Yazılar

Grip özellikle 2 yaşın altındaki çocuklar çok etkileniyor!

Bahar aylarına kadar süren grip sezonu yetişkinleri olduğu gibi çocukları da hedef alıyor. Yüksek ateşle etkisi altına alarak halsiz bırakıyor, bazen hastaneye yatışı bile gerektiriyor. Verilere göre, kreşe giden her 2 çocuktan biri grip oluyor; aşırı soğukların devam ettiği son günlerde ise çocuklar arasında grip vakaları daha da artıyor! İnfluenza virüsünün bulaşma oranının çok yüksek olduğuna dikkat çeken Acıbadem Altunizade Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Burcu Kesmez Evirgen, “Çocuklarımızı gripten korumak için hem bulaşmayı azaltacak hem de bağışıklık sistemini güçlendirecek önlemler almamız son derece önemli. Grip aşısı bu önlemlerin başında gelir. Ayrıca çocuklarımızın bol sıvı almalarını, sebze ve meyveyle beslenmelerini, istirahat etmelerini sağlamalıyız. Hijyen kurallarına dikkat etmek ve kalabalık ortamlarda mümkün olduğunca bulunmamak ya da maske takmak almamız gereken diğer önemli önlemlerdir” diyor.

Dr. Burcu Kesmez Evirgen

Dr. Burcu Kesmez Evirgen

Kreşe giden her 2 çocuktan biri grip oluyor

İnfluenza virüsünün yol açtığı grip, ani başlayan ve 38-40 derecelerde seyreden yüksek ateş, titreme, burun tıkanıklığı veya burun akıntısı, öksürük, baş ağrısı, halsizlik, yaygın kas ağrısı ve aşırı bitkinlik ile kendini gösteriyor. Genellikle 2 haftadan kısa sürede geçse de 5 yaşından küçük çocuklarda hastaneye yatış gerektirebiliyor. Özellikle 2 yaşın altındaki çocuklarda 39-40 dereceyi bulan ateşle birlikte havale geçirme olasılığı ve acile başvurularda artış gözleniyor. Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Burcu Kesmez Evirgen, soğuk havalarda virüsün daha etkili olduğunu vurgulayarak, “Ülkemizde ekim gibi başlayan virüs aktivitesi nisan ayına kadar devam eder. Kış döneminde kreşe giden çocukların en az yarısı grip olur. Okul öncesi çocuk grubu, özellikle 2 yaş altındaki çocuklar bu virüsten çok etkilenir. Öyle ki çocukların hastanede tedavi edilmeleri gerekebilir” diyor.

GRİBE KARŞI 8 ETKİLİ ÖNERİ!

Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Burcu Kesmez Evirgen, çocuklarda gribe karşı alınabilecek önlemleri şöyle sıralıyor:

Grip aşısı yaptırın

Gripten korunmanın en etkili yolu, çocuklara yıllık grip aşısı yaptırmaktır. Amerikan Pediatri Akademisi; 6 ay ve üzerindeki tüm çocukların grip aşısı olmalarını öneriyor. Aşı, sadece çocukları korumuyor, aile üyeleri ve toplum genelinde hastalık yükünü de azaltıyor. Bu nedenle çocuğunuzun grip aşısını yaptırmayı alışkanlık edinin.

El hijyenine dikkat edin

Çocuğunuza sık sık ellerini sabunla yıkamasını öğretin ve hijyen kurallarına dikkat edin. Virüsler eller yoluyla burun, ağız ve gözlere temasla bulaştığı için çocuğunuzu ellerini yüzüne sürmemesi gerektiği konusunda bilgilendirin.

Kapalı ve kalabalık ortamlardan kaçının

Salgın döneminde alışveriş merkezleri ile toplu taşıma gibi kalabalık ve havasız ortamlardan mümkün olduğunca uzak durun. Çocuğunuzun gribe yakalanmış kişilerle temastan kaçınmalarını sağlayın. Kalabalık bir ortama girmeniz gerekiyorsa çocuğunuza maske takmayı alışkanlık haline getirin.

Bol su içirin

Yeterli sıvı tüketimi vücudun virüsle mücadelesine destek oluyor. Dolayısıyla, çocuğunuzun yaşına göre bolca su içmesini sağlayın. Sadece su değil meyve suları, bitki çayları, ayran ve kefir gibi içecekler de vücuttaki sıvı miktarını artırıyor.

Sofranızda mutlaka yer verin

Sofranızda protein, sağlıklı yağlar, vitamin ve mineral açısından zengin besinlere yer verin. Yoğurt, kefir ve fermente gıdalar gibi probiyotikler bağırsak sağlığını destekleyerek bağışıklık sistemini güçlendiriyorlar. Vücudunun doğal savunmasını desteklemek için şekerli ve işlenmiş gıdalardan kaçının.

Evinizi sık sık havalandırın

Temiz ve nemli hava solunum yollarının korunmasına yardımcı oluyor. Havanın çok kuru olması burun ve boğazda tahrişe ve bunun sonucunda influenza gibi viral enfeksiyon etkenlerinin vücuda girişinin kolaylaşmasına neden olabileceği için ortamın nem dengesini koruyun. Evde temiz hava sirkülasyonu sağlamak için pencereleri düzenli olarak açarak odalarınızı havalandırın.

Yeterli uyku çok önemli

Yetersiz uyku vücudun hastalıklarla mücadelesini zorlaştırıyor. Düzenli uyku alışkanlığı ise çocukların genel sağlığını korumada önemli bir rol oynuyor. Bağışıklık sistemini güçlü tutmak için çocuğunuzun her gece en az 8 saat uyumasına özen gösterin.

Yaşına uygun spor için teşvik edin

Düzenli hareket etmek bağışıklık sistemini güçlendiren önemli bir faktör. Dolayısıyla fiziksel aktivite vücudun hastalıklarla daha iyi mücadele etmesine yardımcı oluyor. Çocuğunuzu açık havada oyun oynamaya, yürüyüş yapmaya veya yaşına uygun bir sporla ilgilenmeye teşvik edin.

Besin alerjisi, nezle ve grip ile karışabiliyor!

Kışın dondurucu soğuklarının hakim olduğu bugünlerde, kapalı ve kalabalık ortamlarda hızla bulaşan virüslerin de etkisiyle özellikle bebekli aileler büyük endişe yaşıyorlar. Çocuk polikliniklerine burun akıntısı, hapşırık, öksürük ya da ciltte döküntü gibi şikayetlerle getirilen bazı bebeklerde bu şikayetlerin altında yatan neden, besin alerjisi olabiliyor! Acıbadem Altunizade Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Büşra Nükhet Pehlivanoğlu “Ek gıdaya geçiş konusunda anneler biz çocuk hekimlerine danışmanın yanı sıra, günümüzde bilgi kirliliğinin çok fazla olduğu sosyal medyadan ve internetten de farklı bilgiler öğrenebiliyorlar ki bu durum sağlık açısından bazı tehlikelere yol açabiliyor. Özellikle bağışıklığı güçlü olsun diye ek gıdaya geçişte ilk günden besinleri birbirine karıştırarak verebiliyorlar. Oysa bu durum bebeğin besin alerjisi olup olmadığının tespitini güçleştiriyor. Çocuk polikliniklerine nezle ve grip bulgularıyla getirilen birçok bebeğin sorunları besin alerjisinden kaynaklanabiliyor” diyor. Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Büşra Nükhet Pehlivanoğlu, çiçeği burnunda annelere ek gıdaya başlarken bilinmesi gerekenleri ve sağlıklı ek gıdanın püf noktalarını anlattı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

Annelerin, bebeklerinin 6. ayına gelmesiyle birlikte hekimlere danıştıkları konuların başında ek gıdaya geçerken dikkat etmeleri gerekenler yer alıyor. Zira bu süreçte hem heyecanlı hem de stresli olan çiçeği burnunda anneler, ‘acaba yanlış bir şey yapar da bebeğime zarar verir miyim?’, ‘iştahı nasıl olacak?’, ‘ya beğenmez de onu yeterince ve sağlıklı besleyemezsem!’ ya da ‘acaba alerjisi olacak mı?’ şeklinde endişeler yaşıyor. Acıbadem Altunizade Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Büşra Nükhet Pehlivanoğlu, öncelikle ilk 6 ay sadece anne sütünün yeterli olduğunu vurgulayarak “Anne sütü ile ilgili bir problem yoksa bebeğin gelişimine göre, ilk 6 ay sadece anne sütü bebeğin büyümesi için bütün ihtiyaçlarını karşılamaktadır. Gelişim basamaklarında herhangi bir problemi olmayan ve anne sütü ile beslenen çocuklarda 6. aya girilmesiyle birlikte ek gıdaya başlayabilirsiniz. Öncesinde ek gıda tadımları mutlaka doktor kontrolünde yapılmalıdır. Anne sütü alımı yetersiz olan, formül mama alımında zorlanan veya gelişiminde aksamalar saptadığımız çocuklarda ise 6. aydan daha erken dönemde ek gıdaya başlayabiliriz” diyor.

Dr. Büşra Nükhet Pehlivanoğlu

Dr. Büşra Nükhet Pehlivanoğlu

Bu hareketleri yapabiliyorsa!

Bebeğinizin ek gıdaya hazır olup olmadığını anlamak için öncelikle bazı gelişim basamaklarını tamamlamış olması gerektiğini vurgulayan Dr. Pehlivanoğlu şöyle konuşuyor: “Örneğin; başını tutuyor olabilmeli, desteksiz ya da hafif destekle tam oturabilmeli, yiyecekleri ağzına götürmeli ve yutabilmelidir. Genelde doğum ağırlığının iki katına ulaşmışsa ve gelişiminde sorun yoksa ek gıdalara başlanabilir. Ek gıdalarla birlikte anne sütüne de ilk iki yıl devam etmeniz faydalıdır.”

Ek gıdaya başlarken bu önerilere dikkat!

Dr. Büşra Nükhet Pehlivanoğlu, ek gıdaya başlarken önemli kuralları şöyle sıralıyor;

  • Her besini tek tek deneyin, yoksa!

Her besini ‘bir günde tek besin’ olacak şekilde, en az iki gün denemelisiniz. Böylece o besine alerjisi olup olmadığını anlayabilirsiniz. Yüksek alerjen gıdalar dışındaki her besin için üç gün beklemenize gerek yok ancak aynı gün içinde sadece tek yabancı besin tanıtılmalıdır. Çiçeği burnunda anneler, sosyal medyanın da etkisiyle ‘bağışıklığı güçlensin’ diye verilen bulamaç/ atom dedikleri tarifleri uygulayabilmekteler. Ancak bebeğin ilk defa karşılaşacağı farklı besinleri ilk günden birbirine karıştırabildikleri için bebeğin besin alerjisi anlaşılamayabiliyor. Hatta alerji, nezle ve grip bulguları ile benzerlik gösterebildiğinden ona göre tedavi uygulanabiliyor, alerjiyi teşhis edebilmek zaman alabiliyor!

  • Tatları karıştırmayın!

Bebeğinizin ileride iştahsızlık, seçici yemek yeme, tek tada alışma (sadece tatlı yeme gibi) veya sebze reddi olmaması için ilk aşamalarda farklı tatları karıştırmayın. Bulamaçlar hazırlamayın ve her besinin tadını, kokusunu, dokusunu algılaması için tek tek sunun. Alerjik reaksiyon göstermeyen ve tadını öğrendiği gıdaları ileriki dönemlerde tariflerde kullanabilirsiniz.

  • Biberon ve blender kullanmayın!

Ek gıdayı kaşık veya bardakla verebilirsiniz. Biberon kullanmayın! İlk 3-5 gün dışında yiyecekleri blender ile hazırlamayın. Bebeğinizin ileride çiğneme ve yutma kaslarının gelişmesini erken dönemde çatalla ezerek ve cam rende kullanarak destekleyebilirsiniz. Yiyecekleri bebek beslenmesinde en sağlıklı pişirme yöntemi olan buharda pişirerek hazırlayın. Besinlerin mümkün olduğunca organik ve güvenilir kaynaklardan temin edilmesi ve evde hijyenik koşullarda hazırlanması önemlidir.

  • Sevmedi diye vazgeçmeyin!

Bebeğiniz bir besini redediyorsa hemen listeden çıkarmayın, farklı günlerde ve bebeğiniz aç iken tekrar sunabilirsiniz. Bazen bir besini sevmesi 10-15. denemede olabilir veya çok sevdiği bir besini bazı günler hiç yemek istemeyebilir, bunun geçici periyodlar olduğunu unutmayın, pes etmeyin!

  • İlk 1 yaşta bu besinlere kesinlikle başlamayın!

Bal, inek sütü, pastörize edilmemiş süt ve süt ürünleri (yoğurt ve peynir gibi), çay, kahve, maden suyu gibi kafeinli ve asidik içecekler, şarküteri ve sakatat ürünleri, konserve gıdalar, çiğ yumurta içeren ürünler veya az pişmiş yumurtayı ilk 1 yılda çocuğunuza vermeyin!

  • Bu besinlere dikkat!

İlk 1 yaşta bazı besinlere dikkat etmek gerektiğini belirten Dr. Pehlivanoğlu şöyle konuşuyor: “Bu dönemde taze sıkılmış dahi olsa meyve suyu vermenizi önermiyoruz. Bunun yerine meyvenin kendisini hazırlayın. Aksi taktirde aşırı şeker yüklenmesi oluşturacaktır. Tahıl grubundan pirinç ve pirinç ununun yoğun kullanımı yerine (içerdiği arsenik yükü nedeniyle); bulgur, şehriye, yeşil mercimek, kırmızı mercimek vb tahılları dönüşümlü kullanabilirsiniz. 1 yaş sonrası bal verecekseniz hakiki olmasına dikkat edin. Bal ve pekmezi tariflerinizde kesinlikle pişirmeyin çünkü yüksek ısıda kanserojen madde salınımına neden olurlar! Maden suyu içerdiği elektrolitler nedeni ile henüz gelişmekte olan böbreklerinde yük oluşturup zarar verebileceğinden içirmenizi önermiyoruz. Bebeğinize gün içinde sık sık su teklif etmeyi ihmal etmeyin.”

Hamilellik ve sonrası nasıl beslenilmeli?

Modern çağda teknoloji ve bilişimdeki baş döndürücü gelişmeler, anne babaları çocuklarının zeka seviyesini güçlendirmeye yönelik arayışlara sevk ediyor. Bu düşünceyle pek çok anne adayı, gerek hamilelik sürecinde gerekse doğum sonrası alabilecekleri önlemlere yönelik olarak doktoruna “Acaba bebeğimin zekasını geliştirmek için neler yapabilirim?” sorusunu yöneltiyor. Acıbadem Altunizade Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Aysimin Akçakaya Koraman “Bebeğimizin fiziksel sağlığı kadar ruhsal ve zihinsel sağlığı da anne karnındayken desteklenmeye başlayan ve ömür boyu devam eden bir sürecin önemli parçalarıdır. Yaşam alışkanlıklarınızda yapacağınız bazı yeniliklerle mümkünse hamilelik öncesinde, değilse de hamilelik süreci ve doğum sonrası hem onların fiziksel ve ruhsal sağlıklarına hem de beyin sağlığına çok önemli desteklerde bulunabilirsiniz” diyor. Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Aysimin Akçakaya Koraman bebeklerde beyin gelişimini desteklemek amacıyla alınması gereken önlemleri anlattı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

Dr. Aysimin Akçakaya Koraman

Dr. Aysimin Akçakaya Koraman

HAMİLELİK ÖNCESİ NELER YAPMALI?

  • Kadın Hastalıkları ve Doğum ile Dahiliye hekimine başvurup gerekli testleri yaptırmalı, vitamin eksiklikleriniz varsa tedavisine başlamalı, eksik aşılarınızı tamamlamalısınız.
  • Kronik hastalığınız ve sürekli kullanmanız gereken ilacınız varsa, takip eden hekim ile görüşüp bu hastalıkla ilgili hamilelikte alınması gereken önlemleri konuşmalı, tedavi planlamasını birlikte yapmalısınız.
  • Ağız ve diş sağlığınız için kontrollerinizi yaptırmalı, gerekirse mutlaka hamilelik öncesinde tedavi olmalısınız.
  • Koraman “Planlı bir hamilelik ise; folik asit desteğine planlanan dönemden 3 ay öncesinde başlamalı, planlı olmamışsa da en kısa sürede doktorunuza danışarak folik asit takviyesi almalısınız” diyor.
  • Sigara, alkol vb zararlı maddelerden mutlaka kaçınmalısınız.
  • Kafeini kısıtlamalı, iyi yıkanmamış meyve ve sebzeden ve çiğ ya da iyi pişmemiş et ürünlerinden mutlaka uzak durmalısınız.

HAMİLELİK SÜRECİNDE NELER YAPMALI?

  • Dengeli ve sağlıklı beslenme anne adayı ve bebek için son derece önemlidir. Bu nedenle abur-cuburdan uzak durmalı, sağlıklı beslenmeye özen göstermelisiniz.
  • Koraman “Omega-3 desteği özellikle son yıllarda yapılan birçok çalışmada ciddi anlamda ön plana çıkıyor. Hem hamilelik sürecinde anne beslenmesinde, hem de doğum sonrası bebek beslenmesine başlanan 6. aydan itibaren; Omega 3 kaynakları olan balıklara (sardalya, hamsi, somon, uskumru vb.) ceviz ve fındık gibi kuruyemişlere ve kırmızı et, yumurta gibi ürünlere mutlaka diyetinizde yer vermelisiniz. Omega 3 (DHA ve EPA) kaynaklarının beslenmede olmadığı veya kısıtlı olduğu durumlarda hekim kontrolünde mutlaka takviye destek olarak alınması önerilmektedir” diyor.
  • Bebeğinizle henüz anne karnındayken konuşmanız, ona sevginizi hissettirmeniz, sakin ve huzurlu hissedeceği müzikler dinletmeniz, bebeğinizin beyninde sinir uyarıları yaparak ciddi anlamda gelişmesini sağlayacaktır. Ayrıca sizin stresinizi azalttığı için de genel anlamda hem size hem de bebeğinizin sağlığına olumlu etki yapacaktır. Bu nedenle mutlaka bu davranışları alışkanlık haline getirin.
  • Bebeğin anne karnında özellikle hareketliliğinin arttığı durumlar (duş almak, yürüyüş yapmak, sesli kitap okumak vb) onun aslında size vermek istediği bir sinyaldir ve bunları dikkate alıp mutlaka bu aktiviteleri tekrarlayın. Fiziksel aktiviteyi ise kendinizi zorlamadan günlük rutininiz arasına katın.

DOĞUM SONRASI NELER YAPMALI?

Bebeğiniz doğdu ve artık dış dünyada birliktesiniz. Peki şimdi onun beynini beslemek için neler yapabilirsiniz? Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Aysimin Akçakaya Koraman “Ebeveyn olmayı bir bilim değil, sanat olarak ele almak gerekir. Bebeğimiz de mutlak doğruların ya da yanlışların olmadığı bir düzende; bireyler, sosyal çevre ve çeşitli materyallerin harmanlanması ile ortaya çıkarılan tek ve kendine özel bir sanat eseridir. Her sanatçı kendi eserini en güzel şekilde yapmak için uğraşsa da, hepimiz kusurlarımız ve farklılıklarımız ile değerli ve özgünüz” diyor. Hem ebeveynlerin hem de bebeğin zihninin güzelliklerle dolu olması gerektiğini vurgulayan Dr. Koraman, beyin gelişimi için doğum sonrasına yönelik önerilerini şöyle sıralıyor;

  • Doğum anından itibaren başlanan ten tene temas, bebeğin hem anne ve babası ile olan bağlarını güçlendirir hem de beynindeki sinir hücrelerinin bağlantılarını olumlu yönde geliştirir. Bu nedenle ona şefkatle dokunun ve kucaklayın.
  • Her fırsatta bebeğinizle konuşmak, onu sürekli yeni kelimelerle tanıştırmak, günlük hayatınızda size çok basit ve önemsiz gelen hareketleri bile ona anlatmak ve mümkün olduğunca bunları sık tekrarlamak bebeğinizin beyin gelişimi için son derece önemlidir.
  • Koraman “Bebeğimizle tıpkı tenis oynuyor gibi tepkilerine benzer bir tepki ile cevap vermek ve sıramızı beklemek gerekir. Örneğin; size bakıp gülümsediğinde gülmek, agu gibi sesleri çıkardığında benzer seslerle karşılık vermek, parmaklarıyla bir yeri gösterdiğinde aynı şekilde dönüp bakıp parmağımızla orayı işaret etmek gibi basit ancak etkili iletişimde olmak beyinsel gelişimi açısından da çok değerlidir” diyor.
  • Bebeğiniz üzgün, mutsuz ya da huysuz olduğunda mutlaka en kısa sürede onun ihtiyaçlarına cevap vermeniz, kucaklayıp sarılmanız, kendini güvende hissetmesini sağlamanız kaygı düzeyinin azalmasına ve hem aranızdaki bağın hem de beyin sağlığının güçlenmesine yardımcı olur.
  • Bebeğinizle mutlaka oyunlar oynayın. Yaşına ve sevdiği oyunlara uygun oyuncaklar seçerek ilgisini çekmeye özen gösterin. Bu bazen bezden yapılmış bir hayvan bazen bir kitap bazen de çok basit bir tahta kaşık olabilir. Önemli olan materyal değil, onunla ne kadar ilgiyle ve keyifle oynadığınızdır. Yaşına uygun oyunlar oynamanız beyin gelişimi açısından büyük fayda sağlıyor.
  • Mutlaka erken dönemde kitap alışkanlığı edinmesi için çabalayın ve hatta mümkünse salon gibi en çok vakit geçirilen yerlerde sürekli kitaplarla haşır neşir olabileceği bir kitaplık bulundurun. Ona sıcak ve sevimli bir ton ve vurguyla kitaplar okuyun.
  • Koraman “Birlikte gezmek, yeni yerler keşfetmek ve bol bol dışarıda zaman geçirip sosyalleşmek de hiç kuşkusuz bebeğinizin gelişimine çok önemli bir destektir” diyor.

Dikkat! Bu kanser 35 yaşın altındaki kadınlarda da görülüyor!

Rahim ağzı kanseri dünyada üreme çağındaki kadınlarda en sık görülen jinekolojik kanserlerde ilk sırada yer alıyor.  Ülkemizde de jinekolojik kanserlerde 3’üncü sırada görülüyor. Yine ülkemizde 45 yaş altındaki genç kadınlara bakıldığında rahim ağzı kanserinin jinekolojik kanserler arasında 1’inci sıraya yükseldiği belirtiliyor.   Dünyada her yıl yaklaşık 662 bin, ülkemizde de 2 bin 500’den fazla kadın, Human Papilloma Virüsü’nün sorumlu tutulduğu rahim ağzı kanserine yakalanıyor. Rahim ağzı kanseri ortalama görülme yaşı 50 yaş olsa da bu kanser genç kadınları da tehdit ediyor. Öyle ki her yıl dünyada 35 yaş altındaki yaklaşık 54 bin ülkemizde de 180 kadında rahim ağzı kanseri teşhis ediliyor. Acıbadem Altunizade Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum / Jinekolojik Onkoloji Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. Serkan Erkanlı, bu nedenle hiçbir yakınma olmasa bile tarama programlarına genç yaşlarda başlamanın yaşamsal önem taşıdığını vurgulayarak, “Dolayısıyla rahim ağzı kanseri taraması olan Pap Smear testine 21 yaşından itibaren ve HPV testine 30 yaşından itibaren başlamak hayat kurtarmaktadır. Zira, tarama testleri sayesinde rahim ağzı kanserleri erken dönemlerinde, hatta henüz hücre değişimlerinin olduğu süreçte, yani kanser gelişmeden yüzde 95 oranında yakalanabilmektedir” diyor.

Prof. Dr. Serkan Erkanlı

Prof. Dr. Serkan Erkanlı

Bu belirtilerde zaman kaybetmeyin!

Rahim ağzının kanser öncüsü lezyonları genellikle herhangi bir yakınmaya neden olmuyorlar. Belirtiler ancak kanser geliştiğinde kendini gösteriyor. Lekelenme şeklinde gerçekleşen ara kanamalar, cinsel ilişki sırasında veya sonrasında lekelenme ya da kanama ise en yaygın görülen sinyallerini oluşturuyor. Hastalık ilerleyince tümörün büyümesine ve enfeksiyona bağlı olarak bu sorunlara; kötü kokulu akıntı, kasıklarda veya bel bölgesinde gelişen ağrı ile bacaklarda şişme gibi belirtiler de eşlik edebiliyor. Bunların yanı sıra tümörün etkilediği bölgelere göre; idrarda kanama, rektal kanama ile kabızlık şikayetleri de gelişebiliyor.

Her 10 kadından 8’inde HPV görülüyor!

Çalışmalar, her 10 kadından 8’inin yaşamları boyunca en az bir kez Human Papilloma Virüsü ile enfekte olduğunu gösteriyor. Ancak bağışıklık sistemi, hastaların yüzde 90’ında, 2-3 yıl çerisinde, HPV enfeksiyonunu temizliyor. Hastaların yüzde 10’luk kesiminde ise virüs kalıcı oluyor. Jinekolojik Onkoloji Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. Serkan Erkanlı, riskli grupta yer alan hastaların yakından takip edilmelerinin kanser öncüsü lezyonların erkenden teşhis ve tedavi edilmesi için çok önemli olduğuna işaret ederek, “Anormal hücre varlığı kanser öncüsü lezyon ihtimalinin arttığını göstermektedir. Ancak her HPV kansere neden olmadığı için hemen paniğe kapılmamalı.  Zira HPV testinin pozitif çıkması, hastanın mutlaka rahim ağzı kanserine yakalandığı anlamına gelmemektedir. HPV testi pozitif çıktığında, hastanın enfekte olduğu virüsün tipine ve Pap Smear testindeki sonuca göre biyopsi yapılması veya hastanın yakın takip edilmesi gerekebilmektedir” diye konuşuyor.

En etkili önlem aşı olmak!

Rahim ağzı kanserinin yüzde 99’undan Onkojenik Human Papilloma Virüsleri sorumlu tutuluyor.  Jinekolojik Onkoloji Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. Serkan Erkanlı, HPV aşılarının, bu kanser türüne karşı en etkili korunma yöntemi olduğunu belirterek, “Rahim ağzı kanserine neden olan yaklaşık 14 onkolojik Human Papilloma virüsü tipi mevcut. Bunlardan biriyle karşılaşan hasta, HPV aşıları sayesinde rahim ağzı kanserinden yüzde 90 oranında korunabilmektedir. HPV aşısının 11-12 yaşlarında yaptırılması önerilmektedir. Ancak 13-26 yaşları arasında da HPV aşısı yapılabilir. 26 yaşından sonra ise özellikle 45 yaşına kadar olan kadınlarda belli durumlarda aşı uygulanabilmektedir. Etkileri HPV bulaşmadan önceki dönemde daha güçlü olmakla beraber aşılar bu enfeksiyonu geçirdikten sonra da aşı içerisinde yer alan diğer tiplere karşı koruyarak yarar sağlamaktadır” bilgisini veriyor.   

Bu test 3 yılda bir mutlaka yaptırılmalı!

Aşılar sayesinde, rahim ağzı kanserine yakalanma riski büyük oranda önlense de tümüyle ortadan kalkmıyor. Bu nedenle aşı sonrasında da rutin rahim ağzı kanseri taramalarının yaptırılması yaşamsal önem taşıyor.  Rahim ağzı kanserine dönüşebilecek olan hücresel değişimleri tespit eden PAP Smear testine 21 yaşında başlanması ve 65 yaşına kadar her 3 yılda bir devam edilmesi gerekiyor. 30 yaşından sonra ise Human Papilloma Virüsü testiyle tarama yapılması öneriliyor. HPV testine eş zamanlı olarak PAP Smear testi de eklenebiliyor. Jinekolojik Onkoloji Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. Serkan Erkanlı, HPV bazlı testlerle yapılan taramalarda daha başarılı sonuçlar elde edildiğini vurgulayarak, “PAP Smear testi kanser öncüsü lezyonları yüzde 55 oranında tespit edebilirken, tek bir HPV testi bu lezyonların yüzde 95’ini saptayabilmektedir. HPV bazlı testin sonuçları normal çıktığında bir sonraki testin 5 yılda bir yapılması önerilmektedir. Riskli durumlarda veya sonuçların riske işaret etmesi halinde ise her iki testte süreler kısalabilmektedir” diyor.

Erken evrede cerrahi yöntemle tedavi edilebiliyor!

Tarama testleriyle saptanan anormallikler sonucunda kolposkopi olarak adlandırılan yöntemle rahim ağzı daha detaylı bir şekilde inceleniyor ve biyopsiler yoluyla kansere dönüşme potansiyeli olan hücre değişiklikleri, kanser öncüsü lezyonlar saptanabiliyor. Bu durumda, bu lezyonlar rahim ağzının anormallik gösteren ince bir katmanının alınması yoluyla büyük oranda tedavi edilebiliyor. Jinekolojik Onkoloji Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. Serkan Erkanlı, özellikle erken evrelerde yakalandığında rahim ağzı kanserinin cerrahi yaklaşımla büyük oranda başarılı bir şekilde tedavi edilebildiğine dikkat çekerek, “Özellikle genç yaşta olup da çocuk sahibi olmak isteyen kadınlarda üremeyi koruyucu cerrahi yaklaşımlar mevcuttur. Bu hastalarda rahmin tamamı alınmadan sadece rahim ağzı alınarak ve gerekli durumlarda karın içerisindeki ilgili lenf bezleri de alınarak rahim ağzı kanseri başarıyla tedavi edilebilmektedir” diyor. Jinekolojik Onkoloji Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. Serkan Erkanlı, hastalık erken evrelerde yakalandığında başarılı tedavi şansının yüzde 95’lerin üzerine çıktığına işaret ederek, “Ancak daha ileri evrelerde hastaların tedavisi radyoterapi ve kemoterapi uygulamalarıyla mümkün olabilmektedir” diyor.

En sık rastlanan kanser türü!

Tüm dünyada en sık rastlanan ve kansere bağlı ölümlerde ilk sırada yer alan akciğer kanseri önemli bir halk sağlığı sorunu olarak karşımıza çıkıyor. Acıbadem Altunizade Hastanesi Tıbbi Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Aziz Yazar, sigaranın akciğer kanserinden tek başına yüzde 90 oranında sorumlu olduğunu vurguluyor. Sinsice ilerleyen akciğer kanserinde erken teşhisin hayat kurtardığını, buna karşın toplumda farkındalığın yetersiz olduğunu belirten Prof. Dr. Aziz Yazar, 1-30 Kasım Akciğer Kanseri Farkındalık Ayı kapsamında yaptığı açıklamada, mutlaka dikkate alınması gereken belirtileri ve yeni nesil tedaviyi anlattı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

Akciğer dokusundaki hücrelerin kontrolsüz çoğalmasıyla oluşan akciğer kanseri, dünya genelinde gerek görülme sıklığı gerekse kansere bağlı ölümlerde başı çekiyor. Acıbadem Altunizade Hastanesi Tıbbi Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Aziz Yazar “Tüm dünyada bir yılda yaklaşık 2 milyon 200 bin kişiye akciğer kanseri tanısı konulurken, bunun 41 binini ülkemizdeki hastalar oluşturuyor. Dünyada bir yılda yaklaşık 1 milyon 800 bin ve ülkemizde yaklaşık 30 binden fazla kişi akciğer kanseri nedeniyle hayatını kaybediyor” diyor. Kansere bağlı ölümlerin erkeklerde yüzde 28’ini, kadınlarda da yüzde 26’sını akciğer kanserinin tek başına oluşturduğunu belirten Prof. Dr. Yazar şöyle konuşuyor: “Akciğer kanserine bağlı ölümlerin yüksek olmasının nedenlerinden birisi; sinsice ilerlediğinden geç belirti vermesidir. Bu nedenle bazı şikayetlerde mutlaka doktora görünmek, uygulanan tedaviye rağmen iyileşme olmazsa akciğer kanseri yönünden de araştırma yapmak gerekir. Özellikle geçmeyen, üç haftayı aşan öksürük, kanlı balgam, nefes darlığı ve göğüs ağrısı şikayetleri mutlaka akciğer kanseri yönünden de araştırılmalıdır.” Akciğer kanserinde erken teşhisin hayat kurtardığını ancak toplumsal farkındalığın yetersiz olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Yazar “Bu nedenle teşhis anında kanser genellikle ileri evreye ulaşmış oluyor ve vakaların yüzde 70’i tanı anında evre 3 ve evre 4 olarak karşımıza çıkıyor. Oysa akciğer kanseri düşük doz bilgisayarlı tomografi taraması ile erken teşhis edilebilmekte ve kişiye özel tedavi yöntemleri ile daha az yan etkisi olan, daha başarılı tedaviler uygulanabilmektedir” diyor.

Prof. Dr. Aziz Yazar

Prof. Dr. Aziz Yazar

Risk faktörlerine dikkat!

Sigaranın, akciğer kanserinin nedenleri arasında yüzde 90 ile tek başına sorumlu olduğunu, günlük içilen sigara miktarı arttıkça ve sigara içme süresi uzadıkça akciğer kanseri gelişme riskinin içmeyenlere göre en az 20 kat arttığını vurgulayan Prof. Dr. Aziz Yazar “Sigaranın akciğer kanseri ile ilişkisi 1950’den sonra anlaşılmaya başlanmıştır. Sigarayı bırakarak akciğer kanseri yüzde 90 oranında önlenebilir. Kendisi sigara içmese de sigara dumanına maruz kalanlarda yani pasif içicilerde de akciğer kanseri riski artmaktadır” diyor. Genetik yatkınlık hariç, akciğer kanserini artıran risk faktörlerinin hemen hepsinin önlenebileceğini, hastalıkların oluşumunu önlemeninin de en etkili ve ucuz tedavi yolu olduğunu belirten Prof. Dr. Yazar, öne çıkan diğer risk unsurlarını şöyle açıklıyor: “Egzoz gazları, kömür dumanı, asbest, arsenik, nikel, silika ve berilyum gibi maddelere maruziyet ile daha önceden tüberküloz geçirmiş olmak akciğer kanseri riskini artırmaktadır. Daha önce akciğerin başka nedenle radyasyona maruz kalması akciğer kanseri geliştirme riskini 13 kata kadar artırmaktadır. Birinci derecede akciğer kanseri yakını olanlarda da risk, olmayanlara göre iki kat daha yüksektir.”

Kişiye özel tedavi başarıyı artırdı!

Akciğer kanserinin tedavisinde 15 yıl öncesine kadar sadece cerrahi, kemoterapi ve radyoterapi uygulanırken, son yıllarda kişiye özel tedavilerin geliştirilerek uygulamaya konulduğunu belirten Tıbbi Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Yazar “Kanserli dokudan ve/veya kandan alınan numuneler test edilerek kişinin hastalığının gen haritası (Yeni Nesil Dizileme) çıkarılmaktadır. Bu yolla akciğer kanserinin hassas olduğu bir hedefli ilaç veya immünoterapi olup olmadığı saptanabilmektedir. Tedavide kullanılan hedefli ilaçlar ve immünoterapinin yan etkisi kemoterapiye göre oldukça düşüktür. Yeni Nesil Dizilemeye göre verilen hedefli tedavi veya immünoterapinin başarıları da oldukça yüksektir ve bu yolla akciğer kanserli hastaların gerek yaşam şansı gerekse yaşam kalitesi kemoterapiye göre oldukça artırılabilmektedir” diyor.

Anne ve babalar çok korkuyor, oysa…

Küçük çocuğu olan anne ve babalar, beyne zarar vereceği düşüncesiyle yüksek ateş ve ateşli havalelerde büyük korku yaşıyorlar. 5 yaşından küçük çocuklarda görülen nöbetlere titreme ve kasılma gibi durumların eşlik etmesi yaşanan endişeleri daha da artırıyor. Aslında, korkulanın aksine, havaleler çocukta bilişsel zarara yol açmıyor. Bu nöbetler sırasında ailenin bilinçli davranması gerektiğine dikkat çeken Acıbadem Altunizade Hastanesi Çocuk Nörolojisi Uzmanı “Aileler için çok korkutucu bir görüntü olmakla beraber, ateşli nöbetler iyi huylu nöbetlerdir ve 1-2 dakika gibi kısa sürede sonlandıkları için beyne zarar vermezler. Ateşli nöbetlere bağlı bilişsel gerilik, akademik performansta düşme, davranış sorunları gibi kalıcı etkilenmeler görmeyiz. Ancak 30 dakikayı aşan nöbetler beyinde hasarlanmaya neden olabilir” diyor.

Doç. Dr. Hepsen Mine Serin

Doç. Dr. Hepsen Mine Serin

Her 3 çocuktan 1’inde ilk belirti nöbet oluyor!

Ateşli nöbetler, tıptaki adıyla “febril konvülsiyon” bebek ve küçük çocuklarda en sık görülen nörolojik hastalıkların başında geliyor. Bu nöbetler altı ay ila 5 yaş arasındaki çocuklarda beyin enfeksiyonu, zehirlenme, kafa travması gibi tanımlanmış bir neden olmadan ateşle birlikte ve genellikle ateşin ilk gününde ortaya çıkıyor. Çocukların üçte birinde hastalığın ilk belirtisi nöbet oluyor ve ateşin yüksekliği ancak hastanede saptanabiliyor.

Genellikle ilk 2 yaşta ortaya çıkıyor

Yaşa bağımlı olan ateşli nöbetler, 5 yaşından küçük çocukların yüzde 2 ila 4’ünde ve sıklıkla erkek çocuklarda görülüyor. Ülkemizde yapılan bir çalışma; havale görülme oranının yüzde 3,3 olduğunu gösteriyor. Ateşli nöbetler çocukların yüzde 50’sinde ilk 2 yaşta; bununla beraber en sık 18-24 ay arasında ortaya çıkıyor. Ateşli nöbetlerin küçük yaşlarda görülmesinin sebebi, bağışıklık sisteminin gelişme sürecinde olduğu için enfeksiyon gelişmesinin daha kolay olmasıyla açıklanıyor.

Ailede varsa havale riski artıyor

Peki neden bazı çocuklarda havale görülüyor? Bunun en önemli nedenini genetik yatkınlık oluşturuyor, ilk ve tekrarlayan ateşli nöbette aile öyküsünün olması risk faktörü sayılıyor. Ateşli nöbet geçiren çocukların yüzde 25 ila 40’ının ailesinde ateşli nöbet geçiren başka kişiler bulunuyor. Hatta ailede ateşli nöbet geçiren kişi sayısı ne kadar çoksa çocukların ateşli nöbet geçirme riski de o kadar artıyor. Yüksek ateş, viral enfeksiyonlar, yakın zamanda aşı yapılması da yine bu tabloya yol açan risk faktörleri arasında yer alıyor.

Boş bakıyor veya gözlerini bir noktaya dikiyorsa… 

Ateşli nöbetler en sık boş bakma, tüm vücutta gevşeme, gözleri bir noktaya dikme şeklinde gözlemleniyor. Bazen nöbetler tüm vücutta veya tek tarafta kol ve bacakta kasılma veya titreme şeklinde ortaya çıkabiliyor. Havalelerdeki ateş faktörünün rolüne değinen Çocuk Nörolojisi Uzmanı Doç. Dr. Hepsen Mine Serin “Nöbet genellikle ateş hızla yükseldiğinde görülse de, esas tetikleyici ateşin derecesi oluyor. Ölçülen ateş çoğunlukla 39 derecenin üstündedir. Her 4 çocuktan 1’inde ateş 38-39 derece arasında görülüyor. Nadiren 38 derecenin altındaki vakalarda ateşli nöbet görebiliyoruz. Çocuk ateşi fark edilmeden de nöbet geçirebiliyor ve hastanede ateşi yüksek saptanabiliyor” diyor.

Tedavide amaç nöbetin tekrarlamasını önlemek

Ateşli nöbetlerin tedavisinde temel amacın nöbet tekrarını önlemek olduğuna işaret eden Çocuk Nörolojisi Uzmanı Doç. Dr. Hepsen Mine Serin “Koruyucu tedavi ve uzun dönem tedavi gibi farklı tedavi alternatifleri mevcut. Seçilecek tedavi programına çocuğun durumuna göre karar veriliyor. Ateşli nöbeti önceden tahmin etmek ya da önlemek mümkün olmasa bile bir defa nöbet geçiren çocuğun ateşlendiği dönemlerde ateşini yakın takip ederek kontrol altına almak önem taşıyor” diyor.

 

Nöbet sırasında dikkat etmeniz gereken 8 önemli kural!

Çocuk Nörolojisi Uzmanı Doç. Dr. Hepsen Mine Serin, çocuk evde nöbet geçirirse doğru müdahale edebilmek için öncelikle sakin kalmanın önemini vurgulayarak, nöbet sırasında anne ve babaların dikkat etmeleri gereken kuralları şöyle sıralıyor:

  • Nöbet sırasında, kendine zarar vermeyecek bir alanda kıyafetlerini çıkarın.
  • Hareketlerini durdurmaya çalışmayın. Nöbet aktivitesi beyinde sonlanıncaya kadar hareketler devam eder, tutmakla durmaz.
  • Rahat soluk alabilmesi için sol yana doğru yatırıp, başını hafif geri pozisyona getirin.
  • Ağzını açmaya zorlamayın, parmak ya da kaşık sokmayın. Bu hareketiniz hem parmağınızda hem de çocuğun ağız içinde yaralanmaya neden olur.
  • İlaç içirmeye çalışmayın. İlaç solunum yoluna kaçar ve çocuğun oksijensiz kalmasına yol açar.
  • Sarsmayın ve üzerine su dökmeyin. Bu davranışlar nöbeti durduramaz ve çocuğa zarar verir.
  • Nöbetin süresini takip edin. Mümkünse nöbeti cep telefonu kamerasıyla
  • Nöbet durduktan sonra en yakın sağlık kuruluşuna başvurun.

Atom serum ve Vitamin serumu riskleri!

Sonbaharda hava sıcaklıklarındaki dengesizliklere, kapalı ve kalabalık ortamlarda yüksek bulaş faktörü de eklenince viral ve bakteriyel enfeksiyonlar hızla yayılırken, bir başka tehlikeyi ise sosyal medyadan ve arkadaş çevresinden duyumlarla gelişigüzel kullanılan vitamin serumları oluşturuyor. Acıbadem Altunizade Hastanesi Göğüs Hastalıkları Uzmanı, soğuk algınlığı ve gripten korunmak, vücut direncini artırmak, halsizlikten kurtulmak ve bağışıklığı güçlendirmek gibi amaçlarla kullanılan serumların doktor kontrolünde kullanılmadığında fayda yerine çok ciddi tehlikelere yol açabildiği uyarısında bulunuyor! Dr. Sağcan “Hekim tarafından hastalığın tanısı konulmadan ‘atom serum’, ‘vitamin serumu’ veya ‘doping serumu’ gibi uygulamalar organ yetmezlikleri hatta ölüme bile yol açabiliyor. Bir hekim olarak ne yazık ki evde birkaç kez serum taktırıp hastalığı ilerleyen, zatürre ve solunum yetmezliği sorunu ortaya çıkan birçok hasta ile karşılaşmaktayım” diyor. Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Gülseren Sağcan son günlerde çok sık görülen solunum yolu enfeksiyonlarını anlattı, çok önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.
Sonbaharla birlikte çok sık karşılaşılan bakteri ve virüs kaynaklı solunum yolu enfeksiyonları; burun akıntısı, boğaz ağrısı, halsizlik, kas ve eklem ağrıları, ateş yüksekliği ve öksürük gibi belirtilerle ortaya çıkıyor. Sinüsler, boğaz, burun, hava yolları veya akciğerler gibi vücudun solunumla ilgili kısımlarını etkileyen enfeksiyonlar hapşırma, öksürme, konuşma, tokalaşma, sarılıp öpüşme ve eşyalara el teması yoluyla çok çabuk bulaşabiliyor. Acıbadem Altunizade Hastanesi Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Gülseren Sağcan, üst solunum yolu enfeksiyonunun belirtilerinin ortalama bir-iki hafta devam ederken, alt solunum yolu enfeksiyonlarında akciğerler de etkilendiği için bu sürenin uzayabildiğini belirterek “Üst solunum yolu enfeksiyonları uygulanan ilaç tedavileri, doğal takviyeler ve dinlenme ile daha kolay atlatılabilen bir rahatsızlık iken bronşit ve zatürre gibi alt solunum yolu enfeksiyonlarında daha ağır ve uzun süreli tedavi gerekiyor” diyor. Üst solunum yolundan başlayan enfeksiyonun alt solunum yoluna geçerek çok daha ciddi bir hastalık olan zatürreye neden olduğunu vurgulayan Dr. Sağcan, tanı ve tedavide gecikildiği, gerekli tedaviye kısa sürede başlanmadığı taktirde klinik tablonun ağırlaşarak hastanın genel durumunda bozulmaya yol açtığını ve klinik durumuna göre hastanede yatışı gerektirebildiğini söylüyor.

Dr. Gülseren Sağcan

Dr. Gülseren Sağcan

Bakteriyel mi Viral etken mi olduğu çok iyi belirlenmeli!
Hastalığa yol açan etkenin bakteriyel ya da viral olup olmadığını anlamanın, tedavi yaklaşımını belirleyeceği için son derece önemli olduğunu belirten Dr. Gülseren Sağcan sözlerine şöyle devam ediyor: “Etkeni saptamak amacıyla bazı kan tetkikleri, akciğer grafisi, boğaz kültürü ve solunum virüsleri panelinden faydalanılmaktadır. Viral enfeksiyonlarda antibiyotikler işe yaramazken, bakteri enfeksiyonlarında hayat kurtarıcı oluyor. Bu nedenle hastalığın tanısı konulmadan, gelişigüzel antibiyotiğe sarılmamak gerekir. Aksi taktirde gereksiz antibiyotik kullanımı hem hastalığa çare olmayacak hem de vücudun antibiyotiğe karşı direnç kazanmasına yol açacağından, ileride gerçekten antibiyotik kullanılması gereken bir durum olduğunda etkisini gösteremeyecektir.”

Hastalıktan korunmak için bu önerilere dikkat!

Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Sağcan, sonbaharla birlikte yaygınlaşan enfeksiyonlardan korunmak için olmazsa olmaz önerilerini şöyle sıralıyor;
• Hasta kişilerden uzak durmak
• Sık el yıkama alışkanlığı kazanmak
• Maske takmak
• Ortak kullanım alanlarının yüzeylerini iyi temizlemek
• Kapalı ortamlarda mümkün olduğunca az vakit geçirmek
• Kapalı alanları sık havalandırmak
• Bağışıklık sistemini güçlendirmek için yeterli ve dengeli beslenmek, bol su içmek ve kaliteli uyumak
• Gün içerisinde elleri yüze ve ağıza sürmemek
• Sosyal mesafeye dikkat etmek
• Sigaradan ve sigara dumanından uzak durmak
• Aşı olmak
Fayda sağlamak yerine ölümcül olabilir!
Kişide solunum yolu enfeksiyonu ile ilgili şikayetler başladığında bir hekim tarafından muayenesi yapılıp tanı konulmadan evde serum takılmasının son derece zararlı olduğunu belirten Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Gülseren Sağcan önemli uyarılarına şu sözlerle devam ediyor: “Çünkü teşhisi konulmadan her semptomu olana ‘’atom serum’’, ‘’vitamin serumu’’, ‘’sarı serum’’ veya ‘’doping serumu’’ adı altında uygulamalar yapılmaktadır. Öncelikle vitaminlerin damar yolundan kullanılmasının ciddi alerjik reaksiyonlara, organ yetmezliklerine hatta ölüme yol açma riski bulunduğundan bu serumların hastane ortamında uygulanması gerekmektedir. Bir diğer önemli nokta; hastalığın teşhisinin konulmasını ve gerçek tedavinin başlanmasını geciktirdiği için hayatı tehdit etmektedir. Ne yazık ki bir göğüs hastalıkları uzmanı olarak günlük pratiğimde evde birkaç kez serum taktırıp hastalığı ilerleyen ve genel durumu kötüleşen pnömoni dediğimiz zatürre tablosu ile solunum yetmezliği olan birçok hastayla karşılaşmaktayım. Bu durum tedaviyi güçleştirmekte, erken tanı ve tedavi sayesinde ayakta bir haftada atlatılabilecek bir durum iken uzamış hastane yatışlarına hatta yoğun bakım ünitesinde yatışlara yol açmaktadır.”

Güneş, klor ve klima göz alerjisini tetikliyor!

Güneş, klor ve klima göz alerjisini tetikliyor!

Gözlerde kuruluk, yoğun kaşıntı, batma hissi, kızarıklık… Göz alerjisi yaz aylarını adeta kabusa dönüştürebiliyor! Her mevsim oluşabilen göz alerjisi; polenler, güneş ışınları, havuzdaki klorlu su ve klimanın kurutucu etkisiyle bu mevsimde daha fazla görülüyor. Tedavi edilmezse görme problemlerine veya enfeksiyona, bazı durumlarda çocuklarda astigmata, hatta kornea nakli gerektirecek hastalıklara bile yol açabiliyor. Hijyen kurallarına dikkat edildiğinde göz alerjisinin genellikle düzeldiğine dikkat çeken Acıbadem Altunizade Hastanesi Göz Hastalıkları Uzmanı Dr. Mürüvvet Ayten Tüzünalp, “Gerekli değişiklikler yapılarak alerjenlerden uzak durulması faydalı olur. Doktor tarafından verilen tedavi planıyla genellikle gözlerde zarar oluşmadan kişi normal hayatına döner. Önlem olarak yazın güneş ışınlarından sakınılmasını, klordan korunmak için yüzme gözlüğü kullanılmasını, klimaya çok fazla maruz kalınmamasını, ekran karşısında çalışan kişilere düzenli suni gözyaşı kullanmalarını tavsiye ediyoruz” diyor.

Dr. Mürüvvet Ayten Tüzünalp

Dr. Mürüvvet Ayten Tüzünalp

Güneş, klorlu su ve klimaya dikkat! 

Yaz aylarında göz alerjisi genel olarak; polenler, güneş ışınları, toz akarları, hijyen eksikliği, havuzdaki klorlu su, klima ve makyajdan kaynaklanıyor. Alerjenlere temas etmek veya solumak, bağışıklık sisteminin aşırı tepkisiyle gözlerde alerjik reaksiyonlara neden oluyor. Her bir alerji etkeninin farklı yaklaşım gerektirdiğine değinen Dr. Mürüvvet Ayten Tüzünalp, sözlerine şöyle devam ediyor: “Polenlere bağlı göz alerjisi daha çok bahar ve yaza geçişte görülür. Kısa süreli kortizon ve antihistaminik kullanımıyla kolayca geçer. Toz akarlarına ve evde yaşayan hayvanların tüylerine karşı oluşan göz alerjisi de ortamda gerekli değişiklikler yapılması ve benzer tedavi yaklaşımıyla daha uzun süre alsa da iyileştirilir. Yaz aylarında klor ile dezenfekte edilen havuzlar başlı başına alerjik konjonktivit sebebidir. Klordan korunmak için yüzme gözlüğü takılması ve havuzdan sonra yüzün temiz suyla yıkanması tavsiye edilir” diyor.

Ekran kullanımı alerji riskini artırıyor

Günümüzde ekran kullanımının artmasına bağlı oluşan göz kuruluğunun yol açtığı alerjen maddelerin gözden temizlenmemesi nedeniyle alerjik reaksiyonlara daha sık rastlanıyor. Göz Hastalıkları Uzmanı Dr. Mürüvvet Ayten Tüzünalp, ekran kullanımının başlı başına alerji sebebi olduğuna işaret ederek, “Buna bir de çalışma alanlarındaki klimaların sebep olduğu kuruluk da ekleniyor. Ayrıca makyaj yapan kadınlar da çok titiz davranmalı, makyajı çıkardıktan sonra kirpik temizliğini daha detaylı yapmalı. Tüm bu etkenlerden gözlerimizi korumak için özellikle ekran karşısında çalışanlara düzenli suni gözyaşı kullanmalarını tavsiye ediyoruz” diyor.

Güneş ışınlarından korunmak şart!

Güneş ışınlarına duyarlılık kişiye özel olsa da maruz kalma süresi uzadıkça ve korunulmadığı takdirde oluşan göz alerjisi uzun bir tedavi isteyebiliyor, yoğun ilaç kullanımı gerektiriyor. Tedavi edilmezse gözün ön saydam tabakasında kalıcı değişikliklere yol açan ve ‘keratokonus’ adını alan hastalık durdurulmadığı takdirde tablo kornea nakli ihtiyacına kadar ilerleyebiliyor. Göz Hastalıkları Uzmanı Dr. Mürüvvet Ayten Tüzünalp, “Bu nedenle yaz aylarında güneş gözlüğü asla ihmal edilmemelidir” uyarısında bulunuyor.

Alerji olan dönemlerde kontakt lens kullanmayın

Kontakt lensler alerjenlerin gözle temas etmelerine, üzerine yapışmalarına ve birikmelerine yol açabildiği için alerjik konjonktivitleri şiddetlendirebiliyor. Dolayısıyla mutlaka özenle yıkanmaları ve temiz tutulmaları büyük önem taşıyor. Alerjik tepki gösteren gözleri lensten korumak, alerji olan dönemlerde kontakt lens kullanımına ara verilmesi öneriliyor.

Gözyaşı damlasıyla nemlendirin

Gözün alerjen maddelere karşı gösterdiği reaksiyon olarak tanımlanan göz alerjisi kimi zaman kronik oluyor ve uzun süreli tedavi istiyor. Kimi zaman ise akut gelişiyor, alerjen maddeden uzaklaşmak bile tedavi edici olabiliyor. Her iki durumda da hekim tarafından etkenin saptanması ve uygun tedavi planlanması gerekiyor. Erken tespit edildiğinde ve kişi hayatını buna göre düzenleyip hijyen kurallarına dikkat ettiğinde göz alerjisinin genellikle düzeldiğine dikkat çeken Göz Hastalıkları Uzmanı Dr. Mürüvvet Ayten Tüzünalp, “Gözün alerjenlerle mücadele etmek adına histamin üretmesi sonucu gözde kızarıklık, kaşıntı, sulanma ve kırmızılık oluşur. Bu tablo yaşam kalitesini olumsuz etkileyecek şiddette gelişebilir. Göz alerjisi tedavisinde erken dönemde kısa süreli steroid ve uzun süreli antihistaminik kullanımı ilk seçenektir. Kuruluğa karşı düzenli suni gözyaşı sürecin aktifleşmesini engelleyicidir. Ağır tablolarda da dokunun toparlayabilmesi için damla şeklinde immunsupresif, bir başka deyişle bağışıklığı baskılayan daha güçlü tedaviyi uzun süre uygulamak gerekebilir” diyor.

Sağlıklı bir yaz tatili için altın öneriler!

Sağlıklı bir yaz tatili için altın öneriler!
Sınavlar ve okul döneminin yerini doyasıya tatile bıraktığı yaz mevsiminde açık havada geçirilen süre ve aktiviteler artarken, bazı yaz tehlikeleri ise çocukları gözetliyor! Acıbadem Altunizade Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Evşen Çetin, “Yazın diğer diğer mevsimlerden farklı olarak yoğun güneş ışınlarına maruziyet, yaz döneminde ortaya çıkan böcek/sinek ısırıkları, yüksek hava sıcaklığına bağlı oluşabilecek enfeksiyonlar ve vücut reaksiyonları, daha hareketli olunması nedeni ile kazalar ve su ile ilişkili kazaların yaygınlaştığı görülmektedir” diyor. Bu nedenle çocuklu ailelerde özellikle tatil yörelerine gidilirken bazı önlemlerin mutlaka alınması, ebeveynlerin olası bir sorun karşısında ne yapılması gerektiği konusunda bilgili olması ve sağlık hizmetleri ile ilgili merkezlere ulaşımın kolaylığını da gözden kaçırmaması gerektiğini vurgulayan Dr. Çetin, çocuklarda yazın en sık karşılaşılan sorunları anlattı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

Dr. Evşen Çetin

Dr. Evşen Çetin

• Böcek sokmaları
Yazın en sık rastlanan böcek sokmasının sivrisinek ısırıkları olduğunu belirten Dr. Evşen Çetin “Bu durumda şişlik ortasında kabarık bir nokta vardır. Arı sokmalarında ise deride küçük bir delik oluşur. İğne deride kalmışsa çıkarılması gerekir. Alerjik reaksiyon, şok ya da nefes almada zorluk varsa çocuk hemen acil servise ulaştırılmalıdır. Kızarıklık ve şişlik yerinde günler içinde enfeksiyon gelişirse de mutlaka doktora başvurulması gerekir” diyor. Böceklerin dikkatini çeken parlak renkli kıyafetler ve parfümlerden kaçınılmasının önemine dikkat çeken Dr. Çetin, iki aydan küçük bebeklerde kimyasal böcek kovucular kullanılmasının önerilmediğini, kıyafetlere sinek kovucu losyonun günde iki kez sürülebileceğini, cibinliğin fayda sağlayabileceğini söylüyor.

• Güneş yanığı
Yaz mevsiminde çocukların ve ailelerin tatilini kabusa dönüştürebilen güneş yanığı; vücutta hassasiyet, kabarcık ve soyulma şeklinde görülebiliyor. Derinin, güneşin ultraviyole ışınlarına maruziyeti sonucu oluşan iltihaplanmaya karşı en iyi tedavi yönteminin ‘baştan önlem almak’ olduğunu belirten Dr. Çetin sözlerine şöyle devam ediyor: “Yaygın bir güneş yanığı alanı varsa; deri ısı düzenleme yeteneğini kaybederek güneş çarpması denilen durumla da beraber olabilmektedir. Bol sıvı almak, cildin hava ile temasını devam ettirmek ve ıslak müslin bezlerle rahatlatmak işe yarayabilir. Güneş çarpması durumunda özellikle başağrısı, mide bulantısı, kusma gibi şikayetlerde baş ve boyun bölgesine soğuk uygulama yapmak gerekir. Baş ağrısının devam etmesi ve bilinç bulanıklığı, kafa karışıklığı, yanık bölgesinde kabarcıklar ve ateşin devam etmesi durumunda acilen doktora başvurulmalıdır.” Dr. Evşen Çetin, şapka ve güneşten koruyucu kıyafet ile çocuğun yaşına uygun güneş koruyucu krem kullanımının önemli olduğunu vurgularken, çok küçük bebeklere güneş kremi önerilmediğini, özellikle güneş ışınlarının yoğun geldiği 11:00-16:00 saatleri arasında doğrudan güneşe çıkılmaması gerektiğini söylüyor.

• Kesik ve sıyrıklar
Küçük kesik ve sıyrıklar yaz tatilinde hemen her çocukta görülebiliyor. Bu küçük kesikler ve sıyrıkların evde tedavi edilebileceğini, akan suyun altında bol sabunla en az 10 dakika yıkanması gerektiğini belirten Dr. Çetin sözlerine şöyle devam ediyor: “Kesik derinse ve kanama fazlaysa dikiş gerekebilir ve kan kaybına bağlı şok gelişebilir. Bu nedenle hastaneye başvurulması gerekir. İltihaplanma riski olduğu için bu kesiklerin temizlendikten sonra tampon uygulanarak günlük pansumanı yapılmalıdır. Kanamanın devam etmesi durumunda acil servise başvurulmalıdır. Yara kirli bir yüzey nedeni ile oluştuysa tetanoz aşısı ve antibiyotik kullanımı gerekebilir.”
• İshal
Yazın özellikle aşırı sıcaklarda enfeksiyonların hızla çoğalması ve yayılması nedeniyle ishal vakalarına çok sık rastlanıyor. Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Evşen Çetin, ishale karşı alınması gereken önlemleri ve uyarılarını şöyle anlatıyor: “Özellikle yaz sıcaklarında besin hijyeni sağlamanın zorlaşması ve dışarıdan güvenilir olmayan yerlerden alınan enfekte gıdalar bu enfeksiyonların vücuda girmesine neden olur. Ellerin sık yıkanması, enfeksiyon etkeni olup aşılama ile engellenebilen etkenlere karşı bağışıklanma, hijyenik olmayan yerlerde hızlı bozulabilecek gıdaların tüketilmemesi hastalığa karşı koruyucu önlemlerdir. Yoğun ve beslenmeye engel olacak düzeyde kusma ve bol sulu ishal çocuklar için sıvı ve besin ihtiyacı karşılanamayacağı için tehlikeli olabilmektedir. Halsizlik ve bu bulgular varlığında çocuk acil servise götürülmelidir.”

• İsilik
Yazın özellikle bebeklerde daha sık görülen isilik; ter bezlerinin yoğun olduğu boyun, omuz, dirsek, kasık ve diz arkası gibi kat yerlerinde, sönük kırmızı lekeler halinde ortaya çıkıyor. Ter bezi ağzının ter içeriği ile tıkanması sonucu oluşan ve doğrudan sıcakla ilişkili olan isiliği önlemek için; bebeklerin hava sıcaklığına uygun giydirilip, kalın kıyafetlerden kaçınılması gerekiyor. Sıcak havalarda bebeğin her gün duru su ile yıkanmasının bebeği rahatlatacağını ve isilik riskini en aza indireceğini belirten Dr. Evşen Çetin “Çamaşırlar için kullanılan kimyasal temizleyici ve yumuşatıcılar deri ile temasla isilik gelişimini hızlandırabileceğinden bu tür maddelerden kaçınılmalıdır. İsilik bebeğin serin tutulması ile genellikle kendiliğinden geriler ama eğer gerileme olmazsa hastaneye başvurulması diğer nedenler ve hastalıklardan ayırım için önemlidir” diyor.

Yaz risklerine karşı etkili önlemler!

Yaz risklerine karşı etkili önlemler!

Yaz aylarının gelmesiyle tatil planları yapılmaya başlandı. Deniz, güneş ve kum üçlüsü tüm cazibesiyle göz kırpıyor ancak bazı noktalarda ihtiyatı elden bırakmamak gerekiyor. Zira sıcak hava, nem, deniz, havuz ve ortak tuvaletler derken bazı enfeksiyonlar kadınlarda ciddi riskleri beraberinde getirebiliyor. Acıbadem Altunizade Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Dr. Salih Yılmaz “Tatil sezonunda kadınlar genellikle idrar yolu enfeksiyonları, vajinal enfeksiyonlar ve mantar enfeksiyonları gibi sağlık sorunlarıyla sık karşılaşıyor. Kadınları bekleyen bu tür yaz hastalıkları tatil keyfini baltalarken, sağlık risklerini artırabildiğinden kıyafet seçiminden hijyene dek bazı önlemleri mutlaka almak gerekir” diyor. Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Dr. Salih Yılmaz, yaz aylarında kadınlarda yaygın görülen 3 enfeksiyonu ve korunma yollarını anlattı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

Dr. Salih Yılmaz

Dr. Salih Yılmaz

  • Vajinal enfeksiyonlar

Yaz aylarında sıcak ve nemli ortamların yanı sıra deniz ve havuza girmek kadınların genital florasının bozulmasına neden olabilir. Özellikle dar çamaşırların giyilmesi, denize ve havuza girdikten sonra ıslak mayo veya bikini ile beklemek ve suyun içinde fazla kalmak risk faktörleridir. Vajinal floranın bozulmasıyla mantar ve bakteri enfeksiyonlarının görülmesi artabilir. Bunun sonucunda genital bölgede kaşıntı, akıntı, yanma hissi ve ilişki sırasında ağrı görülebilir. Bu belirtiler, kadınların günlük aktivitelerini ve ilişkilerini olumsuz etkileyebilir.

  • Nasıl korunulabilir?

Dr. Salih Yılmaz “Bu sorunlarla karşılaşmamak için; öncelikle vajinanın içi yıkanmamalı, günlük ped kullanılmamalı, pamuklu iç çamaşırları tercih edilmeli, ıslak mayo ve bikini ile durulmamalı, suyun içinde uzun süre kalınmamalı ve vajinanın kuru kalması sağlanmalıdır. Ayrıca tatlı gıdaların az tüketimi ve probiyotikten zengin beslenme vajinal floranın güçlü kalmasına yardımcı olur. Enfeksiyon geliştiyse mutlaka hekime başvurulmalı. Hekimin önerisiyle lokal olarak (fitil tedavisi) veya ağızdan alınacak antibiyotik ve antifungal ilaçlar ile vajinal enfeksiyon tedavi edilebilir. Hızlı ve doğru şekilde tedavi oldukça önemlidir. Aksi takdirde tekrarlayan inatçı enfeksiyonlar gelişebilir” diyor.

  • İdrar yolu enfeksiyonları

Yaz aylarında, sık sık denize veya havuza girme, idrar yolu enfeksiyonlarının artmasına neden olabilir. Aynı zamanda terleme ile sıvı kaybının artması karşılığında bol sıvı alınmaması da bu sürecin sancılı geçmesine neden olur. İdrar çıkışının azalması ile bakterilerin idrar torbasına geçişi hızlanır. Öncelikle idrar torbasının enfeksiyonu (sistit) olarak başlar. Belirtileri ise sık idrara çıkma, idrar yaparken yanma hissi ve idrar renginin bulanık olmasıdır.

  • Nasıl korunulabilir?

Özellikle havuz ve soyunma kabinleri gibi ortak kullanım alanlarında zararlı bakterilerin bulaş riskinin arttığından dikkatli olmak gerektiğini belirten Dr. Salih Yılmaz sözlerine şöyle devam ediyor: “Vajina temizliğinde aşırıya kaçmamalı, ıslak mayo/bikini ile kalmamalı, havuz/deniz öncesi ve sonrasında mutlaka duş alınmalıdır. Kirli görünümlü denize ve temizliği şüpheli havuza girilmemelidir. Tuvalet temizliği önden arkaya doğru yapılmalıdır. Küvet yerine ayakta duş alınmalıdır. Olası bir sorunda mutlaka hekime başvurup önerilen tedaviye uyulmalı, bol su içilmelidir. Aksi halde böbreklere zarar verebilir ve çok daha ciddi hastalıklara yol açabilir.

  • Mantar enfeksiyonları

Nemli ve sıcak ortamlarda mantar enfeksiyonları daha yaygın olabilir. Nemli bölgelerde mantarın üremesi kolaylaşır. Özellikle çok terleyen ve nemli kalan vücut bölgelerinde (koltukaltı, kasık bölgesi) mantar enfeksiyonları görülebilir. Belirtileri arasında kaşıntı, kızarıklık ve deride döküntüler bulunabilir.

  • Nasıl korunulabilir?

Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Dr. Salih Yılmaz, bağışıklık sistemini güçlendirmek için mevsim sebze ve meyveleri başta olmak üzere sağlıklı beslenmeye ve bol su içmeye özen göstermek, gereksiz antibiyotik kullanmaktan kaçınmak, hijyen uygulamalarında aşırıya kaçmamak, ortak kullanım alanlarında gerekli önlemleri almak, kişisel eşyaları başkalarıyla paylaşmamak ve ıslak mayo/bikiniyi hemen çıkarıp kurulanmak gerektiğini vurguluyor. Dr. Yılmaz “Mantar enfeksiyonları yaz aylarında özellikle kadınlarda ve kız çocuklarında başlıca sorunlar arasında yer alarak tatil keyfini kabusa çevirebiliyor. Bu nedenle bazı basit ama etkili kurallara uymak çok büyük önem taşıyor. Olası bir sorunda hekime başvurulmalı, önerilen antifungal kremler ve ilaçlarla tedavisi sağlanmalıdır” diyor.