Yazılar

Kan şekeriniz düştüğünde ‘aşırı şeker’ tüketmeyin

Kan şekeriniz düştüğünde ‘aşırı şeker’ tüketmeyin

Su içmenize rağmen sık sık şiddetli susuzluk hissi yaşıyor musunuz? Çevrenizi puslu mu görüyorsunuz? Yorgunluk ve karın ağrısı yakınmalarınız mı başladı? İstemsiz kilo kaybınız var mı? Sık sık idrara çıkıyor musunuz? Son zamanlarda bu sorunlardan şikayet etmeye başladıysanız, dikkat! Yakınmalarınızın nedeni; günümüzde gençlerde dahi sıkça görülen ‘yüksek kan şekeri’ olabilir!

Kanda şekerin belli düzeylerin üzerinde olması ‘diyabet’ olarak tanımlanıyor. Kandaki şeker yüksekliği ihmale gelmiyor, çünkü damarlarda hasarlar oluşturarak; kalp krizinden inmeye, böbrek yetmezliğinden kalıcı görme kaybına kadar pek çok ciddi sorunlara yol açabiliyor. Dolayısıyla vücudumuza verdiği hasardan korunmak için kan şekerinin ideal değerlerde olması büyük önem taşıyor. Ancak yaptığımız bazı hatalar var ki kan şekerini hızla yükseltebiliyor. Acıbadem Fulya Hastanesi İç Hastalıkları Uzmanı Dr. Ozan Kocakaya kan şekerini yükselten 10 hatayı anlattı; önemli öneriler ve uyarılarda bulundu.

Pause Sağlık, Pause Dergi

Dr. Ozan Kocakaya

Belirtileri göz ardı etmek

Çok su içmek, çok sık idrara çıkmak, görme bozuklukları, kilo kaybı, yorgunluk – bitkinlik gibi belirtileri göz ardı etmek, yüksek kan şekerinin tanı ve tedavisini geciktiriyor.

Sağlıksız beslenmek

Şekerli veya şeker, yağ ile tuzla işlenmiş gıdaları fazla tüketmek de kan şekerini yükselten önemli faktörler arasında ilk sıralarda yer alıyor.

Kas kütlesinin kaybına seyirci kalmak

Kaslar hayatta kalmak için şeker yakarlar. Dolayısıyla yeterli egzersiz yapmamak, harcanan enerji miktarını sınırlı tutarak, şekerin yakılmadan vücutta kalmasına neden oluyor. Bunun sonucunda da kan şekeri yüksek değerlere ulaşıyor. Kas kütlenizi kaybetmemek için bolca hareket etmeye ve düzenli olarak egzersiz yapmaya özen gösterin. İç Hastalıkları Uzmanı Dr. Ozan Kocakaya, yürümek gibi hafif fiziksel aktivitenin bile şekerin yakılmasında son derece etkili olduğunu belirtiyor.

Pause Sağlık, Pause Dergi

Aile öyküsünü göz ardı etmek

Ailede diyabet hastalığı tanısı alanlar olduğunu göz ardı etmek de kan şekerini yükselten önemli hatalardan. “Genetik mirasımız kaderimiz değil ama bize hangi konularda daha çok farkındalığımız olması gerektiği konusunda uyarıcı oluyor” diyen Dr. Ozan Kocakaya, ailenizde, özellikle birinci derece yakınlarınızda diyabet hastası varsa, belirtiler konusunda dikkatli olmanız, yakınmanız varsa zaman kaybetmeden hekime başvurmanız gerektiğini hatırlatıyor.

Geçmiş hastalıkları dikkate almamak

Polikistik Over Sendromu, gebelik şekeri ve pankreatit gibi hastalıklar geçirdiyseniz, bunları unutmayın. Çünkü bu hastalıklara hayatının bir döneminde yakalanmış olanlar, ilerleyen yaşlarda diyabete daha yatkın oluyorlar. Dolayısıyla kan şekerinizi en az yılda bir kez ölçtürmeyi ihmal etmeyin.

Tedaviyi aksatmak

Kan şekerini yükselten bir başka önemli hata da, tedaviyi aksatmak. Diyabet hastalarının ilaçlarını mutlaka düzenli almaları gerektiğine işaret eden Dr. Ozan Kocakaya, “İster hap ister insülin olsun, diyabet tedavisine düzenli devam etmemek kan şekerini yükseltiyor ve sizi diyabetin neden olduğu hastalıklarla karşı karşıya bırakıyor” diyor.

İlaçları bilinçsizce kullanmak

Kan şekerini yükseltebilecek olan ilaçları bilinçsizce kullanmak da yapılmaması gereken önemli hatalardan. İç Hastalıkları Uzmanı Dr. Ozan Kocakaya, “Kortizon veya idrar söktürücü özelliğe sahip bazı ilaçlar, hatta masum gibi görünen bazı grip ilaçları bile şeker metabolizması üzerinde ciddi etkiler oluşturabiliyorlar. Dolayısıyla doktorunuzun ilaçlarla birlikte yapacağı diyet önerilerini ve kan şekeri takibinin gerekli olup olmadığını dikkatle dinleyin” uyarısında bulunuyor.

Kan şekeri düştüğünde aşırı şeker tüketmek

Kan şekeri düştüğünde sıkça yapılan önemli hatalardan biri, aşırı şeker tüketmek oluyor. Dr. Ozan Kocakaya, “Kan şekeri düşüşü, yani hipoglisemi son derece rahatsız edici, kaygı verici bir durum. Sinirlilik, terleme ve çarpıntıyla başlayıp bilinç kaybına kadar ilerleyebilen bu tablo kan şekeri düşen hastalarda paniğe ve belirtiler düzelene kadar yüksek miktarda şeker veya şeker içeren yiyecek ile içecek tüketmelerine neden olabiliyor” uyarısında bulunuyor. “Tedavi nedeniyle de zaman zaman kan şekerinde düşüş yaşayabilirsiniz” diyen Dr. Ozan Kocakaya, “Bu durumda paniğe kapılmadan tek küp şeker veya yarım bardak meyve suyu içmeli, ardından 15 dakika bekleyip yeniden ölçüm yaparak, bir kez daha düzeltme yapmaya ihtiyacınızın olup olmadığını değerlendirmelisiniz. Çünkü kan şekeriniz düştüğünde aşırı şeker tüketirseniz, bu kez aşırı yükselmeye başlar” bilgisini veriyor.

Pause Sağlık, Pause Dergi

 

 

 

Kilo almak

Kilo alan kişilerde artan yağ dokusundan salınan hormonlar, şekerin hücrelerin içine girmesini sağlayan insülin hormonunun görevini yapmasını önlüyorlar. İnsülinin etkili bir şekilde kullanılamaması nedeniyle de şeker hücrelere giremiyor ve kan dolaşımında birikmeye başlıyor. Bunun sonucunda da diyabet gelişiyor.

Sigara içmek

Sigaranın içindeki nikotin kısa vadede iştah kapatıp metabolizma hızını arttırsa da, uzun dönemde diyabet oluşumuna zemin hazırladığı ortaya kondu. Amerika Birleşik Devletleri’nde, 18-30 yaş arasındaki 5115 erişkinin 7 yıl takip edilerek verilerinin derlendiği bir çalışmada; sigaranın içindeki nikotinin kilo alımına ve kandaki kötü yağları artırıp iyi kolesterolün düşmesine yol açtığı, ayrıca insülin direncini tetiklediği kanıtlandı. “Kan şekeriniz yüksek ise yapmanız gereken birinci şey bunun için yardım aramaksa, ikincisi de sigarayı bırakmaktır” diyen Dr. Ozan Kocakaya,  sigarayı bırakmak için doktorunuza, hemşirenize, eczacınıza mutlaka danışmanız, sigara bıraktırmaya yönelik programlara dahil olmanız veya “Alo 171” sigarayı bırakma hattını aramanız gerektiğine dikkat çekiyor.

 Kan şekeri neden yükseliyor? 

Besinlerimizdeki her bir parça sindirim sistemi tarafından en küçük yapıtaşlarına kadar parçalanıyor ve içlerindeki şeker ortaya çıkartılıyor. Bunun nedeni ise vücudumuzdaki tüm hücrelerin çalışmak için şekere ihtiyaç duymaları. Şeker molekülleri enerji sağlayacakları hücrelerin içine insülin hormonuyla girebiliyorlar. İç Hastalıkları Uzmanı Dr. Ozan Kocakaya, “Eğer vücudunuzda insülin yoksa veya vücudunuz insüline doğru şekilde yanıt vermiyorsa şeker hücrelere giremiyor ve kan dolaşımında birikmeye başlıyor” diyor. Açlık kan şekerinin 110-125 miligram/dl, yemekten iki saat sonra bakılan kan şekerinin 200 mg/dl’den yüksek olması veya kan şekeri yüksekliği belirtileri gösteren bir kişide rastgele yapılan kan şekeri ölçümünde değerin yine 200 mg/dl’nin üzerinde çıkması, tanıyı koyduruyor.

Ülkemizde her yıl 40 bini aşkın kişi “akciğer kanseri” tanısı alıyor!

Ülkemizde her yıl 40 bini aşkın kişi “akciğer kanseri” tanısı alıyor!

Akciğer kanseri dünyada ve ülkemizde kanserden ölümler arasında ilk sırada yer alıyor. Dünyada her yıl 2 milyondan fazla, ülkemizde de 40 bini aşkın kişiye, sigaranın en önemli risk faktörü olduğu ‘akciğer kanseri’ tanısı konuyor. Günümüzde en korkulan kanser türlerinden biri olsa da, tanı ve tedavisinde yaşanan önemli gelişmeler sayesinde hastaların yaşam süreleri uzatılırken, yaşam kaliteleri de artırılıyor. Öyle ki erken tanı konulduğunda; immünoterapi, hedefe yönelik tedavi ile kemoterapi yöntemlerinin kombine edilerek uygulandığı tedavi protokolüyle hastalar uzun yıllar sağlıklı ve aktif yaşamlarına devam edebiliyor.

Acıbadem Maslak Hastanesi Tıbbi Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Özlem Er, günümüzde akciğer kanseri tedavisinin hastaya özel planlandığına ve bu sayede tedaviden oldukça başarılı sonuçlar alındığına dikkat çekerek, “Akciğer kanseri temel olarak ‘küçük hücreli olan’ ve ‘küçük hücreli olmayan’ şeklinde ikiye ayrılıyor. Küçük hücreli akciğer kanseri erken evrede kemoterapi ve radyoterapinin birlikte uygulanmasıyla tedavi ediliyor. Yaygın evrede ise kemoterapi ve immunoterapi kombinasyonuyla tedavinin başarısı artıyor. Küçük hücreli olmayan akciğer kanseri ise moleküler özellikleri farklı olan birçok hastalığı içeriyor. O nedenle kişiye özel hassas tıp yöntemleriyle hastanın tümörüne özel en uygun tedavi seçiliyor” diyor. Tıbbi Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Özlem Er, akciğer kanserinin tedavisinde çığır açan gelişmeleri anlattı; önemli uyarılarda bulundu.

Prof. Dr. Özlem Er

İmmünoterapi

İmmünoterapi; vücutta bağışıklık hücrelerinin uyarılarak kanser hücrelerini tanıması ve ortadan kaldırması esasına dayalı bir tedavi yöntemi. Bağışıklık sistemi elemanlarından olan makrofajlar, NK hücreleri ve T lenfositleri gibi hücrelerin aktifleştirilmelerini sağlayan immünoterapi, temelde kişinin bağışıklık sisteminin güçlendirilmesi amacıyla uygulanıyor. Tıbbi Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Özlem Er, günümüzde immünoterapide en çok kullanılan ilaçların bağışıklık kontrol noktası inhibitörleri (baskılayıcılar) olan antikorlar olduğunu belirterek, şöyle devam ediyor:

“Kontrol noktası inhibitörleri, yani antikorları günümüzde birçok kanserde önemli iyileşme sağlayan ve kullanımı gittikçe yaygınlaşan ilaçlardır. Bu özel moleküller bağışıklık sistemindeki doğal fren mekanizmasını ortadan kaldırarak, kanserli hücreyi tanıyan ve saldıran T hücrelerinin aktivasyonunu sağlıyorlar. Moleküller bağışıklık sisteminin kanserli hücrelere saldırmasını durduran ‘kontrol noktası proteinlerini’ bloke ederek etki gösteriyorlar”

Kemoterapi

Kemoterapi; kanser hücrelerinin büyümelerini ve çoğalmalarını önleyerek onları hasara uğratan bir tedavi yöntemi. Hızlı çoğalan hücreler kemoterapi tedavisiyle yok oluyorlar. Günümüzde kemoterapi uygulamalarında yan etkileri destek tedavilerle önlemek mümkün oluyor. Bulantı, kusma, kan değerlerinde düşme gibi yan etkiler bu şekilde önlenebiliyor. Prof. Dr. Özlem Er, küçük hücreli akciğer kanserinde kemoterapi yönteminin tedavinin en önemli parçası olduğunu vurgulayarak, “Bunun nedeni ise kemoterapinin küçük hücreli akciğer kanserinde hızlı çoğalan hücrelerde etkili olması ve yaygın hastalıkta kemoterapi ile immünoterapinin birlikte uygulanması. Bu yöntemlerde oldukça başarılı sonuçlar alınıyor” diyor.

Pause Sağlık, Pause Dergi

Hedefe yönelik tedavi

Hedefe yönelik tedavi “akıllı ilaçlar” olarak bilinen yöntem. Kanser hücrelerinin büyümelerini ve çoğalmalarını sağlayan hedefler saptanarak, bu özel moleküllerle hücre büyümesi durduruluyor. Bu sayede normal hücrelerde oluşan yan etkiler en aza indirgeniyor. Hedefe yönelik tedaviler özellikle küçük hücreli olmayan akciğer kanserinde tümörün genomik, bir başka deyişle hücrenin moleküler düzeyde özelliklerine göre düzenleniyor. Hücrede EGFR, ALK, ROS, BRAF, MET, RET diye adlandırılan 10’dan fazla hedef test edilerek, uygun molekül saptanıyor. Tıbbi Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Özlem Er, “Moleküler özelliğine göre tedavi seçimi sayesinde, hem erken evre hem de ileri evre akciğer kanserinde tedavinin etkinliği yüksek, yan etkisi az oluyor ve hastaların yaşam süreleri belirgin oranda uzuyor” diyor.

 Sigara içiyorsanız… Dikkat!

Akciğer kanserinin en önemli nedeni, yüzde 90’ından sorumlu olan sigara! Sigaraya başlama yaşı ne kadar erkense, akciğer kanserinin gelişme riski de o oranda artıyor. Akciğer kanseri ileri evrelerde saptandığında hızlı ilerleyen bir hastalık. Bu nedenle erken tanısı yaşamsal öneme sahip. Tıbbi Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Özlem Er, düşük doz radyasyonlu bilgisayarlı tomografi tetkikinin akciğer kanserinin erken tanısında etkin ve riski en az yöntem olduğuna işaret ederek, “20 yıl boyunca günde bir paket veya daha fazla sigara içmiş olan 50-77 yaş arasındaki kişiler, halen içmekte olanlar ve 15 yıldan daha kısa süre önce sigarayı bırakanlar, risk grubunu oluşturuyor. Erken tanı için risk grubundaki kişilerin yılda bir kez düşük doz bilgisayarlı akciğer tomografisi ile mutlaka taranmaları gerekiyor” diyor.

 Çocuklarda romatizmal kalp hastalığı

 Çocuklarda romatizmal kalp hastalığı

Romatizmal kalp hastalığı diğer adıyla kalp romatizması, beta mikrobuyla ortaya çıkar ve romatizmal hastalıkların en tehlikesi olarak kabul edilir. Günümüzde romatizmal kalp hastalığı özellikle bebekler başta olmak üzere yetişkinleri de etkiliyor. Avrasya Hastanesi Kardiyoloji ve İç Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Ali Bayram romatizmal kalp hastalığını anlatıyor.

Prof. Dr. Ali Bayram

Kalp romatizması nedir?

Genellikle kalp romatizması olarak bildiğiniz romatizmal kalp hastalığı, kalp kapakçığında oluşan iltihaplanmadır. Romatizmal ateş sonucunda meydana gelen bu hastalık kadın, erkek her cinsiyet ve yaş gurubunda görülebilirken, bebeklerde de sıklıkla gözlemlenen bir hastalıktır.

Üst solunum yolu rahatsızlıklarına dikkat!

Üst solunum yolları rahatsızlıkları sonrasında meydana gelen iltihaplanma ile beraber gözlemlenir. Özellikle de tedavisi yapılmayan üst solunum yolu hastalıkları 2-3 hafta sonra romatizmal ateşe dönüşerek kalbe kadar ulaşır. Böylelikle de kalp romatizmasını beraberinde getirir.

Belirtileri göz ardı etmeyin

Romatizmal kalp hastalığının birçok anlaşılır belirtisi vardır. Belirtileri dikkate alıp en erken zamanda doktora başvurmak çok önemlidir.

  • Nefes almada zorlanma,
  • Kalp ritminde düzensizlik,
  • Kalp çarpıntısı,
  • Göğüs ağrısı,
  • Düşük veya yüksek kan basıncı,
  • Sürekli yorgunluk hissi,
  • Sürekli üşüme hissi,
  • Baş dönmesi,
  • Mide bulantısı,
  • Eklem ağrıları,
  • Bölgesel morarma,
  • Soğuk algınlığı en sık görülen belirtileridir.

Çocuk ve bebekler de risk altında

Kalp romatizması her yaş gurubunda ve cinsiyette de görülse en çok çocuklarda ve bebeklerde gözlemleniyor.  Özellikle çocukluk çağında karşımıza çıkan boğaz enfeksiyonlarında erken teşhis oldukça önem taşıyor. Sıklıkla tekrar eden boğaz enfeksiyonlarında tedavi için geç kalınırsa, romatizmal ateş kalbe ulaşabilir. Üstelik bu yaşlarda kalpte bir rahatsızlık gözlemlenmese bile ilerleyen yaşlarda kalp romatizması belirtileri kendisini gösterebilir. Bu hususta ciddiye alınması gereken en önemli nokta ise erken teşhis için çocuklarda ve bebeklerde kalp rahatsızlığının durumuna göre 6 ayda bir doktor kontrolüne gidilmesidir.

Erken teşhis oldukça önemli

Birçok hastalıkta olduğu gibi kalp romatizmasında da erken teşhis oldukça önemlidir. Kalp romatizmasında teşhis sürecinde çeşitli yöntemler kullanılmaktadır. Kullanılan yöntemlerde genellikle kan sayımı, EKG, ekokardiyografi ve boğaz kültürü işlemleri uygulanmaktadır.

Kalp romatizmasında tedavi süreci nasıldır?

Uygulanan tedavilerin en önemli amacı tekrar oluşabilecek enfeksiyon riskini ortadan kaldırmaktır. Bu sayede kalp ve vücut dinlendirmesi sağlanır. Enfeksiyona neden olan mikrobik sebepleri önlemek için antibiyotik tedavisi uygulanır. Genellikle aspirin, kortizon gibi ilaçlar tercih edilir. Hastalığın sürecine göre penisilin kullanılması gerekiyorsa mutlaka öncesinde hastaya bir test uygulaması yapılmalı, sonuçlar sorun teşkil etmiyorsa bu ilaç kullanılmalıdır. Daha ilerlemiş vakalarda ise cerrahi yöntemlere başvurulabilir.

Çocuklarda gece altına ıslatma kalıcı böbrek rahatsızlığına neden olabilir

Çocuklarda gece altına ıslatma kalıcı böbrek rahatsızlığına neden olabilir

Ebeveynlerin idrar yolu enfeksiyonu ile ilgili bilmedikleri tehlikeli bir gerçek vardır. O da, bu hastalığın böbrek reflüsü ile ilişkili olabileceğidir. Avrasya Hastanesi Çocuk Cerrahisi Uzmanı Doç. Dr. Hüseyin Kılınçaslan, daha çok çocuklarda görülen böbrek reflüsünü anlatıyor.

Doç. Dr. Hüseyin Kılınçaslan

Böbrek reflüsü nedir?

Çocuklarda çok sık rastlanılan bir ürolojik problem olan vezikoüreteral reflü ya da bilinen ismiyle böbrek reflüsü, idrar kesesinde biriken idrarın böbreklere geri kaçması durumudur. Normal şartlarda böbreklerden mesaneye akması gereken idrar böbrek reflüsü olan kişilerde tersi yönde akış gösterir. Bu durum da enfeksiyona davetiye çıkarır.

Hastalığı tetikleyen farklı faktörler var…

Bu durumun ortaya çıkmasında birçok farklı faktör söz konusudur. İdrar kanalının mesaneye açıldığı noktada oluşan anatomik ve fizyolojik bir bozukluk olabilir.  Genetik faktörler bu durumda büyük rol oynar. İşeme sırasında dolu idrar kesesinden normalde böbreklere doğru idrar kaçağı olmaması gerekir. Vezikoüreteral reflüsü olan çocuklarda buradaki kapakçık mekanizması bozuktur. Dolayısı ile idrar böbreğe doğru geri kaçar. Bunun sonucunda ciddi idrar yolu enfeksiyonları oluşur. Bu durum vakit kaybetmeden önlem alınması gereken bir sağlık problemidir. Aksi takdirde böbreklerde kalıcı hasarlar bırakabilir.

Eğer çocuğunuz bu belirtileri gösteriyorsa…

Böbrek reflüsü olan çocuklar genellikle tuvalete daha az giderler. Çünkü idrar yapmakta zorlanırlar. Bunun yanı sıra;

  • Sık sık az miktarda idrar yapma,
  • Kanlı ya da kokulu idrar,
  • Yüksek ateş,
  • İştahsızlık,
  • Bel ve karın bölgesinde ağrı,
  • Bebeklerde huzursuzluk,
  • Gece altını ıslatma,
  • Tansiyon yüksekliği,
  • Kabızlık,
  • İdrar tahlilinde protein görülebilir.

Tedavi edilmezse kalıcı hasarlar bırakabilir!

Erken teşhis ve müdahalenin çok önemli olduğu böbrek reflüsü, ihmal edildiğinde çok büyük problemlere davetiye çıkarır. Bunların başında ise böbreğin hasarlanması gelir. Vezikoüreteral reflü varlığında enfeksiyonlu idrar böbrek hasarı yapabilir. Bu da böbreğin çalışmasını bozar.

Böbrek reflüsünün yol açtığı bir diğer sağlık sorunu ise yüksek tansiyondur. Böbreklerin işlevlerini yerine getirememesi durumunda böbrekte atıklar birikmeye başlar. Bu durum kan basıncını arttıracağından yüksek tansiyona yol açar. Böbrek reflüsünün neden olduğu yaralar böbreklerinin filtreleme işlevini yerine getirmemesine neden olur. Dolayısıyla zamanla veya bir anda böbrek yetmezliği gelişebilir.

Teşhis

Böbrek reflüsünün tanısında birçok farklı yöntem kullanılır. Çoğu zaman alınan idrar örneği laboratuvara gönderilerek analiz ettirilir. Böbrek ve mesane ultrasonu ile yapısal anormalliklere bakılır. Ultrason ile aynı zamanda hamilelik esnasında bebeğin böbreklerini görmemize de yarar.

Bir diğer tanı yöntemi ise çocuğun idrar yoluna kateter yerleştirilerek çekilecek ilaçlı film ile mesanenin röntgeninin çekilmesidir. Buna ek olarak nükleer tarama yapılabilir. Enjekte edilen radyoaktif madde sayesinde böbreklerin fonksiyonları tespit edilebilir.

Tedavi

Hastalığın tedavi aşamasında birçok faktör rol oynar. Bunların başında hastanın yaşı, reflünün seviyesi ve varsa yol açtığı diğer hastalıklar, hastanın işeme alışkanlıklarıdır. İlk aşamada idrar yolu enfeksiyonunun baskılanması ve böbreğe sıçramasının engellenmesi amacıyla antibiyotik verilir.

Tedavide kullanılan bir diğer yöntem ise cerrahidir. Mesaneden böbreğe idrarın kaçışını engellemek; üretirin ve böbreğin genişlemesini engellemek amacıyla mesane ve üretir arasındaki kapakçıktaki sorunlar çözülür. Sonuç olarak idrarın sadece tek bir yönde böbrekten mesaneye doğru akışı sağlanmış olur.

Ağız ve diş sağlığı yaşam boyu devam etmeli

Ağız ve diş sağlığı yaşam boyu devam etmeli

Ağız sindirim sisteminin başlangıcı ve dış ortama açık olduğu için mikroorganizmaların üremesinde oldukça elverişli bir ortamdır. Dolayısıyla doğru, düzenli ve etkili şekilde yapılmayan ağız ve diş bakımı, ağız içerisindeki dokularda ve dişlerde hastalık oluşmasına sebep olabilir. Sağlığın yanında bakımsız olan ağız ve dişler kötü görüntüye sebep olacağından kişinin psikolojik, sosyal ve fizyolojik yaşamını da olumsuz etkiler.

Doğru ağız bakımı ve düzenli diş fırçalamak, güzel ve sağlıklı bir gülümsemenin anahtarıdır. Peki siz ağız sağlığınızı korumak için ne yapıyorsunuz? Avrasya Hastanesi diş hekimi Dt. Eylem Uslu, ağız hijyenini korumanın yolları hakkında bilgi verdi.

Dt. Eylem Uslu

Ağız ve diş bakımı çocukluk döneminde alışkanlıkla başlar

Yetişkinlik döneminde sağlıklı dişlere sahip olmak için çocukluktan itibaren ağız ve diş bakıma özen göstermek gerekir. Bebeklik döneminde çıkmaya başlayarak 2 ila 3 yaş arasında gelişimini tamamlayan süt dişleri, zamanla dökülerek yerlerini yeni çıkacak daimi dişlere bırakır.

Zaten dökülecek olması nedeniyle süt dişlerine gereken özeni göstermemek, dişlerin çürümesine ve erken dökülmesine neden olarak daimi dişlerin sağlığını da olumsuz yönde etkiler.

Çocukluk döneminde ağız ve diş bakımı eğitiminin ebeveynler tarafından doğru şekilde verilmesi ve alışkanlığın kazandırılması, çocuğun yetişkinlik döneminde daha sağlıklı dişlere sahip olabilmesini sağlar.

Aileler, ebeveynlerini rol model alan çocuklarıyla beraber kendileri de düzenli olarak diş bakımlarını yapmalıdır. Çocuğun zevkine göre diş fırçaları ve macunları kullanmak, ağız ve diş bakımını daha eğlenceli hale getireceğinden çocuğunuzun diş fırçalama alışkanlığı kazanmasına da yardımcı olacaktır.

Yetişkinlik döneminde diş kayıplarına dikkat!

Yetişkinlik döneminde, özellikle 25 yaş civarında, kemik yapımının kemik yıkımı karşısındaki üstünlüğü son bulmaya başlar. Dolayısıyla dişlerde zayıflama olmaması ve diş kayıplarının önlenmesi amacıyla ağız ve diş bakımınıza çok daha fazla özen göstermelisiniz.

Özellikle süt ve süt ürünlerinde bulunarak diş sağlığı için önemli olan kalsiyum, D vitamini ve fosfor gibi bileşenleri besinlerle yeterli miktarda tüketmelisiniz.

Yetişkinlikte diş çürümelerinin yanında diş eti hastalıklarının görülme sıklığı da artar. Diş eti çekilmesi ve iltihap oluşumuna neden olabilen, diş yüzeyini kaplayan ve diş etinin altına gizlenen plakları düzenli şekilde temizletmelisiniz. Ayrıca diş taşı oluşumu meydana gelmişse, diş hekimine başvurularak taş plaklar temizletilmelidir.

Hamilelik döneminde diş çürümesi ve kayıplarının normal olması ve ayrıca hamilelerin diş tedavisi uygulatmasının sakıncalı olduğu bir şehir efsanesidir. Gebelikte beslenme ve ağız bakımına gerekli özeni gösteren annelerde diş çürümesi ve kayıplarının önlenmesi gayet mümkündür. Ayrıca diş hekimi tarafından gerekli görülen durumlarda hamilelerde de diş tedavisi uygulanabileceği unutulmamalıdır.

Ağız ve diş bakımı düzenli olarak nasıl yapılır?

Çocuklukta ve yetişkinlik döneminde etkili şekilde ağız ve diş bakımı yapılabilmek için dikkat etmeniz gereken noktalar:

  • Dişler, yumuşak kıllı bir diş fırçasıyla günde en az 2 kez 45 derecelik açıyla yukarı ve aşağı hareketlerle fırçalanmalıdır.
  • Her bir dişin ön, arka ve çiğneme yüzeyleri yeterli oranda fırçalanmalıdır.
  • Dil, diş fırçası veya dil temizleyiciler yardımıyla temizlenmelidir.
  • Diş fırçalandıktan sonra diş ip kullanmak, diş taşı ve plak oluşumunun önüne geçilebilmenize yardımcı olur.
  • Fırçalama sonra daha etkili ağız temizliği için ağız bakım suları kullanmalısınız.
  • Dişlerde plak ve çürük oluşumuna neden olan şeker ve şekerli gıdaların tüketimini en aza indirgemelisiniz.
  • Aşırı kullanımı dişlerde leke oluşumuna sebep olan çay ve kahve tüketimi azaltılmalı ve sigara kullanımından mümkün olduğunca uzak durulmalıdır.
  • Özellikle çocukluk döneminde diş hekimi önerileri doğrultusunda gerektiği durumlarda florür takviyesi uygulanmalıdır.
  • En az 6 ayda bir olmak üzere diş muayenelerinizi düzenli olarak yaptırmalısınız.

Bebeklere uyku eğitimi verilmeli

Bebeklere uyku eğitimi verilmeli

Bebeklerin sağlıkla büyümesi için beslenmesi kadar iyi uyuması da önem taşıyor. Bunun için de bebeklerin bir uyku düzenine sahip olması, uyku alışkanlığı kazanması gerekiyor. Dr. Can Emeksiz, bebeklerde uyku eğitimini anlatıyor.

Bebeklerde uyku sağlığı ve kalitesi, büyüme ve gelişimleri için olmazsa olmazlar arasında yer alıyor. Yenidoğan dönemde bebekler günün 16-18 saatini uykuda geçiriyor. 6’ıncı aydan sonra metabolik salınımların düzenlenmesi, gece-gündüz algısı gelişimiyle birlikte bu süre 12 saat gece, 3-4 saatlik kısmı günde 2 kez olmak üzere gündüz uykusuna dönüşüyor. 1 yaş itibarıyla ise düzen, günde tek uykuya dönüşerek 1-3 saat gündüz, 12 saat gece uykusu şeklinde değişiyor. Dr. Can Emeksiz, yenidoğan dönemden 6’ıncı aya kadar bebeğin kendi metabolik rutininin işlediğini, 5-6.ay dönemlerinde ise kendiliğinden uyku düzeni oluşturduğunu anlatıyor. Kolik bebek, metabolik etkiler, beslenme gibi nedenlerleuyku rutini oluşmayan bebeklerde 6. ay itibarıyla ebeveynlerin uyku eğitimi ile bebeğin bağımsız uyku alışkanlığı kazanımını desteklemesi gerektiğini belirten Uzm. Dr. Emeksiz, “Akşam 18.00-21.00 aralığında bebeklerin bağımsız uyku alışkanlığının korunması, uyku hijyenin sağlanması mental gelişimleri, metabolik sağlıkları, büyüme ve iştah gibi beslenme düzenleri, güvenli bağ kurma, öğrenmeleri üzerinde direkt etki gösteriyor” diyor.

Beslenme ile uyku iç içe ilerler

Yenidoğan dönemi itibarıyla bebeğin beslenmesi, uykusu, annenin doğum sonrası sürece adaptesi gibi ailenin çoklu bir süreç yaşadığını hatırlatan Dr. Emeksiz, bu dönemde annenin kaygı ve stres düzeyinin uyku kalitesini etkilediği gibi, bebeğin uyku ve beslenmesi üzerinde etkili olduğunun altını çiziyor. “Beslenme ile uyku iç içe ilerler” diyen Dr. Emeksiz, bu süreci şöyle özetliyor: “Uyuyan bebek acıkır ve besin ihtiyacı gelişir. Beslendiğinde uykuya daha kolay geçer ve uykuyu daha rahat sürdürür. İkisi de birbiri için gereklidir. Bebeklerin uyku ihtiyacı ve uyku düzenleri yetişkinlik dönemdeki ihtiyaç düzeyinden çok daha fazladır. Beslenmeyi reddeden bebekler çoğunlukta uyku düzensizliği yaşar.”

Hastalık dönemlerinde bebeklerin uykusu etkilenebilir

Bebeklik döneminin, çocukluk ve ergenlik döneminin ön hazırlayıcısı olduğunu hatırlatan Dr. Can Emeksiz, bu dönemde temel ihtiyaçlar olan uyku, beslenme ve tuvalet alışkanlıklarının öğrenilen beceriler olduğunu ve bu öğrenmelerin desteklenmesi gerektiğini söylüyor. Bebeklikten çocukluk dönemine geçişte bilinç kazanıldığını, erken dönemde bebeklerin öğrenmesi desteklendiğinde sağlıklı kalmaya devam edeceklerini anlatan Dr. Emeksiz, şöyle devam ediyor: “Aynı zamanda büyüdükçe dikkat becerisi bekleyeceğimiz çocuklarımızın öğrenmelerinin etkilenmemesi ve boy/kilo alımlarının zamanında sağlıklı gelişebilmesi için temel bir gereklilikti, ihmal edilmemelidir. Hastalık dönemlerinde uykuları etkilenebilir. Uyku alışkanlığı kazanmış, erken saatte uyuyan ve uyku kalitesini sürdüren bebekler, hastalanma zamanları değişim gösterseler de sonrasında alışkanlıkları olan düzene daha kolay uyum sağlarlar. Uyku büyüme ve gelişim için önemli bir öğrenmedir, desteklenmeli ve ihmal edilmemelidir.”

Korona önlemleri elden bırakmayın!

Korona önlemleri elden bırakmayın!

“Ara tatile girdiğimiz bugünlerde çocuklarımız yoğun bir akademik takvim sonrasında sosyalleşmek, arkadaşları ile bir arada olmak, çekirdek aile dışındaki aile üyeleri ve akrabaları ile bir araya gelmek istemektedirler. Ara tatil döneminde nelere dikkat etmeliyiz?” İstanbul Okan Üniversitesi Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Uzmanı Dr. Servet Öztürk, açıkladı.

Dr. Servet ÖztürkEnfeksiyon riskleri nelerdir?

Şu an içerisinde bulunduğumuz Covid-19 pandemisi ve enfeksiyonu yanısıra mevcut kış koşulları nedeniyle diğer grip benzeri viral enfeksiyon sıklığı oldukça artmış olup ileri yaş hastalarda hastaneye yatış ve ölüme, genç yaş hasta grubunda iş gücü kaybına neden olmaktadır. Bu nedenle 12 yaş üzeri tüm toplumun Covid-19 aşılarının yapılması, risk altındaki bireylerin yıllık grip ve sadece 1 kere zatürre aşılarının yapılması oldukça önemlidir.

Kapalı alanlarda nelere dikkat etmeliyiz?  Ara tatilde sosyalleşmeli miyiz?

Yaygın aşılamaya rağmen Covid-19 olguları aynı hızla devam etmektedir. Bunun nedenleri arasında 12 yaş altı çocukların aşılanamaması, okulların açılması ve sosyal kısıtlamaların kaldırılması olarak belirtilebilir. Bu nedenle mümkün olduğu kadar kapalı ve kalabalık ortamlardan uzak durulmalıdır. Kapalı ortamlarda bulunmanın mecbur olduğu durumlarda maske-mesafe-hijyen önlemlerine riayet edilmelidir. Bu önlemler Covid-19 enfeksiyonundan korunmanın yanında diğer virüs, bakteri ve mantar enfeksiyonlarının görülme sıklığını da azaltmaktadır.  Ülkemizde ve dünyada 12 yaş altı çocukların Covıd-19 aşısı yapılamadığı göz önüne alındığında, hastalığın yayılmasında kilit rol oynadıkları aşikârdır. Bu nedenle özellikle çocukların temas edeceği erişkinlerin Covid-19 aşısı takvimlerinin tamamlanması, Covid-19 aşısının yapılmadığı veya yapılamadığı erişkinler ile aynı ortamda bulundurulmaması gerektiği akılda bulundurulmalıdır. Şu unutulmamalıdır ki Covid aşısı ile aşılanmış bireylerde hasta olma, hastaneye yatma, yoğun bakım ihtiyacı oranları aşı olmayanlara göre oldukça düşüktür. Ara tatilde açık havada doğa ile iç içe mesafe önlemlerine riayet ederek yapılan geziler ve tatiller gerek fiziksel gerek psikolojik olarak hepimizi olumlu yönde etkileyecektir.

Özetle pandemi döneminde insana uzak , doğaya yakın..

Öksürüğü hafife almayın

Öksürüğü hafife almayın

“Öksürürken adeta nefessiz kalıyorum!”, “Öyle şiddetli ki, öksürdüğümde yer yerinden inliyor!”, “Gece uykusu bırakmadı, gündüz de bana mısın demiyor!”… Son günlerde pek çok kişi, yaşam kalitesini düşüren ve geldi mi gitmek bilmeyen şiddetli öksürük şikayetiyle hastanelere başvuruyor. Acıbadem Taksim Hastanesi Göğüs Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Tülin Sevim “Son haftalarda viral solunum yolu enfeksiyonlarında artış gözlenmektedir. Çok sayıda hasta; üst solunum yolu enfeksiyonu ve geçmeyen, yaşam kalitesini bozan, inatçı öksürük şikayeti ile polikliniklere başvurmakta; nedeni Covid-19 mu? Alerji mi? Reflü mü? Mevsimsel grip mi? diye belirlenmeye çalışılmaktadır” diyor. Hastanın öksürüğünün ne kadar zamandır devam ettiği, nasıl seyrettiği ve eşlik eden diğer şikayetlerin bu hastalıklar arasında ayırıcı tanı yapmak açısından çok önemli olduğunu vurgulayan Doç. Dr. Tülin Sevim; öksürüğün altında yatan 10 nedeni, alınabilecek önlemleri ve tedavisini anlattı; önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

Pause Sağlık, Pause Dergi

Doç. Dr. Tülin Sevim

Nezle (soğuk algınlığı) ve grip

Soğuk algınlığında öksürüğe; burun akıntısı, hapşırık, boğaz ağrısı, hafif ateş, halsizlik ve baş ağrısı gibi yakınmalar eşlik eder. Influenza virüsünün neden olduğu mevsimsel gripte ise; kuru ve inatçı öksürüğe, soğuk algınlığı belirtilerinin yanı sıra yaygın vücut ağrıları, yüksek ateş, nefes darlığı, kusma ve ishal gibi şikayetler eşlik etmektedir.

“Öksürük aşırı duyarlılığı“

Virüslerin neden olduğu viral solunum yolu (soğuk algınlığı ve grip) hastalıklarına bağlı olarak gelişen öksürük günler içinde geriler ve kaybolur. Ancak bazı hastalarda tedaviye rağmen öksürük aylarca devam edebilmektedir. Kronik inatçı öksürük olarak tanımlanan bu durumun viral enfeksiyonlardan sonra ortaya çıkan “öksürük aşırı duyarlılığı“ ile ilişkili olduğu düşünülmektedir. Bu tarz öksürük iki aydan uzun süre devam eder, genellikle kuru öksürük şeklindedir, çok az miktarda balgam görülebilir. Şarkı söylemek, gülmek, derin nefes almak, egzersiz, ısı değişikliği, soğuk hava, havadaki partiküller, kokular, kimyasal maddeler gibi faktörler öksürüğü artırır. Hastalar boğazlarına bir şey takılmış gibi hissettiklerini ve sürekli temizleme ihtiyacı duyduklarını ifade ederler. Öksürük aşırı duyarlılığı, aylarca devam eden, hastaları çok rahatsız eden, birçok kez doktora başvurmalarına neden olan, yaşam kalitesini bozan bir durumdur.

Alerji

Alerjik öksürük; özellikle ilkbahar ve sonbahar aylarında, belli ortamlarda veya belli tetikleyici faktörler ile karşılaşıldığında artar. Öksürükle birlikte; burun akıntısı, geniz akıntısı, hapşırık, gözlerde sulanma, kaşıntı, bazen nefes darlığı, hışırtılı solunum gibi şikayetler de mevcuttur. Ateş çok beklenen bir belirti değildir.

Pause Sağlık, Pause Dergi

Covid-19

Göğüs Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Tülin SevimÖksürük, Covid-19’un belirtileri arasında yer almakla birlikte; Covid-19’da hastalarda öksürüğün yanı sıra; ateş, yaygın vücut ağrıları, halsizlik, kırıklık, boğaz ağrısı, tat-koku kaybı, nefes darlığı gibi şikayetler mevcuttur” diyor.

Geniz akıntısı

Kronik öksürüğün sık görülen nedenlerinden biri geniz akıntısıdır. Burun kanalından geriye, boğaza doğru akıntı hissetme durumu olarak tanımlanır. Hasta yatarken veya sabah uyandığında akıntının arttığını hissedebilir. Alerjik veya alerjik olmayan inatçı burun iltihabı (rinit) ve sinüzit ile birlikte görülebilir. Hastalarda öksürükle birlikte, burun akıntısı, burun tıkanıklığı, geniz akıntısı, hapşırık, damakta/burunda/boğazda kaşınma hissi bulunur, sürekli boğazlarını temizleme ihtiyacı duyarlar. Isı değişikliği, kimyasal maddeler, kokular vb öksürüğü tetikler. Alerji ile ilişkili olduğunda; belli mevsimlerde veya kişi duyarlı olduğu antijenle (ev tozu akarı, kedi, köpek tüyü, küf vb) karşılaştığında geniz akıntısı ve öksürük şikayetleri artar.

Reflü

Reflü günümüzde çok sık görülen bir hastalıktır ve kronik öksürüğün önemli nedenlerinden biridir. Reflü hastalığının tipik belirtileri göğüs kemiğinin arkasında duyulan ve aşağıdan yukarıya, boğaza doğru yayılan yanma hissi, göğüs ağrısı, yenilen yiyecek veya ekşi sıvının ağıza veya yemek borusuna geri gelmesi, boğaz ağrısı, ses kısıklığı, geğirti, hazımsızlık, midede ekşimedir. Kalp ağrısı veya astım hastalığını taklit edebilir. Şikayetler genellikle yemeklerden yarım saat sonra başlar ve öne eğilmekle artar.

Pause Sağlık, Pause Dergi

Zararlı maddelerin solunması

Zararlı gaz, duman, toz, parçacık, kimyasal madde veya yabancı cisim solunması akut öksürük nedenidir. Yani ani başlar ve üç haftadan kısa sürer. Yaşadığımız ortamda, iş yerlerimizde, soluduğumuz havada bulunan bu zararlı maddeler solunum yollarını tahriş eder; maruz kalınan bu zehirli maddelerden kurtulmak, hava yollarını temizlemek, akciğerlerimizi korumak için öksürük refleksi çalışmaya başlar. Sigara dumanı, egzoz gazı, partiküller soluduğumuz havada sık karşılaştığımız zararlı maddelerdir.

Akciğer enfeksiyonu (Zatürre, Tüberküloz)

Zatürre (pnömoni); bakteri, virüs veya nadiren mantarların neden olduğu akciğer enfeksiyonudur. En sık görülen belirtiler; ani başlangıçlı ateş, titreme, öksürük, balgam, nefes darlığı ve göğüs ağrısıdır. Hafif seyredebildiği gibi özellikle risk grubundaki kişilerde ölüme neden olabilir. Tüberküloz da, üç haftadan uzun süre devam eden, kronik öksürük nedenlerinden biridir. Hastalarda öksürük ile birlikte, iştahsızlık, kilo kaybı, gece terlemesi, bazen kan tükürme görülebilir.

Hava yolu hastalıkları (Astım, kronik bronşit)

Astım, kronik öksürüğün önde gelen nedenlerinden biridir. Tipik olarak öksürükle birlikte hışıltılı solunum ve nefes darlığı da görülür. Ataklarla seyreder, ataklar dışında hasta tamamen sağlıklı olabilir. Astımın bir alt tipi olarak değerlendirilen öksürükle seyreden astımda ise hışıltılı solunum veya nefes darlığı bulunmayabilir, hastaların tek şikayeti öksürüktür. Kronik bronşit; kronik öksürük ve balgam ile karakterize bir hastalıktır. Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığının (KOAH) bir alt tipidir. KOAH büyük oranda sigara ile ilişkilidir. İlerleyici ve geri dönüşümü olmayan bir hastalıktır. Hastalığın ilk bulgusu kronik öksürüktür. Ancak hastalar bu şikayeti sigaraya bağladıkları için önemsemezler. Zaman içinde hastalık ilerler bir süre sonra nefes darlığı gelişir.

İlaçlar

Yüksek tansiyon ve kalp yetmezliği tedavisinde kullanılan bazı ilaçlar, bazı kişilerde kronik öksürük nedeni olabilir.

Pause Sağlık, Pause Dergi

Öksürüğe karşı etkili 8 öneri!

Göğüs Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Tülin Sevim, öksürüğe karşı önerilerini şöyle sıralıyor;

  • Doktorunuzun verdiği ilaçları düzenli kullanın.
  • Öksürüğü tetikleyen faktörlerden (alerjen, sigara dumanı, kimyasal madde, duman, partikül vb) uzak durun, maruziyeti azaltmak için gerekli önlemleri alın. Örneğin; polen alerjiniz varsa polen yoğunluğunun fazla olduğu günlerde çok gerekmedikçe dışarı çıkmayın. Yine hava kirliliğinin yoğun olduğu günlerde de gerekmedikçe dışarı çıkmayın.
  • Sigara içmeyin, içilen ortamlarda bulunmayın.
  • Yaşadığınız ortamı nemlendirin. Hava nemlendiricisi veya sıcak buharlı bir duş, burun tıkanıklığını azaltmaya yardımcı olur, boğaz ve hava yollarını rahatlatır.
  • İstirahat edin, bol bol sıvı tüketin. Ilık su, et veya tavuk suyu, günde 2-3 fincanı geçmemek koşuluyla bitki çayı boğazı rahatlatarak öksürüğün azalmasını sağlayabilir.
  • Sıcak ballı limon öksürüğü rahatlatmakta oldukça yardımcıdır. (1 yaşın altındaki çocuklara verilmemelidir. Diyabet hastaları doktoruna danışmalıdır). Zencefil çayı, hatmi kökü çayı, kekik çayı öksürüğü rahatlatmak için aşırıya kaçmadan tüketilebilir.
  • Yemek yedikten sonra hemen yatmayın, özellikle reflüye karşı yastığınızı yükseltin.
  • Tuzlu su ile gargara yapın. Tuzlu su; boğaz ağrısını hafifletir, boğazın arkasındaki balgam ve mukusu azaltarak öksürüğü rahatlatır.

Duygusal açlığa dikkat!

Duygusal açlığa dikkat!

Yemekten kalktıktan sonra hemen başka bir şey yeme ihtiyacı hissediyorsanız, tok olduğunuz halde sürekli atıştırma halindeyseniz duygusal açlık çekiyor olabilirsiniz. Duygusal açlığın dürtüsel bir durum olduğunu söyleyen Uzm. Dyt. Ece Özbekkangay, duygusal açlıkla baş etmenin yollarını anlatıyor.

Günümüzde en sık görülen sağlık sorunlarından obeziteye de neden olan aşırı yeme bozukluğu, sık sık ve büyük porsiyonlarla beslenme şeklinde açıklanıyor. Vücudun acıktığı, yenilen şeylerin sindirilmesini beklemeden tekrar yeme isteğinin duyduğu bu rahatsızlığa neden olan duygu durumu ise fiziksel ihtiyaçların karşılanmasına rağmen ortaya çıkan duygusal açlık olarak tanımlanıyor. Duygusal açlığı psikolojik açıdan yaşanılan veya hissedilen eksikliklerin yerini yemekle doldurma isteği olarak özetleyen Uzm. Dyt. Ece Özbekkangay, “Normal yemek düzeninizi sağlıyor olmanıza rağmen ve yedikten hemen sonra bile kendinizi aç hissediyorsanız psikolojik bir probleme dayalı yeme bozukluğunuz olabilir” diyor.

Duygusal açlık dürtüsel bir durumdur

Uzm. Dyt. Özbekkangay, duygusal açlık ve fiziksel açlık arasındaki farkı anlayabilmek ve duygusal açlığımızı bastırabilmek için yapılması gerekenleri şöyle anlatıyor: “Fiziksel açlık, son öğününüzden aşağı yukarı 3-4 saat sonra hissettiğiniz, aşamalı gelişen acıkma halidir. Duygusal açlık hissi ise ani gelişen ve hemen doyurulması, tatmin edilmesi gereken dürtüsel bir durumdur. Kişi fiziksel açlığını gidermek için bekleyebilir, bu açlık giderildiğinde yemeyi bırakabilir. Ancak duygusal açlıkta kişi tok olsa bile yemeye devam edebilir. Bu noktada ‘açlık ölçeği’ kullanılabilir. Açlık ölçeği siz öğünü bitirdikten sonra, tokluk hissi yavaş yavaş gelirken, duygularınızı değerlendirmek için kullanılan bir ölçektir. Eğer o ölçeğe göre yemek sonlandıktan sonra fiziksel doygunluk hissediyorsanız durup duygularınızı kontrol etmeniz gerekir. Bu sayede fazla yeme engellenirken duygusal yeme sonrasında yaşanan suçluluk, pişmanlık ve utanç gibi duyguların yaşanması da önlenebilir.”

Yeme farkındalığı eğitimleri duygusal açlıkla baş etmeye yardımcı oluyor

Günümüzde duygusal açlıkla başa çıkmak için Yeme Farkındalığı (Mindfullness Training) eğitimleri kullanılıyor. Yeme farkındalığı ile kişi yeme davranışının nasıl ve neden oluştuğunu, fiziksel açlık ve tokluk sinyallerini içselleştirip duygu ve düşünceleri farkında olmayı, o anda tüketilecek besine odaklanarak yemeyi öğretiyor. Bu öğreti sayesinde kişinin yemeyle ilgili alışkanlık haline gelmiş davranışların kalıcı olarak değiştirilmesinin sağlanabildiğine dikkat çeken Uzm. Dyt. Özbekkangay, aynı zamanda yeme eyleminin; stres, sıkıntı, depresyon gibi olumsuz duygulardan kaçışla olan ilgisinin azaltılarak kişinin duygularını kabul etmesinin sağlandığını belirtiyor.

2019’da yapılan başka bir çalışmaya göre yeme farkındalığının artırılması; kişilerin bedenleri hakkında farkındalık kazanmalarına, açlık ve tokluklara daha fazla uyum sağlamalarına, öz-duyarlılık kazanma, yeme isteklerini azaltma, problemli yeme ile ilişkili faktörleri azaltma gibi konularda başarılı olmalarına ve özellikle ödül odaklı yemenin azalmasına yardımcı olabiliyor. Ödül odaklı yapılan beslenme yaklaşımlarının kişileri olumsuz etkilediğini ve yaptıkları sağlıklı beslenme programını zorunluluk olarak görmelerine neden olduğunun altını çizen Uzm. Dyt. Ece Özbekkangay, duygusal açlığı anlayabilmek ve engelleyebilmek için takip edilmesi gereken adımları şöyle sıralıyor:

  1. Günlük tutun.
  2. Fiziksel açlık varken market alışverişine çıkmayın, paketli gıda alımına yönelmeyin.
  3. Süreç içinde yaptığınız yanlışlar yerine nasıl doğruya çevirebileceğinize bakın.
  4. Kaçamak yapacaksanız bile daha sağlıklı olanını seçmeye çalışın.
  5. Meditasyon yapın.
  6. Açlığınızı değerlendirin.
  7. Stresle başa çıkabileceğiniz yeni hobiler geliştirin.
  8. Aktivite ekleyin.

En sık yapılan 5 diyet hatası!

En sık yapılan 5 diyet hatası!

“Yeni yıl yaklaşırken kendinize kilo hedefi belirlediyseniz, hem ruhen hem de bedenen diyete hazırsanız dikkat etmeniz gereken diyet hatalarına göz atmanızda fayda var” diyen İstanbul Okan Üniversitesi Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Dyt. İrem Aksoy, önerilerde bulundu.

İşte sıklıkla karşılaşılan diyet hataları

Uygun olmayan popüler bir diyet programı uygulamak

Başta kalori kısıtlaması olmak üzere vücudun ihtiyacı olan enerji ve besin ögelerini karşılayacak bir beslenme programından uzaklaşmak yapılan en başlıca diyet hatalarındandır. Bu durumda karşılaşılabilecek sorunlar şu şekilde sıralanabilir; enerji kısıtlamasından dolayı yavaşlayan bir metabolizma, yetersiz veya dengesiz alınan makro besin ögeleri nedeniyle yaşanan depresyon, yorgunluk, kas kayıpları ve olası metabolik bozukluklar, alınamayan yararlı mikro besin ögelerinin eksikliğinde yaşanabilecek sağlık sorunları..

Dönemsel olarak ortaya çıkan; düşük kalorili, yetersiz besin ögesi içeren popüler diyetler uzun vadede sağlığı ve kilo kontrolünü olumsuz etkileyebilecek sonuçlar yaratabilir.

Pause Sağlık, Pause Dergi

Dyt. İrem Aksoy

Diyet ürünlerini kontrolsüzce tüketmenin bir zararı olmayacağını sanmak

‘Yağı azaltılmış, şekersiz, fit atıştırmalık’ gibi diyet ürün adı altında market raflarında bulunan ürünlerin fazlaca tüketileceğini düşünmek yapılan diyet hatalarından bir diğeridir.   Bu besinlerin kalorisinin az olduğunu ya da sağlık için faydalı besin ögeleri içerdiğini düşünerek etiketini incelemeden, porsiyonlara dikkat etmeden diyet programına eklemek çok tehlikeli ve yanlıştır. Diyet ürünü olarak satışa sunulan besinlerin büyük bir kısmı fazlaca işlemden geçerek ultra işlenmiş gıdalar arasına girebilir. Ultra işlenmiş gıdalara beslenmenizde fazlaca yer vermek başta obezite, vücut yağı artışı, hipertansiyon, kan şekeri dengesizliği gibi birçok sağlık sorununa davetiye çıkarmak demektir.

Öğün atlamak

Her bireyin yaşam tarzına ve biyolojik saatine uygun bir beslenme saati ve içeriği vardır. Metabolizma hızı, kan şekeri düzeyi ve sonraki öğünde porsiyon kontrolü sağlanabilmesi için ara öğünlerden faydalanmak gerekir. Aksi takdirde metabolizma hızı etkilenebilir, kan şekeri düzeyi dengesizleşebilir ve bir sonraki öğünde yeme atağı geçirilebilir aynı zamanda porsiyon kontrolü de sağlanamayabilir. Özellikle sabah kahvaltısı ya da gün içerisindeki öğünlerini atlayan bireylerin gece yeme atakları geçirebildiği ve karşı koyamadıkları durumda besin alımlarının daha fazla olduğu bilinmektedir.

Su ve egzersizi önemsememek

Diyet uygularken ödem yapar gerekçesiyle suyu, kas kazanımıyla birlikte kilo artışı sağlar düşüncesiyle egzersizi önemsememek yapılan hatalardan biridir. Vücudumuzun yaşamsal faaliyetlerini devam ettirebilmesi için ihtiyaç duyduğu, yaşamımız için çok önemli olan sudan kilo kaybetmeyi hedeflemişken faydalanmamak büyük bir yanlıştır. Aynı zamanda kilo kaybetmek için; alınan kaloriden fazlasını harcamak gerekir ki bu da egzersizle mümkündür. Ek olarak yapılan araştırmalar gösteriyor ki yeterli su tüketimi ve haftalık egzersiz planlaması kilo kaybetmeye destek olabiliyor.

Besin alımını takip etmemek

Kilo kaybetme sistemi zor ve karmaşık görünebilir fakat bunun sağlanabilmesi için gereken şartlar arasında en basiti harcanan enerjinin alınandan fazla olmasıdır. Diğer önemli husus ise karbonhidrat, yağ ve proteinin ihtiyaç duyulan enerjiyi dengeli oranda sağlaması gerekir. Dolayısıyla tüketilen besinler arasında göz ardı edilen yüksek kalorili ve besin içeriği kalitesiz olan yiyecek ve içecekler olabilir. Öğünlerle birlikte alınan kalorili içecekler, gün içerisinde açlığınızı bastırmak için tükettiğiniz bir atıştırmalık, salatalarınıza eklediğiniz soslar göz ardı edilen besinlere örnek olarak verilebilir. Bu sorunu çözmenin en iyi yolu besin tüketim kaydı tutmaktır.

Unutmamalısınız ki başarısız olduğunuz bütün diyet uygulamalarının her biri kilo kaybetmenize karşı bir direnç oluşturur. Dolayısıyla bu bir sonraki diyet girişiminiz için motivasyon ve başarı eksikliği yaratabilir. Daha önceden yapılan diyet hatalarını bilmek ve tekrarlamamak diyet sürecinizde size katkı sağlayacaktır.