Yazılar

Turşunun gücünden faydalanın!

Turşunun gücünden faydalanın!

Bir yandan Covid-19 enfeksiyonu, bir yandan mevsimsel hastalıklar derken bağışıklık sisteminin güçlü olması her zamankinden çok daha önemli. Lezzetli olduğu kadar bağışıklığı güçlendirmeye katkı sağlamasıyla da öne çıkan besinlerden turşuya sofralarda yer vermek gerektiğini belirten Acıbadem Kadıköy Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Ece Öneş, “Turşu yararlı bakterilerden oldukça zengin bir besindir ve başta bağırsak sağlığı olmak üzere bağışıklığın güçlenmesinde, metabolizmanın hızlandırılmasında ve kan şekerinin dengelenmesinde sağlığa olumlu katkıları bulunur. Yapılan son bilimsel çalışmalar ise turşunun kanserden koruyucu etkilerinin de olabileceği yönündedir. Ancak bu kadar çok faydası bulunan bir besinin kurulması, saklanması veya tüketilmesi sırasında yapılabilecek birtakım hatalar yararlı bakterilerin yerine zararlı bakterilerin sayısını arttırarak sağlığı olumsuz etkileyebilmektedir” diyor. Beslenme ve Diyet Uzmanı Ece Öneş, turşu kurarken, tüketirken ve saklarken dikkat edilmesi gereken 10 önemli kuralı anlattı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

Turşu yapacağınız besinleri özenle seçin

Turşusunu kuracağınız meyve ve sebzelerin taze, zedelenmemiş ve kaliteli olmasına özen gösterin. Eğer çürümeye veya bozulmaya başlamış bir meyve veya sebzeyi turşu kurmak için kullanırsanız turşu oluşum mekanizmasında gerekli olan yararlı bakterilerin oluşmasını/ çalışmasını engelleyebilir ve zararlı bakterilerin artmasına neden olarak besin zehirlenmelerine yol açabilirsiniz.

Plastik yerine cam kapları kullanın

Turşunuzu kuracağınız kabın cam olmasına dikkat edin. Çünkü sağlığa uygun olmayan plastik kapların yapımında kullanılan kanserojen maddeler turşunun içerisine geçebilir ve bu durum sağlık için oldukça büyük bir risk yaratır. Sağlık için riskinin yanı sıra küresel ısınmayı arttırmamak için de plastik kullanımını en aza indirmemiz gerektiğinden turşu kurmak için en iyi tercihin cam kaplar olduğunu unutmamak gerekir.

Turşu kurmadan önce besin ve kap temizliğine dikkat edin

Turşu kurarken kullanacağınız besinlerin öncesinde çok iyi temizlenmiş olması gerekmektedir. Aynı şekilde kullanacağınız kap, kaşık, kepçe vb. malzemelerin de iyi temizlenmesi gerekmektedir ancak bu malzemelerde temizlik malzemesi kalıntısı da kalmamasına dikkat edilmelidir. Kalıntı temizlik malzemeleri sağlık için risk oluşturmakla beraber mayalanmanın oluşmasını da engeller.

İçme suyu kullanın

Besinlerinizi koyacağınız tuzlu salamura suyun temiz olması oldukça önemlidir. Bu nedenle güvenli olmayan kaynaklardan alınmış veya çok beklemiş suların içerisinde zararlı bakterilerin olduğu unutulmamalı ve turşu için asla kullanılmamalıdır. Temiz olmayan su ile hazırladığınız turşunun içerisinde zararlı bakteriler çok fazla üreyeceğinden besin zehirlenmelerine yol açabilir.

Tuzu kararında kullanın

Uzman Diyetisyen Ece Öneş “Turşu için tuz olmazsa olmazdır. Turşunun oluşum mekanizmasındaki yararlı bakterilerin üremesi ve zararlı bakterilerin oluşumunun engellenmesi için yeterli miktarda tuz varlığı çok önemlidir. Turşunun tuzu az konulduğunda yumuşama ve suda bulanıklaşma görülürken; tuzu fazla konulduğunda ise olgunlaşma süresi uzadığı gibi tadı da fazla tuzlu olacaktır. Bu nedenle hazırlanacak salamura suyunun 1 litre suya 80 gram tuz eklenerek (yüzde 8’lik tuzlu su) hazırlanması oldukça önemlidir” diyor.

Kaya tuzu tercih edin

Eğer turşunuzun yumuşamasını istemiyorsanız tuz tercihinizi kaya tuzundan yana kullanın. Sofra tuzuyla yapılan turşular kaya tuzuyla yapılan turşulara göre çok daha kısa sürede yumuşamaktadır. Kaya tuzu kullandığınızda da yüzde 8’lik (1 litre suya 80 gram kaya tuzu) tuzlu su hazırlamanız yeterli olacaktır.

Sirke ve limon tuzu kullanın

Eğer turşunuzu taze fasulye gibi asitliği az olan bir sebze veya meyveyle kuracaksanız turşu oluşumunu sağlayabilmek için daha fazla tuz koymanız gerekir. Ancak tuzu ne kadar arttırırsanız sağlık açısından o kadar risk oluşturacağından tuz yerine limon tuzu kullanarak aynı mekanizmanın gerçekleşmesini sağlayabilirsiniz. Turşu oluşumunda zararlı bakterilerin kontrolsüz üremesini engelleyen sirkeden de turşu yapımı sırasında destek alabilirsiniz.

Karanlıkta, uygun sıcaklık ve uygun sürede bekletin

Turşunuzu kurdunuz, sıra geldi bekletmeye. Turşunuzun karanlıkta ve 18-20 derecede beklemesi gerekmektedir. Eğer 20 derecenin üzerinde bir sıcaklıkta bekletilirse zararlı bakterilerin hızla artması söz konusuyken 18 dereceden daha düşük bir sıcaklıkta bekletilmesi ideal bir turşu oluşumunu engeller. En ideal bekletme süresi ise genellikle 4-6 haftadır.

Beyaz tabakayı takip edin

Sebze veya meyveleriniz mayalanmaya başladıktan sonra en üst kısımda oluşan beyaz tabakanın takip edilmesi ve görüldüğü anda hemen alınması gerekir. Bu tabaka hemen alınmazsa küf oluşmasına ve dolayısıyla turşunun bozulmasına neden olur. Eğer uygun oranda tuz eklenmediyse ve/veya uygun sıcaklıkta bekletilmediyse beyaz tabaka görülme olasılığı daha yüksektir.

Tüketirken dikkat!

Uzman Diyetisyen Ece Öneş “Turşunun sağlığa yararları oldukça fazladır ancak tuzlu bir besin olduğu ve sodyum içeriğinin yüksek olduğu unutulmamalıdır. Örneğin beyaz lahananın 100 gramında 12 mg sodyum bulunurken 100 gram lahana turşusunda yaklaşık 300 mg sodyum bulunmaktadır. Bu nedenle eğer hipertansiyon hastasıysanız, herhangi bir kalp-damar hastalığınız varsa, kronik böbrek yetmezliği hastasıysanız, sık sık ödem problemleri yaşıyorsanız veya mide problemleriniz varsa turşunun sık tüketilmesi size yarar sağlamadığı gibi zarar verecektir” diyor.

Antibiyotik içerken şunlara dikkat edin!

Antibiyotik içerken şunlara dikkat edin!

Covid-19 enfeksiyonunun tüm hızıyla devam ettiği bugünlerde, bir yandan da her sonbaharda olduğu gibi yine mevsimsel grip ve nezle gibi viral hastalıklar da kapıyı çalmaya başladı! Virüslerin neden olduğu hastalıkların en önemli özelliklerinin başında bulaşıcılığının çok fazla olması gelirken, tedavide bilinen bir ilacının olmaması da önemli bir sorun olarak karşımıza çıkıyor. Zira bu noktada pek çok kişi antibiyotiğe sarılarak fayda yerine daha fazla zarar görebiliyor! İşte, tüm dünyada 18 Kasım Antibiyotik Farkındalık Günü ile bilinçsiz antibiyotik kullanımının tehlikelerine karşı farkındalık yaratılması amaçlanıyor. Acıbadem Altunizade Hastanesi Göğüs Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Hacer Kuzu Okur “İnsanlık tarihinin önemli dönüm noktalarından biri; antibiyotiklerin bulunması ve böylece pek çok insanın hayatının kurtarılabilmesidir. Ancak enfeksiyonun nedeninin viral ya da bakteriyel kökenli olup olmadığının ayrımı için klinik ve laboratuvar testlerine ihtiyaç vardır. Antibiyotiklerin mutlaka hekim kontrolünde kullanılması gerekir, aksi takdirde çok ciddi zararlar verebilir” diyor. Prof. Dr. Hacer Kuzu Okur, bilinçsiz antibiyotik kullanımının 5 önemli zararını anlattı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

Direnç geliştiriyor

Antibiyotiğin aşırı ve yanlış kullanımı sonucu pek çok bakteri direnç geliştirmiştir. Yani antibiyotik işe yaramaz hale gelir. Bu durum enfeksiyonların tedavi edilememesine neden olur. Antibiyotikler gerekli olduğu zaman kullanılmalı ve önerilen tedavi zamanından önce kesilmemelidir.

Sindirim sistemini bozuyor

Bilinçsiz antibiyotik kullanımı; bulantı, kusma, şişkinlik ve karın ağrıları başta olmak üzere sindirim sisteminin dengesini bozarken, ishale yol açabilir. Ayrıca ağızda yara, diş renginde değişmeye neden olabilir.

Bağışıklık sistemine zarar veriyor

Bağırsak mukozamızdaki yararlı mikropları öldürerek mukozal bağışıklığı bozabilmekte ve yeni enfeksiyonların gelişmesine neden olabilmektedir. Alerjik hastalıkların ortaya çıkmasında artışa yol açabilir. Derideki kaşıntı ve döküntülerden başka öksürük nefes darlığı gibi ileri alerjik reaksiyonlara neden olabilir.

Metabolik sorunlara ve obeziteye yol açabiliyor

Özellikle çocukluk çağında yanlış kullanılan antibiyotikler bağırsak floramızı bozarak emilim sorunları yaratmakta ve diyabet hastalığı zemini oluşturup obeziteye neden olmaktadır.

Karaciğer ve böbrek yetmezliğine zemin hazırlıyor

Prof. Dr. Hacer Kuzu Okur ”Antibiyotikler vücuttan karaciğer ya da böbrek yolu ile atılır.  Pek çok ilaç karaciğer ve böbrek fonksiyonlarını bozmakta ve yetmezliğe neden olabilmektedir. Covid-19 enfeksiyonu ile mücadele ettiğimiz bugünlerde, bir yandan da sonbaharın kendine özgü hastalıkları ile karşı karşıya kaldığımızda hemen antibiyotiğe sarılmak fayda yerine zarar.

Fast Food geçici mutluluk, obezite ve depresyon getiriyor

Fast Food geçici mutluluk, obezite ve depresyon getiriyor

Pek çok insan hamburger, patates kızartması ve pizza gibi gıdaları tükettiği zaman kendini mutlu hissettiğini belirtiyor ancak bu iyilik hali yerini pişmanlık, kilo alımı ve hastalıklara bırakıyor. Yapılan araştırmalara göre fast food olarak adlandırılan gıdalarla beslenmek, kısa ve orta vadede duygu durum bozukluğu hatta depresyona sebep oluyor. Memorial Bahçelievler Hastanesi Obezite Tanı ve Tedavi Merkezi’nden Genel Cerrahi Uzmanı Doç. Dr. Murat Çağ, yanlış beslenmenin zararlı etkileri hakkında bilgi verdi.

Trans yağ obeziteye giden yolu kısaltıyor

Doymamış yağ asitlerinin tümüne trans yağ adı verilmektedir. Trans yağ, ürünlerin raf ömrünü artırmaya yarayan hidrojenize edilen endüstriyel bir yağdır. Trans yağlar doğal ürünlerde hemen hemen hiç bulunmamakla birlikte, yirminci yüzyıldan itibaren endüstriyel olarak üretilmektedir. Bu yağlar az miktarda tüketildiğinde bile hastalık yapma riski taşımaktadır. İşlenmiş gıdalar, kızartma yağları, margarinler, patates kızartması, fast food türü ürünler, bazı şekerler, hazır kurabiye, kekler, poğaçalar ve açma gibi ürünlerde trans yağ bulunmaktadır. Trans yağdan zengin gıdalar şeker ve kalori açısından da yüksektir.  Bu faktörlerle birlikte kötü kolesterol olan LDL’yi yükseltmektedir. Bu da diyabet, kalp-damar hastalıkları, kanser gibi pek çok hastalığa neden olmaktadır. Trans yağların bunların dışındaki sebep olduğu sorunlardan biri de, obezite hastalığı ve depresyona benzeyen duygu durum bozukluğudur.

Trans yağlar vücuda beslenme yoluyla veya kozmetik ürünlerle giriş yapmaktadır. Duygu durum bozukluğu ile kanser, kalp-damar hastalıkları, diyabet ve obezite problemleri beslenmeyle direkt ilgilidir. Trans yağlar, bağırsak duvarını tahrip ederek zararlı bakterileri artırır; bu da gerek sindirim sistemi gerekse nöropsikiyatrik sistem olmak üzere birçok soruna neden olmaktadır. Kişi trans yağları hayatından çıkardığında, bağırsak florasıyla birlikte bağırsak duvarını koruyup; birçok hastalığı engelleyebilmektedir.

Sağlıksız yiyecekler bağırsaklardan geçerek kana karışıyor
Trans yağların tüketimi bağırsaklardaki yararlı bakterilerin yerini zararlı bakterilere bırakmasına neden olmaktadır. Obezite hastalığına sebep olan kötü beslenme şekliyle bağırsak çeperindeki geçirgenlik artarak, normalde vücuttan atılabilecek zararlı maddeler kana karışmaya başlamaktadır. Kana karışan maddelerin bir kısmı karaciğerde depolanırken; bir kısmı da nörolojik sistemimize ulaşmaktadır. Buraya ulaşan zararlı bakteriler, başta immün, sindirim ve nöropsikiyatrik sistem olmak üzere pek çok probleme yol açmaktadır. İyi huylu bakterilerin sayısının azalması, bağırsak florasının bozulmasına ve hastalıkların artmasına neden olmaktadır. Kişi yaşamından bu etkenleri çıkararak; bağırsak florasının tahrip olmasına ve böylelikle sağlığının bozulmasına engel olabilmektedir.

Depresyon yeme biçimiyle doğrudan alakalı
Trans yağların tüketimi ile birlikte beynin hipotalamus bölgesindeki iletişim sistemi zamanla bozulmaya başlamaktadır. Bu durumda algılama güçleşmekte, yavaşlamakta ve duygu durumu depresyona yaklaşmaktadır. Genellikle bu durum çeşitli psikiyatrik tedavilerle onarılmaya çalışılsa da beslenme şekli atlanmaktadır. Oysa sürekli hüzünlü bir ruh hali daha çok yemek yeme isteğine sebep olmaktadır. Bu vücudumuzun ya da beynimizin küçüklükte öğretilen mutluluğu arama yöntemidir. Yemek yeme alışkanlıklarının ruh halini direkt olarak etkilediği bilinmektedir. Yapılan pek çok çalışma; rafine şekerler ve trans yağlardan yüksek bir beslenme şekli ile bozulmuş beyin fonksiyonu arasında bir ilişki olduğunu hatta depresyon gibi duygu durum bozukluklarının semptomlarının kötüleştiğini göstermiştir.

“Yedikçe mutlu oluyorum” demeyin

Fast food tüketiminin temelleri genellikle çocukluk çağında atılmaktadır. Ebeveynler, çocuklarına “Sınavdan başarılı olursan sana hamburger ısmarlayacağım” ya da “Yemeğini yersen sana cips, çikolata alacağım” söylemleriyle ödüller vermektedir. Bu da trans yağlı ürünlere olan alışkanlığın artmasına neden olmaktadır. Bunun yanında fast food türü gıdalar tamamen hazza yönelik üretilmektedir. Şekeri yoğun, trans yağdan zengin, tuzu fazla olan bu yiyecekler beyindeki ödül ve zevk merkezlerinde bulunan opiat ve dopamin reseptörlerini uyararak bağımlılığı artırmaktadır. Beyinde artan dopamin nedeniyle kişi kendisine ödül vermiş gibi görünür ve bu tür gıdaları yaşadığı mutlulukla birlikte daha çok tüketmek ister. Çocukluktan gelen ödül alışkanlığı da mutluluğun yemekle eşit olduğu algısını yaratır. Oysa gerçekte olan yenilen gıdanın mutluluk vermesi değil; çocukluktan gelen ve hormonları etkileyen madde etkisiyle mutlu olunduğu zannedilmektedir. Yani kişiler aslında yedikçe mutlu olmamaktadır. Yedikleri anda içinde mutlu olduğu anıların arayışındadır.

Doğru yağları doğru şekilde kullanın
İnsan vücudu için yağ önemlidir ancak zararlı yağlardan uzak durulmalıdır. Örneğin evde pişirilen yemeklerde kullanılan bitkisel yağ fazla kızdırılmamalıdır. Çünkü bitkisel yağları yüksek derecede kızdırmak o yağın yapısını bozmakta ve onu trans yağa çevirmektedir. Yemek pişirirken zeytinyağı kullanılmalıdır. Zeytinyağı hem yemeği lezzetlendirme açısından başarılıdır hem de zeyinyağını denatüralize etmek zordur. Zeytinyağı bağırsakları temizler, ancak kalori yükü nedeni ile miktarına dikkat etmek gerekmektedir. Bunun yanında beslenmeye eklenen balık ve omega-3 yağ asitleri bağırsak sağlığınızı dolayısıyla duygu durumunuzu korur. Ayrıca egzersiz, yeterli uyku ile de beslenme desteklenmelidir. Yapılan araştırmalar göstermektedir ki; günlük beslenmesi, egzersizi ve uykusu dengeli ve düzenli olan kişilerin ruh durumu da bir o kadar sağlıklı olmaktadır.

Obezite hastalığı uygun cerrahi yöntemlerle ortadan kalkıyor

Araştırmalara göre obez bireylerin obez olmayan bireylere göre daha az mutlu olduğu kanıtlanmıştır. Bunun yanında obez bireylerin, obez olmayanlara göre kendilerini daha az başarılı hissettikleri bilinmektedir. Zararlı ürünleri tüketmek kilo aldırırken, gelen mutluluk gerçek bir mutluluk değildir. Şişmanlık hastalığına yakalanan kişiler toplumdan kendilerini izole ederken, depresyona sürüklenmektedir. Bu da özgüven eksikliğine, kaygı bozukluklarına sebep olmaktadır. Obezitenin çözümü beslenme şeklini değiştirmekten geçmektedir. Obezite cerrahisi seçenekleri hem beslenme şeklini düzeltip hem de kişinin sağlıklı bir beslenme tarzını benimsemesi sayesinde tedavide önemli rol oynamaktadır.

Tekirdağ Şehir Hastanesi sağlık dağıtmaya başladı

Tekirdağ Şehir Hastanesi sağlık dağıtmaya başladı

Akfen İnşaat tarafından yapımı tamamlanan Tekirdağ Şehir Hastanesi Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın katılımıyla kapılarını açtı.

Tekirdağ’ı sağlık alanında da bir çekim merkezi haline getirecek 566 yataklı Şehir Hastanesi’nde 124 poliklinik, 18 ameliyathane ve 102 yoğun bakım ünitesi yer alıyor. 1 milyar 500 milyon TL’ye mal olan Tekirdağ Şehir Hastanesi’nde sağlık personeli haricinde hizmet personeli olarak da 700 kişiye istihdam sağlanacak.

Türkiye’de son yıllarda her alanda gelişme göstererek gözde yerleşimler arasına giren Tekirdağ, Akfen İnşaat tarafından Kamu-Özel İşbirliği (PPP-Public Private Partnership) modeliyle yapımı üstlenilen Şehir Hastanesi’ne kavuştu.

Kamu hastanesi statüsünde vatandaşlara ‘ücretsiz’ sağlık hizmet verecek Tekirdağ Şehir Hastanesi’nde, Sağlık Bakanlığı 25 yıl boyunca kiracı olarak yer alacak. Sistemde tüm tıbbi hizmetlerin sorumluluğu Sağlık Bakanlığı’nca, bilgi işlem, güvenlik, temizlik, yemekhane ve otopark gibi bütün hizmetler, hastanenin yapım ve işletmesini üstlenen Akfen İnşaat tarafından karşılanacak.

Tekirdağ’ı sağlık alanında da bir çekim merkezi haline getirecek hastane Bulgaristan ve Yunanistan’ı da içine alacak şekilde Trakya’nın en gelişmiş entegre sağlık tesisi olarak öne çıkıyor. Buradan hareketle hastane gelecekte sağlık turizmi ile bu ülkelerden de ziyaretçi hasta çekmesine kesin gözüyle bakılıyor.

Tekirdağ Şehir Hastanesi’nin 566 yatağının 464’ü genel hastane yatak kapasitesine ayrıldı. Bu kapasite 88 tek kişilik ve 187 adet çift kişilik olarak dağılıyor. Hastanede 2 oda yanık birimi için ayrılırken, 8 mahkûm odası da yer aldı.

Tekirdağ Şehir Hastanesi son dönemde dünyayı etkisi altına alan Covid-19 salgını nedeniyle yoğun bakım kapasitesi bakımından da öne çıkıyor. Hastanede yer alan 102 yoğun bakım yatağının 46’sı genel yoğun bakıma ayrılırken, 27 yeni doğan, 16 pediatrik, 5 KVC ve 8 de koroner yoğun bakım yatağı yer alıyor. Hastanenin ameliyathanelerinde bulunan hasta hazırlık-ayılma alanları mekanik olarak yoğun bakım odasına çevrilecek şekilde hazırlandı. Tek kişilik hazırlanan yoğun bakım odaları ihtiyaç halinde çift kişilik odaya dönüştürülebiliyor.

 

Acıbadem Kocaeli Hastanesi SGK’lı hastalar da hizmet verecek

Acıbadem Kocaeli Hastanesi SGK’lı hastalar da hizmet verecek

Acıbadem Sağlık Grubu’nun 2006 yılında hizmete sunduğu Acıbadem Kocaeli Hastanesi, hasta yelpazesini genişleterek, 9 Kasım 2020 tarihinden itibaren tüm branşlarda SGK’lı hastaları da kapsayacak şekilde hizmet vermeye başladı.

Hastane Başhekimi ve Direktörü Dr. Mustafa İdiz, 14 yıl önce Kocaeli’ni nitelikli sağlık hizmetleriyle tanıştırmanın ve devam ettirmenin haklı gururunu yaşadıklarını, SGK kapsamında da aynı nitelikte hizmet verileceğini belirtti. Bu güne kadar kardiyoloji, kalp damar cerrahisi ve tıbbi onkoloji birimlerinde SGK kapsamında hizmet verildiğini söyleyen Dr. Mustafa İdiz, “9 Kasım 2020 tarihinden itibaren SGK’lı hastalar, kadın hastalıkları ve doğum, kulak burun boğaz, çocuk hastalıkları, genel cerrahi, ortopedi, dermatoloji gibi hastanede olan diğer tüm uzmanlık alanlarından hizmet alabilecekler” dedi.

6.500 m2 kapalı alana sahip Acıbadem Kocaeli Hastanesi’nde 32 hasta odası ve 61 hasta yatağı bulunuyor. Birçok tıbbi branşta özellikli hizmetler sunan Acıbadem Kocaeli Hastanesi, Türkiye’nin önemli bir sanayi bölgesinde bulunması nedeniyle, iş kazaları ve her türlü travma vakalarına 24 saat müdahale edebilecek donanıma da sahip.

Akciğer için önemli 10 besin

Akciğer için önemli 10 besin

Covid-19 pandemisinde yapılan çalışmalar, koronavirüsün solunum sistemimizin en önemli organı olan akciğerler üzerinde tutuluma yol açarak nefes darlığı, solunum yetmezliği ve zatürre gibi önemli sorunlara yol açtığını gösteriyor. Bu nedenle akciğer fonksiyonunu güçlendirmek bu pandemide ayrı bir öneme sahip. Acıbadem Kozyatağı Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Ayşe Sena Binöz dengeli beslenme düzeninin ve bağışıklık sistemini güçlendiren besinleri tüketmenin akciğer enfeksiyonlarını önlemede ve akciğerleri güçlü tutabilmede kilit rol oynadığını belirterek, “Özellikle C, E ve A vitaminleri ile selenyum gibi antioksidan bileşenler, akciğer hücrelerini yok eden serbest radikallerin nötralizasyonuna yardımcı olarak akciğer hasarlanmasını yavaşlatıyor ve akciğer sağlığının korunmasına katkı sağlıyor” diyor. Acıbadem Kozyatağı Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Ayşe Sena Binöz akciğerin güçlenmesine yardım eden besinleri anlattı, önemli öneriler ve uyarılarda bulundu.

Elma

Elma; lif, flavonoidler, C, A, E vitamini ve potasyum gibi mineraller içeriyor. Yapılan çalışmalar; haftada 5 porsiyon ve üzerindeki elma tüketiminin akciğer fonksiyonunu geliştirmeye yardımcı olabileceğini gösterdi. Sigara içen bireylerde yapılan bir çalışmada da; elma tüketen kişilerin akciğer fonksiyonunda daha yavaş bir düşüş olduğu gösterildi. Beslenme ve Diyet Uzmanı Ayşe Sena Binöz, bir adet orta boy elmanın bir porsiyona eşdeğer olduğunu belirtiyor.

Muz

Muzun zengin potasyum içeriği, akciğer sağlığı, işlevi ve gelişmiş akciğer fonksiyonu için oldukça önemli. Yapılan bir çalışma, özellikle çocukluk döneminde yeterli potasyum tüketiminin akciğer fonksiyonunu ve kapasitesini artırmaya yardımcı olduğunu gösteriyor. “Bu nedenle potasyum mineralinden zengin olan muzu ara öğünlerde tüketmek uygun olacaktır” diyen Beslenme ve Diyet Uzmanı Ayşe Sena Binöz, “Ancak kan şekerini hızlı yükseltme riski nedeniyle diyabet hastalarının dikkatli tüketmelerinde ve bir adet büyük muzun 2 porsiyon meyveye eşdeğer olduğunu hatırlamalarında fayda var” diyor.

Domates

Domates, güçlü akciğer sağlığıyla ilişkilendirilen karotenoidlerden antioksidan özellik gösteren likopenin en zengin besin kaynakları arasında yer alıyor. Yapılan çalışmalar domates tüketiminin astımlı bireylerde hava yolu enflamasyonunu azalttığı ve KOAH hastalarında akciğer fonksiyonunu iyileştirdiğini gösterdi. Sigara içen bireyler üzerinde yapılan bir çalışmada ise domates tüketen bireylerin akciğer fonksiyonunda daha yavaş bir düşüş olduğu gözlemlendi. Domates tüketirken üzerine ekleyeceğiniz zeytinyağı ilavesi, domatesteki antioksidan özellik gösteren likopenin etkisini arttıracaktır.

Kırmızı lahana

Lif, C ve A vitamini açısından  zengin olan kırmızı lahana; yüksek oranda potasyum, az miktarda demir, magnezyum, kalsiyum ile fosfor bulunduruyor. Aynı zamanda antioksidan özellik göstererek bağışıklık sistemini destekleyen karotenoidler ve antosiyaninlerden zengin bir kaynak. Yapılan çalışmalar; antosiyanin kaynaklı besin alımının artmasının akciğer fonksiyonunu güçlendirdiğini ortaya koyuyor. Kırmızı lahana aynı zamanda yüksek miktarda lif içeriyor. Çalışmalar, yüksek lif tüketimi olan bireylerin, düşük miktarda lif tüketen bireylere nazaran daha iyi akciğer fonksiyonuna sahip olduğunu gösteriyor.

Zeytinyağı

Zeytinyağı, polifenoller ve E vitamini içeriğiyle antiinflamatuar antioksidan kaynağı olarak gösteriliyor. Yapılan bir çalışmada; zeytinyağından zengin olan Akdeniz diyeti ile beslenen KOAH ve astım hastalarının akciğer fonksiyonlarında iyileşmeler gözlemlendi. İçeriğindeki tekli doymamış yağ asitleri ve E vitamini formu olan tokoferol de daha iyi akciğer fonksiyonuyla ilişkilendirildi.

Pancar

Pancar; A vitamini, C vitamini, potasyum ve kalsiyum gibi vitamin ile mineraller içeriyor. Rengini veren betalain yüksek oranda antioksidan özellik göstererek akciğer fonksiyonunu optimize ediyor. Pancar aynı zamanda akciğer fonksiyonunu geliştiren nitrattan da zengin bir besin. Ancak içeriğindeki sodyum ve karbonhidrat miktarı nedeniyle kronik hastalığı bulunan bireylerin porsiyon kontrolüne dikkat etmeleri gerekiyor.

Yoğurt

Yoğurt; protein, kalsiyum, fosfor ve B grubu vitaminlerinden zengin bir besin. Çalışmalar yoğurdun içeriğinin akciğer fonksiyonunu artırmaya ve KOAH riskine karşı korumaya yardımcı olabileceğini gösteriyor. Yapılan bir çalışmada, daha yüksek kalsiyum ve fosfor alımının iyileşmiş akciğer fonksiyonuyla ilişkili olduğunu ve yüksek kalsiyum alımına sahip olan bireylerin KOAH riskinde yüzde 35 oranında azalma olduğunu gösterdi.

Sarımsak

C vitamini, selenyum, potasyum ve kalsiyumdan zengin sarımsaktaki ana aktif bileşen olan allisin bağışıklık hücrelerini güçlendiriyor. Aynı zamanda antimikrobiyal ve antiviral etkisi sayesinde bakteriyel ile viral enfeksiyonlara karşı koruma sağlıyor. Bu özelliklerinin yanı sıra içeriğindeki ana aktif bileşen olan allisin akciğerlerin temizlenmesine katkıda bulunuyor ve akciğer enfeksiyonlarına neden olan bakteri ile virüsleri öldürmeye destek oluyor. Beslenme ve Diyet Uzmanı Ayşe Sena Binöz sarımsağı çiğneyerek, ezerek veya dilimleyerek tüketmenin allisin içeriğini zenginleştirmesi sayesinde emilim kalitesini arttıracağını belirterek, “Ancak sarımsağın aşırı tüketimi alerjik reaksiyonlara ve kanamalara yol açabileceği için dikkatli tüketilmelidir. Her gün 2-3 küçük diş tüketimi yeterli olacaktır” diyor.

Pazı

Pazı; lif, A, C, K vitaminleri, potasyum, magnezyum ve demir içeriği yüksek bir besin. Besinlerle alınan potasyum ve magnezyum tüketiminin arttırılması, yapılan bazı çalışmalarda daha iyi akciğer fonksiyonu ile ilişkilendirildi. Pazının içeriğindeki karotenoidlerden olan lutein ve zeaksantin, güçlü antioksidan özellikleri sayesinde bağışıklık sistemini ve akciğer fonksiyonunu destekleyici rol üstleniyor. Ancak böbrek hastalığı olan veya kan sulandırıcı ilaç kullanan bireylerin, zengin potasyum ve K vitamini kaynağı nedeniyle pazıyı kontrollü tüketmeleri gerekiyor.

Balkabağı

Balkabağı; akciğer sağlığını geliştiren alfa ve beta karoten, lutein ile zeaksantin gibi karotenoidler açısından özellikle zengin bir besin. Beslenme ve Diyet Uzmanı Ayşe Sena Binöz, balkabağının antiinflamatuar özelliğiyle, zararlı maddeleri etkisiz hale getirip, vücut hücrelerine zarar vermesini önlediğini belirterek, şunları söylüyor: “Balkabağı aynı zamanda lif, A vitamini, C vitamini, E vitamini, folat ve demir içeriğiyle bağışıklık sistemini destekliyor. Genç ve yaşlı popülasyon üzerinde yapılan çalışmalar, yüksek kan karotenoid seviyelerinin daha iyi akciğer fonksiyonuyla ilişkili olduğunu gösteriyor. 

Koşudan önce karbonhidrat, koşarken meyve ve sonrasında süt!

Koşudan önce karbonhidrat, koşarken meyve ve sonrasında süt!

İstanbul bu Pazar, “Dünyada iki kıta arasında koşulan tek maraton”a ev sahipliği yapacak.  Amatör ve profesyonel koşucular kadar, halktan katılacaklar kişiler de pazar gününü heyecanla bekliyor. Boğazı koşarak geçmenin, koşuyla bir parça daha spor yapmanın zevkini yaşamak isteyen pek çok amatör de katılıyor. Bu uzun soluklu koşuda, profesyonel sporcuların performanslarıyla dikkat çekeceği aşikar. Peki, kendi performansını da en üst düzeye çıkarmak isteyen amatör koşucular nelere dikkat etmeli? Şüphesiz, kas gücünü artırmaktan dayanıklılığa kadar pek çok önemli konu, performansı etkiliyor ve bu nedenle öncesinde hazırlanmak gerekiyor. Fakat beslenme konusundaki özen, yalnızca koşu öncesi değil, koşu sırasında da ve sonrasında da önemli bir nokta. Amatör koşuculara özel beslenme önerileri sunan Acıbadem Sports Sporcu Beslenmesi ve Diyet Uzmanı Duygu Gencel, “Yorulmadan koşabilmek için doğru enerji dengesi kurabilmek gerekir. Yapılan koşunun süresine bağlı olacak şekilde koşu öncesi, sırası ve sonrasında beslenmenin doğru planlanması performansı olumlu yönde etkiler” diyor.

KOŞU ÖNCESİ: Koşu sabahı karbonhidrat şart

Dayanıklılık gerektiren spor dallarında en önemli besin grubunun karbonhidratlar olduğunu belirten Beslenme ve Diyet Uzmanı Duygu Gencel, “Kas glikojen depolarının dolu olması uzun süreli koşmamızı sağlarken depolarımızın yetersiz olması erken yorgunluğa hatta sakatlanmalara yol açabilir. Kas glikojen depolarımızın ana yakıtı karbonhidratlardır. Bu nedenle koşuya başlamadan önce yeterli karbonhidrat grubu içeren besinlerin alımından emin olunmalı” uyarısında bulunuyor. Bunun için kış sabahı kahvaltı menünüzde “peynirli-hindi füme sandviç ya da fıstık ezmesi, muz, tam buğday ekmeği veya laktozsuz yoğurt, kırmızı meyveler, ceviz ve yulaf ezmesi” gibi yağ içeriği düşük, karbonhidrat içeriği yüksek besinlere yer verebilirsiniz.

KOŞU SIRASINDA: Susuz kalmamak ve bir miktar da olsa karbonhidrat tüketmek önemli

Koşu sırasında enerjiyi korumak için beslenmeye düzenli bir şekilde devam etmek gerekiyor. Bunun için her 30 dakikada bir 150 ml su ile birlikte yarım olgun muz ya da 1 avuç kuru üzüm tüketilebileceğini anlatan Duygu Gencel, profesyonel sporcuların da bu besinler yerine sporcu jellerini ya da içeceklerini tercih edebileceğini belirtiyor. Duygu Gencel’in önemli bir uyarısı ise koşu sırasında meyve suyu tüketilmemesi yönünde. Meyve suları kan şekerinin hızlı yükselmesine ve erken yorulmaya neden olabiliyor.

KOŞU SONRASI: Vücudun toparlanması için süt içebilirsiniz

Maratonun ardından vücudun toparlanması ve susuzluğunun giderilmesi için sütün sağlıklı bir tercih olduğunu vurgulayan Duygu Gencel, aşağıdaki iki seçeneği örnek olarak sunuyor:

  • Muz, laktozsuz süt ve çiğ badem
  • Muz, badem sütü, fıstık ezmesi ve tarçın ile hazırlanmış bir smoothie

Koşunun ardından toparlanmaya destek olunması için protein de almak gerekiyor. Bu nedenle iki saat içinde et, tavuk, balık ya da kuru baklagil gibi besin gruplarındaki besinlerden tüketilmesini gerektiğini belirten Duygu Gencel’in örnek olarak verdiği üç menü şöyle:

  • Brokoli, patates gibi sebzelerle birlikte fırında somon,
  • Zerdeçallı tavuk göğüs sote ile hazırlanmış tam buğdaylı lavaş dürüm, limonlu maden suyu ve avokadolu salata,
  • Mercimekli ton balıklı salata ve domates çorbası.

Kas ağrılarına karşı magnezyum ve potasyum desteği

Bu öğünlerin yanı sıra kas ağrılarının oluşmaması ve hızlı toparlanma için magnezyum, potasyum içeren vitamin destekleri de alınabilir. Beslenme ve Diyet Uzmanı Duygu Gencel, son olarak iyi bir uyku için yatmadan iki saat önce bir şey yenilmemesini ve papatya, melisa gibi rahatlık veren bitki çaylarının tüketilmesini öneriyor.

Zatürre zayıf anı kollar

Zatürre zayıf anı kollar

Akciğerlerin mikrobik iltihaplanması sonucu oluşan Zatürre (Pnömoni) hastalığı özellikle sonbahar ve kış aylarında görülen çok ciddi bir enfeksiyondur. Zatürreden korunmak için bağışıklık sisteminin en iyi düzeyde tutulması gerektiğini belirten Academic Hospital İç Hastalıkları, Göğüs Hastalıkları ve Yoğun Bakım Torasik Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Turgay Çelikel, hastalıkla ilgili önemli uyarılarda bulundu.

Zatürre tüm dünyada ve ülkemizde en sık görülen ve en fazla ölüme neden olan hastalıklar arasındadır. Akciğer dokusunun iltihaplanması sonucu, bakteriler başta olmak üzere çeşitli mikroorganizmalar yüzünden oluşan bu rahatsızlık, her yıl ülkemizde 12 bin civarı kişinin yaşamını kaybetmesine neden olur. Bağışıklık sistemi güçlü olursa zatürrenin ayakta basitçe geçirilebileceğini söyleyen Academic Hospital İç Hastalıkları, Göğüs Hastalıkları ve Yoğun Bakım Torasik Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Turgay Çelikel, “Hastaneye ve yoğun bakıma yatışı gerektiren ve ağır seyreden zatürre vakaları vardır. Kanda oksijen seviyesinde düşüklüğe, karbondioksit seviyesinde yükselmeye ve solunum yetmezliğine yol açan bu tip zatürreler, bağışıklığı azalmış kişilerde çok ciddi durumlara neden olabilir. Bazı hastalarda tedavi süreci iki ayı bile bulabilir. Bu sürede yakın doktor kontrolü şarttır.” uyarısında bulundu.

Yüksek ateş ve nefes darlığı zatürrenin en önemli belirtileri

Tipik zatürre, genellikle 39-40 derecede seyreden yüksek ateşe, üşümeye, titremeye ve nefes darlığına sebep olur. Nabızda yükselme, morarma, göğüs ağrısı, kuru öksürük, sarı-yeşil balgam ve özellikle yaşlılarda zihin bulanıklığı gibi klinik belirtiler görülebilir. Kan testlerinde beyaz küre ve CRP yüksekliği gözlemlenir.

Zatürreden korunmanın yolları nelerdir?

Bağışıklık sisteminin ve akciğerin mikroptan korunma mekanizmalarının en iyi düzeyde çalışması gereklidir. Sigara içmek, bronşların üzerini kaplayan halıya benzer “Silya” yapısının dışa doğru hareketini felç eder ve her gün soluduğumuz milyonlarca mikrobun dışarıya atılmasına engel olur. Aynı şekilde alkol, genel anestezi, hava kirliliği, şeker hastalığı, böbrek yetmezliği ve kortizon tedavisi gibi durumlar da savunma mekanizmasını bozan etkenlerdir. Zatürreden korunmak için iki çeşit aşı vardır. Biri ömür boyu etkilidir, diğerinin 5 yılda bir tekrar edilmesi gerekir. Batıda 65 yaş üzerine önerilen bu aşılar, ülkemizde yıpranma daha fazla olduğu için 55 yaş üzerine önerilir. Fakat unutulmaması gereken nokta şudur; zatürre aşısının sadece en sık görülen zatürre cinsi Pnömokok’a karşı koruyuculuğu bulunur. Diğer zatürrelere karşı bir etkisi yoktur.

Zatürre hakkında az bilinen gerçekler:

  • Enfeksiyona bağlı zatürre, bakteri, virüs, mantar veya tüberküloz mikrobu kaynaklı olabilir. Hepsinin tedavi yaklaşımı farklıdır. Antibiyotikler sadece bakteri kaynaklı zatürreye karşı etkilidir. Mantar ve tüberküloz nedeniyle oluşan zatürrenin ilaçları ve kullanma süreleri farklıdır. O yüzden ilaç kullanmadan önce mutlaka bir doktora danışılmalıdır.
  • Covid-19, grip (İnfluenza) gibi bir virüstür ve viral zatürreye neden olur. Grip için hastalık şiddetini azaltan ilaçlar bulmak mümkünken Covid-19 için bugüne kadar tek bir ilaç onay almıştır ve henüz ülkemizde bulunmamaktadır.
  • Covid-19 virüsü, gripten farklı olarak daha sık akciğerlerde zatürreye neden olur. Bu tür zatürrenin buzlu cama benzeyen tipik bir görüntüsü vardır.
  • Genel durumu iyi, ayaktaki bir hastanın tedavisiyle altta yatan başka bir hastalığı bulunan düşkün bir hastanın tedavisi çok farklıdır.
  • “Atipik Zatürre” denen bir grup daha vardır. Klimadan geçen “Legionella Zatürresi” (Lejyoner Hastalığı) de bu gruptadır ve doğru antibiyotik tedavisi uygulanmazsa çok hızlı ilerleme gösterir.
  • AIDS hastalığında da en önemli ölüm nedeni bağışıklığın düşmesine bağlı gelişen bir tür zatürredir ve onun da tedavisi oldukça farklıdır.

 

Çocuklarda Görülen Her Üç Kanserden Biri Lösemi

Çocuklarda Görülen Her Üç Kanserden Biri Lösemi

Çocuklarda karşılaşılan en yaygın kanser türlerinden birinin Lösemi olduğunu belirten Uzm. Dr. Şükrü Yenice, 2-8 Kasım Lösemili Çocuklar Haftası özelinde lösemi hastalığına yönelik önemli bilgiler paylaşırken erken teşhis ve tedavinin hayat kurtardığının da altını çiziyor.

Yaşamımızı sürdürebilmemiz için gerekli olan alyuvarlar (eritrositler), akyuvarlar (lökositler) ve trombositler (pulcuk hücreler) adı verilen hücreler ile proteinler, hormonlar, vitaminler, mineraller gibi kimyasalların tüm dokulara damarlarımızdaki kan ile taşındıklarını belirten Uzm. Dr. Şükrü Yenice, kanın içindeki alyuvar, akyuvar ve trombosit hücrelerinin kemik iliğinde üretildiğini aktarıyor.

Alyuvarların görevinin oksijeni ve karbondioksidi taşımak, trombositlerin görevi kanın pıhtılaşmasında rol almak, akyuvarların ise vücudumuzu mikroplara ve yabancı-zararlı maddelere karşı korumak olduğu hatırlatan Uzm. Dr. Şükrü Yenice bütün bu hücrelerin üretimin, miktarın, görev şekillerini, yenilenmesi, yaşam süreleri ve çoğalması vücutta çok iyi düzenlenmiş bir plan çerçevesinde gerçekleştiğini belirterek, hücrelerin ihtiyaç fazlası olarak kontrol dışı olağanüstü çoğalmasıyla kanserin de oluştuğunu anlatıyor.

Çocuklarda görülen her 3 kanserden birisi lösemi

Vücudun herhangi bir parçasında kanser gelişebilir. Kemik iliğindeki kök hücre adı verilen ana hücrelerden türetilip farklılaştırılarak kana verilen kan hücrelerinde kontrolsüz bir çoğalmanın ortaya çıkmasının lösemiye neden olduğunu belirten Uzm. Dr. Şükrü Yenice, löseminin çocukluk çağında ve genç nüfusta en çok görülen kanser olduğunun altını çiziyor. Lösemiye yönelik oranları da paylaşarak çocuklarda görülebilen her 3 kanserden birisinin lösemi olduğu bildiren Yenice, lösemi akyuvarların kanseri ise de eritrolösemi gibi alyuvarların öncül hücrelerinden, megakaryositik lösemi gibi trombositlerin öncül hücrelerinden köken alan lösemilerin varlığının da olduğunu aktarıyor.

Lösemide kemik iliğinde çok sayıda ama işlevsiz yani görevini yapamayan hücreler üretilir. Bu hücreler kemik iliğini doldururlar ve kana geçerler. ‘’Bazı lösemilerde kan dışında akciğer, karaciğer, beyin, böbrek, testis gibi organların tutululumu da olabilir.’’ diyen Uzm. Dr. Şükrü Yenice, sözlerini şöyle sürdürüyor: ‘’Çocuğun yüksek doğum ağırlığı ile doğması, erken doğum veya gecikmiş doğum, ailede lösemili kardeş olması, başka bir kanser sebebiyle kanser ilaçları veya ışın tedavisi yapılması, organ nakli sebebiyle bağışıklık sistemini baskılayıcı tedavi uygulanmış olması bazı genetik sağlık sorunları gibi etkenlerin çocukluk çağı lösemileri için öne sürülen risk faktörleri arasındadırlar.‘’

Çocukluk çağı lösemilerinin değişik şekillerde gruplandırıldığını belirten Uzm. Dr. Şükrü Yenice, ‘’Eğer lösemi hızla gelişmişse akut lösemi, yavaş gelişmişse kronik lösemi olarak adlandırılır. Lösemiak yuvarların lenfosit grubundan köken almışsa lenfositik, diğer gruptan (myeloid gruptan) köken almışsa myeloid lösemi denir. Nötrofilik-monositik-eozinofilik-bazofilik-eritorisitik-megakaryositik lösemiler bu gruptandırlar.’’diyor. Lösemi gruplarına yönelik verileri de paylaşan Yenice, çocukluk çağında görülen lösemilerin çoğunlukla (%97 oranında) akut lösemiler olduğunu, Akut lösemiler de çoğunlukla (%75) lenfositik lösemi türünde olduğunu belirtiyor. Akut Lenfositik Lösemi dışındaki akut lösemiler ise myeloid lösemiler olup bunlara da Akut Myeloid Lösemi (AML) veya ANLL dendiğini anlatıyor.

Tekrarlayan enfeksiyonlar lösemi belirtisi olabilir

Çocukluk çağı lösemi hastalığının belirtilerini; solukluk, erken yorulma,halsizlik, sersemlik hissi, ateş, tekrarlayan enfeksiyonlar, eklem ve kemik ağrıları, karın ağrıları, iştahsızlık, zayıflama, beyne yayılmışsa ( metastaz) baş ağrısı, denge bozukluğu, havale geçirme, görme sorunları, Akciğer tutulmuşsa solunum güçlüğü, göğüs ağrısı, erkek çocuklarda %20-30 testis tutulumu, Böbrek yetmezliği-tansiyon yüksekliği olarak sıralayan Uzm. Dr. Şükrü Yenice, muayene sırasında boyun, koltuk altı ve kasık lenf bezlerinde şişlik, ciltte morarmalar, burun-diş eti-cilt kanamaları gibi muayene bulguları ile hastalığın saptana bileceğinin altını çiziyor.

Çocukluk çağı lösemi hastalığının tedavisinde kemoterapi, hedeflenmiş tedavi-akıllı ilaç tedavisi, radyoterapi (ışın tedavisi), kemik iliği nakli veya kök hücre nakli, löseminin komplikasyonları ve ilaçların yan etkilerine yönelik tedaviler, gerekmesi halinde kan nakli (damardan eritrosit,trombositverilmesi) ve psikolojik desteğin kullandığını belirten Uzm. Dr. Şükrü Yenice, genel sağ kalım oranının yüksek olduğunu söyleyerek ‘’Genel sağ kalım ALL de % 80’nin üzerindedir, % 90 lara kadar çıkar. Bu oran AML de % 60 dır. ‘’ diyor.

Çocukluk çağı lösemilerinin önleyici yöntemi olmadığına vurgu yapan Uzm.Dr. Şükrü Yenice,anne adaylarının hamilelik dönemlerinde enfeksiyonlardan, zirai ilaçlı ortamlardan, röntgen ve tomografi yapılan radyasyon sahalarından uzak durmasını önererek babanın sigara ve alkol kullanmaması ve bebeklik döneminde anne sütü ile beslenmenin çocuklarda lösemi riskini azalttığını belirtiyor.

Bitkisel yağlar yağ ihtiyacımızı karşılayan temel gıda maddeleridir

Bitkisel yağlar yağ ihtiyacımızı karşılayan temel gıda maddeleridir

Günlük beslenme programında mutlaka yer verilmesi gereken yağlar, düzenli ve yeterince kullanıldığında sağlıklı yaşam için vazgeçilmezdir. Ülkemizde ekmek üstü tüketimde de yemeklerde de süt yağı ile birlikte çoğunlukla bitkisel yağların kullanıldığını, hayvansal yağların ise daha çok et veya balık gibi gıdaların tüketimiyle vücuda alındığını söyleyen Ankara Üniversitesi Gıda Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Aziz Tekin, bitkisel yağları hayvansal yağlardan ayıran en önemli özelliğin kolesterol içermemeleri olduğuna dikkat çekti.

Neredeyse her yemeğin temel malzemesi ve lezzet eşlikçisi olan yağ, sağlıklı beslenmenin de olmazsa olmazları arasında yer alıyor. Yağlar kaynaklarına göre bitkisel, hayvansal, balık ve mikrobiyel yağlar olarak sınıflandırılıyor. Sofralarda en fazla kullanılanları ise bitkisel yağlar ve süt yağı. Hayvansal yağlar ve balık yağı ise genellikle tüketilen gıdalarla birlikte vücuda alınıyor.

‘Bitkisel yağlar kolesterol içermiyor’

Bitkisel yağların zeytin, fındık, soya, ayçiçek, kanola ve mısır gibi çok çeşitli tohum ve meyvelerden elde edildiğini söyleyen Ankara Üniversitesi Gıda Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi, Prof. Dr. Aziz Tekin, bitkisel yağların önemini şöyle ifade ediyor: “Dünya yağ ihtiyacının büyük kısmını bitkisel yağlar karşılamaktadır. Çünkü süt yağı dışındaki hayvansal yağların tüketimi çok sınırlıdır. Bitkisel yağları hayvansal yağlardan ayıran en önemli özellik kolesterol içermemeleridir. Ayrıca, farklı bileşim ve fiziksel özelliklere sahip olmaları nedeniyle, kızartma ve pişirme işlemleriyle birlikte birçok gıdanın bileşiminde yer almaktadırlar.  Gıdalara lezzet vermelerinin yanında, yapılarının oluşmasında da önemli rol oynarlar.”

‘Margarin de bitkisel kaynaklıdır’

Ülkemizde süt yağları dışında hayvansal yağ içeren yemeklik yağ olmadığını söyleyen Prof. Dr. Aziz Tekin, Ülkemizde natürel tüketimde daha çok zeytinyağı kullanılırken, yemeklik ve kızartmalık olarak süt yağı ile birlikte çoğunlukla bitkisel yağlar tercih edilmektedir. Bunlara bir örnek de tamamen bitkisel yağların karışımından oluşan margarinlerdir. Ülkemizdeki yasal düzenlemeler margarinlerde süt yağı kullanımına izin vermektedir, ancak bitkisel ürün özelliğini sürdürmek isteyen üreticiler neredeyse tüm margarin ve yoğun yağları tamamen bitkisel yağlardan üretmektedir. Bu nedenle margarinler “Bitkisel Margarin” olarak adlandırılmaktadır.” dedi.

Prof. Dr. Aziz Tekin,Diğer taraftan, ülkemizde trans yağ konusunda son 14 yılda önemli gelişmeler yaşanmıştır. “Trans Yağ Yoktur” logosu sayesinde trans yağsız üretime geçilebilmiş ve margarin endüstrisi 1 Ocak 2021 tarihinde uygulamaya konulacak “trans yağ yasaklama” düzenlemesine hazır hale gelmiştir.” diyerek margarinlerin trans yağ içermediğinin altını çizdi.