Yazılar

Sessiz ilerleyen kronik lenfositik lösemiye dikkat!

Sessiz ilerleyen kronik lenfositik lösemiye dikkat!

Yorgunluk, halsizlik, lenf bezlerinde şişlik, ateş, kemik ağrısı, karaciğer ve dalakta büyüme gibi belirtilerle ortaya çıkabilen Kronik Lenfositik Lösemi (KLL) bir kan kanseri türüdür. Kronik Lenfositik Lösemi çok yavaş seyirli bir hastalık olduğu için birçok hasta yaşamları boyunca hiçbir belirti göstermeden hayatlarını sürdürebilir. Kronik Lenfositik Lösemi tedavisinde kemoterapi, hedef tedaviler, akıllı ilaçlar ve kök hücre nakli gibi seçenekler bulunmaktadır. Memorial Ataşehir Hastanesi Hematoloji Bölümü’nden, Kronik Lenfositik Lösemi hakkında bilgi verdi.

Prof. Dr. Hakan İsmail Sarı

Prof. Dr. Hakan İsmail Sarı

Hastalık sinsice ilerliyor

Kronik Lenfositik Lösemi kan kanseri türlerinden biri olan ve genellikle lenfosit adı verilen beyaz kan hücrelerinin aşırı üretimiyle ortaya çıkan yavaş ve sinsice ilerleyen bir hastalıktır.  Bu hücreler kemik iliğinde üretilir ve kan dolaşımında taşınarak vücudun çeşitli bölgelerinde bulunan lenf bezleri, dalak, karaciğer ve kemik iliği gibi organlara yerleşirler. Yaş, cinsiyet, genetik faktörler, bağışıklık sistemi ile ilgili sorunlar, bazı kimyasallar bu hastalığa yol açabilmektedir.

Bu belirtilere dikkat!

  • Yorgunluk ve halsizlik
  • Lenf bezlerinde şişlik
  • Ateş
  • Terleme
  • Kiloda ani değişiklikler
  • Kemik ağrısı
  • Karaciğer ve dalak büyümesi

Kronik Lenfositik Lösemi hastaları sıklıkla diğer hastalıklara benzeyen belirtiler gösterir. Bu nedenle, herhangi bir belirti fark eden hastaların, en kısa sürede bir doktora başvurması önerilir.

Sessiz ilerleyen kronik lenfositik lösemiye dikkat!

Doktora başvurmakta gecikmeyin

Kronik Lenfositik Lösemi tanısı konulması için birkaç adım gereklidir. Doktor muayenesi, kan testi ve radyolojik görüntüleme, periferik yayma incelemesi, akış stometri testi, kemik iliği biyopsisi tanıda önemlidir.

Tanı konulduktan sonra, doktorunuz hastalığın hangi evrede olduğunu belirleyecektir. Bu, tedavi planının belirlenmesinde önemlidir.

Tedavisi hastaya özel belirleniyor

Kronik Lenfositik Lösemi tedavisi her hasta için gerekli olmayabilir. Bazı hastalar, hastalığın ilerlemesi ve belirtileri olmadığı sürece takip edilebilir.  Bununla birlikte, hastalığın belirtileri ortaya çıktığında veya ilerlemesi durumunda, tedavi önemlidir.

Kronik lenfositik lösemi tedavisi verilecek hastalar için tedavi kriterleri şu şekilde sıralanabilir:

  • Lenfosit sayısı ikiye katlanma zamanının çok kısa olması
  • İleri evre Kronik Lenfositik Lösemi olması
  • Hastalık ilerlemesine bağlı kansızlık (Hgb < 11 g/dL) gelişmesi (Diğer kansızlık nedenleri dışlanmalıdır)
  • Hastalık ilerlemesine bağlı trombosit sayısının düşmesi (PLT < 100 bin/mm3 olmalı ve trombosit düşüklüğünün olası diğer nedenleri dışlanmalıdır)
  • Dalağın çok büyümesi
  • Lenf nodlarının çok aşırı büyümesi
  • Sık ve tekrarlayan enfeksiyonlar
  • B semptomları adı verilen ateş, gece terlemesi ve kilo kaybı durumunun olması

Bu kriterler olmayan hastalara bekle-gör stratejisi uygulanarak sadece izlem yapılabilir.

Kemoterapi tedavisi, hedefe yönelik tedaviler ve akıllı ilaçlar, kök hücre nakli kişiye özel tedavi yöntemleri olarak uygulanmaktadır.

Hastalığın seyri çok yavaş olduğu için birçok hasta yaşamları boyunca hiçbir belirti göstermeden hayatlarını sürdürebilir. Bazı hastaların ise zamanla belirtiler göstermeye başlaması nedeniyle tedavi gerekebilir. Tedavinin seçimi hastanın yaşına, sağlık durumuna ve hastalığın ilerlemesine bağlıdır. Unutmayın ki düzenli takip ve doktor ziyaretleri, KLL ile mücadelede önemli bir rol oynar.

Nadir hastalık olan Hemofili nedir?

Nadir hastalık olan Hemofili nedir?

“Hemofili, pıhtılaşma faktörlerinin eksikliğinden dolayı kanın olması gerektiği gibi pıhtılaşamadığı nadir bir hastalıktır. Kandaki pıhtılaşma proteinlerinin azlığından kaynaklanır.” diyen Liv Hospital Hematoloji Uzmanı Prof. Dr. Mustafa Köroğlu, tedavideki zorluklardan dolayı önlem almanın öncelik olduğunun altını çizerek hemofili hakkında bilgiler aktardı.

Prof. Dr. Mustafa Köroğlu

Prof. Dr. Mustafa Köroğlu 

Hemofili nedir?

Kanımızın içinde değişik fonksiyonlara sahip proteinler bulunur. Bunların hepsinin görevi farklı farklıdır. Bazı proteinler travma geçirdiğimizde damarlarımızdan aşırı kan kaybını engelleme özelliğine sahiptir. Bu proteinlere pıhtılaşma faktörleri adı verilir. Normal hayatta bu faktörler çalışmaz yani inaktivedir. Eğer çalışsaydı kanımız damar içinde donar, dolaşım devam etmezdi. Üstelik bir tarafta kan dolaşımı dururken vücudun diğer bölgelerinde de kanamalar başlardı. Bu yüzden bu sistemin hazır halde olup çalışmaması ve gerektiğinde kanı uygun şekilde pıhtılaştırması çok önemli. Ancak bazı bireylerde bu faktörlerde eksiklik, fazlalık ya da işlevlerinde anormallik bulunabiliyor.

Pıhtılaşma faktörleri hastalıklarının çoğu kalıtsal hastalıklar grubunda yer almaktadır. Yani vakaların çoğunda hastalık ailevi özellik gösterir ve bozuk gen taşıyan ebeveynden kalıtım yoluyla alt kuşaklara aktarılır. Hemofili, pıhtılaşma faktörlerinin eksikliğinden dolayı kanın olması gerektiği gibi pıhtılaşamadığı nadir bir hastalıktır. Kandaki pıhtılaşma proteinlerinin azlığından kaynaklanır. Normalde bir travma yaşandığında kandaki pıhtılaşma faktörleri, kanı yapışkan hale getirmek ve bir pıhtı oluşturmak için şekil değiştirerek aktive olur. Böylelikle kanama kontrol altına alınarak bir süre sonra durur.

Hemofili hastalarının kanlarında ise gereği kadar pıhtılaşma faktörü yoktur. Bu nedenle hemofili hastaları yaralandıklarında kanları olağan şekilde pıhtılaşmaz. Kesilen ve yaralanan bölgede kanamalar daha uzun sürer. Travma sonrası geç kanamalar olabilir. Küçük yaralanmalar genelde ciddi bir sorun teşkil etmez. Organ, kas veya eklemlerin görünmeyen iç kısımlarında gerçekleşen kanamalardan ise ciddi derecede endişe edilir. Planlı ve ani gelişen durumlarda gereken cerrahi operasyonlar sırasında veya sonrasında kanama komplikasyonu gelişme riski de çok yüksektir.

Kanama çeşitleri

İç kanamalar, organlara ve dokulara zarar verebileceği için hayati risk taşır. Kanın pıhtılaşma sürecini yavaşlatan hemofili hastalığı, ciddi komplikasyonlara yol açabilir. Eklem içine kanamalar süreğen hale geldikçe bireyler kol ve bacaklarını düzgün hareket ettirememeye başlarlar. Gelişen eklem deformiteleri nedeni ile hasta kalıcı olarak engelli kalabilir.

Hemofili tipleri

Hemofilinin genellikle genetik olarak rastlanan bir hastalık olduğundan bahsetmiştik. Ancak hastalığın farklı tipleri ve şiddet seviyeleri vardır. Kanamanın seyri de buna göre değişkenlik göstermektedir. Kimi vakalar doğumdan itibaren ağır seyreder. Kimileri ise normal hayatlarına devam ederler ve yalnızca hayatın belli dönemlerinde kanama olabilir. Hemofili genelde X kromozomu ile ilişkili bozukluklardan ortaya çıkar. Bu nedenle iki X kromozomu taşıyan (46,XX) kadınlar hemofili taşıyıcısı olurlar ve herhangi bir hastalık belirtisi göstermezler. Taşıyıcı kadınlar çocuklarına %50 ihtimalle bu geni aktarırlar ve hastalıklı tek gen bile taşıyan erkek çocukta hemofili gelişir. Yine de nadir durumlarda örneğin hemofili hastası bir erkek ile taşıyıcı bir kadının evlenmesi neticesinde doğan kız çocuğunda da hemofili gelişebilir.

Prof. Dr. Mustafa Köroğlu

Belirtiler ve bulgular

Hastalık erkek bireylerde iyi tanımlanmıştır. Erken çocukluk evresinden başlayarak yürümeye çalışırken, oyun oynarken travmaya maruz kaldıkça hastada ağrılı – şiş eklemler, morluklar gelişmeye başlar. Kanamaların büyüklüğü faktör eksikliğinin düzeyi ile yakından ilişkilidir. Bazen dışkı ve idrarda kanamalar görülür. Burun kanaması görülebilir. Eğer hasta kadın ise adet kanamaları uzun sürebilir, hatta ciddi eksiklik durumlarında hayatı tehdit edecek kadar fazla olabilir.

Hastalığın tedavisi ve önleme

Hemofili akraba evliliğinin fazla olduğu bazı topluluklarda daha çok görülebilir. Bu gibi durumlarda genetik tanı testleri yapılması, antenatal (doğum öncesi) tetkiklerle fetüsün tanısının konulması, genetik danışmanlık verilmesi önerilmektedir. Yine de hemofili hastası bir bebek doğduğunda aileye eğitim verilmesi, çocuğa eksik olan faktörün verilmesi (faktör replasman tedavisi) gerekir.

Tedavideki zorluklar nedeniyle önlem birinci önceliktir. Replasman ancak damar yolundan ilaç enjeksiyonu ile yapılabilmektedir. Bunun haricinde yeterli faktör replasmanı alan vakalarda bile kanama ihtimali ve pıhtılaşma faktörlerine karşı bağışıklık sisteminin aşırı tepki vermesi ile gelişen “inhibitör” varlığı tedavideki zorluklardan bir kaçıdır.

Hastalığın doğası itibariyle hemofili vakaları multidisipliner yaklaşımla çocukluk yaş grubunda da erişkin olduklarında da kapsamlı hematoloji tanı tedavi merkezlerinde izlenir. Hastalar pediatrik hematoloji, fizik tedavi, psikiyatri hekimlerince ve çocuk gelişim uzmanlarınca tedavileri düzenlenir. Mümkünse özel sınıflarda travma ihtimalinden korunarak eğitim görürler.

Löseminin ilk belirtileri bacaklarda ortaya çıkıyor

Löseminin ilk belirtileri bacaklarda ortaya çıkıyor

Çocuklar düşe kalka büyüyor… Bu sırada küçük morluklar, ufak sıyrıklar oluşması olağan. Ancak özellikle diz üstündeki yumuşak dokuda hiç bir nedeni yokken ortaya çıkan, sayıca artan, çabuk iyileşmeyen morluklara dikkat etmek gerekiyor. Çünkü sıklıkla oyun çağında rastlanan lösemi ilk belirtilerini genellikle bu şekilde gösteriyor. Acıbadem Altunizade Hastanesi Çocuk Hematoloji ve Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Cengiz Canpolat, 2-8 Kasım Lösemili Çocuklar Haftası kapsamında yaptığı açıklamada, lösemi şüphesi oluşturan, ihmale gelmez belirtileri anlattı, anne ve babalara önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

Halk arasında ‘kan kanseri’ olarak bilinen lösemi, çocukluk çağı kanserleri içinde yüzde 30 görülme sıklığıyla en üst sıralarda yer alıyor. Yenidoğan döneminden ergenliğe kadar her yaşta rastlansa da sıklıkla 2-5 yaş arasındaki çocuklarda görülüyor. Genetik olduğu kadar çevresel faktörlerin de lösemiye yol açtığı, hatta çocuklarda genetik, yetişkinlerde ise çevresel faktörlerin daha etkili olduğu düşünülüyor. Tıbbi gelişmelerin her geçen gün hızlandığı ve daha etkili tedavi sonuçları verdiği günümüzde erken tanı ve doğru tedavi ile çocukluk çağı lösemisinde yüzde 75; akut lenfoblastik lösemide ise yüzde 95 oranında  iyileşme sağlanıyor. Acıbadem Altunizade Hastanesi Çocuk Hematoloji ve Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Cengiz Canpolat, lösemide yüksek iyileşme oranını yakalamak için erken tanının son derece önemli olduğunu vurguluyor.

Acıbadem Altunizade Hastanesi

Prof. Dr. Cengiz Canpolat

Pek çok belirti var!

Löseminin, kemik ya da kan hücrelerinin kontrolsüz şekilde çoğalma ve bölünmesi sonucu ortaya çıkan, hayatı tehdit eden önemli bir hastalık olduğunu belirten Prof. Dr. Canpolat şöyle konuşuyor: “Löseminin halsizlikten ateşe dek pek çok belirtisi var. Nedeni bilinmeyen uzun süreli ateş, çabuk yorulma, halsizlik, kol ve bacak ağrıları, vücudun ağız, diş, burun gibi farklı yerlerinde oluşan ve iyileşmesi zaman alan küçük kanamalar, dışkıda ve idrarda görülen kan, karaciğer, dalak ve lenf bezlerinin büyümesi varsa anne babaların vakit kaybetmeden bir sağlık kuruluşuna başvurması gerekir.”

Kanamaya dikkat!

Löseminin belirtileri, diğer bazı hastalıkların belirtilerine çok benziyor. Kanama bunlar arasında farklı ve en dikkat çekici belirtilerden biri. Bazen cilt altı dokusunda, bazen diş ve damaklarda kanamaya rastlanıyor. Nedeni ise, trombosit sayısının lösemi nedeniyle düşmesi. Çünkü lösemi, kan hücrelerini olumsuz etkilediği için vücudumuzda kanamayı durdurmakla görevli trombosit sayısının hızla düşmesine ve dolayısıyla kanamalara, cilt altında oluşan kanamaların da morluk şeklinde görünmesine yol açıyor.

Hematoloji ve Onkoloji

Bu sorulara yanıt arayın

Lösemiye bağlı kanamaların sık rastlandığı bölgelerden biri, bacaklar.  Bacaklarda görülen morlukların çok önemli olduğunu ancak bu morlukların dizin üstünde olmasının daha önemli olduğunu belirten Prof. Dr. Cengiz Canpolat; “Diz altındaki morluklar yaramazlık ve dikkatsizlik anlamına gelse de diz üstündeki morluklar hastalık habercisi olabilir” sözleriyle anne babaları uyarıyor. Özellikle 2-12 yaş arasındaki oyun ve okul çağındaki çocuklarda çarpma, düşme sonucu oluşsa da diz üstündeki yumuşak dokuda bir morluk gördüğünüzde, aşağıdaki sorulara yanıt arayın. Bir ya da bir kaçına evet diyorsanız, hemen bir uzmana başvurun. İşte morluklarla ilgili yanıtlamanız gereken sorular:

  1. Morluklar dizin üstünde mi?
  1. Sayıca fazla mı?
  2. Çarpma sonucu mu yoksa kendiliğinden mi oluşuyor?
  3. Fazla büyük ve koyu renkli mi?

Lösemiye, basit bir kan sayımı ile tanı konuyor

Hemotoloji uzmanının çocuğu muayene etmesi ve yapılacak basit bir kan sayımı ile pek çok hastalığın oluşmasına veya ilerlemesine engel olunduğuna dikkat çeken Prof. Dr. Cengiz Canpolat, sözlerine şöyle devam ediyor: “Eğer gerekiyorsa kemik iliğinin incelenmesiyle tanı konuluyor. Vakit kaybetmeden tanı konulması halinde lösemi hastaları, tipi ve risk grubuna göre 2 ila 3 yıl süren bir tedavinin ardından iyileşip gündelik hayatına dönebiliyorlar. Günümüzde tıbbın hızla ilerlemesi, kan hastalıklarının ve özellikle löseminin tedavisindeki başarıyı çok artırıyor. Çocukluk çağı lösemisinde genel olarak bu oran yüzde 75, akut lösemide ise yüzde 90’ın üzerinde. Buradaki en önemli nokta, hastanın erken teşhis edilmesi ve sonrada da iyi bir tedavi görmesi. Erken teşhiste anne babaların dikkatli bir gözlemci olmaları ve şüphe uyandıran durumlarda bir uzmana başvurması hayati önem taşıyor.”

Lenfoma tedavi edilebilen bir kanser türü!

Lenfoma tedavi edilebilen bir kanser türü!

Son yıllarda görülme sıklığı giderek yaygınlaşan lenfoma, bir başka deyişle lenf bezi kanseri, erişkin kanserleri arasında 7. sırada yer alıyor. Genellikle ergenlik döneminde ve 55 yaş sonrasında gelişen lenfomanın yürekleri ferahlatan özelliği ise günümüzde tedaviden oldukça başarılı sonuçlar elde edilebilmesi. Acıbadem Ataşehir Hastanesi Hematoloji Uzmanı Prof. Dr. Ayşen Timurağaoğlu, lenfomanın nadir görülen bazı türleri dışında, erken teşhis ve tedaviyle tamamen iyileşme sağlanabilen bir kanser türü olduğuna dikkat çekerek, “Son yıllarda hedefe yönelik akıllı moleküllerin de kullanılmasıyla birlikte lenfoma tedavisinde önemli başarılar elde edilebiliyor. Öyle ki bazı lenfoma türlerinde yüzde 95 oranında başarı sağlanabiliyor. Ayrıca agresif türlerinde dahi hastalık kontrol altına alınabiliyor. Ancak erken tanı için tarama yöntemi olmaması nedeniyle lenfomanın belirtilerini bilmek ve zamanında hekime başvurmak gerekiyor. Lenfomanın ilk sinyali ise genellikle boyun, koltuk altı ve kasık bölgelerinde sebepsiz yere gelişen ağrısız şişlik oluyor. Bu belirtide zaman kaybetmeden hekime başvurmak yaşamsal önem taşıyor” diyor.

Lenfoma

Prof. Dr. Ayşen Timurağaoğlu

Çok sayıda alt grubu var

Vücudumuzun çeşitli bölgelerinde yer alan ve enfeksiyon hastalıklarına karşı bariyer görevi yapan lenf düğümleri bağışıklık sistemimizin önemli bileşenlerinden birini oluşturuyor. Lenfoma, lenfosit olarak adlandırılan hücrelerde gelişen kötü huylu hastalıklar olarak tanımlanıyor. Bu lenfositler vücudumuzun hemen her bölgesinde bulunuyorlar, ancak lenfomalar lenf düğümlerinin primer hastalığı oluyor. Sıklıkla da boyun, koltuk altı, kasık, göğüs ve karın boşluğunda yer alan lenf düğümlerine yerleşiyorlar. Lenfoma toplumdaki yaygın inanışın aksine tek bir kanser türü değil. Hematoloji Uzmanı Prof. Dr. Ayşen Timurağaoğlu, lenfomanın aslında Hodgkin ve Hodgkin dışı lenfoma olmak üzere iki ana gruba ayrıldığını belirterek, “Bunların da kendi içlerinde alt tipleri bulunuyor. Öyle ki özellikle Hodgkin dışı lenfomanın onlarca alt grubu mevcut” diyor.

Ağrısız şişlik ilk belirtisi olabilir!

Lenfomanın ilk belirtisi genellikle boyunda, kasıkta veya koltuk altında yer alan lenf düğümlerinde ele gelen şişlik oluyor. Prof. Dr. Ayşen Timurağaoğlu, lenf düğümünün büyüme hızının ise hastalığın alt tipine göre değişiklik gösterdiğine işaret ederek, şöyle devam ediyor: “Yavaş seyirli tiplerinde tümör yıllar içinde çok yavaş büyürken, hızlı seyirli lenfomalarda ise büyüme günler içinde fark edilebiliyor. Lenfomalarda, lenf düğümlerinde ağrı olması beklenmiyor, ancak lenf bezi çok hızlı büyümüşse, ağrı yapabiliyor. Yüksek ateş, gece terlemesi ve kilo kaybı lenfomalarda gelişebiliyor. Bu belirtiler genellikle hastalığın evresi ilerlediğinde ortaya çıkıyor. Hodgkin lenfomada ek olarak sebebi açıklanamayan kaşıntı olabiliyor. Bazen tanı hastanın hiçbir yakınması olmayıp başka bir hastalık için yapılan incelemelerde tesadüfen de konulabiliyor”

Pek çok etken riski artırıyor!

Lenfoma, hangi dokudan kaynaklanırsa kaynaklansın, hücrenin kendi genetiğinde olan bozukluklar nedeniyle kontrolsüz olarak çoğalmasıyla ortaya çıkıyor. Herbisit (yabani bitki öldürücü ilaçlar) ve pestisitler ile (zararlı mikroorganizmaları kontrol altına almakta kullanılan ilaçlar) uğraşmak, AIDS hastalığı, organ nakli yapılması ve genetik geçişli immün yetmezlik riski artırıyor. Helikobakter Pilori (mide mikrobu), Hepatit C ve  Ebstein Barr virüsü (öpücük hastalığı etkeni) gibi bazı virüsler de lenfoma riskini arttıran faktörlerden. İmmün sistemini etkileyen bazı ilaçlar ve bazı otoimmün hastalıklar, kronik antijenik uyarı, lenfoid sistemin sürekli sabit bir uyaranla uyarılması da lenfomanın gelişme riskini artıran etkenler olarak biliniyor.

Acıbadem Ataşehir Hastanesi

Tedavi edilebilen bir kanser türü!

Lenfomanın tanısı, büyümüş olan lenf bezlerinden birinin cerrahi olarak tamamen çıkartılarak patolojik incelenmesiyle konuyor. Uygulanacak olan tedavi protokolü alınan bu patoloji sonucuna göre planlanıyor. Hodgkin dışı lenfomaların bir kısmı çok yavaş seyirli olup, yıllarca tedavisiz izlenebiliyor. Bir kısmı ise çok hızlı ilerliyor, bu nedenle tanı konulduktan sonra hemen tedaviye başlanması büyük önem taşıyor. Hematoloji Uzmanı Prof. Dr. Ayşen Timurağaoğlu, günümüzde nadir görülen bazı türleri dışında lenfomaların tedavisinde yüksek başarı oranları elde edildiğini belirterek, “Lenfomalarda cerrahi tedavi hemen hiç uygulanmıyor. Kemoterapinin yanı sıra akıllı ilaçların da bulunduğu ilaç protokollerine başvuruluyor, bazı hastalarda ışın tedavisi de gerekebiliyor. Akıllı ilaçlar sayesinde yan etkiler çok azalırken, tedavinin etkinliği de bir o kadar artıyor. Bazı alt tiplerinde ise ilk tedavi sürecine yanıt alınsa bile yüksek doz tedaviyle birlikte hastanın kendi kök hücrelerinin verildiği otolog kök hücre nakline ihtiyaç duyulabiliyor” diyor.

Lenf bezinde her şişlik lenfoma değil!

Lenf bezinde her şişlik lenfoma değil!

Son yıllarda giderek yaygınlaşan lenfoma (lenf bezi kanseri), çocukluk çağında en sık görülen 3. kanser olurken, erişkin kanserleri arasında 7. sırada bulunuyor. Acıbadem Maslak Hastanesi Hematoloji Uzmanı Prof. Dr. Mustafa Çetiner lenfomanın genellikle lenf bezinin şişmesi ile ortaya çıktığını, ancak her şişen lenf bezinin kanser anlamına gelmediğini belirterek “Lenf bezlerinin büyümesi, ele gelmesi ve ağrılı olması durumunda kişiler çoğunlukla ‘acaba kanser mi oldum?’ endişesine kapılabiliyor ama lenf bezleri viral enfeksiyonların da aralarında bulunduğu birçok nedenden dolayı büyüyebiliyor. O nedenle her lenf bezi büyümesi lenfoma anlamına gelmez. Buna karşın lenf bezlerinin büyümesi bazen de lenfomanın tek belirtisi olabildiğinden doktora gitmeyi ihmal etmemek gerekiyor.” diyor. Lenfomanın tedavi edilebilir bir hastalık olduğunu ve ümitsizliğe kapılmamak gerektiğini vurgulayan Prof. Dr. Mustafa Çetiner, lenfomanın ihmale gelmez 7 önemli belirtisini anlattı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

Acıbadem Maslak Hastanesi Hematoloji Uzmanı Prof. Dr. Mustafa Çetiner

Prof. Dr. Mustafa Çetiner

Lenfomanın tedavisi, türüne göre değişiyor!

“Herkesin vücudunda lenf bezleri vardır, çünkü bunlar karakol gibi vücudumuzda yolunda gitmeyen işlere müdahale eden bezlerdir; vücudun diğer enfeksiyonlara veya diğer hastalıklara karşı mücadelesinde önemli rol oynarlar” diyen Prof. Dr. Mustafa Çetiner, lenf bezlerindeki her şişliğin ise lenf bezi kanseri yani lenfoma anlamına gelmediğini vurguluyor. Bir hastaya lenfoma tanısı konulmasının da tek başına bir anlamı olmadığını çünkü lenfomanın 40’a yakın çeşidi olduğunu belirten Acıbadem Maslak Hastanesi Hematoloji Uzmanı Prof. Dr. Mustafa Çetiner “Bunların bir kısmı çok yavaş seyirlidir ve dolayısıyla çok agresif değildir, acil tedavi gerektirmez. Bazı lenfomaları yıllarca hiç ilaç kullanmaksızın izlediğimiz oluyor. Kimi lenfomalar da sadece şişlik ile kendini belli edebilir, agresif seyirlidir ve bir an önce müdahale edilmesi gerekir. Bu nedenle lenfomaların türüne kesin karar veren patolojidir. Biyopsi olmadan ve elimizde doku tanısı olmadan lenfoma tanısını koymak imkansızdır. Lenfomaların türüne göre tanı ve tedavileri önemli farklılıklar gösterir.” diyor.

Lenfoma tedavi edilebilir!

Lenfomanın günümüzde çoğunlukla tedavi edilebilir bir hastalık olduğunu, bu nedenle ümitsizliğe kapılmamak gerektiğini belirten Prof. Dr. Mustafa Çetiner, kemoterapinin halen tedavinin temelini oluşturduğunu, ancak 2000’li yılların başından itibaren hedefe yönelik tedaviler de uygulandığını söyleyerek “Hedefe yönelik, akıllı bir molekülün keşfiyle günümüzde artık kemoterapi dışı, birden çok seçenek uygulanmaktadır. Gerektiğinde kemik iliği nakli de tedavi seçenekleri arasındadır.” diyor.

Pause Dergi

Lenfomada ihmale gelmez 7 belirti!

Hematoloji Uzmanı Prof. Dr. Mustafa Çetiner “Klinik bulgular genellikle lenf bezlerinin ve organ tutulumlarının bölgesine, tümörün çapına, büyüklüğüne, tümörün büyüme hızına, hastanın eşlik eden hastalıklarına ve yaşına bağlı olarak değişkenlik gösterir” diyor. Prof. Dr. Mustafa Çetiner, lenfomanın 7 önemli belirtisini şöyle sıralıyor;

  • Çoğunlukla boyun, kasık ve koltuk altı lenf bezlerinde büyüme, ele gelen şişlik
  • Uzun süren, iniş ve çıkışlarla seyreden, nedeni bulunamayan, çoğunlukla 38.5 dereceyi geçmeyen ateş
  • Her gece çamaşır değiştirecek kadar yoğun terleme
  • Kısa sürede ciddi kilo kaybı
  • Lenf bezinin büyümesine bağlı olarak, çevrede bulunan organ ve dokulara uygulanan baskılara ilişkin bulgular (Örneğin; şiddetli kemik, göğüs, karın ağrısı, bacaklarda şişlik, kuru öksürük, ses kısıklığı vb)
  • Yorgunluk, halsizlik
  • Ciltte kaşıntı ve yaygın döküntü

Genetik tanı ile ‘sağlıklı bebek’ mümkün!

Genetik tanı ile ‘sağlıklı bebek’ mümkün!

Aşırı halsizlik, çarpıntı, çabuk yorulma, deride koyulaşma, gelişme geriliği… Halk arasında ‘Akdeniz anemisi’ olarak bilinen talasemi hastalığının en sık görülen belirtilerinden birkaçı… Acıbadem Maslak Hastanesi Hematoloji Uzmanı Prof. Dr. Ahmet Öztürk, ülkemizde en sık görülen kalıtımsal hastalıklar arasında yer alan talaseminin, çocuğa anne ve babasından bozuk genler nedeniyle geçtiğini söylüyor. Dünyada ve ülkemizde bu kalıtsal kan hastalığına yönelik toplumsal farkındalık çok az olduğu için her yıl 8 Mayıs Dünya Talasemi Günü kapsamında bilinçlendirici etkinlikler yapılıyor. Günümüzde tıp ve teknolojideki gelişmeler, genetik tanı sayesinde sağlıklı bebek dünyaya getirmenin mümkün olabildiğine dikkat çeken Prof. Dr. Ahmet Öztürk, hastalığın kök hücre nakli ile de tedavi edilebildiğini söylüyor. Hematoloji Uzmanı Prof. Dr. Ahmet Öztürk, 8 Mayıs Dünya Talasemi Günü kapsamında, talasemi hakkında en çok merak edilen 7 soruyu sıraladı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

Pause Sağlık, Pause Dergi

Prof. Dr. Ahmet Öztürk

  • Talasemi hastalığının belirtileri nelerdir?

Anne ve babadan gelen bozuk genlerin yol açtığı, genetik bir kan hastalığı olan talasemi;  ciddi kansızlık ve buna bağlı olarak aşırı halsizlik, çabuk yorulma, etrafa ilgisizlik, renkte solgunluk, çarpıntı ve gelişme geriliği gibi belirtilerle kendini gösteriyor. Deri renginde ve idrar renginde koyulaşma, safra kesesinde taş, karaciğer büyüklüğü, kalp yetmezliği ve iskelet sisteminde bozukluklarla da ortaya çıkabiliyor.

  • Talasemi hastalığında risk unsurları nelerdir?

Talasemi kalıtsal bir hastalık olduğu için çevresel faktörler risk oluşturmuyor. Talasemi hastalığı açısından anne ve babası taşıyıcı olan çocukların risk altında olduğunu belirten Prof. Dr. Ahmet Öztürk şöyle konuşuyor: “Yapılan bilimsel çalışmalar; iki taşıyıcının evlenmesi sonucunda her bir çocuğun yüzde 25 hastalıklı doğma, yüzde 50 taşıyıcı olma ve yüzde 25 normal doğma ihtimali olduğunu gösteriyor” diyor.

  • Talasemi hastasının, talasemi taşıyıcısından farkı nedir?

Talasemi hastaları, talasemi taşıyıcılarından farklı olarak bir ömür boyu sürekli yeni kan nakline ihtiyaç duyuyorlar. Öyle ki, üç-dört haftada bir yeni kan almadan hayatlarını sürdürmeleri imkansız oluyor, ancak bu sayede erişkinliğe ulaşabiliyorlar. Talasemi taşıyıcısı olan kişilere ise kan nakli gerekmiyor. Talasemi taşıyıcılarında hafif düzeyde bir kansızlık ve buna bağlı olarak halsizlik görülebiliyor. Çoğu taşıyıcıda hiç bir bulgu olmayıp, ancak tesadüfen yaptırdıkları tahlil sonrası talasemi taşıyıcısı olduklarını öğreniyorlar.

  • “Ben taşıyıcıyım, eşim değil. Çocuğumuzun riski nedir?”

Ülkemizde en yaygın görülen genetik hastalıklar arasında ilk sırada yer alan talaseminin ortaya çıkması için; anne ve babanın her ikisinin de taşıyıcı olması gerekiyor. Bir beta talasemi taşıyıcısı, taşıyıcı olmayan bir kişi ile evlenirse doğacak her bir çocuk için yüzde 50 taşıyıcı, yüzde 50 sağlıklı olma olasılığı vardır. Taşıyıcılık durumunda hastalık ortaya çıkmaz. Ancak anne veya babanın birinde taşıyıcılık var diğeri normal ise çocuklarda hastalık değil ama taşıyıcılık görülebilir. Özellikle akraba evliliklerinde çocuğun hastalıklı dünyaya gelme riski yüksek olduğundan bu kişilerin evlilik öncesi mutlaka gerekli tetkikleri yaptırmaları gerekir. Talasemi taşıyıcıları riskleri bilmek kaydı ile normal veya tüp bebek yöntemi ile çocuk sahibi olabilirler.”

Pause Sağlık, Pause Dergi

  • Talasemi hastalığı önlenebilir mi?

Hematoloji Uzmanı Prof. Dr. Ahmet Öztürk “Günümüzde teknoloji ve tıptaki hızlı gelişmeler sayesinde talasemi hastalığını engellemek mümkün olabiliyor. Genetik bilimsel gelişmeler ışığında geliştirilen yöntemle taşıyıcı çiftlerin bebeklerinin sağlıklı doğması da mümkün olabiliyor. Ancak bunun için çiftlerin evlenmeden önce talasemi taşıyıcılığı açısından mutlaka test yapılarak  taranması gerekiyor. Genetik tanı ile çiftlerin Akdeniz anemisi hastalığına yol açabilecek taşıyıcı genlere sahip olduğu saptanırsa doğacak çocuklarının da taşıyıcı ya da hasta olma ihtimalleri de hesaplanabiliyor” diyor.

  • Talasemide yaşam tarzı nasıl olmalı?

Talasemi hastalarının tıpkı her insanın yapması gerektiği gibi sağlıklı beslenmesi önemli. Ancak özel bir diyet uygulamaları gerekmiyor. Yılda bir kez kan kontrolü yaptırılması şart. Bununla birlikte vitamin ve özellikle demir ilacını hekim önerisi olmadan kesinlikle kullanmamak gerekiyor.

  • Talasemi hastalığının kesin tedavisi var mı?

Talasemi hastalığı kalıtsal bir hastalık olduğu için ilaç ile tedavisinin olmadığını belirten Prof. Dr. Ahmet Öztürk şöyle konuşuyor: “Kök Hücre Nakli bugün için talaseminin kesin tedavisidir. Başarılı bir nakil gerçekleşirse, hasta yaşamına kan desteği ve onun getirdiği yan etkiler olmadan devam edebilir. Talasemili bir hastanın doku grubu uygun bir kardeşi varsa kardeşinden kemik iliği nakli ile yapılabilir. Günümüzde araştırmalara devam edilen gen nakli tedavisi henüz hastalara uygulanmıyor.”

Lenfomanın ilk belirtisi ağrısız şişlikler

Lenfomanın ilk belirtisi ağrısız şişlikler

Lenf bezlerinde şişlik, istem dışı kilo kaybı, gece terlemeleri, ateş ve yorgunluk-halsizlik gibi belirtilerin yanı sıra tedavi ile gerilemeyen, inatçı ve büyüyen lenf bezleri lenfomanın habercisi olabiliyor. Özellikle ergenlik dönemi ya da 55 yaş sonrasında görülüyor lenfoma, tüm kanser türlerinin yüzde 5’ini oluşturuyor. Sık görülen kanser türlerinden biri olan lenfomanın sevindirici yönü şu ki, tedavi oranı oldukça yüksek. Acıbadem Üniversitesi Atakent Hastanesi Hematoloji Uzmanı Doktor Öğretim Üyesi Ant Uzay, hastalıkla mücadelede, bağışıklık sisteminin kanserle savaşını güçlendiren immünoterapinin ve kanserli hücrelerin birbiriyle iletişimini bozan hedefe yönelik ilaçların, ileri evre ve zorlu hastalarda bile umut ışığını artırdığına dikkat çekiyor. Öyle ki, tüm Hodgkin lenfoma hastaların yaklaşık yüzde 75’i iyileşebiliyor. Genç hastalarda iyileşme oranı yaklaşık yüzde 90’lara çıkıyor.

Pause Sağlık, Pause Dergi

En sık Hodgkin lenfoma görülüyor

Lenfomalar, çok sayıda alt grubu olan bir hastalık! Öncelikle Hodgkin ve Hodgkin dışı Lenfoma (non-Hodgkin lenfoma) olmak üzere iki ana alt gruba ayrılıyor. Ancak bunların da kendi alt tipleri bulunuyor. Hodgkin dışı lenfomanın en az 40-50, Hodgkin lenfomanın ise 6-8 alt tipi var. Ancak en büyük lenfoma grubu Hodgkin dışı lenfomalar. Öyle ki, Hodgkin lenfomalardan 8 kat daha fazla görülüyor. 2018 yılında tüm dünyada yaklaşık 500 bin kişi Hodgkin dışı lenfoma tanısı alırken, Hodgkin lenfoma tanısı alan kişisi sayısının 80 bin olduğu tahmin ediliyor.

 Yaş önemli bir risk faktörü

Kanser hastalığının genelinde olduğu gibi lenfomanın da nedeni bilinmiyor. Ancak bazı virüslerin bulaşması, bağışıklık sistemini baskılayıcı ilaç kullanılması, AIDS, ailede non-Hodgkin lenfoma öyküsü olması, tarım ilaçları ve benzeri bazı kimyasal maddelere maruz kalma gibi etmenler, Hodgkin dışı lenfoma için risk faktörleri olarak sıralanıyor. En önemli etken ise ilerleyen yaş. Her dört hastadan üçü 55 yaşın üzerinde. Hodgkin dışı lenfoma tanısı alan hastaların yaş ortalaması 67. Doktor Öğretim Üyesi Ant Uzay, Hodgkin türü için de şu bilgileri veriyor:

“Hastalığın bu türünde EBV (Ebstein Bar) virüsünün risk faktörü olduğu düşünülüyor. Erkeklerde daha sık görülen Hodgkin lenfomanın en çok rastlandığı yaş grupları 15-35 yaş arasındaki genç nüfus ve 55 yaş üstü yetişkinler. Öyle ki Hodgkin lenfoma 15-19 yaş arasında en sık görülen kanser türü olarak karşımıza çıkıyor.”

Pause Sağlık, Pause Dergi

Ağrısız şişlikler ilk belirti

Lenfomaların tipik belirtisi, ele gelen ağrısız şişlik oluyor. Büyümüş lenf bezlerinin genellikle orta sertlikte ve lastik kıvamında olduğu biliniyor. Hastalar özellikle boyunda, koltuk altında veya kasık bölgesinde şişlikleri fark ediyorlar. Büyüyen lenf bezleri, bası yapabiliyor. Bu da nefes darlığı, yüz ile boyunda şişlik, karın ağrısı ve karında şişlik gibi şikayetlere yol açabiliyor. Fakat her ele gelen, şişmiş lenf nodu, lenfoma anlamına gelmiyor. Enfeksiyonlarda da lenf bezleri şişiyor ve bir süre sonra küçülüyor. Özellikle tedavi ile gerilemeyen, inatçı ve büyüyen lenf bezleri lenfoma habercisi olabiliyor. Ayrıca ateş, gece terlemesi, son altı ayda vücut ağırlığının yüzde 10’undan fazla kilo kaybı ve şiddetli kaşıntı da belirtiler arasında sayılıyor.

Tedavi hastalığın türüne göre belirleniyor

Nadir görülen bazı türlerinin dışında lenfoma tedavi edilebilir hastalık grubunda yer alıyor. Lenfomanın türü tedavi rotasını da belirliyor. Lenfomalar, büyüme hızlarına göre derecelendiriliyor. Bu, hem hastalığın seyri hem de tedavi kararı açısından önemli. İndolent adı verilen düşük dereceli lenfomalar (sessiz seyirli) yavaş ilerledikleri için genellikle tedaviye acilen başlamak gerekmiyor. Hastalar uzun süre iyi bir yaşam kalitesi ile yaşamlarını sürdürüyor. Bu hastalar için uzmanlar ‘bekle ve izle’ yaklaşımı ile hareket ediyor. Hastalar yakından takip ediliyorlar. Orta ve yüksek dereceli Hodgkin dışı lenfomalarda ise seyir daha agresif oluyor. Kanser, hızla ilerleyebiliyor. Dolayısıyla bu grup hastaların tedavisine vakit kaybedilmeden başlanıyor; daha yoğun ve etkili tedavi yöntemleri tercih ediliyor.

Pause Sağlık, Pause Dergi

Yeni tedaviler

Lenfoma tedavisinde kullanılan yeni yöntemler, tedavi başarısını giderek artırıyor. Öyle ki, tüm gruplarda yüzde 80’lere ulaştırabiliyor. Tüm hodgkin lenfoma hastaların yaklaşık yüzde 75’i iyileşebiliyor. Genç hastalarda iyileşme oranı yaklaşık yüzde 90’lara çıkıyor. Tedavide ise genel olarak kemoterapi, radyoterapi, hedefe yönelik akıllı ilaçlar, hücresel tedaviler ve kemik iliği nakli yöntemleri kullanılıyor. Ve her bir yöntemde yaşanan gelişmeler, lenfomanın tedavisini başarısında önemli katkılar yaparak tedavi başarısını yükseltiyor.

İmmünoterapi

İmmünoterapi ilaçları, lenfoma hücrelerine yapışarak, immün sistemi harekete geçmesi için uyarıyor. İmmün sistemi ise savaşçı hücrelerini göndererek, tümörün yüksek oranda küçülmesini sağlıyor. Lenfoma hastalarının tedavisinde önemli bir yeri olan kemoterapi ile birlikte kullanılan monoklonal antikor tedavisi, her lenfomaya göre farklı olsa da, başarıyı artıran bir başka faktör. Doktor Öğretim Üyesi Ant Uzay, yeni gelişmeler sayesinde tedavi sırasında yan etkilerin de azaldığına dikkat çekerek “Tüm hastalık sürecinde hastalığın kendisinden veya tedavinin olası yan etkilerinden dolayı oluşabilecek mide bulantısı, enfeksiyon, halsizlik, ağrı gibi sorunlarla baş etmesine yardımcı olan ve hastanın yaşam kalitesini artıran destek tedaviler de gelişiyor” diyor.