştir.

“Yedikçe mutlu oluyorum” demeyin

Fast food tüketiminin temelleri genellikle çocukluk çağında atılmaktadır. Ebeveynler, çocuklarına “Sınavdan başarılı olursan sana hamburger ısmarlayacağım” ya da “Yemeğini yersen sana cips, çikolata alacağım” söylemleriyle ödüller vermektedir. Bu da trans yağlı ürünlere olan alışkanlığın artmasına neden olmaktadır. Bunun yanında fast food türü gıdalar tamamen hazza yönelik üretilmektedir. Şekeri yoğun, trans yağdan zengin, tuzu fazla olan bu yiyecekler beyindeki ödül ve zevk merkezlerinde bulunan opiat ve dopamin reseptörlerini uyararak bağımlılığı artırmaktadır. Beyinde artan dopamin nedeniyle kişi kendisine ödül vermiş gibi görünür ve bu tür gıdaları yaşadığı mutlulukla birlikte daha çok tüketmek ister. Çocukluktan gelen ödül alışkanlığı da mutluluğun yemekle eşit olduğu algısını yaratır. Oysa gerçekte olan yenilen gıdanın mutluluk vermesi değil; çocukluktan gelen ve hormonları etkileyen madde etkisiyle mutlu olunduğu zannedilmektedir. Yani kişiler aslında yedikçe mutlu olmamaktadır. Yedikleri anda içinde mutlu olduğu anıların arayışındadır.

Doğru yağları doğru şekilde kullanın
İnsan vücudu için yağ önemlidir ancak zararlı yağlardan uzak durulmalıdır. Örneğin evde pişirilen yemeklerde kullanılan bitkisel yağ fazla kızdırılmamalıdır. Çünkü bitkisel yağları yüksek derecede kızdırmak o yağın yapısını bozmakta ve onu trans yağa çevirmektedir. Yemek pişirirken zeytinyağı kullanılmalıdır. Zeytinyağı hem yemeği lezzetlendirme açısından başarılıdır hem de zeyinyağını denatüralize etmek zordur. Zeytinyağı bağırsakları temizler, ancak kalori yükü nedeni ile miktarına dikkat etmek gerekmektedir. Bunun yanında beslenmeye eklenen balık ve omega-3 yağ asitleri bağırsak sağlığınızı dolayısıyla duygu durumunuzu korur. Ayrıca egzersiz, yeterli uyku ile de beslenme desteklenmelidir. Yapılan araştırmalar göstermektedir ki; günlük beslenmesi, egzersizi ve uykusu dengeli ve düzenli olan kişilerin ruh durumu da bir o kadar sağlıklı olmaktadır.

Obezite hastalığı uygun cerrahi yöntemlerle ortadan kalkıyor

Araştırmalara göre obez bireylerin obez olmayan bireylere göre daha az mutlu olduğu kanıtlanmıştır. Bunun yanında obez bireylerin, obez olmayanlara göre kendilerini daha az başarılı hissettikleri bilinmektedir. Zararlı ürünleri tüketmek kilo aldırırken, gelen mutluluk gerçek bir mutluluk değildir. Şişmanlık hastalığına yakalanan kişiler toplumdan kendilerini izole ederken, depresyona sürüklenmektedir. Bu da özgüven eksikliğine, kaygı bozukluklarına sebep olmaktadır. Obezitenin çözümü beslenme şeklini değiştirmekten geçmektedir. Obezite cerrahisi seçenekleri hem beslenme şeklini düzeltip hem de kişinin sağlıklı bir beslenme tarzını benimsemesi sayesinde tedavide önemli rol oynamaktadır.

Tekirdağ Şehir Hastanesi sağlık dağıtmaya başladı

Tekirdağ Şehir Hastanesi sağlık dağıtmaya başladı

Akfen İnşaat tarafından yapımı tamamlanan Tekirdağ Şehir Hastanesi Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın katılımıyla kapılarını açtı.

Tekirdağ’ı sağlık alanında da bir çekim merkezi haline getirecek 566 yataklı Şehir Hastanesi’nde 124 poliklinik, 18 ameliyathane ve 102 yoğun bakım ünitesi yer alıyor. 1 milyar 500 milyon TL’ye mal olan Tekirdağ Şehir Hastanesi’nde sağlık personeli haricinde hizmet personeli olarak da 700 kişiye istihdam sağlanacak.

Türkiye’de son yıllarda her alanda gelişme göstererek gözde yerleşimler arasına giren Tekirdağ, Akfen İnşaat tarafından Kamu-Özel İşbirliği (PPP-Public Private Partnership) modeliyle yapımı üstlenilen Şehir Hastanesi’ne kavuştu.

Kamu hastanesi statüsünde vatandaşlara ‘ücretsiz’ sağlık hizmet verecek Tekirdağ Şehir Hastanesi’nde, Sağlık Bakanlığı 25 yıl boyunca kiracı olarak yer alacak. Sistemde tüm tıbbi hizmetlerin sorumluluğu Sağlık Bakanlığı’nca, bilgi işlem, güvenlik, temizlik, yemekhane ve otopark gibi bütün hizmetler, hastanenin yapım ve işletmesini üstlenen Akfen İnşaat tarafından karşılanacak.

Tekirdağ’ı sağlık alanında da bir çekim merkezi haline getirecek hastane Bulgaristan ve Yunanistan’ı da içine alacak şekilde Trakya’nın en gelişmiş entegre sağlık tesisi olarak öne çıkıyor. Buradan hareketle hastane gelecekte sağlık turizmi ile bu ülkelerden de ziyaretçi hasta çekmesine kesin gözüyle bakılıyor.

Tekirdağ Şehir Hastanesi’nin 566 yatağının 464’ü genel hastane yatak kapasitesine ayrıldı. Bu kapasite 88 tek kişilik ve 187 adet çift kişilik olarak dağılıyor. Hastanede 2 oda yanık birimi için ayrılırken, 8 mahkûm odası da yer aldı.

Tekirdağ Şehir Hastanesi son dönemde dünyayı etkisi altına alan Covid-19 salgını nedeniyle yoğun bakım kapasitesi bakımından da öne çıkıyor. Hastanede yer alan 102 yoğun bakım yatağının 46’sı genel yoğun bakıma ayrılırken, 27 yeni doğan, 16 pediatrik, 5 KVC ve 8 de koroner yoğun bakım yatağı yer alıyor. Hastanenin ameliyathanelerinde bulunan hasta hazırlık-ayılma alanları mekanik olarak yoğun bakım odasına çevrilecek şekilde hazırlandı. Tek kişilik hazırlanan yoğun bakım odaları ihtiyaç halinde çift kişilik odaya dönüştürülebiliyor.

 

Acıbadem Kocaeli Hastanesi SGK’lı hastalar da hizmet verecek

Acıbadem Kocaeli Hastanesi SGK’lı hastalar da hizmet verecek

Acıbadem Sağlık Grubu’nun 2006 yılında hizmete sunduğu Acıbadem Kocaeli Hastanesi, hasta yelpazesini genişleterek, 9 Kasım 2020 tarihinden itibaren tüm branşlarda SGK’lı hastaları da kapsayacak şekilde hizmet vermeye başladı.

Hastane Başhekimi ve Direktörü Dr. Mustafa İdiz, 14 yıl önce Kocaeli’ni nitelikli sağlık hizmetleriyle tanıştırmanın ve devam ettirmenin haklı gururunu yaşadıklarını, SGK kapsamında da aynı nitelikte hizmet verileceğini belirtti. Bu güne kadar kardiyoloji, kalp damar cerrahisi ve tıbbi onkoloji birimlerinde SGK kapsamında hizmet verildiğini söyleyen Dr. Mustafa İdiz, “9 Kasım 2020 tarihinden itibaren SGK’lı hastalar, kadın hastalıkları ve doğum, kulak burun boğaz, çocuk hastalıkları, genel cerrahi, ortopedi, dermatoloji gibi hastanede olan diğer tüm uzmanlık alanlarından hizmet alabilecekler” dedi.

6.500 m2 kapalı alana sahip Acıbadem Kocaeli Hastanesi’nde 32 hasta odası ve 61 hasta yatağı bulunuyor. Birçok tıbbi branşta özellikli hizmetler sunan Acıbadem Kocaeli Hastanesi, Türkiye’nin önemli bir sanayi bölgesinde bulunması nedeniyle, iş kazaları ve her türlü travma vakalarına 24 saat müdahale edebilecek donanıma da sahip.

Akciğer için önemli 10 besin

Akciğer için önemli 10 besin

Covid-19 pandemisinde yapılan çalışmalar, koronavirüsün solunum sistemimizin en önemli organı olan akciğerler üzerinde tutuluma yol açarak nefes darlığı, solunum yetmezliği ve zatürre gibi önemli sorunlara yol açtığını gösteriyor. Bu nedenle akciğer fonksiyonunu güçlendirmek bu pandemide ayrı bir öneme sahip. Acıbadem Kozyatağı Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Ayşe Sena Binöz dengeli beslenme düzeninin ve bağışıklık sistemini güçlendiren besinleri tüketmenin akciğer enfeksiyonlarını önlemede ve akciğerleri güçlü tutabilmede kilit rol oynadığını belirterek, “Özellikle C, E ve A vitaminleri ile selenyum gibi antioksidan bileşenler, akciğer hücrelerini yok eden serbest radikallerin nötralizasyonuna yardımcı olarak akciğer hasarlanmasını yavaşlatıyor ve akciğer sağlığının korunmasına katkı sağlıyor” diyor. Acıbadem Kozyatağı Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Ayşe Sena Binöz akciğerin güçlenmesine yardım eden besinleri anlattı, önemli öneriler ve uyarılarda bulundu.

Elma

Elma; lif, flavonoidler, C, A, E vitamini ve potasyum gibi mineraller içeriyor. Yapılan çalışmalar; haftada 5 porsiyon ve üzerindeki elma tüketiminin akciğer fonksiyonunu geliştirmeye yardımcı olabileceğini gösterdi. Sigara içen bireylerde yapılan bir çalışmada da; elma tüketen kişilerin akciğer fonksiyonunda daha yavaş bir düşüş olduğu gösterildi. Beslenme ve Diyet Uzmanı Ayşe Sena Binöz, bir adet orta boy elmanın bir porsiyona eşdeğer olduğunu belirtiyor.

Muz

Muzun zengin potasyum içeriği, akciğer sağlığı, işlevi ve gelişmiş akciğer fonksiyonu için oldukça önemli. Yapılan bir çalışma, özellikle çocukluk döneminde yeterli potasyum tüketiminin akciğer fonksiyonunu ve kapasitesini artırmaya yardımcı olduğunu gösteriyor. “Bu nedenle potasyum mineralinden zengin olan muzu ara öğünlerde tüketmek uygun olacaktır” diyen Beslenme ve Diyet Uzmanı Ayşe Sena Binöz, “Ancak kan şekerini hızlı yükseltme riski nedeniyle diyabet hastalarının dikkatli tüketmelerinde ve bir adet büyük muzun 2 porsiyon meyveye eşdeğer olduğunu hatırlamalarında fayda var” diyor.

Domates

Domates, güçlü akciğer sağlığıyla ilişkilendirilen karotenoidlerden antioksidan özellik gösteren likopenin en zengin besin kaynakları arasında yer alıyor. Yapılan çalışmalar domates tüketiminin astımlı bireylerde hava yolu enflamasyonunu azalttığı ve KOAH hastalarında akciğer fonksiyonunu iyileştirdiğini gösterdi. Sigara içen bireyler üzerinde yapılan bir çalışmada ise domates tüketen bireylerin akciğer fonksiyonunda daha yavaş bir düşüş olduğu gözlemlendi. Domates tüketirken üzerine ekleyeceğiniz zeytinyağı ilavesi, domatesteki antioksidan özellik gösteren likopenin etkisini arttıracaktır.

Kırmızı lahana

Lif, C ve A vitamini açısından  zengin olan kırmızı lahana; yüksek oranda potasyum, az miktarda demir, magnezyum, kalsiyum ile fosfor bulunduruyor. Aynı zamanda antioksidan özellik göstererek bağışıklık sistemini destekleyen karotenoidler ve antosiyaninlerden zengin bir kaynak. Yapılan çalışmalar; antosiyanin kaynaklı besin alımının artmasının akciğer fonksiyonunu güçlendirdiğini ortaya koyuyor. Kırmızı lahana aynı zamanda yüksek miktarda lif içeriyor. Çalışmalar, yüksek lif tüketimi olan bireylerin, düşük miktarda lif tüketen bireylere nazaran daha iyi akciğer fonksiyonuna sahip olduğunu gösteriyor.

Zeytinyağı

Zeytinyağı, polifenoller ve E vitamini içeriğiyle antiinflamatuar antioksidan kaynağı olarak gösteriliyor. Yapılan bir çalışmada; zeytinyağından zengin olan Akdeniz diyeti ile beslenen KOAH ve astım hastalarının akciğer fonksiyonlarında iyileşmeler gözlemlendi. İçeriğindeki tekli doymamış yağ asitleri ve E vitamini formu olan tokoferol de daha iyi akciğer fonksiyonuyla ilişkilendirildi.

Pancar

Pancar; A vitamini, C vitamini, potasyum ve kalsiyum gibi vitamin ile mineraller içeriyor. Rengini veren betalain yüksek oranda antioksidan özellik göstererek akciğer fonksiyonunu optimize ediyor. Pancar aynı zamanda akciğer fonksiyonunu geliştiren nitrattan da zengin bir besin. Ancak içeriğindeki sodyum ve karbonhidrat miktarı nedeniyle kronik hastalığı bulunan bireylerin porsiyon kontrolüne dikkat etmeleri gerekiyor.

Yoğurt

Yoğurt; protein, kalsiyum, fosfor ve B grubu vitaminlerinden zengin bir besin. Çalışmalar yoğurdun içeriğinin akciğer fonksiyonunu artırmaya ve KOAH riskine karşı korumaya yardımcı olabileceğini gösteriyor. Yapılan bir çalışmada, daha yüksek kalsiyum ve fosfor alımının iyileşmiş akciğer fonksiyonuyla ilişkili olduğunu ve yüksek kalsiyum alımına sahip olan bireylerin KOAH riskinde yüzde 35 oranında azalma olduğunu gösterdi.

Sarımsak

C vitamini, selenyum, potasyum ve kalsiyumdan zengin sarımsaktaki ana aktif bileşen olan allisin bağışıklık hücrelerini güçlendiriyor. Aynı zamanda antimikrobiyal ve antiviral etkisi sayesinde bakteriyel ile viral enfeksiyonlara karşı koruma sağlıyor. Bu özelliklerinin yanı sıra içeriğindeki ana aktif bileşen olan allisin akciğerlerin temizlenmesine katkıda bulunuyor ve akciğer enfeksiyonlarına neden olan bakteri ile virüsleri öldürmeye destek oluyor. Beslenme ve Diyet Uzmanı Ayşe Sena Binöz sarımsağı çiğneyerek, ezerek veya dilimleyerek tüketmenin allisin içeriğini zenginleştirmesi sayesinde emilim kalitesini arttıracağını belirterek, “Ancak sarımsağın aşırı tüketimi alerjik reaksiyonlara ve kanamalara yol açabileceği için dikkatli tüketilmelidir. Her gün 2-3 küçük diş tüketimi yeterli olacaktır” diyor.

Pazı

Pazı; lif, A, C, K vitaminleri, potasyum, magnezyum ve demir içeriği yüksek bir besin. Besinlerle alınan potasyum ve magnezyum tüketiminin arttırılması, yapılan bazı çalışmalarda daha iyi akciğer fonksiyonu ile ilişkilendirildi. Pazının içeriğindeki karotenoidlerden olan lutein ve zeaksantin, güçlü antioksidan özellikleri sayesinde bağışıklık sistemini ve akciğer fonksiyonunu destekleyici rol üstleniyor. Ancak böbrek hastalığı olan veya kan sulandırıcı ilaç kullanan bireylerin, zengin potasyum ve K vitamini kaynağı nedeniyle pazıyı kontrollü tüketmeleri gerekiyor.

Balkabağı

Balkabağı; akciğer sağlığını geliştiren alfa ve beta karoten, lutein ile zeaksantin gibi karotenoidler açısından özellikle zengin bir besin. Beslenme ve Diyet Uzmanı Ayşe Sena Binöz, balkabağının antiinflamatuar özelliğiyle, zararlı maddeleri etkisiz hale getirip, vücut hücrelerine zarar vermesini önlediğini belirterek, şunları söylüyor: “Balkabağı aynı zamanda lif, A vitamini, C vitamini, E vitamini, folat ve demir içeriğiyle bağışıklık sistemini destekliyor. Genç ve yaşlı popülasyon üzerinde yapılan çalışmalar, yüksek kan karotenoid seviyelerinin daha iyi akciğer fonksiyonuyla ilişkili olduğunu gösteriyor.