Yazılar

Bebek gibi uyumak için bunlara dikkat edin

Bebek gibi uyumak için bunlara dikkat edin

Bebek büyüten ailelerin yaşadığı en önemli sorunlardan birini, bebeklerinin uzun süre düzene girmeyen gece uykuları oluşturuyor. Çocukların uykuya olan ihtiyaçları ve uyku süreleri büyüme dönemlerine göre değişiyor. Bebeklerin derin ve kesintisiz bir gece uykusu yaşamaları için ebeveynlerin bu konuda bilinçli olması önem taşıyor. Memorial Antalya Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Bölümü’nden Uz. Dr. Mehmet Ali Duman, çocuklarda uyku düzeninin sağlanması için anne babalara önemli önerilerde bulundu

Pause Sağlık, Pause Dergi

Dr. Mehmet Ali Duman

Çocuklar en geç 20.30’da yatakta olmalı

Yenidoğan, en fazla uyku ihtiyacı olan dönemdir. Yenidoğanın uykusu 18-20 saate kadar ulaşabilir. Büyüdükçe algısı açılan çocuğun, uyku süresi de kısalır. Büyüme hormonu saat 22.00 civarında en yüksek düzeylere ulaşır. Bu nedenle çocuk hangi yaşta olursa olsun, bu saatlerde derin uykuda olmalıdır. Çocukta düzenli uyku, düzenli beslenmeyle doğrudan ilişkilidir. Bebeğin veya küçük yaştaki çocuğun düzene alıştırılma evresinde, ailelerin otoriter ve tutarlı davranmaları bu süreci kolaylaştıracaktır. Sağlıklı bir çocuğun akşamları en geç 20.00 ya da 20.30’da yatakta olması gerekir.

Uyumak üzereyken yatağa yatırılmalı

Çocuğun uykusu geldiğinde kendisinin gidip yatacağı düşüncesi doğru değildir. Çünkü uykusu gelen çocuk daha da hareketlenir, bu şekilde kendi uykusunu kaçırır. Bu kısır döngü çocukta huzursuzluğa neden olur. Oysa ki çocukların belli bir beslenme ve uyku düzenine sahip olması onları daha huzurlu hale getirir. Bu nedenle, ailelerin kendi özel yaşamlarından fedakârlıklarda bulunup, çocuk için uygun beslenme ve uyku düzenine göre hareket etmeleri doğru olacaktır. Çocuklar uyurken değil, uyumak üzereyken yatağa yatırılmalıdır. Anne çocuğun kendi kendine uykuya dalmasına izin vermelidir.

Çocuklar da yetişkinler gibi uyumalı

Uykusu gelen çocuk, tıpkı yetişkinlerin kendileri için sağladıkları ışığı kapamak, yatağa yatmak, yorganı örtmek gibi koşulların sağlanmasına ihtiyaç duyabilir. Eğer çocuk sallanarak, emzirilerek, biberonla mama verilerek uyumaya alıştırılırsa, gece uykusu bölündüğünde, yeniden aynı koşulların sağlanmasını isteyecektir. Ancak, kendi halinde yatağında uyumaya alıştırılan çocuk, gece uyandığında, herhangi bir müdahale olmaksızın, kendi kendine yeniden uykuya dalabilecektir. Dolayısıyla, eğer çocuğun bir sağlık sorunu yok ise, yatağına yatırıldığında ağlasa bile kucağa alınmamalı, sakinleştirilip yeniden uyuması için yatağa bırakılmalıdır.

Ailenin uyku rutinini her gece tekrarlaması gerekiyor

İlk aylardan itibaren, kendisine uykuyu anımsatacak belli davranış ve objeler çocukları uykuya hazırlayacaktır. Sıcak bir banyo, pijamalarının giydirilmesi, sadece yatakta duran bir oyuncağının kucağına verilmesi, loş ışıkta aynı ninninin söylenmesi, her akşam bunlardan birinin tekrarlanması, çocuğun vücuduna uyku saatinin geldiğini anlatır.

1 yaşından sonra gece beslenmeleri reflüye neden olabilir

Özellikle mama ile beslenen bebeklerde, yaklaşık 10. aydan sonra gece beslenmesi önerilmemektedir. Anne sütü alan bebekler gece aşırı miktarda olmamak koşulu ile beslenebilir. Çünkü gece beslemeleri çocuklarda sık uyanmanın yanında, reflü, üst solunum yolları veya orta kulak enfeksiyonları gibi sorunlara neden olabilir. Gece saatlerinde beslenen çocukların kahvaltılarda da iştahı azalabilir. Bu nedenle 1 yaşını geçen çocuklarda, uyku saatine 1 saat kala, beslenme kesilmelidir. Verilecek bu son öğün için ise tahıllı mamaların tercih edilmesi çocuğun gece boyu tok kalmasını sağlayacak, sindirim sisteminin çalışmasını kolaylaştıracak ve rahat bir uyku için metabolizmasına yardımcı olacaktır.

Sağlıklı bebekler ve çocuklarda, uyku düzenini sağlamak ailenin elindedir. Aile, çocuğa düzenli uyku için düzenli bir hayat imkanı sağlar ve bilinçli uyku alışkanlıkları kazandırırsa, en yaramaz ve söz dinlemeyen çocuk bile bir süre direnip, sonrasında bu düzene alışacaktır. Eğer çocuk her şeye rağmen uyumuyor ve şiddetli şekilde ağlıyorsa, bu durum bir hastalığın belirtisi olabilir. Çocuğun bir sağlık sorunu olup olmadığından emin olmak için uzman yardımı almak yararlı olacaktır.

Yoğurdun içerdiği 10 vitamin ve mineral

Yoğurdun içerdiği 10 vitamin ve mineral
Türk mutfağında önemli bir yeri olan yoğurt, içerdiği zengin vitamin ve mineraller sayesinde sağlığa olan faydalarıyla biliniyor. Yoğurt bebeklik döneminden itibaren her yaş grubunun beslenmesinde büyük önem taşıdığı gibi, içerdiği kalsiyum açısından kadınların menopoz sürecinde de sağlıklı kalmasında rol oynuyor. Memorial Antalya Hastanesi Beslenme ve Diyet Bölümü’nden Dyt. Berna Ertuğ, yoğurdun faydaları hakkında bilgi verdi.

Pause Sağlık, Pause Dergi

Dyt. Berna Ertuğ

 Bağışıklığı destekliyor

Yoğurt sindirimi kolaylaştırıp bağırsakların çalışmasına yardım eder. Laktoz içeriğinin süte göre az olması nedeniyle sindirimde avantaj sağlamaktadır. İçerdiği probiyotikler sayesinde sindirimin yanında vücut bağışıklığını da destekler. Yoğurt, içerdiği kalsiyum sebebiyle kemikleri güçlendirir ve korur. Bu nedenle osteoporozun (kemik erimesi) önlenmesinde de büyük önem taşır. Kalsiyumun en önemli işlevi kemik ve diş sağlığını korumak ve gelişimlerini sağlamaktır. Dolayısıyla büyümenin hızlı olduğu dönemde, hamilelikte ve emzirme döneminde kalsiyuma ihtiyaç daha da artış göstermektedir.

Fosfor yönünden çok zengin

Yoğurt, fosfor yönünden de zengindir. Fosfor, hücrelerde yer alan DNA ve RNA moleküllerinin temel yapıtaşlarıdır. Hücredeki tüm enerji döngüsünü sağlamaktadır. 200 g yani bir kase yarım yağlı yoğurdun %36’sı karbonhidrat, %32’si protein ve %32’si yağdan oluşmaktadır. Bir kase yoğurt ortalama 100 kcal’dir.

Yoğurdun içerisinde bulunan vitamin ve mineraller aşağıdaki gibidir;

  1. 6.8 g protein
  2. 3,5 g yağ
  3. 8.2 g karbonhidrat
  4. 100 mg sodyum
  5. 320 mg potasyum
  6. 230 mg kalsiyum
  7. 200 mg fosfor
  8. 10 mg kolesterol
  9. 44 iu A vitamini
  10. 2 mg C vitamini

Yoğurdun yeşil suyunu dökmeyin

Yoğurt bakterileri faaliyetleri sırasında B1, B2, Bvitaminleri sentezler. Dolayısıyla bu vitaminler de cilt sağlığı konusunda vücudu destekler. Yoğurdun yeşil suyu kesinlikle dökülmemelidir. İçerdiği yüksek miktardaki riboflavin büyüme, doku yenilenmesi ve enerji metabolizmasında görevlidir. Yoğurt günün her öğününde tüketilebilir. Ana yemeklerde veya ara öğünlerde tercih edilebilir.

Günde en az bir kase yoğurt tüketin

Günlük tüketilmesi gereken yoğurt miktarı diğer süt gruplarını tüketim durumuna göre değişiklik gösterir. Eğer diğer süt ürünleri tüketilmiyorsa ve kişinin kalori ihtiyacına göre uygunsa porsiyon arttırılabilir. Gün içerisinde süt ve peynir tüketiliyorsa günlük en az bir kase yoğurt tüketimi yeterlidir. Ancak hiç tüketilmiyorsa bu 3-4 kaseye çıkabilir. Bazı hazır yoğurtlar, yüksek miktarlarda ilave şeker ve yararlı olmayan diğer katkı maddelerine sahiptir. Bu nedenle güvenilir doğal yoğurtların tercih edilmesi oldukça önemlidir.

Fibromiyaljinin belirtileri

Fibromiyaljinin belirtileri

Fibromiyalji, vücudun her bölgesinde yaygın ağrı, uyku sorunları ve yorgunluğun yanı sıra sıklıkla duygusal ve zihinsel sıkıntıya neden olan bir hastalık olarak tanımlanıyor. Belirtiler genellikle fiziksel travma, ameliyat, enfeksiyon veya önemli psikolojik stres gibi bir durumdan sonra başlıyor. Kadınlarda erkeklere oranla daha sık görülen fibromiyaljide semptomlar tek bir tetikleyici olmaksızın zamanla kademeli olarak da ortaya çıkabiliyor. Memorial Antalya Hastanesi Romatoloji Bölümü’nden Prof. Dr. Erdal Gilgil, fibromiyalji ve tedavi yöntemleri hakkında bilinmesi gerekenleri anlattı.

Pause Sağlık, Pause Dergi

Prof. Dr. Erdal Gilgil

Genellikle genç kadınlarda görülüyor

Fibromiyalji, romatizmal hastalıkların bir türüdür. Genellikle romatizma dendiği zaman tek bir hastalık akla gelmektedir. Ancak iltihaplı ve iltihapsız olmak üzere iki ana grupta incelenen 200’e yakın romatizmal hastalık vardır. Fibromiyalji de romatizmal hastalıklar içinde en yaygın görülenidir. Fibromiyalji genellikle üreme çağındaki genç kadınlarda görülmektedir. Çocuk yaşlarda nadir görülür ve genetik geçişli bir hastalık değildir.

Fibromiyaljiye neden olan risk faktörleri şöyle sıralanıyor

  •  Yorgunluk
  • Depresyon
  • Uyku problemleri
  • Stresli ortamda çalışmak
  • Aşırı yorgunluğa neden olan, kapasiteyi en üst düzeyde kullanmayı gerektiren işlerde çalışmak

Vücudun her tarafında hissedilebiliyor

Fibromiyalji belirtisi genellikle yaygın vücut veya eklem ağrısı şeklindedir. Genellikle genç kadınlarda görülen fibromiyaljide hastalar ilerleyen dönemlerde sakat kalabilecekleri korkusu yaşayacak kadar ağrı hissedebilirler. Görülen ağrıların şiddeti hastalığın daha da ilerleyeceğini düşündürür. Aslında ilerlemeyen bir hastalıktır fakat vücudun her tarafında hissedilen ağrılar söz konusudur. Fibromiyalji eklemlerde değil, yumuşak dokuda (kas) gelişen bir hastalıktır.

 Fibromiyaljide başlıca aşağıdaki belirtiler görülmektedir;

  1.  Tüm vücutta ve eklemlerde oluşan ağrı
  2. Halsizlik
  3. Çabuk yorulma
  4. Sabahları dinlenememiş kalkma
  5. Uykuya geç
  6. Şiddetli baş ağrısı
  7. Karın ağrısı
  8. Adet dönemlerinde sancılanma
  9. İrritabl bağırsak sendromu gibi fonksiyonel bağırsak hastalıkları

 Hastanın rahatlamasını sağlamak çok önemli

Fibromiyalji diğer hastalıklarla sıklıkla karıştırılabilmektedir. Fibromiyaljiyi tespit etmek için standart bir test yoktur. Romatoloji uzmanının gerçekleştirdiği detaylı bir muayene ile anlaşılabilir. Fibromiyalji tanısı konulabilmesi için diğer hastalıkların ekarte edileceği bazı laboratuvar testleri yapılmaktadır.

Fibromiyalji tanısı konulduktan sonra en önemli nokta hastaların rahatlamasının sağlanmasıdır. Çünkü fibromiyaljinin bu kadar yaygınlık göstermesine rağmen ilerleyici bir hastalık olmadığı ve sakatlığa yol açmayacağının anlatılması gerekmektedir.

Tedavide fiziksel aktivite büyük rol oynuyor

Fibromiyaljide ilaç tedavisi uygulanır. Etkinliği gösterilmiş antidepresanlar önemli rol oynar. Bu hastalıkta uyku problemleri çok ön plandadır. Uyku düzeninin sağlanması hastanın konforu açısından önemlidir. Tedavi için antiepileptik ilaçlardan faydalanılır. Bunlar daha çok nöropatik ağrı diye adlandırılan, sinirlerden kaynaklanan ağrılar için kullanılan ilaçlardır ve fibromiyaljide de etkilidir. Fibromiyalji tedavisinde ilaçlar tek başına yeterli değildir. Mutlaka hastaların egzersiz yapmaları önerilmektedir. Yürüyüş, koşu, bisiklet, tenis ve yüzme gibi aktiviteler mümkünse her gün yapılmalıdır.

 Fibromiyaljiye neden olan risk faktörleri şöyle sıralanmaktadır:

  •  Yorgunluk
  • Depresyon
  • Uyku problemleri
  • Stresli ortamda çalışmak
  • Aşırı yorgunluğa neden olan, kapasiteyi en üst düzeyde kullanmayı gerektiren işlerde çalışmak

Panik atağın belirtileri

Panik atağın belirtileri

Panik atak, fiziksel korku hislerine neden olan kısa bir yoğun kaygı dönemi olarak görülüyor. Bunlar, hızlı bir kalp atışı, nefes darlığı, baş dönmesi, titreme ve kas gerginliği gibi şikayetleri içerebiliyor. Panik ataklar sıklıkla ve beklenmedik bir şekilde meydana gelebiliyor ve çoğu zaman herhangi bir dış tehditle ilgili olmuyor. Memorial Antalya Hastanesi Psikiyatri Bölümü’nden Uz. Dr. Seda Yavuz panik atak hakkında bilinmesi gerekenleri anlattı.

Pause Sağlık, Pause Dergi

Dr. Seda Yavuz

Her panik atak geçiren kişi panik bozukluk hastası olmuyor

Panik atak aniden ortaya çıkan ve zaman zaman öngörülemeyen şekilde tekrarlayan, kişiyi dehşet içinde bırakan yoğun sıkıntıya da korku nöbetleridir. Kişiler bu nöbetleri çoğu zaman “kriz” olarak adlandırır. Her panik atak geçiren kişi panik bozukluk hastası değildir. Yaşam boyu en az bir panik atak geçirme olasılığı %10 olarak bulunmuştur. Panik atak pek çok ruhsal hastalıkta ortaya çıkabilir. Panik bozukluk kendiliğinden ve beklenmedik panik ataklarla giden bir kaygı bozukluğudur.

Panik atak konusunda risk grubunda olabilirsiniz

  • Birinci derece akrabalarında panik bozukluk ya da başka anksiyete bozukluğu olanlar
    • Sıkıntılı, telaşlı, aceleci, mükemmeliyetçi kişilik özellikleri olanlar
    • Düşünce ve duygularını yeterince dışarıya yansıtmayan isteklerini sürekli bastıran kişiler
  • Alkol ya da başka bağımlılık yapan maddelere yatkınlığı olan veya bağımlılığı olanlar
    • Geçmişinde panik atak, sosyal fobi veya diğer anksiyete bozukluklarından biri ya da depresyon geçirmiş olan kişiler
    • Sürekli baskı altında olanlar
    • Kaçıngan kişilik yapısına sahip olanlar
    • Aşırı hırslı, başarı odaklı, başarısızlıklarda kendini suçlayan bir yapıya sahip olan kişiler

 Panik atağın bedensel ve fizyolojik belirtileri şu şekildedir:

  1.  Çarpıntı, kalp atımlarını hissetme ya da kalp atım hızında artma
  2. Terleme, titreme, kan basıncının yükselmesi
  3. Soluk alamıyor boğuluyor duygusu, solunumun sıkışması
  4. Uyuşma ya da karıncalanma hissi
  5. Göğüs ağrısı ya da göğüste sıkışma hissi
  6. Bulantı ya da karın ağrısı
  7. Baş dönmesi, sersemlik hissi bayılacakmış gibi olma
  8. Kendini ya da çevreyi değişmiş veya farklı algılama
  9. Üşüme, sıcak soğuk basmaları, sık idrara çıkma

Belirtilerin varlığına göre teşhis konuyor

Panik atakların ne zaman nerede geleceği belli olmaz ve baskın belirtiler kişiden kişiye değişebilir. Yukarıda sayılan belirtiler ile birlikte hemen her zaman bir ölüm korkusu, kontrolünü kaybetme ya da çıldırma korkusu vardır. Kişi bir kez panik atak geçirdikten sonra yeni bir panik atak geçireceğine ilişkin sürekli bir korku duyar buna beklenti anksiyetesi denir. Bu tanı koymak için önemli bir belirtidir. Bu belirtiler bir dış tehlikenin olamadığı ortamlarda en az altı aydır varsa ve kişinin günlük yaşantısını etkiliyorsa hastalık tanısı konabilir ve bir uzmanla muhakkak görüşülmelidir.

 Panik atak tedavisi 2 aşamada uygulanıyor;

Panik bozukluğu tedavisi mümkün bir hastalıktır.Bugün için etkinliği bilimsel çalışmalar ile kanıtlanmış iki türlü tedavisi vardır.

  1. İlaç tedavisi:

Hastalığın tedavisinde, beyindeki sinir hücrelerinin yolunda gitmeyen hormon faaliyetlerini düzelterek “Panik Atakları”  önleyen ilaçlar kullanılmaktadır. Bu hastalığın tedavisinde kullanılan ve etkinliği kanıtlanmış çok sayıda ilaç bulunmaktadır. Uzman doktor kontrolünde ilaçların dozu ve süresi belirlenir.

2.Bilişsel-davranışçı tedavi: 

Bu terapi yöntemi ile kişinin bilişsel yapısı yeniden inşa edilir ve aslında olağan olan bir takım panik atak belirtileri hakkındaki  yanlış bilgi ve inançlarının düzeltilmesi sağlanır. Kişinin bu belirtiler ile korkmadan baş edebilmesinin öğretilmesi amaçlanır. Diğer bir yandan davranışsal bir takım müdahaleler ile panik atak geleceğinden korktuğu için tek başına bulunmaktan kaçındığı yer ve durumlarla aşamalı bir şekilde tekrar tekrar karşılaştırılması, bu sayede  korkularını yenmesi amaçlanır.

Bu tedavide doktor hastasına; korku ve panik nedeni ile yapmaktan kaçındığı etkinlikleri (kapalı ya da kalabalık yerlerde bulunma, yalnız başına sokağa çıkma gibi) bir plan dahilinde en basitlerinden başlayarak, üstüne giderek alıştırma uygulamaları yaptırılır. Artan sürelerle yapılan bu alıştırmalar ile başına olumsuz bir şey gelmediğini gören hastanın güven duygusu artar.

Soğanı masanızdan eksik etmeyin

Soğanı masanızdan eksik etmeyin

Sağlığa dost bir sebze olan soğan, yemeklerin vazgeçilmezi olarak biliniyor. Hem çiğ olarak hem de pişirilerek kullanılan soğanın birçok çeşidi bulunuyor. Doğal antibiyotik görevi gören soğan, özellikle kış mevsiminde bağışıklık sisteminin kuvvetlenmesinde büyük rol oynuyor. Memorial Antalya Hastanesi Beslenme ve Diyet Bölümü’nden Dyt. Berna Ertuğ, soğanın faydaları hakkında bilgi verdi.

Pause Sağlık, Pause Dergi

Dyt. Berna Ertuğ

Soğan sağlığa pek çok açıdan fayda sağlıyor

Soğan, frenk soğanı, sarımsak ve pırasa da içeren Allium bitki ailesine aittir. Bu sebzelerin karakteristik keskin aromaları ve bazı tıbbi özellikleri vardır. Soğan doğramanın gözlerin sulanmasına neden olduğu yaygın bir bilgidir. Bununla birlikte, soğan sağlığa çok faydalıdır. Soğanın, çeşitli kanser türlerinin riskini azaltma, ruh halini iyileştirme ve cilt ve saç sağlığını koruma gibi konularda önemli yararları vardır.

 Bağışıklığı desteklemek için soğan önemli bir besindir

Soğan  özellikle A, C ve B vitaminleri açısından önemli bir kaynaktır. Ayrıca kükürt, iyot, kalsiyum, demir, folat, magnezyum, fosfor, potasyum ve antioksidanlar açısından da zengindir. A vitamini hem enfeksiyonlara karşı bağışıklığı hem de göz sağlığını destekler, B vitaminleri ise suda eriyen vitaminlerdir. B vitamini bağışıklık ve sinir sisteminin düzgün çalışmasına yardımcı olur. İçeriğindeki C vitamini ise özellikle kış mevsiminde hastalıklardan korunmaya destek olmaktadır.

Soğanın içeriğinde bulunan besinler aşağıdaki gibidir;

15 küçük boy kuru soğan (100g) 30 kaloridir.

  • 3 gram karbonhidrat
  • 7 gram lif
  • 1gram yağ
  • 1 gram protein
  • 4 mg sodyum
  • 146 mg potasyum

Soğan kansere yakalanma riskini azaltıyor

Yapılan çalışmalar soğanın içerdiği kuarsetin adlı antioksidan sayesinde yumurtalık, kolorektal gibi kanser türlerine yakalanma riskini azaltmaya yardımcı olduğunu göstermektedir. Kuarsetin, alerjik reaksiyonlara yol açan histaminin bağışıklık hücrelerinde salınımını engellemesine yardımcı olur. Böylelikle soğanın astım veya alerjik problemleri olan kişilerde bağışıklığı desteklemeye yardımcı olduğu bilinmektedir. Soğanının içeriğindeki kükürt kan inceltici etkisi göstererek kalp kriziyle inme riskini artıran plateletlerin birikimini önler. Soğandan alınan kükürtün hipertansiyon başlangıcını geciktirme ve azaltmaya yardımcı olduğu diğer çalışmalarla tespit edilmiştir.

 Soğanı patatesten ayrı bir yerde saklayın

Toplum olarak kuru soğanı saklarken en sık yapılan hatalardan biri patates ile aynı ortamda muhafaza etmek veya depolamaktır. Çünkü patatesin yaydığı nem soğanın filizlenmesine ve çürümesine yol açar. Kuru soğanı serin ve kuru bir ortamda saklamak uzun süre taze şekilde tüketilmesini sağlar. Yarım kalan kuru soğanlar ise cam saklama kabına koyarak buzdolabında muhafaza edilebilir. Taze soğanı ıslak olarak buzdolabına koymak yapılan diğer hatalardan biridir. Öncelikle tazeliğini kaybetmiş yapraklar varsa temizlenmeli daha sonra kağıt havluya sarılarak buzdolabında saklanmalıdır. Böylelikle taze soğanın daha uzun taze kalması sağlanabilir.

Soğanı yağda kavurmak sağlıklı değil!

Tüketirken soğanı yağda kavurmak yapılan en büyük hatalardan biridir. Yağda kavurma esnasında yağ yanar. Yağ yandığı için kanserojen maddeler daha çok ortaya çıkar. Kızartmada olduğu gibi soğanı da yağda kavurmak sağlıklı değildir. Soğanlı yemek yapılırken tüm sebzeler tencere birlikte çiğden konularak yapılmalıdır. Sebzelerin pişme esnasında saldıkları su ile de zaten soğan pişmektedir. Etli bir yemek yapılırken de eti sotelerken yine etin bıraktığı su ile soğan kendi halinde pişmektedir.

Mide ve bağırsak hassasiyeti olanlar pişmiş soğan tercih edebilir

Soğan, mide ve bağırsak hassasiyeti olan bireylerde rahatsızlık verebilir. Soğan mide ve bağırsaklarında herhangi bir şikayeti olmayan kişilerde yanma gibi rahatsızlıklara yol açmaz. Eğer bir kişinin reflü, gastrit veya bağırsak intoleransı gibi rahatsızlıkları varsa soğan tükettiği zaman bu hassasiyetleri artabilir. Soğan çok lifli ve sülfürden zengindir dolayısıyla gaz gibi gastrointestinal şikayetleri artırabilir. Soğan zarı da şikayetlerin oluşmasında rol oynayabilir. Mide ve bağırsak hassasiyeti olanların çiğ soğan yerine pişmiş soğan tüketmeleri önerilir.

Miyomların belirtileri

Miyomların belirtileri

Kadınların yaşamında adet düzensizliğinden kısırlık yani infertiliteye kadar pek çok olumsuz etkiye neden olabilen miyomlar sessizce büyüyebiliyor. Her 5 kadından birinde görülen miyomlar, rahmin düz kas tabakasında gelişen iyi huylu tümörler olarak görülüyor. Ancak zamanla kendiliğinden küçülebildiği gibi, cerrahi müdahale gerektiren ciddi boyutlara da ulaşabiliyor. Memorial Antalya Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Bölümü’nden Op. Dr. Bilgi Uslu Aybar, miyom ve tedavisi hakkında bilgi verdi.

Op. Dr. Bilgi Uslu Aybar

Ergenlik öncesi dönemde miyom görülmemesi ve menopoz döneminde küçülme göstermesi; miyomların oluşumunda östrojen hormonunun etkisi olduğu düşüncesini desteklemektedir. Miyomun yeri ve kişide yaratacağı şikayetler de farklılık gösterebilir. Sık idrara çıkma, kabızlık, bel ve kasık ağrısı, cinsel ilişki sırasında ağrı, uzun süren ağrılı adet kanamaları ve buna bağlı olarak kansızlık miyomların neden olabileceği başlıca şikayetlerdir. Diğer yandan, miyom rahmin içerisine doğru büyüyorsa, kanama ve gebe kalamama gibi ciddi sonuçlar doğurabilir.

Miyom belirtileri şunlardır;

  • Sık idrara çıkma
  • Uzun süreli adet kanamaları
  • Karın alt bölgesinde ve kasıklarda ağrı
  • Kabızlık
  • Cinsel ilişki sırasında ağrı
  • Kansızlık

6 ayda bir kontrol şart

Miyomlar çoğunlukla yapılan jinekolojik muayenelerde tesadüfen tespit edilir. Ayrıca, ultrasonografi kullanılarak miyomların yeri, büyüklüğü ve sayısı hakkında da bilgi sahibi olunabilir. Manyetik Rezonans (MR) incelemesi de tanı için uygun yöntemlerden biridir. Öte yandan, bazı miyomların tanı ve tedavisinde kullanılan, optik bir kamerayla vajinal yoldan rahim ağzına ulaşmayı sağlayan “histeroskopi” de oldukça yaygın bir yöntemdir. Miyomlar herhangi bir şikâyete neden olmuyorsa ve belli bir büyüklüğün altında ise, hiçbir tedavi girişiminde bulunulmadan izlenebilir. Burada önemli olan, ortalama 6 ayda bir yapılacak kontrollerle, tespit edilen miyomun hızlı bir büyüme gösterip göstermediğinin takip edilmesidir.

İleri yaştaki kadınlarda rahim alınabilir

Doğurganlık çağını bitirmiş kadınlarda kesin çözüm rahmin alınmasıdır.  “Histerektomi” olarak bilinen bu operasyon, “laparoskopik” yöntemle ve “robotik cerrahi” ile gerçekleştirilebilir. Öte yandan “Miyomektomi” işlemi ile rahmin yerinde bırakılarak sadece miyomların alınması da tedavi için uygun bir seçim olabilir. Bu yöntem, özellikle miyomların sayıca fazla ve rahimde derin yerleşimli olduğu durumlar için tercih edilmektedir. Miyomektomi sonrasında, yeniden miyom oluşma riskinin olduğu da unutulmamalıdır.

Kısa sürede işe ve sosyal yaşama dönmek mümkün

Tedavi için açık ameliyat tercih edildiği takdirde ilk 15 gün için hastanın eğilip kalkma, merdiven çıkma gibi hareketleri sınırlandırılır. Kişi çalışıyorsa, işine dönmesi 3-4 haftayı bulabilir, tamamen iyileşmesi içinse 4-6 haftaya ihtiyaç duyulmaktadır. Öte yandan, ameliyat için “laporoskopik”, yani kapalı yöntem veya “robotik cerrahi” uygulandığında, karın bölgesinde 1 cm’lik birkaç kesi, ameliyat için yeterli olacağından; hem günlük hareketler, hem de işe dönüş çok daha kısa sürede gerçekleşecektir. “Histeroskopi” yöntemiyle yapılan tedavilerde ise, hasta işlemin ertesi günü işine dönebilmektedir.

Safra yolu kanserinin belirtileri

Safra yolu kanserinin belirtileri

Safra yolu kanseri, sindirim sisteminde gelişebilen kanserler arasında 5’inci sıklıkta görülüyor. Vücut safra kesesi işlevini yerine getirmediğinde de yaşamını sürdürebildiği için, genellikle safra kesesi kanseri çok ilerlediğinde belirtileri fark edilebiliyor. Daha çok 60 yaş ve üzeri kişilerde rastlanan safra kesesi kanseri, önlem alınmazsa çok hızlı ilerleyebiliyor. Bu nedenle safra kesesinde erken teşhis tüm diğer kanserlerde olduğu gibi büyük önem taşıyor. Memorial Antalya Hastanesi Genel Cerrahi Bölümü’nden Op. Dr. Türkay Belen, safra yolu kanseri ve tedavisi hakkında bilgi verdi.

Pause Sağlık, Pause Dergi

Safra yollarının her bölümünde gelişebilir

Safra yolu kanseri safra yolu duvar hücrelerinden oluşan sıklığı az olan bir tümördür. Safra yollarının her yerinden gelişmekle beraber %60 sağ ve sol ana safra yollarının birleşme noktası olan bifurkasyondan kaynaklanır. Safra yolu kanserinin en sık nedeni primer sklerozan kolanjit, koledok (ortak kanal) kisti, Hepatit B-C, ülseratif kolit, hepatolityazis (karaciğer taşı), ileri yaş, obezite, bilienterik anastomozlar ve eski kaynaklarda kronik tifo taşıyıcılığı nedenler arasında sayılmaktadır.

Safra yolu kanserinin belirtileri şunlardır;

  1. Sarılık
  2. Kaşıntı
  3. Ani kilo kaybı
  4. Ateş
  5. İştahsızlık
  6. Bulantı, kusma
  7. İdrar renginde koyulaşma
  8. Karın ağrısı
  9. Karında şişlik
  10. Yağlı ve açık renkli dışkılama

 Erken evrede fark edilmesi hayati önem taşıyor

Safra kesesi kanserini erken evrede teşhis etmek çok önemlidir. Safra yolu kanseri incelemesinde ilk olarak karaciğer safra yolu ultrasonu yaptırılır. Safra yollarında genişleme gözlenirse, bilgisayarlı tomografi veya manyetik rezonans ile kesitsel görüntülemeler tanıda yardımcı olur. Safra yollarında kitle gözlenmeden safra yollarının ani sonlandığı saptanabilir. ERCP (endoskopik retrogrand kolonjio pankreatografi ) ile biyopsi veya sürüntü alınabilir. Özellikle distal yerleşimli kanserlerde EUS ile değerlendime de faydalıdır. Klinik olarak sarılık, kaşıntı ve kilo kaybı olan hastanın tümör markerlarından CA19-9 un 100 U/ml olması da tanıyı destekler. Tanı yöntemleri; hastanın sağlık durumu, yaşı, hastalık belirtileri ve önceki test sonuçlarına göre belirlenir.

Modern yöntemler konforlu bir iyileşme süreci sağlıyor

Ameliyat olabilecek olan hastaların kanserlerinin bulunduğu seviye ameliyat tipini belirlemektedir. Proksimaldekiler için hepatektomi yapmak gerekirken distal kanserler için genellikle whipple ameliyatı yapılır. Safra yolu kanseri tedavisi, tümörün cerrahi yöntemlerle çıkartılmasına dayanmaktadır. Büyük çaplı bir ameliyattan oluşan tedavi esnasında karaciğerin bir kısmını almak da gerekebilir. Safra kesesi kanserlerinin tanısı genellikle ileri evrede konulduğu için çoğunlukla hastaların ameliyat şansı bulunmamaktadır. Ancak erken teşhis edilen kanser, safra kesesi kanseri tedavisinin başarıyla gerçekleşmesini sağlar. Ameliyat edilemeyecek derecede ileri evre hastalığı olanlarda sarılık ve ağrıyı dindirecek bazı endoskopik işlemler, ağrı tedavisi, perkütan drenaj (radyolojik girişim) yapılabilir.

İnsülin direncinin kırmanın yolları

İnsülin direncinin kırmanın yolları

İnsülin direnci, tüm dünya ve ülkemizde giderek artan obezitenin nedenlerinden biri olarak öne çıkıyor. İnsülin direnci tablosunda, vücutta fazlası depolanan ve kullanılamayan glukoz, kilo alımını ve iç organlardaki yağlanmayı hızlandırırken; bir yandan da yüksek düzeylerde salgılanarak pankreası yoruyor ve diyabet gelişimine zemin hazırlıyor. Günlük yaşamda kişinin yaşadığı belirtilere dikkat etmesi, insülin direncinin fark edilmesinde büyük önem taşıyor. İnsülin direnci tedavisinde ilk adım olarak, yaşam tarzında ve beslenme alışkanlıklarında değişiklik yapılması gerekiyor. Memorial Antalya Hastanesi Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Bölümü’nden Uz. Dr. Gökhan Yazıcıoğlu, insülin direncinin belirtileri ve alınması gereken önlemler hakkında bilgi verdi.

Pause Sağlık, Pause Dergi

Hareketsiz yaşam tarzı ve kötü beslenme alışkanlıkları neden oluyor

İnsulin; pankreas bezinden salgılanan ve glukozun yani şekerin vücutta kullanılabilmesini sağlayan bir hormondur. İnsülin direnci ise vücutta insülinin bağlandığı reseptör hücreler tarafından algılanamaması dolayısıyla kontrolsüz düzeyde insülin salgılanması durumudur. Vücut glukozun kullanılabilmesi için daha yüksek düzeyde insülin salgılanmaya başlar. Vücuttaki yağ oranı arttıkça salgılanan insülin miktarı da artar. Ortaya çıkan direnç ile de kilo alınır. Bu şekilde hasta kısır bir döngüye girmiş olur. Ancak fiziksel hareketsizlik, ailede tip 2 diyabet hastalığı olması, polikistik over sendromu, D vitamini eksikliği de insülin direncine zemin hazırlayan diğer faktörlerdir.

Bu belirtilerle kendisini gösteriyor;

  • Yemeklerden sonra ağırlık basması uyku hissi,
  • Özellikle karbonhidrat içeren besinlerin tüketiminden kısa süre sonra ellerde titreme kötü hissetme,
  • Beslenmeye dikkat edilmesine rağmen kilo verememe ya da kilo alımının devam etmesi,
  • Hızlı ve/veya aşırı kilo alımı,
  • Sık sık tatlı yeme isteği ve tatlı krizleri,
  • Yorgunluk hissi ve sabahları yorgun uyanmak,
  • Aşırı tüylenme,
  • Karaciğer yağlanması,
  • Bel çevresinin giderek genişlemesi,
  • Kol altları ve kasıklarda kahverengi görünümün oluşması,
  • Kadınlarda adet düzensizlikleri.

Alınacak önlemler insülin direncinden kurtarabilir

Belirtilerden bir ya da birkaçı kişide mevcut ise mutlaka bir uzman hekim ile görüşmesi gerekmektedir. Yapılacak kan testi ile insülin direncinin olup olmadığı kolayca öğrenilir. Alınacak önlemler ile diyabet gelişmeden insülin direnci ortadan kaldırılabilmektedir. İnsülin direncinde ilaç tedavisi gerekebilmektedir. Bu sayede iştah ve kilo kaybı sağlanması kolaylaşır ancak beraberinde mutlaka diyet ve egzersize de devam edilmelidir. 2-3 aylık ya da 6 aylık kan tetkiki kontrolleri ile insülin direnci takip edilir. Değerler normale döndükten bir süre sonra ilaçlar kesilerek yaşam tarzı değişikliklerini uygulamalıdır.

İnsülin direncinde uygulanması gerekenler şunlardır;

  1. Vücut ağırlığının ilk etapta en az %5ini azaltılmasını hedefleyecek şekilde diyet programı oluşturulmalıdır.
  2. Hazırlanacak diyette tüm besin öğelerini içerecek şekilde dengeli olmalı, en az 4-6 öğün içerecek şekilde programlanmalıdır.
  3. Rafine karbonhidratlar mümkün olduğunca azaltılmalıdır.
  4. Kısa şok diyetlerden ziyade yaşam boyu sürdürülebilir tarzda beslenme programı benimsenmelidir.
  5. Günlük olarak mutlaka düzenli egzersiz yapılmalı ya da hareketli bir yaşam tarzı benimsenmelidir.
  6. Uyku düzeni, insülin direncinin kontrol edilmesinde çok önemlidir.
  7. Yaşam tarzı değişikliklerinden yarar görülemeyen hastalarda ilaç kullanımı düşünülebilir. İlaç dozu mutlaka uzman kontrolünde ayarlanmalıdır.