Yazılar

Boğaz ağrısına iyi gelecek öneriler

Boğaz ağrısına iyi gelecek öneriler

Havaların soğuması, kapalı yerlerde daha fazla vakit geçirilmesi ve ortamların yeterince havalandırılmaması salgın hastalıkların artmasına neden oluyor. Boğaz ağrısı başlıca yaşanan şikayetler arasında yer alıyor. En önemli nedeninin viral enfeksiyonlar olduğu boğaz ağrısının tedavisi ise altta yatan nedene göre uygulanıyor. Bakteri kaynaklı boğaz ağrılarında antibiyotik kullanılabilirken, virüs kaynaklı olanlarda antibiyotik kullanımının herhangi bir faydası bulunmuyor. Memorıal Ankara Hastanesi KBB Bölümü’nde Prof. Dr. Erdal Seren, boğaz ağrısına nelerin iyi gelebileceği ile ilgili bilgi verdi.

Pause Dergi

Prof. Dr. Erdal Seren

Boğaz ağrısının yüzde 90’ı viral enfeksiyon kaynaklı

Yanma, kuruluk, yutkunma ile kötüleşebilen boğaz ağrısının yaklaşık yüzde 90’ının sebebini viral enfeksiyonlar oluşturur.  Bunun dışında bademcik iltihabı, infeksiyoz mononükleoz (öpücük hastalığı) gibi etkenler daha ciddi nedenleri oluştururken; sigara içmek, hava kirliliği ve evcil hayvan veya polenler gibi alerjik maddelere maruz kalmakta boğaz ağrısının sebepleri arasında yer almaktadır.

Boğaz kültürü ve kan tahlili gerekebilir

Bazı durumlarda enfeksiyonlar, alerjik nezle, reflü, tiroid iltihapları ve çene eklem hastalıkları ile de karıştırılabilen boğaz ağrısının en belirgin semptomları arasında konuşma ve yutma esnasında şiddetli ağrı hissetmek, ses kısıklığı, öksürük, ateş, boğaz şişmesi, boğazda veya bademciklerde beyaz lekeler sayılabilmektedir. Öncelikle uzman bir doktor tarafından detaylı muayene gerçekleştirilerek tanısı konulan boğaz ağrısında bazen hastadan boğaz kültürü alınması ve kan tahlili yapılması, enfeksiyon etkenlerinin araştırılması gerekir. Bununla birlikte radyolojik görüntüleme yöntemleri ile de kitle veya beze gibi olasılıklar incelenebilir.

Viral enfeksiyon kaynaklı boğaz ağrısında antibiyotik kullanılmıyor

Altta yatan nedene yönelik farklı tedavi yöntemlerinin uygulandığı boğaz ağrısı rahatsızlığında sebep eğer viral bir enfeksiyon ise uzman hekim tarafından antiviral ilaç tedavisi verilmektedir. Viral enfeksiyon sebepli boğaz ağrılarında antibiyotik kullanımının yeri bulunmamaktadır. Bunun yerine bol sıvı tüketimi, istirahat önerilir. Ancak bakteri etkenli boğaz ağrılarında mutlaka antibiyotik kullanılması gerekmektedir. Uygulanan antibiyotik tedavisi ile hastaların şikayetleri birkaç gün içinde azalmaya başlar. Bu rahatlama antibiyotik kullanımının bırakılmasına sebep olmamalıdır, yani verilen antibiyotik tedavisi tamamlanmalıdır. Aksi takdirde boğaz ağrısının geri dönme ihtimali artış gösterebilir.

Boğaz ağrısının bademcikten kaynaklanması durumunda ise devreye cerrahi girebilir.

Kişisel hijyeni sağlamak en önemli tedbir

Herkeste görülebilen boğaz ağrısı, 3-15 yaş arası kişilerde genellikle bakteriyel enfeksiyon sebebiyle izlenirken, erişkinlerde bu neden genellikle viral enfeksiyonlar, sigara kullanımı ve reflü olarak sıralanabilir. Kişisel hijyene dikkat etmek boğaz ağrısını önlemenin en iyi yolunu oluşturmaktadır. Özellikle boğaz enfeksiyonlarının yüzde 90 sebebinin viral enfeksiyonların olduğu düşünüldüğünde elleri sık yıkamak, ellerin gözlere ve ağıza temas ettirilmemesi, hapşırıp öksürürken ağzın kapatılması alınacak önlemler arasında yer almaktadır.

Bu uygulamalar ile boğaz ağrısını hafifletebilirsiniz

Uygulanacak tıbbi tedavi ile birlikte boğazınızı rahatlatabilecek, boğaz ağrısına iyi gelebilecek bazı uygulamalar şu şekilde sıralanabilir:

-Alkol ve tütün gibi tahriş edici maddelerden kaçınılmalıdır

– Ağrı kesici, boğaz pastili gibi ürünler kullanılabilir

– Ilık tuzlu su ile gargara yapılabilir

– Reflü kaynaklı boğaz ağrısı olanlar yüksek yastık ile yatabilir

-Uyku mekanlarında hava nemlendiricisi kullanılabilir. Bu cihaz diğer odalara da taşınabilir

-Boğaz kuruluğunu önlemek için bol sıvı tüketilebilir

Çocuklar bu saatte mutlaka uykuda olmalılar!

Çocuklar bu saatte mutlaka uykuda olmalılar!

Günümüzde televizyon, tablet, akıllı telefon gibi iletişim araçlarının yaygınlaşmasıyla pek çok anne baba çocuklarının geç yatmasından şikayet ediyor. Yapılan çalışmalar; çocuklarda yeterli ve kaliteli uykunun bağışıklığın güçlenmesinden zihinsel, fiziksel ve ruhsal gelişimlerine dek çok önemli rol oynadığını ortaya koyduğundan anne babalar çocuklarının hem sağlığı hem de okul başarısı açısından endişe duyuyor. Acıbadem Fulya Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. İmre Gökyar, çocukların saat 22:00’den önce mutlaka uykuya dalması gerektiğini belirterek “Aksi durumda çocuğun büyümesi yavaşlar ve vücut direnci düşer. Bu da zaman içinde birçok hastalığa davetiye çıkarır. Bebeklerde ve çocuklarda yeterli ve kaliteli bir uyku en az iyi beslenmek kadar önemlidir” diyor. Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. İmre Gökyar, çocuklarda sağlıklı uykunun önemini anlattı, yeterli ve kaliteli uyku için 7 ipucu verdi, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

“Bizim yanımızda yatmazsa uykuya dalamıyor!”, “Cep telefonunda oyun oynamaktan geç yatıyor!”, “Erken yatarsa uyuyamıyor!”… Bir çok anne baba, çocuklarında bu ve benzeri sorunlar nedeniyle uzmanlara başvurarak çözüm arıyor. Acıbadem Fulya Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. İmre Gökyar, çocuklarda uyku bozukluklarının büyük çoğunluğunun davranışsal olduğunu belirterek “Özellikle günümüzde televizyon, tablet, akıllı telefon ve yoğun çalışan ebeveynler nedeni ile çocukların yatağa gidiş saati gecikmekte ve bu da uyku döngüsünü bozmaktadır. Uyku döngüsünün bozulması geciken uykuya veya bölünen uykuya neden olarak hem sağlık açısından hem de günlük yaşamdaki aktiviteleri açısından olumsuz etkilere yol açmaktadır” diyor. Dr. İmre Gökyar uykusuzluğun yol açacağı sıkıntıları şöyle anlatıyor: “Yeterli ve kaliteli uyumayan çocuk sürekli bitkin hisseder, bağışıklığı zayıflayarak hastalıklara çok açık hale gelir, okulda iyi bir performans gösteremez ve başarısı düşer, unutkanlık, sinirlilik ve dikkat dağınıklığı sorunu yaşar, depresyona girme riski artar. Fiziksel, zihinsel ve ruhsal olarak gelişimi sağlıklı olamayacağından hem kısa hem de uzun vadede pek çok sorunla karşılaşır. Bu nedenle çocuklardaki uyku bozuklukları doğru tespit edilerek, bu nedenleri ortadan kaldıracak önlemlerle sorun ivedilikle çözülmelidir.”

Pause Dergi

Dr. İmre Gökyar

Bu nedenlere dikkat!

Uyku döngüsünün yaşamın ilk üç ayından sonra oluştuğunu, 4-5 yaş arasında erişkin tip uykuya dönüştüğünü belirten Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. İmre Gökyar “Uyku insan ömrünün en az üçte birini oluşturur. Vücudun dinlenmesini ve beynin gün içinde aldığı bilgileri beyne yerleştirmesini sağlar. Çocuklarda gece uyanmalarında ailenin mümkünse müdahale etmemesi ve çocuğun kendi kendine tekrar uykuya dönmesinin sağlanması önemlidir” diyor. Uykusuzluğun nedenleri arasında iki faktörün öne çıktığını kaydeden Dr. İmre Gökyar şöyle konuşuyor: “Zayıf uyku alışkanlığında; uykunun başlaması ve uykuda kalabilme beceresi bir seri biyolojik koşullar ve öğrenilmiş davranışlara bağlıdır. Organizma uykuya hazır olmalıdır. Bu nedenle alışkanlıklar oluşturarak vücudu dinlendirmesini ve uykuya hazırlanmasını sağlamak gerekir. Diğer bir faktör de stres ve kaygıya dayalı çocuk uykusuzluğudur. Çocukların rutine ihtiyacı vardır. Çocuklar aile sorunları, çocukluk korkuları veya ayrılık kaygısı nedeni ile huzursuz hissedebilirler. Bu tür uyku sorunları aniden ortaya çıkar. Genellikle neden kişisel, ailesel ve sosyal faktörlerden kaynaklanır. Bunlar geçici olabilir. Bu nedenle onları desteklemek ve korkuları hakkında konuşmak önemlidir.”

Hangi yaşta, kaç saat uyku?

Gelişim çağındaki çocukların saat 22.00’den önce mutlaka uykuya dalması gerektiğini vurgulayan Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. İmre Gökyar, aksi taktirde çocuğun büyümesinin yavaşlayacağını, vücut direncinin düşeceğini, bunun da zaman içinde birçok hastalığa davetiye çıkaracağını vurguluyor. Dr. İmre Gökyar, uyku süresi kişiden kişiye değişmekle birlikte, sağlık için yaş gruplarına göre uyku saatlerini şöyle özetliyor;

0-1 aylık bebekler 16.5 saat,

1-8 ay arası bebekler gündüz 3-3.5 saat ve gece 10-11 saat,

9-14 ay arası bebekler 2-2.5 saat gündüz ve 10-11 saat gece,

15-24 ay arası gündüz tek uykuya geçiş zamanı olup 2-2.5 saat gündüz ve 10-11 saat gece,

3-5 yaş arası uyku ihtiyacı 11-13 saat,

6-13 yaş arası 9-11 saat,

Gençlikte 8-10 saat.

Gelişigüzel bitkisel ilaçlardan kaçının!

Çocuklarda uykusuzluk için bir tedaviye başlamadan önce, ciddi bir nörolojik hastalığının olup olmadığının mutlaka belirlenmesi gerektiğini vurgulayan Dr. İmre Gökyar şöyle konuşuyor: Bunu da yapacak kişi çocuk hekimi ve çocuk nöroloji uzmanıdır. Çocuk uyku bozukluğunun nedeni; zayıf uyku alışkanlığı, stres, aşırı heyecan, kaygı ya da davranışsal olsa bile tedavisi maalesef çok kolay değildir. Çocuk uykusuzluğunun üstesinden gelmek ve uyku düzeni sağlamak istiyorsanız; beyni yeniden eğitmeniz ve çocuğa uyku alışkanlığını yeniden öğretmeniz gereklidir. Hekiminiz önermedikçe bitkisel ilaçları asla kullanmayınız.”

Pause Dergi

Çocuklarda sağlıklı ve kaliteli uyku için 7 öneri!

Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. İmre Gökyar, çocuklarda sağlıklı ve kaliteli uyku için şu önerilerde bulunuyor;

  1. Uyku vakti değişmemeli. Bir uyanma saati belirleyin ve buna en başta siz uyarak başlayın.
  2. Uyku öncesi rutini hazırlayın. Akşam yemeğinden sonra hafif oyun zamanı, banyo, diş fırçalama, bir masal veya kitap saati ve yatağa gidiş planını birlikte oluşturun.
  3. Ekranları yatmadan en az 2 saat önce kapatın. Araştırmalara göre, yatmadan hemen önce televizyon ekranı, telefon veya tabletten gelen mavi ışığa maruz kalmak, çocuğunuzun uykusunu en az 30-60 dakika geciktirir. Yatak odasını ekransız bir bölge haline getirin.
  4. Uykudan önce stresi azaltın. Stresli çocuk uyuyamaz. Bu nedenle yatmadan önceki aktiviteleri sakin tutun.
  5. Çocuğunuzun odasının çok sıcak değil, serin olmasına dikkat edin. Uyku döngüsü sadece ışığa değil ısıya da duyarlıdır. Oda sıcaklığı 18-21 derece aralığında olmalıdır.
  6. Uykuyu getiren ortam hazırlayın. Yumuşak çarşaflar, loş ışık, sessizlik çocuğun gündüzle geceyi ayırt etmesinde yardımcı olur.
  7. Uyku bozuklukları için tetikte olun. Bazen en iyi şekilde hazırlanmış planlar da iyi sonuç vermeyebilir. Çocuğunuz uykuya dalmakta güçlük çekiyorsa, sürekli ağzı açık nefes alıyorsa ya da kabus görüyorsa uyku bozukluğu olabilir. Böyle bir durumda mutlaka uzmandan yardım alın.

Bozanın bilinmeyen faydaları!

Bozanın bilinmeyen faydaları!

Geleneksel Türk içeceği olan boza, Balkanlar, Kırım, Kafkasya, Mısır ve Orta Asya başta olmak üzere dünyanın birçok bölgesinde sıkça tüketiliyor. Özellikle soğuk kış günlerinde tercih edilen ve fosfor, sodyum mineralleri ile çeşitli vitaminleri içeren bozanın bir bardağı vücuda çok önemli faydalar sağlıyor. Memorial Ataşehir Hastanesi Beslenme ve Diyet Bölümü’nden Uz. Dyt. Gözde Akın, bozanın faydaları hakkında bilgi verdi.

Pause Dergi

Dyt. Gözde Akın

Mineral ve vitamin deposu

İnsan sağlığı için yararlı mikroorganizmaları içeren fermente tahıl bazlı bir içecek olan boza ülkemizde; darı, mısır, pirinç, çavdar, yulaf, buğday gibi tahılların öğütülmesi, su ilave edilerek pişirilmesi ve daha sonra şeker eklenerek maya ile laktik asit fermantasyonuna tabi tutulması ile üretilmektedir. Bozanın kıvamı koyu olup, açık sarı bir renge, tatlı ekşimsi lezzete ve asidik-alkollü bir kokuya sahiptir. Fermantasyon ürünleri olan laktik asit ve CO2 bozaya lezzet ve ferahlatıcı özellik vermektedir. Boza; fosfor ve sodyum mineralleri ile A, B1, B2, E, C ve Niasin vitaminleri içermektedir.

Bozanın 9 faydası

  1. Sağlık üzerine etkilerine dair yapılan araştırmalar bozanın fenolik bileşenler ve antioksidan aktivite açısından önemli bir kaynak olduğunu ortaya koymaktadır. Bozanın hammaddesi olan tam taneli tahıllar fenolik maddeler açısından oldukça zengindir. Fenolik bileşikler antioksidan özelliklere sahip olup, kanser ve kalp hastalıkları gibi serbest radikallerin rol aldığı dejeneratif hastalıklara karşı koruyucu etki göstermektedir.
  2. Fermente probiyotik gıdalar, canlı mikroorganizmalar içermesi nedeniyle bağırsak mikrobiyatası ve genel sağlık üzerinde yararlı etkileri vardır.
  3. Geleneksel fermente bir besin olarak sınıflandırılan boza, probiyotik yapısı ve içerdiği yüksek laktik asit içeriği sebebiyle bağırsak florasını olumlu etkiler.
  4. “Sıvı ekmek” olarak da adlandırılan boza, vücuda sıcaklık veren yüksek kalorili bir içecektir. Yüksek kalorisi nedeniyle tok tutan boza zengin vitamin ve mineral kaynağıdır.
  5. Yüksek protein, yağ ve karbonhidrat içeriğinden dolayı besin değeri yüksektir.
  6. Besin değeri ve kalorisi yüksek bir içecek olduğundan kilo almak isteyenler, ergenlik dönemindeki bireyler, sporcular, gebeler, emzirme dönemindeki anneler için tercih edilebilir bir enerji kaynağıdır.
  7. Emzirme döneminde anne sütünü artırıcı etkisi gözlenmiştir.
  8. Niasin içeriğinden dolayı kalp ve damar hastalıklarına olumlu etkisi araştırılmaktadır.
  9. Boza, salep gibi öksürük tedavisinde kullanılmaktadır.

Tüketim miktarına dikkat edilmeli

Karbonhidrat içeriğinin yüksek olması sebebiyle; obezite ve diyabet hastalarının, gestasyonel diyabeti yani gebelik şekeri olan bireylerin porsiyon kontrolünü bir uzman ile belirlemeleri daha uygundur. Aynı zamanda yüksek fosfor içeriğinden dolayı da böbrek hastaları için olumsuz etkiye sahip olabilir.

Sıcak ya da soğuk içebilirsiniz

“Boza sıcak mı yoksa soğuk mu içilir?” sorusu tartışma konusu olabilmektedir. Bozanın tüketimi genellikle gecedir. Bunun çıkış noktası ise bozanın gün sıcaklığında çabuk bozulabilir olmasıdır. Bozacıların hava karardıktan ve sıcaklık düştükten sonra satmalarının sebebi de budur. Sıcak bir içecek olarak algılanmasına rağmen aslında boza daha çok soğuk içilmektedir. Ancak tercihe göre marketten alınan veya dolapta kıvamı yoğunlaşan boza bir miktar ısıtılıp da tüketilebilmektedir.

Bozayı uzun süreli bekletmeyin

Bozanın tüketiminde en önemli noktaların başında muhafaza edilmesi gelmektedir.  Bozanın muhafazası tercihen +4 derecede buzdolabında olmalıdır. Yüksek sıcaklıkta maya ve asetik asit bakterileri hızla çoğalarak bozanın duyusal özelliklerinde değişime neden olmaktadır. Bozanın raf ömrü 15 gün kadar olup fermantasyonun her aşamasında pH değeri 3.5’in altına düşünceye kadar tüketilebilmektedir. Yapılan çalışmada, bozanın +4°C’de depolandığında raf ömrünün 1 ya da 2 hafta arasında olduğunu, sonrasında ürün asitliğinin yükselerek tüketilemez hale geldiğini belirtmişlerdir.

Boza nasıl yapılır?

Ham maddeler (darı, mısır, pirinç, çavdar, yulaf, buğday gibi tahıllar)  → Kaynatma (1-2 saat) → Soğutma ve süzme → Şeker ilavesi (%20 oranına kadar) → Fermantasyon (15-25°C, 24 saat) → Soğutma (15°C altına) → Paketleme ve depolama

Öncelikle tahıl iyice yumuşayıncaya kadar kaynatılır. Püre haline getirilerek ince delikli bir süzgeçten geçirilir. Süzgeçten geçirilen kısım tamamen soğutulur. Bu arada ılık süt, toz şeker ve maya bir kapta karıştırılır. Hazırlanan bulgur lapasının içine maya eklenerek 24 saat bekletilmek üzere serin ve karanlık bir ortama alınır. Ara sıra bekleyen bozanın kapağı açılarak havalandırılır. 24 saat sonra boza karışımına toz şeker ve su azar azar eklenerek istenilen kıvama getirilir. Daha sonra kıvamının biraz daha artması için buzdolabına alınır.

Doğaya sahip çıkalım

Osteoporoz hastalarında sporun 5 önemli hedefi

Osteoporoz hastalarında sporun 5 önemli hedefi

En sık görülen metabolik kemik hastalığı olan ‘osteoporoz’ düşük kemik kütlesi ve kemik mikro yapısının bozulması sonucu kemik kırılganlığının ve kırık olasılığının artması ile karakterize bir iskelet sistemi sorunu. Günümüzde dünyada 200 milyondan fazla insanda kemik erimesi olduğu tahmin ediliyor. Türkiye’de son yıllarda yapılan bir çalışmada da; 50 yaş üstündeki her dört kişiden birinde kemik erimesi tespit edilmiş. Osteoporoz yaşam süresi uzadıkça giderek daha büyük ve daha önemli bir halk sağlığı sorunu haline geliyor. Ciddi bir travma olmaksızın basit düşme veya zorlanma ile oluşabilen kırıklar, osteoporozun yol açtığı en önemli problemlerden. Bu nedenle osteoporozun, henüz kırığa yol açmadan erken dönemde teşhis edilip gerekli önlem ve tedaviler ile kontrol altına alınması büyük önem taşıyor.

Acıbadem Altunizade Hastanesi Spor Hekimliği Uzmanı Dr. Uğur Diliçıkık, kemik kitlesinin korunması ve geliştirilmesinde kilit role sahip olan sporun osteoporoz hastalarında da büyük önem taşıdığına dikkat çekerek, “Zira, genel koruyucu önlemler ile kalsiyum ve D vitamini kullanımının yanı sıra düzenli yapılan sporla osteoporoz kaynaklı kırıkların oluşması önlenebiliyor. Ancak her bireyin farklı özellikler taşıması nedeniyle egzersizler mutlaka kişiye özel olmalıdır” diyor.

Mutlaka hekime başvurun!

Ergenlik döneminin sonlanmasıyla birlikte kemik gelişiminin yüzde 98’i tamamlanıyor. Kemik kütlesi genelde 20-40 yaşlarında sabit kalırken, 40-45 yaşlarından sonra ise yılda yaklaşık yüzde 0.5-1 oranında azalıyor. Dolayısıyla büyüme döneminde yapılan egzersizler kemik oluşumuna yardımcı olurken, yetişkinlik döneminde kemiğin korunmasına destek veriyor. Spor Hekimliği Uzmanı Dr. Uğur Diliçıkık, ancak egzersiz programına yeni başlayacak olan hastaların kas iskelet sistemi açısından öncesinde mutlaka bir hekim tarafından değerlendirilmeleri gerektiği uyarısında bulunarak, “Egzersizin de bir reçete olduğu unutulmamalı. Egzersizler, hangi sıklıkla hangi süreyle neler yapılması gerektiği bir hekim tarafından belirtildiğinde sağlıklı olabilir” diye konuşuyor.

Yürüyün, dans edin, tenis oynayın

Osteoporoz hastalarına önerilen en etkili egzersizlerden biri tempolu ve hızlı yürümek! Bunun nedeni ise yürüyüşün güvenli olması, herkes tarafından rahatça yapılabilmesi ve tempolu olduğunda kemik yapımını da uyarması. Egzersiz amaçlı yapılan tempolu yürüyüşlerin kalça kırığı riskini yüzde 30 oranında azalttığı yapılan çalışmalarla ortaya konmuş. Bu nedenle mümkünse her gün, en azından haftanın 3-4 günü 30’ar dakika tempolu yürümeyi alışkanlık edinin. Aynı zamanda tenis, dans ve ağırlık egzersizleri de kemik yapımını uyarmaları nedeniyle osteoporozda önerilen egzersizler arasında yer alıyor. Ancak omurgadaki basıncı arttıracağı için omurga kırığı açısından yüksek riskli grupta yer alıyorsanız, koşu gibi yüksek darbeli sporlardan kaçınmanız büyük önem taşıyor.

İleri osteoporoza ‘su sporları’

Yüzmek gibi su içinde uygulanan egzersizler kemik üzerinde yeterli yerçekimsel yüklenme oluşturmadıkları için osteoporoz hastalarında genellikle etkili olmuyor. Ancak ileri osteoporoz hastalarında günlük yaşam aktivitelerinde destek ve konfor sağlaması, dengeyi güçlendirmesi ve böylece düşme riskini azaltması sebebiyle tercih edilebiliyor.

Düşme riskini önlemek için

Osteoporoz ilişkili kırıkların çoğunluğu düşmelerden kaynaklanıyor. Spor Hekimliği Uzmanı Dr. Uğur Diliçıkık, en sık görülen ev kazalarının da düşmek olduğuna dikkat çekerek, “Osteoporoz hastalarında duruş kontrolünün bozulduğu biliniyor. Dolayısıyla düşmeyi engellemek için evde kolaylıkla yapılabilen denge-koordinasyon ve güçlendirme egzersizleri öneriliyor. Bir derlemede, kombine egzersiz tedavilerinin düşmeleri yüzde 30 oranına kadar azalttığı belirtiliyor” diye konuşuyor.

Tai-chi duruş kontrolü için önemli

Duruş kontrolünü sağlamak düşme riskini büyük ölçüde önlüyor. Tai-chi gibi derin duyu egzersizlerinin de duruş kontrolünü güçlendirmede etkili oldukları, yapılan çalışmalarda ortaya konmuş. Spor Hekimliği Uzmanı Dr. Uğur Diliçıkık, Tai-chi egzersizlerinin geleneksel bir aerobik egzersiz şekli olduğunu belirterek, “Tai-chi egzersizlerinin yoğunluğu genellikle düşük-orta düzeyde oluyor ve tempolu yürüyüşe benziyor. Bu yüzden ileri yaştaki kişiler veya kronik hastalığı olanlar da güvenli bir şekilde yapabilirler” bilgisini veriyor.

Osteoporoz hastalarında sporun 5 önemli hedefi!

Spor Hekimliği Uzmanı Dr. Uğur Diliçıkık, osteoporoz hastalarında sporun 5 önemli hedefini şöyle sıralıyor:

  • Kas kitlesini ve gücünü artırmak
  • Denge yeteneğinde artış sağlamak
  • Kemik kırık riskini azaltmak
  • Duruşu düzeltmek veya geliştirmek
  • Ağrıyı azaltmak

Ameliyatsız mide küçültme vücuda sağlık ve form veriyor

Ameliyatsız mide küçültme vücuda sağlık ve form veriyor

 Çağımızın hastalığı obezite, günümüzde tüm dünyada en ciddi sağlık sorunlarından birini oluşturuyor. Son yıllarda sıklığı artan obezitenin artış trendinde olduğu ve hızla yaygınlaşmaya devam edeceği öngörülüyor. Yapılan çalışmalar ülkemizdeki obezite sıklığının %33 olduğunu, yani artık her 3 kişiden birinin obez olduğunu gösteriyor. Türkiye obezite görülme sıklığı konusunda Avrupa’da birinci sırada yer alıyor. Günümüzde obezite tedavisi ameliyatsız bir şekilde, teknolojik bir yöntemle ağızdan mideye girilerek tamamen endoskopik olan ve kesi yapılmaksızın uygulanan mide küçültme yöntemiyle yapılabiliyor. Şişli Hastanesi Gastroenteroloji Bölümü’nden Prof. Dr. Yaşar Çolak, endoskopik mide küçültme işlemi hakkında bilgi verdi.

Pause Dergi

Prof. Dr. Yaşar Çolak

Obezite birçok hastalığı beraberinde getiriyor

Obezite sadece dış görünüş kaygısı ve estetik bir problem değildir, birçok kronik sağlık sorununu beraberinde getirmektedir. Yüksek tansiyon, şeker hastalığı, kolesterol yüksekliği karaciğer yağlanması, bel fıtığı, diz ve eklem şikayetleri, kalp damar hastalıkları, kalp krizi ve birçok kanserle de yakından ilişkilidir. Obezite özellikle kadınlarda; meme, rahim ve yumurtalık kanserleri, erkeklerde; mide ve kolon kanseri gibi kanserleri gibi aslında en sık görülen kanserleri tetiklemektedir. Ayrıca karaciğer, pankreas ve böbrek kanseri sıklığında da ciddi artışlara neden olmaktadır. Obez kişiler normal kilodaki insanlara göre hem kalp damar hastalıkları hem de kanserler nedeni ile daha erken yaşlarda hayatlarını kaybedebilmektedir.

Endoskopik mide küçültme işlemi avantajları ile öne çıkıyor

Son yıllarda obezite tedavisinde obezite ameliyatlarına ek olarak alternatif, modern endoskopik yöntemler de kullanılmaya başlanmıştır. Bu yöntemler içinde en öne çıkan uygulama ise endoskopik mide küçültme yöntemidir. Endoskopik mide küçültme; herhangi bir kesi yapılmadan, endoskopi işlemindeki gibi ağız boşluğundan mideye ulaşılıp, midenin içinden dikişler atılarak midenin küçültüldüğü bir işlemdir. Karından herhangi bir kesi yapılmamakta ve midenin herhangi bir kısmı kesilip çıkartılmamaktadır. Bu da işlemin hem risklerini minimuma indirmekte hem de çok hızlı bir iyileşme dönemi avantajlarını sunmaktadır. Endoskopik mide küçültme işlemi için 2 kriter bulunmaktadır. Bunlardan biri Vücut Kitle İndeksi’nin (VKİ) 30’un üzerinde olması, diğeri de kişinin doğal yolları denemiş ve kilo verememiş olmasıdır. Öncelikle kişi obezite hastası olarak tanımlanmış olmalıdır. Boya göre kilonun oranını gösteren VKİ, 30’un üstünde olmalıdır. Bu oranın normal değeri 25’in altıdır. VKİ’nin 25-30 olduğu grup; kilolu, 30’un üstü olduğu grup ise obez olarak adlandırılmaktadır.  İkinci kriter ise kişinin en az 6 ay boyunca diyet yapması, fiziksel aktiviteyi artırması ve spor yapmasına rağmen yeterli kilo verememesi ya da kilo verip, kilolarını tekrar alması yani doğal yöntemlerle kilo kaybı sağlayamamasıdır.

Hastalar günlük hayatlarına hızlıca dönebiliyor

Obez kişilerde mide hacmi 1500-2500 mililitre kadardır. Endoskopik mide küçülteme operasyonuyla bu hacim 300 mililitreye kadar indirilebilmektedir. Operasyondan 1 hafta kadar önce bir kontrol endoskopisi yapılması gerekmektedir. Buradaki amaç, midenin içine atılacak dikişlere engel teşkil edecek gastrit, ülser ve tümör gibi hastalıkların varlığını belirleyebilmek ve işlemden önce tedavi etmektir. Yine işlemden 1 hafta kadar önce mide koruyucu ilaç kullanılması önerilmektedir. Operasyon günü ise hasta aç gelmelidir. Endoskopik mide küçültme işlemi sonrasında hasta 1 gece hastanede kalır, ertesi gün ise taburcu olmaktadır. Hastanede kalış sadece kontrol amaçlıdır, hastaların daha konforlu bir gece geçirmeleri içindir. Operasyon sonrasında hasta 2 gün içinde normal yaşantısına geri dönebilmektedir.

Mide herhangi bir kısmı çıkarılmadan küçültülüyor

Endoskopik mide küçültme işlemi genel anestezi altında yapılmakta olup, uygulama yaklaşık 1,5 saat sürmektedir. Özel donanımlı, ucunda dikiş seti olan endoskopik bir cihazla ağız boşluğundan midenin içine girilip midenin içinden tam kat dikişler atılarak midenin hacmi küçültülmektedir. Endoskopik mide küçültme işlemi, obezite cerrahisinde karşılaşılabilecek risklerin minimuma indirmesiyle avantaj sağlamaktadır. Endoskopik mide küçültme işleminde midenin herhangi bir kısmı çıkarılmaz, mide kendi içine dikilerek küçültülmektedir. Dikilen alanlar ise büzüşük bir halde kalmaya devam etmektedir. Midenin herhangi bir kısmının çıkarılmamış olması başka bir avantaj daha sağlamaktadır. O da obezite ameliyatları sonrasında görülebilen vitamin ve demir eksikliklerinin yaşanmamasıdır. Endoskopik mide küçültme işleminden sonra hasta vitamin ya da demir takviyesi kullanmak durumunda kalmamaktadır. İyileşme süresinin daha hızlı olması diğer bir avantajıdır.

Güvenli ve yan etkisi çok düşük bir işlemdir

Konusunda uzman hekimler tarafında yapılması gereken endoskopik mide küçültme işlemi ehil ellerde oldukça güvenlidir. Yapılan çalışmalarda ciddi bir yan etkisinin olmadığı kanıtlanmıştır. Dünya ölçeğindeki büyük sağlık otoriteleri, Amerikan Sağlık Dairesi (FDA) tarafından da onaylanmış bir işlemdir. İşlemden sonra bir diyetisyen kontrolünde hastalar belirli aralıklarla düzenli olarak takip edilmektedir. İşlemden sonraki ilk 1 hafta sıvı bir diyetle beslenilmesi önerilmektedir. 2. hafta püre tarzında daha yumuşak gıdalara, 3. hafta ise normal gıdalara kademeli olarak geçilmesi sağlanmaktadır. Endoskopik mide küçültme işleminden sonra yaklaşık yüzde 20- 30 civarında kilo kaybı olması beklenmektedir. Kişi endoskopik mide küçültme işlemi sonrası kısa sürede iş ve sosyal yaşamına dönebilmekte, hızlıca kilo vererek obezitenin olumsuz etkilerinden kurtulmakta ve ideal formuna kavuşabilmektedir.

Soğuk hava ve rüzgar egzamaya neden olabilir!

Soğuk hava ve rüzgar egzamaya neden olabilir!

Kış aylarında özellikle soğuk hava ve rüzgar cilt sağlığımızı olumsuz etkiliyor. Ciltte kuruluk, bu mevsimde en sık görülen cilt sorunları arasında ilk sıralarda yer alıyor. Soğuk ve rüzgarlı hava cildimizin koruyucu bariyerinde hasar oluşturuyor. Bunun sonucunda cildimizin su tutma kapasitesi azalıyor. Cildimizde oluşan sıvı kaybı nedeniyle de cildimiz kurumaya başlıyor. Ciltte kuruluk vücudun hemen her bölgesinde görülse de, kış aylarında en sık soğuk havaya maruz kalan ellerde, yüz bölgesinde ve dudaklarda oluşuyor. Cildimiz kuruduğunda yaygın olarak pul pul dökülmeler, gerilme hissi ve kaşıntı gibi sorunlar gelişerek yaşam kalitemizi olumsuz etkiliyor. Önlem alınmadığı takdirde ise kuruluğun artmasıyla birlikte ciltte geniş ve derin çatlaklar, egzama, enfeksiyon ve alerjik reaksiyonlar gibi daha ciddi tablolar ortaya çıkabiliyor!

Acıbadem International Hastanesi Dermatoloji Uzmanı Dr. Şenay Ağırgöl, bu nedenle ciltte oluşan kuruluğun hafife alınmaması gerektiğini belirterek, “Kuru cilt tedavi edilmezse egzama gelişebildiği gibi, daha önceden egzaması olan kişilerde de hastalık aktifleşiyor. Ciddi kuruluklar cilt bariyerinin yıkılmasına neden olarak enfeksiyonlar için bir odak olabiliyor. Bunların yanı sıra alerjenler hasar görmüş olan cilt bariyerinden vücuda çok daha rahat girerek alerjik reaksiyonları tetikleyebiliyor. Dolayısıyla alınan önlemlere rağmen ciltte oluşan kuruluğun şiddeti artıyorsa, zaman kaybetmeden bir hekime başvurmak büyük önem taşıyor” diyor. Dermatoloji Uzmanı Dr. Şenay Ağırgöl, kış aylarında ciltte oluşan kuruluğa karşı almamız gereken önlemleri anlattı; önemli öneriler ve uyarılarda bulundu!

Pause Dergi

Dr. Şenay AğırgölGünde 2 kez nemlendirin

Cilt kuruluğuna karşı nem koruyucu önlemler almanız ve cildinizi sık sık nemlendirmeniz büyük önem taşıyor. Nemlendirici ürünleri günde 2 kez ve banyodan hemen sonra, cildinizin gözenekleri henüz açık iken sürmeye özen gösterin. Üre, seramid veya alfa hidroksi asit içeren nemlendirici ürünleri ılık banyonun ardından kullanabilirsiniz. Ayrıca kış mevsiminde cildi nemli tutan yağ oranı yüksek nemlendirici ürünleri tercih edin.

Cildinizi sabunla temizlemeyin

Cilt temizliğinde sabun kullanımından kaçının. Zira bu ürünler cilde nem veren yağ tabakasını ciltten uzaklaştırarak kuruluğun şiddetini artırabiliyorlar. Cildinizi kurutmayan, yani alkali olmayan temizleyici ürünleri tercih edin. Yüzünüzü, ciltteki koruyucu yağ tabakası azalacağı için günde iki kereden fazla yıkamaktan kaçının.

Çok sıcak suyla duş almayın

Çok sıcak su ciltte kuruluğu arttırdığı için ılık suyla duş almayı alışkanlık edinin. Dermatoloji Uzmanı Dr. Şenay Ağırgöl, “Ayrıca uzun süreli ve sık banyo yapmayın. Günde en fazla bir kez duş almanız yeterli gelecektir. Duş alımından hemen sonrasında cildinize uygulayacağınız nemlendiriciler de cilt kuruluğunu kontrol altında tutmanızda fayda sağlayabiliyor.” diyor.

Odanın nem oranına dikkat!

Hava kuruluğunu önlemek için odaların nem oranına dikkat edin. Böylece ciltte gelişen kuruluğun şiddetlenmesini engelleyebilirsiniz. Odalardaki nem oranının yüzde 50- 60 arasında olması öneriliyor. Ayrıca sıcak ve soğuk hava da cilt kuruluğunu şiddetlendirdiği için oda sıcaklığını 21-25 derece arasında tutmayı alışkanlık edinin.

Cilde ‘nefes aldıran’ kıyafetler giyin!

Kış aylarında doğru kıyafet seçimi cilt sağlığımız açısından da önem taşıyor. Cildinizi soğuk ve rüzgardan korumak için bere, eldiven ve atkı takmayı ihmal etmeyin. Naylon tarzı kumaşlar cildin nefes almasını önlüyor. Bu nedenle hava dolaşımını sağlayan ve ter emen pamuklu kıyafetleri tercih edin, eldivenlerinizin içine de yine pamuklu eldivenler giyerek cildinizin nemini korumaya çalışın. Dermatoloji Uzmanı Dr. Şenay Ağırgöl, cilt kuruluğuna karşı pamuklu giysiler giymenizin transepidermal su kaybını önlediğini belirterek, “Cildin bütünlüğünün korunmasında; cildin bariyer fonksiyonu, terleme, yağ hücreleri ile enflamasyonun kontrol altında tutulması önem taşıyor. Dolayısıyla kış aylarında pamuklu kumaşlar gibi hava alabilen kumaşları tercih edin.” bilgisini veriyor.

Aşırı baharatlı gıdalar tüketmeyin

Aşırı baharatlı gıdalar terlemeyi arttırarak ciltte kuruluk oluşturuyor. Özellikle kırmızıbiber ile karabiber kaçınmanız gereken baharatlar arasında ilk sıralarda yer alıyor.

Sıcak içeceklere dikkat!

Kış aylarında içecekleri genellikle sıcak tüketmeyi tercih ediyoruz. Ancak sıcak içeceklerin sinirsel yolaklar üzerinden cildin bariyer fonksiyonunu bozduğu ve iltihaplanmayı arttırdığı, bu etkileri nedeniyle de ciltte kuruluğu şiddetlendirdiği düşünülüyor.

Pause Dergi

Çok dar kıyafetler giymeyin

Şiddetli cilt kuruluğu sorununuz varsa çok dar kıyafetler giymeyin. Aksi halde sürtünmeden dolayı cilt kolayca hasarlanabiliyor. Bunun sonucunda enfeksiyon ve alerji tetiklenerek daha büyük sorunlar gelişebiliyor.

Bol bol su için

Sağlıklı bir cilt yapısı için nem dengesini sağlamak son derece önemli. “Dıştan nem kaybını önlemeye yönelik tedbirlerimizin yanı sıra günlük ihtiyacımız olan su miktarını tüketmeye özen göstermeliyiz” diyen Dermatoloji Uzmanı Dr. Şenay Ağırgöl, “Günlük tüketmeniz gereken su miktarını; vücut ağırlığınızı (kg) 33 ml ile çarparak kolayca hesaplayabilirsiniz. Mesela 60 kilo iseniz 1980 ml, yani yaklaşık 2 litre su tüketmeniz gerekiyor” diyor.

Alkol ve kahveyi kısıtlayın

Alkol, kahve ve çay diüretik etkileri nedeniyle vücuttan su atılımına yol açıyor. Ciltte kuruluğun artmaması için bu tür içecekleri sınırlı tüketmeli, hemen ardından mutlaka bir bardak su içmeyi ihmal etmemelisiniz.

Lenf bezinde her şişlik lenfoma değil!

Lenf bezinde her şişlik lenfoma değil!

Son yıllarda giderek yaygınlaşan lenfoma (lenf bezi kanseri), çocukluk çağında en sık görülen 3. kanser olurken, erişkin kanserleri arasında 7. sırada bulunuyor. Acıbadem Maslak Hastanesi Hematoloji Uzmanı Prof. Dr. Mustafa Çetiner lenfomanın genellikle lenf bezinin şişmesi ile ortaya çıktığını, ancak her şişen lenf bezinin kanser anlamına gelmediğini belirterek “Lenf bezlerinin büyümesi, ele gelmesi ve ağrılı olması durumunda kişiler çoğunlukla ‘acaba kanser mi oldum?’ endişesine kapılabiliyor ama lenf bezleri viral enfeksiyonların da aralarında bulunduğu birçok nedenden dolayı büyüyebiliyor. O nedenle her lenf bezi büyümesi lenfoma anlamına gelmez. Buna karşın lenf bezlerinin büyümesi bazen de lenfomanın tek belirtisi olabildiğinden doktora gitmeyi ihmal etmemek gerekiyor.” diyor. Lenfomanın tedavi edilebilir bir hastalık olduğunu ve ümitsizliğe kapılmamak gerektiğini vurgulayan Prof. Dr. Mustafa Çetiner, lenfomanın ihmale gelmez 7 önemli belirtisini anlattı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

Acıbadem Maslak Hastanesi Hematoloji Uzmanı Prof. Dr. Mustafa Çetiner

Prof. Dr. Mustafa Çetiner

Lenfomanın tedavisi, türüne göre değişiyor!

“Herkesin vücudunda lenf bezleri vardır, çünkü bunlar karakol gibi vücudumuzda yolunda gitmeyen işlere müdahale eden bezlerdir; vücudun diğer enfeksiyonlara veya diğer hastalıklara karşı mücadelesinde önemli rol oynarlar” diyen Prof. Dr. Mustafa Çetiner, lenf bezlerindeki her şişliğin ise lenf bezi kanseri yani lenfoma anlamına gelmediğini vurguluyor. Bir hastaya lenfoma tanısı konulmasının da tek başına bir anlamı olmadığını çünkü lenfomanın 40’a yakın çeşidi olduğunu belirten Acıbadem Maslak Hastanesi Hematoloji Uzmanı Prof. Dr. Mustafa Çetiner “Bunların bir kısmı çok yavaş seyirlidir ve dolayısıyla çok agresif değildir, acil tedavi gerektirmez. Bazı lenfomaları yıllarca hiç ilaç kullanmaksızın izlediğimiz oluyor. Kimi lenfomalar da sadece şişlik ile kendini belli edebilir, agresif seyirlidir ve bir an önce müdahale edilmesi gerekir. Bu nedenle lenfomaların türüne kesin karar veren patolojidir. Biyopsi olmadan ve elimizde doku tanısı olmadan lenfoma tanısını koymak imkansızdır. Lenfomaların türüne göre tanı ve tedavileri önemli farklılıklar gösterir.” diyor.

Lenfoma tedavi edilebilir!

Lenfomanın günümüzde çoğunlukla tedavi edilebilir bir hastalık olduğunu, bu nedenle ümitsizliğe kapılmamak gerektiğini belirten Prof. Dr. Mustafa Çetiner, kemoterapinin halen tedavinin temelini oluşturduğunu, ancak 2000’li yılların başından itibaren hedefe yönelik tedaviler de uygulandığını söyleyerek “Hedefe yönelik, akıllı bir molekülün keşfiyle günümüzde artık kemoterapi dışı, birden çok seçenek uygulanmaktadır. Gerektiğinde kemik iliği nakli de tedavi seçenekleri arasındadır.” diyor.

Pause Dergi

Lenfomada ihmale gelmez 7 belirti!

Hematoloji Uzmanı Prof. Dr. Mustafa Çetiner “Klinik bulgular genellikle lenf bezlerinin ve organ tutulumlarının bölgesine, tümörün çapına, büyüklüğüne, tümörün büyüme hızına, hastanın eşlik eden hastalıklarına ve yaşına bağlı olarak değişkenlik gösterir” diyor. Prof. Dr. Mustafa Çetiner, lenfomanın 7 önemli belirtisini şöyle sıralıyor;

  • Çoğunlukla boyun, kasık ve koltuk altı lenf bezlerinde büyüme, ele gelen şişlik
  • Uzun süren, iniş ve çıkışlarla seyreden, nedeni bulunamayan, çoğunlukla 38.5 dereceyi geçmeyen ateş
  • Her gece çamaşır değiştirecek kadar yoğun terleme
  • Kısa sürede ciddi kilo kaybı
  • Lenf bezinin büyümesine bağlı olarak, çevrede bulunan organ ve dokulara uygulanan baskılara ilişkin bulgular (Örneğin; şiddetli kemik, göğüs, karın ağrısı, bacaklarda şişlik, kuru öksürük, ses kısıklığı vb)
  • Yorgunluk, halsizlik
  • Ciltte kaşıntı ve yaygın döküntü

Felç sonrası robotik rehabilitasyon tedavisi iyileşme sürecini hızlandırıyor

Felç sonrası robotik rehabilitasyon tedavisi iyileşme sürecini hızlandırıyor

Felcin sinir ve kaslarda oluşturduğu hasar, yorucu ve uzun bir tedaviyi gerektiriyor. Bu noktada rehabilitasyon tedavisinin en teknolojik hali “robotik rehabilitasyon” devreye giriyor. Robot destekli rehabilitasyon sırasında hasta, video oyunları oynayarak hem eğleniyor hem de bu oyunlar sayesinde daha çok egzersiz yaparak iyileşme sürecini hızlandırıyor.

Felç (inme), beyne giden kan akışının azalması ya da kesilmesi sonucu oluşan bir hastalık. Tüm dünyada sık görülen felcin sonuçları da çok ciddi. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre; ölüm nedenlerinde ikinci, sakatlık nedenlerinde ise üçüncü sırada yer alıyor. Felç, kişinin hareketini, duyusal yeteneklerini, konuşmasını ve diğer işlevlerini bozarak sakatlığa neden oluyor. Felç geçirenlerin yaklaşık yüzde 70’inin 65 yaşın üzerinde olduğunu belirten Acıbadem Taksim Hastanesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Uzmanı Doç. Mustafa Dr. Çorum, “Yine de her yaşta ortaya çıkabiliyor ve acil tıbbi müdahale gerektiriyor. Acil tedavi, uzun vadeli etkileri en aza indirebiliyor ve hayat kurtarıcı olabiliyor. Felç geçirenlerin yüzde 40’ında orta ile şiddetli arası bir bozukluk meydana gelirken, yüzde 10’unda uzun süreli bakım tedavisi ihtiyacı doğuyor.” diyor.

Pause Dergi

Doç. Mustafa Dr. Çorum

Tedavi sürecini kısaltıyor, iyileşme oranını artırıyor

Peki, felç geçiren kişinin hayati tehlikeyi atlattıktan sonra tedaviyle eski sağlıklı günlerine kavuşması mümkün mü? Bu soruyu ‘bazı hastalarda mümkün’ diye yanıtlayan Doç. Dr. Mustafa Çorum, “Felç tedavisi, oluşturduğu sakatlığın tedavi edilebilmesi için uzun bir rehabilitasyon gerektirir. Hasta bazen günler, bazen aylarca uzmanlar tarafından belirli hareketleri yapması için çalıştırılır. İşte bu uzun ve zahmetli süreci kısaltmak ve daha etkin hale getirmek için günümüzde çeşitli teknolojik yöntemler geliştirildi. Bunlardan biri robotlar. 2000 yıllarında kullanılmaya başlanan robotlar, günümüzde hızla geliştiriliyor ve hastanın yararına birçok yeni özellik ekleniyor. Robotlarla felçten hemen sonraki ilk birkaç hafta içinde tedaviye başlanabiliyor. Robotların yardımıyla belli hareketler ile fonksiyonel görevler, beyinde hareketin yeniden ve doğru olarak tekrarlanmasıyla öğrenilebiliyor. Üstelik sanal gerçeklik teknolojisi de rehabilitasyon programlarına eklendiğinde hastanın iyileşme oranı daha da artıyor.”

Hareketin doğru şekilde tekrarlanmasını sağlıyor

Hareketi ve konumlandırmayı değerlendirmek için sensör tabanlı sistemler kullanan rehabilitasyon robotları ne kadar küçük olursa olsun kuvvet ve hareketteki herhangi bir değişikliği algılayabiliyor. Doç. Dr. Mustafa Çorum, robotik cihazların fizyoterapist tarafından yapılan egzersizlere göre avantajının, “robotik cihazın doğru hareketin her seferinde tam olarak aynı şekilde tekrarlanmasını sağlaması ve beynin kasları harekete geçirecek şekilde eğitmesi” olduğunu söylüyor. Robot destekli rehabilitasyonda seans başına daha fazla tekrar yapılabiliyor. Ayrıca robotlar, hastanın performansı hakkında veri toplayarak doktorların tedavi planlaması ve iyileşmeyi doğru bir şekilde değerlendirmesini sağlıyor.

Ağır hastaların etkili tedavisi yapılabiliyor

Rehabilitasyon aşamasında, her biri belirli hedefleri yaptırmak için farklı cihazlar kullanılıyor. En son teknolojiler ve gelişmiş robotik cihazlar, rehabilitasyondaki yoğun tedavi protokollerine olanak tanıyor ve ağır etkilenmiş hastalarda bile mümkün olmayacak tedaviler sunuyor. Robotik yürüme eğitimi, robotik el-kol-parmak eğitimi, robotik denge-koordinasyon eğitimi gibi oldukça yoğun ve tekrarlayıcı etkili tedaviler hasta iyileşme potansiyelinin en iyi şekilde kullanılmasını sağlıyor.

Felç sonrası tedavide 5 önemli nokta

Peki, hastalar felç sonrası eski sağlığına kavuşmak için nelere dikkat etmeli?

Rehabilitasyona erken başlayın

Beyin ve sinir hücrelerinin iyileşmesi, felç geçirdikten hemen sonra başlıyor ve haftalarca sürüyor. Erken dönemde yani felç sonrası ilk birkaç hafta içinde yapılan tedaviler öneriliyor. Rehabilitasyona ne kadar erken başlanırsa sonuçları o kadar etkili oluyor.

Tedavinin kişiye özel olduğunu unutmayın

Rehabilitasyon programları kişiye özel olarak hazırlanıyor. Her hastanın ihtiyacı ve tedaviye verdiği yanıt farklı olduğundan uzmanlar, bu ihtiyaçları belirleyerek özel bir program hazırlıyor ve bu programda hastanın verdiği yanıtı değerlendirerek yeniden program yapabiliyorlar.

Karma tedavinin gerekebileceğini aklınızda bulundurun

Doç. Dr. Mustafa Çorum, tedavinin klasik rehabilitasyon ile robotik rehabilitasyonun etkin tedavi için önemli olduğunu vurgulayarak “Klasik nörolojik rehabilitasyon ile robotik rehabilitasyon birleştirildiğinde hastaların iyileşme oranı yüksek ve daha hızlı oluyor” diyor.

Pause Dergi

Sabırlı ve kararlı olun

Geleneksel rehabilitasyon uygulamalarının fiziksel ve duygusal olarak yorucu olduğuna değinen Doç. Mustafa Dr. Çorum, robotik rehabilitasyona dair şunları söylüyor: “Başarılı olmak için bir tedavi programında hastanın aktif katkısına, ciddi çabasına ve kararlılığına ihtiyacı var. Tedavi hastalığın yarattığı sonuca, hastanın aktif gayretine ve vücudunun verdiği yanıta göre değişiyor. O nedenle hastaların pozitif olması ve sabrı çok önemli” diyor.

Teknolojinin iyileştirici gücünden yararlanın

Felç sonrası uzun ve yorucu bir tedavi süreci bekleyen hastalardan robotik rehabilitasyon görenlerin ilgi ve motivasyonu korumada daha başarılı oldukları araştırmalarla ortaya çıkan bir durum. Teknolojideki gelişmeler ile robotik rehabilitasyona sanal gerçeklik, artırılmış gerçeklik ve kişiselleştirilebilir oyunların eklenmesiyle hastaların katılımı da, eğlenerek hareketleri daha etkin bir şekilde yapma oranı da arttı. Doç. Dr. Mustafa Çorum, hastaların robotik rehabilitasyon sırasında video oyunuyla hareket kabiliyetlerini artıracak olmaları fikrinin hastalar tarafından da olumlu karşılandığını belirtiyor.

“Karın ağrısıdır, geçer” demeyin!

“Karın ağrısıdır, geçer” demeyin!

Özellikle kış aylarıyla birlikte çocuklarda üst solunum yolu enfeksiyonları yaygınlaşırken, acil servislere başvuruların en sık nedenini karın ağrıları oluşturuyor. Enfeksiyonun tedavi edilmesi ile genellikle karın ağrısı da düzeliyor ancak bazı durumlarda ise karın ağrısının altında cerrahi tedavi gerektirebilen çok daha ciddi hastalıklar yatabiliyor! Acıbadem Ataşehir Hastanesi Çocuk Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. Levent Elemen, anne babaların bu nedenle “karın ağrısıdır geçer” dememelerini, özellikle ağrıya eşlik eden diğer şikayetleri dikkatle gözlemlemeleri gerektiğini vurguluyor. Çocuk Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. Levent Elemen çocuklarda karın ağrısı hakkında bilgiler verdi, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

Gribal enfeksiyonlardan sınav stresine, mide bağırsak hastalıklarından apandisite birçok neden çocuklarda karın ağrısına yol açabilirken, anne babalar kimi zaman ‘basit bir gaz sancısıdır, geçer’ diye düşünerek doktora gitmeyi geciktirebiliyorlar. Ancak dikkat! Acıbadem Ataşehir Hastanesi Çocuk Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. Levent Elemen, çocuklarındaki karın ağrısının gelip geçici bir sıkıntı olabildiği gibi, altında apandisitten bağırsak düğümlenmesine, yumurtalık kistlerinden testis dönmesine dek cerrahi müdahale gerektiren ciddi hastalıklar da yatabildiğini belirterek, bu nedenle ailelerin çocuklarını çok iyi gözlemlemeleri gerektiğini vurguluyor. Karın ağrısı çocuklardaki tüm tıbbi acil durumların yüzde 15’ini oluşturuyor. Bu hastaların yüzde 10’unda cerrahi nedenli bir karın ağrısı saptandığını ve dikkatle araştırılması gerektiğini söyleyen Prof. Dr. Levent Elemen “Neredeyse hemen herkesin yaşamı boyunca en az bir kez karşılaştığı karın ağrısının başlama şekli ve yeri, süresi, sıklığı, eşlik eden bulguların olup olmaması cerrahi nedenli karın ağrıları konusunda çok önemli bilgiler verebilir; tanı ve tedavinin zamanında yapılmasını sağlayarak komplikasyonları engelleyebilir” diyor.

Pause Dergi

Prof. Dr. Levent Elemen

Solunum yolu enfeksiyonları ile birlikteyse!

Karın ağrısına eşlik eden başka şikayetler varsa anne babaların çok daha dikkatli olması gerektiğini çünkü bu durumun başka hastalıkların habercisi olabildiğini vurgulayan Prof. Dr. Levent Elemen “Karın ağrısı solunum yolu enfeksiyonu ile birlikte ise ve eşlik eden başka bir bulgu yoksa olası tanı olarak, karın içinde ince bağırsak etrafındaki lenf nodlarının şişmesi düşünülür. Tanıyı kesinleştirmek için akciğer grafisi ve tüm batın ultrasonografisi yapılmalı ve kan tetkikleri alınmalıdır. Solunum yolu enfeksiyonunun tedavi edilmesi ile karın ağrısı da düzelecektir. Ancak nadiren karın ağrısı şiddetinde artma, hastanın genel durumunda kötüleşme, ateş ve kusma tabloya eklenebilir. Bu durumda karın içindeki yangının ilerlediği ve tablonun akut apandisite evrildiği düşünülmelidir. Akut apandisit varsa cerrahi tedavi şarttır. Akut apandisitte altın standart laparoskopik (kapalı) cerrahi ile apandisitin dışarı çıkarılarak tedavinin sağlanmasıdır” diye konuşuyor.

İshal eşlik ediyorsa!

İshalle beraber karın ağrısı olmasına karşın başka önemli bir bulgu olmadığı takdirde mide-bağırsak enfeksiyonunun (gastroenterit) düşünülmesi gerektiğini belirten Prof. Dr. Levent Elemen şöyle konuşuyor: “İshalin altta yatan etkene uygun tedavi edilmesi ile karın ağrısı hızlıca düzelir. Ancak ishal ile birlikte ara ara gelen kramp şeklinde karın ağrısı, makattan kırmızı çilek jölesi şeklinde kanama, yeşil renkli kusma ve karın şişliği olması durumunda bağırsak düğümlenmesi (invajinasyon) düşünülmelidir. Bağırsak düğümlenmesi, sonuçları nedeni ile çok ciddi komplikasyonlar yaratabilecek acil bir cerrahi hastalıktır. Bu hastalar bağırsaklarda zarar oluşmaması için vakit kaybedilmeden Çocuk Cerrahı tarafından değerlendirilmelidir.”

Sık idrara gitme ve yanma varsa!

Kız çocuklarında ve sıklıkla sünnetsiz erkek çocuklarda sık idrara gitme, idrar yaparken yanma veya kesik kesik idrar yapma şikayeti ile beraber karın ağrısı varsa idrar yolu enfeksiyonunun düşünülebileceğini söyleyen Prof. Dr. Levent Elemen “Tedavi sonrası karın ağrısı düzelir ancak bu hastalarda idrar yolu enfeksiyonunun tekrarlaması durumunda altta yatabilecek ürogenital anomaliler açısından araştırmalar yapılmalı ve gerekirse bunlara yönelik müdahalelerde bulunulmalıdır” diyor.

Adet döngüsüne paralel ağrı varsa!

Kız çocuklarında özellikle ergenlik ve ergenlik öncesi dönemde yumurtalık (over) kaynaklı problemler de karın ağrısına yol açabilir. Çocuk Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. Levent Elemen şu uyarıda bulunuyor: “Adet gören çocuklarda adetin birkaç gün öncesinde olan karın ağrıları premenstrüel sendrom, adet ortasındakiler ovülasyona bağlı Mittelschmerz olarak adlandırılır. Bu karın ağrılarının tedavileri basit ağrı kesicilerle sağlanabilse de karnın sağ veya sol alt kısmında şiddetli ağrı tarif ediliyorsa yumurtalık (over) kistleri ve yumurtalık dönmesi (over torsiyonu) akla gelmelidir. Sonuçları itibarı ile bu hastalıklar Çocuk Cerrahisi tarafından çok hızlı müdahale ile acil cerrahi gerektirmektedir.”

Pause Dergi

Testis hassasiyeti ve kızarıklık varsa!

Erkek çocuklarında da karın ağrısına testis hassasiyeti ve kızarıklık işaret ediyorsa çok dikkatli olmak gerekiyor. Prof. Dr. Levent Elemen “Erkek çocuklarda karın alt bölgesinde ağrı ile beraber skrotumda (testisin bulunduğu torba) ağrı, kızarıklık, testis hassasiyeti ve ağrısı olması durumunda tablo akut skrotum olarak adlandırılır. Bu sorun da Çocuk Cerrahı tarafından hızlıca tanı konularak tedavi edilmelidir. Akut skrotumun en sık nedeni olmasa da kızlardaki over torsiyonuna benzer şekilde testisin dönmesi (testis torsiyonu) testisin kaybı ile sonuçlanabileceği için Çocuk Cerrahı tarafından hızlıca tanı koyularak tedavi edilmesi gereken bir patolojidir. Akut skrotumun daha sık görülen ancak cerrahi olmayan diğer nedenleri arasında testis iltihaplanması (orşit), testis ve etrafındaki dokuların iltihaplanması sayılabilir. Her iki durumda da hastaya uygun tedavinin verilmesi ve yatak istirahati ile tablo hızlıca düzelir” diyor.

Karnın sol tarafında ve aniden başlıyorsa!

Çocuklarda kabızlık da karın ağrısının önde gelen nedenlerinden birini oluşturuyor. Bu hastalarda karnın sol alt tarafında aniden başlayan ve gün içinde sık sık tekrarlayan, büyük tuvaletin yapılması ile azalan bir karın ağrısı olduğunu söyleyen Prof. Dr. Levent Elemen, beslenmenin  düzenlenmesi ve gaita sertliğinin azaltılması ile kabızlığa bağlı karın ağrılarının kısa sürede iyileşebileceğini belirtiyor. Prof. Dr. Levent Elemen özellikle okul döneminde, sınav kaygısı çok olan ve başarı odaklı yaşayan çocuklarda da yemek yedikten sonra ya da yatma ile artan karnın üst tarafındaki ağrılarda gastroözofageal reflü ve/veya gastrit düşünülebileceğini belirtirken, bu çocuklarda yapılacak yaşam tarzı değişiklikleri ve tıbbi tedavi ile şikayetlerin hızlıca giderilebileceğini söylüyor.

Karın ağrısı 12 saatten uzun sürüyorsa!

Prof. Dr. Levent Elemen karnı ağrıyan çocuğun dikkatle gözlemlenmesi gerektiğini belirterek şu uyarıda bulunuyor: “12 iki saati aşan, şiddeti artan, ateş, kusma ve/veya karın şişliği eşlik eder şekilde bir karın ağrısı olan çocuğun ‘karın ağrısıdır geçer’ denilerek, ağrı kesici ve ateş düşürücü verilerek zaman kaybedilmemesi gerekir. Bu hastaların mümkünse çocuk cerrahı bulunan bir merkeze getirilmesi, belli incelemelerden geçirilerek karın ağrısının cerrahi tedavi gerektiren bir sorundan kaynaklanmadığının kanıtlanması, eğer karın ağrısının altında cerrahi tedavi gerektiren  bir sorun yatıyorsa da bir an önce tedavisinin başlatılması gerekir.”