Yazılar

Ramazan ayında sağlıklı beslenme önerileri

Ramazan ayında beslenme düzeni, sağlıklı kalmak ve oruç tutarken enerjik hissetmek için oldukça önemlidir. Doğru beslenme; gün boyunca açlık, susuzluk, halsizlik gibi sorunları azaltmaya yardımcı olur ve sindirim sistemi rahatsızlıklarının önüne geçer. Memorial Ataşehir Hastanesi Beslenme ve Diyet Bölümü’nden Uz. Dyt. Büşra Şen, sahur ve iftar vakitlerinde sağlıklı beslenme için dikkat edilmesi gerekenleri sıraladı.

Uz. Dyt. Büşra Şen

Uz. Dyt. Büşra Şen

Siyez unu ve karabuğdaylı yiyecekler tok tutuyor

Sahur, gün boyunca tok kalmayı sağlamak ve kan şekerini dengede tutmak için çok önemlidir.  Sahurda tüketilecek bazı gıdalar günü çok acıkmadan ve enerjik geçirmenize yardımcı olur.

  • Siyez unlu ekmek, karabuğday unlu makarna gibi uzun süre tok tutan kompleks karbonhidratlar tüketin.
  • 1 yumurta ve 1 dilim az tuzlu peynir ile protein ihtiyacınızı karşılayın.
  • Ceviz, badem, avokado gibi sağlıklı yağlar ile gün içerisindeki tokluk sürenizi uzatın.
  • Susuzluğu en aza indirmek için 2 bardak su içmeyi ve tuzlu besinlerden kaçınmayı ihmal etmeyin.

İftarda tabağınızın yarısı sebze ve salata olsun

İftarda birden mideye yüklenmek yerine dengeli ve yavaş yemek önemlidir. Bu şekilde sindirim sorunlarının ve kilo alımının önüne geçmek mümkün olabilir.

  • İftarınızı 2 hurma ya da 1 kepçe sebze çorba ile açın ve 15 dakika bekleyin.
  • Yeterli lif alımını sağlayabilmek için tabağınızın yarısını mutlaka sebze ya da salatadan oluşturmaya özen gösterin.
  • Fırında sulu köfte ya da mantarlı hindi sote gibi protein kaynaklarına öğününüzde yer vermeyi ihmal etmeyin.
  • Hızlı yemek mideyi zorlar, porsiyonları küçük tutarak yavaş yiyin. Masada 20 dakika oturmaya özen gösterin.
  • Kilo alımına neden olabilecek kızartmalar ve şerbetli tatlılardan kaçının. İftardan sonra ara öğün olarak nar, yaban mersini ya da kivi gibi antioksidan meyveler ile kombine edilmiş çiğ badem ya da elma konsantresi ile tatlandırılmış şeker ilavesiz meyveli sütlü tatlı tercih edilebilir.
  • Hazımsızlığı önlemek için yemeklerinize kimyon ekleyebilir ve yemeklerden sonra 1 fincan sıcak suda kimyon tohumu ile 15 dakika demlenmiş rezene çayı tüketebilirsiniz.
  • Ayrıca iftardan 1 saat sonrasında yapılacak hafif tempolu yürüyüşler hem kan şekerinizi dengeleyecek hem de hazımsızlığı önlemeye yardımcı olacaktır.

Ramazan ayında tatlılar da büyük öneme sahiptir. Bu dönemde tatlı yeme isteği sağlıklı ürünlerle hazırlanan lezzetlerle giderilebilir. Ramazan ayının geleneksel tadı güllacı bu şekilde deneyebilirsiniz.

Şeker ilavesiz güllaç tarifi

Malzemeler:

  • 1 paket güllaç
  • 4 su bardağı laktozsuz süt ya da Hindistan cevizi sütü
  • 1 kahve fincanı elma suyu konsantresi
  • 2 yemek kaşığı toz Antep fıstığı
  • 2 yemek kaşığı toz Hindistan cevizi
  • 1 su bardağı nar

Yapılışı:

Sütü ısıtın. Elma suyu konsantresi ve Hindistan cevizi ekleyip ılımasını bekleyin. Güllaç yapraklarının yarısını sütlü karışımla ıslatıp cam bir kaba dizin. Nar serpip üzerine kalan yaprakları sütle ıslatarak dizin. Güllaçlar sütü iyice çektiğinde Antep fıstığı ve nar ile süsleyin.

Yeni yıla sağlıklı beslenerek başlayın

Yılbaşına sayılı günler kaldı. Yeni bir yılın coşkusuyla sıcak arkadaş ortamlarında ya da aile fertleriyle birlikte olunacak renkli sofralar için hazırlıklar başladı. Ancak yılbaşı kutlamalarında bol bol tüketilen kızartmalar, kuruyemişler, cipsler ve içeceklerle birlikte bir akşamda yaklaşık 6000 kalori alımı olduğunu biliyor muydunuz? Bu 1 insanın günde ortalama alması gereken kalori miktarının yaklaşık 3 katına denk geliyor. Peki bu sofralarda nelere dikkat edersek kalori alımımızı dengeleyerek, keyifli bir akşam yemeği geçirebiliriz? Memorial Ataşehir Hastanesi Beslenme ve Diyet Bölümü’nden Dyt. Elif Merve Erdoğan, yılbaşı gecesi sağlıklı beslenme ile ilgili önemli bilgiler verdi.

Dyt. Elif Merve Erdoğan

Dyt. Elif Merve Erdoğan

Sağlıklı bir kahvaltı ile başladığınız günü hareketli geçirin

-Haşlanmış yumurta

-Peynir, zeytin

-Bolca mevsim yeşillikleri

-Tam tahıllı ekmeğimizin bulunduğu güzel bir kahvaltı tabağımızla güne başlayıp, gün içerisinde mümkün olduğunca fiziksel aktivitemizi artırmak; hatta yapabiliyorsak 1 saat tempolu yürümek, bol su tüketmek faydalı olacaktır.

Az yağlı yemekler tercih edin

  • Kremasız bir çorba
  • Büyük bir kase salata
  • Hindi, tavuk, balık veya kırmızı et (pişirme yöntemi olarak kızartmak yerine buğulama, ızgara veya fırını tercih edelim)
  • Yoğurtlu mezeler
  • Meyveler ve ızgara sebzeler gibi örnek bir masa oluşturabiliriz.

Peki Nelere Dikkat Edelim?

  • Sevdiğiniz lezzetlerden 1’er kaşık şeklinde küçük porsiyonlar halinde tabağınıza alarak tüketin.
  • Yemek öncesinde 1 kase çorbayla başlayın.
  • Sofraya çok aç oturmayın.
  • Yemekleri sohbet eşliğinde, bolca çiğneyerek yavaşça tüketin.
  • Bolca salata ve lif içeren gıdalardan tükettiğinize emin olun.
  • Yoğurtlu kabak, havuç tarator, közlenmiş biber, kereviz gibi sebze ve yoğurt içeren mezelere öncelik verin.
  • Her halükarda bolca karbonhidrat alacağınız bu günde pilav veya makarna tercih etmemeye çalışın.

En önemlisi de bolca keyif almaya özen gösterin. Unutmayalım ki sevdiklerimizle yapılan aktiviteler paha biçilemezdir. Bir günde yediğiniz hiçbir besin sizi sağlıksız yapmaz, alışkanlıklarınız ve rutinleriniz aynaya ve bedeninize yansıyacak olandır. Ertesi gün açlık durumunuza göre kahvaltı yapabilir veya brunch şeklinde öğle saatlerine erteleyebilirsiniz. 1 saatlik bir yürüyüş ve bolca su tüketmeye özen gösterin. Akşam yemeğine sebze ve yoğurt ile veya çorba da ekleyerek bitirebilirsiniz.

Sessiz ilerleyen kronik lenfositik lösemiye dikkat!

Sessiz ilerleyen kronik lenfositik lösemiye dikkat!

Yorgunluk, halsizlik, lenf bezlerinde şişlik, ateş, kemik ağrısı, karaciğer ve dalakta büyüme gibi belirtilerle ortaya çıkabilen Kronik Lenfositik Lösemi (KLL) bir kan kanseri türüdür. Kronik Lenfositik Lösemi çok yavaş seyirli bir hastalık olduğu için birçok hasta yaşamları boyunca hiçbir belirti göstermeden hayatlarını sürdürebilir. Kronik Lenfositik Lösemi tedavisinde kemoterapi, hedef tedaviler, akıllı ilaçlar ve kök hücre nakli gibi seçenekler bulunmaktadır. Memorial Ataşehir Hastanesi Hematoloji Bölümü’nden, Kronik Lenfositik Lösemi hakkında bilgi verdi.

Prof. Dr. Hakan İsmail Sarı

Prof. Dr. Hakan İsmail Sarı

Hastalık sinsice ilerliyor

Kronik Lenfositik Lösemi kan kanseri türlerinden biri olan ve genellikle lenfosit adı verilen beyaz kan hücrelerinin aşırı üretimiyle ortaya çıkan yavaş ve sinsice ilerleyen bir hastalıktır.  Bu hücreler kemik iliğinde üretilir ve kan dolaşımında taşınarak vücudun çeşitli bölgelerinde bulunan lenf bezleri, dalak, karaciğer ve kemik iliği gibi organlara yerleşirler. Yaş, cinsiyet, genetik faktörler, bağışıklık sistemi ile ilgili sorunlar, bazı kimyasallar bu hastalığa yol açabilmektedir.

Bu belirtilere dikkat!

  • Yorgunluk ve halsizlik
  • Lenf bezlerinde şişlik
  • Ateş
  • Terleme
  • Kiloda ani değişiklikler
  • Kemik ağrısı
  • Karaciğer ve dalak büyümesi

Kronik Lenfositik Lösemi hastaları sıklıkla diğer hastalıklara benzeyen belirtiler gösterir. Bu nedenle, herhangi bir belirti fark eden hastaların, en kısa sürede bir doktora başvurması önerilir.

Sessiz ilerleyen kronik lenfositik lösemiye dikkat!

Doktora başvurmakta gecikmeyin

Kronik Lenfositik Lösemi tanısı konulması için birkaç adım gereklidir. Doktor muayenesi, kan testi ve radyolojik görüntüleme, periferik yayma incelemesi, akış stometri testi, kemik iliği biyopsisi tanıda önemlidir.

Tanı konulduktan sonra, doktorunuz hastalığın hangi evrede olduğunu belirleyecektir. Bu, tedavi planının belirlenmesinde önemlidir.

Tedavisi hastaya özel belirleniyor

Kronik Lenfositik Lösemi tedavisi her hasta için gerekli olmayabilir. Bazı hastalar, hastalığın ilerlemesi ve belirtileri olmadığı sürece takip edilebilir.  Bununla birlikte, hastalığın belirtileri ortaya çıktığında veya ilerlemesi durumunda, tedavi önemlidir.

Kronik lenfositik lösemi tedavisi verilecek hastalar için tedavi kriterleri şu şekilde sıralanabilir:

  • Lenfosit sayısı ikiye katlanma zamanının çok kısa olması
  • İleri evre Kronik Lenfositik Lösemi olması
  • Hastalık ilerlemesine bağlı kansızlık (Hgb < 11 g/dL) gelişmesi (Diğer kansızlık nedenleri dışlanmalıdır)
  • Hastalık ilerlemesine bağlı trombosit sayısının düşmesi (PLT < 100 bin/mm3 olmalı ve trombosit düşüklüğünün olası diğer nedenleri dışlanmalıdır)
  • Dalağın çok büyümesi
  • Lenf nodlarının çok aşırı büyümesi
  • Sık ve tekrarlayan enfeksiyonlar
  • B semptomları adı verilen ateş, gece terlemesi ve kilo kaybı durumunun olması

Bu kriterler olmayan hastalara bekle-gör stratejisi uygulanarak sadece izlem yapılabilir.

Kemoterapi tedavisi, hedefe yönelik tedaviler ve akıllı ilaçlar, kök hücre nakli kişiye özel tedavi yöntemleri olarak uygulanmaktadır.

Hastalığın seyri çok yavaş olduğu için birçok hasta yaşamları boyunca hiçbir belirti göstermeden hayatlarını sürdürebilir. Bazı hastaların ise zamanla belirtiler göstermeye başlaması nedeniyle tedavi gerekebilir. Tedavinin seçimi hastanın yaşına, sağlık durumuna ve hastalığın ilerlemesine bağlıdır. Unutmayın ki düzenli takip ve doktor ziyaretleri, KLL ile mücadelede önemli bir rol oynar.

Divertikülit belirtileri nelerdir?

Divertikülit belirtileri nelerdir?

Şiddetli karın ağrısı, ateş, titreme, karında şişlik gibi belirtiler birçok farklı hastalıktan kaynaklanabileceği gibi, bağırsak hastalığı olarak bilinen divertikülit nedeniyle de gelişebiliyor. Divertikülit tedavisi hastanın yaşına, ek hastalıklarına, hastalığın yaygınlığına göre farklılık gösterebiliyor. Divertikülit belirtileri hafifse evde tedavi ve divertikülit diyeti uygulanabiliyor ancak bağırsaklarda apse, fistül, obstrüksiyon (tıkanıklık), bağırsak duvarında delinme gibi durumlarda cerrahi tedavi tercih edilebiliyor. Memorial Ataşehir Hastanesi Gastroenteroloji Bölümü’nden Uz. Dr. Şule Namlı Koç, divertikülit hastalığı hakkında bilgi verdi.

Divertikül, bağırsak iç yüzeyinde bulunan astarda fıtıklaşma şeklinde kendini gösteren küçük, baloncuk şeklindeki yapılardır. Bağırsakta baloncuk gibi bir görünüme sahip olan divertiküler yapılarda iltihaplanma ya da enfeksiyon gelişimi ile karakterize durum olursa buna divertikülit adı verilmektedir. Divertikülit hastalığı kendini farklı belirtilerle gösterebilmektedir. Divertikülit belirtileri genel olarak şu şekilde sıralanabilir;

Dr. Şule Namlı Koç

  1. Şiddetli karın ağrısı divertikülite işaret edebilir. Karın ağrısı birçok farklı rahatsızlıktan kaynaklanabilmektedir. Ancak özellikle karnın sol alt kadranında yaşanan şiddetli ağrılar divertikülit belirtisi olabilmektedir.
  2. Ateş ve titreme önemsenmelidir. Ateş ve titreme vücutta enfeksiyon belirtileri arasındadır. Divertikülit kaynaklı enfeksiyon da ateş ve titremeye yol açabilir.
  3. Karında şişkinlik divertikülit belirtileri arasındadır.
  4. Kabızlık çok farklı nedenlere bağlı olarak yaşanabilir. Özellikle diğer şikayetlerle birlikte yaşanan kabızlık divertikülit belirtisi olarak değerlendirilebilir.
  5. Mide bulantısı ve bağırsak alışkanlıklarında belirgin değişiklik divertikülit belirtileri arasındadır.
  6. Rektal kanama her zaman ciddiye alınması gereken bir şikayettir. Rektal kanamalar divertikülit belirtisi olarak yaşanabilmektedir.

Bu belirtilerin bir veya bir kaçının yaşanması durumunda uzman bir doktora başvurulması gerekmektedir.

Obezite ve sigara kullanımı riski artırıyor

Divertikül, genellikle kalın bağırsakta zayıf olan alanların basınç altında kalması sonucunda gelişir. Bağırsağa uygulanan bu basınç, çeşitli büyüklükteki keselerin kolon duvarından dışarı fıtıklaşmasına neden olur. Divertikülit ise divertikül duvarı basınç altında kalıp yırtıldığında, bağırsağın o kısımda iltihaplanma ve bazen enfeksiyon gelişmesi nedeniyle ortaya çıkar.  Bazı faktörler divertikülit gelişme riskini artırmaktadır.  İleri yaş, obezite, sigara kullanımı, hareketsiz yaşam, yüksek hayvansal gıda alımı ve düşük lifle beslenme ile bazı ilaçların kullanımı divertikülit gelişme riskini artırır.

Tedavide geç kalmayın

Divertikülit teşhisinde hastanın şikayeti ve muayenede sol alt kadranda hassasiyet saptanması, laboratuvarda kan ve dışkı testleri, görüntülemede ultrasonografi ve batın tomografisi önemli rol oynar. Tedavi seçimi hastanın genel durumu, yaşı, tıbbi özgeçmişi, ek hastalıkları, hastalığın yaygınlığı ve komplikasyonları, medikal tedavilere olan toleransı ve hastanın tedavi tercihine göre yapılır.

  • Belirtiler hafifse, evde tedavi yeterli olabilir. Bu durumda divertikülit tedavisi için antibiyotikler reçete edilir. Ancak yeni kılavuzlar çok hafif vakalarda antibiyotik gerekmeyebileceğini belirtmektedir.
  • Bağırsakların daha kolay toparlanması ve dinlendirilmesi için birkaç gün boyunca sıvı bir diyetle beslenme önerilir. Belirtiler düzeldiğinde, diyete yavaş yavaş kademeli bir şekilde katı yiyeceklerin eklenmesi önerilebilir. Lifli beslenme önemlidir ve hastalara uzun vadede önerilir. Hastanın şikayetleri şiddetli ise ve ek hastalığı mevcutsa yatarak tedavi önerilebilir. Bu durumda damar yolundan beslenme ve antibiyotik tedavisi ile yakın takip yapılır.
  • Bağırsaklarda apse, fistül, obstruksiyon yani tıkanma, bağırsak duvarında delinme gibi bir komplikasyon varsa veya birden fazla divertikülit atağı geçirilmiş ise hastanın durumuna göre ameliyat ile cerrahi tedavi de uygulanabilir.

Divertikülit diyeti yapabilirsiniz

Her hastada farklı besinler hastalığı tetikleyebileceği için kişi hangi gıdaların şikayetlere veya atağa neden olduğunu takip ederek hastalığı kötüleştiren gıdalardan kaçınmalı ve diyetini buna göre ayarlamalıdır. Düzenli tuvalete çıkmaya çalışmak, kabızlık ve ıkınmaktan kaçınmak, divertiküler hastalığı önlemek ve komplikasyonlarını azaltmak için diyet önemlidir.

  • Lif içeren gıdalar tüketmek: Lif, dışkıya daha fazla su çekerek daha hacimli, yumuşak dışkı çıkarılmasını sağlar. Böylece bağırsaklarda daha hızlı hareket ederek daha kolay atılır.
  • Su içmeyi ihmal etmemek: Daha fazla lifli gıdalar tüketmek daha fazla su emilmesine neden olur. Bu sebeple dışkıyı yumuşak ve hareket halinde tutmak için lifli gıdalarla birlikte içilen su miktarını artırmak gerekir.
  • Düzenli egzersiz yapmak: Düzenli fiziksel aktivite, yiyeceklerin bağırsak sisteminden geçmesine yardımcı olur. Mümkünse her gün düzenli olarak egzersiz yapmak kabızlığı önemli ölçüde engeller.

 

İleri vakalarda ameliyat gerekebilir

Divertikülit hastalığının tedavisinde cerrahi müdahale gerektiren durumlar olabilmektedir. Genel olarak divertikülit tedavisinde cerrahi tedavi şu durumlarda yapılmaktadır.

  • Bağırsakta apse, fistül, tıkanıklık, bağırsak duvarında perforasyon (delinme) gibi bir komplikasyon varsa
  • Birden fazla divertikülit atağı geçirilmesi durumunda
  • Kişi bağışıklık sisteminin zayıf olması durumunda cerrahi müdahale ile tedavi gerekebilmektedir.

Divertikül hastalığı olanlarda uygulanabilen iki ana ameliyat türü vardır:

  • Birincil Bağırsak Rezeksiyonu: Bu cerrahi yöntemde bağırsağın hastalıklı bölümleri çıkarılır ve sağlıklı bölümleri yeniden birleştirir. Bu prosedür bağırsak hareketlerinin normale dönmesini sağlar. İltihap miktarına bağlı olarak açık veya endoskopik cerrahi tercih edilebilir.
  • Kolostomi ile Bağırsak Rezeksiyonu: Kalın bağırsak ve rektum sağlıklı bağırsak kısımlarını yeniden birleştirmenin mümkün olmadığı kadar çok iltihap içeriyorsa, cerrah öncelikle bir kolostomi açar. Rektum, kalın bağırsak ile anüs arasında bulunan bağırsak bölümüne verilen isimdir. Kolostomi, karın duvarında bir kesi ile açıklık oluşturması ve kalın bağırsağın sağlıklı kısmına bağlanması ile yerleştirilir. Kişinin dışkısı açıklıktan bir torbaya geçerek torbada birikir. Bağırsaktaki iltihap hafiflediğinde, kolostomi kaldırılarak çevrilerek bağırsak yeniden bağlanabilir.

Diyabetin az bilinen belirtileri!

Diyabetin az bilinen belirtileri!

Diyabet, hem genç hem de yetişkin yaş grubunda sıklıkla karşımıza çıkabilecek hastalıkların başında geliyor. Sık görülen belirtiler ile Tip 2 diyabetin tanısının konulması daha kolay iken, halk arasında gizli şeker olarak bilinen prediyabetin ise tanısının konulmasında ise öncelikle şüphe, sonrasında kılavuzlara uyumlu tetkiklerin yapılması gerekiyor. Prediyabet, ilerleyen evrelerinde diyabetle sonuçlanan, ilk dönemlerinde ciddi bulgular göstermeyen ve erken fark edildiğinde tedavisi mümkün olan bir hastalık olarak biliniyor. Memorial Ataşehir Hastanesi Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Bölümü’nden Doç. Dr. Eylem Çağıltay, 14 Kasım Dünya Diyabet Günü için diyabet ve prediyabet hakkında detaylı bilgi verdi.

Doç. Dr. Eylem Çağıltay

Sık ve nadir görülen diyabet semptomlarına dikkat

Klasik diyabet semptomları; çok idrara çıkma, çok su içme, aşırı yemek yeme veya iştahsızlık, halsizlik, çabuk yorulma, ağız kuruluğu, gece idrara çıkma şeklinde görülmektedir. Doğal olarak bir semptomun birden fazla nedeni olabileceği de akılda tutulmalıdır. Bu semptomların diyabete bağlı olup olmadığı sağlık kurumlarınca araştırılmalıdır. Eğer şikayetler ilerlerse karın ağrısı, kramplar, nefes darlığı, bilinç bulanıklığı gibi diyabetik ketoasidoz (halk arasında şeker koması) semptomları ortaya çıkabilmektedir. Daha az görülen diyabet semptomları ise; bulanık görme, açıklanamayan kilo kaybı, inatçı enfeksiyonlar, tekrarlayan mantar enfeksiyonları ve açıklanamayan kaşıntılardır.

Diyabet tarama yaşı 35’e çekildi

Diyabet konusunda ciddi bulgular göstermeyen, plazma glukoz düzeyleri normalden yüksek olan fakat diyabet tanı kriterlerini karşılamayan hastalara prediyabet tanısı konulmaktadır. Erken fark edildiğinde tedavisi mümkün olan bu hastalık, tanısı konmakta gecikildiğinde ise diyabet hastalığı kaçınılmaz olmaktadır. ABD Önleyici Sağlık Hizmetleri Daire Başkanlığı tarafınca Ağustos 2021 yılında yapılan bir araştırma, 2015 yılındaki araştırmaya kıyasla büyük bir değişikliğe imza atmaktadır. Diyabete atfedilen hiçbir semptomu olmayan ancak kilolu veya obezitesi olan yetişkinlerin diyabet öncesi dönem ve Tip 2 diyabet tarama yaşını 40 yaştan 35 yaşa çekmiştir.

Kilolu veya obezitesi olan yetişkinler risk altında

Diyabete yönelik hiçbir semptomu olmayan ancak kilolu veya obezitesi olan yetişkinlerin 40 yaşında tarama yaptırmalarını öneren kılavuza göre; prediyabet tanılı ve tanı almamış diyabeti olan bireylerin yalnızca %50’sinin tanısının konulması önemli bir ayrıntı olarak karşımıza çıkmaktadır. CDC (Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi) Amerikan Ulusal Diyabet İstatistik raporuna göre 2020 yılında, ABD’de yaşayan erişkin yaş grubu popülasyonunda diyabet görülme oranının %13, prediyabet görülme oranının %34,5 olduğunu değerlendirmektedir. Bu durumda diyabet hastalığı öncesi dönemde hastaların tespit edilmeleri büyük önem taşımakta ve etkin bir şekilde diyabet engelleme girişiminde bulunulması gereklilik arz etmektedir.

Ülkemizde erişkinlerin %42’si diyabetik veya prediyabetik

Ülkemizde yapılan TURDEP-II Çalışması verilerine göre, ülkemizdeki erişkin nüfusun %42’si diyabetik ya da prediyabetiktir. Ülkemizde yapılan TEMD-1 çalışması verilerine göre ise, üçüncü basamak sağlık merkezlerinde takip edilen Tip 1 diyabetli hastaların sadece %15’inde, Tip 2 diyabetli hastaların ise sadece %40’ında glisemik kontrol sağlanabilmektedir. Ülkemizde yapılmış olan büyük çaplı tarama çalışmalarında da diyabet ve prediyabetik hastaların yarıya yakının henüz tanı almamış olduğu saptanmıştır. Prediyabet tanılı kişilerin ise kardiyovasküler risk faktörleri açısından mutlaka değerlendirilmelidir.

Diyabetin önlenmesinde ve tedavisinde bireysel değerlendirme önemli

Diyabetin önlenmesinde ve tedavisinde hedefler bireyseldir. En başta hastadan istenecek ilk adım yaşam tarzı düzenlenmesidir. Bu düzenleme ile hasta beslenme tedavisini ve kişiye özel egzersiz planlamasını yapmalıdır. Genel olarak beslenme alışkanlıklarının oluşmasını sağlayarak ve destekleyerek; kan glukoz düzeylerinde, kalp hastalıkları riskini azaltacak lipid profilinde, kan basıncında (KB) ve vücut ağırlığında bireysel hedefleri sağlamak ve korumak hedeflenmektedir. Kişinin beslenmesi; prediyabetli veya diyabetli kişinin bireysel ihtiyaçlarına, gerekli değişiklikleri yapabilme durumuna, değişime istekliliğine göre belirlenmelidir. Bireyin beslenmesinde olduğu gibi tedavide de glisemik hedefler (şeker kontrolü) bireyselleştirilmelidir. Ağızdan tablet ve enjeksiyon şeklinde verilen diyabet ilaçları kişiye özel şekilde hekimin ve hastanın tedavi başarısını en yüksek seviyede tutacak şekilde kullanılmalıdır. Tedavi protokollerinde; kombine verilen, etkinliği yüksek, yeni ilaçlar mevcuttur.

Tip 2 diyabet ve prediyabetin öncelikle oluşmasının engellenmesi, eğer oluştuysa etkin tedavi edilmesi, diyabete bağlı ortaya çıkacak mortalite (ölüm) ve komplikasyonların (hedef organlarda meydana getirdiği tahribat) önüne geçilmesini sağlayacaktır.

İnsülin direnci nasıl kırılır?

İnsülin direnci nasıl kırılır?

Son dönemlerde kilo veremeyen, şeker dengesi bozulan pek çok insandan ya da uzmanlardan insülin direncini sık sık duyuyoruz. Peki nedir bu insülin direnci, nelere neden olur? Yaşam tarzı değişiklikleri ile insülin direnci ile başa çıkabilir miyiz? Memorial Ataşehir Hastanesi İç Hastalıkları , insülin direnci ve tedavi yaklaşımları hakkında bilgi verdi.

Prof. Dr. Murat Hakan Terekeci

Prof. Dr. Murat Hakan Terekeci

Pek çok hastalığa zemin hazırlıyor

İnsülin, kandaki glikozun kaslara, yağ dokusuna ve karaciğer hücrelerine girmesine yardımcı olur. Böylece hücreler onu enerji olarak kullanabilir veya daha sonra kullanmak üzere depolayabilir. Bozulmuş insülin duyarlılığı olarak da bilinen insülin direnci; kas, yağ ve karaciğerdeki hücrelerin insüline olması gerektiği gibi yanıt vermemesiyle ortaya çıkar. İnsülin direnci geçici veya kronik olabilir ve bazı durumlarda tedavi edilebilir. Pankreasınız, hücrelerinizin insüline karşı zayıf tepkisinin üstesinden gelmeye yetecek kadar insülin üretebildiği sürece kan şekeri düzeyiniz sağlıklı bir aralıkta kalacaktır. Hücreleriniz insüline karşı çok dirençli hale gelirse, bu durum kan şekeri seviyelerinin yükselmesine (hiperglisemi) yol açar ve bu da zamanla prediyabet ve Tip 2 diyabete neden olabilir. Tip 2 diyabetin yanı sıra obezite, kalp damar hastalıkları, alkolsüz yağlı karaciğer hastalığı ve polikistik over hastalığı insülin direnci ile ilişkilidir.

İnsülin direnci konusunda risk grubunda olabilirsiniz

İnsülin direnci herkesi etkileyebilir, insülin direnci için diyabet hastası olmanıza gerek yoktur. İnsülin direnci geçici olabilir. Örneğin, kısa süreli steroid ilaç kullanmak insülin direncine neden olabilir veya kronikleşebilir. İnsülin direncine katkıda bulunan iki ana faktör, özellikle göbek çevresinde aşırı vücut yağı ve fiziksel aktivite eksikliğidir. Prediyabet ve Tip 2 diyabeti olan kişilerde genellikle belirli düzeyde insülin direnci vardır.

İnsülin direncinin belirtilerine dikkat!

İnsülin direnciniz varsa ancak pankreasınız kan şekeri seviyenizi belli bir aralıkta tutmak için insülin üretimini artırabiliyorsa herhangi bir belirti yaşamazsınız. Ancak bir süre sonra pankreas kan şekerini dengeleyecek insülini salgılayamazsa prediyabet ve ardından da tip 2 diyabet gelişebilir.

İnsülin direncinin kaynağı önemli

Yaşlı insanlar insülin direncine daha yatkındır. Çeşitli faktörler ve koşullar değişen derecelerde insülin direncine neden olabilir. Bilim adamları, özellikle göbek çevresinde aşırı vücut yağının ve fiziksel hareketsizliğin insülin direncine katkıda bulunan iki ana faktör olduğuna inanıyor. Yüksek oranda işlenmiş, yüksek karbonhidratlı gıdalar ve doymuş yağlardan oluşan bir diyet, insülin direnciyle ilişkilendirilmiştir. Steroidler başta olmak üzere bazı ilaçlar insülin direncine neden olabilir. Cushing hastalığı, akromegali, hipotiroidi gibi hormon hastalıkları da insülin direncine yol açabilir.

Prof. Dr. Murat Hakan Terekeci

İnsülin direnci testi yaptırabilirsiniz

İnsülin direnci testi matematiksel bir formüldür. 8-10 saatlik açlık sonrası alınan kan şekeri ile açlık insülin düzeyi birbiri ile çarpılarak 405’e bölünür ve HOMA-IR denilen insülin direnci düzeyi ortaya çıkar. Çıkan sonuç 2,5 üzerinde ise kişide insülin direnci var demektir. Bu testin yapılamadığı durumlarda, açlık kan şekeri 100-126 mg/dl arasında olan yani bozulmuş açlık glisemileri vakalarında insülin direnci var olarak kabul edilir. Ayrıca 2 saatlik oral glukoz tolerans testi yapılan vakalarda 2. saat glukozunun 140-200 mg/dl arasında olduğu glukoz tolerans bozukluğu vakaları da bu gruba girer. İnsülin direnci varsa kişiye özel tedavi yöntemleri ile bu durum kontrol altına alınmalıdır.

İnsülin direncinden korunmak için kişisel önlemlerinizi alın

İnsülin direncini azaltabilmek için karbonhidratı azaltıp liften zengin besinlerden zengin beslenmek son derece önemlidir. Günlük 6-9 saat arası uyku ve stresin azaltılması ekstra katkı sağlar. Özellikle kilolu olan bireylerde fazla kiloların verilmesi direnci azaltır. Kırmızı-mor renkli meyve ve sebzeler, antioksidan özelliklere sahip bileşiklerden zengindir. Antioksidanlar, vücutta iltihaba neden olan zararlı serbest radikalleri yok ederler. Birçok çalışma, özellikle lifli sebzelerden zengin beslenmenin daha yüksek insülin duyarlılığı ile bağlantılı olduğunu bulmuştur. Trans yağları diyetinizden çıkarıp bunların yerine doymamış yağdan zengin gıdalar, Omega 3 ve 6 dan zengin besinler eklenmelidir.

Zerdeçal, tarçın, berberis vulgaris (karamuk), sarımsak, zencefil, yulaf, deve dikeni, karahindiba, enginar, çörek otu ve yaban mersini gibi şifalı bitkiler de insülin direnci üzerine olumlu katkı sunarlar.

Ayrıca krom, bakır ve çinko takviyeleri de yine benzer etki gösterebilir. Takviyelerin mutlaka bir hekim gözetiminde kullanılması gerektiği unutulmamalıdır.

Bozanın bilinmeyen faydaları!

Bozanın bilinmeyen faydaları!

Geleneksel Türk içeceği olan boza, Balkanlar, Kırım, Kafkasya, Mısır ve Orta Asya başta olmak üzere dünyanın birçok bölgesinde sıkça tüketiliyor. Özellikle soğuk kış günlerinde tercih edilen ve fosfor, sodyum mineralleri ile çeşitli vitaminleri içeren bozanın bir bardağı vücuda çok önemli faydalar sağlıyor. Memorial Ataşehir Hastanesi Beslenme ve Diyet Bölümü’nden Uz. Dyt. Gözde Akın, bozanın faydaları hakkında bilgi verdi.

Pause Dergi

Dyt. Gözde Akın

Mineral ve vitamin deposu

İnsan sağlığı için yararlı mikroorganizmaları içeren fermente tahıl bazlı bir içecek olan boza ülkemizde; darı, mısır, pirinç, çavdar, yulaf, buğday gibi tahılların öğütülmesi, su ilave edilerek pişirilmesi ve daha sonra şeker eklenerek maya ile laktik asit fermantasyonuna tabi tutulması ile üretilmektedir. Bozanın kıvamı koyu olup, açık sarı bir renge, tatlı ekşimsi lezzete ve asidik-alkollü bir kokuya sahiptir. Fermantasyon ürünleri olan laktik asit ve CO2 bozaya lezzet ve ferahlatıcı özellik vermektedir. Boza; fosfor ve sodyum mineralleri ile A, B1, B2, E, C ve Niasin vitaminleri içermektedir.

Bozanın 9 faydası

  1. Sağlık üzerine etkilerine dair yapılan araştırmalar bozanın fenolik bileşenler ve antioksidan aktivite açısından önemli bir kaynak olduğunu ortaya koymaktadır. Bozanın hammaddesi olan tam taneli tahıllar fenolik maddeler açısından oldukça zengindir. Fenolik bileşikler antioksidan özelliklere sahip olup, kanser ve kalp hastalıkları gibi serbest radikallerin rol aldığı dejeneratif hastalıklara karşı koruyucu etki göstermektedir.
  2. Fermente probiyotik gıdalar, canlı mikroorganizmalar içermesi nedeniyle bağırsak mikrobiyatası ve genel sağlık üzerinde yararlı etkileri vardır.
  3. Geleneksel fermente bir besin olarak sınıflandırılan boza, probiyotik yapısı ve içerdiği yüksek laktik asit içeriği sebebiyle bağırsak florasını olumlu etkiler.
  4. “Sıvı ekmek” olarak da adlandırılan boza, vücuda sıcaklık veren yüksek kalorili bir içecektir. Yüksek kalorisi nedeniyle tok tutan boza zengin vitamin ve mineral kaynağıdır.
  5. Yüksek protein, yağ ve karbonhidrat içeriğinden dolayı besin değeri yüksektir.
  6. Besin değeri ve kalorisi yüksek bir içecek olduğundan kilo almak isteyenler, ergenlik dönemindeki bireyler, sporcular, gebeler, emzirme dönemindeki anneler için tercih edilebilir bir enerji kaynağıdır.
  7. Emzirme döneminde anne sütünü artırıcı etkisi gözlenmiştir.
  8. Niasin içeriğinden dolayı kalp ve damar hastalıklarına olumlu etkisi araştırılmaktadır.
  9. Boza, salep gibi öksürük tedavisinde kullanılmaktadır.

Tüketim miktarına dikkat edilmeli

Karbonhidrat içeriğinin yüksek olması sebebiyle; obezite ve diyabet hastalarının, gestasyonel diyabeti yani gebelik şekeri olan bireylerin porsiyon kontrolünü bir uzman ile belirlemeleri daha uygundur. Aynı zamanda yüksek fosfor içeriğinden dolayı da böbrek hastaları için olumsuz etkiye sahip olabilir.

Sıcak ya da soğuk içebilirsiniz

“Boza sıcak mı yoksa soğuk mu içilir?” sorusu tartışma konusu olabilmektedir. Bozanın tüketimi genellikle gecedir. Bunun çıkış noktası ise bozanın gün sıcaklığında çabuk bozulabilir olmasıdır. Bozacıların hava karardıktan ve sıcaklık düştükten sonra satmalarının sebebi de budur. Sıcak bir içecek olarak algılanmasına rağmen aslında boza daha çok soğuk içilmektedir. Ancak tercihe göre marketten alınan veya dolapta kıvamı yoğunlaşan boza bir miktar ısıtılıp da tüketilebilmektedir.

Bozayı uzun süreli bekletmeyin

Bozanın tüketiminde en önemli noktaların başında muhafaza edilmesi gelmektedir.  Bozanın muhafazası tercihen +4 derecede buzdolabında olmalıdır. Yüksek sıcaklıkta maya ve asetik asit bakterileri hızla çoğalarak bozanın duyusal özelliklerinde değişime neden olmaktadır. Bozanın raf ömrü 15 gün kadar olup fermantasyonun her aşamasında pH değeri 3.5’in altına düşünceye kadar tüketilebilmektedir. Yapılan çalışmada, bozanın +4°C’de depolandığında raf ömrünün 1 ya da 2 hafta arasında olduğunu, sonrasında ürün asitliğinin yükselerek tüketilemez hale geldiğini belirtmişlerdir.

Boza nasıl yapılır?

Ham maddeler (darı, mısır, pirinç, çavdar, yulaf, buğday gibi tahıllar)  → Kaynatma (1-2 saat) → Soğutma ve süzme → Şeker ilavesi (%20 oranına kadar) → Fermantasyon (15-25°C, 24 saat) → Soğutma (15°C altına) → Paketleme ve depolama

Öncelikle tahıl iyice yumuşayıncaya kadar kaynatılır. Püre haline getirilerek ince delikli bir süzgeçten geçirilir. Süzgeçten geçirilen kısım tamamen soğutulur. Bu arada ılık süt, toz şeker ve maya bir kapta karıştırılır. Hazırlanan bulgur lapasının içine maya eklenerek 24 saat bekletilmek üzere serin ve karanlık bir ortama alınır. Ara sıra bekleyen bozanın kapağı açılarak havalandırılır. 24 saat sonra boza karışımına toz şeker ve su azar azar eklenerek istenilen kıvama getirilir. Daha sonra kıvamının biraz daha artması için buzdolabına alınır.

Tiroid Hastalığının belirtileri

Tiroid Hastalığının belirtileri

Hormonların ‘orkestra şefi’ olarak tanımlanan tiroid bezinin, vücutta hayati görevleri bulunuyor. Metabolik hızın ayarlanması, merkezi sinir ve üreme sisteminin düzenlenmesi, vücut fonksiyonlarının uyum içinde çalışması, beden ısısının dengelenmesini sağlayan tiroid bezinin az ya da çok çalışması, farklı hastalıklara yol açabiliyor. Memorial Ataşehir Hastanesi Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Bölümü’nden Prof. Dr. Başak Karbek Bayraktar, tiroid hastalıklarıyla ilgili doğru bilinen yanlışlar hakkında bilgi verdi.

Prof. Dr. Başak Karbek Bayraktar

“Tiroid hastalığı ileri yaşlarda görülür”

Yanlış! Tiroid hastalığı ileri yaşlarda daha fazla görülmekle birlikte, her yaşta ortaya çıkabilen bir hastalıktır. Kadınlarda erkeklere oranla daha fazla görülen tiroid hastalığı doğumdan itibaren her yaş grubunda görülebilmektedir.

“Tiroid hastalığı kilo aldırır”

Yanlış! Tiroid hormonları metabolizma hızının yanında ısı dengesi, yağ ve şeker metabolizması, yağların yakılmasını da etkiler. Tiroid fonksiyonlarında yaşanan bozukluklar vücudun enerji tüketiminde değişikliklere yol açarak kilo alma veya kilo vermelere neden olabilir. Tiroidin fazla hormon üretmesine bağlı gelişen “Hipertiroidi” durumunda hastalar çok fazla yemek yemelerine rağmen kilo alamayabilirken, tiroid hormonunun yetersiz salgılanmasından kaynaklanan “Hipotiroid” durumunda ise diyet ve egzersiz yapılmasına rağmen kilo alımı görülebilmektedir.

“Tiroid nodüllerine her zaman cerrahi tedavi uygulanır”

Yanlış! Tiroid nodüllerinin çok küçük bir kısmı kanser olabileceği için bütün nodüllere cerrahi tedavi uygulanmasına gerek yoktur.

  • İğne biyopsisinde kanser veya kanser kuşkusu
  • Büyük nodüllerden oluşan guatr
  • Çoklu nodüllerden fazla hormon salgılanarak hipertiroidi (zehirli guatr) durumunun yaşanması durumunda cerrahi tedaviler gündeme gelebilmektedir.

“Tiroid nodülleri ağrı yapar”

Yanlış! Tiroid nodüllerinin büyük bir çoğunluğu ağrı ya da başka bir belirti vermeden ilerleyebilir. Çok büyük nodüller bazen dışarıdan gözle görülebilir bir yumru oluşturabilir ancak büyük bir çoğunluğu rutin muayene sırasında tesadüfen belirlenir. Tiroid nodülü çok büyükse yutma güçlüğü, boğazda gıcık hissi, nefes darlığı gibi belirtiler yaşanabilmektedir. Kistik nodüllerde kist içinde kamana yaşanırsa ani şişlik ve boynun ön tarafında ağrı yaşanabilir. Nadir görülen bu durum dışında tiroid nodülleri ağrıya yol açmamaktadır.

“Her tiroid nodüllerine biyopsi yapmak gerekir”

Yanlış! Her tiroid nodülüne biyopsi yapmak gerekmemektedir. Doktor muayenesi ve ultrason değerlendirmesinin ardından şüpheli görülen durumlarda biyopsi yapılması gerekmektedir. Yapılan ultrason incelemesinde;

  • Ekojenite azalması (Ultransonda dokuların ses dalgalarını özelliği)
  • Küçük kireçlenme odakları olarak tanımlanan mikrokalsifikasyon
  • Nodülün düzensiz sınırda ve çevre dokulara yayılması
  • Boyunda kuşkulu lenf bezi
  • Nodül içi akım yüksekliği olan durumlarda ince uçlu iğne ile biyopsi yapılmalıdır.

Kanser ayrımını yapabilmek için tiroid ultrasonografisi ve eşliğinde iğne biyopsisi altın standart incelemedir.

“İnce iğne aspirasyonu (nodül biyopsisi) işlemi zor ve ağrılıdır”

Yanlış! Tiroid ince iğne aspirasyonu yani tiroid nodül biyopsisi hastaların birçoğuna ürkütücü gelmektedir. Ultrason eşliğinde gerçekleştirilen ve her hangi bir ön hazırlık gerektirmeyen ince iğne aspirasyonu basit ve ağrısız bir işlemdir. Lokal anestezi kullanıldığı için hastalar çok hafif bir ağrı hissedebilmektedir. Hastalar genellikle hiçbir olumsuz etki yaşamadan işlem sonrası ev ya da işlerine geri dönebilmektedir. Çok ince bir iğnenin kullanıldığı işlemde şüpheli nodülün farklı bölgelerinden örnek toplanabilir. Hücreler daha sonra bir patoloji uzmanı tarafından mikroskop altında incelenir.

“Hamilelikte görülen tiroid kendiliğinden geçer”

Yanlış! Tiroid hastalıkları gebelerde gözlendiğinde, eğer tedavi edilmezse, anne ve bebekte ciddi sorunlar meydana getirebilmektedir. Daha önceden tiroid hastalığı olmayan kadınların hamilelikleri sırasında gebeliğe özgü hormonal değişikliklere bağlı olarak iyot ihtiyacı artabilmektedir. İyot eksikliğinin hafif olduğu durumlarda önemli bir değişiklik görülmeyebilir ancak yoğun iyot eksikliği hem anne adayını hem de anne karnındaki bebeği olumsuz etkileyebilir. Özellikle gebeliğin ilk 3 ayında TSH oranlarının normalin altına inmesi durumunda bunun gebelikle ilgili geçici durum olup olmadığı değerlendirilmelidir. Tiroid bezinin aşırı çalışmasına bağlı gelişen hipertiroidi durumunda gebelik sırasında aşırı yorgunluk, halsizlik, çarpıntı, terleme, sıcağa tahammülsüzlük, titreme, aşırı sinirlilik, iştahın iyi olmasına rağmen her ay alınması gereken kilonun alınamaması, ultrasonografi ile bebek gelişiminin iyi olmadığının saptanması gibi sorunlarla karşılaşılabilir. Hipertiroidinin ayırıcı tanısının doğru yapılması gebeliğin seyri açısından hayati önem taşır.

“İyotlu tuz tiroid hastalığını artırabilir”

Yanlış! Vücutta üretilmeyen ve dışarıdan alınması gereken iyot, tiroid hormonunun hammaddesidir. Vücuttaki iyot yetersizliği, guatr olarak bilinen tiroid bezinin büyümesine ya da tiroid nodülü oluşmasına neden olabilmektedir. Sağlıklı kişilerde günlük iyot ihtiyacı 150 mcg iken hamilelerde bu oran 250 mcg’ye kadar çıkabilmektedir. Son yıllarda doğal tuz adı altında iyotsuz tuz tüketiminin ön plana çıkması nedeniyle gerekli iyot tüketimi sağlanamamaktadır. Özellikle çocuklarda iyot zihinsel gelişim bakımından önem arz etmektedir. Ancak tiroid bezinin normalden fazla çalışması yani Hipertiroidi gibi durumlarda geçici olarak iyot alımı azaltılabilmektedir. İyot miktarının azaltılması doktor kontrolünde gerçekleştirilmelidir.

Kasık ağrısının nedenleri!

Kasık ağrısının nedenleri!

Kadınlarda daha sık yaşanan kasık ağrıları, sıklıkla adet döneminde vücuttaki değişimlerden ya da idrar yolu enfeksiyonundan kaynaklanabiliyor. Adet dönemi haricinde yaşanan kasık ağrılarında kadınların gizli hastalığı olarak bilinen PKS yani pelvik konjesyon sendromunu göz ardı etmemek gerekiyor. Memorial Ataşehir Hastanesi Girişimsel Radyoloji Bölümü’nden Doç. Dr. Gürhan Adam, pelvik konjesyon sendromu ve tedavi yöntemleri hakkında bilgi verdi

Pause Sağlık, Pause Dergi

Doç. Dr. Gürhan Adam

Adet dönemi haricindeki kasık ağrısına dikkat

Kadınlarda kasık ağrısı sık görülen bir şikayettir. En sık rastlanan nedenleri, idrar yolu enfeksiyonu ve adet dönemi sorunlarıdır. PKS yani pelvik konjesyon sendromu da kasık ağrısının önemli nedenlerinden biridir. Bu durum her 10 kadından 1’inde kasık ağrılarına yol açmaktadır ve daha çok 20-45 yaş arasındaki kadınlarda görülmektedir.

Çok doğum yapan kadınlarda görülüyor

Özellikle çok doğum yapan kadınlarda görülen PKS kasık toplardamar kapakçıklarını bozulmasıyla ortaya çıkmaktadır. Bacaklardaki varis oluşumunda olduğu gibi rahim, yumurtalık ve idrar torbasını çevreleyen toplardamarlarda varis oluşabilmektedir. Oluşan varisler şiddetli ağrılara yol açabildiği gibi, bazı kadınlarda süreç ağrısız ilerleyebilmektedir.

Ağrılarınız akşam saatlerinde yoğunlaşabilir

PKS yani pelvik konjesyon sendromunu en belirgin belirtisi kasıklardaki ağrıdır. Pelvik konjesyon sendromundan kaynaklanan kasık ağrıları uzun süre ayakta kalmaya bağlı akşam saatlerinde artabilmektedir. Ayrıca cinsel ilişki sonrasında veya gebeliğin ilk evrelerinde görülen kasık ağrıları da PKS kaynaklı olabilmektedir. Karnın alt kesiminde dolgunluk, bacak arasında veya kalçada varis görüntüsü de PKS belirtisi olabilmektedir.

Farklı hastalıklarla karışabilir

Kadınlarda kasık ağrısının birçok nedeni olabilmektedir. Endometriozis, kronik pelvik inflamatuar hastalık, kronik veya sık tekrarlayan idrar yolu enfeksiyonları, irritabl bağırsak hastalığı, divertikülit, aşırı aktif mesane gibi birçok rahatsızlık kadınlarda kasık ağrısına yol açabilmektedir.

Doğru teşhis çok önemli

Pelvik konjesyon sendromunun teşhisi için kadın hastalıkları ve doğum doktorunun muayenesinin ardından ultrason veya ilaçlı tomografi yöntemleriyle rahim ve yumurtalık çevresinde varislerin belirlenmesi teşhis için yeterli olabilmektedir.

Ağrılardan tamamen kurtulabilirsiniz

Pelvik konjesyon sendromu tedavisinde ilaç ve cerrahi yöntemler de kullanılmakla birlikte, son yıllarda en etkili tedavi olarak girişimsel teknikler ön plana çıkmaktadır. Ameliyatsız tedavide önce anjiyografik yöntemlerle toplardamardan girilerek yumurta damarları görüntülenir. Sorunlu olan her iki toplardamar koil veya sıvı tıkayıcı ajanlar ile kapatılır. Yaklaşık 1 saat süren işlemin ardından hasta birkaç saat gözlem altında tutulduktan sonra taburcu edilmektedir. Hastalar genellikle 1 gün sonra sosyal yaşamlarına dönebilmektedir. Girişimsel yöntemlerde gerçekleştirilen tedavinin ardından rahatsızlığın tekrarlama ihtimali çok düşüktür.

İyot eksikliği birçok hastalığı tetikliyor  

İyot eksikliği birçok hastalığı tetikliyor  

Vücut tarafından üretilemeyen ve besinler yoluyla dışarıdan alınan iyot, özellikle anne karnındaki bebeğin gelişiminde önemli rol oynuyor. Sadece anne karnındaki bebekler için değil, yaşamın tüm evrelerinde sağlık açısından vazgeçilmez bir ihtiyaç olan iyotun günlük alınması gereken miktarı, yaşa ve metabolizmanın ihtiyacına göre farklılık gösterebiliyor. Deniz ürünleri iyi bir iyot kaynağı olmakla birlikte; yumurta, et ve süt ürünlerinin iyottan zengin olduğu biliniyor. Memorial Ataşehir Hastanesi Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Bölümü’nden Prof. Dr. Başak Karbek Bayraktar, “1-7 Haziran İyot Yetersizliği Hastalıklarının Önlenmesi” haftası öncesinde, iyot hakkında bilgi verdi.

Prof. Dr. Başak Karbek Bayraktar

Hamilelikle iyot dengesi hayati önem taşıyor

Gebelik sırasında iyot eksikliği bebeğin gelişimi ve doğumu üzerinde olumsuz etkilere neden olabilir. Hamilelikte ciddi iyot eksikliği ani düşüğe veya ölü doğuma yol açabileceği gibi zeka geriliğinin ciddi ve geri dönüşsüz bir tipi olan kretinizm gibi doğumsal anormalliklere de sebep olabilmektedir. Besinler yoluyla alınabilen iyot sadece gebelikte değil, yaşamın bütün evrelerinde sağlık açısından vazgeçilmez bir besin kaynağıdır. İyot, tiroksin (T4) ve triiyodotironini (T3) içeren tiroid hormonlarının üretiminde anahtar bileşendir. Tiroid hormonları, vücudun enerjiyi doğru şekilde kullanmasına, gerekli ısıda kalmasına ve beynin, kalbin, kasların ve diğer organların gerektiği gibi çalışmasında önemlidir.

Saç dökülmesi ve cilt kuruluğu iyot eksikliğinden kaynaklanabilir

  • Boynun önündeki şişlik veya guatr, iyot eksikliğinin en yaygın bir belirtisidir.
  • Saç ve cilt hücrelerinin yenilenmesi konusunda anahtar rolü olan iyotun eksikliğinde saç dökülmesi ve cilt kuruluğu gibi belirtiler görülebilir.
  • Kadınlarda adet döngüsünün düzenlenmesi görevini de yürüten iyot eksikliğinde ağır ve düzensiz adet dönemleri yaşanabilmektedir.

İyot ihtiyacı herkeste farklı olabilir

Günlük alınması gereken iyot miktarı, yaşa ve ihtiyaç durumuna göre değişebilmektedir. Bununla birlikte, dünya sağlık örgütünün belirlediği rakamlar şu şekildedir;

Bebekler 90 μg/gün (0-59 ay)

Çocuklar: (6-12 yaş): 120 mikrogram/gün

Çocuklar: (>12 yaş) : 150 mikrogram/gün

Ergenler ve yetişkinler: 150 mikrogram/gün

Hamile ve emziren kadınlar: 250 mikrogram/gün

İyot için sofranızda bu besinlere yer verin

İyot, vücut tarafından üretilemeyen bir element olduğu için dışarıdan alınması gerekmektedir. İhtiyaç duyulan iyotun sağlanması için asıl kaynak iyotlu rafine tuzdur. Ancak deniz ürünleri de iyi birer iyot kaynağıdır. Çoğu deniz ürününe göre iyot içeriği daha düşük olmakla birlikte yumurta, et ve süt ürünleri de bitkisel gıdaların çoğundan daha zengindir. Ek gıdaya başlama dönemindeki bebeklerde yeterli iyot alımı sağlamak için, evde yapılan ve piyasada satılan ek mamaların /gıdaların mutlaka iyot içermesine dikkat edilmelidir.

Yaygın besinsel iyot kaynakları şu şekilde sıralanabilir;

  • İyotlu rafine sofra tuzu
  • Peynir
  • Tuzlu su balıkları
  • İnek sütü
  • Su yosunu (esmer su yosunu, kırmızı deniz otu ve nori dahil)
  • Yumurta
  • Kabuklu deniz hayvanları
  • Dondurulmuş yoğurt
  • Soya sütü
  • Soya sosu

Kaya tuzu yerine iyotlu tuzu tercih edebilirsiniz

1997-1999 yılları arasında Türkiye’de iyot eksikliği ile ilgili yapılan taramalarda ortaya çıkan tablonun ardından ülkemizde tüm sofra tuzlarının zorunlu olarak iyotlanması için gerekli yasal düzenlemeler yapılmıştır. Bu uygulama ile şehir merkezlerinde büyük oranda çözülen iyot sorununun kırsal kesimlerde devam ettiği bilinmektedir. Rafine edilmeyen, içeriği net olarak bilinmeyen veya diğer katkı maddelerinin doğal ya da yapay olarak eklendiği, kaya tuzu, gurme tuzları gibi tuzlar yerine iyotlu tuz önerilmektedir. Aksi doktor tarafından belirtilmedikçe mutlak iyotlu rafine tuz kullanılmalıdır.