Yazılar

Bu hatalar işitme kaybına neden olabiliyor!

Modern çağın stresli, koşuşturmacalı ve kalabalık şehir ortamında hangi yöne baksanız çevrenizde kulaklıkla müzik dinleyen, seslendiğinizde ne dediğinizi duymak için kulaklıklarını çıkaran ya da trafikte ambulans sirenini bile duymayacak ölçüde müziğin sesini açanlara rastlayabiliyorsunuz. Ancak dikkat! Acıbadem Bakırköy Hastanesi Kulak, Burun ve Boğaz Hastalıkları (KBB) Uzmanı Prof. Dr. Ferhan Öz “Yüksek sese maruz kalma işitme kaybının en sık nedeni olarak karşımıza çıkıyor. Yüksek sesle müzik dinlemek özellikle de kulaklıkla yüksek sese maruz kalmak kulak sağlığına çok ciddi zararlar verebiliyor. Kulak zarına basınç uygulayarak zarın yırtılmasına hatta tüylü hücrelerin zarar görmesiyle geri dönüşü olmayan işitme kaybına yol açabiliyor” diyor. ‘Kulaklarım yüksek sese alışık’ söyleminin sağlıklı olmadığını belirten Prof. Dr. Öz, ne yazık ki toplumumuzda bu farkındalığın henüz yeterince oluşmamış olduğunu söylüyor. Yüksek sesle müzik dinlemenin yanı sıra kulak sağlığını ciddi şekilde tehdit eden ve günümüzde yaygın olan başka hatalı alışkanlıklar da olduğunu belirten KBB Uzmanı Prof. Dr. Ferhan Öz, kaçınılması gereken o hataları ve alınması gereken önlemleri anlattı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

Prof. Dr. Ferhan Öz

Prof. Dr. Ferhan Öz

Müziği yüksek sesle dinlemeyin!

Kış aylarında yaygınlaşan üst solunum yolu enfeksiyonlarından alerjiye bağlı burun tıkanıklıklarına, kulak çubuğu kullanmaktan yoğun kafein tüketimine dek birçok etken kulak sağlığımızı tehdit edebiliyor. Ancak özellikle son yıllarda teknolojinin gelişmesi ve kablosuz kulaklıkların yaygınlaşmasının da etkisiyle çoğunlukla yeni nesil gençlerde görülen kulaklıkla ve yüksek sesle müzik dinleme alışkanlığı da çok ciddi tehlikelere yol açabiliyor. Acıbadem Bakırköy Hastanesi Kulak, Burun ve Boğaz Hastalıkları (KBB) Uzmanı Prof. Dr. Ferhan Öz “İşitme kaybı sinsi şekilde, uzun yıllar süresince oluşuyor. Yavaş, ilerleyici ve ağrısız olduğu için fark edilemeyebiliyor. Eğer kulaklarınızın yüksek sese alıştığını düşünüyorsanız bu durum kulaklarınıza büyük olasılıkla zarar vermiştir ve hiçbir tedavi işitmenizi tamamen düzeltmez. Yüksek sesle müzik dinlemek, kulak zarına basınç uygulayarak zarın esnekliğinin bozulmasına veya zarın yırtılmasına neden olabiliyor. Ayrıca yüksek ses, iç kulağa ulaşarak buradaki tüylü hücrelere zarar veriyor ve bu da geri dönüşümü olmayacak şekilde işitme kaybına neden olabiliyor” diyor. Genel olarak 85 desibelin üzerindeki seslere uzun süre maruz kalındığında kalıcı işitme kaybı geliştiğini vurgulayan Prof. Dr. Öz sözlerine şu örnekle devam ediyor: “85 desibelden bir elektrikli süpürgenin çıkardığı sesi anlayabiliriz. Özellikle ses şiddetinin 100 desibelin (çimen biçme makinesi sesi) üzerine çıkması durumunda çok kısa sürede bile işitme kaybı gelişebiliyor. Bu nedenle özellikle müzik dinlerken ses şiddetini artırmamak, 60 desibelin üzerine çıkmamak gerekir. Örneğin; bir kütüphanede nasıl ki başkalarını rahatsız etmeyecek şekilde bir ses yüksekliğiyle konuşuyorsanız, dinlediğiniz müzik de o yükseklikte olmalıdır.”

Müzik dinlerken sık ara verin!

Müzik dinlerken ses şiddetini artırmamak kadar, bir saatten fazla aralıksız müzik dinlememenin de çok önemli olduğunu, bu nedenle müzik dinlerken sık ara verilmesi ve kulakların dinlendirilmesi gerektiğini vurgulayan Prof. Dr. Ferhan Öz diğer bir risk unsurunu ise şöyle anlatıyor: “Yüksek sesle müzik dinlemenin yanı sıra, özellikle gürültülü işyerlerinde uzun süre gürültüye maruz kalmak da iç kulağa ciddi zarar vermektedir. Bu nedenle gürültünün çok yüksek olduğu ortamlarda mümkünse iç kulağımızı korumak amacıyla kulak tıkacı kullanmaya özen göstermeliyiz.”

Kulak çubuğu kullananlar dikkat!

Kulaklarımızı tehdit eden önemli etkenlerden biri de, günümüzde kullanımı yaygın olan kulak çubukları! Dış kulak yolunu kulak çubuğu, kibrit ya da benzeri yabancı cisimlerle kaşımaya ya da temizlemeye çalışmanın dış kulak yoluna zarar verdiğini ve bunun sonucu olarak da dış kulak yolu enfeksiyonuna hatta kulak zarının yırtılmasına neden olabildiğini belirten KBB Uzmanı Prof. Dr. Ferhan Öz “Travmaya bağlı kulak zarı yırtılmaları geçmişten bugüne aynı sıklıkta görülmeye devam ediyor. Kulaklarımızı kulak çubuğu ya da kibrit benzeri cisimlerle kaşımaktan ve temizlemeye çalışmaktan kaçınmalıyız” diyor.

Cerrahi tedavi gerekebiliyor!

Özellikle kış aylarında viral ya da bakteriyel üst solunum yolu enfeksiyonları ile alerjiye bağlı burun tıkanıklıklarının ödem oluşturarak orta kulak enfeksiyonuna, tedavide geç kalındığında ise kulak zarı yırtığına neden olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Öz “Hastalarda kulak ağrısının ortaya çıkmasıyla birlikte antibiyotik kullanımına başlanılması hastalığın kısa sürede kontrol altına alınmasını sağlamakta ve komplikasyonları önlemektedir. Ancak orta kulak enfeksiyonları tedavi edilmediği taktirde kulak zarı yırtıkları kalıcı olur. Enfeksiyon kronikleşmişse ve uyguladığımız medikal tedavilere rağmen kulak zarı kendini onaramıyorsa cerrahi tedavi yapmak gerekebilir. Kulak zarı yırtığını; kıkırdak veya kişinin kendi vücudundan (örneğin; kulak arkasından) alacağımız bağ dokusu (fasya) ile mikroskobik veya endoskopik olarak tedavi edebiliyoruz” diyor.

İltihaplı romatizma beklenmeyen belirtilerle ortaya çıkabilir!

İltihaplı romatizmanın tek bir hastalık olmadığını, 150 farklı türü bulunduğunu biliyor muydunuz? Hatta genellikle eklemlerde belirti göstermesine rağmen, bazı durumlarda hastanın hiçbir eklem şikayeti olmayabiliyor! Acıbadem Bakırköy Hastanesi Romatoloji Uzmanı Dr. Öğretim Üyesi Mehmet Karaarslan  “İltihaplı romatizma sadece eklemleri etkilemekle kalmaz; gözlerde, ciltte, akciğerlerde ya da kalp ve kan damarları gibi birçok organ ve sistemde etkili olabilir. Bazen çok ilgisiz görünen bir belirti ile de kendini gösterebilir. Örneğin; ağızda aft, göz kuruluğu, tekrarlayan karın ağrıları, nedeni bulunamayan ateş vb bile bu hastalıkların belirtisi olabilir” diyor. İltihaplı romatizmanın tedavisinde beslenmenin, ilaçlar kadar önemli rol oynadığını vurgulayan Dr. Öğretim Üyesi Mehmet Karaarslan, hastalıkta fayda sağlayan besinler ile kaçınılması gereken besinleri anlattı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

Acıbadem Bakırköy Hastanesi

Dr. Mehmet Karaarslan

İstirahatta bile geçmeyen ağrı!

Halk arasında ‘kireçlenme’ ya da ‘kemik erimesi’ olarak bilinen romatizmal hastalıklar ile karıştırılabilen iltihaplı romatizma hakkında toplumumuzda yeterince farkındalık bulunmuyor. Eklemlerde iltihaplanma, şişlik ve istirahat halinde bile geçmeyen ağrılara yol açan, sabahları kişinin yataktan kaskatı şekilde ya da vücudu tutulmuş halde kalkmasına neden olan iltihaplı romatizmanın, romatizmal hastalıklardan farklı olduğunu ve 150 türü bulunduğunu belirten Acıbadem Bakırköy Hastanesi Romatoloji Uzmanı Dr. Öğretim Üyesi Mehmet Karaarslan “İltihaplı romatizmanın temel nedeni; bağışıklık sisteminin farklı ve hatta aşırı çalışması sonucu vücudun kendi kendine zarar vermesidir. Bu hastalıklarda ailesel yatkınlık söz konusu olmakla birlikte sağlıksız beslenme, kilo fazlalığı ve sigara gibi çevresel faktörlerin hatta diş sağlığının bile etkisi vardır. Diş ve dişeti hastalıkları iltihaplı romatizmayı tetikleyici olabilmektedir” diyor.

İltihaplı romatizmanın görülme sıklığının hastalıktan hastalığa değişebildiğini, örneğin; ankilozan spondilit veya romatoid artrit gibi türlerinin göreceli olarak sık görülürken, Skleroderma veya sjögren hastalığının görülme sıklığının daha düşük olduğunu söyleyen Dr. Öğretim Üyesi Karaarslan sözlerine şöyle devam ediyor: “Yine iltihaplı romatizma hastalıklarında sayılan Ailevi Akdeniz ateşi veya Behçet gibi özel bir grup romatolojik hastalık, ülkemizde oldukça sık görülüyor. İltihaplı romatizmada ağrı en sık görülen belirtidir. Özellikle istirahat ile kötüleşen ağrı bizim için önemli bir ipucudur. Hastalar çoğunlukla sabah ağrısından şikayet ederler. Buna sabah tutukluğu ve katılık da eşlik eder. İltihaplı romatizma bazen çok ilgisiz görünen bir belirti ile de kendini gösterebilir. Örneğin; ağızda aft, göz kuruluğu, tekrarlayan karın ağrıları, nedeni bulunamayan ateş vb bile bu hastalıkların belirtisi olabilir.”

Beslenme kritik önem taşıyor!

İltihaplı romatizmanın tedavisinde beslenmenin ilaç kadar önemli bir rol oynadığını vurgulayan Dr. Öğretim Üyesi Mehmet Karaarslan; bazı besinlerin vücuttaki iltihabı artırabildiğini, bazılarının ise iltihabın azalmasına yardımcı olabildiğini söylüyor. Romatolojik hastalıklarda iltihabı azaltmanın, ağrıyı hafifletmek ve eklem hasarını önlemek için çok önemli olduğunu belirten Karaarslan “Beslenme, sinir sistemini etkileyerek ağrıyı azaltabilir. Özellikle omega-3 yağ asitleri, ağrı kesici etkisiyle bilinir. Doğru beslenme, bağışıklık sistemini güçlendirerek hastalığın ilerlemesini de yavaşlatabilir. Ancak her romatolojik hastalığın beslenme gereksinimlerinin fırklı olabildiğini belirten Mehmet Karaarslan, bu nedenle Beslenme ve Diyet Uzmanı ile çalışarak kişiye özel bir beslenme planı oluşturulmasının önemli olduğunu söylüyor.

Bu besinler fayda sağlıyor!

Dr. Öğretim Üyesi Karaarslan iltihaplı romatizmaya karşı fayda sağlayan besinleri şöyle anlatıyor: “Somon, uskumru ve sardalya gibi yağlı balıklar, ceviz, fındık ve badem gibi omega-3 yağ asitleri ve kalsiyum açısından zengin olan besinler, brokoli, karnabalar ve yeşil yapraklı sebzeler, çilek, böğürtlen vb kırmızı-turuncu ve mor renkli sebze-meyveler, tam tahıllar, kurubaklagiller, süt ve süt ürünleri, yoğurt, et, tavuk, yumurta kasların onarımı ve güçlenmesi için büyük önem taşıdığından, bu besinleri tüketmenizi engelleyecek herhangi bir hastalığınız yoksa sofranızda mutlaka yer verin.”

Bu besinlerden kaçının!

Hazır yemekler, paketlenmiş ürünler ve fast food gibi işlenmiş gıdalar ile şekerli içecekler, tatlılar, kek ve kurabiye gibi rafine şeker içeren besinlerden mutlaka uzak durulması gerektiğini belirten Karaarslan “Bu besinler iltihabı artırabildiğinden ve kilo alımına neden olabildiğinden mutlaka uzak durulmalıdır. Ayrıca kızartılmış gıdalar, yüksek miktarda trans yağ içerir; trans yağlar da vücutta iltihabı artırır. Alkolün de karaciğer hasarına yol açmasının yanı sıra bağışıklık sistemini zayıflatıcı ve vücutta iltihabı artırıcı etkisi vardır. Bu nedenle bu tür içeceklerden ve yiyeceklerden de uzak durmak gerekir” diyor.

Merdiven çıkarken çabuk yoruluyorsanız, dikkat!

Mitral kapak yetmezliği; kalbin sol kulakçık ve sol karıncığının arasında tek yönlü kan akımına izin veren ve iki yaprakçıktan oluşan kapağın fizyolojik görevini yerine getirememesi olarak tanımlanıyor. Kalp kapak hastalıklarının en sık görülen türü olan mitral kapak yetmezliğinin dünya genelinde her 100 kişiden 2’sini etkilediği tahmin ediliyor. Mitral kapak yetmezliği hafiften ileri düzeye kadar değişen derecelerde görülebiliyor. Hafif düzeyde oluşan bir yetmezlik genellikle belirti vermezken, hastalık ilerlediğinde günlük yaşamı ileri derecede kısıtlayan çeşitli semptomlar gelişebiliyor.   Acıbadem Bakırköy Hastanesi Kardiyoloji Uzmanı Doç. Dr. Onur Taşar,  mitral kapak yetmezliğinde pek çok hastalıkta olduğu gibi erken tanının yaşamsal önem taşıdığına dikkat çekerek, “Zira, tedavi edilmemiş hastalarda bu tablo ritim bozukluğuna,  başta akciğer olmak üzere tüm organlarda dolaşım bozukluğuna ve kalp yetmezliğine neden olabilmektedir. Dolayısıyla, eğer daha önceden sorun yaşamadan yapılan fiziksel aktivitelerde ki bunları yürüyüş ve merdiven veya yokuş çıkma olarak düşünelim; nefes darlığı, çarpıntı, çabuk yorulma, halsizlik ve  baş dönmesi gibi sorunlar yaşanıyorsa, mutlaka bir hekime başvurulmalıdır. Ayrıca özellikle düz yatınca gelen öksürük ve nefes açlığı hissi gibi belirtiler de ihmal edilmemelidir” diyor.

Acıbadem Bakırköy Hastanesi

Doç. Dr. Onur Taşar

En yaygın nedeni ‘kapağın çökmesi’

Mitral kapak yetmezliğinin en yaygın görülen nedeni, doğumsal veya sonradan gelişen kapak çökmesi oluyor. Ayrıca doğumsal bazı yapı bozuklukları, çocukluk çağında geçirilen eklem romatizması sonrasında oluşabilen kalp ile kapakların iltihaplanması, bazı ritim ve kalbin elektriksel ileti bozuklukları, enfeksiyonlar, kalp yetmezliğine bağlı olarak kalbin büyümesi ve kapakların bu büyümeye eşlik edememesi, geçirilmiş miyokard infarktüsü, miyokarditler ve çeşitli romatizmal ile miyokardiyal tutulum gösterebilen hastalıklar mitral kapak yetmezliği sebebi olabiliyor.

Gecikilirse ciddi sorunlar gelişebiliyor!

Kalpteki kanın doğru yönde akmasını sağlayan dört kapaktan 1’i mitral kapak olarak adlandırılıyor. Kalbin sol tarafında yer alan mitral kapak akciğerlerden gelen temiz kanı kalbe taşıyor. Ardından kalp mitral kapaktan gelen temiz kanı vücuda pompalıyor. Bu süreçte kapak tamamen kapanmazsa, yani kapakta kaçak olursa, kalp temiz kanı vücuda yeterince pompalayamıyor. Kanın akciğerde toplanması ve kalbin aşırı efor sarf etmesi sonucunda özellikle merdiven veya yokuş çıkarken halsizlik, çabuk yorulma, nefes darlığı ve baş dönmesi gibi problemler gelişmeye başlıyor. Tedavide gecikildiği takdirde sorun ilerleyerek akciğer ödemi, kalpte ritim bozukluğu ve kalp yetmezliği gibi hastanın hayatını tehdit eden sorunlara yol açabiliyor.

Tedavi hastaya özel planlanıyor

Kardiyoloji Uzmanı Doç. Dr. Onur Taşar, sorun yaşanan mitral kapakların onarılması veya değiştirilmesi gerekebildiğini belirterek, “Kapak fonksiyonlarının normal veya normale yakın olarak fizyolojik düzeylere getirilmesi ve yol açabileceği sorunların çeşitli ilaçlarla veya yaşam tarzı değişiklikleriyle önüne geçilmesi tedavide ana hedefleri oluşturmaktadır” diyor.  Tedavinin  hastanın genel durumu, eşlik eden hastalıklar ve kapak yapısı göz önüne alınarak planlandığını vurgulayan Doç. Dr. Onur Taşar, sözlerine şöyle devam ediyor: “Mitral kapak yetmezliğinde çeşitli tedavi yöntemleri mevcut. Kapalı yöntemle, yani anjiografik olarak kapağın tamiri, yine uygun hastalarda aynı yöntemle yeni kapak yerleştirilmesi, cerrahi olarak açık kalp ameliyatıyla kapağın tamiri ve yeni kapak yerleştirilmesi veya mandal yöntemiyle ameliyatsız olarak kapak tamiri, tedavi yöntemlerinden bazılarını oluşturmaktadır.  Bu yöntemlerden hangisinin seçileceğine, detaylı bir muayene, görüntüleme ve laboratuvar yöntemlerinden sonra girişimsel kardiyolog, klinik kardiyolog, kalp-damar cerrahı ve kardiyovasküler anestezisi uzmanından oluşan kalp ekibi tarafından karar verilmektedir”

Kapak yetmezliğine “mandal” yöntemi

Günümüzde, mitral kapak yetmezliğinde başarılı sonuçları bilimsel açıdan kanıtlanmış olan  ”mandal’’ yöntemi yaygın olarak uygulanan bir tedavi seçeneğini oluşturuyor.  Kardiyoloji Uzmanı Doç. Dr. Onur Taşar, genel anestezi altında gerçekleştirilen ameliyatsız mitral kapak tamirini şöyle özetliyor: “Bu yöntemle, göğüste veya başka bir bölgede kesi yapmadan, kasık toplardamarından girilerek, kateter yoluyla kalbin içine ulaşılmaktadır. Ardından, hasarlı ve kapanma kusuru olan mitral kapak yaprakçıkları çok küçük ölçekli bir klip (mandal) ile birbirine dikilmektedir.  Hasta, ertesi gün hastaneden taburcu edilerek normal hayatına dönebilmektedir. Mandal yönteminin  en önemli avantajı,  deneyimli merkezlerde yüzde 1’den daha düşük riskle yapılmasıdır”

Konservesi yapılabilen besinler ve faydaları…

Son günlerde pek çok evde konserve hazırlamanın tatlı telaşı yaşanıyor. Yaz sebze ve meyvelerinin lezzetinden ve faydalarından mahrum kalmamak için yapılan konserveler geleneksel yiyecekleri muhafaza etmenin önde gelen yöntemlerinden birini oluşturuyor. Ancak dikkat! Hazırlayacağınız konserveden sağlığınız için fayda sağlamayı umarken, dikkat edilmesi gereken bazı kuralları atlayarak aksine zarar verebilirsiniz! Acıbadem Bakırköy Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Sıla Bilgili Tokgöz “Elbette evde yaptığımız konserveler sağlıklı beslenmenin bir parçası. Konserve yaparken uygulanan ısıl işlem ile zararlı mikroorganizmaların yok edilmesi amaçlanır ve bu şekilde yiyeceklerdeki bozucu ve zararlı etkiler ortadan kaldırılır. Ancak yüksek ısıda haşlama işlemi ısıya duyarlı ve suda çözünebilen C vitamini ile karbonhidratın vücutta yakılmasını sağlayan tiaminin bir miktar azalmasına sebep olabilir. Ayrıca hazırlama, saklama ve tüketme esnasında bazı kurallara uymamak sağlığa ciddi zararlar verebilir” diyor. Beslenme ve Diyet Uzmanı Sıla Bilgili Tokgöz, evde konserve hazırlarken, saklarken ve tüketirken dikkat edilmesi gereken çok önemli 7 kuralı anlattı, evde konservesi yapılabilen sebze ve meyveler hakkında bilgiler verdi, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

Beslenme ve Diyet Uzmanı Sıla Bilgili Tokgöz

Beslenme ve Diyet Uzmanı Sıla Bilgili Tokgöz

  • Kaliteli, taze, çürüksüz konserve malzemesi seçin

Konserve için kullanılacak sebze ve meyveler taze, yarasız ve çürüksüz olmalı, kesinlikle küflü ürün kullanılmamalıdır. Ön hazırlık yapılırken sebze ve meyveler akan suyun altında ovuşturarak iyice yıkanmalı ve konservelemeye uygun olacak şekilde doğranmalıdır.

  • Uygulanacak ısıl işlemin süresine ve sıcaklığına dikkat edin

Konservesi yapılan besinde sağlığa zararlı mikroorganizma üremesini engelleyecek olan en önemli husus; uygulanan ısıl işlemin süresi ve sıcaklığıdır! Çoğunlukla konserve besinlerle bulaşan, ‘Clostridium Botulinum’ adlı bakterinin toksini şiddetli gıda zehirlenmelerine yol açar. Bu zehirlenmenin temel sebebi uygun sürede ve sıcaklıkta pişirilmeden kapatılan, evde hazırlanmış konservelerden kaynaklanır. Konserve içerisinde mikroorganizma oluşumunu engellemek için C.Botulinum toksinini tahrip etmek gerekir. Sıcaklık mutlaka 100 derecenin üzerinde olmalıdır. Bunun için özellikle düdüklü tencere gibi basınçlı kaplarda sebze ve meyvelerin asitlik derecesine bağlı olarak 10-20 dk kaynatılması gerekir. Hatta ısıya dayanıklı bazı toksinleri yok edebilmek için 116 dereceye kadar ısıtmak gerekir. Domates gibi asitlik seviyesi yüksek olan gıdalar ortalama 20 dakika kaynatılmalıdır. Kaynatma sırasında tuz ve yağ eklenebilir.

  • Kullanacağınız kaba ve hijyenine dikkat edin

Konserve yapımında ısıya dayanıklı cam veya mikroorganizmaların çoğalamayacağı kaplar kullanılmalıdır. Bu kaplarda çizik, çatlak olmamasına dikkat edilmelidir. Bu kaplar gelişebilecek zararlı mikroorganizmaları yok edecek bir sıcaklık derecesine kadar ısıtılmalıdır. Kullanmadan önce, cam kavanozlar akan suyun altında yıkanmalı ardından 15-20 dakika kaynatılarak sterilize edilmelidir. Kavanozlar soğumadan sebzeler doldurulmalıdır. Kesinlikle soğuk doldurma işlemi yapılmamalıdır yoksa konserve hızlı bozulur ve zehirleme yapabilir.

  • Önceden kullanılmış kapaktan kaçının

Beslenme ve Diyet Uzmanı Sıla Bilgili Tokgöz “Kavanoz kapakları ısıya dayanıklı, darbe almamış, iç kısmı korozyona uğramamış ve önceden kullanılmamış olmalıdır. Daha önce kullandığınız kapaklar, tam kapanmaz ve konserve içine hava girmesine sebep olur. Her seferinde mutlaka yeni ve sterilize edilmiş kapaklar kullanmalısınız. Bunun için akan suyun altında yıkanmış kapaklar tencerenin içinde 15 dakika kaynatılmalıdır” diyor.

  • Konserveyi gıda güvenliğine uygun şekilde kapatın

“Isıtılan cam kavanozlara doldurma işlemi; kaynar şekilde hiç zaman kaybetmeden kavanozun 1/5 i kadar boşluk kalacak şekilde yapılmalıdır. Boşluk kalmayacak şekilde dolum yapılırsa sızdırma ve hava alma sorunu yaşanabilir. Doldurma işlemi bittikten sonra, hijyeninden emin olduğunuz ve temiz bir havluyla kuruladığınız kapak kavanozun üzerine konulur. Avuç içi baskısıyla 3 tık sesi duyana kadar geriye sarılıp bir kez de sağa sıkılıp sızdırmaz kapama sağlanır” diyen Tokgöz uyarıyor: “Yapılan en büyük yanlış ise ters çevirme işlemidir. Kesinlikle ters çevirme yapmayın çünkü kapağın iç yüzeyi sıcakla ayrıca gıda asitliyse bu asitle reaksiyona girebilir ve sağlığa zarar verir.”

  • Konserveyi saklarken ve tüketirken bu kurallara mutlaka uyun!

 Hazırladığınız konserveler serin, kuru ve güneş ışığı almayan yerde muhafaza edilmelidir. Açılmamış konserveler, 6 aya kadar saklanabilir. Açılmış konserveler ise mutlaka buzdolabında saklanmalı ve 2-3 gün içinde tüketilmesine çok dikkat edilmelidir. Aksi taktirde bakteri oluşumu hızlanır ve gıda zehirlenmelerine yol açar! Konservelerin hızlı tüketimini kolaylaştırmak için büyük kaplar yerine daha küçük olanları tercih edilmelidir. Ek önlem almak isterseniz evde hazırlanmış konserveler, açıldıktan sonra en az 10 dakika kaynatılarak tüketilebilir.

  • Tüketmeden önce mutlaka kapağını kontrol edin!

Beslenme ve Diyet Uzmanı Sıla Bilgili Tokgöz “Konserve tüketilmeden önce mutlaka kapağı kontrol edilmelidir. Eğer kapakta kabarma ve bombeleşme varsa bu durum, bakteri ürediğinin göstergesidir. Böyle bir koşulda konserve kesinlikle tüketilmemelidir. Ayrıca kapakta herhangi bir sızıntı ve küflenme veya sebzelerin renginde, dokusunda, kokusunda bir değişiklik varsa bu durumda da konservenin bozulduğu anlaşılır. Bozulmuş konserveler asla tüketilmemelidir” diyor.

Beslenme ve Diyet Uzmanı Sıla Bilgili Tokgöz

Konservesi yapılan besinler

Acıbadem Bakırköy Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Sıla Bilgili Tokgöz, konservesi yapılan besinleri ve faydalarını şöyle anlattı;

  1. Bamya Konservesi: Besleyici ve düşük kalorili bir yemek olan bamya, yüksek lif içeriği ile tokluk sürenizi uzatırken bağırsak hareketlerini düzenlemeye yardımcı olur.
  2. Bezelye Konservesi: Demir, bakır ve magnezyum gibi sağlık açısından faydalı mineraller içeren bezelye aynı zamanda önemli bir protein kaynağıdır. Bezelyenin 100 gramında 18 gr protein vardır.
  3. Taze Fasulye Konservesi: İçerdiği karotenoid ve flavonoid sayesinde kalp damar hastalıklarından koruyucudur. Güçlü posa kaynağı olduğu için sindirim sistemini korur.
  4. Domates Püresi Konservesi: Kırmızı rengini veren likopen adlı antioksidan sayesinde bağışıklık sistemini ve kalbi korur. Özellikle kaynatılarak hazırlanmış domateste likopen daha etkili olduğu için kanserden koruyucu etkisi olduğu düşünülüyor.
  5. Kayısı Konservesi: İçindeki beta-karoten sayesinde kötü kolesterolü (LDL) düşürerek kalp hastalıklarını önlemeye yardımcı olurken, zengin A vitamini içeriği ile gözü korur. Kabızlık ve sindirim sorunları yaşayanlar için iyi bir posa kaynağı olan kayısı mutlaka tüketilmelidir.
  6. Köz Patlıcan Konservesi: Özellikle kabuklarıyla közleyin. Çünkü patlıcan kabuğunda bulunan nasunin sayesinde antioksidan özellik gösterir. Beyin hücre zarını koruyucu özelliği vardır. Kalp damar hastalık ve kanser riskini azaltır.
  7. Köz Kırmızı Biber Konservesi: Düşük kalorisiyle dikkat çekerken, bol miktarda C vitamini, rengini veren likopen ve potasyum içeriğiyle hem bağışıklık sistemini güçlendirir hem de kalp krizi riskini azaltır.

Menopozda fazla kilolardan kurtulma yolları!

Sağlıklı bir kadının hayatında doğal ve kaçınılmaz bir süreç olan menopozla birlikte hormonal değişiklikler nedeniyle kilo vermek geçmişe göre çok daha zorlu olabiliyor. Üstüne üstlük pek çok kadında bu dönemde kas kütlesi azalırken yağ kütlesi artıyor ve inatçı kilolar zayıflama çabalarına meydan okuyabiliyor. Ancak bu tabloyu tersine çevirmek mümkün! Acıbadem Bakırköy Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Ezgi Hazal Çelik “Menopoz ile birlikte özellikle karın çevresinde yağlanma diğer vücut bölgelerine oranla daha fazla artış göstermektedir. Bu durum obezite, insülin direnci ve diyabet riskini artırmaktadır. Ancak günlük yaşam alışkanlıklarında bazı basit değişikliklerle etkili sonuçlar almak ve bu süreçte ideal kiloya kavuşmak mümkündür” diyor. Beslenme ve Diyet Uzmanı Ezgi Hazal Çelik menopoz döneminde fazla kilolardan kurtulmanın 5 püf noktasını anlattı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

Beslenme ve Diyet Uzmanı Ezgi Hazal Çelik

Beslenme ve Diyet Uzmanı Ezgi Hazal Çelik

  • Proteinden zengin beslenin

Menopoz dönemindeki kadınlarda kas kaybının önlenmesi için diyetle yeterli ve dengeli protein alınması oldukça önemlidir. Bu sayede kas kaybı önlenirken, kas doku artışı desteklenir ve menopoz döneminde azalan metabolizma hızı artırılabilir. Günlük ihtiyaç duyulan enerjinin yüzde 10-20’si protein kaynaklarından karşılanmalı ve bu oran tüketilen protein kaynağının kalitesine göre düzenlenmelidir. Özellikle et, tavuk, balık, yumurta, süt ve süt ürünleri gibi hayvansal kaynaklı proteinler biyoyararlanımı daha yüksek proteinlerdir ve günlük beslenmede kişinin ihtiyaçlarına göre öğünlere eklenmelidir. Bitkisel protein alımı için de haftada bir-iki gün kurubaklagil tüketilmelidir.

  • Balık tüketin

Yapılan bilimsel çalışmalarda; yağlı balık tüketimi arttıkça, kadınların daha geç menopoza girdiği, omega-3 yağ asitlerinin anti-inflamatuar etkisi ile menopoz yaşını etkilediğinin ortaya konulduğunu belirten Beslenme ve Diyet Uzmanı Ezgi Hazal Çelik “Günde 900 mg omega-3 tüketiminin beden kitle indeksi, karın çevresi yağlanması, kan basıncı, serum trigliserit düzeyleri ve insülin direncini önemli ölçüde azalttığı bildirilmiştir. Menopoz öncesi ve sonrası dönemde diyetle yağlı balık tüketiminin artması özellikle karın çevresi yağlanmasının artışı ile meydana gelen diğer hastalık risklerinin azalması için de oldukça önemlidir” diyor.

  • Bol su için

Yaşla beraber susama duyusunun azalması nedeniyle menopoz ve postmenopozal dönemde su tüketiminde belirgin bir azalma gözlenir. Yetersiz su tüketimi sindirim enzimleri ve bağırsakların daha yavaş çalışmasına neden olur, iştah mekanizmasını olumsuz etkileyerek açlık-tokluk sinyallerinin susuzluk ile karıştırılmasına, atıştırmalık tüketiminin artmasına yol açarak bu dönemde ağırlık artışını destekler. Susamayı beklemeden günlük sıvı gereksinimi için günde en az iki litre su tüketilmesi gerekmektedir.

  • Sebze ve meyve tüketmeyi ihmal etmeyin

Menopoz döneminde kronik hastalık riskindeki artışa bağlı olarak iyi bir potasyum ve magnezyum kaynağı olan sebze ve meyvelerin tüketiminin artırılması gerekir. Ayrıca antioksidan vitaminler olan A, C ve E vitaminlerinden zengin beslenme menopoz dönemdeki kadınlarda obezite ve buna bağlı gelişen hastalıkların yönetiminde oldukça önemlidir. Özellikle A vitamini, beta karoten, C vitamini, E vitamini, bitki flavonoidleri ve soya izoflavonları gibi antioksidanların alımını artırmaları ağırlık artışı kontrolü ve hastalıkların önlenmesi için önerilmektedir. Bu besinler genellikle yaş meyveler, sebzeler, soya fasulyesi, kakao ve çay yaprağı özlerinde bulunmaktadır. Vitamin takviyeleri olarak tüketilmek istenirse mutlaka doktora danışılmalıdır.

  • Her gün mutlaka düzenli egzersiz yapın

Çoğu insan yaşlandıkça daha az aktif hale gelir. Ancak menopoz sırasında ve sonrasında egzersiz her zamankinden daha önemlidir. Menopoz döneminde azalan metabolizma hızı için düzenli egzersiz yapmak kalori açığı oluşmasında ve kas kütlesi artışı ile metabolizmanın hızlanmasında sağlıklı kilonuzu destekleyebilir. Kas kütlesi normalde hormonal değişiklikler ve yaşla birlikte azalır. Ağırlıklar veya bantlarla yapılan direnç antrenmanı, kas kütlesinin korunmasında ve hatta artırılmasında son derece etkili olabilir. Aerobik egzersiz veya kardiyo da menopozda kilo vermek için çok etkilidir. Çalışmalar; egzersizin kilo kaybı sırasında kasları korurken karın yağını azaltabildiğini göstermiştir.

Kalp kapağı hastalıklarında gözden kaçan önemli sinyaller!

 Günümüzde kalp ve damar hastalıklarının görülme sıklığı tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de hızla artıyor. İşlenmiş gıdalar, aşırı tuz tüketimi, karbonhidrat ağırlıklı beslenme, yoğun stres, hareketsizlik ve sigara kullanımı gibi birçok etken kalp ve damar hastalıklarının yaygınlaşmasına neden olurken, kalp kapaklarındaki yıpranma da tehlikeyi artırıyor. Acıbadem Bakırköy Hastanesi Kardiyoloji Uzmanı Doç. Dr. Onur Taşar “Yaş ilerledikçe kalp kapağı problemleri de artmaktadır. İnsan kalbinin işlevlerini yeterli bir şekilde yerine getirebilmesi için tüm kapakların sağlıklı olması gerekir. Ancak sigara, obezite, kontrolsüz diyabet, yüksek tansiyon ve yüksek kolesterol gibi etkenler kalp kapaklarına ciddi zarar vermekte ve sorun çoklu organ yetmezliğine kadar gidebilmektedir” diyor.

Kardiyoloji Uzmanı Doç. Dr. Onur Taşar kalp kapağını bozan sinsi tehlikeleri ve tedavide genilen noktayı anlattı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

Nefes darlığı, yorgunluk ve çarpıntı… Modern çağın koşuşturmacasında genç-yaşlı pek çok kişi bu sorunlardan bir veya birkaçıyla karşılaşıyor ancak çoğunlukla ‘dinlenirsem geçer’ ya da ‘hemen doktora gitmeye gerek yok’ düşüncesiyle doktora başvurmayı öteleyebiliyor. Hal böyle olunca sorun ileri dönemde; ciddi ritim bozuklukları, kalp yetersizliği hatta akciğer ödemi gibi hayati önem taşıyan boyutlara ulaşabiliyor! Acıbadem Bakırköy Hastanesi Kardiyoloji Uzmanı Doç. Dr. Onur Taşar dünyada olduğu gibi ülkemizde de kalp ve damar hastalıklarının ölüm nedenleri arasında ilk sırada yer aldığını vurgularken, buna rağmen kalbimize gerekli özeni göstermediğimizi belirterek “İletişim araçlarının gelişmesiyle birlikte artan farkındalık ve tıbbi teknolojinin ilerlemesiyle de erken teşhisin getirdiği faydalar bu konunun avantajlı yönleridir. Ancak işlenmiş gıdalarla beslenme, düzensiz yaşam, yoğun stres ve sporun hayatımıza yeterince adapte edilemeyişi kalp ve damar sağlığımızı olumsuz etkilemektedir. Ve maalesef tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de her geçen gün kalp ve damar hastalıkları giderek artmaktadır” diyor.

Doç. Dr. Onur Taşar

Doç. Dr. Onur Taşar

Çoklu organ yetersizliğine yol açabiliyor!

Kalp kapaklarının da genetik etkenler, sağlıksız yaşam alışkanlıkları ve ilerleyen yaş gibi faktörlerle bozulduğunu ve hayati riske yol açabildiğini belirten Doç. Dr. Onur Taşar şöyle konuşuyor: “Sağlıklı bir insanın kalbinde dört tane kapak sistemi vardır. Yaş ilerledikçe kapak problemleri de artmaktadır. Kalp kapaklarından mitral kapak problemleri doğası gereği genellikle erken aşamalardan itibaren belirti verdiğinden teşhisi hastalık kritik düzeye gelmeden olmaktadır. Ancak bazen ani gelişen ileri düzey kapak yetersizlikleri acil servise başvurmayı gerektirecek ölçüde nefes darlığı hatta şok tablosuna yol açabilmektedir. Erken teşhis edilse de zamanında müdahale edilmeyen hastalarda en nihayetinde kalp, akciğer ve hatta çoklu organ yetersizliği belirtileri ortaya çıkmaktadır.” Mitral kapak hastalıklarının tedavisinin açık kalp ameliyatının yanı sıra, son yıllarda hızla gelişen teknoloji sayesinde  girişimsel kardiyologlar tarafından anjiyografik olarak yani kapalı yöntemle yapılabildiğini vurgulayan Doç. Dr. Taşar, hangi hastaya hangi tedavi yönteminin uygun olacağına Kardiyoloji -Kalp Damar cerrahisi ortak konseyde karar verildiğini ve başarılı sonuçlar alındığını vurguluyor.

Kalp kapaklarının sinsi düşmanları!

Kapak hastalıklarından bir kısmı genetik olurken, kişinin yanlış yaşam alışkanlıkları ve çevresel faktörler de kapaklara dolaylı şekilde ciddi zarar verebiliyor. Koroner arter hastalığı ile sonuçlanan damar sertliğinin özellikle mitral kapak sisteminin fonksiyonunu bozarak yetersizliğe yol açabildiğini belirten Doç. Dr. Onur Taşar, “Dolayısıyla koroner arter hastalığına yol açan sigara, obezite, kontrolsuz diyabet, yüksek tansiyon ve yüksek kolesterol gibi etmenler kalp kapağına ciddi zarar verebilmektedir” diyor. Doç. Dr. Taşar, kalp kapak hastalıkları tanısı olan bireylerin düzenli kontrollerini yaptırmalarının ve tedavi yöntemini belirlerken mutlaka kapak hastalıkları konusunda deneyimli merkezlere başvurmalarının önemli olduğunu söylüyor.

Serinleyeyim derken kilo almayın!

Aşırı yaz sıcaklarında çok da düşünmeden bir çırpıda başımıza diktiğimiz, içimizi ferahlatan soğuk içecekler bilinçsiz tüketildiğinde obeziteden diyabete dek ciddi sağlık sorunlarına yol açabiliyor! Acıbadem Bakırköy Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Sıla Bilgili Tokgöz “Özellikle yaz aylarında değil terleme yoluyla nefes alıp verirken bile sıvı kaybettiğimiz için vücudumuzun suya ihtiyacı artıyor. Günde ikibuçuk litreden az su içmemek gerekiyor. Ancak pek çok kişi aşırı sıcaklarda su yerine soğuk şekerli içeceklere yönelebiliyor! Oysa gerek vücudumuzun sıvı ihtiyacını karşılamak gerekse serinlemek için kesinlikle sağlıksız, katkılı ve yapay içeceklerden uzak durmak çok önemli” diyor. Beslenme ve Diyet Uzmanı Sıla Bilgili Tokgöz aşırı sıcaklarda evde hazırlayabileceğiniz serinleten içecekleri, bir su bardağına (200 ml) denk gelen kalori miktarlarını ve tariflerini anlattı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

Beslenme ve Diyet Uzmanı Sıla Bilgili Tokgöz

Beslenme ve Diyet Uzmanı Sıla Bilgili Tokgöz

  • Şekersiz limonata ( 200 ml/ 65 kalori)

Yaz ayı denilince akla ilk gelenlerden biri ev yapımı limonata oluyor. 1 su bardağı limonatanın (200 ml) 65 kalori içerdiğini belirten Sıla Bilgili Tokgöz, içerisinde bal olduğu için 1 yaş altı çocuklardan uzak tutulması gerektiğini söylüyor.

Tarifi:

İki büyük limon ve bir portakalın kabuklarını rendeleyip suyunu sıkın. Üç yemek kaşığı çiçek balı, bir tutam fesleğen ya da nane ve bir litre su ekleyerek derin bir sürahide karıştırın. Buzdolabında en az iki saat dinlenmeye bırakın. Sonra ince bir süzgeç ile süzün. Bol buz, nane veya fesleğen yaprakları ile servis edebilirsiniz.

  • Karpuz ve Kavunlu Maden Suyu (200 ml/120 kalori)

Yazın vazgeçilmez meyvelerinden karpuz ve kavun içeriğindeki yüksek su oranıyla öne çıkıyor. Bu meyveleri maden suyuyla buluşturunca ortaya 120 kalorilik lezzetli bir içecek çıkıyor. Ancak dikkat! Beslenme ve Diyet Uzmanı Tokgöz, glisemik indeksi yani kan şekerini yükseltme hızı oldukça yüksek olduğundan diyabet hastalarının bu içeceği daha az ölçüyle ve dikkatli tüketmeleri gerektiğini vurguluyor.

Tarifi:

İki dilim karpuz (200 gr) ve iki dilim kavunu (200 gr) buzlukta iki saat dondurun. Daha sonra taze nane yapraklarıyla blenderden geçirin. Üzerine yarım limon suyu ve bir şiye maden suyu ekleyerek tüketebilirsiniz.

  • Yaban Mersinli Smoothie (200 ml/ 250 kalori)

Özellikle yazın kahvaltı için farklı alternatif arayanların da severek tüketeceği tok tutan ve serinleten içeceklerden biri; yaban mersinli smoothie. Bir bardağı (200 ml) 250 kalori olan bu içeceğin; içerisindeki çilek ve yaban mersini sayesinde C vitamini ve antioksidan açısından oldukça zengin olduğunu söyleyen Tokgöz “Yulaf içerisindeki lif sayesinde mideyi daha geç terkederek daha uzun süre tok kalmaya yardımcı oluyor. Süt hem kalsiyum hem protein bakımından günlük alıma katkı sağlıyor. Glisemik indeksi düşük meyve kullanıldığı için diyabet hastaları da rahatlıkla tercih edebilirler” diyor.

Tarifi:

Sekiz adet yaban mersini, bir su bardağı süt, iki yemek kaşığı yulaf ve bir çay kaşığı toz tarçını bir kaba koyarak blenderden geçirip tüketebilirsiniz. Daha şekerli bir tat arayanlar bu tarife bir adet muz da ilave edebilirler. Süt ve süt ürünlerine intoleransı olanlar ise badem veya yulaf sütü gibi bitkisel içecekler de tercih edebilir.

  • Meyveli Kefir (200 ml/195 kalori)

Beslenme ve Diyet Uzmanı Sıla Bilgili Tokgöz, kefirin probiyotik etkinliği ile bağırsak dostu bir içecek olduğunu vurgulayarak “İçerisindeki kalsiyum ve protein sayesinde kas ve kemik sağlığı için de son derece önemli. Ek gıda döneminde bebeklerin bile rahatlıkla içebileceği hem çok sağlıklı hem de çok doyurucu bir içecek tarifi olarak öne çıkıyor” diyor.

Tarifi:

Bir su bardağının dörtte üçü kadar kefiri, yarım çay bardağı suyu, bir küçük muzu ve iki adet kayısıyı blenderden geçirdikten sonra içebilirsiniz. Diyabet hastaları için; kiraz, şeftali, elma ve çilek gibi kan şekerini hızlı yükseltmeyen besinler tercih edilebilir.

  • Sağlıklı Reyhan Şerbeti (200 ml/32 kalori)

Osmanlı mutfağından günümüze kadar gelen bu vazgeçilmez şerbetin oldukça sağlıklı olduğunu belirten Tokgöz şöyle konuşuyor: “Reyhan, antioksidan-bağışıklık destekleyici ve mide bağırsak yakınmalarına, hazımsızlığa iyi geliyor. Şerbet deyince akla hemen şekerli bir içecek gelse de yüksek şeker ve kalori alımı vücutta yağ olarak depolanıp hızla kilo aldırdığı için rafine şeker kullanmadan da reyhan şerbeti hazırlayabilirsiniz.”

Tarifi:

Bir demet taze reyhanı yıkayıp bir kaseye alın. Üzerine bir litre sıcak su döküp içerisine bir adet kabuk tarçın, beş adet karanfil ve bir adet limon suyu ekleyerek soğuyana kadar bekleyin. Soğuduktan sonra iki yemek kaşığı hurma özü veya balı ekleyip bol buzla servis edebilirsiniz.

  • Soğuk Şeftalili Yeşil Çay (200 ml/60 Kalori)

Hazır satılan soğuk çayların yüksek oranda rafine şeker içerdiğini, bu nedenle evde hazırlayarak hem aşırı sıcaklarda serinleyip hem de sağlıklı içecek olarak tüketebileceğinizi belirten Sıla Bilgili Tokgöz, bir su bardağı (200 ml) içeceğin 60 kalori olduğunu söylüyor. Tokgöz şöyle konuşuyor: “Termojenik etkiye bağlı olarak yeşil çay daha fazla enerji harcanmasını sağlıyor. Aynı zamanda yeşil çay polifenolik bileşenlerinin etkisiyle de kilo kaybına ve ödem atmaya da yardımcı oluyor. Ancak içeriğindeki kafein sebebiyle yüksek tansiyonu, kardiyovasküler hastalığı ve böbrek hastalığı olanların dikkat etmesi gerekiyor.”

Tarifi:

İki adet poşet yeşil çayı ya da bir yemek kaşığı dökme yeşil çayı yarım litre kaynatılmış suda demleyin. Soğumaya bırakın. İki adet olgun şeftaliyi bir çay bardağı su ile blenderden geçirip bir sürahiye süzün. Ardından üzerine soğumuş yeşil çayınızı ekleyip buzla servis edebilirsiniz.

Lipödem yaz aylarında tetikleniyor

Lipödem yaz aylarında tetikleniyor

Yazın ilk günleriyle birlikte toplumda ‘ağrılı selülit’ olarak bilinen lipödem hastalığı şikayetleri artmaya başlıyor. Kol, bacak ve kalçalarda aşırı yağ birikmesi ve buna eşlik eden ağrı ile şişlikler şeklinde görülen lipödem yazın tetikleniyor. Bunun nedeni ise ödem ve şişliklerin sıcak havalarda artması. Vücudun her iki tarafını simetrik olarak etkileyen lipödem hastalığına diyet ya da egzersiz çare olmuyor, sistematik tedaviye ihtiyaç duyuluyor. Lipödem estetik bir sorun olmasının yanı sıra kronik sağlık problemlerine neden olan bir hastalık. Acıbadem Bakırköy Hastanesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Uzmanı Prof. Dr. Şule Arslan, erken fark edilip tedavi edilmezse lipödemin ilerleyeceğine ve kişinin hareket yetisi ile yaşam kalitesini olumsuz etkileyeceğine dikkat çekerek, “İleri evrelerinde eklem ağrıları, yürüme güçlüğü, hareketsizlik nedeniyle bazı hastalıkların kontrolünün zorlaşması, tekrarlayan şişlik ve enfeksiyon görülebilir. Ancak lipödem konusunda farkındalığın az olması, hastaların sorunlarını ‘selülit’ zannederek hekime geç başvurmaları sonucu tanı genellikle geç konulmaktadır. Erken teşhis için kol ve bacaklarda şişlik varsa ve dokunulduğunda bu şiş bölgeler ağrıyorsa veya kolay morarıyorsa mutlaka hekime başvurmalıdır” diyor.

Prof. Dr. Şule Arslan

Prof. Dr. Şule Arslan

Menopoz döneminde şiddetlenebiliyor!

Batı ülkelerindeki çalışmalar kadınların yüzde 11-18’inde lipödem görüldüğünü ortaya koyuyor, ancak farkındalığının sınırlı olması nedeniyle bu oranların gerçekte daha fazla olduğu düşünülüyor. Çoğunlukla kadınlarda görülen, ergenlik dönemi sonrası veya 30’lu yaşlarda belirginleşen lipödem semptomları menopoz ile birleştiğinde şiddetlenebiliyor. Gelişiminde genetik yatkınlık ve hormonal faktörler etkili olan; özellikle hormon tedavileri, doğum kontrol hapları ve hamilelik dönemlerinde gelişimi artan lipödem erkeklerde nadiren görülüyor.

Akşama doğru şişlikler artabiliyor

Lipödem belirtileri, vücutta anormal yağ birikimi olan bölgelerde ortaya çıkıyor. En sık görülen şikayetler vücutta simetrik şişlik ve ağrı/hassasiyet olarak sıralanıyor. Ayaklar daha az etkileniyor; ağrılar dokunma, basınç veya hareket sırasında artabiliyor. Bacaklar kolaylıkla morarabiliyor, akşama doğru lipödemli bölgelerde şişlik daha çok görülebiliyor.  Prof. Dr. Şule Arslan, hastaların ağrılarını bazen bacakta yanma hissi şeklinde ifade ettiklerini belirterek, “Morarma yakınması olan hastalar bir çarpma hatırlamadıkları halde kol ve bacaklarının kolaylıkla morardığını dile getirmektedirler” diyor.

pause journal

Ailede varsa risk artıyor!

Genetik yatkınlık, ergenlik, hamilelik, doğum kontrol hapı kullanımı gibi hormonal faktörler, inflamasyon, hareketsiz yaşam tarzı ve beslenme gibi etkenler lipödem gelişiminde rol oynuyor. Aile geçmişinde lipödem olan bireylerde bu hastalığa daha sık rastlanırken, teşhis konulan hastalarda vücut kitle indeksi genellikle normalden yüksek gözlemleniyor ve kilo alımı semptomların kötüleşmesine neden oluyor.

Fizik tedavi ağrıları azaltıyor

Genetik ve hormonal faktörlerle bağlantılı olduğu için lipödemden kaçınmanın kesin bir yolu olmadığına dikkat çeken Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Uzmanı Prof. Dr. Şule Arslan “Ancak, yaşam tarzıyla ilgili bazı değişiklikler hastalığın gelişimini önleyebilir. Uygun diyet, düzenli egzersiz yapmak, sigara ve aşırı alkol tüketmemek, kilo kontrolü ile stres yönetimi bunlara örnek olarak verilebilir. Uzun süre ayakta kalma veya seyahat etme durumlarında, bası çorapları veya bandajları, şişliği ve ağrıyı azaltabilir” diyor. Tedaviyle semptomlar ile hastalığın ilerlemesinin yavaşlatılması ve hastalığa bağlı sağlık sorunlarının engellenmesi amaçlanıyor. Tedavide multidisipliner ve bütüncül bir yaklaşımın önem kazandığını vurgulayan Prof. Dr. Şule Arslan, sözlerine şöyle devam ediyor: “Komplet dekonjestif terapi ve cerrahi girişimler temel tedavi iken; egzersiz, düşük tuzlu diyet, bası giysileri kullanımı da etkili koruyucu tedavi olarak kabul görmektedir. Fizik tedavi ise hareket kısıtlamalarını azaltmak, kasları güçlendirmek ve ağrıyı hafifletmekte fayda sağlamaktadır.”

Menopoz sonrası kanamaya dikkat!

Menopoz sonrası kanamaya dikkat!

Dünyada her yıl 290 bin, ülkemizde de yaklaşık 7 bin kadına gelişmiş ülkelerde en sık görülen jinekolojik kanser türü olan rahim kanseri tanısı konuyor. Ülkemizde özellikle obezitenin yaygınlaşmasıyla birlikte rahim kanserinin görülme sıklığı artıyor. Zira obezite rahim kanseri riskini 3 kat yükseltiyor! Bunun nedeni ise obezitede artan yağ dokusunun kandaki rahim kanseri için risk oluşturan östrojen seviyesini arttırması. Ayrıca ömrün uzaması ve çocuk doğurma oranlarının düşmesi de rahim kanserinin sıklığını arttıran diğer önemli etkenleri oluşturuyor. Genellikle menopoz sonrasında gelişse de rahim kanserlerinin yüzde 5’i 40 yaş altında görülüyor. Acıbadem Bakırköy Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Doç. Dr. Baki Erdem, rahim kanserinin erken teşhis edildiğinde genellikle sadece cerrahi yöntemle tedavi edilebilen bir hastalık olduğuna dikkat çekerek,Rahim kanserinin rahim ağzı kanseri gibi tarama testi yoktur. Dolayısıyla yıllık jinekolojik muayeneler ve beklenmedik anormal vajinal kanamalarda jinekolojik kontroller önem taşıyor. Özellikle kanser için risk faktörleri mevcut ise jinekolojik tarama sıklığı hastalara göre arttırılabiliyor” diyor.

Doç. Dr. Baki Erdem

Doç. Dr. Baki Erdem

Menopoz sonrasında kanamaya dikkat!

Rahim kanseri,  ‘rahim içini döşeyen zardan (endometrium kanseri)’  ve ‘rahim duvarını oluşturan kas tabakasından’ kaynaklanan olmak üzere iki gruba ayrılıyor. En yaygın olarak rahim iç zarından kaynaklanan tipi görülüyor. Rahim kanserinin en sık ve ilk görülen belirtisi ise menopoz sonrasında beklenmedik anormal vajinal kanama oluyor.  Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Doç. Dr. Baki Erdem, menopoz sonrası kanamaların yüzde 10’unda rahim kanseri saptandığını vurgulayarak, “Rahim kanseri üreme çağındaki kadınlarda normal adet döngüsü dışında fazla miktarda ya da düzensiz kanamalar şeklinde de bulgu verebiliyor. Pelvik ağrısı, cinsel ilişki sırasında ağrı ve kilo kaybı bu kanserin diğer belirtilerini oluşturuyor” bilgisini veriyor.

Östrojen fazlalığı tetikliyor!

Rahim (endometrium) kanserlerinde, kanser hücreleri rahmin içini döşeyen tabakada gelişiyor. Bu kanser hücrelerinin hangi nedenle oluştukları ise henüz tam olarak bilinmiyor. Ancak östrojen hormonunun rahim kanserinin gelişiminde rol oynadığı belirtiliyor. Östrojen fazlalığı rahimdeki hücrelerin kontrolsüz şekilde çoğalmalarını ve kansere dönüşmelerini tetikleyebiliyor. Bu nedenle östrojen hormonunu fazla miktarda artıran faktörler kanser için risk oluşturabiliyor. Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Doç.  Dr. Baki  Erdem, rahim kanseri riskini artıran etkenleri, ‘ileri yaş, rahim kalınlaşması (endometrial hiperplazi), adet yaşının erken olması, geç menopoza girmek, obezite, hiç doğurmamış olmak, infertilite (kısırlık) ve tedavisi, meme-yumurtalık kanseri öyküsü, diyabet, östrojen salgılayan yumurtalık tümörleri, progesteron olmadan sadece östrojen replasman tedavisi, tamoksifen kullanımı (meme kanseri tedavisinde yararlanılır), HNPCC (Herediter nonpolipozis colorektal cancer) gibi genetik kansere yatkınlık durumları’ olarak sıralıyor.

Tanı endometrial biyopsi ile konuyor

Tanı için öncelikle jinekolojik muayene ve eş zamanlı ultrason yapılarak rahim içi değerlendiriliyor. Ardından rahim kanseri şüphesi varsa tanıyı kesinleştirmek için  endometrial biyopsi yöntemine başvuruluyor. Rahim kanseri tanısı endomterial biyopsi işlemiyle konuluyor. Bu işlemde çoğu zaman anesteziye bile gerek olmadan rahim içinden biyopsi alınıyor ve materyal patolojik incelemeye gönderiliyor. Bazen rahmin içinin görülmesini sağlayan ve histeroskopi olarak adlandırılan kameralı sistemle de biyopsi işlemi yapılabiliyor. Tanı konulduktan sonra hastalığın yaygınlığı ile ilgili şüphe varsa, genellikle MR yöntemiyle karın içi görüntülemesine başvuruluyor.

Gelişmiş tedavi yöntemleri önemli avantajlar sağlıyor!

Rahim kanseri cerrahi yöntemle tedavi edilebilen bir hastalık. Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Doç. Dr. Baki Erdem, son yıllarda bilimsel gelişmelerin ışığında operasyonun laparoskopik (kapalı cerrahi) olarak yapılabildiğine işaret ederek, “Ameliyatı kapalı yöntemle uygulamamız, daha az ağrı, daha az kanama, iyileşme sürecinin daha hızlı olması gibi önemli avantajlar sağlıyor. Rahim kanserinde cerrahi yöntemle rahim ve yumurtalığı alıyoruz. Ameliyat esnasında ‘frozen inceleme’ dediğimiz patolojik incelemeden de yararlanabiliyoruz. Böylece kanserin rahim duvarında olan yaygınlığını görebiliyor ve gerekirse lenf bezlerini de aynı anda çıkarabiliyoruz. Yine sentinel, yani nöbetçi lenf nodu uygulaması sayesinde tüm lenf nodlarını değil, sadece tümörün ilk gidebileceği lenf istasyonunu belirledikten sonra çıkararak, operasyonu tamamlayabiliyoruz. Böylece hastayı tüm lenf nodlarının alınmasına bağlı oluşabilecek lenfokist ve bacaklarda kalıcı şişlik ile seyreden lenfödem gibi bazı risklerden koruyabiliyoruz” diyor.  Cerrahi yöntemde başarıya götüren en önemli noktanın karın içerisinde yer alan tüm tümör odaklarının temizlenmesi olduğunu vurgulayan Doç. Dr. Baki Erdem, operasyon sonrası yaygınlık veya moleküler düzeyde risk saptanırsa tedavinin kemoterapi, radyoterapi ve hedefe yönelik ajanlarla da desteklenebildiğini söylüyor. 

Bahar mevsiminde astım hastalarına 10 kritik uyarı!

Bahar mevsiminde astım hastalarına 10 kritik uyarı!

Astım tüm yaş gruplarında görülen en yaygın kronik hastalıklardan biri. Dünya genelinde 300 milyonun, ülkemizde de 7 milyonun üzerinde astım hastası olduğu belirtiliyor. Üstelik astımın görülme sıklığı günümüzde giderek artıyor.  Astım, en önemli sinyallerinden olan nefes darlığı, hışıltılı solunum ve inatçı öksürük nedeniyle yaşam kalitesini ciddi boyutlarda bozabiliyor ve iş gücü kaybına neden olabiliyor. Özellikle de doğanın canlanıp çiçeklerin açtığı, polenlerin havada uçuştuğu bahar ayları astım hastaları için adeta kabusa dönüşebiliyor. Acıbadem Bakırköy Hastanesi Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Süha Alzafer, bahar mevsiminin özellikle polene karşı alerjisi olan astım hastalarını olumsuz etkilediğine dikkat çekerek, “Polenler astımı tetikleyen etkenlerden biridir. Ayrıca genellikle bu hastalarda beraberinde alerjik nezle de olduğu için polenler üst solunum yollarında tıkanıklığa yol açar ve astımı daha da kötüleştirir. Ancak hekimin önerdiği ilaç tedavisi ve alınacak olan bazı önlemler ile yaşam kalitesi bozulmadan normal bir yaşam sürmek mümkündür” diyor.

Dr. Süha Alzafer

Dr. Süha Alzafer

Tek belirtisi ‘öksürük’ olabiliyor!  

Astım, hava yollarının mikrobik olmayan iltihabı (enflamasyon) nedeniyle gelişen, hava yollarının daralmasıyla karakterize ve krizler halinde seyreden bir hastalık.  Dolayısıyla kriz olmadığı zamanlarda hastada hiçbir belirti ve anormal muayene bulgusu olmuyor. Nefes darlığı ve hışıltılı solunum, astımın en sık görülen belirtilerini oluşturuyor. Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Süha Alzafer, bu yakınmaların yanı sıra öksürük, göğüste baskı ile kaşıntı hissi gibi belirtiler de  görülebildiğini vurgulayarak, “Alerjik astımı olan hastalarda  genellikle alerjik nezle ve sinüzit de bulunabildiği için bu şikayetlere ayrıca arka arkaya defalarca kez hapşırık, burun ve geniz kalıntısı ile su gibi burun akıntısı da eşlik eder” diyor.  Dr. Süha Alzafer, bazı astım türlerinde ise nefes darlığı olmadan sadece uzun süren öksürük gelişebileceğine de işaret ediyor.

En yaygın nedeni ‘alerjik bünye’   

Astıma pek çok etken neden olabiliyor. En sık görülen sebebi ise alerjik bir bünyeye sahip olmak. Hastaların büyük çoğunluğu alerjiden dolayı astıma yakalanıyorlar. Ancak alerjiye bağlı olmayan astım türleri de mevcut. Örneğin bazı meslekler, solunum yoluyla maruziyet oluşturarak, alerjik olmayan mesleki astıma yol açabiliyor. Yine bir başka astım türü sadece egzersiz yapıldığında ortaya çıkan ve egzersizin tetiklediği astım oluyor. Dr. Süha Alzafer, astım ataklarını tetikleyen faktörleri, ‘Polenler, ev tozu akarları, bazı hayvanlar (kedi, köpek, kuş gibi), sigara dumanı, küf mantarları, hava kirliliği, soğuk hava, solunum yolu enfeksiyonları, sinüzit, reflü, asetil salisilik asit ve beta bloker gibi ilaçlar, bazı besinler, özellikle kırsal alanda rastlanılan ev içi duman maruziyeti’ olarak sıralıyor.

Tedavi edilebilen bir hastalık, ancak…

Astım tedavi edilebilen bir hastalık.  Temel hedef ise atakları kontrol altında tutmak. Astımın tedavisi ‘kronik tedavi’ ve ‘astım atağının tedavisi’ şeklinde 2’ye ayrılıyor. Kronik tedavide, hastanın hava yollarının çeperindeki enflamasyonun tedavisi için halk arasında ‘sprey’ veya ‘fıs fıs’ olarak bilinen inhaler ilaçlar kullanılıyor. Bazı alerjik astım hastalarında immünoterapi de fayda sağlıyor. Astım krizi esnasında bu ilaçlara havayolu spazmını tedavi edecek inhaler ilaçlar da ekleniyor. Kriz boyunca ilaçlar genellikle nebülizatör denilen aletler ile veriliyor. Bazen kortizon kullanmak da gerekebiliyor.  Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Süha Alzafer, astımın tedavisinden etkin sonuç alınmasında düzenli ilaç kullanımının son derece önemli olduğu uyarısında  bulunarak, “Hasta, herhangi bir  yakınması olmasa bile ilaçlarını mutlaka hekiminin önerdiği süre ve  dozda kullanmalı, ‘yakınmam yok’ diyerek kendiliğinden bırakmamalı. Aksi halde zaman içinde astım hastalığı kronikleşebilir. Dolayısıyla kriz olmadığı zamanlarda da sürekli solunumsal yakınmaları olan bir hastaya dönüşebilir” diye konuşuyor.

Astım ataklarına karşı 10 bahar önerisi!

Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Süha Alzafer, astım hastalarının bahar aylarında dikkat etmeleri gereken önemli kuralları şöyle özetliyor:

  • Ormanlık alanlardan uzak durun
  • Dış ortamdan eve geldiğinizde kıyafetlerinizi değiştirerek duş alın
  • Evinizin pencerelerini ve araç camlarını olabildiğince kapalı tutun
  • Evde ve arabada polen filtreli klimaları tercih edin
  • Çamaşırlarınızı kapalı ortamlarda kurutun
  • Dışarıya çıktığınızda gözlük ve şapka kullanın
  • Her gün bol su içmeye özen gösterin
  • Sigara kullanmayın, içilen ortamdan uzak durun
  • Olabildiğince dumansız, temiz hava solumaya dikkat edin
  • Solunum yolu enfeksiyonlarına karşı korunun