Sakuralar; baharın gülümsemesidir!
İlk kez gittiğim Japonya, bana yalnızca bir ülke değil; bir felsefe, bir yaşam biçimi sundu. Ziyaret ettiğim üç büyük şehir – Osaka, Kyoto ve Tokyo – kültürleriyle, ritüelleriyle ve insanlarının nezaketiyle beni büyüledi diyebilirim. Osaka’nın enerjik ve samimi atmosferi, sokak lezzetlerinin çeşitliliği ve gece hayatının dinamizmiyle tanışırken, Kyoto’da orijinal Japon kültürüyle geçmişe doğru bir zaman yolculuğu yaşadım. Tapınaklar, bambu ormanları ve geleneksel çay seremonileri, Japon kültürünün köklülüğünü hissettirdi. Tokyo ise; başlı başına bir evren gibiydi; hiper-modern yaşamın içinde saklı kalan gelenekler ve kent estetiğine duyulan büyük saygı, beni derinden etkiledi. Nisan ayının ikinci haftasına denk gelen ziyaretimde sakura ağaçlarının şehri bir açık hava sergisine çevirmesi, doğanın sanatla buluştuğu o anları bana armağan etti. Bu ülkenin insan merkezli düşünce sistemi, saygıyı her şeyin üstünde tutması ve detaylara verdiği önemle dünyanın en büyük ekonomilerinden biri haline gelmesi hiç de tesadüf değil.
Japonya’da geçirdiğim bu büyüleyici zaman zarfında, özellikle Tokyo’da modanın ne denli ciddi bir sektör ve kültürel ifade biçimi olduğunu yakından gözlemleme fırsatım oldu. Moda dünyası her ne kadar Paris, Milano, New York üçgeninde dönse de bu üçlünün dördüncü köşesi artık kesinlikle Tokyo! Özellikle Ginza ve Omotesando bölgelerinde yer alan, global moda evlerinin fütüristik yapıdaki ödüllü ve flagship mağazaları adeta birer deneyim alanına dönüşmüş durumda. Özellikle Louis Vuitton, Dior ve Prada’nın Tokyo’daki mağazaları, bana Fransa’daki ve Milano’dakilerden çok daha ileri düzey müşteri ve mağaza deneyimi sundu diyebilirim. Bunun yanı sıra, lokal Japon tasarımcıların net kesimli, sofistike ve zamansız tasarımları; Tokyo moda sahnesinde kendine sağlam bir yer edinmiş durumda. Özellikle büyük zincirler dışındaki bağımsız mağazalarda, özgün ve kaliteli tasarımlara ulaşmak mümkün. Japonya’nın fast fashion markası Uniqlo dışında tamamen yerel tasarımcıların ürünlerine yöneldim ve seyahatim boyunca gerek giyim gerekse aksesuar alışverişlerimde bu çizgide ilerledim diyebilirim. Her bir parça, yalnızca bir giysi değil; aynı zamanda bir hikâye, bir duruş gibiydi.
Ayrıca güzellik endüstrisiyle merakla ilgilenen biri olarak, Japonya’nın elbetteki en iyi oldukları bu alandaki zenginliği beni fazlasıyla cezbetti. Cilt bakımından makyaj malzemelerine yönelik bin bir çeşit ürünle dolu, hem içerik hem sunum açısından dünyada eşi benzeri zor bulunacak seviyedeydi. Özellikle Tokyo, şüphesiz ki dünyanın cilt bakım başkenti. Güzellik ritüelleri, ürün çeşitliliği ve içerik kalitesiyle kozmetik rafları adeta birer keşif alanına dönüşüyor. Yüz maskeleri, serumlar, geleneksel bitkisel içerikler ve yenilikçi teknolojilerle hazırlanmış ürünler arasında seçim yapmak hem keyifli hem de öğreticiydi. Uzun zamandır bu kadar sistemli ve rafine bir güzellik dünyasıyla karşılaşmamıştım.
Moda ve estetikle ilgilenen tüm okurlarıma, yalnızca alışveriş değil, aynı zamanda kültürel bir deneyim için bu üç şehri mutlaka ziyaret etmelerini öneriyorum. Ben bu ilk seyahatimde her köşeyi keşfetmeye yetemedim belki ama gördüğüm her detay, bana bir fikir ve estetik bakış açısı kazandırdı. Her sokakta, her mağazada, her durakta yeni bir şey öğrendim; çokça ilham verdi bana. Bir dahaki Japonya seyahatimde daha uzun kalmayı, sokaklarını sindire sindire yürümeyi, restoranlarını, müzelerini, mağazalarını tekrar tekrar keşfetmeyi hayal ediyorum. Çünkü; Japon kültürü, sadeliği, estetik anlayışı ve disipliniyle beni en çok etkileyen yaşam biçimlerinden biri oldu. Ve sanırım bu etki, sadece bavuluma değil, hayatıma da çok şey kattı.
Japonya’nın moda ve kültürle iç içe geçmiş bu büyüleyici dünyasını keşfetmek, bana göre yalnızca bir seyahat değil, ayrıca ziyaret ettiğimiz tapınaklarıyla içsel bir yolculuktu. Ve bu yolculuk hiç bitmesin isterdim. Sevgili Serda Büyükkoyuncu’nun dediği gibi; Kobe kadar lezzetli, kimono kadar zarif, sakura kadar güzel kalın!
Sevgiyle Kalın,

Kader Çorak
Fashion And Brands