Yazılar

Kanser son 30 yılda yüzde 80 artış gösterdi!

Kanser son 30 yılda yüzde 80 artış gösterdi!

Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre, 2022 yılında dünyada 19 milyon 976 bin yeni kanser vakası görüldü. Her yıl yaklaşık 10 milyon insan kanser nedeniyle hayatını kaybediyor, bu da kanseri yaklaşık altı ölümden birinin nedeni ve küresel olarak en büyük sağlık sorunlarından biri haline getiriyor. Türkiye’de de 2022 yılında 240 bin insana kanser teşhisi konuldu ve 679 binden fazla insan kanser tanısı ile hayatına devam ediyor. Günümüzde görülme sıklığı giderek artan kanserin 2030 yılında dünyada 26 milyon insanın daha kapısını çalacağı öngörülüyor. Bu yükselişin büyük ölçüde nüfus artışı ve yaşam süresinin uzaması nedeniyle yaşanacağı belirtiliyor.  Üstelik eskiden ileri yaş hastalığı olarak bilinen kanser günümüzde genç yaş grubunu da tehdit ediyor! Acıbadem Maslak Hastanesi Tıbbi Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Özlem Er,  son yıllarda kanserin 50 yaş altındaki kişilerde görülme oranının 1990 yılına göre yüzde 80 oranında artış gösterdiği uyarısında bulunuyor.  Tıbbi Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Özlem Er, hatalı yaşam tarzının ve çevresel risk faktörlerine erken yaşta maruz kalmanın genç erişkinlerde kanser riskini artırdığına dikkat çekerek, “Genç yaş grubunda kanserin yaygınlaşmasında en önemli etkenler ise hatalı beslenme alışkanlıkları, çağımızın önemli sorunu olan obezite, sigara kullanımı ve alkol tüketimi  gibi risk faktörleridir” diyor.

Prof. Dr. Özlem Er

Prof. Dr. Özlem Er

Son 30 yılda yüzde 80 arttı!

Günümüzde 50 yaşın üzerindeki yetişkinlerde ortaya çıkan ve geç başlangıçlı olarak ifade edilen kanserlerin görülme oranı daha yüksek olsa da, 50 yaşın altındaki yetişkinlerde ortaya çıkan erken başlangıçlı kanserlerin küresel görülme sıklığı giderek artıyor. Bir çalışmada bilim insanları; 204 ülke ve bölgede 2019 veri tabanını temel alarak, 50 yaş altındaki kişilerde teşhis edilmiş olan 29 kanserin küresel yükünü araştırdı. 14-49 yaşları arasında teşhis edilen kanser vakaları erken başlangıçlı kanserler olarak kabul edildi. Yapılan araştırmada; kanserin 50 yaş altındaki kişilerde görülme oranında 1990 yılına göre yüzde 80 oranında bir artış yaşandığı tespit edildi. Araştırmada; geniz ve prostat kanserinin erken yaş grubunda en hızlı artış eğilimi gösteren kanser türleri olduğu belirlendi. Ölüm oranlarına bakıldığında ise en hızlı artış eğilimi böbrek ve yumurtalık kanserlerinde görüldü. Yine uzmanlar tarafından; 50 yaş altında görülen kanserlerin görülme sıklığının 2030 yılında yüzde 31 oranında artacağı tahmin ediliyor.

En etkili önlem düzenli tarama programları

Günümüzde pek çok kanser türünün düzenli olarak yapılan tarama programları ile erken dönemde tespit edilebilmesi ise yürekleri ferahlatıyor. Tıbbi Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Özlem Er, kanser tarama programlarının genç yaş grubunda görülen kansere ve buna bağlı hastalık yüküne karşı en etkili önleyici tedbir olduğuna işaret ederek, “Örneğin kolon ve rahim ağzı kanseri gibi bazı kanser türleri tarama programları ile henüz kanser gelişmeden tespit edilebilmektedir. Bu nedenle tarama programlarını düzenli olarak yaptırmak yaşamsal öneme sahiptir” diyor.

Prof. Dr. Özlem Er

Kanser artık tedavi edilebilir bir hastalık

Kanser, tıp dünyasında yaşanan son gelişmeler sayesinde artık tedavi edilebilir hastalıklar arasında yer alıyor. Öyle ki pek çok kanser türü günümüzde kronik hastalık olarak değerlendiriliyor. Tıbbi Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Özlem Er, son yıllarda ‘hassas onkoloji’ yaklaşımının kanseri yenmek için en iyi yeni silahlardan biri olduğuna dikkat çekerek, “Hassas onkoloji, her bir hastada kanserin genetik yapısının ve moleküler özelliklerinin incelenmesini içerir. Bu yaklaşım kanserin büyümesine ve yayılmasına neden olabilecek hücrelerdeki değişiklikleri tanımlar. Daha sonra bu bilgiler ışığında hastaya en uygun olan kişiselleştirilmiş tedaviler belirlenmektedir” diyor.

Hedefe yönelik tedavi ile başarılı sonuçlar

Tıbbi Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Özlem Er, meme, bağırsak ve böbrek kanserleri başta olmak üzere günümüzde birçok kanser türünde hedefe yönelik tedavilerden oldukça başarılı sonuçlar alındığına işaret ederek, “İmmünoterapi onkolojik tedavilerde son birkaç yılda ön plana çıkan yöntemlerden. İmmünoterapi tedavisinde amaç hastanın kendi savunma sistemlerinin yeniden aktive olmasını, böylece hastalıkla mücadele etmesini sağlamaktır. Bu yöntem günümüzde standart tedavi yaklaşımı olarak yerini almıştır” diyor.  Prof. Dr. Özlem Er, kemoterapi ilaçlarının da günümüzde sayılarının arttığını ve daha az yan etki yapması için uygun destek tedavilerin geliştirildiğini söylüyor.

Kanserden korunmak için 7 önlem!

Yaşam alışkanlıklarında yapılacak olan düzenlemeler ile kanserin gelişme riski düşürülebiliyor. Prof. Dr. Özlem Er, kanserden korunmak için almanız gereken en önemli önlemleri şöyle özetliyor:

  • Sigara ve alkolden uzak durun
  • Sebze ve meyve tüketin
  • Düzenli egzersiz yapın
  • İdeal kilonuzu koruyun
  • İşlenmiş yiyeceklerden kaçının
  • Gazlı içecekler tüketmeyin
  • Güneşe maruziyeti günde 15 dakika ile sınırlayın

Çocuğunuzu ve kendinizi bu kanserden korumanız mümkün!

Çocuğunuzu ve kendinizi bu kanserden korumanız mümkün!

Virüs bulaşması sonucu oluşan ancak bu virüse karşı geliştirilen aşı sayesinde korunmanın da  mümkün olduğu tek kanser türü olan Rahim Ağzı (Serviks) Kanseri, dünyada her yıl yaklaşık 600 bin kadının kapısını çalıyor. Cinsel yolla bulaşan HPV (Human Papilloma Virüs)’nin yol açtığı Rahim Ağzı Kanseri’nin HPV aşısı ile önlenebildiğini belirten Acıbadem Üniversitesi Atakent Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum, Jinekolojik Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. M. Faruk Köse buna karşın gerek toplumsal farkındalığın az olması gerekse doğru sanılan yanlış bilgiler nedeniyle yeterince önlem alınamadığını vurguluyor. Anne ve babaların hem çocuklarına hem de kendilerine HPV aşısı yaptırmaları gerektiğini belirten Prof. Dr. M. Faruk Köse Ocak ayı Rahim Ağzı Kanseri Farkındalık Ayı kapsamında yaptığı açıklamada HPV aşıları hakkında doğru sanılan 8 yanlışı anlattı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

Prof. Dr. M. Faruk Köse

Prof. Dr. M. Faruk Köse

  1. Erkeklere HPV aşısı yapılması gerekmez!: YANLIŞ!

DOĞRUSU: HPV virüsü erkeklerde siğil oluşumuna ve tedavi edilmezse penis ya da anal kanserlere yol açabilir. Ayrıca cinsel yolla bulaşan bu virüste erkeklerin taşıyıcı konumunda bulunmalarından dolayı da HPV aşısı olmaları önemlidir. Kızlarda ve erkeklerde HPV aşısının 15 yaşına kadar toplam 2 doz, 15 yaşından sonra ise toplam 3 doz yaptırılması gerekir.

  1. İleri yaşta fayda sağlamaz!: YANLIŞ!

DOĞRUSU: Bilimsel çalışmalar; HPV aşılarının kadınlarda ve erkeklerde ileri yaşlarda yapılması durumunda da etkili koruma sağladığını göstermektedir. Kadınlarda üst yaş sınırı bulunmazken, erkekler 45 yaşına kadar HPV aşısı yaptırabilir.

  1. Aşılar güvenli değildir, aşıya bağlı felçler ve ölümler vardır!: YANLIŞ!

DOĞRUSU: Dünya Sağlık Örgütü aşıları ‘aşırı güvenli’ olarak tanımlamıştır. Aşılara bağlı hastalıklar, felçler, ölümler kesinlikle yoktur. Çünkü aşı içerisinde canlı veya öldürülmüş mikrop bulundurmaz. Bu nedenle aşıya bağlı herhangi bir hastalık veya kanser oluşmaz.

  1. Doğal enfeksiyon aşıdan daha koruyucudur!: YANLIŞ!

DOĞRUSU: Doğal enfeksiyonun koruyucu olmadığı kanıtlanmıştır. HPV servikal çatlaklardan ortalama 30-120 dakika içinde tabandaki hücrelere ulaşır ve hücre içerisine girerek enfekte eder. Dolaşımda bulunmadığından immün sistemden saklanarak antikor cevabı oluşturulamaz.

  1. HPV aşısı tedavi edicidir!: YANLIŞ!

DOĞRUSU: HPV aşısı korunmak için yapılır; mevcut HPV enfeksiyonunu tedavi etmez. Ancak HPV virüsü her zaman kansere yol açar gibi bir düşünceye kapılmamak gerekir. Çünkü virüs alındıktan sonra bağışıklık sistemi tarafından iki yıl içinde büyük oranda temizlenir. Tekrar alınma riskine karşı HPV enfeksiyonu geçirmiş olsun ya da olmasın herkese yapılmalıdır.

Pause Sağlık

  1. Aşı yaptırmadan önce smear veya HPV testi yaptırılmalıdır!: YANLIŞ!

DOĞRUSU: Kadın Hastalıkları ve Doğum, Jinekolojik Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. M. Faruk Köse “Aşılama öncesi smear alınması veya HPV DNA testi yapılması kesinlikle gerekli değildir. Smear bozuk veya parça alınıp rahim ağzı kanseri öncüsü olan hücresel değişiklikleri gösteren CIN bozukluğu (Servikal Intraepitelyal Neoplazi) çıkan kadınlarda şiddetle HPV aşıları tavsiye edilmektedir. Hastalığın tekrar etme riskini azaltır” diyor.

  1. Gebe olduğu bilinmeden aşı yapılmışsa gebelik sonlandırılmalıdır!: YANLIŞ!

DOĞRUSU: Yeterli bilimsel çalışma olmadığından HPV aşıları gebelik döneminde yapılmamalıdır ancak gebe olduğu bilinmeden aşı yapılmışsa gebeliği sonlandırmak kesinlikle gerekmez. Çalışmalar, aşılanmış gebe kadınların bebeklerinde doğumsal özürlü artışı göstermemiştir. Lohusalıkta güvenle yapılabilir.

Aşı genital siğillere karşı korumaz!: YANLIŞ!

DOĞRUSU: Prof. Dr. M. Faruk Köse, “HPV’nin 200’den fazla tipi vardır ve yüksek riskli tiplerden 15’inin kanserle ilişkisi bulunmuştur. Bunlar içerisinde tip 16 ve tip 18 bütün kanserlerin yüzde 80’inden sorumludur. İkili, dörtlü ve dokuzlu HPV aşıları vardır. HPV aşıları içerisinde bulundurdukları tiplere karşı yüzde 100 koruma sağlar. Örneğin; dörtlü ve dokuzlu aşı, hem erkekte hem de kadında genital bölgede siğil oluşumuna yol açan tip 6 ve tip 11’e karşı da korur” diyor.

Kanser hakkında yanlış bilinenler!

Kanser hakkında yanlış bilinenler!

Son yıllarda görülme sıklığı giderek yaygınlaşan, çağın korkutan hastalığı olmaya devam eden kanser oluşumunda genetik etkenlerin yanı sıra çevresel faktörler de büyük rol oynuyor. Sigara ve alkol kullanımından güneşin zararlı ışınlarına maruz kalmaya, sağlıksız beslenmeden hareketsizliğe, stresten yüksek dozda röntgen ışınları ve kimyasal maddelerle temasa dek bir çok etken kanserin görülme sıklığının artmasına neden oluyor. Acıbadem Ataşehir Hastanesi Tıbbi Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Özge Gümüşay, kanserin dünya genelinde önemli bir sağlık sorunu olmaya devam ettiğini belirterek “2023 yılında yayınlanan istatistiklere göre; erkeklerde hayat boyu kansere yakalanma olasılığı yaklaşık yüzde 41, kadınlarda yüzde 39’dur. Kanser tanısı alan kişiler tanıyı öğrendikten sonra kaygı, korkuya kapılıyor ve akıllarında pek çok soru oluyor. Toplumda kanser tanı ve tedavisinde doğru olmayan bazı inanışlar da bu süreci zorlaştırıyor” diyor. Tıbbi Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Özge Gümüşay, kanser hakkında doğru sanılan 9 yanlışı sıraladı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

Prof. Dr. Özge Gümüşay

“Alternatif tedavi” yöntemleri zararsız hatta yararlıdır: YANLIŞ!

DOĞRUSU: “Alternatif tedavi” olarak adlandırılan yöntemler ve bitkisel ürünler, kanser tedavisinde kullanılan tıbbi yöntemlerin yerini alamazlar ve hastalığın seyrini olumsuz etkileyebilirler. Kanser hastalarında en sık kullanılan alternatif tedavi bitkisel ilaçlardır. Bitkisel ürünler, kanser tedavisinin etkinliğini azaltabilir veya yan etkilerini artırabilir. Ayrıca, bazı bitkisel ürünlerin güvenilirliği ve kalitesi konusunda sorunlar olabilir. Bu nedenle kanser tedavisi sırasında onkoloji doktorunuzun önerisi olmadan bu tür ürünleri kullanmamalısınız.

Kanser tedavisi sürecinde sürekli istirahat gerekir: YANLIŞ!

DOĞRUSU:  Yapılan çalışmalar; hastaların kemoterapi alırken kısa yürüyüşler gibi egzersiz yapmasının hem tedaviye uyumunu hem de tedavi başarısını artırdığını göstermektedir.  Hastanın tedaviden sonraki günlerde halsizliği ve yorgunluğu olabileceğinden istirahat etmelerinde sakınca bulunmasa da, tedavi boyunca hareketsiz kalmamaya, kendilerini yormayacak şekilde egzersiz yapmaya dikkat etmeleri önerilir.

Sağlıklı yaşam tarzı kanseri tamamen önler: YANLIŞ!

DOĞRUSU: Kanser, hücrede gelişen bir anormallik sonucu kontrolsüz hücre çoğalmasıdır. Kanser gelişiminde çevresel ve genetik faktörler rol oynar. Bu nedenle kanser riskini tamamen ortadan kaldıramasak da, sağlıklı bir yaşam tarzına sahip olarak ve çevresel risk faktörlerini azaltarak kansere yakalanma riskini azaltabiliriz.

Biyopsi kanserin yayılımına neden olur: YANLIŞ!

DOĞRUSU: Kanser şüphesi ile başvuran hastadan alınan biyopsi, kanser tanısının konulmasında gerekli bir yöntemdir. Tanının yanı sıra hastalığın alt tipinin belirlenmesi, bazı ilaçların etkinliği için bir takım göstergelerin saptanması ve genetik testlerin uygulanması için de biyopsi yapılması şarttır. Biyopsi ile hastalığın yayılacağı inancı doğru değildir. Biyopsi yapılmadığı zaman tanı ve tedavi gecikir.

Kanser tedavisi sadece kemoterapi ve radyoterapiden ibarettir: YANLIŞ!

DOĞRUSU: Kanser tedavisinde kullanılan yöntemler, hastalığın türüne, evresine ve hastanın genel sağlık durumuna göre değişebilir. Kemoterapi ve radyoterapi, kanser tedavisinde kullanılan yöntemlerden sadece ikisidir. Bunun dışında hedefe yönelik ilaçlar, immünoterapi gibi tedaviler ile kanser tedavisinde yüz güldürücü sonuçlar elde edilmektedir. Kanser tedavisinde cerrahi müdahale, hastalığın türüne ve evresine göre uygulanmaktadır.

Kanser tedavisi sırasında hasta her istediği gıdayı tüketebilir: YANLIŞ!

DOĞRUSU: Tıbbi Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Özge Gümüşay “Kemoterapi tedavisi sırasında ilaçlar ile etkileşimi olan greyfurt ve nar gibi bazı gıdaların tüketilmesi önerilmez. Genel olarak dengeli ve çeşitli bir beslenme, hastanın sağlığını ve bağışıklığını korumaya yardımcı olabilir. Kemoterapi tedavisi sırasında alkol kullanımından kaçınılmalıdır. Vitamin ve mineral takviyeleri de, kanser tedavisinin etkinliğini azaltabileceği veya yan etkilerini artırabileceği için vitamin ve mineraller gıdalardan doğal yolla alınmalıdır. Hastada vitamin eksikliği saptanması halinde kanser tedavisini veren onkoloji uzmanına danışmak gerekir” diyor.

Acıbadem Ataşehir Hastanesi

Kanser tedavisi sırasında hastalar izole olmalıdır: YANLIŞ!

DOĞRUSU: Kanser tedavisi için verilen kemoterapi bağışıklık sistemini zayıflatır. Her tedavinin bağışıklık sistemine yan etkisi farklılık gösterir. Hastaların tedavi sırasında enfeksiyon riskini azaltmak için toplu taşıma gibi kalabalık yerlerde maske kullanımına dikkat etmesi, sık sık el yıkaması önem taşır. Ancak hastanın tedavi boyunca tamamen odasında izole olması gerekmez. Enfeksiyonu olmayan yakınları ile birlikte zaman geçirebilir. Hastanın sosyalleşmesi ve sevdikleri ile zaman geçirmesi tedavi sürecine uyuma ve psikolojik açıdan daha iyi hissetmesine yardımcı olacaktır.

Kanser tedavisi sonrasında hastalık tekrar edecektir: YANLIŞ!

DOĞRUSU: Kanser tedavisi sonrasında hastalığın tekrar edeceği şeklinde bir kaygıyla karamsarlığa kapılmamalıdır. Hastalığın tekrar etme riski olsa da bu risk oranı her hastada farklıdır. Hastalığın başlangıç evresi, tümörün alt tipi, tümörün davranışı ve hastanın aldığı tedaviler kanserin tekrarlama riskini belirler. Hastalar kanserin tekrarlama riskini azaltmak için doktorlarının önerdiği tedavileri almalı ve sağlıklı bir yaşam alışkanlığı oluşturmalıdır.

Kanser olan kişilerin aile üyeleri de kansere yakalanacaktır: YANLIŞ!

DOĞRUSU: Tıbbi Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Özge Gümüşay “Kanserin kalıtsal olduğu düşünülse de, çoğu kanserin kalıtsal olmadığı bilinmektedir. Ailede kanser öyküsü fazla olan hastalarda kalıtsal yatkınlık genetik testler ile belirlenebilir. Kanser riskini artıran mutasyona sahip bireyler kanser gelişimi açısından yüksek riskli olup mutasyonun tipine göre özel tarama programlarına alınır” diyor.

Kanserin en tipik belirtisi ‘inatçı öksürük’

Kanserin en tipik belirtisi ‘inatçı öksürük’

Dünyada her yıl 2 milyondan fazla ülkemizde de 40 bin kişiye, sigaranın en önemli risk faktörü olduğu akciğer kanseri tanısı konuyor. Erkeklerde en sık görülen kanser türü olan akciğer kanseri kadınlarda da meme ve kolorektal kanserlerinden sonra 3. sıklıkta görülüyor. Akciğer kanserinin erken evresinde gelişen öksürük, başta solunum yolu enfeksiyonları olmak üzere pek çok hastalıkta görülebildiği için hastalar tarafından genellikle ihmal ediliyor. Ayrıca sigara kullanan hastalar da ‘Sigara öksürtüyor’ düşüncesiyle öksürük yakınmalarını önemsemiyor. Oysa özellikle iki haftadan uzun süren ve nedeni bilinmeyen inatçı öksürük akciğer kanserinin belirtisi olabiliyor. Teşhisin geç konulması ise tedavi şansının büyük oranda azalmasına neden oluyor. Acıbadem Maslak Hastanesi Tıbbi Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Özlem Er, erken tanı için risk faktöründeki kişilerin inatçı öksürükte mutlaka hekime başvurmaları gerektiğine dikkat çekerek, “Ayrıca hiçbir şikayeti olmasa dahi risk faktöründe olan 40 yaş üstündeki kişilerin her yıl düzenli olarak düşük doz bilgisayarlı akciğer tomografisiyle mutlaka taranmaları gerekiyor. Zira akciğer kanseri en çok hayat kaybına yol açan kanser tiplerinden biri olmasına rağmen erken tanı sayesinde tümöre özel tedavi  protokolü ile hastalar uzun yıllar sağlıklı ve aktif yaşamlarına devam edebiliyor” diyor.

Prof. Dr. Özlem Er

Akciğer kanserinin 10 önemli belirtisi! 

Akciğer kanserinin belirtileri tümörün yerleşim yerine göre değişiklik gösterebiliyor. Bu yüzden genellikle başka nedenlerle çekilen tomografi veya akciğer filminde tesadüfen saptanıyor. Prof. Dr. Özlem Er, iki haftadan uzun süren ‘inatçı öksürük’ başta olmak üzere aşağıda yer alan belirtilerde zaman kaybetmeden doktora başvurulması gerektiğine dikkat çekiyor:

  • Yeni başlayan veya farklı, kalıcı öksürük
  • Öksürük sırasında ya da tükürürken kan gelmesi
  • Tekrarlayan solunum yolu enfeksiyonları
  • Omuzda, sırtta veya göğüste gelişen ağrı
  • Nefes almada zorluk
  • Ses kısıklığı veya hırıltı
  • Halsizlik ve bitkinlik
  • Boyunda ve yüzde şişlik
  • Yutma güçlüğü
  • İştah ve kilo kaybı

Sigara akciğer kanseri riskini 20 kat artırıyor!  

Sigara kullanımı akciğer kanserinde en önemli risk faktörünü oluşturuyor. Ülkemizde yapılan çalışmalar, akciğer kanserinin yüzde 90’ının sigara kullanımına bağlı geliştiğini ortaya koyuyor. Sigara içenlerde akciğer kanserine yakalanma riski hiç içmeyenlere oranla 20 kat daha fazla oluyor. Tıbbi Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Özlem Er, sigaraya başlama yaşı ne kadar erkense, akciğer kanserinin gelişme riskinin de o oranda arttığı uyarısında  bulunarak, ”20 yıl boyunca günde bir paket veya daha fazla sigara içmiş olan 50-77 yaş arasındaki kişiler, halen içmekte olanlar ve 15 yıldan daha kısa süre önce sigarayı bırakanlar akciğer kanserinde risk grubunu oluşturuyor” diyor. Radon gazı da ikinci önemli risk faktörü olarak belirtiliyor. Genetik faktörler, asbest ve çevresel toksinler de akciğer kanserinin gelişiminde rol oynayan diğer etkenler arasında yer alıyor.

Prof. Dr. Özlem Er

Tedavi hastaya özel planlanıyor

Akciğer kanseri temel olarak ‘küçük hücreli olan’ ve ‘küçük hücreli olmayan’ şeklinde iki gruba ayrılıyor. Tedavi akciğerde gelişen tümörün tipi ve evresine göre planlanıyor. Tıbbi Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Özlem Er, hastaya özel uygulanan protokol sayesinde tedaviden oldukça başarılı sonuçlar alındığına işaret ederek, “Küçük hücreli akciğer kanserinde kemoterapi tedavinin en önemli parçasını oluşturuyor. Bunun nedeni ise bu yöntemin hızla çoğalan hücrelerde etkili olması. Erken evre akciğer kanseri kemoterapi ve radyoterapinin birlikte uygulanmasıyla tedavi ediliyor. Yaygın evrede ise kemoterapi ve temelde bağışıklık sisteminin güçlendirilmesini amaçlayan immunoterapi kombinasyonuyla tedavinin başarısı artıyor. Küçük hücreli olmayan akciğer kanseri moleküler özellikleri farklı olan birçok hastalığı içerdiği için tümöre özel en uygun tedavi yöntemi seçiliyor” diyor.

Löseminin ilk belirtileri bacaklarda ortaya çıkıyor

Löseminin ilk belirtileri bacaklarda ortaya çıkıyor

Çocuklar düşe kalka büyüyor… Bu sırada küçük morluklar, ufak sıyrıklar oluşması olağan. Ancak özellikle diz üstündeki yumuşak dokuda hiç bir nedeni yokken ortaya çıkan, sayıca artan, çabuk iyileşmeyen morluklara dikkat etmek gerekiyor. Çünkü sıklıkla oyun çağında rastlanan lösemi ilk belirtilerini genellikle bu şekilde gösteriyor. Acıbadem Altunizade Hastanesi Çocuk Hematoloji ve Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Cengiz Canpolat, 2-8 Kasım Lösemili Çocuklar Haftası kapsamında yaptığı açıklamada, lösemi şüphesi oluşturan, ihmale gelmez belirtileri anlattı, anne ve babalara önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

Halk arasında ‘kan kanseri’ olarak bilinen lösemi, çocukluk çağı kanserleri içinde yüzde 30 görülme sıklığıyla en üst sıralarda yer alıyor. Yenidoğan döneminden ergenliğe kadar her yaşta rastlansa da sıklıkla 2-5 yaş arasındaki çocuklarda görülüyor. Genetik olduğu kadar çevresel faktörlerin de lösemiye yol açtığı, hatta çocuklarda genetik, yetişkinlerde ise çevresel faktörlerin daha etkili olduğu düşünülüyor. Tıbbi gelişmelerin her geçen gün hızlandığı ve daha etkili tedavi sonuçları verdiği günümüzde erken tanı ve doğru tedavi ile çocukluk çağı lösemisinde yüzde 75; akut lenfoblastik lösemide ise yüzde 95 oranında  iyileşme sağlanıyor. Acıbadem Altunizade Hastanesi Çocuk Hematoloji ve Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Cengiz Canpolat, lösemide yüksek iyileşme oranını yakalamak için erken tanının son derece önemli olduğunu vurguluyor.

Acıbadem Altunizade Hastanesi

Prof. Dr. Cengiz Canpolat

Pek çok belirti var!

Löseminin, kemik ya da kan hücrelerinin kontrolsüz şekilde çoğalma ve bölünmesi sonucu ortaya çıkan, hayatı tehdit eden önemli bir hastalık olduğunu belirten Prof. Dr. Canpolat şöyle konuşuyor: “Löseminin halsizlikten ateşe dek pek çok belirtisi var. Nedeni bilinmeyen uzun süreli ateş, çabuk yorulma, halsizlik, kol ve bacak ağrıları, vücudun ağız, diş, burun gibi farklı yerlerinde oluşan ve iyileşmesi zaman alan küçük kanamalar, dışkıda ve idrarda görülen kan, karaciğer, dalak ve lenf bezlerinin büyümesi varsa anne babaların vakit kaybetmeden bir sağlık kuruluşuna başvurması gerekir.”

Kanamaya dikkat!

Löseminin belirtileri, diğer bazı hastalıkların belirtilerine çok benziyor. Kanama bunlar arasında farklı ve en dikkat çekici belirtilerden biri. Bazen cilt altı dokusunda, bazen diş ve damaklarda kanamaya rastlanıyor. Nedeni ise, trombosit sayısının lösemi nedeniyle düşmesi. Çünkü lösemi, kan hücrelerini olumsuz etkilediği için vücudumuzda kanamayı durdurmakla görevli trombosit sayısının hızla düşmesine ve dolayısıyla kanamalara, cilt altında oluşan kanamaların da morluk şeklinde görünmesine yol açıyor.

Hematoloji ve Onkoloji

Bu sorulara yanıt arayın

Lösemiye bağlı kanamaların sık rastlandığı bölgelerden biri, bacaklar.  Bacaklarda görülen morlukların çok önemli olduğunu ancak bu morlukların dizin üstünde olmasının daha önemli olduğunu belirten Prof. Dr. Cengiz Canpolat; “Diz altındaki morluklar yaramazlık ve dikkatsizlik anlamına gelse de diz üstündeki morluklar hastalık habercisi olabilir” sözleriyle anne babaları uyarıyor. Özellikle 2-12 yaş arasındaki oyun ve okul çağındaki çocuklarda çarpma, düşme sonucu oluşsa da diz üstündeki yumuşak dokuda bir morluk gördüğünüzde, aşağıdaki sorulara yanıt arayın. Bir ya da bir kaçına evet diyorsanız, hemen bir uzmana başvurun. İşte morluklarla ilgili yanıtlamanız gereken sorular:

  1. Morluklar dizin üstünde mi?
  1. Sayıca fazla mı?
  2. Çarpma sonucu mu yoksa kendiliğinden mi oluşuyor?
  3. Fazla büyük ve koyu renkli mi?

Lösemiye, basit bir kan sayımı ile tanı konuyor

Hemotoloji uzmanının çocuğu muayene etmesi ve yapılacak basit bir kan sayımı ile pek çok hastalığın oluşmasına veya ilerlemesine engel olunduğuna dikkat çeken Prof. Dr. Cengiz Canpolat, sözlerine şöyle devam ediyor: “Eğer gerekiyorsa kemik iliğinin incelenmesiyle tanı konuluyor. Vakit kaybetmeden tanı konulması halinde lösemi hastaları, tipi ve risk grubuna göre 2 ila 3 yıl süren bir tedavinin ardından iyileşip gündelik hayatına dönebiliyorlar. Günümüzde tıbbın hızla ilerlemesi, kan hastalıklarının ve özellikle löseminin tedavisindeki başarıyı çok artırıyor. Çocukluk çağı lösemisinde genel olarak bu oran yüzde 75, akut lösemide ise yüzde 90’ın üzerinde. Buradaki en önemli nokta, hastanın erken teşhis edilmesi ve sonrada da iyi bir tedavi görmesi. Erken teşhiste anne babaların dikkatli bir gözlemci olmaları ve şüphe uyandıran durumlarda bir uzmana başvurması hayati önem taşıyor.”

Çocuğunuzun vücudundaki morluklar lösemi belirtisi olabilir!

Çocuğunuzun vücudundaki morluklar lösemi belirtisi olabilir!

Çocuklarda bazen sadece basit bir çarpma ile oluşan morluklar kimi zaman çok ciddi hastalıkların da habercisi olabilir. Bu nedenle ‘’Çocuğum sadece çarpmıştır, birkaç güne zaten geçecektir’’ söylemleri her zaman hafife alındığı kadar kolay olmayabilir. Fakat belirti gösteren her morlukta endişeli yaşamak ve en olumsuz senaryoyu düşünmek de yanlıştır. Liv Hospital Çocuk Hematoloji ve Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Tülin Tiraje Celkan çocuklardaki morlukların hangi durum ve seviyelerde ciddiye alınması gerektiği konusunu anlattı.

Prof. Dr. Tülin Tiraje Celkan

Morluk sayısını ve boyutunu mutlaka takip edin
Çocuğunuz hareketli ve yerinde duramayan bir yapıdaysa morarmalarını normal karşılayabilirsiniz Çünkü dizinin altında, özellikle kaval kemiğinin üzerinde destek doku az olduğundan dolayı çarpması ya da düşmesi sonucu dizlerinde morlukların oluşması çok doğaldır. Ancak çocuğunuzun yalnızca diz altında değil vücudunun diğer bölgelerinde de varsa ve travma olmadan veya küçük çarpmalarla bile büyük morluklar oluşuyorsa bu bir kan hastalığının belirtisi olabilir. Bu nedenle bu konuda dikkatli olmanız, morluk sayısı ve boyutlarını takip etmeniz çok önemli.

Ayrıntılı muayene önemli
Vücudumuz kanama olmasını engellemek üzere programlanmış bir sistemin bütünüdür. Damar duvarı, kan pulcukları (trombosit) ve pıhtılaşmaya yarayan faktörler sayesinde hasarlanan yerde pıhtı oluşup kanama olmasını engeller. Bu 3 faktör iyi çalışmazsa veya sayılarında azalma olursa morluklar oluşmaya başlar. Morluklar ile gelen bir hastada iyi bir öykü, dikkatli fizik muayene ve basit birinci basamak testleri ile yüzde 80’den fazla durumda tanı konulabilir.

TANIDA, MORLUĞA EŞLİK EDEN AĞRI VE ATEŞ ÖNEMLİ

Tanı nasıl konuluyor?
Sizde ya da diğer çocuklarınızda bir şikayetin bulunup bulunmadığı ve morluklara eşlik eden ağrı, ateş gibi başka semptomların görülüp görülmediği konusu tanı için önemlidir. Düşünülen tanıya uygun tetkikler istenerek, genelde tam kan sayımı ve periferik yayma denilen mikroskopla, hücrelere bakılarak tanı konulur. Bazen pıhtılaşma testleri ve kemik iliği aspirasyonu gibi ileri tetkiklerin de yapılması gerekebilir.

Kemik iliği kanseri habercisi olabilir
Morarmalar trombosit yani kan pulcuk sayısı ve fonksiyon bozuklukları İTP (immün trombositopenik purpura, glanzmann trombastenisi, vb), Hemofili A ve Hemofili B, vWF gibi pıhtılaşma faktör eksiklikleri ve lösemi, nöroblastom gibi kemik iliğini tutan tümör hastalıklarının habercisi olabilir. Aynı zamanda bazı karaciğer ve böbrek hastalıklarının ilk belirtisi de morlukların sayı ve büyüklüklerinin fazla olması şeklinde klinik bulgu verebilir.

Tek başına morluk lösemi demek değildir
Bacaklarda morarma sıklıkla görülen bir lösemi belirtisi olabilir ama lösemi tek başına sadece morluklarla bulgu vermez. Bu morarmaların nedeni blast denilen hücrelerin kemik iliğini istila ederek iyi hücrelerin üremesini engellemesinden kaynaklanmaktadır. Kemik iliğinde yaşam için gerekli olan eritrosit (Kırmızı kan hücreleri) azalınca çocukların rengi solar, halsizleşir, çabuk yorulur, yerinden kalkmak istemez, çok üşürler; kan pulcukları (trombositler) azalınca hastada morluklar ve peteşi denilen minik kanamalar yanında burun, ağız, idrar, dışkı, mide kanamaları oluşabilir. Lökositler azalınca ve artınca ateşli hastalıklar oluşur. Bu nedenle morlukların lösemiyi düşündürmesi için çocuklarda genellikle beraberinde kilo kaybı, vücutta çeşitli bölgelerde bezeler, diş etlerinde şişkinlik ve eklem ağrıları, ateş ve düzelmeyen enfeksiyonlar olmalıdır. Eklem ve bacak ağrıları romatizmal çocuk hastalıklarına bağlı olabileceği gibi lösemiye de bağlı olabilir.

Ne zaman endişelenmek gerekir?
Ağrı iki haftadan uzun sürüyorsa, sık tekrarlıyorsa, vücut ağrı kesicilere yanıt vermiyorsa, hareket kısıtlanması varsa, gece ağrı ile uyanılıyorsa mutlaka araştırılması gerekir. Çok sayıda olan, kendi kendine gelişen, travmanın şiddetiyle ters orantılı olan, beraberinde burun ve diş eti kanamalarının eşlik ettiği morluklarda da alarma geçilmesi gerekir.

Tiroid kanserinin belirtileri

Tiroid kanserinin belirtileri

Tiroid kanseri tüm kanserlerin %3’nü oluşturuyor. Yapılan araştırmalar 2020 yılında 586 bin yeni hastaya tiroid kanseri tanısı konulduğunu gösteriyor. Tiroid kanseri görülme sıklığı her geçen yıl giderek artarken, kadınlarda erkeklere oranla daha sık ortaya çıkıyor. Medstar Antalya Hastanesi Tıbbi Onkoloji Bölümü’nden Prof. Dr. Ayşegül Kargı, tiroid kanseri hakkında bilinmesi gerekenleri anlattı.

Tiroid bezi boynun ön kısmında yer alan bir iç salgı bezidir ve tiroid kelebek şeklinde bir rgandır. Tiroid bezi tiroid hormonu salgılar ve kana verir. Tiroid hormonları kan basıncını, kalp hızını, vücut ısısını ve metabolizmayı düzenleyen hormonlardır. Tiroid kanseri, tiroid bezi dokularında kanserli hücrelerin oluşması sonucunda gelişir. Kesin nedeni bilinmese de; genetik mutasyonlar, yetersiz iyot alımı ve yüksek radyasyona maruz kalmak tiroid kanseri görülme sıklığını artırmaktadır.

Prof. Dr. Ayşegül Kargı

Tiroid kanseri belirtileri şu şekilde olabilir:

 Tiroid bezinde ortaya çıkan şişlik

  1. Bezde büyüme
  2. Tiroidin şişmesine bağlı ses kısıklığı
  3. Yutmada güçlük
  4. Nefes darlığı
  5. Öksürük

Doğru tanı için modern görüntüleme yöntemlerinden yararlanılıyor

Tanıda görüntüleme yöntemi olarak ultrason ve sintigrafik yöntemler kullanılılır. Ultrasonda nodüler lezyonun sınırlarının düzensiz oluşu, mikrokalsifikasyon, hipoekoik görünüm, yaygın damarlanma tiroid kanseri olasılığını düşündürür. Biyopsi ile kanser teşhisi doğrulanmalıdır. Takiben vücuttaki yayılım tespit etmek amaçlı PET BT kullanılmaktadır.

 Tiroid kanseri tipleri aşağıdaki şekildedir;

Papiller tiroid kanseri: Tiroid kanserlerinin yaklaşık % 80’ni papiller tiroid kanserleri oluşturmaktadır. Papiller tiroid kanserinin en sık nedeni çocukluk yaş grubunda radyasyona maruz kalmaktır. Sıklıkla lenf yolu ile yayılmaktadır.

Foliküler tiroid kanseri: Tiroid kanserlerinin %5-10’nu oluşturmaktadır. Genellikle iyot alımının yetersiz olduğu bölgelerde görülür. Görülme sıklığı iyot alımının artırılması ile azalmıştır. Uzak metastaz hastaların %10-15 de görülmektedir.

Medüller tiroid kanseri: Bir nöroendokrin tümör olup tiroidin parafolüküler hücrelerinden kaynaklanır. %2-5 oranında görülmektedir. %25 ailevi genetik geçişlidir.

Anaplastik tiroid kanseri: Tüm tiroid kanserlerinin %1’ni oluşturur. Çok hızlı seyir gösterir, genellikle 60 yaş üzerinde görülür. En sık akciğer metastaz yapmaktadır.

Cerrahinin ardından hastaya tiroid hormon tedavisi veriliyor

Tanı konulduktan sonra uygulanan ilk tedavi yöntemi cerrahidir. Tiroid bezindeki kanserin durumuna göre bazen bezin bir kısmı bazen de tamamı ve etrafındaki lenf nodları ile birlikte çıkarılmaktadır. Cerrahinin ardından tekrar bir görüntüleme yapılıp tekrarlama riski yüksek olan hastalarda radyoaktif iyot tedavisi uygulanmaktadır. Tiroid bezinin alınması nedeni ile hormon kaybını telafi etmek için hastaya tiroid hormon tedavisi verilmektedir.

HPV virüsü vücuttan tamamen atılır mı?

HPV virüsü vücuttan tamamen atılır mı?
Jinekoloji ve Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Eralp Başer, “Human papillomavirus (HPV) enfeksiyonu ne kadar uzun süre rahim ağzında kalıcı olursa, kanser öncüsü lezyon oluşması riski o kadar artmaktadır. Hastaların en sık sorduğu sorulardan birisi, bu enfeksiyonun vücutta kalıcı olup olmayacağıdır. Bu sorunun cevabını verebilmek için öncelikle HPV virüsünün nasıl enfeksiyon yaptığını bilmek gerekli.”
HPV virüsü, rahim ağzına en sık olarak cinsel yolla bulaşmaktadır. Ancak cinsel yol dışında, el teması veya ıslak yüzeylere temas ile bulaşabileceği bilinmektedir. Virüs partiküllerinin cinsel ilişki veya diğer temas yollarıyla rahim ağzına ulaşması, enfeksiyon oluşması için yeterli değildir.
Rahim ağzını kaplayan çok katlı epitel tabakasındaki hasarlı alanlardan en dip kısmına doğru yeterli sayıda virüs ulaşırsa, bu tabakadaki hücrelere girebilmektedir. Burada ilk olarak hücrenin sitoplazma denilen hücre boşluğunda bekleyen virüsler, uzun bir süre bu şekilde bekleyebilirler. Enfekte hücrelerin hücre çekirdeğine genetik materyalini entegre etmesi sonrasında, epitel hücreleri virüsün genetiğini kontrolsüz şekilde çoğaltmaya başlayabilirler.
Çoğu hücre bu aşamada vücudun bağışıklık sistemi hücreleri tarafından tanınarak yok edilir. Buna hücresel bağışıklık sistemi aktivitesi denilmektedir. Eğer bağışıklık sistemi hücreleri bu aşamada durduramazsa, zamanla enfekte hücreler rahim ağzı yüzeyine doğru ilerleyerek virüs genetiği ile dolu hücrelerin rahim ağzı salgılarına geçişine neden olabilir. Bu şekilde kadınlar da erkeklere HPV virüsünü bulaştırabilmektedir.
HPV virüsü ile ilgili açıklama ve tavsiyelerde bulunan bulutklinik doktorlarından Jinekoloji ve Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Eralp Başer, “bu virüs ile karşılaşan kişilerin önemli bir kısmı, kısa sürede bu virüsü hücresel bağışıklık sistemleri sayesinde vücuttan atmaktadırlar. Bu süre genellikle en fazla 2 yıl civarıdır. Eğer HPV virüsü 2 yıldan daha uzun süre kalıcı oluyorsa, rahim ağzında kanser öncüsü durum geliştirme riski de bu süreyle doğru orantılı olarak artabilir. HPV enfeksiyonu ile ilgili bilinmesi gereken en önemli konulardan birisi, bu enfeksiyonun sadece epitel tabakasında sınırlı olduğudur. Yani HPV virüsü kana karışmaz. Herpes virüsü gibi sinir lifleri boyunca ilerleyerek omurilikte kalıcı olmaz. HPV’nin uzun süre kalıcı olmasının önüne geçmek için en önemli önlemlerin başında hücresel bağışıklık sistemini güçlendirmek yer almalıdır. Bunun için genel olarak sağlıklı yaşam kurallarına dikkat edilmesi en önemli kurallardır. Sağlıklı bir beslenme planı izlenmesi. sigaradan uzak durulması, vitamin D ve çinko desteklerinden faydalanılması sıklıkla önerdiğimiz yaklaşımlardır. Bu yaklaşımla hastalarımızın en az %80’inde 2 yıl içerisinde HPV virüsünün vücuttan tamamen temizlendiğini gözlemliyoruz. Özetleyecek olursak, HPV virüsü vücuda yerleşmeyen ve gerekli tedbirler alındıktan sonra vücuttan tamamen atılabilen bir virüstür. Size bu virüsten korunmak için gerekli önlemleri almanın ve kontrolleri aksatmamanın yanında en küçük bir şüphede hızlıca uzman bir doktora danışmak düşüyor.” dedi.

Yaklaşık 100 bin kişi bu hastalığından habersiz

Yaklaşık 100 bin kişi bu hastalığından habersiz

 Tıpta yaşanan gelişmeler, tedavi yöntemlerindeki iyileşmeler ve erken tanı sayesinde bir zamanlar “çağın hastalığı” olarak tanımlanan kanser, adı “ölüm” ile özdeşleşen bir hastalık olmaktan çıkmıştı. Ancak pandemi koşulları, kanser tedavisinde elde edilen bu başarıyı gölgeliyor. Çünkü erken tanı ve tarama programlarına yönelik başvuruların azalması ve tedavilerin aksaması, kanserden ölümlerin artması endişesine yol açıyor. Geçen bir yıllık sürede meme, rahim ağzı ve kolon kanseri taramalarının yüzde 80-90 oranında düştüğüne dikkat çeken Acıbadem Altunizade Hastanesi Tıbbi Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Aziz Yazar, “Rutin muayenelerin de seyrekleşmesi nedeniyle tesadüfen konulabilecek kanser tanılarında da bir azalma yaşandı. Geçen yıl mart ayında konulan meme kanseri tanısı bir önceki yıla göre yüzde 51 daha az. Tüm kanser tanılarında ise yüzde 65’lik bir düşüş yaşandı. Basit bir hesapla; Türkiye’de yaklaşık her yıl yeni tanı alan kanser hasta sayısının 160 bin kişi olduğunu düşünürsek 2020 yılında 100 binin üstünde kişi kanser tanısı alamamış diyebiliriz. Yani 100 bin kişi kanser olduğunu bilmeden yaşıyor aramızda… Bu düşüşün nedeni ise maalesef kanserin azalması değil, kanser taramalarını aksatması ve virüs bulaşır endişesiyle şikayetleri olmasına rağmen doktora başvurmamalarından kaynaklanıyor.  Yani insanlar kanser olduklarından haberdar olmuyor” diye konuşuyor. Pandemi koşullarının kanser hastalığının görülme sıklığını zirveye taşımaması için erken tanı ve farkındalık konusunun önemine vurgu yapan Prof. Dr. Aziz Yazar, 1-7 Nisan Kanser Haftası kapsamında önemli uyarılar ve önerilerde bulundu. 

Geçen yıl mart ayında küresel salgın olarak ilan edilen koronavirüs, tüm sağlık sistemini de kökünden etkiledi. Covid-19 virüsünün bulaşmasını önlemek için alınan tedbirler nedeniyle birçok hastane pandemiye ayrıldı. Acil olmayan ameliyatlar ve tedaviler, salgın sonrasına ertelendi. Diğer taraftan hastalar da sağlık kurumlarına gitmekten korktuğu için tanı ve tedavilerde aksamalar yaşandı. Tüm bu süreç, özellikle erken tanının tedavide çok büyük önem taşıdığı kanser hastalığı için endişe verici olmaya başladı. Geçen yıl mart ayından bu yana meme, rahim ağzı ve kolon kanseri taramaları yüzde 80-90 oranında düşüş olduğunu, kanser tanısında yüzde 65’lik bir azalma yaşandığını kaydeden “Acıbadem Altunizade Hastanesi Tıbbi Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Aziz Yazar, sözlerine şöyle devam ediyor:

“Yapılan bir araştırmaya göre Eylül 2020’de kanser tanısı konulan hastaların en az yüzde 32’sinin beklenenden daha ileri evrede. Mevcut veriler de önümüzdeki yıllarda tanı konacak kanserlerin daha ileri evrede olacağı ve bundan dolayı tedavilerin zorlaşacağını gösteriyor. Bu nedenle özellikle kanser açısından aile öyküsü olanlar ya da kanser açısından risk grubunda olanlar ve bir takım şikayet ve belirtileri olanların tarama ve tetkiklerini yaptırmaları konusunda cesaretlendirilmeleri gerekir.”

“Kanser, önlenebilir bir hastalık; ama!”

Kanserin büyük oranda önlenebilir bir hastalık olduğunu söyleyen Prof. Dr. Aziz Yazar, “Çünkü kanser yüzde 90 çevresel ve yüzde 10 oranında ise genetik faktörlere bağlı. Çevresel faktörler arasında en önemli yeri sigara, obezite, yanlış beslenme, hareketsiz yaşam, alkol ve enfeksiyonlar tutuyor. Bu risk faktörleri kaldırılırsa kanser gelişme riski de önemli bir oranda azalmış olur” diye bilgi veriyor. Risk faktörleri hakkında toplumun aydınlatılması gerektiğine işaret eden Prof. Dr. Aziz Yazar,  kanserden korunmak için dikkat edilecek noktaları şöyle sıralıyor:

1- Tütün ürünlerinden kaçının!

Sigara ve diğer tütün ürünlerinin tüketilmesi kanser riskini artırıyor. Sigara içmediği halde dumana maruz kalanlarda da risk yükseliyor. Akciğer kanserinin yüzde 90’a yakın kısmı sigaradan dolayı gelişiyor. Ayrıca baş-boyun, yemek borusu, mesane, rahim ağzı, pankreas ve böbrek kanseri gibi birçok kanser türüne de yol açıyor. Tütünden kaçınmak veya bırakmak verebileceğiniz en önemli sağlık kararlarından birisi ve kanserden korunmanın en önemli parçası.

2- İdeal kiloda olmaya çalışın

Hareketsiz yaşam kilo artışına ve obeziteye kapı aralıyor. Obezite ise özellikle meme, yemek borusu, pankreas, rahim, yumurtalık, kalın barsak, prostat ve böbrek kanseri riskini artırıyor. İdeal kilonuzda olmak kanserden korunmada önemli bir etken.

3- Sağlıklı beslenin

Günlük beslenmenizde 4-5 porsiyonluk sebze-meyve dağılımına önem verin. Bu sayede ideal kilonuzu koruyarak bazı kanser türlerinin gelişimini de azaltabilirsiniz. Lifli gıdaları tercih edin. Araştırmalara göre az lifli gıda tüketenlerde kalın bağırsak kanseri daha sık görülüyor.

4-Alkolden uzak durun

Fazla alkol tüketimi bağışıklık sistemini zayıflattığı için kanser riskinin artmasına yol açabiliyor. Aşırı alkol, özellikle baş-boyun, karaciğer ve pankreasta kanser gelişimine neden olabiliyor.

5- Hareketsizlikten kaçının

Fiziksel aktivitenin artırılması ideal kilonuzu kontrol etmenize yardımcı olur. Bunun yanında fiziksel aktivite meme ve kolon kanseri riskini de düşürebilir. Her gün en az yarım saatlik fiziksel aktivite yapmaya özen gösterin.

6-Güneşten korunun

En yaygın kanser türlerinden biri olan cilt kanserinden korunmak için güneş ışınlarının dik geldiği 10.00-16.00 saatleri arasında doğrudan güneşe maruz kalmayın. Güneş ışınlarından korunmak için uygun kıyafet ve güneş koruyucu kremler kullanın. Solaryumdan uzak durun.

7- Aşı yaptırın

Hepatit B aşısı ile karaciğer kanseri riski azaltılabilir. İnsan papilloma virüsü (HPV)’a karşı aşılanma ile rahim ağzı, anal, penis ve baş-boyun kanserine yakalanma olasılığı düşürülebilir.

Covid korkusu kanserin erken tanısını engelliyor

Covid korkusu kanserin erken tanısını engelliyor

Covid-19 enfeksiyonuna yakalanma korkusu nedeniyle rutin kontrollerin aksatılması, sağlık kuruluşlarında kaynakların pandemiyi önlemeye odaklanması, özellikle kanser tanısı ve tedavisinde alarm zillerinin çalmasına neden oluyor. Yapılan çalışmalar standart kanser taramalarında yüzde 90’a yakın azalma olduğunu gösteriyor. Bu durumun korkutucu yansıması ise ileri evre kanserlerde artış! Öyle ki istatistiki çalışmalar ileri evre kanser tanısının bir öncesi yıla göre yüzde 75 oranında arttığını gösteriyor. Acıbadem Maslak Hastanesi Tıbbi Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Gökhan Demir, 4 Şubat Dünya Kanser Günü kapsamında yaptığı açıklamada; meme, kolon ve akciğer kanserlerine bağlı ölümlerde önümüzdeki 5 yıl içinde yüzde 10-15 oranında artış öngörüldüğünü kaydediyor. Tanı ve tedavi seçeneklerindeki gelişmeler sayesinde son 25 yılda kanser ölümlerinde yaklaşık yüzde 25’lik bir düşüş yaşandığını belirten Prof. Dr. Gökhan Demir, “Pandemi sonrasında kanser tanı ve ölüm oranlarının önceki yıllara dönmemesi için kanserle ilgili olabilecek tüm yakınmalarda zaman geçirmeden hastaneye başvurulmalı, rutin kontroller aksatılmamalı.” diyor. Tıbbi Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Gökhan Demir, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

Belirtiler göz ardı ediliyor!

Covid-19 pandemisi korkusu ile kişilerin hastaneye başvurmaktan çekinmesi, salgını kontrol altında tutmak amacıyla sağlık kuruluşlarının kimi tarama programlarını, acil olmayan operasyon ve tanı işlemlerini askıya alması çeşitli sağlık sorunlarının da zamanında saptanamamasına yol açıyor. Genel risk grubundaki erişkinlerin tarama programlarına başvurmaması bir yana, ciddi belirtileri olduğu halde çoğu hastanın yakınmalarını göz ardı ettiğini belirten Acıbadem Maslak Hastanesi Tıbbi Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Gökhan Demir, sözlerine şöyle devam ediyor: “Geçen yıl nisan ayında yeni kanser tanısında önceki yıllara kıyasla neredeyse yarı yarıya bir düşüş izlendi. Bu çok endişe verici. Pek çok yeni kanser hastasının tanı alana kadar aylar kaybetmesi ve hastalığın ileri evrede tanılanmasına yol açıyor. İleri evre kanser tanısında geçen yıla oranla yaklaşık yüzde 75’lik bir artış oldu. İleri evre kanserlerin artması kaçınılmaz olarak sağkalımın azalması ve kanser ilişkili ölüm oranlarının artışı ile sonuçlanabilir.”

‘Kanser kontrolünde kaybedilen ivme kazanılmalı’

Tüm sağlık tesislerinde Covid-19 virisüne karşı katı önlemler alındığını, tarama ve tanı prosedürleri için hastaneye gidildiğinde virüsü kapma riskinin çok düşük olacağını belirten Prof. Dr. Gökhan Demir, “Zaman kaybetmeden tanıya ulaşılması ve tedaviye başlanması yaşam kurtarıcıdır. Ülkemiz yavaş ve güvenli bir şekilde yeniden açılırken kanser taraması ve teşhisi standart sağlık hizmetlerindeki önemli yerini korumalıdır. En yüksek risk altındaki hastaları öncelik sırasına koymak, güvenli bir şekilde tetkik etmek ve kanser kontrolünde kaybedilen ivmeyi yeniden kazanmak gereklidir” diye konuşuyor.

Ülkemizde de dünyada olduğu gibi en fazla sıklıkta görülen meme, prostat, akciğer ve kolorektal kanserler için tarama programları bulunuyor. Kanser taramasının herhangi bir belirtisi olmayan sağlıklı kişilere yapıldığını anlatan Prof. Dr. Gökhan Demir, bu tarama programları hakkında ayrıntılı bilgi veriyor.

Meme kanseri

Kadınlarda en sık görülen kanser olan meme kanserinin erken tanısı için 40 yaşından itibaren her kadının yılda bir defa mamografi ve meme ultrasonu çektirmesi öneriliyor. Ancak genç yaşta meme kanseri tanısı almış bir akrabası olan veya meme kanseri riskini artıran (BRCA genleri gibi) belirli genlere sahip kadınların, 40 yaşından önce taramaya başlaması gerekiyor. Mamografi ile düzenli taramanın 74 yaşına kadar devam ettiğini söyleyen Prof. Dr. Gökhan Demir, “Meme veya koltuk altında eline kitle gelen, meme cildinde portakal kabuğu görünümü gibi değişiklikler ortaya çıkan, meme başında çekinti veya akıntı gelmesi gibi semptomları olan kadınlar, zaman kaybetmeden bir onkoloji merkezine başvurmalıdır.” diyor.

Prostat kanseri

Genellikle yavaş seyirli bir kanser türü olan prostat kanserine yakalanma oranı yüzde 10-12 düzeyinde. Ortalama riskli erkeklerde prostat kanseri taramasına başlama yaşı genelde 50 olarak kabul ediliyor. Ailesinde yüklü prostat kanseri öyküsü olan, veya bilinen BRCA1/2 mutasyonu bulunan daha yüksek riskli erkeklerde tarama başlangıcı ise 40 yaşa kadar iniyor. Her 1-2 yılda bir PSA ölçümü ile taramada normalin üstünde bir PSA değeri saptanırsa hastanın ileri tetkik ve incelemeler için yönlendirildiğini belirten Prof. Dr. Gökhan Demir, 70 yaşın üzerinde taramaya başlanmasının önerilmediğini kaydediyor.

Akciğer kanseri

Kansere bağlı ölümlerde birinci sırada yer alan akciğer kanserlerinin yüzde 85-90’ı sigaraya bağlı gelişiyor. Sigara içmeyenlerde de dumana maruz kalmak önemli bir neden olarak görülüyor. Sigarayı bıraktıktan sonra uzun yıllar risk azalmadığı için daha önce sigara içenlerde yüksek oranda akciğer kanseri görülüyor. Buna karşın düşük doz bilgisayarlı tomografi ile akciğer kanseri taramasının erken tanı için önemli olduğunu ifade eden Prof. Dr. Gökhan Demir, “Önceki 15 yıl içinde sigarayı bırakanlar da dahil olmak üzere 30 paket yıllık sigara öyküsü olan hastalarda yıllık düşük doz bilgisayarlı tomografi taramasının akciğer kanserine bağlı ölüm oranlarını yüzde 25 kadar düşürdüğü bilinmektedir.” diyor. Sigara içenlerde bir süre önce bırakmış olsalar dahi yeni başlayan öksürük kanser şüphesi olarak ele alınıyor. Nefes darlığı, kanlı balgam, göğüs veya omuz ağrısı, ses kısıklığı, kilo kaybı, yüz ve boyunda şişlik gibi yakınmaları olanların da en kısa zamanda doktora başvurması gerekiyor.

Kolon kanseri 

Kanser öncülü olan bağırsak poliplerini ve kolon kanserini bulgu vermeden önce tespit etmek için kolonoskopiye ek olarak dışkıda gizli kan, sigmoidoskopi, sanal kolonoskopi, kapsül kolonoskopisi gibi pek çok tarama testi bulunuyor.

Hiçbir yakınması ve risk faktörü olmasa dahi 45 yaş üstü her erişkinin tarama amacıyla kolonoskopi yaptırması öneriliyor. Bağırsak alışkanlığında değişiklik, tekrarlayan ishal veya kabızlık, dışkılama sırasında ağrı ve kanama, dışkı kalibrasyonunda incelme, şişkinlik, karın ağrısı, kilo kaybı gibi şikayetleri olan veya tetkiklerinde demir eksikliği veya kansızlık saptananların vakit kaybetmeden doktora başvurması ve kolon /rektum kanseri açısından tetkik edilmesi gerekiyor.