Yazılar

Bahar alerjisine karşı etkili önlemler!

Bahar alerjisine karşı etkili önlemler!

Hapşırma nöbetleri, gözlerde kızarma ve sulanma, öksürük, burun akıntısı ve burun tıkanıklığı, göz altlarında mavimsi morluklar… Bunlar gibi daha bir çok şikayete yol açabilen bahar alerjisi doğanın canlanmasına inat pek çok kişide yaşam kalitesini büyük ölçüde düşürüyor, sağlığı olumsuz etkiliyor. Solunum yolu alerjik hastalıklarının görülme sıklığının son yıllarda tüm dünyada arttığını belirten Acıbadem Taksim Hastanesi Göğüs Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Tülin Sevim “Alerji; bağışıklık sistemimizin, dışarıdan gelen yabancı maddelere karşı aşırı tepki vermesi durumudur. Özellikle ilkbahar ve sonbahar aylarında ortaya çıkan ve halk arasında ‘saman nezlesi’ ve ‘bahar alerjisi’ olarak adlandırılan bu alejik reaksiyonlardan ülkemizde en çok sorumlu olan bitkiler; çayır (çimen), ağaç (özellikle yaprak döken ağaçlar) ve yabani otlardır. Yapılan çalışmalar; yine ülkemizde bahar alerjisinin görülme sıklığının yaklaşık yüzde 10 olduğunu göstermektedir. Bahar alerjisi gerekli önlemler alınmaz ve tedavi edilmezse, sinüzit, otit (orta kulak iltihabı) hatta astıma neden olabilmektedir” diyor. Peki bahar alerjimiz olup olmadığını hangi sinyallerle anlayabiliriz? Göğüs Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Tülin Sevim bu sinyalleri ve korunma yollarını anlattı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

Doç. Dr. Tülin Sevim

Bahar alerjiniz var mı? 9 soruda kendinizi test edin!

Göğüs Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Tülin Sevim, bahar alerjisinin öne çıkan belirtilerini şöyle sıralıyor ve özellikle ilkbahar-sonbahar aylarında, çoğunlukla da polenler nedeniyle bu belirtilerden bir veya birkaçı günlük yaşantıyı olumsuz etkileyecek sıklıkta oluyorsa mutlaka Alerji,  Göğüs Hastalıkları veya Kulak Burun Boğaz Uzmanına danışılması gerektiğini söylüyor. İşte o belirtiler;

  1. Art arda hapşırık nöbetleriniz oluyor mu?
  2. Alerjenlerle karşılaştığınızda burun tıkanıklığı / burun akıntısı başlıyor mu?
  3. Gözlerinizde, burnunuzda, ağız ve kulaklarınızda kaşıntı başlıyor mu?
  4. Gözleriniz şişiyor, kızarıp sulanıyor ve göz altlarında morluklar oluşuyor mu?
  5. Geniz akıntısı, öksürük, hırıltılı solunum, nefes darlığı şikayetleriniz oluyor mu?
  6. Cildinizde kaşıntı ve döküntü oluyor mu?
  7. Koku ve tat duyunuzda azalma hissediyor musunuz?
  8. Burun tıkanıklığına bağlı horlama ve uyku bozukluğu sorunu yaşıyor musunuz?
  9. Gün içerisinde konsantrasyon bozukluğu, halsizlik ve yorgunluktan şikayetçi misiniz?

Özellikle polen mevsiminin başladığı ilkbahar ve sonbahar aylarında ortaya çıkan ve günlük yaşam kalitesini büyük ölçüde vuran alerjik şikayetlerin birkaç ay devam ettiğini söyleyen Doç. Dr. Tülin Sevim, bahar alerjisinin tedavi edilmediğinde sinüzit, otit (orta kulak iltihabı) hatta astıma yol açabildiğini vurguluyor.

Bahar alerjisine karşı 5 etkili önlem!

Alerjik hastalıkların tedavisinde ilk ve en önemli adımı ‘sorumlu alerjenden uzaklaşmak’ olarak açıklayan Doç. Dr. Tülin Sevim, polenlerden kaçınmanın kolay olmadığını ancak bazı önlemlerle polen mevsiminin daha rahat geçirilebileceğini söylüyor. Göğüs Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Tülin Sevim bahar alerjisine karşı alınabilecek önlemleri şöyle açıklıyor;

Eve gelince giysilerinizi değiştirin

Dış ortamdaki polenler saçınıza, vücudunuza, giysilerinize ve ayakkabılarınıza yapışabildiğinden eve geldiğinizde kıyafetlerinizi değiştirin. Gözlüklerinizi suyla yıkayın. Duş alın, saçınızı ve yüzünüzü bol suyla yıkayın. Polenlerin yapışmaması için çamaşırlarınızı dışarıda kurutmayın.

Acıbadem Taksim Hastanesi Göğüs Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Tülin Sevim

Alerjiniz olup olmadığını öğrenin

Çoğu ağaç polenleri kış sonu ve ilkbahar başında atmosferde yoğun olurken, çayır (çimen) ve tahıl polenleri ilkbaharda ve yaz başında, yabani ot polenleriyse yaz sonu ve sonbaharda daha yoğun olarak bulunuyor. Doç. Dr. Tülin Sevim, basitçe uygulanan deri testi veya bazı kan testleriyle alerjiye neden olan polenleri öğrenerek kendinizi koruyabileceğinizi belirtiyor.

Kapı ve pencerelerinizi kapalı tutun

Polenler özellikle sabah erken saatlerde ve öğle saatlerinde yoğun olarak bulunup akşam saatlerinde azalıyor. Polen yoğunluğu, sıcak, güneşli ve rüzgarlı havalarda artarken, yağmur yağdıktan sonraki ilk birkaç saatte büyük oranda kayboluyor. Polen yoğunluğunun arttığı saatlerde kapı ve pencerelerinizi kapalı tutmaya, araba kullanırken camların kapalı olmasına, evde, işyerinde ve aracınızdaki klimalarda polen filtresi kullanmaya özen gösterin. Toplu taşıma araçlarında açık pencere veya kapılardan uzakta oturmaya gayret edin.

Dışarı çıkarken bunlara dikkat edin!

Polenlerin yoğun olduğu anlarda açık hava aktivitelerinizi en aza indirin, mümkünse dışarı çıkmayın. Çayırlık (çimenlik) alanlarda piknik yapmamaya, çimler biçilirken yakında bulunmamaya dikkat edin. Doç. Dr. Tülin Sevim, “Dışarı çıkarken; polenlerin ağız ve burundan girişini önlemek için maske, gözlere girmesini önlemek için güneş gözlüğü takın. Polenlerin saçlarınıza ve vücudunuza yapışmasını önlemek için şapka kullanın, uzun kollu ve uzun bacaklı giysiler tercih edin” diyor.

İlaçlarınızı düzenli kullanın

Doktorunuz size tablet, burun spreyi gibi ilaçlar yazdıysa, şikayetleriniz azalınca bu ilaçları doktorunuza danışmadan bırakmayın. Etkili bir tedavi için ilaçlarınızı doktorunuzun önerdiği süre boyunca düzenli olarak kullanmaya dikkat edin.

Parkinson hastalığında robotik rehabilitasyon

Parkinson hastalığında robotik rehabilitasyon

Ellerde titreme, el yazısının küçülmesi, uyku bozuklukları, dengenin bozulması ve yürümede zorluk… Özellikle hareket sistemini etkileyen ve bu nedenle hastalar ve aileleri için yaşam kalitesini büyük ölçüde düşüren Parkinson hastalığı ilerleyici olmakla birlikte, son yıllarda tıpta ve teknolojide hızlı gelişmeler sayesinde kişiler başkasına bağımlı yaşamaktan kurtulabiliyor. Acıbadem Taksim Hastanesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Uzmanı Doç. Dr. Mustafa Çorum “İleri evrede hastaların motor becerileri daha ciddi şekilde etkileniyor ve bu ilerleyici hastalık nedeniyle kişi başkasına bağımlı olabiliyor. Ancak son yıllarda kişinin günlük aktivitelerini gerçekleştirmesine yardımcı olacak şekilde tasarlanan robotik rehabilitasyon ve robotik cihazlar hastanın bağımsızlığını artırmaya büyük katkı sağlıyor.” diyor. Doç. Dr. Mustafa Çorum, Parkinson hastalığında robotik rehabilitasyon hakkında bilinmesi gereken 5 önemli noktayı anlattı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

Acıbadem Taksim Hastanesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Uzmanı Doç. Dr. Mustafa Çorum

Doç. Dr. Mustafa Çorum

Erken evrede de kullanılabiliyor

Dünyada 10 milyon, ülkemizde de yaklaşık 100 bin kişinin mücadele ettiği, sinir sisteminin bu ilerleyici hastalığında erken teşhis büyük önem taşıyor. Zira erken tedavi sayesinde şiddetli semptomların başlaması yıllarca geciktirilebiliyor. Tedavi aşamalarının; hastalığın şiddeti ve semptomlarının türüne bağlı olarak değiştiğini, ilaç tedavileri, beyin pili ve rehabilitasyon yaklaşımlarının hastanın şikayetlerinin iyileşmesinde önemli bir yer tuttuğunu belirten Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Uzmanı Doç. Dr. Mustafa Çorum şöyle konuşuyor: “Genel olarak, Parkinson hastalarının tedavisi, birçok farklı disiplinden uzmanların bir arada çalışmasıyla yapılır. Bu disiplinler arasında nörologlar, beyin cerrahları, fizik tedavi ve rehabilitasyon uzmanları, fizyoterapistler, ergoterapistler, diyetisyen ve psikologlar yer alabilir. İlaç tedavileri ve uygulanan derin beyin stimülasyonu (beyin pili) gibi cerrahi tedavilerin etkilerini artırmanın yanı sıra, aktiviteye bağlı beynin sinir devrelerini yeniden düzenleme beceresini en üst düzeye çıkarmak için rehabilitasyon programları uygulanır. Robotik rehabilitasyon, Parkinson hastalığının erken evrelerinde de kullanılabilecek bir tedavi yöntemidir.”

Hastalığın ilerlemesini yavaşlatabiliyor!

Robotik rehabilitasyon, hastaların motor becerilerini geliştirmelerine yardımcı olurken kas kuvvetini, esnekliğini ve koordinasyonunu artırıyor. Ayrıca hastaların hareketlerini daha doğru ve kontrollü hale getirmelerine, yürüyüş sırasında vücut duruşunu düzeltmeye ve adım uzunluğunu iyileştirmeye yardımcı oluyor. Robotik rehabilitasyon gibi erken müdahale tedavilerinin, hastalığın ilerlemesini yavaşlatabildiğine dikkat çeken Doç. Dr. Mustafa Çorum “Erken evrelerde yapılan tedavi, motor becerilerin korunmasına ve nöroplastisitenin (beynin yeniden şekillenme yeteneği) artmasına yardımcı olur. Bu nedenle, robotik rehabilitasyon gibi tedaviler, hastaların daha uzun süre bağımsız bir yaşam sürmelerine ve şikayetlerin ilerlemesini yavaşlatmalarına yardımcı olabilir. Ancak ilerlemiş evrelerde hastalığın neden olduğu nörolojik hasar daha ciddi hale gelir ve hastaların motor becerileri büyük ölçüde bozulabilir. Bu nedenle, robotik rehabilitasyon gibi tedaviler, hastalığın ilerlemiş evrelerinde semptomları tedavi etmek için diğer tedavi yöntemleriyle birlikte kullanılabilir” diye konuşuyor.

Yaşam kalitesini artırıyor!

Robotik rehabilitasyonun, hastanın mümkün olan en yüksek yaşam kalitesini sürdürmeye odaklandığını, ileri evrelerde hastaların başkasına muhtaç olmadan yaşamalarını hedeflediklerini belirten Doç. Dr. Mustafa Çorum şöyle konuşuyor: “Robotik cihazlar hastaların ileri evrelerde günlük aktivitelerini gerçekleştirmelerine yardımcı olmak için tasarlanmıştır ve hastanın bağımsızlığını artırmaya yardımcı olabilir. Hastaları kontrol edilemeyen sallanmaları, denge ve koordinasyon güçlüğü, yürüme bozukluğu ve katılık gibi istenmeyen vücut hareketleri için iyileşmelerini sağlayacak teknolojik yaklaşımlar uygulanır. Hareket sistemi yanında diğer problemler açısından da rehabilitasyon sürecinde bilişsel fonksiyonlar, uyku bozuklukları, otonomik ve duyusal işlev bozuklukları da hedeflenerek, kişiselleştirilmiş bir tedavi programı hastaların klinik durumuna göre uyarlanır.”

Acıbadem Taksim Hastanesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Uzmanı Doç. Dr. Mustafa Çorum

Bu hastalıklarda dikkat!

Robotik rehabilitasyonun etkinliği hastalığın evresine, semptomların ciddiyetine ve genel sağlık durumuna bağlı olarak değişiyor. Ancak bazı durumlarda robotik rehabilitasyon uygulanamayabiliyor. Örneğin; hastanın ciddi bir sağlık sorunu varsa, kalp yetmezliği ileri seviyedeyse, ciddi psikiyatrik rahatsızlığı bulunuyorsa, enfeksiyon veya açık yaralar gibi sorunları varsa robotik rehabilitasyon uygulanamayabiliyor. Her hastanın durumu farklı olduğu için, robotik rehabilitasyonun uygunluğunu belirlemek için mutlaka bir fizik tedavi ve rehabilitasyon uzmanına danışmak gerektiğini belirten Doç. Dr. Mustafa Çorum “Fizik tedavi ve rehabilitasyon uzmanı hastanın durumunu değerlendirerek robotik rehabilitasyonun hastaya uygun olup olmadığını belirleyebilir ve en uygun tedavi yöntemlerini önerir” diyor.

Son yıllarda öne çıkıyor!

Son yıllarda yapılan birçok araştırma; robotik rehabilitasyonun Parkinson hastaları için faydalarını ortaya koyuyor. Dünyada yaygın olarak kullanılan yöntemin ülkemizde de giderek yaygınlaştığını belirten Doç. Dr. Mustafa Çorum “Birçok hasta bize dengesiz bir yürüyüşle gelir. Burada denge eğitimine odaklanıyoruz çünkü bu, yürümeyi ve ayakta durma stabilitesini geliştirir ve böylece düşme riskini azaltır. Yine, yaygın bir sorun, ilaç veya beyin stimülasyonu ile düzeltilmesi zor olan “yürüyüşün donması” (yürürken ani durma) sorunudur. Rehabilitasyonun çok yardımcı olabileceği önemli bir durum da budur” diyor. Tedavide, robotik cihazlar kullanılarak hastaların ihtiyaç duyduğu hareket kabiliyetleri, denge ve koordinasyon becerilerinin geliştirildiğini anlatan Doç. Dr. Mustafa Çorum şöyle konuşuyor: “Örneğin; bir kol veya yürüme robotu, hastanın bacak ve kol kaslarını güçlendirmek için çeşitli egzersizler yapmasını sağlar. Sanal gerçeklik uygulamaları, Parkinson hastalarının günlük aktivitelerini yaparken karşılaştıkları zorlukları simüle etmek için kullanılır. Bu sayede hastalar, gerçek hayatta karşılaşacakları zorluklara hazırlanabilirler. Tedavi süresince hastanın ilerlemesi takip edilir ve tedavi planı gerektiğinde değiştirilir. Bu sayede hastanın tedavi sürecinde en etkili sonuçları alması sağlanır.”

Kulak kireçlenmesi demans riskini artırıyor!

Kulak kireçlenmesi demans riskini artırıyor!
Halk dilinde ‘kulak kireçlenmesi’ olarak ifade edilen Otoskleroz işitme kaybının en önemli nedenlerinden birini oluşturuyor. Acıbadem Taksim Hastanesi Kulak, Burun ve Boğaz Hastalıkları (KBB) Uzmanı Prof. Dr. Arif Ulubil “Vücudumuzdaki kemikler hayat boyunca sürekli kendini yenilemek adına eski hücreleri yıkıp, yenilerini oluştururlar. Otosklerozda iç kulak kapsülünü oluşturan kemikteki yenilenme döngüsünün bozularak anormal sert bir kemik dokunun ortaya çıkması, sesin iç kulağa iletilmesini engeller. Aslında ortada bir kireçlenme değil, kemik dokusu oluşumu vardır” diyor. KBB Uzmanı Prof. Dr. Arif Ulubil, ülkemizde sık rastlanan ama farkındalığın olmadığı Otoskleroz hastalığı hakkında bilinmesi gereken 5 önemli noktayı anlattı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

Prof. Dr. Arif Ulubil

20’li yaşlarda dikkat!

Toplumun yüzde 1’inde görülen Otoskleroz özellikle genç erişkinlerde işitme kaybına neden oluyor. En çok 20’li yaşlarda kendini belli eden, genellikle 15-45 yaşları arasında rastlanan hastalığın görülme sıklığı kadınlarda erkeklere göre iki kat fazla oluyor. Otosklerozun bilinen belirli bir nedeni olmadığını, genetik faktörler ve hormonal değişikliklerin de hastalığa yol açabileceğini belirten KBB Uzmanı Prof. Dr. Arif Ulubil, yapılan çalışmalara göre; geçirilmiş kızamık enfeksiyonunun bu anormal kemik yapımını tetiklediğini söylüyor.

Bu belirtilerle ortaya çıkıyor!

Otosklerozun en önemli belirtisini zamanla kademeli olarak artan işitme kaybı oluşturuyor. İşitme kaybı yıllar içinde giderek ilerlerken, hastaların yaklaşık yüzde 75’inde işitme kaybı her iki kulağı da etkiliyor. KBB Uzmanı Prof. Dr. Arif Ulubil “Otoskleroz hastaları kendi seslerini kulaklarında daha güçlü duyduklarından çok düşük sesle konuşurlar. Bazı hastalar ilginç bir şekilde gürültülü ortamlarda konuşmaları daha iyi takip edebildiklerini de belirtebiliyorlar. İşitme kaybına bazen kulak çınlaması, baş dönmesi ve denge sorunları eşlik edebiliyor” diyor.

Ciddi işitme kaybına neden oluyor!

Hastalığın tanısı KBB uzmanı tarafından konuluyor. Kulak muayenesinde anormal bir bulguya rastlanmazken, ardından işitme kaybının derecesini belirlemek için işitme testleri yapılıyor. İşitme testinde özellikle düşük frekanslarda (kaba seslerde) daha belirgin olan iletim tipi bir işitme kaybına rastlandığını belirten Prof. Dr. Arif Ulubil “Yüzde 80 gibi yüksek bir oranda kulak kireçlenmesi olan kişilerde her iki kulakta da işitme kaybı vardır” diyor.

Acıbadem Taksim Hastanesi Kulak, Burun ve Boğaz Hastalıkları (KBB) Uzmanı Prof. Dr. Arif Ulubil

Demansa yol açabiliyor!

Kulak kireçlenmesi tedavi edilmediğinde kalıcı işitme kaybına neden olabiliyor. İşitme kaybı tedavi edilmediğinde, beyin zaman içinde kelimeleri işleme kapasitesini yitiriyor ve hastalarda erken demans ortaya çıkabiliyor. Ayrıca işitememenin yarattığı depresyona sık rastlanıyor. Otoskleroz hastalığında erken tanının çok önemli olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Arif Ulubil “Erken tanı, rehabilitasyonun da erken olması demek olduğundan, hastaların işitme kaybı kaynaklı gelişebilecek psikolojik ve zihinsel problemlerden daha az etkilenmelerini sağlayacaktır” diye konuşuyor.

Cerrahi tedavi ile yüzde 95 başarı sağlanabiliyor!

KBB Uzmanı Prof. Dr. Arif Ulubil tedaviye yönelik şöyle konuşuyor: “Otosklerozun bir tedavisi yoktur. Hastalığın neden olduğu işitme kaybı tedavisinde; cerrahi en çok tercih edilen ve uygulanan tedavi şeklidir. Bu ameliyatı sık yapan, iyi ellerde, işitmede belirgin düzelme olasılığı yüzde 95’tir. Hedeflenen işitme düzeyine birkaç hafta içinde ulaşılır. İç kulağın da etkilendiği çok ileri otosklerozda, total işitme kaybı olduğunda, halk arasında biyonik kulak olarak bilinen koklear implant ameliyatı ile işitme sağlanabilir. Cerrahi tedavi istemeyen ya da cerrahiye uygun olmayan kişiler için işitme cihazları kullanılır.”

Ramazan’da kalp hastaları dikkat!

Ramazan’da kalp hastaları dikkat!

Onbir ayın sultanı Ramazan, bu yıl deprem felaketi nedeniyle ülke olarak yasa boğulduğumuz bir döneme denk geldi. Birlik ve beraberliğin, dayanışma ve yardımlaşmanın öneminin en fazla anlaşıldığı bu süreçte 22 Mart gecesi ilk sahur gerçekleştirilecek. Ramazan’da bazı yanlış davranışlar kalbin üzerine binen yükü artırdığından istenmeyen sonuçlara yol açabiliyor. Peki kalp ve damar hastalığı olup oruç tutmak isteyenler nelere dikkat etmeli? Acıbadem Taksim Hastanesi Kalp ve Damar Cerrahisi Uzmanı Doç. Dr. Macit Bitargil kalp hastalığı kontrol altında olan ve herhangi bir sorun yaşamayan kalp hastalarının doktor onayı olduğu taktirde oruç tutabileceğini, doktorun onay vermemesine rağmen oruç tutmalarının ise hayati riske dahi yol açabileceğini söylüyor. Doç. Dr. Macit Bitargil “Kulaktan dolma bilgiler bu süreçte ciddi tehlikeler yaratabilmektedir. Bu konu ile ilgili dünya çapında birçok çalışma yürütülmüş olmasına rağmen hala tam olarak bazı konularda bir fikir birliğine varılamamıştır. Bu yüzden her hasta ayrı olarak, ilgili hekim tarafından değerlendirilmeli ve bu karar hekimle beraber verilmelidir.” diyor. Doç. Dr. Macit Bitargil kardiyovasküler açıdan risk altında olan ancak doktorları tarafından kontrollü şekilde oruç tutmasına izin verilen hastaların mutlaka dikkat etmeleri gereken 5 noktayı anlattı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

Doç. Dr. Macit Bitargil

İftar ile sahur arasında 2.5 litre su tüketin!

Kalp ve damar sağlığı açısından risk altında olan ancak doktoru tarafından kontrollü şekilde oruç tutmasına izin verilen hastaların su dengesini iyi ayarlamasının çok önemli olduğunu vurgulayan Doç. Dr. Macit Bitargil “Su dengesi iyi ayarlanmadığı taktirde hipovolemiye (vücudun susuz kalması) bağlı kalbin iş yükünde artma, bayılma, kalp krizi ve ölüm gibi hadiseler yaşanabilmektedir. Bu nedenle özellikle iftar ve sahur arasında belirli aralıklarla yaklaşık 2-2.5 litre su tüketmek büyük önem taşımaktadır.” diyor.

Beslenmede bunlara dikkat edin!

Susuzluğu tetikleyecek tuzlu, baharatlı gıdalardan ve asitli, şekerli içeceklerden uzak durmak gerektiğini vurgulayan Doç. Dr. Macit Bitargil, sebze ve yeşilliklerden zengin beslenmenin, kırmızı et yerine balık tüketmenin, kızartma yerine haşlama, buğulama ve ızgara yöntemi tercih edilmesinin sağlıklı olacağını söylüyor. Hamur işleri ve şerbetli tatlılardan uzak durmak, aşırı tuz içeren besinlerden kaçınmak da kalp sağlığı açısından büyük önem taşıyor.

İlaçlarınızı doktora danışın!

Kardiyovasküler açıdan risk altında olan bir hastanın doktoruna danışmadan oruç tutması durumunda ciddi hayati tehlikeler ortaya çıkabileceğini belirten Doç. Dr. Macit Bitargil, ilaçların ve ilaç saatlerinin doktor tarafından Ramazan’a uygun olarak düzenlenmesinin ve doktorla sıkı iletişim içerisinde olmanın da çok önemli olduğunu vurguluyor. Doç. Dr. Macit Bitargil “Özellikle mutlaka kan sulandırıcı ilaç kullanması gerekenlerin kan sulandırıcıları kesmeleri veya kullanmamaları durumunda felç riskinden yaşam kaybına dek çok ciddi sonuçlarla karşılaşılabilir.” diyor.

Spor yaparken dikkat!

Ramazan boyunca fiziksel aktivite yapmak isteyen kalp hastalarının bazı noktalara dikkat etmeleri gerekiyor. Kalp ve Damar Cerrahisi Uzmanı Doç. Dr. Macit Bitargil “Yanlış zamanda yapılacak fiziksel aktivite hali hazırda susuz kalmış bir insanda kalbin yükünü daha da artırıp istenmeyen sonuçlara, bayılmalara ve kalp krizlerine neden olabilir. O yüzden spor yapmak isteyenler kendilerini fazla zorlamadan ve doktorunun izin vermesi durumunda akşam yemek yedikten 2-3 saat sonra 30-40 dakika kadar yürüyüş yapabilirler” diyor. Doç. Dr. Macit Bitargil yemeğin hemen ardından yatmanın ise sakıncalı olduğunu, bu nedenle hareketsizlikten kaçınmak gerektiğini söylüyor.

Acıbadem Taksim Hastanesi Kalp ve Damar Cerrahisi Uzmanı Doç. Dr. Macit Bitargil

Yeterince uyuyun

Ramazan boyunca yeterli uyku uyumanın, beynin doğru karar alma mekanizması ve hafıza, mantıksal düşünme gibi bilişsel fonksiyonlar açısından büyük önem taşıdığını vurgulayan Doç. Dr. Macit Bitargil şöyle konuşuyor: “Yeterli uyku alınmaması hatalı kararlar almaya, gün içerisinde sinirli olmaya, öfke patlamaları yaşamaya, baş ağrılarına ve stres yüklenmelerine de neden olacaktır. Bütün bunlar doğrudan ya da dolaylı olarak kalbin iş yükünü artıracak ve istenmeyen sonuçlara yol açabilecektir. Bu bakımdan iftardan sonra sahura kadar en az 4 saat kesintisiz gece uykusu uyumak, sahurdan sonra birkaç saat daha uyumak, gün içerisinde de 20 dakikalık ufak uyku molaları vermek önerilmektedir.”

Her hastaya göre değişiyor!

Yüksek tansiyonu kontrol altına alınmış hastaların, hafif-orta derecede kalp ve kalp kapak yetmezliği olanların, kalp ritim bozukluğu bulunanların doktor onayı olması durumunda kontrollü şekilde oruç tutabileceklerini söyleyen Doç. Dr. Macit Bitargil, buna karşın yakın zamanda kalp krizi geçirmiş ya da ciddi ritim bozukluğu olan hastaların, hipertansiyonu kontrolsüz seyredenlerin ve ileri derecede kalp kapak hastalığı olanların yüksek riskli kabul edildiklerini, bu nedenle oruç tutmalarının önerilmediğini vurguluyor. Acıbadem Taksim Hastanesi Kalp ve Damar Cerrahisi Uzmanı Doç. Dr. Macit Bitargil kalp ve damar hastalığı olanlarda özellikle kontrolsüz diyabet hastalığı ve kronik böbrek yetmezliği gibi ek hastalıklar varsa oruç tutmalarının önemli risklere yol açabileceğini; insülin kullanmayan ve diyabet ilaçları ile kan şekeri sıkı kontrol altında olan hastaların ise doktor kontrolü altında oruç tutmalarının mümkün olabildiğini söylüyor.

 

Çocuğunuzun iki bacağının eşit olduğuna emin misiniz?

Çocuğunuzun iki bacağının eşit olduğuna emin misiniz?

gelişimini yakından takip ediyor, adeta gözünün içine bakıyorsunuz. Peki hiç ayak izlerine baktınız mı! Ya da bir çift ayakkabının teki tam olup, diğeri biraz sıktığında bunun altında ortopedik bir sorun yatabildiğini düşündünüz mü? Acıbadem Taksim Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı Prof. Dr. Levent Eralp çocuklarda bir bacağın diğerine göre kısalığının (uzuv kısalığı) yaygın görülen bir sorun olduğunu, ancak özellikle 2 cm’in altındaki kısalıkların dikkatli bakılmadıkça fark edilemeyebildiğini söylüyor. Bu nedenle ailelere, çocuklarını dikkatlice gözlemlemelerini, özellikle de banyo sonrası ya da kumsalda gezinirken ayak izlerine bakmalarını tavsiye eden Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı Prof. Dr. Levent Eralp, çocuklarda bacak (uzuv) kısalıkları hakkında açıklamalar yaptı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

Toplumumuzda çok yaygın olan bel ağrısı şikayetlerinin altında, bir bacağın boyunun diğerinden daha kısa olmasının da yatabildiğini biliyor muydunuz? Peki, aldığınız ayakkabının tekinin normal olup diğer ayağı sıkmasının da aynı nedenden kaynaklanabildiğini? Günlük yaşantıda normal gibi görünen hatta hiç fark edilmeyen bazı sorunlar sadece ailelerin dikkatli gözlemleriyle ortaya çıkabiliyor! Acıbadem Taksim Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı Prof. Dr. Levent Eralp bu noktada anne babaların çocuklarını, onların dikkatini çekmeden ve psikolojik rahatsızlığa yol açmadan dikkatlice gözlemlemeleri gerektiğini belirterek “Bacak boyunun eşit olmaması (uzuv kısalığı) ancak bu dikkatli gözlemler sonucu anlaşılabilen hastalıklardan biridir. Günlük yaşantıda gözle görülen herhangi bir değişikliğe yol açmadığı için özellikle 2 santime kadar olan tek bacak kısalığı genellikle fark edilmiyor.” diyor. Prof. Dr. Levent Eralp şöyle konuşuyor: “Bacak kısalığı denilen sorunda, kalçadan parmak ucuna kadar olan bütün uzuvdan bahsediyoruz. Vücudun bir ya da birkaç noktasında tek bacak kısalığına sebep olan bozukluk olabilir. Amerika’da yapılan bir araştırma çarpıcı bir gerçeği ortaya koyuyor; devlet tarafından liselere bir halk sağlığı görevlisi atanıyor. Kadın görevliler bütün kız öğrencileri vücutlarını görecek şekilde muayene ettiklerinde, bir çoğunda o güne dek hiç fark edilmemiş sırt eğrilikleri olduğunu görüyorlar. Böylece yüzde 4-5 olan skolyoz oranı bir anda yaklaşık 3 kat artıyor. Yani bir takım iskelet sistemi değişiklikleri ya da bozukluklarında göze çarpmayan, ailenin önemsemediği, çünkü günlük hayatı sekteye uğratmayan aksaklıklar söz konusu olabiliyor. Ancak özellikle bunlar çocukluk çağında artma eğiliminde olduğu için tanıda gecikmemek gerekiyor. Skolyozda olan sorun, tek bacağın kısalığında da geçerli.”

Pause Dergi

Prof. Dr. Levent Eralp

Ayak izine dikkatlice bakın!

Sağ ve sol bacak ya da kollar arasında uzunluk farkı olmasına uzuv kısalığı denildiğini belirten Prof. Dr. Levent Eralp, kollar arasında 5 cm altında uzunluk farkı olmasının, görüntü dışında, kullanma bozukluğuna neden olmayacağını, bu nedenle uzuv kısalığının daha çok bacaklarda yaşandığında çeşitli sorunlar ortaya çıkarabildiğini söylüyor. Tek bacağın kısalığına; doğuştan kemik hastalıkları, geçirilmiş kazalar, çocukluk çağında geçirilen kemik iltihapları, romatizmal ya da nörolojik hastalıkların yol açabildiğini söyleyen Prof. Dr. Levent Eralp teşhis konusunda “çocuğunuzun ayak izlerine dikkatli bakın” diyor ve şöyle anlatıyor: “Toplumumuzda yaygın görülen bir sorun olan tek bacak kısalığını fark etmek için anne babalar çocuklarının kışın banyo sırasında bedenlerine dikkatlice bakmalı, banyodan çıktıktan sonra da her iki ayak izini kıyaslamalıdır! Çocuk banyodan çıkar ve ıslak ayakla yere basar ama ama iki ayağının izi birbirinin aynı değildir. Dikkat etmezseniz gözden kaçırırsınız ama dikkat ederseniz görürsünüz. Veya yazın kumsalda yürürken çocuğun iki ayağının izi birbirinden farklı ise tek bacak kısalığı olduğunu tespit edebilirsiniz. Dolayısıyla çocuğun ayak izlerine ve özellikle yavaş yürürken aksamasının olup olmadığına dikkat etmek gerekir.”

Tek bacak kısalığında tedavi yöntemleri!

Anne babaların çocuklarının bacağını mezura ile ölçmeye kalkmamaları, çünkü bunun yanıltıcı olacağını söyleyen Prof. Dr. Levent Eralp sadece gözlem yapmaları ve gerekli durumlarda ihmal etmeyip hekime başvurmaları gerektiğini vurguluyor. Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı Prof. Dr. Levent Eralp 2 cm’e kadar olan, 2-5 cm arası ve 5 cm’in üzerindeki tek bacak kısalığının tedavi yöntemlerini şöyle anlatıyor: “Bacaklarda 2 cm altındaki boy farklarında, kısa olan tarafın ayakkabısının içine ya da altına yapılacak takviyeler ile boy farkının ortadan kaldırılması en uygun tedavidir. 2-5 cm arasındaki farkta ise cerrahi tedavi şarttır. Bu durumda çocuklarda iki taraf uzuvlarının boyunu eşitlemek için ya kısa taraf uzatılır ya da uzun olan tarafın uzaması yavaşlatılır. Uygun tekniğe hekim altta yatan hastalık ve boy uzaması için geride kalan süre gibi faktörleri değerlendirerek karar vermelidir. 5 cm’den fazla ise; mutlaka kısa olan tarafı uzatmak gerekir ancak yine hekimin yapacağı değerlendirmelerle tekniğe karar verilmelidir.”

Pause Dergi

Bel ağrısından eklem kireçlenmelerine!

2 cm’den kısa da olsa bacak uzunluğu farkının bel ağrısı şikayetlerine neden olabildiğini vurgulayan Prof. Dr. Levent Eralp “Ayak bileği, diz, kalça ve bel esasında birbirine uyumlu çalışan dişli çarklar gibidirler, birbiriyle bağlantılı olarak bir düzen içerisinde çalışır. Ancak eğer bu dişlilerden bir tanesi diğerleriyle uyumlu dönmüyorsa zaman içinde diğerlerinin dişlerini aşındırır. Dolayısıyla cerrahi tedavi gerektirmeyen 2 cm’in altındaki kısalıklar bile bel ağrısı ve zaman içerisinde eklem kireçlenmelerine yol açabilir.” uyarısında bulunuyor. Anne babaların, çocuklarında tek bacak kısalığı durumunda doğru bilinen yanlışlara dikkat etmeleri ve bunlardan uzak durmaları gerektiğini belirten Prof. Dr. Levent Eralp, örneğin; ip atlamak, seksek oynamak, tek ayağını öne doğru savurmak gibi yöntemlerin bacak uzatmada etkisinin olmadığı, aksine tedavide gecikmeye yol açabileceği konusunda uyarıyor.

Felç sonrası robotik rehabilitasyon tedavisi iyileşme sürecini hızlandırıyor

Felç sonrası robotik rehabilitasyon tedavisi iyileşme sürecini hızlandırıyor

Felcin sinir ve kaslarda oluşturduğu hasar, yorucu ve uzun bir tedaviyi gerektiriyor. Bu noktada rehabilitasyon tedavisinin en teknolojik hali “robotik rehabilitasyon” devreye giriyor. Robot destekli rehabilitasyon sırasında hasta, video oyunları oynayarak hem eğleniyor hem de bu oyunlar sayesinde daha çok egzersiz yaparak iyileşme sürecini hızlandırıyor.

Felç (inme), beyne giden kan akışının azalması ya da kesilmesi sonucu oluşan bir hastalık. Tüm dünyada sık görülen felcin sonuçları da çok ciddi. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre; ölüm nedenlerinde ikinci, sakatlık nedenlerinde ise üçüncü sırada yer alıyor. Felç, kişinin hareketini, duyusal yeteneklerini, konuşmasını ve diğer işlevlerini bozarak sakatlığa neden oluyor. Felç geçirenlerin yaklaşık yüzde 70’inin 65 yaşın üzerinde olduğunu belirten Acıbadem Taksim Hastanesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Uzmanı Doç. Mustafa Dr. Çorum, “Yine de her yaşta ortaya çıkabiliyor ve acil tıbbi müdahale gerektiriyor. Acil tedavi, uzun vadeli etkileri en aza indirebiliyor ve hayat kurtarıcı olabiliyor. Felç geçirenlerin yüzde 40’ında orta ile şiddetli arası bir bozukluk meydana gelirken, yüzde 10’unda uzun süreli bakım tedavisi ihtiyacı doğuyor.” diyor.

Pause Dergi

Doç. Mustafa Dr. Çorum

Tedavi sürecini kısaltıyor, iyileşme oranını artırıyor

Peki, felç geçiren kişinin hayati tehlikeyi atlattıktan sonra tedaviyle eski sağlıklı günlerine kavuşması mümkün mü? Bu soruyu ‘bazı hastalarda mümkün’ diye yanıtlayan Doç. Dr. Mustafa Çorum, “Felç tedavisi, oluşturduğu sakatlığın tedavi edilebilmesi için uzun bir rehabilitasyon gerektirir. Hasta bazen günler, bazen aylarca uzmanlar tarafından belirli hareketleri yapması için çalıştırılır. İşte bu uzun ve zahmetli süreci kısaltmak ve daha etkin hale getirmek için günümüzde çeşitli teknolojik yöntemler geliştirildi. Bunlardan biri robotlar. 2000 yıllarında kullanılmaya başlanan robotlar, günümüzde hızla geliştiriliyor ve hastanın yararına birçok yeni özellik ekleniyor. Robotlarla felçten hemen sonraki ilk birkaç hafta içinde tedaviye başlanabiliyor. Robotların yardımıyla belli hareketler ile fonksiyonel görevler, beyinde hareketin yeniden ve doğru olarak tekrarlanmasıyla öğrenilebiliyor. Üstelik sanal gerçeklik teknolojisi de rehabilitasyon programlarına eklendiğinde hastanın iyileşme oranı daha da artıyor.”

Hareketin doğru şekilde tekrarlanmasını sağlıyor

Hareketi ve konumlandırmayı değerlendirmek için sensör tabanlı sistemler kullanan rehabilitasyon robotları ne kadar küçük olursa olsun kuvvet ve hareketteki herhangi bir değişikliği algılayabiliyor. Doç. Dr. Mustafa Çorum, robotik cihazların fizyoterapist tarafından yapılan egzersizlere göre avantajının, “robotik cihazın doğru hareketin her seferinde tam olarak aynı şekilde tekrarlanmasını sağlaması ve beynin kasları harekete geçirecek şekilde eğitmesi” olduğunu söylüyor. Robot destekli rehabilitasyonda seans başına daha fazla tekrar yapılabiliyor. Ayrıca robotlar, hastanın performansı hakkında veri toplayarak doktorların tedavi planlaması ve iyileşmeyi doğru bir şekilde değerlendirmesini sağlıyor.

Ağır hastaların etkili tedavisi yapılabiliyor

Rehabilitasyon aşamasında, her biri belirli hedefleri yaptırmak için farklı cihazlar kullanılıyor. En son teknolojiler ve gelişmiş robotik cihazlar, rehabilitasyondaki yoğun tedavi protokollerine olanak tanıyor ve ağır etkilenmiş hastalarda bile mümkün olmayacak tedaviler sunuyor. Robotik yürüme eğitimi, robotik el-kol-parmak eğitimi, robotik denge-koordinasyon eğitimi gibi oldukça yoğun ve tekrarlayıcı etkili tedaviler hasta iyileşme potansiyelinin en iyi şekilde kullanılmasını sağlıyor.

Felç sonrası tedavide 5 önemli nokta

Peki, hastalar felç sonrası eski sağlığına kavuşmak için nelere dikkat etmeli?

Rehabilitasyona erken başlayın

Beyin ve sinir hücrelerinin iyileşmesi, felç geçirdikten hemen sonra başlıyor ve haftalarca sürüyor. Erken dönemde yani felç sonrası ilk birkaç hafta içinde yapılan tedaviler öneriliyor. Rehabilitasyona ne kadar erken başlanırsa sonuçları o kadar etkili oluyor.

Tedavinin kişiye özel olduğunu unutmayın

Rehabilitasyon programları kişiye özel olarak hazırlanıyor. Her hastanın ihtiyacı ve tedaviye verdiği yanıt farklı olduğundan uzmanlar, bu ihtiyaçları belirleyerek özel bir program hazırlıyor ve bu programda hastanın verdiği yanıtı değerlendirerek yeniden program yapabiliyorlar.

Karma tedavinin gerekebileceğini aklınızda bulundurun

Doç. Dr. Mustafa Çorum, tedavinin klasik rehabilitasyon ile robotik rehabilitasyonun etkin tedavi için önemli olduğunu vurgulayarak “Klasik nörolojik rehabilitasyon ile robotik rehabilitasyon birleştirildiğinde hastaların iyileşme oranı yüksek ve daha hızlı oluyor” diyor.

Pause Dergi

Sabırlı ve kararlı olun

Geleneksel rehabilitasyon uygulamalarının fiziksel ve duygusal olarak yorucu olduğuna değinen Doç. Mustafa Dr. Çorum, robotik rehabilitasyona dair şunları söylüyor: “Başarılı olmak için bir tedavi programında hastanın aktif katkısına, ciddi çabasına ve kararlılığına ihtiyacı var. Tedavi hastalığın yarattığı sonuca, hastanın aktif gayretine ve vücudunun verdiği yanıta göre değişiyor. O nedenle hastaların pozitif olması ve sabrı çok önemli” diyor.

Teknolojinin iyileştirici gücünden yararlanın

Felç sonrası uzun ve yorucu bir tedavi süreci bekleyen hastalardan robotik rehabilitasyon görenlerin ilgi ve motivasyonu korumada daha başarılı oldukları araştırmalarla ortaya çıkan bir durum. Teknolojideki gelişmeler ile robotik rehabilitasyona sanal gerçeklik, artırılmış gerçeklik ve kişiselleştirilebilir oyunların eklenmesiyle hastaların katılımı da, eğlenerek hareketleri daha etkin bir şekilde yapma oranı da arttı. Doç. Dr. Mustafa Çorum, hastaların robotik rehabilitasyon sırasında video oyunuyla hareket kabiliyetlerini artıracak olmaları fikrinin hastalar tarafından da olumlu karşılandığını belirtiyor.

Güçlü bağışıklık sistemi için ne yapmalı?

Güçlü bağışıklık sistemi için ne yapmalı?

Kış aylarına girdiğimiz bugünlerde havaların soğumasıyla birlikte kapalı alanlarda geçirilen süre artıyor. Maske kullanımının da son iki yıla göre azalmasıyla birlikte bir çok solunum yolu enfeksiyonu kolayca bulaş imkanı buluyor. Acıbadem Taksim Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Uzmanı Dr. Yasemin Balbay gerek yetişkinlerde gerekse çocuklarda bugünlerde nezle (soğuk algınlığı), grip (influenza), Covid-19 enfeksiyonu, RSV’ye bağlı solunum yolu enfeksiyonları, bademcik iltihabı ve alt solunum yolu enfeksiyonlarının (KOAH, bronşit, zatürre vb) hızla yayıldığını belirterek “Özellikle influenza A ve B, Covid-19 ve RSV’ye bağlı meydana gelen enfeksiyonları hem tek başına hem de iki ya da üç virüs bir arada ‘üçlü salgın’ şeklinde görebilmekteyiz” diyor. Bu tür enfeksiyonların en çok çocuklar, yaşlılar ve kronik hastalığı olanlarda risk oluşturduğunu belirten Dr. Yasemin Balbay; virüslerin yol açtığı enfeksiyonların öksürük ve hapşırma sonucu damlacıkların çevreye saçılması, hijyene ve sosyal mesafeye dikkat edilmemesi ile bulaştığını söylüyor.  Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Uzmanı Dr. Yasemin Balbay kış enfeksiyonlarına karşı herkesin alabileceği basit ama etkili 7 önlemi anlattı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

Dr. Yasemin Balbay

Hijyen, maske ve sosyal mesafe kuralına dikkat edin!
Enfeksiyonlardan korunmaya yönelik alınacak önlemler arasında; maske takmak, sosyal mesafeye dikkat etmek ve hijyen kurallarına uymak büyük önem taşıyor. Dr. Yasemin Balbay “Hastalık solunum yoluyla bulaştığı gibi, kirli eller de mikropların bulaşması açısından büyük bir risk taşıyor. İnsanlar gün içerisinde kirli ellerini ağız, burun veya gözlerine sürerek virüsleri alabiliyor. Ayrıca ağız ve burun salgılarının bulaştığı ellerin başka kişilere veya eşyalara temasıyla da mikroplar kolayca bulaşıyor. Bu nedenle özellikle dezenfektan veya su ve sabunla el hijyenini sağlamaya özen gösterilmelidir. Mümkün olduğunca kapalı ve kalabalık ortamlardan kaçınmak, bu ortamlarda bulunulması durumunda da maske takmak ve en az bir metrelik sosyal mesafeyi korumak kritik önem taşımaktadır” diyor.

Aşı olun

Hastalığın toplumda yayılmasını önlemek ve risk grubundakileri korumak için her yıl grip aşısı ve Sağlık Bakanlığı’nın uygun gördüğü şema ve gerekliliğe göre Covid-19 aşısı yapılmasını önerdiklerini belirten Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Uzmanı Dr. Yasemin Balbay şöyle konuşuyor: “Dünya Sağlık Örgütü, grip virüsünün değişikliklerini yakından izleyip; aşı bileşimi için yıllık önerilerde bulunur. Günümüz koşullarında Covid-19 enfeksiyonuna karşı en etkili aşı grubunun m-RNA aşıları olduğu ortaya konmuştur. İçerikleri güncel olarak varyantların özelliklerine göre düzenlenmektedir.”

Uykunuzu ihmal etmeyin
Dr. Yasemin Balbay, yeterli, kaliteli ve düzenli uykunun da bağışıklığı güçlendirmek ve hastalıklara karşı savunma gücünü artırmak için olmaz kurallar arasında yer aldığını vurguluyor.

 Bulunduğunuz ortamı saat başı 5 dakika havalandırın

Kapalı mekanların sık sık havalandırılmasının, kışın çok sık görülen hastalıklardan korunmada son derece önemli olduğunu belirten Dr. Yasemin Balbay “Kapalı mekanlarda, öksürük ve hapşırık yoluyla ortama saçılan damlacıklar aracılığıyla, mikroplar çevreye hızla yayılır. Okul ve işyeri gibi kalabalık ve kapalı mekanlarda bu mikropların bulaşma riskleri artıyor. Dolayısıyla kapalı mekanların saat başı mutlaka en az 5 dakika havalandırılmasını öneriyoruz. Enfeksiyonlardan korunmak için evlerimizde de odaların düzenli olarak havalandırılmasına özen göstermeliyiz. Ayrıca evin ısısını iyi ayarlamalı ve  havanın aşırı kuru olmasını engellemeliyiz” diyor.

Kat kat giyinin, bere takın

Kış aylarında hastalıklardan korunmak için terletmeyen, çok kalın olmayan, aynı zamanda üşütmeyen kıyafetler tercih edilmeli. Soğuk havalarda tek kalın bir kıyafet yerine, ince özellikli kıyafetlerin bir iki kat şeklinde giyilmesinin, ısı dengesinin sağlanması açısından daha iyi bir koruma sağladığını belirten Dr. Yasemin Balbay, ayakların ısısının da iyi korunması gerektiğini söylüyor. Pamuklu, terletmeyen ve çok ağır olmayan çoraplar ile ısı yalıtımını iyi sağlayan ayakkabı tercih etmekte fayda var. Ayrıca baş bölgesinden ısı kaybı fazla olabileceği için şapka veya bere takılması da büyük önem taşıyor.

Acıbadem Taksim Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Uzmanı Dr. Yasemin Balbay

Bol su için, portakal, mandalina ve nar tüketin

Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Uzmanı Dr. Yasemin Balbay, sağlıklı beslenmenin hastalıklarla savaşmada kritik rol oynadığına dikkat çekerek şöyle konuşuyor: “Sağlıklı beslenme ve yeterli su tüketimi vücut direncini artırmada son derece önemli rol oynuyor. Proteinlerden zengin beslenmeli, bol vitamin içeren sebze ve meyveler, özellikle de C vitamin deposu olan portakal, mandalina ve nar tüketimine aşırıya kaçmamak koşuluyla mutlaka özen gösterilmeli. Yeterli miktarda su tüketilmesi ile kan dolaşımı düzenlenir, metabolizma hızlanır, zararlı maddelerin ve toksinlerin vücuttan atılması kolaylaşır. Fazla şeker tüketimi bağışıklık sistemini zayıflattığı ve obeziteye yol açtığı için şeker ve zararlı karbonhidratlardan uzak durulmalıdır.”

Egzersiz yapın
Vücut direncini artırmanın en önemli yollarından biri de hareketsiz yaşam tarzından kaçınmak ve düzenli egzersiz yapmak. Dr. Yasemin Balbay “Yaşa ve beden performansına uygun, düzenli bir spor alışkanlığının olması bağışıklık sistemini güçlendirerek hastalıklara karşı vücut direncini artırır. Kış aylarında havanın soğuk olmasından dolayı dışarı çıkıp yürümek ya da egzersiz yapmak zor gelebilir ancak haftanın en az üç günü 45 dakika tempolu yürüyüş yapmak vücut direncini artırmaya ve hastalıklardan korunmaya önemli katkı sağlayacaktır” diyor.

Influenza’dan korunmanın etkili yolları!

Influenza’dan korunmanın etkili yolları!

Havaların iyice soğuduğu bugünlerde virüsler de tam anlamıyla kol geziyor! Özellikle kapalı ortamlarda bulaş riskinin çok kolay olması nedeniyle çocukların en sık karşılaştığı hastalıkların başında Influenza (A) yani domuz gribi geliyor.  Acıbadem Taksim Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Betül Sarıtaş “Son günlerde ani başlayan yüksek ateş, boğaz ağrısı, burun akıntısı ve kas ağrıları gibi şikayetlerle polikliniklere yoğun başvurular yaşanıyor. Influenza virüsü genelde solunum yoluyla bulaştığından gerek yetişkinlerde gerekse çocuklarda bulaş riski son derece yüksek. Kreş ve okul çağındaki çocuklarda ortak kullanım alanları da bulaşma riskini oldukça artırıyor” diyor. Influenzanın kronik hastalığı olanlarda ve 2 yaş altındaki çocuklarda daha ağır seyrederek alt solunum yolu enfeksiyonlarına ve hastane yatışlarına dek ciddi sorunlara yol açabildiğini vurgulayan Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Betül Sarıtaş, influenza hakkında bilinmesi gereken 7 önemli noktayı anlattı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

Pause Dergi

Dr. Betül Sarıtaş

  • En sık solunum yoluyla bulaşıyor

Domuz gribi olarak da adlandırılan Influenza-A virüsünün en sık solunum yoluyla bulaştığını vurgulayan Dr. Betül Sarıtaş şöyle konuşuyor: “Hapşırma ve öksürme sonrası virüsler 30-40 dakika boyunca havada asılı kalabiliyor ve bir metreden daha uzaktaki kişileri de enfekte edebiliyor. Influenza-A virüsü bulaştıktan sonra özellikle ilk 2 gün olmak üzere 5-10 güne kadar bulaştırıcılık devam edebiliyor.”

  • Hastalık 4 gün sonra ortaya çıkabiliyor!

Hem hayvanları hem de insanları enfekte edebilen Influenza-A, günümüze kadar genetik değişiklikler göstererek tarihte bilinen birçok pandemiye (İspanyol gribi, Asya gribi, Hong-Kong gribi) neden olan bir virüs. Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Betül Sarıtaş “İnfluenza salgınları genelde ekim aylarında görülmeye başlar, ocak-şubat aylarında en üst seviyeye ulaşır ve mart-nisan aylarında sıklığı giderek azalmaya başlar. Son günlerde çok sık görülen Influenza-A virüsü çocuğa bulaştıktan sonra hastalığın belirtilerinin ortaya çıkması 1-4 gün arasında değişiyor” diyor.

  • Bu belirtilerle kendini gösteriyor!

Ani başlayan yüksek ateş, halsizlik, yaygın kas ağrıları, boğaz ağrısı, burun akıntısı ve öksürük influenza virüsünün en önemli belirtilerini oluşturuyor. Dr. Betül Sarıtaş, özellikle 5 günden uzun süren ateşi olan çocuklarda anne ve babaların gelişebilecek komplikasyonlar açısından dikkatli olmaları ve mutlaka bir çocuk hekimine başvurmaları gerektiğini vurguluyor.

  • Dikkat! Test negatif çıksa da!…

Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Betül Sarıtaş “Bu şikayetlerin varlığında burundan sürüntü alınarak hızlı bir şekilde influenza testi yapılabiliyor. Testin pozitif gelmesi tanı koydururken, negatif gelmesi ise kesin bir şekilde hastalığın olmadığı anlamına gelmiyor. Tedavi edilmeyen influenza hastalarında yüzde 15-50 oranında orta kulak iltihabı gelişebiliyor. Aynı zamanda hastalığın seyrinde zatüre, astım hastalarında astımın tetiklenmesi, krup, ateşli nöbetler ve nadir de olsa ataksiler görülebiliyor. Bu nedenle çocukların iyi gözlemlenmesi ve gerektiğinde zaman kaybetmeden hekime başvurulması gerekir” uyarısında bulunuyor.

  • Gelişigüzel antibiyotik vermeyin!

Influenza testi pozitif çıkan hastalarda antiviral tedaviye ilk 48 saat içinde başlanması gerektiğini belirten Dr. Betül Sarıtaş şöyle konuşuyor: “Influenza virüs enfeksiyonu olduğu için özellikle antibiyotik kullanılmıyor. Hastalık ilerleyip bakteriyel enfeksiyon eklenirse antibiyotik kullanılabiliyor. Bu nedenle aileler hekime danışmadan gelişigüzel antibiyotik vermekten mutlaka sakınmalıdır. Bununla birlikte bol bol sıvı tüketilmesi, yatak ıstırahati, hastanın odasının sık sık havalandırılması, uyku düzeni ve sağlıklı beslenmenin aileler tarafından desteklenmesi çocukların iyileşme sürecini hızlandırır. Aileler hekim önerilerini dikkate almalı ve gelişigüzel vitamin takviyelerinden de kaçınmalıdır.”

Pause Dergi

  • Influenza’dan korunmak için bu önerilere dikkat!

Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Betül Sarıtaş hastalıktan korunmanın yolları ile ilgili olarak “Influenzadan korunmada en etkili yöntem aşılanmadır. Ülkemizde 6 ay üzerindeki tüm çocuklar aşılanabilmektedir. Özellikle risk grubundaki, bağışıklığı düşük ve kronik hastalığa sahip olan çocukların aşılanması büyük önem taşımaktadır. Influenza aşısının her sene tekrarlanması gerekir. Bulaşmayı önlemek için grip olanlarla yakın temastan kaçınılmalıdır. Hasta kişilerin bulunduğu ortamda maske takılmalı, öksürme ve hapşurma durumlarında ağız ve burun mendil ile kapatılmalıdır. Hijyen kurallarına mutlaka uyulmalı, yemeklerden önce eller mutlaka yıkanmalı, eller gün içinde yüze sürülmemelidir” diyor.

  • Bu tür yanlışlardan kaçının!

Anne babaların grip olan çocuklarını okula göndermemeleri gerektiğini vurgulayan Dr. Betül Sarıtaş, bu sayede hem virüsün bulaş riski nedeniyle başka çocuklara zarar verilmeyeceğini hem de ıstırahatın şart olduğunu söylüyor. Bazı ailelerin influenza aşısının civa içerdiği düşüncesi ile çocuklarına aşı yaptırmaktan kaçındığına da dikkat çeken Dr. Betül Sarıtaş “Ancak influenza aşısı civa içermemektedir. Aynı zamanda yumurta alerjisi olan çocuklarda da  influenza aşısı uygulanabilmektedir. Bu nedenle anne babaların hekim önerisi ile çocuklarına aşı yaptırması onların kış ayları boyunca korunmasında çok etkili olacaktır” diye konuşuyor.

Bu hatalar kalp damarlarını yıpratıyor!

Bu hatalar kalp damarlarını yıpratıyor!

Sağlıksız beslenme, hareketsizlik, yoğun stres içeren yaşam tarzı, sigara, alkol, aşırı tuz tüketimi ve kalitesiz uyku gibi alışkanlıklar nedeniyle kalp ve damar hastalıklarının görülme sıklığı son yıllarda hızla artıyor. Acıbadem Taksim Hastanesi Kalp ve Damar Cerrahisi Uzmanı Doç. Dr. Macit Bitargil, dünyada ve ülkemizde ölüm nedenleri arasında başı çeken kalp damarlarındaki tıkanıklığın yani koroner arter hastalığının artık gençlerde de sık görüldüğünü belirterek “Sağlıksız yaşam alışkanlıklarına genetik faktörler, yüksek kolesterol, yüksek tansiyon ve diyabet hastalığı da eklendiğinde kalbi besleyen damarların (koroner arter) tıkanma ihtimali giderek artıyor” diyor.

Ülkemizde her yıl bin kişiden ikisinin yani yaklaşık 160.000 kişinin kalp damarlarındaki tıkanıklığa bağlı olarak hayatını kaybettiğini söyleyen Doç. Dr. Macit Bitargil “Kalbi besleyen ana damarlarda kritik seviyede ve sayıda damar tıkanıklığı olduğu zaman ise hayat kurtaran ve yaşam kalitesini yükselten koroner bypass ameliyatları gündeme geliyor. Ülkemizde her yıl yaklaşık 40 bin kişi koroner bypass yani kalp ameliyatı oluyor” diye konuşuyor. Kalp ve Damar Cerrahisi Uzmanı Doç. Dr. Macit Bitargil, kalp damarlarında tıkanıklık ve koroner bypass ameliyatı hakkında bilinmesi gerekenleri anlattı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

Pause Dergi

Doç. Dr. Macit Bitargil

Göğüs ağrısına dikkat!

Kalbi besleyen damarlarda tıkanıklık olması durumunda kalp kaslarının yeteri kadar beslenemediğini, bu nedenle özellikle kalbin iş yükü arttığında kalbin beyne bazı sinyaller yolladığını, bunun da öncelikle göğüs ağrısı ile kendini gösterdiğini vurgulayan Doç. Dr. Macit Bitargil “Özellikle yol yürümekle ya da yokuş yukarı çıkmakla gelen ve dinlenince geçen göğüs ağrılarını ciddiye alıp en kısa zamanda doktora görünmek gerekir. Tam teşekküllü bir hastanede kalp için görüntüleme yöntemleri uygulanarak kalp damar tıkanıklığı ortaya konulacak; kardiyolog ve kalp damar cerrahisi uzmanları bir araya gelerek bypass ameliyatı gerekip gerekmediğinin kararını ortak verecektir.” diyor.

Kalp krizine yol açabiliyor!

Kalp ve Damar Cerrahisi Uzmanı Doç. Dr. Macit Bitargil, kalp damarlarındaki tıkanıklığın kalp krizine yol açabildiğini belirterek şöyle konuşuyor: “Kalbin beslenmesini sağlayan, 2-4 mm aralığında çaplara sahip olan iki ana koroner arter ve onların dalları mevcuttur. Bu damarlarda tıkanıklık kritik seviyelere ulaştığında ve özellikle göğüs ağrıları başladığında hastalık ciddiye alınmazsa kalp krizine (miyokard enfarktüsü) yol açabiliyor. İlaç tedavisi, koroner balon anjioplasti ve/veya stentin yetersiz kaldığı durumda devreye koroner bypass ameliyatı giriyor.” Koroner bypass ameliyatının, kalbin ihtiyaç duyduğu kanlanma miktarını yeniden sağlamak, hastanın hayati tehlikesini ortadan kaldırmak, yaşam kalitesini artırmak ve sağlıklı bir şekilde normal hayata geri dönüşüne vesile olmak adına devreye girdiğini vurgulayan Doç. Dr. Macit Bitargil, hangi tedavi yönteminin uygulanması gerektiğine ilişkin kararın, hastalığın durumuna göre hasta özelinde belirlendiğini söylüyor.

Bu alışkanlıklar kalbi tehdit ediyor!

Günümüzde sağlıksız yaşam tarzı nedeniyle kalp ve damar hastalıklarının yaygınlaştığını vurgulayan Doç. Dr. Macit Bitargil, son yıllarda kalp hastalıklarından ölümün gençlerde de sık görüldüğüne dikkat çekiyor. Doç. Dr. Macit Bitargil, kalp damarlarında tıkanıklığa yol açarak bypass’a zemin hazırlayan alışkanlıkları şöyle anlatıyor: “Yoğun stres kortizol mekanizmasına bağlı olarak kan basıncını, kan şekerini ve kolesterol miktarını artırarak özellikle kalp damarlarımıza ciddi miktarlarda zarar vermektedir. Yüksek oranlarda alkol tüketmek, tütün mamulleri kullanarak dumana maruz kalmak, hareketsizlik, spor yapmamak, dengesiz ve sağlıksız beslenmek, fazla tuz tüketmek, kalitesiz uyku gibi alışkanlıklar da kalp damarlarımız için zararlı olup bypass ameliyatına zemin hazırlayan yanlış alışkanlıklardır.”

Pause Dergi

Koroner bypass ameliyatının yöntemi hastaya göre değişiyor

Acıbadem Taksim Hastanesi Kalp ve Damar Cerrahisi Uzmanı Doç. Dr. Macit Bitargil, koroner bypass ameliyatının yönteminin, hastanın durumuna göre belirlendiğini belirterek, açık ya da kapalı her iki yöntemle de, damar tıkanıklığı dolayısıyla kalbin etkilenen bölgelerine kanın sağlıklı şekilde yeniden ulaşmasının sağlanabildiğini söylüyor. Özellikle ‘Minimal invaziv’ de denilen kapalı ameliyat yönteminde; son yıllarda teknoloji ve tıpta yaşanan hızlı gelişmeler ve hekimlerin tecrübeleri sayesinde bypass ameliyatının, göğsün ön kemiği kesilmeden, göğsün sol alt tarafında meme altından yapılan küçük bir kesi ile de gerçekleştirilebildiğini belirten Doç. Dr. Macit Bitargil “Ameliyat esnasında kalbin kritik olarak daralan ya da tıkanan koroner damarlarına, göğüsten, bacaktan ya da koldan alınan damarlar yardımı ile bypass işlemi yapılır. Böylece hastalık nedeni ile kalbin etkilenen bölgelerine tekrardan sağlıklı bir şekilde kanın ulaşması sağlanır. Genel anestezi altında ortalama 3-6 saat kadar süren bir işlemdir” diyor. Koroner bypass ameliyatı sonrasında yaklaşık 1 haftada taburcu olunurken, vücudun kendini toplama süresinin 6-12 hafta arasında değiştiğini belirten Doç. Dr. Macit Bitargil, doktor izin verdiği takdirde 4-6 hafta sonra iş hayatına dönülebileceğini ve spor aktivitelerine başlanabileceğini söylüyor.

“Kalbime bypass ameliyatı yapıldı, artık damarlarım tıkanmaz” demek yanlış!

Toplumda ‘kalbime koroner bypass ameiliyatı yapıldı, artık damarlarım tıkanmaz’ şeklinde inanış olduğunu, ancak bunun doğru olmadığını vurgulayan Kalp ve Damar Cerrahisi Uzmanı Doç. Dr. Macit Bitargil, koroner bypass ameliyatında kullanılan damarların bilinçli ve tedaviye uyumlu hastalarda ameliyat sonrasında 10-15 yıl açık kalabildiğini, bu süreden sonra zamanla yeniden tıkanabildiğini belirtiyor. Doç. Dr. Macit Bitargil “Koroner bypass ameliyatından sonra hastaların bazı yaşam tarzı değişikliklerini gerçekleştirmesi çok önemlidir. Önerilen tedaviyi uygulamayan, kontrollerini ve ilaç kullanımlarını aksatan, zararlı alışkanlıklarına hala devam eden hastalarda ise erken dönem tıkanıklık ve yeniden müdahale durumları söz konusu olabilmektedir. Kalp ameliyatı sonrası stresten ve sigaradan mutlaka uzak durulmalı, sağlıklı bir diyet programı uygulanmalı, verilen ilaçlar düzenli kullanılmalı ve doktor kontrolleri aksatılmamalıdır.” uyarısında bulunuyor.

Bipolar nasıl anlaşılır ve nasıl tedavi gerekir!

Bipolar nasıl anlaşılır ve nasıl tedavi gerekir!

Bazen kendinizi değersiz, aşırı halsiz, keyifsiz; bazen aşırı özgüvenli, enerjik, coşkulu hissediyor, nedensiz yere kahkahalar atarken ya da gözyaşlarınız boşalırken buluyor musunuz? Uyku düzeniniz, iştahınız hatta bütçeniz bu ruh halinize göre değişiyor mu? Ya da çevrenizde bu tür davranışlarına anlam vermekte zorlandığınız kişiler mi var? Acıbadem Taksim Hastanesi Psikiyatri Uzmanı Dr. Levent Turhan, toplumda yaygın görülen bipolar duygulanım bozukluğunu, “kişinin nedensiz olarak bu tür davranışlarda bulunmasına ve yaşam kalitesinde oldukça ciddi sorunlara yol açan, duygularının şiddetini kontrol edemediği, mesleki ya da kişiler arası iletişimde büyük zorluklar yaşatan ruhsal bir hastalık” olarak tanımlıyor. İki türü bulunan bipolar bozukluğun; bir döneminde taşkınlık (mani), diğer döneminde ise çökkünlük (depresyon) yaşandığı için “manik-depresif bozukluk” ya da “iki uçlu bozukluk” olarak da adlandırıldığını belirten Dr. Levent Turhan, hastalığın tedavisinin ise mümkün olduğunu vurguluyor. Psikiyatri Uzmanı Dr. Levent Turhan, bipolar duygulanım bozukluğunu test edebileceğiniz 10 soru hazırladı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

Pause Sağlık, Pause Dergi

Dr. Levent Turhan

Bazen ‘aşırı’ mutsuz, bazen ‘aşırı’ mutlu musunuz?

Sağlıklı insanlar bazen mutlu bazen mutsuz ya da öfkeli hissederler. Duygulardaki bu değişiklik aşırı olmadığında ve kişinin mesleki/ sosyal hayatını güçleştirmediğinde normal kabul ediliyor. Dr. Levent Turhan “Ancak aşırı mutsuzluk 2 haftadan, öfke ya da aşırı neşe 4 günden uzun sürüyorsa ve yaşadıklarınızla uyumsuzsa, örneğin; çok kötü bir haber aldığınızda bile çok mutlu oluyor veya çok iyi bir haber aldığınızda bile üzülüyorsanız bipolar duygulanım bozukluğu olabilir.” diyor.

Kendinizi bazen ‘aşırı’ halsiz ya da ‘aşırı’ enerjik mi hissediyorsunuz?

Halsizlik, enerji azlığı ya da aşırı enerjik hissetme gün içinde yaptığımız aktivitelere göre değişiyor. Gün içinde çok yorulduğumuzda halsiz hissedebiliriz. Ya da uzun bir dinlenme döneminden sonra enerjik hissedebiliriz. Ancak bipolar duygulanım bozukluğu hastaları depresif dönemde sürekli uyumalarına rağmen halsiz hissederken, hareketleri yavaşlar ve günün çoğunu yataktan çıkmadan geçirirler. Çok az yemek yer ya da hiç yemezler.

Mani döneminde ise çok az dinlenmelerine rağmen sürekli aşırı enerjiktirler, sürekli hareket ederler, neredeyse hiç oturmazlar, çok basit bir şeye sinirlenip fiziksel şiddet uygulayabilirler.

Riskli davranışlarda mı bulunuyorsunuz?

Dr. Levent Turhan “Hayatta bazen küçük riskler alırız. Bu risklerin sonucunu hesaplarız ve kayıplar tahammül edilebilecek düzeyde ise risk alırız. Ancak bipolar duygulanım bozukluğu olan kişiler atak dönemlerinde hızlı araba sürmek, madde kullanmak, aşırı para harcamak gibi hesaplamadan normal ölçüde alınabilecek risklerden daha büyük riskler alır.” diyor.

Gereksiz kahkahalar atıyor ya da hiç konuşmuyor musunuz?

Bipolar duygulanım bozukluğu hastaların çevrelerine olan davranışları atak dönemine göre değişir. Mani döneminde her zamankinden çok daha fazla konuşurken, konudan konuya atlar, gülünmeyecek şeylere güler, kendi kendine konuşabilir ya da kahkaha atabilirler. Depresyon döneminde ise içine kapanıp çok daha az konuşurlar, insanlarla iletişimleri azalır.

Düşüncelerinizi kontrol etmekte zorlanıyor musunuz?

Bipolar duygulanım bozukluğunda hastalar düşüncelerini kontrol etmekte zorlanırlar. Mani ataklarında çok hızlı düşünürken depresyon atağında ise çok yavaş düşünür hatta düşünmekte zorlanabilir.

Gerçek dışı davranışlarda mı bulunuyorsunuz?

Bipolar duygulanım bozukluğu hastaları gerçekte var olmayan şeyleri gördüğünü ya da duyduğunu söyleyebilirler. Kendilerinin peygamber, evliya, ya da çok önemli bir kişi olduklarına inanmak gibi gerçek dışı inanışları olabilir.

Pause Sağlık, Pause Dergi

Aklınızdan ölme ya da intihar fikri mi geçiyor?

Psikiyatri Uzmanı Dr. Levent Turhan “Bipolar duygulanım bozukluğu hastalarında intihar ve ölüm düşüncesi hem depresyon hem de mani döneminde görülebilir. Depresyon atağında kişilerde; aşırı mutsuzluk, eskiden keyif aldığı aktivitelerden keyif alamama, ağlama eğilimi, iştah/ kilo kaybı ya da artışı, uykusuzluk ya da uyku artışı, hareketlerin yavaşlaması, konuşma miktarında azalma, değersizlik, suçluluk düşünceleri, konsantrasyon güçlüğü, sinirlilik, cinsel isteksizlik, ölüm ya da  intihar düşünceleri olabilir” diyor.

Çok uykusuz hissediyor ya da uykuyu inkar mı ediyorsunuz?

Hem mani döneminde hem de depresyon döneminde uykusuzluk görülebilir. Mani döneminde özellikle uyku gereksiniminde azalma, hatta uyku ihtiyacını inkar etme hali bile gözlemlenebilir.

İştahınızda değişiklik var mı?

Hem mani hem depresyon döneminde iştah artışı ya da azalması görülebilir. Bütün taşkınlık belirtilerinin açığa çıktığı mani döneminde iştah artışı da dikkat çeker.

Dikkatiniz dağınık mı?

Hem depresyon hem mani döneminde dikkat dağınıklığı görülebilir. Dikkatinizi; günlük yoğun koşuşturmacanız ya da sorumluluklarınızın potansiyelinizin üzerinde olması nedeniyle toparlayamayabilirsiniz. Ancak dikkat dağınıklığınız süreklilik arz ediyorsa ve herhangi geçerli bir nedeni olmadan sürekli konsantrasyon bozukluğu yaşıyorsanız bipolar duygulanım bozukluğunu da akla getirmekte fayda var.

 Bu 10 maddeden 2 ila 4’ü varsa…

Acıbadem Taksim Hastanesi Psikiyatri Uzmanı Dr. Levent Turhan “Bu 10 maddelik listeden 2 ila 4 tanesi kişide varsa ve bu durum 4 günden uzun süre devam ediyorsa, bipolar duygulanım bozukluğu yaşandığına işaret ediyor olabilir. Bu nedenle profesyonel bir destek almaktan çekinmemelisiniz.” diyor.

Tedavisi mümkün, ama!

Bipolar bozukluk ataklarının ilaç tedavisi ve psikoterapinin birarada uygulanmasıyla engellenebileceğini ancak stres ve mevsim değişikliği gibi faktörlerle nüks edebileceğini belirten Dr. Levent Turhan, “Örneğin; sonbahar/kış mevsiminde depresyon tetiklenirken, ilkbahar/ yaz aylarında ise genellikle mani atağı (taşkınlık ve coşku) görülüyor” diyor. Bipolar bozuklukta iş kaybı, boşanma, maddi kayıplar gibi önemli sorunlar yaşanabildiğini, atak gelmediğinde ise genellikle kişinin normal bir hayat sürdüğünü ya da çok az belirti olduğunu söyleyen Dr. Levent Turhan “Hastalık korkutucu görünse de iyi bir tedaviyle bu olumsuz durumlar engellenip, kişi yaşamına normal olarak devam edebilir.” diyor.