Yazılar

Obezite cerrahisi riskli bir yöntem mi?

Dünya Sağlık Örgütü tarafından “modern çağın salgını” olarak tanımlanan obezite son yıllarda dünya genelinde hızla yaygınlaşıyor. Küresel verilere göre, günümüzde dünyada her 8 kişiden 1’i obezite hastası. Yetişkin nüfusun yaklaşık yüzde 43’ü fazla kilolu, yüzde 16’sı obezite sınıfında. Acıbadem Bakırköy Hastanesi Genel Cerrahi Uzmanı Doç. Dr. Eyüp Gemici, Türkiye’de tablonun daha da dikkat çekici olduğunu belirterek, “Ülkemizde yetişkinlerin yaklaşık yüzde 32’si obezite hastası, nüfusun üçte ikisi ise fazla kilolu. Yani, ülkemizde her 3 kişiden 1’i obezite, 2 kişiden 1’i de fazla kilo sorunu yaşamaktadır. Bu oranlar Türkiye’nin Avrupa’nın en kilolu ülkelerinden biri haline geldiğini ortaya koymaktadır” uyarısında bulunuyor. En önemli nedenleri arasında hareketsiz yaşam tarzı, yüksek kalorili fast-food beslenme alışkanlıkları, artan ekran süresi ve uyku bozukluklarının yer aldığı obezite sadece sağlığı değil,  yaşam  süresini de olumsuz etkiliyor. Araştırmalar, ağır obezite hastalarının hayatını ortalama 8–10 yıl daha erken kaybettiğini ortaya koyuyor.

Doç. Dr. Eyüp Gemici

Doç. Dr. Eyüp Gemici

Obezite cerrahisi hayat kurtarıyor!

Çağımızın önemli sorunu olan obezite; diyabetten kalp hastalıklarına, infertiliteden depresyona, Alzheimer’dan felce kadar çok geniş bir yelpazede ciddi riskler oluşturuyor. Dünya genelinde her yıl yaklaşık 5 milyon insan obeziteye bağlı nedenlerle yaşamını yitiriyor. Ülkemizde de kalp krizi, inme ve diyabet kaynaklı ölümlerin önemli bir kısmının temelinde obezite yatıyor. Obezite oranlarında yaşanan artış ve hastalığın sebep olduğu ciddi riskler nedeniyle obezite cerrahisine olan başvurular da gün geçtikçe artıyor. Genel  Cerrahi Uzmanı Doç. Dr. Eyüp Gemici, toplumda çoğu zaman sadece bir “zayıflama ameliyatı” olarak görülen obezite cerrahisinin aslında kişinin yaşam kalitesini ve süresini doğrudan artıran hayati bir gereklilik olduğuna işaret ederek, “Çünkü cerrahi yöntem sonrasında sadece kilo kaybı olmamakta; tip 2 diyabet gerilemekte, hipertansiyon kontrol altına alınmakta, uyku apnesi düzelmekte ve kalp krizi ile inme riski belirgin şekilde azalmaktadır. Obezitenin yaşam beklentisini 10 yıla kadar kısaltabildiği düşünüldüğünde, cerrahinin doğru hastada uygulanmasının ömre yıllar ekleyebildiği bilimsel olarak kanıtlanmıştır” diyor.  Genel Cerrahi Uzmanı Doç. Dr. Eyüp Gemici, obezite cerrahisi hakkında en çok merak edilen soruları yanıtladı; önemli öneriler ve uyarılarda bulundu!

Obezite tedavisinde hedef nedir?

Obezite tedavisinde asıl hedef, fazla kilolarla birlikte obezitenin yol açtığı tip 2 diyabet, hipertansiyon, kalp-damar hastalıkları, uyku apnesi, infertilite ve eklem problemleri gibi hastalıkların kontrol altına alınmasıdır. Başlangıçta diyet, düzenli fiziksel aktivite, uyku düzenlemesi ve davranış değişiklikleri obezitenin temel tedavi yöntemlerini oluşturuyor. Ancak ileri evre obezitede bu yöntemler çoğu zaman kalıcı sonuç vermiyor. Bu noktada obezite cerrahisi, uzun dönemli başarı şansı yüksek tedavi seçeneği olarak öne çıkıyor.

Obezite cerrahisine ne zaman başvuruluyor?

Obezite cerrahisi, mide ve bağırsaklarda yapılan cerrahi değişikliklerle hem besin alımını kısıtlayan, hem de hormonal ve metabolik düzenlemeler sağlayan işlemlerin genel adıdır. Sıklıkla “zayıflama ameliyatı” olarak bilinse de esasen bu ameliyatların amacı metabolik hastalıkları kontrol etmek, yaşam kalitesini artırmak ve süresini uzatmaktır. Uluslararası kılavuzlara göre, vücut kitle indeksi (VKİ) 40 kg/m² ve üzeri olan hastalarda cerrahi tedavi öneriliyor.  Ayrıca, VKİ 35–40 kg/m² arasında olup tip 2 diyabet, hipertansiyon veya uyku apnesi gibi ek hastalıklara sahip olan hastalarda da cerrahi güçlü bir seçenek olarak ön plana çıkıyor. Güncel bilimsel veriler, VKİ 30–34,9 aralığında olup kontrolsüz tip 2 diyabet gibi ciddi metabolik sorun yaşayan hastalarda da ameliyatın faydalı olabileceğini gösteriyor.

Kimler obezite cerrahisinden yararlanabiliyor?

Her hasta, multidisipliner bir kurul (cerrah, endokrinolog, anestezi uzmanı, diyetisyen ve psikiyatrist) tarafından detaylı şekilde değerlendiriliyor.  Kondisyonu yeterli olan, daha önce diyet ve medikal tedavi yöntemleriyle kalıcı başarı sağlanamamış, ameliyat sonrasındaki takiplere uyum gösterebilecek, ciddi psikiyatrik engeli olmayan kişiler ameliyat için aday oluyorlar.

Obezite cerrahisi riskli bir yöntem mi?

Her cerrahi girişimde olduğu gibi obezite cerrahisinin de riskleri mevcut. Genel Cerrahi Uzmanı Doç. Dr. Eyüp Gemici, ancak laparoskopik yöntemlerin yaygınlaşması, anestezi güvenliğinin artması ve deneyimli cerrahların uygulamaları sayesinde bu risklerin günümüzde oldukça düştüğünü anlatarak, “Büyük serilerde ölüm oranı yüzde 0,1 civarındadır, yani safra kesesi ameliyatı ile benzer düzeydedir. Obezite cerrahisi doğru merkezde ve uzman ekiplerce uygulandığında güvenli bir tedavi seçeneğidir. Üstelik obezitenin yol açtığı kalp hastalığı, felç ve erken ölüm riskiyle karşılaştırıldığında, cerrahinin sağladığı faydalar çok daha ağır basmaktadır” diyor.

Ameliyata hazırlık sürecinde nelere dikkat edilmeli?

Hazırlık sürecinde, detaylı kan tetkiklerinden endoskopik incelemeye kalp ve akciğer sistemini ortaya koyan yöntemlerden psikiyatrik değerlendirmeye ve diyete kadar pek çok yönteme başvuruluyor. Doç. Dr. Eyüp Gemici, “Ameliyat öncesinde sigaranın bırakılması, düzenli yürüyüş yapılması ve vitamin-mineral eksikliklerinin giderilmesi, potansiyel riskleri ciddi ölçüde azaltırken hastanın süreçten faydasını maksimum düzeyde artırmaktadır” diye konuşuyor.

Obezite cerrahisinde hangi yöntemler uygulanıyor?

Günümüzde obezite cerrahisinde her yöntemin avantajları ve dezavantajları olduğunu belirten Genel Cerrahi Uzmanı Doç. Dr. Eyüp Gemici, “Örneğin reflüsü olan hastalarda bypass daha uygun olabilirken, reflüsü olmayan genç hastalarda tüp mide daha çok tercih edilmektedir” bilgisini veriyor. Doç. Dr. Eyüp Gemici, obezite cerrahisi yöntemlerini şöyle özetliyor:

Sleeve gastrektomi (Tüp mide ameliyatı): Midenin yüzde 70–80’inin çıkarıldığı bu yöntemde mide tüp şeklini almaktadır. İştah hormonu olan ghrelin azalmakta, hasta daha az yemekle doyar hale gelmektedir.

Roux-en-Y gastrik bypass: Küçük bir mide poşu oluşturulmakta ve ince bağırsak yeniden düzenlenmektedir Hem kilo kaybı hem de metabolik hastalıkların kontrolünde oldukça etkili bir yöntemdir.

Mini gastrik bypass: Yaklaşık 6 – 8 cm uzunluğunda bir mide poşu oluşturulup belirli bir miktar bağırsak sindirim dışında tutulmaktadır. Tek bir bağlantı yapılması nedeniyle kısa sürede uygulanabilmektedir.

Günlük yaşama ne zaman dönülüyor?

Hastaların ameliyat sonrasında genellikle 3–4 gün içinde taburcu edildiğini anlatan Doç. Dr. Eyüp Gemici, “Masa başı çalışanlar 1–2 hafta içinde işlerine dönebilir. Daha aktif işlerde çalışanlarda bu süre 3–4 haftayı bulabilir. Spor aktivitelerine dönüş ise ortalama 6–8 hafta içinde gerçekleşir” diyor.

Kilo kaybı ne zaman başlıyor?

Obezite cerrahisinin hemen ardından mide hacminin küçülmesi nedeniyle alınan besin miktarı azalıyor, iştah hormonu ghrelinin azalmasıyla birlikte açlık hissi belirgin şekilde düşüyor.  Dolayısıyla, hastalar neredeyse ilk haftalardan itibaren kilo kaybetmeye başlıyor, ilk 1–3 ayda en hızlı kilo kaybı yaşıyorlar.  Doç. Dr. Eyüp Gemici, ameliyatın üzerinden 6–12 ay geçtiğinde fazla kiloların büyük kısmının kaybedilmiş olduğunu vurgulayarak, sözlerine şöyle devam ediyor:  “Çalışmalar, hastaların ilk 6 ayda fazla kilolarının yarısını, birinci yılın sonunda ise yüzde 60–80’ini verdiklerini göstermektedir. İkinci yıldan itibaren kilo kaybı daha yavaş ilerlemekte ve dengelenmektedir. Bu noktadan sonra amaç, mevcut kilonun korunmasıdır.”

Ameliyat sonrasında tekrar kilo alma riski var mı?

Obezite cerrahisi sonrasında çoğu hasta ilk yıllarda fazla kilolarının büyük kısmını kaybediyor. “Ancak bu kaybın kalıcı olması hastanın yaşam tarzı kurallarına uyumuna bağlıdır” uyarısında bulunan Doç. Dr. Eyüp Gemici, “Eğer beslenme kurallarına uyulmaz, egzersiz ihmal edilir ya da düzenli doktor ve diyetisyen kontrolleri aksatılırsa, zamanla verilen kiloların bir kısmı geri alınabilir. Araştırmalar, hastaların yaklaşık dörtte birinde uzun vadede belirli ölçüde kilo artışı görülebildiğini göstermektedir. Yüksek kalorili sıvılar, sık atıştırma, düşük protein alımı ve hareketsiz yaşam bu duruma en çok zemin hazırlayan faktörlerdir” diyor.

Obezite cerrahisinden sonra nelere dikkat etmeli?

Obezite cerrahisi sonrasında kalıcı başarı, hastaların yaşam tarzı değişikliklerine uyum göstermesine bağlı oluyor. Küçülmüş mideye uygun şekilde beslenmek, küçük porsiyonlar halinde ve yavaş yemek, erken doygunluğu fark etmek açısından önem taşıyor. Yemeklerle birlikte sıvı alınması sindirimi bozup mideyi hızla doldurabileceğinden, sıvıların öğünlerden en az yarım saat önce ya da sonra tüketilmeleri gerekiyor. Beslenmede protein öncelikli olmalı; çünkü yetersiz protein kas kaybına ve metabolik dengenin bozulmasına yol açabiliyor. Ayrıca ameliyat sonrasında vitamin ve mineral emilimi değiştiği için özellikle B12, demir, kalsiyum ve D vitamini takviyelerinin düzenli alınması önem taşıyor. Kilo kaybının sürdürülebilmesi için düzenli fiziksel aktivite yapılması son derece önemli; başlangıçta yürüyüşlerle başlanıp zamanla daha yoğun egzersizlere geçilmesi öneriliyor.

Hamilelikte obezite tehlikesi!

Dünya Sağlık Örgütü tarafından “sağlığı bozacak ölçüde vücutta aşırı yağ birikmesi” olarak tanımlanan obezite, son yıllarda küresel boyutta bir halk sağlığı sorunu haline geldi.  Zira, obezite pek çok kronik hastalığın gelişme riskini artırırken, dünya çapında ölüm nedenlerinin de başında geliyor. Acıbadem Kartal Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Doç. Dr. Halenur Bozdağ, görülme sıklığı dünya ile birlikte ülkemizde de giderek artan obeziteden kadınların daha fazla etkilendiğini belirterek, “Öyle ki Sağlık Bakanlığı tarafından 2017 yılında gerçekleştirilen Türkiye Beslenme ve Sağlık Araştırması’nın raporuna göre; obezitenin erkeklerde görülme sıklığı yüzde 24.6 iken bu oran kadınlarda yüzde 39.1’e yükselmektedir. Birçok çalışmanın verileri, doğurganlık çağındaki 20-39 yaş grubu kadınlarda obezite görülme oranının yüzde 20-35 olduğunu ve morbid obezite görülme oranlarında giderek artış gözlendiğini göstermektedir” diyor.

Doç. Dr. Halenur Bozdağ

Doç. Dr. Halenur Bozdağ

Çocukluk çağı obezitesi riskini 2 kat artırıyor!

Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Doç. Dr. Halenur Bozdağ, obezite sorunu yaşayan anne adaylarında hamilelik sürecinin düzenli ve yakın takip gerektirdiğine dikkat çekerek, “Obezite hem anne adayının hem bebeğin sağlığını tehdit edebilmektedir.  Örneğin, bu annelerin bebeklerinde, çağımızın önemli sorunu olan ve görülme sıklığı giderek artan çocukluk çağı obezitesinin gelişme riski ciddi oranda artmaktadır. Yapılan çalışmalar, gebeliğin ilk  3 ayı içindeki maternal obezite ile çocukluk çağı obezitesi arasında ilişki olduğunu ortaya koymaktadır. Çalışma sonuçlarına göre; annesi gebeliğin ilk 3 ayında obez olan çocukların 2 yaşına geldiklerinde obez olma riskleri 2 kat artarken, 3 – 5 yaşlarına geldiklerinde bu risk artış göstererek 2.3 kat olmaktadır” uyarısında bulunuyor.

Bebeklerde kalp hastalığı, hipertansiyon ve diyabete zemin hazırlıyor!

Bebeklerin fizyolojilerinin hamilelik sürecinde anneden gelen besinlere uyum sağladığını vurgulayan Doç. Dr. Halenur Bozdağ, bu adaptasyonun bebeklerin metabolizmalarını kalıcı olarak değiştirebildiğine işaret ederek, “Anne karnındayken programlanmış olan bu değişiklikler bebeklerde obezitenin yanı sıra kalp hastalığı, hipertansiyon ve insüline bağımlı olmayan diyabet dahil olmak üzere yaşamın ilerleyen dönemlerinde ortaya çıkan çeşitli hastalıklara da zemin oluşturmaktadır” diyor.

Annede kalıcı sorunlara yol açabiliyor!

Obezite, hamilelik sürecinde sadece anne karnındaki bebekte değil anne adayında da ciddi sağlık sorunları oluşturabiliyor. Doç. Dr. Halenur Bozdağ, bu hastalıkları şöyle özetliyor: “Obezite sorunu yaşayan anne adaylarında gebelik şekeri 2.6, gebelikte yüksek tansiyon 2.5 ve preeklampsi 3.2 kat artış göstermektedir. Gebelik sürecinde ve lohusalıkta damarlarda pıhtı oluşumu gibi ek sorunlar da yaşanırken, doğum sonrasında tip 2 diyabet yaşanırken, doğum yüksekliği gibi sağlık sorunları kalıcı olabilmektedir.”

Yakın takip ve tedaviyle önlenebiliyor

Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Doç. Dr. Halenur Bozdağ,  aslında hamilelikte obezitenin önlenebilir bir sağlık sorunu olduğuna dikkat çekerek,  “Düzenli beslenme, yeterli fiziksel aktivite ve her şeyden önemlisi gebeliğe ideal kiloyla başlamak ve bunun için doğum öncesi danışmalık almak, sorunların oluşmasını önlemenin etkili ve ulaşılabilir bir yoludur” diyor.  Obezitenin oluşturacağı riskleri en aza indirmek için hamileliğin ilk haftalarından itibaren yakın takip  ise büyük bir öneme sahip.  Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Doç. Dr. Halenur Bozdağ, ilk muayenede obezitenin neden olabileceği sağlık sorunlarının araştırıldığını belirterek, sözlerine şöyle devam ediyor: “Bunun için diyabet açısından açlık kan şekeri, üç aylık kan şekeri göstergesi olan HbA1C ve gerekirse şeker yükleme testi yapılır.  Kalp sağlığı açısından kan yağları ve ihtiyaç halinde kardiyolojik değerlendirme istenebilir. Tansiyon takibi günlük bakılabilir ve yüksek tansiyona eşlik eden baş ağrısı veya görme bulanıklığı gibi bulgular açısından anne adayı bilgilendirilir. Bebeğin gelişimi, kilo alımı, anneye ait risk faktörlerinden etkilenme durumu ve iyilik hali her görüşmede değerlendirilir.”

Sağlıklı beslenme ve fiziksel aktivite şart

Hamileliğine aşırı kilolu veya obezite sorunuyla başlayan anne adaylarında aylık kilo alımının bir plana oturtulması gerektiğine dikkat çeken Doç. Dr. Halenur Bozdağ, diyetisyen eşliğinde kişiye özel bir diyet listesi oluşturularak sağlıklı beslenme ve kalori kontrolünün yapıldığını belirtiyor. Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Doç. Dr. Halenur Bozdağ, fiziksel aktivite konusunda da anne adaylarının desteklenmeleri gerektiğini vurgulayarak, “Düzenli açık hava yürüyüşleri günlük hayatın bir parçası haline getirilmelidir. Her gün 30 dakikalık açık havada yürüyüş veya ev içinde günde 3 kez 20 dakikalık aktivitede bulunmak, hamileliğin sağlıklı geçmesi için son derece önemlidir” diye konuşuyor.

Obezite sorunu varsa 5-9 kilodan fazla alınmamalı!

Hamilelikte ne kadar kilo alınması gerektiği ise hamileliğin başlangıcındaki kiloya göre değişiyor. Vücut Kitle İndeksine göre zayıf olan anne adaylarının hamilelik sonuna kadar 12.5-18 kilo; ideal kiloda olanların 11.5-16 kilo; fazla kilosu olanların 7-11.5 kilo almaları öneriliyor. Obezite sorunu yaşayan anne adaylarının  ise 5-9 kilodan fazla almamaları önem taşıyor. Doç. Dr. Halenur Bozdağ, “Genel olarak bakıldığında, Vücut Kitle İndeksi’ne göre zayıf ve normal ağırlıktaki gebelerde ayda en fazla 2 kilo alımı, kilolu veya obezite sorunu olan gebelerde ise en fazla bir kilo alımı önerilmektedir” diyor.

Obezite hızla yayılıyor

Vücutta aşırı yağ birikimi ile tanımlanan ve kronik bir hastalık olan obezite, dünya genelinde hızla yayılıyor. Dünya Obezite Federasyonu’nun 2023 raporunda, 2035’te her dört kişiden birinin obezite ile yaşayacağı öngörülüyor. Obezite vakalarının bu denli artmasının arkasında; modern yaşam tarzı, işlenmiş gıda tüketiminin artması, fiziksel aktivite eksikliği ve stres gibi faktörlerin bulunduğunun altını çizen Anadolu Sağlık Merkezi Hastanesi’nden Genel Cerrahi Uzmanı Doç. Dr. Abdulcabbar Kartal, “Diyabet, kalp hastalıkları, hipertansiyon, uyku apnesi, eklem rahatsızlıkları ve bazı kanser türleri gibi birçok hayati hastalığa davetiye çıkaran obezite, tüm bunların yanı sıra yaşam kalitesini düşürerek psikolojik problemlere de yol açabilir” dedi.

Obezite gibi durumların belirlenmesinde başvurulan vücut kitle endeksi, kişinin kilosunun boyuna oranını gösteren bir ölçümdür. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre vücut kitle indeksi 30 ve üzeri olan bireylerin obez olarak tanımlandığını belirten Anadolu Sağlık Merkezi Hastanesi’nden Genel Cerrahi Uzmanı Doç. Dr. Abdulcabbar Kartal, “Bu değerin 40 ve üzeri olması ileri derece anlamına gelen morbid obez olarak kabul edilir. Tedavi ise hastanın durumuna göre diyet ve egzersiz, ilaç veya cerrahi olarak değişebilir. Obezite cerrahisi, vücut kitle endeksi 40 ve üzeri olan ya da 40’tan az olsa bile obeziteye bağlı sağlık sorunları yaşayan hastalara önerilir” dedi.

Doç. Dr. Abdulcabbar Kartal,

Doç. Dr. Abdulcabbar Kartal

Çevresel faktörler kadar genetik de önemli

Ailesinde obezite öyküsü bulunanların hastalığa daha yatkın olacağını dile getiren Doç. Dr. Abdulcabbar Kartal, “Genetik yatkınlık dışında sağlıksız beslenme ve hareketsiz yaşam tarzı da obezitenin gelişiminde önemli bir yere sahip. Hastalık boyutuna ulaşmış şişmanlığın en yaygın nedenleri arasında; aşırı kalori alımı, düşük fiziksel aktivite, hormonal dengesizlikler, insülin direnci, hipotiroidi ve metabolik sendrom gibi sağlık sorunları bulunuyor. Dengeli beslenme, düzenli egzersiz, stres yönetimi, sağlıklı uyku düzeni, vitamin ve mineral desteği ve rutin sağlık kontrolleri bu rahatsızlıkla mücadelede kritik rol oynuyor” şeklinde konuştu.

Kalıcı kilo kaybı için yaşam alışkanlıkları da değişmeli

Vücut kile endeksi yaygın olarak kullanılan bir yöntem olsa da bel çevresi ölçümü, yağ oranı analizi, biyokimyasal testler ve metabolik değerlendirmeler gibi ek tetkiklerin de tanı için yardımcı olduğunu söyleyen Doç. Dr. Abdulcabbar Kartal, “Obezite tanısı konduktan sonra uygun tedavi hastanın durumuna göre planlanır ancak buradaki önemli nokta önlenebilir bir sağlık sorunu olduğunun unutulmamasıdır. Obezite cerrahisi, uygun hastalar için etkili bir tedavi şansı sunarken, dengeli beslenme ve düzenli egzersiz gibi sağlıklı yaşam alışkanlıklarının benimsenmesi de kalıcı başarı için olmazsa olmazdır” dedi.

Obezite cerrahisi

Obezite cerrahisinin etkili kilo kaybına yardımcı olduğunu ancak ameliyattan sonra hastanın diyetine ve yaşam tarzına dikkat etmemesi durumunda verilen kiloların geri alınabileceğini vurgulayan Kartal, “İşlem sonrası hastaların düzenli egzersiz yapması, protein ağırlıklı beslenmesi ve porsiyon kontrolüne dikkat etmesi çok kıymetli. Ayrıca her cerrahi işlemde olduğu gibi obezite ameliyatlarında da kanama, enfeksiyon, beslenme eksiklikleri ve mide bağırsak problemleri gibi komplikasyonlar görülebilir. Bu nedenle operasyonun deneyimli bir cerrah tarafından yapılması ve iyi bir takip süreciyle hastanın kontrol edilmesi bu riskleri minimize eder” dedi.

Operasyon türünün; hastanın kilosuna, metabolik rahatsızlıklarına ve yaşam tarzına göre seçildiğini açıklayan Kartal, “Midenin büyük bir kısmının çıkarılmasıyla hastanın daha az yemek yemesini sağlayan mide küçültme, hem midenin hem de ince bağırsağın bir kısmının bypass edilerek besin emiliminin azaltılması prensibine dayanan gastrik bypass ve son olarak da cerrahi kategorisine girmeyen ve mideye balon yerleştirilerek doyma hissinin artırılması amaçlanan gastrik balon en yaygın yöntemler arasındadır” dedi.

Obezite yaşam süresini kısaltıyor!

Modern çağın salgın hastalığı olarak tanımlanan obezite son yıllarda dünya genelinde hızla yaygınlaşıyor. Araştırmalara göre Türkiye, yüzde 30’un üzerinde obezite oranıyla Avrupa’nın en kilolu ülkesi haline geldi. Acıbadem Üniversitesi Tıp Fakültesi Gastroenteroloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi ve Acıbadem Kozyatağı Hastanesi Gastroenteroloji Uzmanı Prof. Dr. Can Gönen, obezitenin sadece kozmetik bir sorun olmadığını, birçok ciddi hastalığa yol açarak yaşam süresini kısalttığını belirtiyor. Buna karşın günümüzde teknoloji ve tıptaki hızlı gelişmeler sayesinde obezitede kişiye özel tedavi seçenekleri ortaya çıktığını, son yıllarda kolay uygulanabilir ve etkili yöntemlerle bu ciddi hastalıktan kurtulmanın mümkün olabildiğini vurgulayan Gastroenteroloji Uzmanı Prof. Dr. Can Gönen, Türkiye’de alarm veren obezitede en yeni tedavi yöntemlerini anlattı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

Sağlıksız beslenme alışkanlıkları ve hareketsiz (sedanter) yaşam tarzı gibi etkenlerle görülme sıklığı hızla artan obezite, vücutta tüm sistemleri olumsuz etkileyerek yaşam süresini kısaltan çok önemli bir sağlık sorunu olarak karşımıza çıkıyor. Günümüzde obezitenin 7’den 70’e dünya genelinde yaygınlaştığını belirten Acıbadem Üniversitesi Tıp Fakültesi Gastroenteroloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi ve Acıbadem Kozyatağı Hastanesi Gastroenteroloji Uzmanı Prof. Dr. Can Gönen, “Normalin üzerinde yağ dokusu birikimi yaşam kalitesini bozmanın yanı sıra tüm sistemleri olumsuz etkileyerek tip 2 diyabet, hipertansiyon, kalp ve damar hastalıkları, kanser ve eklem sorunları gibi hastalıklara yakalanma riskini artırır ve beklenen yaşam süresini kısaltır. Araştırmalar; obezite sıklığının ülkemizde yüzde 30’un üzerine çıktığını ve Avrupa kıtasındaki en kilolu ülke konumuna geldiğimizi göstermektedir. Kadınlarda obezite, erkeklerden çok daha fazla görülmektedir” diyor. Obezitenin bir yaşam tercihi değil, tedavi edilmesi gereken ciddi bir hastalık olduğunun çok net bilinmesi gerektiğini belirten Prof. Dr. Gönen şöyle konuşuyor: “Ne yazık ki toplumun birçok kesiminde obezitenin kişinin kendi tercihi, öz bakım eksikliği veya umursamazlığından kaynaklandığı yönünde yaygın bir ön yargı vardır. Obeziteli bireyler bu nedenle okul, iş ve sosyal yaşamlarında çeşitli ayrımcılıklara maruz kalmakta ve çeşitli engellerle karşılaşmaktadırlar. Söz konusu ayrımcılık, hastalığının ifade edilişinde bile kendini göstermektedir. “Obez” ifadesi bir hastalık adı olarak değil, bir sıfat olarak kullanılmakta ve bu nedenle yargılayıcı, aşağılayıcı bir dil ortaya çıkmaktadır. Son yıllarda obezite hastalığının doğru şekilde ifade edilmesi ve obeziteli bireylerin ötekileştirilmemesi konusunda bir hassasiyet başlamıştır. “Önce insanım” sloganıyla başlayan bu girişimde “obeziteli birey”, “obeziteyle yaşayan birey”, “obezite hastası” gibi ifadelerin kullanılmasına özen gösterilmesi önemle vurgulanmaktadır.”

Prof. Dr. Can Gönen

Prof. Dr. Can Gönen

Beden kitle indeksiniz 30 ve üzeri ise!

Obezitenin tespitinde en yaygın olarak beden kitle indeksi (BKİ) hesaplaması kullanılıyor. Yetişkinlerde beden kitle indeksinin 30 ve üzeri olmasının obeziteye işaret ettiğini belirten Prof. Dr. Can Gönen “BKİ, bir kişinin kilogram cinsinden vücut ağırlığının metre cinsinden boyunun karesine (kg/m2) bölünmesiyle hesaplanır. Yetişkinlerde normal kabul edilen BKİ değeri 18,5-24,9 kg/m2 arasıdır. 25-29,9 olması kilo fazlalığına, 30 ve üzeri olması ise obeziteye işaret eder. Obezite derecesi de evre 1, evre 2 ve evre 3 olarak sınıflandırılır. Beden kitle indeksinin 40 ve üzerinde olması obezitenin evre 3 yani çok ciddi düzeyde olduğunu gösterir. Obezitesi etkin yöntemlerle tedavi edilerek istenen hedef kiloya yaklaşan kişiler ve obezitesi tedavi edilmemiş bireylerin uzun yıllar takip edildiği karşılaştırmalı çalışmalar bize kanser sıklığının ve yaşam süresinin obezite ile olan ilişkisini açıkça ortaya koymuştur. Obezite ile yaşayan kişilerde kanser sıklığı artmakta ve yaşam süresi kısalmaktadır” diyor.

Obezite tedavisi kişiye göre değişiyor!

Bütün kronik hastalıklarda olduğu gibi obezitenin tedavisinde de hasta ve hekim işbirliğinin çok büyük önem taşıdığını belirten Gastroenteroloji Uzmanı Prof. Dr. Can Gönen, “Tedavide amaç sadece kilo vermek değil, verilen kiloyu korumak, kilo artışına neden olan etkenlerden uzaklaşmak ve yaşam biçimini kalıcı olarak değiştirmek olmalıdır. Bir obezite hastasının bu hedefe ulaşabilmesini sağlamak için istekli, bilgili ve motivasyonu yüksek bir ekiple çalışılması çok önemlidir” diyor. Obezite tedavisinde diyet ve egzersizin uzun dönemde yüzde 5 düzeyinin üstünde istikrarlı bir başarıya ulaşamadığını, diyet ve egzersize eşlik eden etkin ilaç tedavilerinin ise başarı oranını yüzde 15-17’ye çıkardığını belirten Prof. Dr. Gönen “Ancak kilo kaybı kişinin diyet, egzersiz gibi yaşam şekli değişiklikleri uygulamasına, ilaç uyumuna, ilacın kullanım süresine göre farklılık göstermektedir” diye konuşuyor.

Kolay uygulanabilir ve etkin yöntemler öne çıkıyor!

En az altı ay süreyle diyet, egzersiz ve ilaç tedavisi ile yeterli kilo veremeyen veya daha önce verdiği kiloyu muhafaza edemeyen hastalarda cerrahinin düşünülebileceğini ancak son yıllarda teknoloji ve tıptaki hızlı gelişmeler sayesinde endoskopik tedavilerin kolay uygulanabilir ve etkin yöntemler olarak öne çıktığını vurgulayan Prof. Dr. Can Gönen şu açıklamalarda bulunuyor: Obezite tedavisinde başlıca 2 endoskopik yöntem uygulamaktayız. Bunlar; endoskopik balon yerleştirilmesi ve endoskopik tüp mide oluşturulmasıdır (endoskopik sleeve gastroplasti). Endoskopik balon tedavisinde, endoskopik olarak mide içerisine balon yerleştirilmekte ve uygun hacime kadar şişirilmektedir. Konulan balon 6-12 ay sonra endoskopik olarak söndürülüp çıkartılmaktadır. İşlemler hasta uyurken yapılmaktadır. Bu yöntem ile yüzde 10-11 düzeyinde kilo kaybı sağlanmaktadır. Ancak kilo kaybı kişinin diyet, egzersiz ve yaşam şekli değişikliklerine göre farklılık göstermektedir. Endoskopik tüp mide oluşturulması ise daha yeni bir yöntemdir. Hasta uyutulup, endoskopik olarak mide içerisine dikişler konularak mide hacmi yüzde 70 küçültülmektedir. Bu yöntem ile yüzde 17-18 düzeyinde kilo kaybı sağlanmaktadır.”

Hasta aynı gün taburcu edilebiliyor

Endoskopik tüp mide yönteminin cerrahiye göre hastaya bir çok avantaj sağladığını vurgulayan Prof. Dr. Gönen “Kesi olmaması, olumsuz sonuçların (komplikasyon) az olması, ileride gerekirse diğer yöntemlerin (cerrahi dahil) yapılabilir olmaya devam etmesi, düzenli ilaç kullanım gerekliliğinin olmaması üstün tarafları olarak göze çarpmaktadır. Bu avantajları nedeni ile hem Avrupa hem Avrupa sağlık otoriteleri tarafından onaylanmış bir yöntemdir. Dünyada; diyet, egzersiz, yaşam tarzı değişikliklerine rağmen istenilen kilo kaybı sağlanamayan, BKİ 30 ve üzeri ya da 27 ve üzeri olup obezite ile ilişkili bir hastalığı olan (örneğin tip 2 diyabet, hipertansiyon, uyku apnesi vb) hastalar için önerilmektedir. Endoskopik tüp mide oluşturulması, daha önce cerrahi tedavi uygulanan ancak tekrar kilo alımı olan hastalarda kurtarıcı bir tedavi olarak uygulanabilmektedir” diyor.

Obezitede medikal tedaviler

Özellikle gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde hızla yayılan obezitenin ülkemizdeki görülme oranı yüzde 30’lara ulaştı. Obezite tedavisi denildiğinde akla ilk gelen cerrahi müdahaleler olsa da son dönemde geliştirilen medikal tedaviler de başarılı sonuçlar veriyor. Kimi medikal tedavilerin kilo kaybını yüzde 24’e kadar çıkardığını hatta kimilerinin bariyatrik (obezite) cerrahinin sağladığı kilo kaybına yakın kayıplara ulaşabildiğinin altını çizen Liv Hospital Vadistanbul Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Berçem Ayçiçek, öte yandan bu tedavilerin yan etkilerine dikkati çekerek “Söz konusu riskler konusunda hastaların dikkatlice bilgilendirilmesi ve tedavi sürecinin uzman bir hekim gözetiminde sürdürülmesi gerekiyor” dedi.

Dünya Sağlık Örgütü’ne göre kalp damar hastalıkları başta olmak üzere çeşitli ciddi rahatsızlıklara neden olan, küresel sağlık sorunu obezitenin görülme sıklığı 1975’ten bu yana üç katına, Türkiye’de ise yüzde 30’lara kadar ulaşmış durumda…Yüksek kalori içeren; işlenmiş, endüstriyel gıda tüketiminin, porsiyon boyutlarının, fiziksel hareketsizliğin, psişik/fiziksel stresin artması obezite oranlarının yükselmesinde önemli rol oynarken; genetik yatkınlığın yanı sıra son yıllarda yapılan araştırmalar da obezitenin nesilden nesle aktarımına sebep olarak “Epigenetik Etki”ye işaret ediyor. Yarattığı sağlık sorunlarına ek olarak sağlık hizmeti harcamalarının da artmasına neden olan obezite, ABD verilerine göre, hekim ziyaretlerinin ve ayakta tedavi masraflarının yüzde 27’sini, yatarak tedavi masraflarının yüzde 46 ve reçeteli ilaç harcamalarının ise yüzde 80’ini oluşturuyor. Buna karşın son yıllarda obezite tedavisinde kullanılan medikal tedavi seçenekleri hızla artıyor. Bu seçeneklerin tedavi başarısını artıran etkin bir yaklaşım olduğunu söyleyen Liv Hospital Vadistanbul Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Berçem Ayçiçek, obezite ilaçlarından beklenenler arasında, dozla ilişkili olarak etkili kilo kaybı sağlamaları, hedeflenen kilonun sürdürülebilirliğini desteklemeleri ve uzun süreli kullanımda güvenilir olmalarının bulunduğunu belirtiyor. Aynı zamanda, bu ilaçların tolerans geliştirmemesi, kötüye kullanım veya bağımlılık riskine neden olmaması gibi özelliklerinin de oldukça önemli olduğunu kaydeden Prof. Dr. Ayçiçek’e göre bu beklentiler, obezite tedavisinde hem etkinlik hem de güvenlik açısından hasta ihtiyaçlarına uygun ideal tedavi seçeneklerinin belirlenmesinde kritik rol oynuyor.

Prof. Dr. Berçem Ayçiçek

Prof. Dr. Berçem Ayçiçek

Kilo kaybını yüzde 24’e kadar artıran ilaçlar mevcut

Obezite tedavisindeki başarı, hastaların kilo kaybı sürecini süreklilikle destekleyen medikal yöntemlerle artırılabiliyor. Küçük oranlardaki kilo kayıplarının (yüzde 5-10) dahi metabolik sağlık üzerinde büyük fark oluşturabileceğini belirten Prof. Dr. Ayçiçek, “Örneğin, semaglutid ve liraglutid gibi GLP-1 reseptör agonistleri, kilo kaybını yüzde 7 ile 17 arasında sağlarken, kan şekeri kontrolü ve kardiyovasküler sağlık üzerinde de olumlu etkiler gösteriyor. GLP-1 reseptör agonistleri, gastrointestinal sistemdeki GLP-1 reseptörlerine bağlanarak, iştahı baskılıyor, mide boşaltımını geciktiriyor ve insülin salgısını artırıyor. Dual agonist ilaçlar dediğimiz ilaçlar, GLP-1 reseptör agonistlerinin yanı sıra başka bir hedefe daha etki ediyor, genellikle GIP (gastrik inhibitör polipeptid) veya GLP-1 kombinasyonunu içeriyor. Tirzepatid bu sınıfta yer alıyor ve klinik araştırmalarda kilo kaybı oranlarını yüzde 20’ye kadar yükselttiği gözlemleniyor. Ayrıca, kardiyovasküler sağlık üzerinde de fayda sağladığı görülüyor. Çok yakın zamanda tedavi seçeneklerimiz arasına girmesini beklediğimiz Triple agonistler, GLP-1, GIP ve glucagon gibi üç reseptör üzerinde etkili olup, kilo kaybı artırıcı etkisi ile şu ana kadar ki medikal tedaviler içinde listenin en üst sırasına yer alacağa benziyor. Retatrutid, bu gruptaki yeni ilaç ve klinik denemelerde (Faz 1-2) oldukça umut verici sonuçlar ortaya koyuyor. Kilo kaybını yüzde 24’e kadar artırdığı gözlemlenen bu ilaç, insülin salgısını artırarak glikoz kontrolünü desteklerken, yağ metabolizmasını da iyileştiriyor” dedi.

Hangi durumlarda GLP-1 reseptör agonistleri kullanılmamalı?

GLP-1 reseptör agonistleri, bazı durumlarda güvenli olmayabiliyor ve kullanılmaması gerekiyor. Bu durumları gebelik, pankreatit öyküsü, medüller tiroid kanseri öyküsü, kolelitiazis (safra taşı), ve ağır böbrek yetmezliği olarak sıralayan Prof. Dr. Ayçiçek, bu tür klinik tabloların, tedavi riskini artırabileceğinden, hastanın durumu dikkatlice değerlendirilerek alternatif tedavi seçeneklerinin tercih edilmesi gerektiğini kaydediyor. GLP-1 ilaçlarının diyabeti olan ve göz problemi yaşamış kişilerde dikkatle kullanılması gerektiğini ifade eden Prof. Dr. Ayçiçek sözlerine şöyle devam etti: “Kan şekerini hızlı düşürmek, gözdeki sorunları kötüleştirebilir. Bu ilaçlar tedavi için etkili olabilir ama karar verirken hem yararları hem de riskleri iyi değerlendirmek gerekir. Özetle, şu durumda ‘yavaş ve dikkatli ilerlemek’ göz sağlığını korumak için önemlidir. Semaglutid’in, gözde sinir hasarına yol açabilen Non-Arteritik Anterior Ischemic Optic Neuropathy (NAION) riskini artırdığına dair bazı yayınlar mevcut. JAMA’daki çalışmada, bu riskin yüzde 7,5 olduğu bildirilmiş olsa da verilerin güvenilirliği tartışmalı, çünkü gözlemlenen vakalar çok nadir kalıyor. Yaklaşık 16 bin hasta içinde yalnızca 20 vakadan söz ediliyorsa, bu tür nadir yan etkilerin sıklığını ve etkinliğini tam olarak bilmek oldukça zordur. Retrospektif vaka kontrol çalışmaları gibi bu tür araştırmalarda, veri güvenilirliği bazen sorunlu olabilir. Bu tür araştırmalarda, kontrol grubu seçimi ve demografik eşleştirme süreçleri, sonuçları yanıltıcı hale getirebilir. Bu bakımdan uzun dönemli kanıt düzeyi daha yüksek çalışmalara ihtiyaç olduğu aşikardır.”

Medikal tedaviler cerrahi müdahaleye yakın kilo kaybı sağlıyor

Obezite tedavisinde son yıllarda kullanılan ilaçlar, etkili kilo kaybı sağlama konusunda önemli bir rol oynuyor. Öte yandan bu ilaçların yan etkileri ile ilgili bazı kaygıları gerek doktorların gerekse hastaların dikkatle değerlendirmesi gereken bir konu olduğunu belirten Prof. Dr. Ayçiçek, “Bilimsel çalışmalar, yeni medikal tedavilerin, bariyatrik (obezite) cerrahinin sağladığı kilo kaybına yakın düzeyde olduğuna işaret ediyor. Ancak uzun dönemde gerek bariyatrik cerrahi sonrasında gerekse de medikal tedavilerin uzun süreli kullanımı sonrasında takip ve önlem alınmaz ise mikronütrient eksiklikleri, kas kaybı, psikolojik sorunlar ve kırık riski gibi ciddi bazı yan etkiler meydana gelebiliyor. Örneğin, GLP-1 reseptör agonistlerinin yaygın yan etkileri arasında bulantı, kusma ve karın ağrısı yer alırken, nadiren iskemiye bağlı optik nöropati gibi ciddi komplikasyonlar da görülüyor” diye konuştu.

Kilo tansiyonu tetikler mi?

Kilo tansiyonu tetikler mi?

Obezite ve hipertansiyonun birlikte bulunması halinde kalbin yapısı ve fonksiyonunun üzerindeki etkisinin çok daha şiddetli olabileceğini belirten Liv Hospital Kardiyoloji Uzmanı Prof. Dr. Kadriye Kılıçkesmez sağlıklı yaşam tarzını benimseyerek, düzenli egzersiz ve diyet yaparak verilecek kilonun hipertansiyonun kontrol altına alınmasında yardımcı olacağının altını çizdi.

Prof. Dr. Kadriye Kılıçkesmez

Prof. Dr. Kadriye Kılıçkesmez

Obezite nedir?
Enerji alımı ve tüketimi arasındaki dengenin bozulması sonucu vücut yağ kitlesinin, yağsız vücut kitlesine oranının artmasına obezite denir.

Kardiyovasküler hastalıklar için risk faktörü olabilir
Obezite kalp üzerinde yaratmış olduğu yapısal değişiklikler nedeni ile tek başına kardiyovasküler hastalıklar için bağımsız bir risk faktörü olmasının yanında, hipertansiyon gibi diğer risk faktörlerine de yol açarak etkili olmaktadır. Obezite ve hipertansiyonun birlikte bulunması kalbin yapısı ve fonksiyonu üzerine olan etkinin çok daha şiddetli olmasına yol açar.

Yağların hangi bölgede depolandığı önemli
Obezitenin yanı sıra yağların hangi bölgede depolandığı da önemlidir. Yağ birikiminin özellikle karın bölgesinde olduğu santral (elma tipi) tip yağlanma hipertansiyon, diyabet, insülin direnci, kan şekeri yüksekliği, bozuk lipid profili gibi kardiyovasküler risk faktörlerini de arttırmaktadır. Santral obezitenin önemli bir göstergesi olan bel/kalça oranı erkeklerde 1.0, kadınlarda 0.8’in üzerine çıkmamalıdır.

Obezite hormon sinyallerinde değişikliklere sebep olabilir

Obezite hormon sinyallerinde, sempatik sinir sisteminin işlevlerinde, böbreklerin yapısı ve işlevlerinde değişikliklere sebep olur.

Prof. Dr. Kadriye Kılıçkesmez

Obezite ve hipertansiyon arasındaki ilişki
Obezite ve hipertansiyon arasındaki ilişkiyi gösteren çalışmalarda Beden Kitle İndeksi (BKI) değeri 27 kg/metrekare’nin üzerinde olan aşırı kilolu bireylerin hipertansiyon risklerinin, aşırı kilolu olmayan bireylerden üç kat daha yüksek olduğu gösterilmiştir. Özellikle bel/kalça oranı kan basıncı ile önemli korelasyon göstermektedir.

Kan basıncı kontrolü için kilo vermek önemli

  • Kilo verme kan basıncı kontrolü için çok önemli bir yaşam tarzı değişikliğidir.
  • Obez bireylerde ağırlıktaki %5-10 düzeyindeki azalma kan basıncında belirgin düşüş sağlamaktadır.
  • Zayıflamanın kan basıncı üzerine etkisi bir tansiyon ilacının etkisine yakındır.
  • Ağırlık kaybının kan basıncı üzerine olan düşürücü etkisi büyük oranda kan hacmini ve kalbin ön yükünü azaltmak gibi hemodinamik etkileri üzerinden gerçekleşmektedir.

Kilo kaybı için:

  • Sağlıklı bir yaşam tarzı benimsemek,
  • Düzenli egzersiz yapmak ve
  • Dengeli bir diyet uygulamak da önemlidir.

Bunların hepsi birlikte, hipertansiyonun kontrol altına alınmasına yardımcı olacaktır.

Obezite, felçten hipertansiyona birçok hastalığın sebebi

Obezite, felçten hipertansiyona birçok hastalığın sebebi

Obezitenin sağlık üzerinde birçok olumsuz etkisi olduğunu dile getiren Medical Park Tokat Hastanesi Genel Cerrahi Uzmanı Doç. Dr. Celil Uğurlu, “Diyabet, hipertansiyon, kolesterol yüksekliği, iç organ yağlanması, uyku apne sendromu, kalp ve damar hastalıkları, kemik ve eklem rahatsızlıkları, felç, solunum sistemi hastalıkları, safra kesesi hastalıkları, cinsel rahatsızlıklar, kadınlarda adet düzensizlikleri, üreme problemleri, cilt hastalıkları gibi birçok hastalık obezite nedeniyle ortaya çıkabilmektedir” dedi.

Medical Park Tokat Hastanesi Genel Cerrahi Uzmanı Doç. Dr. Celil Uğurlu, obezite ve obezite cerrahisi hakkında bilgilendirmelerde bulundu. Obezitenin dünya genelinde yılda 5 milyon civarında insanın hayatını tehdit eden, bulaşıcı olmayan bir pandemi olarak tanımlanabileceğinin altını çizen Genel Cerrahi Uzmanı Doç. Dr. Celil Uğurlu, “Zira her geçen yıl yeni verilerle obeziteden etkilenen hasta sayısının arttığını gözlemlemekteyiz. Sedanter yaşam, sağlıksız beslenme alışkanlığı gibi yaşamsal faktörlere ek olarak genetik faktörlerle de ortaya çıktığı gösterilmiş karmaşık bir tablodur” şeklinde konuştu.

Doç. Dr. Celil Uğurlu

Doç. Dr. Celil Uğurlu

ÜÇ AYRI OBEZİTE SINIFLANDIRMASI MEVCUT

Dünya Sağlık Örgütü’nün tanımına göre obezitenin vücudun yağ kütlesinin yağsız kütlesine oranla arttığı kronik bir hastalık olduğunu belirten Doç. Dr. Celil Uğurlu, şu bilgileri paylaştı:

“Obeziteyi sınıflandırmak için Beden Kitle İndeksi (BKİ) diye adlandırılan basit bir boy kilo indeksi kullanılmaktadır. BKİ, bazı sınırlamalarına rağmen etkin kullanılan kaba bir tanımlama aracıdır. Kilogram cinsinden ağırlığın, metre cinsinden boyun karesine (kg/m2 ) bölünmesiyle hesaplanır. BKİ’nin 30 kg/m2’den büyük olması obezite olarak tanımlanmaktadır. 30-34,99 kg/m2 aralığı birinci derece, 35-39,99 kg/m2 aralığı ikinci derece ve 40 kg/m2 ve üzeri üçüncü derece obezite olarak sınıflandırılır. Üçüncü derece obezite hastaları morbid obez olarak da adlandırılır. BKİ 50 kg/m2 üzerindeki hastalar ise süper obez hastalar olarak adlandırılmaktadır.”

DİYABET, KALP DAMAR VE KEMİK RAHATSIZLIKLARINI TETİKLİYOR

Obezitenin sağlık üzerinde birçok olumsuz etkisi olduğunu dile getiren Doç. Dr. Uğurlu, “Diyabet, hipertansiyon, kolesterol yüksekliği, iç organ yağlanması, uyku apne sendromu, kalp ve damar hastalıkları, kemik ve eklem rahatsızlıkları, felç, solunum sistemi hastalıkları, safra kesesi hastalıkları, cinsel rahatsızlıklar, kadınlarda adet düzensizlikleri, üreme problemleri, cilt hastalıkları gibi birçok hastalık obezite nedeniyle ortaya çıkabilmektedir. Ayrıca hastaların psikolojik refahını düşürerek kaygı hali, özgüven eksikliği, mutsuzluk, değersizlik hissi, depresyon ve daha ciddi psikolojik problemlere neden olabilir” ifadelerini kullandı.

TEDAVİDE BİRÇOK YÖNTEM KULLANILIYOR

Obezite tedavisinde birçok yöntem kullanıldığını söyleyen Doç. Dr. Uğurlu, bunlara örnek olarak diyet programlarıyla birlikte egzersiz, ilaçlar, bilişsel davranışçı terapi, mide botoksu, mide balonu ve obezite cerrahisi gibi yöntemlerin sayılabileceğini belirtti.

CERRAHİ KİLO KAYBINI SAĞLAYAN ETKİN BİR YÖNTEM

Obezite cerrahisinin, obezite tedavisinde uzun dönem sonuçlarına bakıldığında sürdürülebilir kilo kaybını sağlayan en etkin yöntemlerin başında geldiğini işaret eden Doç. Dr. Uğurlu, “Obezite cerrahisi, besin alımını kısıtlayan ameliyatlar ve hem besin alımını kısıtlayıcı hem de emilimini bozucu kombine ameliyatlar olarak sınıflandırılabilir. Cerrahi planlanan her hasta uzman cerrahi ekibi tarafından ameliyat öncesinde detaylı olarak incelenerek kendisi için en uygun yöntem seçilip operasyona alınmalıdır. Obezite cerrahisi BKİ’si 40’tan büyük olan hastalar, BKİ’si 35’in üzerinde olup bir veya daha fazla yandaş hastalığı olan hastalar (Tip-2 diyabet, hipertansiyon, hiperlipidemi, uyku apnesi vb.) ve BKİ 30-35 aralığında olup özel şartları taşıyan hastalara uygulanabilir” dedi.

ÇOCUKLUKTA OBEZİTEYE KARŞI KORUYUCU YAŞAM TARZI BENİMSENMELİ

Obezitenin, bireylerde yaşam kalitesini azaltmak ve yaşam beklentisini azaltmak dışında sağlık sistemlerinde de oldukça fazla miktarda ekonomik yük oluşturduğunu da sözlerine ekleyen Doç. Dr. Uğurlu, bu nedenle ortaya çıkmadan koruyucu önlemler alarak bireylerin obez olmasının önlenmesinin mücadelede temel strateji olması gerektiğinin altını çizdi. Doç. Dr. Uğurlu, son olarak bireylere sağlıklı beslenme ve egzersiz yapma alışkanlığı kazandırılarak obeziteden koruyucu yaşam tarzını benimsemeleri için çocukluk çağından itibaren eğitilmesi gerektiğine dikkat çekerek açıklamalarını sonlandırdı.

İnsülin direnci olan çocuklar nasıl beslenmeli?

İnsülin direnci olan çocuklar nasıl beslenmeli?

Sadece yetişkinlerde değil çocuklarda da sık görülen insülin direncinin en sık nedeni obezite! İnsülin direncinin tedavisinin sağlıklı beslenme ve egzersiz ile kilo vermekten geçtiğini söyleyen Liv Hospital Çocuk Endokrinolojisi ve Metabolizma Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Cengiz Kara, insülinin tanımını yaparak çocuklarda insülin direnci hakkında merak edilenleri anlattı.

Prof. Dr. Cengiz Kara

Prof. Dr. Cengiz Kara

İnsülin direnci nedir?
İnsülin direnci insülin hormonunun hücresel etkilerine karşı doku yanıtının azalması durumudur.

İnsülin direncinin en sık nedeni nedir?

  • En sık nedeni obezitedir. Ancak obezitesi olan herkeste yoktur, nadiren fazla kilolu olmayan çocuk ve erişkinlerde de görülebilir.
  • Fizyolojik bir durum olarak da ortaya çıkabilir. Örneğin, ergenlikte büyüme ve cinsiyet hormonlarının artışına bağlı olarak fizyolojik insülin direnci gelişir ve ergenliğin tamamlanmasıyla düzelir.
  • Yüksek kalorili beslenme, aşırı şeker (karbonhidrat) tüketimi ve hareketsiz yaşam obezite ile birlikte insülin direncine neden olur.
  • Çocuklarda vücuttaki yağ dokusu miktarı arttıkça insülin duyarlılığı azalır.
  • Özellikle göbek çevresinde, karın boşluğunda ve karın içi organların çevresinde biriken yağ dokusu insülin direncinin nedenidir.
  • İnsülin direncine sıklıkla karaciğer yağlanması eşlik eder. Genelde düşünülenin aksine çocuklarda insülin direnci olduğu için obezite oluşmaz, obezite nedeniyle insülin direnci oluşur. Fakat yüksek insülin düzeyinin yağ dokusunu artırması nedeniyle kilo vermek zorlaşır.

Ölçüm nasıl yapılır?

  • Tanı için açlık insülin ölçümü, şeker yükleme testlerinde insülin değerlendirmesi, kan şekeri ve insülin düzeylerinin birlikte ölçülerek bazı endekslerin hesaplanması gibi yöntemler kullanılır. Ancak bu yöntemlerin hiçbiri çocuklarda tüm vücut insülin duyarlılığını ölçmede yeterince başarılı değildir.
  • Fiziki incelemede; boyun, ense, koltuk altı ve kasık gibi deri kıvrım bölgelerinde kahverengi koyulaşma (akantozis nigrikans) insülin direncinin göstergesidir. Ancak bu belirtinin olmaması insülin direncini dışlamaz ve bazen insülin direnci olmadan da görülebilir.

Tedavi sürecinde neler önemli?

  • İnsülin direncinin tedavisi sağlıklı beslenme ve egzersiz ile kilo vermekten geçer.
  • Şekerli ve yağlı gıdaların daha az tüketilmesi, tam tahıllı ve lif içeriği yüksek, düşük glisemik endeksli (kan şekerini yavaş yükselten) besinlerin tercih edilmesi insülin duyarlılığını arttırır.
  • Aeorobik egzersizler kas insülin direncini azaltmada etkilidir.
  • Sağlıklı beslenme ve egzersize rağmen kilo vermeye direnç varsa insülin duyarlılığını artıran ilaç tedavileri verilebilir.

Obezite Cerrahisi Son Çare Olmalıdır

Obezite Cerrahisi Son Çare Olmalıdır

Çağımızın en büyük sorunlarından biri olan obezitenin tedavisinde hangi aşamada obezite cerrahisine başvurulması gerektiği hakkında Bezmiâlem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi Cerrahi Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Adem Akçakaya açıklama yaptı.

Obezite tedavisinde son zamanlarda ilk akla gelen yöntemin cerrahi müdahale olduğunu belirten Akçakaya, “obezite cerrahisi, tedavinin en son aşaması yani son çare olmalıdır” dedi.

Dünya Sağlık Örgütü tarafından, “vücutta sağlığı bozacak ölçüde anormal veya aşırı yağ birikmesi” olarak tanımlanan obezitenin görülme sıklığının her geçen gün arttığını belirten Prof. Dr. Adem Akçakaya, “Hastalığa karşı geliştirilen stratejiler temelinde bireyin yaşam tarzını değiştirmeye yönelik olan davranış terapisinin yanında, diyet tedavisi, egzersiz, son çare olarak ise cerrahi tedaviyi önermektedir. Yani hasta önce yaşam tarzını değiştirmeli, diyet ve egzersiz yapmalı hiçbirinden istenen fayda sağlanmazsa o zaman obezite cerrahisine başvurulmalıdır. Ayrıca obezite cerrahisinin hastanın şartlarına uygunluğu da incelenmelidir.”

Prof. Dr. Adem Akçakaya

Prof. Dr. Adem Akçakaya

Hızlı kilo vereyim derken sağlığınızdan olmayın

“Cerrahi tedavi dışındaki yöntemlerin kilo kaybı üzerindeki etkisi yavaştır. Bu yüzden obez hastaların birçoğu hızlı kilo vermek adına obezite cerrahisi yöntemlerini tercih etmektedir. Fakat bu yöntemler başta kilo geri kazanımı olmak üzere taşikardi, fistül, kanama, fıtıklaşma, anastomoz darlığı, gastrik erozyon, ince bağırsak tıkanıklıkları, derin ven trombozu ve pulmoner emboli gibi birçok komplikasyonu da beraberinde getirmektedir.”

Standart bir “Zayıflama Yöntemi” yoktur

“Obezite tedavisinde seçilecek yöntemin riskleri ve yan etkileri hasta ile tartışılmalıdır. Zira obezite konusunda herkese uygulanabilecek standart bir “Zayıflama Yöntemi” yoktur. Her birey her yönüyle değerlendirilip tüm süreçler aşamalandırıldıktan sonra zayıflama tedavisine başlanmalıdır.”

Obezite

Yaşam tarzını değiştirmek ana hedef olmalı

“Yaşam tarzını değiştirmek tüm tedavi yöntemlerinin ana hedefidir. Başarılı kilo kaybı, kademeli tedavi, öğün ve besin miktarlarının değiştirilmesi, egzersiz ve kalori harcamasının arttırılması ile sağlanabilir. Başarısızlık durumunda farmasötik ilaçlar ve endoskopik yöntemler uygulanır. Eğer sonuç alınamıyorsa ve hasta morbid obez ise cerrahi yöntemler tercih edilmelidir. Hangi cerrahi yöntemin seçilmesi gerektiği kişiden kişiye farklılık gösterir ve eşlik eden yandaş hastalıklara göre belirlenmelidir.” 

Kilo veremeyen hasta yoktur, kilo vermek sadece zaman alır

“Seçilen yöntemin riskleri ve yan etkileri hastayla tartışılmalı, hastaya öneriler multidisipliner bir değerlendirmeden sonra verilmelidir. Hastanın mevcut durumuna en uygun ve en az riskli yöntem ile tedaviye başlanmalıdır. Kişilerin uyumunu sağlamak için detaylı bir değerlendirme yapılmalı, eksiklikler belirlenerek tedavi planı buna göre yapılmalı, basamaklandırma yöntemi ile kilo veremeyecek hasta olmadığı konusunda hastaya güvence verilmeli, bu yöntemlerden biri ile zayıflamasının büyük ihtimalle sağlanacağını ama önemli olanın davranış değişikliği ile zayıf kalmanın sürdürülmesi olduğu anlatılmalıdır. Kilo veremeyen hasta yoktur, kilo vermek sadece zaman alır. Bu güvencenin sağlanması hasta uyumunu ve başarısını artıracaktır” şeklinde açıklama yaptı.

Obezite ameliyatı sonrası beslenme disiplini çok önemli

Obezite ameliyatı sonrası beslenme disiplini çok önemli

“Pratik olarak, alınan kalori, harcanan kaloriden fazla ise organ ve dokularda yağ birikimi olur, biriken yağ miktarının, olması gerekenden fazla olması durumu da obezite ya da şişmanlık olarak tanımlanır.” diyen Liv Hospital Genel Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Koray Karabulut obezite ile ilgili akla takılan 12 soruyu yanıtlarken bu süreçte kişinin iradesinin en az ameliyat olma kararını vermesi kadar önemli olduğunu, sonrasında beslenme düzenine özen göstermesi gerektiğini vurguladı.

Prof. Dr. Koray Karabulut

Prof. Dr. Koray Karabulut

1 – Obezite neden olur?
Obezitenin ortaya çıkmasında birden fazla nedenden bahsetmek doğru olur. Bunları, yüksek kalorili beslenme, hareketsizlik, genetik olarak kilo almaya eğilimli olmak, metabolizma hızını yavaşlatan hastalıklar ve ilaçlar olarak özetleyebiliriz. Pratik olarak, alınan kalori, harcanan kaloriden fazla ise organ ve dokularda yağ birikimi olur, biriken yağ miktarının, olması gerekenden fazla olması durumu da obezite ya da şişmanlık olarak tanımlanır. Daha objektif bir tanılama ise Vücut Kitle İndeksi (VKİ) ile yapılabilir. Kilogram cinsinden vücut ağırlığının, metre cinsinden boyun karesine oranı olan VKİ, 25 kg/m²‘nin üzerinde ise şişmanlıktan bahsedebiliriz.

2 – Obezite cerrahisi kimler için uygundur?
Diyet ve egzersiz girişimlerine rağmen kalıcı kilo kaybı elde edememiş, vücut kitle indeksi 35kg/m² ve üzerinde olan veya 30kg/m² ve üzerinde olup, şişmanlıkla ilgili yandaş hastalığı bulunan bireyler için günümüzde tek etkin yöntem cerrahidir. Kanser tedavisinde yıllardır bilinen ve uygulanan “bireyselleştirilmiş tedavi” kavramı, obezite hastaları için de esas olmalıdır. Yani, tek tedavi şablonunun veya yönteminin tüm hastalara uygulanması değil, hastanın bireysel özellikleri göz önünde bulundurularak, kendisi için en uygun tedavinin belirlenmesi esas olmalıdır.

Ergenlik dönemindeki bireylerden, 65 yaş üstü bireylere kadar, geniş bir yaş grubunda bu cerrahiler uygulanabilmektedir.

3 – Ameliyat kimler için riskli?
Morbid obezite, yani hastalık boyutuna ulaşmış şişmanlık çoğunlukla, hipertansiyon, diyabet, karaciğer yağlanması, kalp ve damar hastalıkları, uyku-apne sendromu, eklem problemleri, hormonal problemler gibi yandaş hastalıklarla birliktedir. Obezite, bu bireylerin günlük aktivitelerini zorlaştırıp, hayat kalitelerini bozmanın ötesinde, bahsedilen yandaş hastalıklara yakalanma riskini belirgin olarak arttırır. Bu hasta grubunda, ameliyatın riskleri, obezitenin getirdiği riskler ile karşılaştırıldığında, kabul edilebilir oranda düşük olduğunu söyleyebiliriz. Ameliyat öncesi yapılacak iyi bir değerlendirme ve yeterli hazırlık ile bu riskler azaltılabilir. Bu ameliyatların düşük riskli olduğunu söylemek mümkündür.

Prof. Dr. Koray Karabulut

4 – Kişi kaç kiloya geldiğinde, boy kilo orantısı ne olduğunda ameliyat olmada kriter sağlar?
Diyet ve egzersiz ile kalıcı kilo kaybı elde edememiş, vücut kitle indeksi 35 kg/m² ‘nin üzerinde olan veya vücut kitle indeksi 30 kg/m² ve üzeri olup, şişmanlık ile ilişkili yandaş hastalığı olan bireyler, bu cerrahiler için adaydırlar. Ameliyat kararı verilirken, hastanın ameliyat sonrası dönemde, beslenme disiplini ve düzenli egzersiz ile ilgili sorumluluklarını yerine getirebileceğine dair kanaat oluşması da vazgeçilmez derecede önemlidir.

5 – Obezite hangi hastalıklara sebebiyet verir?
Obezite, hipertansiyon, diyabet, kalp ve damar hastalıkları, karaciğer yağlanması, uyku apnesi, eklem ve omurga hastalıkları, infertilite ve benzeri hormonal sorunlar, psikolojik sorunlara sebebiyet verir, bazı kanser türleri için risk faktörleri arasında yer almaktadır.

6 – Ameliyat olmazsa kişi yaşantısında nelere maruz kalabilir?
Hastalık boyutuna ulaşmış şişmanlığı olmasına rağmen ameliyat olmak istemeyen bireylerin, mevcut vücut ağırlıkları ile fiziksel aktivite yapmaları son derece zordur, yüksek tempolu egzersiz yapmaları kolay değildir, fiziksel aktivitelere bağlı, özellikle diz, kalça ve ayak bileği eklemleri ile ilgili sorun yaşama ihtimalleri yüksektir. Bu bireylerin, verilecek bir diyet programına istikrarlı bir şekilde, uzun süreli uyma oranları ise son derece düşüktür. Dolayısı ile bu bireylerin, diyet ve egzersiz ile kalıcı kilo kaybı elde etmelerini beklemek, gerçekçi değildir. Fazla kilolarından kurtulamayan bireyler için, yukarıda bahsedilen yandaş hastalıklara yakalanma riski artar, uyku kalitesi düşer, günlük fiziksel aktiviteler zorlaşır, öz güvenleri çoğunlukla azalır ve hayat kaliteleri bozulur.

7 – Obezite ameliyatları nelerdir?
Obezite ameliyatlarını, mide hacmini kısıtlayan ve gıda emilimini azaltan yöntemler olarak iki gruba ayırabiliriz. Günümüzde en sık yapılan ameliyatlar, mide küçültme ya da diğer adı ile tüp mide ameliyatı ve gastrik bypass ameliyatlarıdır.

Prof. Dr. Koray Karabulut

8 – Ameliyat sonrası süreç nasıl ilerliyor?
Bu ameliyatlar, karından küçük delikler açılarak yapılan ameliyatlardır. Ameliyat süreleri genelde bir saat civarındadır. Hastaların, istisna durumlar dışında ameliyattan sonra yoğun bakım ünitesine gitmeleri gerekmez. Ameliyattan birkaç saat sonra yürüyüşlere ve sıvı tüketmeye başlarlar. Çoğunlukla, vücutlarında dren, kateter gibi cisimler olmaz. Ameliyat sonrası dönem ağrılı değildir ve genelde ameliyattan bir veya iki gün sonra, hastaneden çıkabilecek duruma gelirler. Ameliyat sonrası dönemde, sağlıklı kilo verilebilmesi için, aralıklı kontrol muayeneleri son derece önemlidir. Bu şekilde kilo verme performansı arttırılır ve ortaya çıkması muhtemel vitamin-mineral eksikliği gibi sorunlara zamanında müdahale edilir.

9 – Ameliyat sonrası kişi ortalama kaç kilo verir?
Ameliyat sonrası kilo verme performansı, uygulanan cerrahi tekniğe, hastanın yaşına, başlangıç vücut ağırlığına, yandaş hastalıklarına, metabolizma hızına bağlı olarak değişebilmekle beraber, esas belirleyici olan, hastanın beslenme disiplinine ve egzersiz programına uyumudur. Ameliyat sonrası ilk 6 ayda, fazla kiloların %70-80’i genelde kaybedilir. Genç veya vücut kitle indeksi düşük bireylerin bu sürede normal vücut ağırlıklarına ulaştığı nadir olmayarak görülebilmektedir.

10 – Ameliyat sonrası beslenme süreci nasıl olmalı?
Ameliyattan sonraki iki haftalık dönemde hastaların sıvı gıdalarla beslenmesi önerilir. Katı gıdalara geçildikten sonra, mide hacminin küçültülmüş olması nedeniyle, hastaların sık aralıklarla beslenmeleri, yiyecek ve içecekleri olabildiğince yavaş tüketmeleri, protein ve sebze ağırlıklı beslenip, unlu, yağlı ve şekerli gıdalardan, şekerli içeceklerden uzak durmaları önerilir.

11 – Ameliyattan ne kadar süre sonra hamile kalınabilir?
Kilo verme sürecinin devam ettiği ve vitamin mineral eksikliklerinin olabileceği 1 yıllık dönemde, hem kilo verme performansının olumsuz etkilenmemesi hem de olası vitamin mineral eksikliklerinin bebeğin gelişimini olumsuz etkilememesi için, gebelik önerilmez.

12 – Hamilelikte alınan kilolar obezite geçmişinin tekrarlamasına sebep olur mu?
Geçirilmiş obezite cerrahisi, hamilelik için bir engel değildir. Beslenme disiplinine uyan ve düzenli egzersiz yapan bir bireyin hamilelik döneminde alacağı kilo, obezite cerrahisi geçirmemiş bir bireyinkinden farklı değildir. Doğumla beraber, fazla kilolardan büyük ölçüde kurtulması beklenir.