Yazılar

Çağın hastalığı eko-kaygı

İklim değişikliği yalnızca buzulların erimesine, sıcaklıkların artmasına ya da kuraklıkların yaşanmasına neden olmuyor; aynı zamanda iç dünyamızı da sessizce değiştiriyor. Yaşadığımız kaygılar, belirsizlikler ve geleceğe dair umut kaybı, bu krizin ruh sağlığımıza bıraktığı görünmeyen izleri oluyor. Aşırı sıcaklar, kuraklıklar, su sıkıntısı, orman yangınları ve seller gibi olaylar her geçen gün daha sık yaşanıyor ve bunların insan yaşamını nasıl etkilediğine dair haberler sürekli gündemde yerini alıyor. Bu olayların sadece çevresel değil, aynı zamanda sağlık ve ruh sağlığı üzerindeki etkileri de gitgide daha görünür hale geliyor.

Psikolojik dayanıklılık bu konuda önem arz ediyor. “Psikolojik dayanıklılık, geliştirilebilir bir kapasitedir ve bu süreçte atılabilecek adımlar, hem bireyin içsel gücünü artırabilir hem de toplumsal dayanışmayı besleyebilir” diyen Memorial Antalya Hastanesi Psikiyatri Bölümü’nden Uzm. Dr. Fatma Arkaz, gelecek kaygısı konusunda atılması gereken adımlardan bahsetti.

Dr. Fatma Arkaz

Dr. Fatma Arkaz

İklim değişikliği ruh sağlığını olumsuz etkiliyor

İklim değişikliği; insan kaynaklı faaliyetlerin, küresel atmosferin bileşimini doğrudan ya da dolaylı biçimde etkilemesi sonucunda ortaya çıkan uzun vadeli iklimsel farklılaşmalar olarak tanımlanmaktadır. İklim değişikliği, beklenenden çok daha hızlı bir şekilde meydana gelmekte ve bu hız onu bir iklim krizi haline getirmektedir. İnsanlık için varoluşsal bir tehdit oluşturan bu kriz, sağlık tehlikelerinden biri olarak karşımıza çıkmaktadır. İklim değişikliğinin zihinsel ve duygusal dünyamızı da etkilediğini anlamaya başladıkça, bu etkilere isim verebilmek için yeni kavramlar gelişiyor. Örneğin, “ekolojik yas” ve “eko-kaygı”, insanların iklim değişikliğiyle birlikte hissettiği kayıp ve endişeleri tanımlamak için kullanılan yeni terimlerdir.

Toplum olarak desteğe ihtiyaç var

Eko-kaygı, aslında iklim krizine verilen doğal ve insani bir tepkidir. Ancak zamanla bu kaygı, bireylerin toplum ve gelecek hakkındaki umutlarını sarsabilir; yerini öfke, umutsuzluk ya da çaresizlik gibi duygular alabilir. Artan sıcaklıklar, zaten var olan ruhsal sorunları daha da ağırlaştırabilirken; aşırı hava olayları ve doğal afetler, insanların yaşadığı travmaların sayısını da artırıyor. Bu durum, toplum genelinde ruh sağlığı alanında daha fazla desteğe ihtiyaç duyulacağını açıkça ortaya koyuyor.

Umutsuzluğa sürüklüyor…

İklim krizine karşı yürütülen mücadele yalnızca doğayı korumakla sınırlı olmamalı, insanın iç dünyasını da onarmayı hedeflemelidir. Çünkü bu kriz, sadece ekosistemleri değil; kişilerin umutlarını, güven duygusunu ve geleceğe dair hayalleri de sarsmaktadır. Bu yüzden çözüm arayışları, bireysel çabaların ötesine geçip toplumsal bir dayanışma ve ruhsal iyileşme sürecine dönüşmelidir. Doğayla kurulan bağ güçlendikçe, sadece ağaçlar değil; içimizdeki denge ve huzur da yeniden filizlenebilir.

Bilinçlenerek güçlenmek mümkün!

Ruh sağlığını korumak ve güçlendirmek için doğayla ve toplumla yeniden bağ kurmalı, bilinçli tercihler yapmalı ve dayanışma içinde olunmalıdır. Çünkü iklim krizi, sadece fiziksel değil, aynı zamanda psikolojik bir müdahale alanıdır.

Ruh sağlığını olumlu yönde etkilemek için şunlara dikkat edin;

  • Doğayla yeniden bağ kurun: Doğa, insan psikolojisi için güçlü bir iyileştirici kaynak olabilir. Parkta yürüyüş yapmak, toprağa dokunmak ya da sadece bir ağacın altında oturmak bile stres seviyesini azaltabilir. Bu tür deneyimler, bireyin doğayla olan bağını güçlendirerek yalnızlık hissini hafifletir ve aidiyet duygusunu besler.
  • Çevre dostu yaşam tarzını benimseyin: Günlük yaşam alışkanlıklarımızı değiştirmek, hem çevresel etkileri azaltır hem de bireyin psikolojik iyilik halini destekler. Daha az tüketmek, atık üretimini azaltmak, geri dönüşüme önem vermek, yürümeyi ya da bisikleti tercih etmek gibi adımlar, bireye sorumluluk duygusu ve tatmin hissi kazandırır. Küçük de olsa bir katkı sağladığını bilmek, çaresizlik hissinin önüne geçer ve içsel bir güçlenme sağlar.
  • Duygularla sağlıklı şekilde başa çıkmayı öğrenin: Eko-kaygı ya da çevresel belirsizlik karşısında hissettiğimiz stres ve korkular, bastırılmak yerine tanınmalı ve sağlıklı yollarla ifade edilmelidir. Farkındalık (mindfulness), nefes egzersizleri, sanatla uğraşmak, yazı yazmak veya profesyonel psikolojik destek almak, duygusal dengeyi korumaya yardımcı olabilir. Duygularla baş etmek, eyleme geçmenin ve umut üretmenin ilk adımıdır.

Şeker hasatları nasıl oruç tutmalı

Diyabet hastalarının yedikleri yiyecekler, aldıkları toplam kalori, karbonhidrat, lif, yağ, tuz ve şeker gibi detaylar konusunda daha dikkatli olmaları gerekir. Bunların hepsi kan şekeri seviyelerini etkileme potansiyeline sahiptir. Diyabet gibi kronik rahatsızlığı olan ve oruç tutmayı seçen herkes, sorun yaşamamak veya rahatsızlığının kötüleşmesini önlemek için doktor kontrollerini ihmal etmemeli, Ramazan ayı başlamadan oruç süreci ile ilgili doktoruyla detaylıca görüşmelidir. Ancak bu sayede kişilerin kronik bir rahatsızlığı olsa bile, doktor kontrolünde oldukları sürece güvenle oruç tutulabilirler.

Memorial Antalya Hastanesi Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Bölümü’nden Uz. Dr. Gökhan Yazıcıoğlu, kan şekeri düşüklüğü “Hipoglisemi” hakkında bilgi verdi ve hangi şeker hastalarının nelere dikkat ederek oruç tutabileceğine dair önerilerde bulundu.

Dr. Gökhan Yazıcıoğlu

Dr. Gökhan Yazıcıoğlu

Oruç tutmak hipoglisemiye yol açabilir

Şeker hastalarının gün içinde az ve sık yemek yemeleri, kan şekeri düzeylerini belirli bir seviyede tutabilmeleri için büyük önem taşır. Oruç nedeniyle uzun süre aç kalmak, kan şekeri seviyesinin tehlikeli sınırlara düşmesine neden olarak hipoglisemi ataklarına yol açabilir. Ayrıca oruç süresince susuz kalınmasından kaynaklanan dehidrasyon da şeker hastalarında sorun yaratabilir.

Kan şekeri düşüklüğü yani hipoglisemi; bulanık görme, baş ağrısı, baş dönmesi, terleme ve baygınlık hissi gibi belirtilerle kendini gösteren önemli bir sağlık sorunudur. Hipoglisemi, uygun müdahale yapılmadığı durumlarda bilinç kaybına neden olabilir.

Her şeker hastasına oruç önerilmiyor

Sağlıklı olan kişilerde kan şekeri düşüklüğü vücut tarafından normal seviyelere çıkarılabilirken, şeker hastalarında bu durum bilinç kaybolması gibi hayatı tehdit edebilen ciddi sonuçlara yol açabilir. Şeker hastalarının oruç tutması doktorunun onayı ve hastalığının durumuna bağlıdır. Özellikle şeker düşürücü bazı grup ilaçlar ve insülin kullanan hastaların oruç tutması sakıncalıdır.  Şeker hastalarının oruç tutması hastalığın durumu, komplikasyonların olup olmaması, kullanılan ilaçlar gibi birçok faktör göz önüne alınarak uzman doktor tarafından değerlendirilmesi gerekir.

Doktor kontrolünde oruç tutulabilir

Şeker hastalığının başlangıç aşamasında olan; günde yalnızca bir tek ve şeker düşüklüğüne neden olmayan ilaç kullanan hastaların oruç tutması, doktorlarından da onay alınarak mümkün olabilir.

Oruç tutabilecek grupta yer alan şeker hastalarının Ramazan ayında herhangi bir sağlık sorunu yaşamamaları için dikkat etmesi gereken önemli noktalar şunlardır;

  • İftar yemeğini uzun saatlere yayın

Şeker hastalarının kan şekeri seyrinde küçük dalgalanmalar olmalıdır. Oruç tutmanın getirdiği uzun süren açlık sonrasında iftarda çok hızlı yemek yemek kan şekerini birden ve hızlı bir şekilde yükselteceğinden zararlıdır. Bu nedenle iftarda zamana yayarak yemek yenmeli, iftara çorba ile başlanmalı, çorbadan sonra yemeye ara verilmelidir. Sulu sebze yemekleri tercih edilmeli ve aşırı ekmek tüketilmemelidir.

  • Sahurda ağır yiyeceklerden uzan durun

Sahurda ağır, vücudu zorlayacak yiyecekler tüketilmemelidir. Kahvaltılıklar tercih edilmelidir.

  • Sahura kadar sıvı tüketimine dikkat edin

Oruç nedeniyle oluşan sıvı kaybı, şeker hastalarında sıklıkla görülen yüksek tansiyon için kullanılan ilaçlar ile birlikte vücutta sıvı ve bazı önemli minerallerin eksikliğine yol açabilmektedir. İftardan sahura kadar geçen süre içinde sıvı tüketimi iyi ayarlanmalıdır. Vücudun sıvı ihtiyacı mümkün olduğunca sağlanmalıdır. Tuz kaybı da yerine konulmalıdır. Sıvı kaybının şeker hastalarında böbrek sorunlarını ortaya çıkarabildiği unutulmamalıdır.

  • Gün içinde kan şekerinizi birkaç defa ölçün

Şeker hastaları gün içinde birkaç defa, iftara kadar, kan şekeri ölçme cihazlarıyla şeker düzeylerini kontrol etmelidir. Şekerin düşme eğilimine girdiğini gördüğü takdirde de, gerekirse bir sağlık kurumuna başvurulmalıdır.

Kronik mide ekşimesi yemek borusu kanserine yol açabilir!

Çoğunlukla erkeklerde görülen yemek borusu (özefagus) kanseri dünya çapında kanserle ilişkili ölümlerin önde gelen nedenlerinden biridir. Yemek borusu kanseri, boğazınızı midenize bağlayan tüp olan yemek borusunda gelişir. Tümörler, yemek borusunun iç astarı olan mukozada ortaya çıkar. Toplumun yemek borusu kanseri nedenleri ve belirtileri hakkında yeterli bilgiye sahip olmaması, hastalığın önlenmesi veya başarıyla tedavi edilmesinin önündeki en büyük engellerdir.

Tedaviden olumlu sonuç almak için erken teşhis büyük önem taşımaktadır. Belirtilerden biri veya birkaçı görüldüğünde doktora başvurmak ve gerekli tetkikleri yaptırmak kanserin hayati tehdidinden korumaya yardımcı olacaktır. Memorial Antalya Hastanesi Göğüs Cerrahisi Bölümü’nden Prof. Dr. Abdullah Erdoğan, yemek borusu kanseri hakkında bilinmesi gerekenleri anlattı.

Prof. Dr. Abdullah Erdoğan

Prof. Dr. Abdullah Erdoğan

Beslenme şekli önemli bir risk faktörü

Yüksek oranlarda yemek borusu kanseri görülen ülkelerin başında gelen doğu toplumlarında (Çin, Hindistan, Japonya gibi ülkelerde), yemek borusu kanserine yol açtığı kanıtlanan en önemli etkenlerin başında beslenme şekli ve besinlerin hazırlanmış biçimi gelmektedir. Örneğin tütsülenmiş balık yani tütsüleme tekniği önemli bir risk faktörüdür.

Alkol tüketimi de önemli rol oynuyor

Genel olarak toplumlarda aşırı alkol tüketimi yemek borusu kanserinin diğer bir önemli risk faktörüdür. Özellikle Batı toplumlarında aşırı alkol kullanımı beslenme şekline göre daha ön plana çıkmaktadır. Öte yandan ülkemize bakıldığında, özefagus kanseri Doğu Anadolu bölgesinde diğer bölgelere göre daha sık görülür. Bunun sebeplerinden bazıları aşırı sıcak çay vb tüketimi ile birlikte uygunsuz şekilde yapılmış mangal-et pişirme yöntemleridir. Mangal yapımında besinin aşırı sıcakta kömürleşecek kadar fazla pişirilmesi, besinin moleküler yapısını bozar ve kanserojen hale dönüşümüne yol açabilir.

Özetle sebze ve meyveler de dahil olmak üzere tüm besinlerin doğal olarak hazırlanması ve tüketilmesi özefagus kanseri riskini azaltır.

Diğer risk faktörleri de şunlardır;

  • Tütün ve tütün ürünleri kullanımı
  • Kronik mide ekşimesi veya asit reflüsü
  • Gastroözofageal reflü hastalığı (GERD)
  • Barrett özofagusu, bazen GERD’li kişilerde gelişen bir durum
  • Akalazya, alt özofagustaki kasların nadir bir rahatsızlığı

Yutma güçlüğüne dikkat!

Hastalığın erken evresinde yaygın olarak görülen ilk belirti, katı yiyecekleri yutma güçlüğüdür. Şikayetler tanıdan birkaç ay önce başlamakta; ancak hasta tarafından sıradan bir yutma güçlüğü olarak algılandığı çoğu zaman şikayetlerinin ne anlama geldiği bilinmemektedir. Hastalığın diğer belirtileri göğüste ağrı ve kanlı öksürüktür. Yemek borusu kanseri tümörü hastalarında görülen ani kilo kaybı da (bir ayda 6-7 kilo kaybı) diğer bir belirtidir. Ayrıca ses kısıklığı, mide ekşimesinin kötüleşmesi de görülebilir.

Erken evrede cerrahi yüz güldürüyor

Yemek borusu kanserinin erken evrede tedavisi için yemek borusu alınır ve mide ya da kalın bağırsaktan bir tüp oluşturarak yemek geçişi sağlanır. İleri evrede yapılacak tedavinin şekli ve kapsamı, hastalığın ne kadar yayıldığına bağlı olarak değişiklik gösterir. Gelişen teknolojilerin kullanıldığı yöntemler sayesinde hasta açısından daha konforlu ameliyatlar uygulanabilmektedir. Ameliyat öncesinde hastaya kemoterapi ve radyoterapi yöntemleri kullanılabilmektedir.

Hastaya tedavi edici bir ameliyat yapılamıyorsa, öncelikle yemek borusu içinde açılan ve yemek geçecek kadar yer açan “stent” kullanılmaktadır. Hastalık çok ileri düzeyde ise mideye takılan bir beslenme tüpü yardımıyla hastanın hayatını devam ettirmesi sağlanmaktadır.

İnsülin direncinin 5 belirtisi

İnsülin direncinin 5 belirtisi

İnsülin direnci; vücudun, pankreasın kan şekeri seviyelerini düzenlemek için gerekli olan bir hormon olan insüline olması gerektiği gibi tepki vermediği karmaşık bir durumdur. Çeşitli genetik ve yaşam tarzı faktörleri insülin direncine neden olabilir. Genellikle “Su içsem yarıyor”, “Herkesten az yiyorum, spor da yapıyorum ama kilo veremiyorum”, “Zor verdiğim kiloları hızla geri alıyorum” diyen kişilerde insülin direnci yüksek olmaktadır. Bu nedenle son dönemlerde kilo ve yağlanma ile ilgili sorun yaşayanların insülin direncini kontrol ettirmesi önem taşır. Memorial Antalya Hastanesi Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Bölümü’nden Uzm. Dr. Gökhan Yazıcıoğlu, vücudun yağ depolamasını artıran insülin direnci yüksekliği ve tedavisi hakkında bilgi verdi.

Dr. Gökhan Yazıcıoğlu

Dr. Gökhan Yazıcıoğlu

İnsülin salgılaması arttığında vücut yağ depolamaya başlar

İnsülin direnci; kaslardaki, yağdaki ve karaciğerdeki hücrelerin insüline iyi yanıt vermemesi ve kandan glikozu kolayca alamamasıdır. Sonuç olarak pankreas, glikozun hücrelere girmesine yardımcı olmak için daha fazla insülin üretir. Şekeri kontrol altına alabilmek için gereğinden fazla salgılanan insülin, vücuda yağ depolama emri verdiğinden kilo alımına, vücutta yağ birikimine neden olur.

Pankreas, hücrelerin insüline karşı zayıf tepkisinin üstesinden gelmeye yetecek kadar insülin üretebildiği sürece kan şekeri düzeyi sağlıklı bir aralıkta kalacaktır. Hücreler insüline karşı çok dirençli hale gelirse, bu kan şekeri düzeylerinin yükselmesine (hiperglisemi) yol açar; bu da zamanla prediyabet ve Tip 2 diyabete yol açar.

Tip 2 diyabetin yanı sıra insülin direnci, aşağıdakiler de dahil olmak üzere diğer bazı durumlarla da ilişkilidir:

  • Obezite
  • Kalp- damar hastalığı
  • Alkolden bağımsız karaciğer yağlanması
  • Metabolik sendrom
  • Polikistik over sendromu (PCOS)

Dr. Gökhan Yazıcıoğlu

 İnsülin direnci bazı kanserleri bile tetikleyebilir

Yağ depolaması genellikle karın bölgesinde olur. Aynı zamanda karaciğer ve damarlar da yağlandığı için insülin direncin ciddi hastalıklara yol açabilir. Şeker hastalığının %90’ınını oluşturan Tip 2 diyabetin başlangıcında insülin direnci mutlaka görülür. Zaman içinde insülin direnci arttıkça daha fazla insülin salgılamak zorunda kalan pankreas yorulur ve yetersiz kalır. Pankreasın şekeri kontrol altına alamaması sonucunda da şeker hastalığı ortaya çıkar. İnsülin direnci damar sertliği sürecini de hızlandırır; kalp krizi riski artar, hatta bazı kanserleri bile tetikleyebilir.

İnsülin direncinin şu belirtilerine dikkat!

  1. Ağır bir yemek sonrası veya şekerli bir gıda yedikten sonra gereğinden fazla bir ağırlık hissi, uyku hali oluşması
  2. Yemekten sonra şekerin kontrolsüz olarak düşmeye başlamasıyla el titremesi
  3. Terleme
  4. Mide kazınması şikayetleri
  5. Kilo almanın kontrol edilememesi, iştah artışı

İnsülin direnci yüksek olan kişilerde özellikle kilo vermek zordur. Vücut sürekli yağ depolanmasını söyler.  Bu nedenle yağların yakılması mümkün olmaz. Orantısız salgılanan insülin kan şekerinde düşmelere yol açtığından; nasıl insan susuz kalır ve canı devamlı su içmek isterse, şekerli yiyeceklere karşı, kontrol edilemez bir iştah oluşur. Bu nedenle, insülin direnci olan hastalar verilen diyete uyamazlar ve kilo veremezler.

İnsülin seviyesi normale döndüğünde hızla kilo veriliyor

İnsülin direnci tedavisinde kan testi yapılarak direnç seviyesinin ölçülmektedir. Direncin yüksek olduğu kişiler için öncelikle doğru diyet ve egzersiz planlaması yapılması gerekir. Buna rağmen düzelme görülmezse 2-3 ay ya da en fazla 6 aylık tedavilerle seviye normale döndürülebilir. İnsülin direnci seviyesi normale döndüğünde de kilo vermenin önündeki engel kalkar, hastalar hızla kilo verir ve de iştahları anında kesilir. En önemlisi kalp hastalığı riski, kanser tiplerine yatkınlık, şeker hastalığı da bu sayede önlenecektir.

Çocuklarınızı obeziteden nasıl koruyacaksınız!

Çocuklarınızı obeziteden nasıl koruyacaksınız!

Çocuklukta obezite, çocukları ve ergenleri etkileyen ciddi bir sağlık sorunudur. Obezite günümüzde çocukları, bir zamanlar yetişkinlerin sorunu olarak kabul edilen diyabet, yüksek tansiyon ve yüksek kolesterol gibi sağlık sorunlarına sürüklemektedir. Çocuklukta obezite aynı zamanda özgüven eksikliğine ve depresyona da yol açabilir. Çocukları obeziteden korumak için en iyi stratejilerinden biri, tüm ailenin yeme ve egzersiz alışkanlıklarını iyileştirmektir. Çocuklukta obeziteyi tedavi etmek ve önlemek, çocuğun sağlığının şimdi ve gelecekte korunmasına yardımcı olur. Memorial Antalya Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Bölümü’nden Uz. Dr. Eser Akkuş, çocuklarda obezite konusunda dikkat edilmesi gerekenleri anlattı.

Dr. Eser Akkuş,

Dr. Eser Akkuş,

Obezite çocukları toplumdan soyutlayabilir

Çocuklarda obezite, pek çok etkenin bir araya gelmesi ile ortaya çıkabiliyor. Bunlar, annenin çocuk dünyaya gelmeden karşılaştığı problemlerden aile içindeki çatışmaya kadar geniş bir yelpazede görülebiliyor. Araştırmalar obez çocukların dış görünüş açısından arkadaşları tarafından daha zor kabul edildiğini, aileleriyle daha çok tartıştıklarını, sosyal aktivitelerle ilgilenmediklerini veya arkadaş edinmekten korktuklarını, dolayısıyla psikolojik olarak kötü etkilendiklerini göstermektedir.

 Şişmanlık çocuğun değil ailenin başa çıkması gereken bir sorun!

Çocukların büyüme ve gelişim süreci devam ettiğinden çocuklar için zayıflama diyetleri önerilmemektedir.  Onları sağlıklı ve dengeli beslenmeye yönelik davranış değişikliğine ve uygun bir egzersiz programına yönlendirerek kilo kaybı sağlanmalıdır. Bu yöntemle tedavi süresince çocuklar kilo yüzünden stres altında kalmadan, sağlıklı diğer akranları gibi normal büyüme ve gelişme sürecini yakalayabilmektedirler.

Ayrıca; obezitenin önlenmesi ve tedavi edilme sürecinde ebeveynlerin tutumu da çok önemlidir. Böyle bir durumda çocuklar kendilerini dışlanmış hissederler. Bu nedenle çocukta sorunun sadece kendi için kötü bir problem olmadığını anlamasına; ailenin kendisi için çaba harcadığını düşünmesini sağlamaya ve onu cesaretlendirmeye çalışmak gereklidir.

Çocuklarda obezitenin önlenmesi için ailelere düşen görevler şunlardır; 

  1. Kesinlikle “şişman çocuk sağlıklıdır, ileride boya gider” diye düşünmeyin.
  2. Çocuğunuzu kendiniz diyete sokmayın. Sağlıklı ve dengeli beslenme alışkanlığı kazandırmak için mutlaka bir beslenme ve diyet uzmanından yardım alın.
  3. Günde en az 30 dakika fiziksel aktivite yapmalarını sağlayacak ortam oluşturun.
  4. Çocuğunuzun okulun spor etkinliklerine katılmasını sağlayın.
  5. Beraberken basit yürüyüşler yapın, yürüme mesafesindeki yerlere arabayla değil yürüyerek gitmeye çalışın.
  6. Saatlerce televizyon ve bilgisayar önünde zaman geçirmesini önleyecek fiziksel aktivite içeren faaliyetler yaratmaya özen gösterin ve gerektiğinde onlara eşlik edin.
  7. Yemek hazırlarken çocuğunuzun da size yardım etmesini sağlayın.
  8. Yemek saatlerini düzene koyun ve beraber yemek masasına oturun.
  9. Çocuğunuza yavaş yeme alışkanlığı kazandırın.
  10. Çocuğunuza su içme alışkanlığı edindirin
  11. Çocuğunuzun tek tip beslenmesini önleyin, tabağında çeşitliliği sağlayın.
  12. Büyük porsiyonları azaltın ve ideal porsiyonlara alıştırın.
  13. Sevmediği bir yemeği reddetmesi halinde, ısrar etmeyin iki gün sonra tekrar o yemeği sunun, düzenli aralıklarla o yemeği tüketmesini sağlayın.
  14. Sizin yemeyi sevmediğiniz hiçbir şeyi çocuğunuzun da yemesini beklemeyin.
  15. Fast food, şeker, bisküvi ve çikolata gibi besinleri tamamen yasaklamayın, çünkü yasaklar onları daha çekici yapacağı için zaman zaman onları dengeli olarak tüketmesine izin verin.

Yaz gribinden korunmanın yolları

Yaz gribinden korunmanın yolları

Yaz aylarının gelmesiyle kişilerde ateş, halsizlik, kas ağrıları gibi grip belirtileri görülebiliyor. Yaz gribi olarak adlandırılan ve grip ile benzer belirtiler gösteren “Lejyoner Hastalığı”, kış mevsiminde yakalanılan gripten çok daha farklı bir hastalık olarak görülüyor. Klima hastalığı olarak da adlandırılan lejyoner hastalığı; ateş, halsizlik, kas ağrıları, daha sonraki süreçte de öksürük, balgam çıkarma, derin nefes alma isteği gibi belirtilerle ortaya çıkıyor ve kış gribinden farklı bir tedavi gerektiriyor. Memorial Antalya Hastanesi Kulak Burun Boğaz Bölümü’nden Doç. Dr. İsmail Önder Uysal, yanlış klima kullanımı nedeniyle ortaya çıkan “Klima hastalığı” olarak da bilinen “Lejyoner hastalığı” ve tedavisi hakkında bilgi verdi.

Memorial Antalya Hastanesi Kulak Burun Boğaz Bölümü’nden Doç. Dr. İsmail Önder Uysal

Doç. Dr. İsmail Önder Uysal

 Yavaş yavaş hasta ediyor

Havaların yüksek sıcaklıklara ulaştığı yaz aylarında soğuk algınlığı ortaya çıkabilir ve kendini grip, nezle, üşütme gibi belirtiler ile gösterebilir. Ancak halk arasında bilinen adı ile “yaz gribi” ifadesi kışın yakalanan gripten çok farklı bir anlam içerir. Yaz gribinin gerçek adı ‘Lejyoner hastalığı’ veya ‘Klima Hastalığı’dır. Grip ile benzer belirtiler gösterse de hastalığın sebep olduğu organizmalar gribe göre çok farklıdır. Öncelikle bu hastalık kişiden kişiye bulaşmaz. Hastalık mikrobu; su tesisatlarında, soğutma kulelerinde, havalandırma sistemlerinde çoğalarak bulaşır. Bu cihazların içinden geçen suların zerreciklerinin solunması veya istem dışı nefes yollarına kaçması ile ortaya çıkar. Günler içinde kişinin yavaş yavaş hastalanmasına neden olur.

Lejyoner hastalığının belirtileri şöyle sıralanabilir;

  • Baş ağrısı
  • Kas ağrısı
  • Titreme
  • 40 °C veya daha yüksek ateş

İkinci veya üçüncü günde aşağıdakileri içerebilecek başka belirtiler de görülebilir;

  • Mukus ve bazen kan getirebilen öksürük
  • Nefes darlığı
  • Göğüs ağrısı
  • Mide bulantısı, kusma ve ishal gibi gastrointestinal semptomlar
  • Zihinsel bulanıklık

Kış gribinde kullanılan ilaçlar etkili olmuyor!

Lejyoner Hastalığı tedavisinde kesinlikle daha önce kış gribi ve soğuk algınlığında kullanılan ya da çevreden tavsiye edilen ilaçlar dikkate alınmamalıdır. Mutlaka bir kulak burun boğaz hastalıkları veya göğüs hastalıkları uzmanına muayene olunarak, doktorun tavsiye ettiği ilaçlar kullanılmalıdır. Bu hastalığa en başından yakalanmamak için de çeşitli önlemler alınabilir. Klimaların ve havalandırma sistemlerinin genel bakım ve temizlikleri ile periyodik filtre değişikliklerinin zamanında yapılması; havuzların bakım, ilaçlama, havalandırma işlemlerinin; su değişimi, zemin temizliği ve havuz suyu boşaltılarak yapılan detaylı zemin temizliğinin zamanında ve özenle yapılması bu önlemler arasında sıralanabilir.

Doğru klima kullanımı

Yazın klima kullanımı genel olarak minimum düzeyde olmalıdır. Ancak klima kullanılması gerekiyorsa, klimanın sık sık kapatılması bir süre bekledikten sonra tekrar açılması, hafif ama kesintisiz birkaç saat çalıştırılması,  sıcaklık ayarının çok düşürülmemesi, ideal serinliği elde edecek şekilde kurulması, bakımlarının düzenli olarak yaptırılması ve filtrelerinin zamanında yenilenmesi çok önemlidir. Uyunacak olan odanın pencere yoluyla havalandırılması, klima ile serinletilmesinden daha sağlıklıdır.

Yaz gribinden korunmak için klima kullanırken bunlara dikkat edin;

  1. Gün boyu yaklaşık her saat başı bir bardak su içilmelidir.
  2. Klima yaklaşık 22 – 23 derece civarında bir sıcaklıkta tutulmalıdır.
  3. Soğuk hava çıkış hızı (üfleme) en düşük şiddette olmalıdır.
  4. Soğuk hava çıkış yönü odanın tavanına dönük olmalı, sabit kalmalıdır.
  5. Klima uyuyan kişilerin üzerine direkt yönlenmemelidir.
  6. Hem pencere hem klimanın açık olduğu bir odada uyumak doğru değildir.
  7. Üşüme hissiyle uyanıldığında klimayı kapatılmamalı, sıcaklık ayarı 3 – 4 derece artırılmalıdır.

Akciğerde neden sıvı birikir?  

Akciğerde neden sıvı birikir?  

Bazı hastalıkların sonucunda akciğerlerde sıvı birikebiliyor ve bu sıvı akciğerlerdeki birçok hava kesesinde toplanarak nefes almayı zorlaştırıyor.  Plevral efüzyon olarak adlandırılan akciğerlerde sıvı birikmesi, çoğu zaman kalp problemlerinden kaynaklanıyor ancak akciğerde sıvı farklı nedenlerle de gelişebiliyor. Bu tablonun vakit kaybedilmeden tedavi edilmesi hayati önem taşıyor. Memorial Antalya Hastanesi Göğüs Cerrahisi Bölümü’nden Prof. Dr. Abdullah Erdoğan, akciğerlerde sıvı birikmesi hakkında bilinmesi gerekenleri anlattı.

Prof. Dr. Abdullah Erdoğan

Sıvı akciğerin çalışmasını engelliyor

Akciğerin dışında göğüs kafesinin içinde plevral aralık diye adlandırılan bölgede sıvı birikmesine plevral efüzyon ya da plevral sıvı denir. Plevral sıvı akciğere yaptığı basıyla akciğerin çalışmasını bloke eder ve bazı rahatsızlıklara neden olur. Akciğerde sıvı birikmesinin diğer adı akciğer ödemidir. Akciğer ödemi akciğerin içinde havalanmayı sağlayan alveoler denilen akciğer keseciklerinde sıvı birikmesidir.

Akciğerde sıvı birikmesine neden olan etkenler şu şekildedir;

Plevral efüzyon sıvı akciğeri sıkıştırdığı ve çalışma alanı bırakmadığı için şikayet oluşturur. Plevral efüzyon yani akciğerde sıvı birikmesinin pek çok sebebi vardır. Bir kısmı akciğerin kendisine ait sebeplerken diğer bir kısmı da akciğer dışında başka hastalıklardan kaynaklanır.

  • Zatürre
  • Akciğer kanseri
  • Akciğer apsesi
  • İnterstisyel akciğer hastalığı
  • Kalp yetmezliği
  • Romatizmal hastalıklar
  • Metabolizma bozukluğu
  • Böbrek yetmezliği

Bazen lenfoma ya da lenf sistemi hastalıkları gibi mediastinal hastalıklarda da plevrada sıvı birikebilir. Bu sıvı şilotoraks olarak adlandırılır ve yenilen besinlere bağlı olarak, o besinlerden emilen yağların lenf sisteminde hareketini bozduğu için plevral alanda birikmesiyle ortaya çıkar.

Başlıca belirti nefes darlığı

Akciğerde sıvı birikmesinde görülen başlıca belirti nefes darlığıdır. Nefes darlığıyla birlikte karın ile sırt arasında kalan bölgede yan ağrısı diye betimlenen ağrı eşlik edebilir. Tek taraflı sıvı birikiminde ağrı nefes darlığından daha çok olabilir. Ama iki taraflı sıvı birikiminde ikisi de görülür. Nefes darlığıyla gelen hastalarda fizik muayenede akciğerden sesler alınmayabilir ve şüphe ortaya çıkarır. Uzman doktor toraks grafisi ister. Grafide sızı görüntüsü belirgindir. Gerekli görüldüğü takdirde tomografiyle de kesin tanı konabilir.

Sıvı iğne ile boşaltılıyor

Tedavide bu sıvının sebebini, neden ortaya çıktığını belirlemek gerekir. Kalp yetmezliği, romatizmal hastalık, böbrek yetmezliği gibi sistemik hastalığa bağlı problemlerde ilgili hastalığın tedavi edilmesiyle sıvı kendiliğinden azalır ama kanser, zatürre, lenfoma gibi akciğerin kendisine ait sıvı birikiminde sıvının oradan uzaklaştırılması ve etken olan sebebin tedavi edilmesi gerekir. Sadece sıvı ve zatürre varsa sıvı iğne ile ya da göğse diren takılarak boşaltılabilir ve böylelikle tedavi saplanır. İğne ile boşaltmanın adı torasentez, tüp takarak boşaltmanın adı tüp torakostomidir. Altta yatan hastalık tedavi edildikten sonra sıvı bittiği zaman tüp çekilir hasta hayatına devam eder.

Kırmızı pancar neden tüketmeliyiz

Kırmızı pancar neden tüketmeliyiz

Kırmızı pancar besleyici ve sağlıklı bir gıda olarak hemen hemen her öğünde sofralarda yer alabiliyor. Yemeklerde, mezelerde, salatalarda ya da tek başına hem rengi hem de tadı ile öne çıkıyor. Peki kırmızı pancarın faydalarını biliyor musunuz? Memorial Antalya Hastanesi’nden Dyt. Berna Ertuğ pancarın faydaları hakkında bilinmesi gerekenleri anlattı.

Pause Dergi

Dyt. Berna Ertuğ

Pek çok besinde tercih ediliyor

Kış sebzelerinin baş tacı kırmızı pancar ıspanak ailesinden bir kök sebzedir. Şeker pancarı ile aynı aileden gelir ancak beslenme açısından farklıdır. Şeker pancarı beyazdır ve üreticiler bunları şeker çıkarmak ve işlenmiş gıdaları tatlandırmak için kullanma eğilimindedir. Kırmızı pancarın ise kök veya yaprakları salatalar, çorbalar ve turşularda sıklıkla tercih edilir ve doğal renklendirici olarak da kullanılır. Kırmızı pancar betalain denilen ve pancar kökünde bulunan bir pigment içerir. Bu pigment bitkilere tat ve renklerini vererek, bitkilerin bağışıklık sistemini oluştururlar.

Kırmızı pancarın 100 gramındaki besin değerleri aşağıdaki gibidir;

  • Enerji: 44 kkal
  • Karbonhidrat:8,02 g
  • Protein:1,23g
  • Yağ: 0,52 g
  • Lif: 1,28 g

Kabızlık ve sindirim problemlerine sorununa iyi geliyor

Kırmızı pancar yüksek oranda vitamin C, A ve folat; minerallerden de potasyum, sodyum, kalsiyum, magnezyum ve fosfor içerir. İçerdiği besin değerlerinden dolayı yapılan son çalışmalara göre kırmızı pancarın; kan basıncını düşürmek, sindirimi iyileştirmek, bağışıklığı desteklemek gibi sağlığa katkısı olduğu düşünülmektedir. Yetişkin bir birey için günlük 25-30 gr lif tüketimi gereklidir. 100 gr pancar 1,28 gr lif içerdiği için neredeyse günlük ihtiyacın yaklaşık %4,5’nu karşılamaktadır. Bu yüzden kırmızı pancar tüketimi sindirim sistemini dengeler ve kabızlık problemlerinde destekleyicidir.

Kalp sağlığını destekliyor

Yüksek tansiyon, kardiyovasküler hastalık için birincil risk faktörüdür. Doktor takibinde ilaç kullanımı ile beraber Akdeniz tarzı beslenmeye geçiş ve egzersiz yüksek tansiyonu dengelemeye yardımcı olur. Yapılan çalışmalar beslenmede kırmızı pancara yer verilmesini önermektedir. Çünkü çalışmalar kırmızı pancarda bulunan yüksek nitrat ve potasyumun damarları genişlettiğini, kan dolaşımını kolaylaştırdığını, tansiyonu düşürdüğünü göstermektedir.

Atletik performansı artırıyor

Bazı araştırmalar kırmızı pancar suyu takviyesinin, egzersiz sırasında kasların emdiği oksijen miktarını artırabildiğini bulmuştur. 2019’da yapılan bir araştırmada da, yüksek dozda kırmızı pancar suyunun deneyimli bisikletçilerin zamana karşı deneme sonuçlarını iyileştirdiğini göstermiştir. Sonuç olarak egzersizde dayanıklılığı desteklediği için önerilmektedir.

İdrarın kırmızı renk olması mide asidi yetersizliğine işaret

Kırmızı pancar tüketildiği zaman kırmızı idrar veya dışkıya neden olabilir. Bu durum uzmanlar tarafından “beetüri” olarak adlandırılmaktadır. Kırmızı pancardaki betalain asidik ortamda parçalanır. Eğer mide asidi yetersizse betalain yeterince parçalanamaz ve o şekilde emilemez. Bu yüzden idrar veya dışkı rengi değişebilir. Bunlara ek olarak demir eksikliğinin olabileceğinin bir göstergesi olduğu için kırmızı pancardan gelen kırmızı idrara dikkat etmek önemlidir.

Kırmızı pancarın lezzetli şekilde tüketilmesi için öneriler;

  • Çiğ veya haşlanmış kırmızı pancarı rendeleyin veya dilimleyin; lahana salatası veya salatalara ekleyin.
  • Lezzetli bir öğün için keçi peyniri ile kavrulmuş kırmızı pancar tercih edilebilir.
  • Çiğ kırmızı pancarları dilimleyin, üzerine limon suyu ve bir tutam pul biber serperek servis edin.
  • Kırmızı pancar seçerken, boyutuna göre ağır olduğundan ve yüzeyinde hasar belirtisi bulunmadığından emin olun.
  • Pancarın üst kısımları hala yeşilse, taze görünmesi ve solmaması gerekir. Bunları salatalarınızda değerlendirmeyi unutmayın.
  • Pancarları birkaç gün saklamak için sıkıca kapatılmış bir torbada buzdolabında bekletin.
  • Pancarı pişirirken besin değerlerini kaybetmemesi önemlidir. Bu yüzden haşlama süresi 10 dakikadan az olmasına, fırında da 50 dakikayı geçmeyecek şekilde pişirilmesine dikkat edin.

Patolojik yalancılıkla ile başa çıkmanın yolları

Patolojik yalancılıkla ile başa çıkmanın yolları

Bazı insanlar diğerlerinden daha sık yalan söylese de, bu genellikle bir zihinsel sağlık durumunun işareti olmuyor. Ancak patolojik yalan yani yalan söyleme hastalığının farklı bir şekilde değerlendirilmesi gerekiyor. Yalan söyleme hastalığı (mitomani) kişilik bozukluğu gibi, altta yatan bir zihinsel sağlık durumunun bir işareti olabiliyor. Yalan söyleme hastalığı “Patolojik yalan”; antisosyal, narsisistik ve histrionik kişilik bozuklukları dahil olmak üzere çeşitli kişilik bozukluğunun bir belirtisi olarak görülüyor. Borderline kişilik bozukluğu gibi diğer durumlar da sık sık yalan söylemeye yol açabiliyor. Memorial Antalya Hastanesi Psikiyatri Bölümü’nden Uz. Dr. Seda Yavuz, yalan söyleme hastalığı hakkında bilinmesi gerekenleri anlattı.

Pause Sağlık, Pause Dergi

Dr. Seda Yavuz

Başka psikiyatrik rahatsızlıkların belirtisi olabilir

Yalan söyleme hastalığı yani patolojik yalan, yalan söylemenin alışkanlık haline gelmesi durumudur. Psikiyatride mitomani olarak adlandırılır. Bu belirtiye sahip kişilere mitoman denir. Yalan söyleme hastalığı yani “Patolojik yalan” kendi başına bir hastalık değildir, başka psikiyatrik rahatsızlıkların belirtisi olabilmektedir. Bazı kişilik bozuklukları, dürtü kontrol bozuklukları, anksiyete bozuklukları veya depresyon görülen psikiyatri hastalarında yalan söyleme davranışı görülebilir.

Kendileri de yalanlarına inanmaya başlar

Patolojik yalancı, hikayelerini genellikle insanları etkileyeceğine inandığı bir şekilde süsleyen kişidir. Patolojik bir yalancı, normal bir yalancıdan farklı olabilir, çünkü patolojik bir yalancı, söylediği yalanın -en azından toplum içinde- doğru olduğuna inanır ve rolü yapar. Patolojik olarak yalan söyleyen insanlar, günlük olağan iletişimlerinde yalana başvurabilirler ve çoğunlukla bu yalanlara ihtiyaç duyarlar. Yalanlar ve abartmalar olmadan konuşmalarını sürdüremezler. Birey o yalanların içinde kendine hayali bir dünya oluşturur ve söyledikleri yalanlara inanmaya başlarlar.

Yalan makinesi testinden geçebilirler

Bu belirtiye sahip kişiler genellikle odak noktası olmak isterler. Dikkatleri üzerine çekmek için yoğun bir istek ve arzu duyan kişi bunu başarabilmek adına olayları inanılmayacak derecede büyütmeye, abartmaya, dramatize etmeye başlar. Bunu sağlamak için de mecburen yalana başvurur. Patolojik yalancılar genellikle kendilerini doğruyu söylediklerine ikna ederler ve bu da yalan makinesi testlerini ve diğer sorgulamaları değiştirebilir. Bir yalanı yakalandığında, patolojik yalancılar düşmanca davranmaya veya yalan söyledikleri gerçeğini göz ardı etmeye çalışırlar.

Hasta yakınlarının da desteklenmesi gerekiyor

Kişiler “yalan söyleme” şikayetiyle çok nadiren doktora başvururlar. Daha sıklıkla karşılaşılan, kişilerin mecburen tedaviye gelmesi veya getirilmesi ve eşlik eden diğer belirtiler konuşulurken ortaya çıkmasıdır. Mitomani tedavisinde dikkat edilmesi gereken en önemli unsurlardan biri yalan söyleme davranışının başka bir psikiyatrik hastalığın belirtisi olup olmadığı eğer eşlik eden bir ruhsal rahatsızlık varsa buna yönelik; antidepresan, antipsikotik veya sakinleştirici ilaçlar kullanılabilir. Mitomanik kişilerin tedavisinde psikoterapi oldukça önemlidir. Ayrıca teşhis sonrası hasta yakınlarının da psikolojik yönden desteklenmesi gerekir.

Yargılamadan destek almaya yönlendirilmeli

Mitomaninin terapisinde kişilerin kötülük yapma amacıyla değil; psikolojik bir dürtüyle yalan söylediği kabul edilerek, fark edilen yalanlara kızgınlıkla veya suçlamayla tepki gösterilmemelidir. Mitomanik kişilerin yalan söylediği fark edildiğinde, konuşma daha fazla devam ettirilmeden, o noktada sona erdirilebilir. Bu davranış esnasında, yalan söylemeye devam edildiği takdirde, kendisiyle konuşulmayacağı belirtilebilir. Bu gibi negatif pekiştirme davranışlarıyla kişilere doğruyu söyleme alıştırılabilir. Mitomani hastalarıyla yalan konusunda konuşulurken destekleyici olunması faydalıdır. Kendilerine başkalarını etkilemelerine gerek olmadığı hatırlatılabilir. Yargılamadan veya utandırmadan, kişilere bu durumla alakalı profesyonel yardım alınması teşvik edilebilir.

Patolojik yalancı ile başa çıkmak için bunlara dikkat edin;

  1. Öfkelenmemeye çalışın. Ne kadar sinir bozucu bir durum olursa olsun, patolojik bir yalancıyla karşılaştığınızda öfkenizin sizi yenmesine izin vermemek önemlidir.
  2. Bu durumun sizinle ilgili olmadığını unutmayın.
  3. Yardımcı ve destek olmaya çalışın.
  4. Tıbbi yardım almasını önerin.

Kulak tıkanıklığına karşı önlemler

Kulak tıkanıklığına karşı önlemler

Pek çok insan duş alırken veya yüzerken kulağına su kaçtığında kulak tıkanıklığından ya da suyun bir türlü çıkmadığından yakınıyor. Ancak birçok kişi bu durumu “nasıl olsa geçer” diyerek göz ardı ediyor. Hatta kulaktaki suyun çıkması için pamuklu kulak çubuğu gibi kulağa daha da zarar verebilecek nesnelere başvuruyor. Özelikle yaz mevsiminin gelmesi ve yüzme sezonunun açılmasıyla birlikte kulağa su kaçması şikayetleri daha sık görülüyor. Bu durum bazen kişi için herhangi bir soruna yol açmazken, bazen de çeşitli sağlık problemlerine sebep olabiliyor. Memorial Antalya Hastanesi Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Bölümü’nden Prof. Dr. Mustafa Asım Şafak, kulağa su kaçmasının zararlı etkileri ve korunma yolları hakkında bilgi verdi.

Pause Sağlık, Pause Dergi

Prof. Dr. Mustafa Asım Şafak

Dış kulak yolu açıksa tıkanıklık olmaz

Yüzerken veya duş alırken kulağa su kaçması durumunda gelişen tıkanıklık hissi genellikle kendiliğinden açılır. Ancak geçmediği zamanlar da vardır. Dış kulak yolu 20-25 mm kadar uzunlukta hafif virajlı bir tünel gibidir. Tünelin sonunda kulak zarı vardır yani çıkmaz bir yoldur. Kulak yolunun genişliği yaşa ve kişiye göre çok değişkenlik gösterir. Bazı durumlarda kulak yolu genişliği erişkin insanlarda bile birkaç mm gibi son derece dar bir yapıda olabilir. Kulak yolunun normalin dışında dar olduğu bu durumlar istisna tutulursa, kulak zarı bütünlüğü sağlam ise genelde kulak yoluna su kaçması sorun olmaz. Eğer dış kulak yolu açık ise su kulak yoluna girdiği gibi dışarı da çıkacaktır.

Kulağı temiz bir havlu ile temizleyin

Dış kulak yolu cildinin kulak kepçesine yakın dış bölümü tarafından üretilen serümen olarak adlandırılan kulak salgısı vardır. Hafif kahverengi ve sarı rengiyle, krem kıvamında bir salgıdır. Kulak yolu cildi tarafından salgılanır ve kulak yoluna kaçan suların etkisiyle, duş sonrası kulak kepçesine kulak yolunun girişine doğru taşınmış, atılmış olur. Dışarı çıkan bu salgının havlu veya peçete ile temizlenmesi yeterlidir. Kesinlikle daha derin bir temizlik için kulak yolunun içine herhangi bir cisimle girilmemelidir.

Kulağın kirini dışarı atmasına izin verin

Kulak kirinin dışarı atılması önemlidir. Aksi takdirde dışarı çıkmaya çalışan serümen tekrar kulak yolunun içine doğru itilmiş olur. Bu arada kulak yolu cildi yeni serümen salgılamaya devam edecektir. Kulak yolunun her bir temizlenme çabası bu durumu kısır bir döngüyle bir türlü dışarı çıkamayan ve giderek kulak yolu kanalında biriken, kulakta kaldıkça zamanla kuruyarak kremsi kıvamını kaybeden serümen salgısının zamanla katılaşarak kulak mumu haline dönüşmesine neden olur. Kurumuş, katılaşmış serümen salgısına kulak buşonu, kulak mumu veya kulak kiri adı verilir. Bu oluştuğunda artık dış kulak yolu açık değildir. Böylece kulak yoluna su kaçması halinde, kulak yolunu dolduran kurumuş buşon, suyu sünger gibi içine çekip genişleyerek, kulak yolunun tamamen tıkanmasına neden olur. Bu durumda hastada işitme güçlüğü gelişir.

Uzun süre yüzmek kulaklar için sağlıklı olmayabilir

Kulak yolunun tıkanmasına neden olan kulak buşonu dışında hastalıklar da görülebilir. Özellikle yaz aylarında yüzme sırasında uzun süre suyla temas halinde kalan kulak yolları iltihaplanmaya yatkın hale gelir. Buşon olan kulaklar ise dış kulak yolu iltihaplarına daha fazla yakalanabilirler. Alerjiye veya buşona bağlı ayrıca kulaklarda kaşıntı oluşabilir. Kulak yolunu sert cisimlerle kaşımak yine dış kulak yolu iltihaplarına neden olabilir. Sıcak ve nemli havalar bu tip rahatsızlıkların sık görüldüğü dönemlerdir.

Kulakların tıkanmaması için bunlara dikkat edin:

  1. Her ne amaçla olursa olsun, pamuklu kulak temizleme çubukları dahil herhangi bir cisimle kulakların içi karıştırılmamalıdır.
  2. Kulakların içine başparmağından daha ince bir nesne sokulmamalıdır.
  3. Temizliğine güvenilmeyen sularda yüzülmemelidir.
  4. Uzun süre suda kalınmamalı, yüzmek için daha çok deniz tercih edilmelidir.
  5. Herhangi bir kulak tıkanıklığı, kulak kaşıntısı veya kulak ağrısı gelişmesi durumunda vakit geçirmeden kulak burun boğaz hastalıkları uzmanına başvurulmalıdır.