Yazılar

Kilo vermek isteyenler ‘Yo-yo sendromu’na dikkat!

Kilo vermek isteyenler ‘Yo-yo sendromu’na dikkat!

Fazla kilolarından kurtulmaya çalışanların çok sık başına gelir; yağdan değil kaslardan vermek! Zira kilo vermek için yapılan kalori kısıtlı diyetler yeterli protein içermiyorsa azaltılan enerji kaslardan karşılanıyor ki bu da kas kaybına yol açıyor. Acıbadem Maslak Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Fatma Turanlı “Sağlıklı kilo verme hızı ayda 3-6 kg. arasında değişir. Kilo verme hedefini çok yüksek tutarak dengesiz ve çok kısıtlı beslenmek kas kaybına neden olur; bu da metabolizma hızının yavaşlamasına, vücut direncinin ve performansının azalmasına, yorgunluk ve halsizlik gibi şikayetlere, yaşam kalitesinin düşmesine yol açar.  Üstelik ‘yo-yo sendromu’ da kaçınılmazdır yani hızlı verilen kilolar hızla geri alınır. Bu nedenle doğru ve kalıcı kilo kaybı için mutlaka egzersizle desteklenen, kişiye özgü planlanmış beslenme programı uygulanması gerekir” diyor. Beslenme ve Diyet Uzmanı Fatma Turanlı yağdan kilo vermenin 6 püf noktasını anlattı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

Beslenme ve Diyet Uzmanı Fatma Turanlı

Beslenme ve Diyet Uzmanı Fatma Turanlı

Doğru beslenin

Her bireyin farklı metabolik yapıları ve yaşam şekli olduğundan öncelikle kişiye uygun ve sürdürülebilir beslenme şeklinin bulunması sağlıklı kilo kaybında kritik önem taşıyor. Beslenme ve Diyet Uzmanı Fatma Turanlı “Sağlıklı kilo kaybının hedefi yeterli protein tüketerek kas kütlesini koruyup yağdan vermektir. Yağ kaybı alınan kalorinin harcanan kaloriden daha olduğu dengeli diyetlerle mümkündür. Günlük alınan gıdaların porsiyon kontrolünü yapmak, açlık tokluk sinyallerine dikkat etmek, yemek seçimlerini daha sağlıklı gıdalardan yapmak önemlidir” diyor.

İyi karbonhidrat tüketin

Vücut yağ oranı yanlış karbonhidrat tüketimiyle artıyor. Fazla tüketilen şeker, şekerli içecekler, pasta, kek, bisküvi gibi hızlı kana geçip insülin salgısını hızlı artıran gıdalar, harcanandan fazla kalori alımı ve hareketsiz (sedanter) yaşam vücutta yağ oranını artırıyor. Yağ kaybının sağlanması için beslenmeden tamamen karbonhidratları çıkarmanın doğru olmadığını belirten Dyt. Fatma Turanlı şöyle konuşuyor: “İyi karbonhidratlar olarak sayılabilecek yulaf, bulgur, kinoa, karabuğday, çavdar ekmeği gibi gıdalar hem içerdikleri lif, vitamin ve mineraller açısından hem de tokluk hissini artırdıkları için diyet programlarında düşük porsiyonlarda yer almalıdır. Şeker ve şekerli içecek ve yiyeceklerden uzak durulmalıdır.”

Düzenli egzersiz yapın

Zayıflama sürecinde uygulanan diyetin mutlaka egzersizle desteklenmesi gerekiyor. Düzenli egzersiz kaybedilen kilonun daha çok yağdan verilmesine yardımcı olurken, insülin duyarlılığı ve metabolizma üzerinde olumlu etkiler sağlıyor. Beslenme ve Diyet Uzmanı Fatma Turanlı “Kardiyo egzersizler yağ yakımı açısından önerilir, uygun ağırlık veya direnç egzersizleri de kas kütlesini artırmak için önemlidir. Günlük adım sayısının 5000 adım altında olmamasına, haftada 3 gün 45-50 dak. yürüyüş yapılmasına dikkat edilmelidir. Yapılacak egzersiz programları kişiye uygun olacak şekilde uzmanı tarafından planlanmalıdır. Yanlış yapılan egzersizler sorunlara, sakatlanmalara yol açabilir” diyor.

Bu besinlere sofranızda yer verin

Beslenme ve Diyet Uzmanı Fatma Turanlı, kilo vermek için mucize yaratan gıda veya içecek olmadığını, bazı besinlerin ise kilo vermeye yardımcı olabileceğini belirterek bu besinleri şöyle açıklıyor: “Yeşil çayda kateşinler, kafein, acı biberde kapsaisin, ananasta bromelin gibi bileşikler metabolizma hızını artırır. Tarçın krom içeriği ile insülin etkinliğini artırmaya yardımcı olur, tatlı yeme isteğini azaltır. Brokoli, kereviz, lahana gibi posa ve mineral vitamin içeriği yüksek sebzeler tokluk hissini artırmaları ve bağırsak çalışmasına yardımcı olmaları dolayısıyla günlük beslenme programına ilave edilmelidir.”

Beslenme ve Diyet Uzmanı Fatma Turanlı

Yeterli ve düzenli uyuyun

Yetersiz uyku büyüme hormonu salınımını olumsuz etkilerken bu da protein sentezini ve dolayısıyla kas yapısını bozabiliyor. Vücudun günde 7-8 saat uykuya ihtiyacı olduğunu belirten Turanlı şöyle konuşuyor: “Yetersiz düzeyde uyku kortizol seviyesinde artışa neden olabilir. Yapılan bilimsel çalışmalarda; kortizol düzeyi yüksekliği obezite, insülin direnci ve vücut yağ oranı artışıyla ilişkilendirilmiştir. Kaliteli uyku mutluluk ve dinlenmiş bir vücutla güne daha enerjik başlanmasını sağladığından bu da egzersiz yapma performansını artırır, iştahın kontrol altına alınmasını kolaylaştırır.”

Mutlaka günde 10 bardak su için

Vücudumuzun en temel ihtiyacı olan suyun özellikle kış aylarında yeterince tüketilmediğini, kahve ve çay gibi içeceklerin ise kesinlikle suyun yerine geçmediğini vurgulayan Beslenme ve Diyet Uzmanı Fatma Turanlı “Metabolizmanın düzenli çalışması, elektrolit dengesi, vücuttan toksin atılması ve kana geçen besin ögelerinin vücutta taşınması gibi önemli işlevleri olan su yeterli alınmadığında dehidratasyon denilen susuzluk meydana gelir. Dehidratasyon kişinin yorgun, performansı düşük ve stresli hissetmesine yol açar, hormonal işleyisi etkiler, dolaylı olarak da enerji harcanmasını yavaşlatır. Bu nedenle kilo vermek için 10 bardak su içilmesi temel koşuldur” diyor.

Sağlıklı beslenme, uyku ve spor çok önemli!

 Sağlıklı beslenme, uyku ve spor çok önemli!

Kış aylarında havaların soğuması çocuklarda üst ve alt solunum yolu enfeksiyonlarına adeta davetiye çıkarıyor. Öyle ki çocuklar yaşamlarının ilk yıllarında 8-10 kez üst solunum yolu hastalığına yakalanabiliyor. Acıbadem Maslak Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Serap Sapmaz Deniz, bağışıklık sistemleri henüz tam gelişmediği için çocukların sık hastalandıklarını belirterek, “Evde okula giden bir kardeş varsa enfeksiyon kolaylıkla bulaşabiliyor.

Ayrıca çocuk anne sütüyle beslenmiyor ise risk daha da artıyor. Gözlerini kaşıyan, burunlarını silen veya ağızlarına dokunup tekrar oyuncaklara dokunan çocuklar eller ve oyuncaklar yoluyla enfeksiyon etkenlerinin diğer çocuklara yayılmasına neden oluyor” diyor. Kapalı ve havalandırılmayan ortamların da mikropların yayılma riskini artırdığına dikkat çeken Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Serap Sapmaz Deniz, “Ayrıca el yıkama, diş fırçalama ve tuvalet sonrası temizlik gibi öz bakım becerilerinin henüz tam gelişmemesi de çocukların sıkça hastalanmalarına yol açıyor. Üst solunum yolu enfeksiyonları çoğunlukla yakınmalara yönelik uygulanan tedavilerle geçseler de bazen kulak enfeksiyonu, sinüzit ve zatürre gibi önemli sorunlar oluşturabiliyor. Bu nedenle kış aylarında çocukları mikroplardan korumak büyük öneme sahip” diye konuşuyor.

Dr. Serap Sapmaz Deniz

Dr. Serap Sapmaz Deniz

En etkili önlem: Ellerini sık sık sabunla yıkayın!

Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Serap Sapmaz Deniz, “Mikroplardan korunmanın en güçlü panzehiri ellerin sabunla yıkanmasıdır” diyerek, şöyle devam ediyor:  “Yemekten önce, tuvaletten sonra, dışarıdan eve geldikten sonra, evcil hayvanlarla temasın ardından, hapşırma veya öksürme sonrasında, evde biri hasta olduğunda çocuğun elleri sık sık yıkanmalıdır. Eller, tüm yüzeyi sabunla temas edilip 20 saniye boyunca ovalanmalı, durulandıktan sonra mutlaka kurulanmalıdır. Süreyi hatırlatmak için çocuğunuzla beraber bir el yıkama şarkısı seçebilirsiniz.”

Dengeli beslenme, uyku ve spor çok önemli!

Enfeksiyonların yayılmasının önlenmesi için çocukların aşılarının tam ve zamanında yapılması da büyük önem taşıyor. Dr. Serap Sapmaz Deniz, çocukları kış enfeksiyonlarından korumak için alınması gereken diğer önlemleri şöyle anlatıyor: “Kapalı ortamların sık havalandırılması,  ortamın serin tutulması (20-22 derece), gözler kaşınacaksa parmak uçlarıyla değil el sırtıyla kaşınmasının öğretilmesi gerekiyor. Çocukların spor yapmaları, olabildiğince erken uyumaları, yeterli ve dengeli beslenmeleri bağışıklık sistemlerinin gelişmesinde önem taşıyor. Anne sütüyle beslenme bebeklerin hastalıklara daha az yakalanmalarını ve daha hızlı iyileşmelerini sağlıyor. Renk renk, çeşit çeşit, mevsimsel sebze ve meyvelerin bol olduğu, et-balık-yumurta-bal- soğan- sarımsak-yoğurt-kefir-ceviz gibi gıdalardan zengin, paketli gıdalar ve şekerli içeceklerin tüketilmediği bir beslenme ve idrarın açık sarı renkte olacağı kadar su tüketilmesi de dikkat edilmesi gereken diğer önlemleri oluşturuyor”

Dr. Serap Sapmaz Deniz

Bu belirtiler varsa, dikkat! 

Hastalık belirtileri gösteren çocukların mutlaka evde istirahat etmeleri ve solunum yollarının temizlenerek bol sıvı verilmesi gerektiğini belirten Dr. Serap Sapmaz Deniz, “Böylece çocukların okula devam ettikleri gün sayısı artacak, enfeksiyonun çevreye yayılması azalacak ve hastalıklara bağlı gelişebilecek kulak enfeksiyonu, bronşiolit, zatürre ile krup gibi tablolar azaltılacaktır” diyor. Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Serap Sapmaz Deniz,Özellikle üç aydan küçük bebeklerde;  zor nefes alıp verme, nefes alıp verirken burun kanatlarının dışa doğru açılıp kapanması,  göğüste nefes alırken cildin kaburgalar içerisine  göçmesi, 39 derece ateş, kulak ağrısı,  dudaklarda morarma, öksürüğün bir haftadan uzun sürmesi veya aşırı uyku hali gibi durumlarda mutlaka doktor muayenesi gerekiyor.” uyarısında bulunuyor.

Öfke normal hatta sağlıklı bir duygu ama!

Öfke normal hatta sağlıklı bir duygu ama!

Gün içerisinde kaç kere kendinizi ‘sesinizi yükseltmiş, çenenizi ve yumruklarınızı sıkmış, kaşlarınızı çatmış buluyorsunuz? Ya da kalp atışlarınız hızlanmış, sinirden aşırı terlemiş, başına ağrı saplanmış ve fiziksel olarak titrerken! Pek çok kişi ‘sayısız kere’ diyor şüphesiz; zira son yıllarda hızla yaygınlaşan, modern çağın yaygın endişesi haline dönüşen öfke sorunu 7’den 70’e herkesi etkisine almış durumda! Ancak dikkat! Acıbadem Maslak Hastanesi’nden Klinik Psikolog Oğuzhan Gürdoğan atalarımızın “Keskin sirke, küpüne zarar” sözü misali; aşırı öfkenin kişinin ruhsal ve fiziksel sağlığının yanı sıra, sosyal ilişkilerini ve kariyerini de tehdit ettiğini belirterek “Öfke aslında tamamen normal ve genellikle sağlıklı bir duygudur. Ancak öfkenin hayatımızın kontrolünü ele geçirmesine izin verdiğimizde yaptığımız her şeyi olumsuz etkiler. Sağlığımızı kaybetmemize neden olabilirken, sevdiklerimizle olan ilişkilerimiz zarar görür, çalışma hayatımızda sorunlara neden olabilir” diyor. Öfkeyle baş etmenin yollarını bulmanın çok önemli olduğunu, gerekirse uzman yardımı almaktan kaçınmamak gerektiğini vurgulayan Klinik Psikolog Oğuzhan Gürdoğan, öfkeyi kontrol etmenin 10 etkili yolunu anlattı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

Klinik Psikolog Oğuzhan Gürdoğan

Klinik Psikolog Oğuzhan Gürdoğan

Sebebini belirleyin

Öfkenizi tetikleyen unsurların farkına varın ve uzak durulması mümkün olan tetikleyici etkenlerle aranıza mesafe koyun. Eğer mesafe koymanız ya da hayatınızdan uzaklaştırmanız mümkün olmuyorsa, günlük yaşamda sık sık karşılaşmanız gerekiyorsa bazı öfke yönetimi tekniklerini uygulayabilirsiniz. Öfke kaynaklarının farkında olmak, gününüzü farklı şekilde yapılandırmaya ve tahammül sürenizi uzatmanıza yardımcı olabilir. Soğukkanlılığınızı koruyamadığınız için insanları veya dış koşulları suçlamamanız gerektiğini unutmayın.

Egzersiz yapın

Egzersiz yapmak yalnızca fiziksel sağlığınız için değil, aynı zamanda mental sağlığınız için de faydalıdır. Klinik Psikolog Gürdoğan “Öfke size bir enerji akışı sağlar. En iyi öfke yönetimi, kelimenin tam anlamıyla egzersiz yapmak ve fiziksel aktiviteye katılmaktır. İster hızlı bir yürüyüşe çıkın, ister spor salonuna gidin, egzersiz yapmak ekstra gerilimi yakabilir ve tahammül seviyenizi arttırabilir. Ayrıca egzersiz, zihninizi temizlemenize de olanak tanır. Uzun bir koşunun veya zorlu bir antrenmanın ardından, sizi neyin rahatsız ettiğine dair daha net bir bakış açısına sahip olduğunuzu fark edebilirsiniz” diyor.

Uyarı işaretlerinizi tanıyın

Öfkeniz arttığında hala uyarı işaretleri olması muhtemeldir. Bunları erken tanımak, öfkenizin kaynama noktasına ulaşmasını önlemek için harekete geçmenize yardımcı olabilir. Yaşadığınız öfkenin fiziksel uyarı işaretlerini düşünün. Belki kalbiniz daha hızlı atıyor ya da yüzünüz ısınıyor. Belki de yumruklarınızı sıkmaya başlarsınız. Ayrıca bazı bilişsel değişiklikleri de fark edebilirsiniz. Belki zihniniz yarışıyor ya da “kırmızı görmeye” başlıyorsunuz. Uyarı işaretlerinizi tanıyarak, anında harekete geçme ve daha büyük sorun yaratacak şeyleri yapmaktan veya söylemekten kendinizi alıkoyma fırsatına sahip olursunuz. Nasıl hissettiğinize dikkat etmeyi öğrenin; böylece uyarı işaretlerini tanıma konusunda daha iyi olursunuz.

Acıbadem Maslak Hastanesi

Mola verin

Kendinize bir mola verin. Başkalarından kendinizi soyutlayacağınız uygun zamanlar yaratın ve bu süreyi sessiz şekilde duygularınızı nötr hale getirmeye odaklayın. Hatta ister gece ister gündüz kendinize ayıracağınız bu zaman dilimini o kadar faydalı bulabilirsiniz ki, bunu günlük rutininize dahil etmek isteyebilirsiniz.

Meditasyon yapın

Yapılan bilimsel çalışmalara göre; meditasyonun öfke kontrolünü sağlamada ve insan duygularını kontrol etmede son derece faydalı olduğunu vurgulayan Klinik Psikolog Oğuzhan Gürdoğan “Derin nefes egzersizleri gibi basit meditasyon teknikleriyle işe başlayabilirsiniz. Günlük yaşantınıza mutlaka nefes egzersizlerini ekleyin” diyor.

Kin tutmayın

Affetmek güçlü bir araçtır. Öfkenin ve diğer olumsuz duyguların olumlu duyguları gölgede bırakmasına izin verirseniz, kendinizi kendi kırgınlığınız veya adaletsizlik duygunuz tarafından yutulmuş halde bulabilirsiniz. Sizi kızdıran birini affetmek, hem durumdan ders çıkarmanıza hem de ilişkinizi güçlendirmenize yardımcı olabilir.

Sağlıklı beslenin

Günümüzde çok sayıda bilimsel çalışmanın, beslenme-öfke bağlantısının geçerliliğini desteklediğini belirten Klinik Psikolog Oğuzhan Gürdoğan şöyle konuşuyor: “Örneğin; trans yağ asitlerinden zengin bir beslenme, artan saldırganlıkla doğrudan bağlantılıyken, omega 3 eksikliği de sinirliliğe yol açabilen depresyonla ilişkilendirilmiştir. Avusturalya’da araştırmacıların üç aylık bir denemesinde ise; sağlıksız beslenen ve orta/ şiddetli depresyonla mücadele eden katılımcılar izlenmiş; Akdeniz diyetine yönelen kişilerin yüzde 32’sinin depresif belirtilerde tamamen gerileme yaşadığı, sağlıksız beslenen ancak genel grup terapisi alanlarda bu oranın yüzde 8 olduğu görülmüştür.”

Klinik Psikolog Oğuzhan Gürdoğan

Öz farkındalığınızı geliştirin

Öfkenin en yaygın öncülleri arasında; stres, kaygı, korku, depresyon, yorgunluk veya incinme yer alır. Özfarkındalık geliştirerek duygularımızı tanımayı ve etiketlemeyi öğrenebilirsek, bu farkındalık bize öfke duygularına en iyi nasıl tepki vereceğimizi belirlememiz için zaman verecektir. İnsanın öfke duygularına nasıl tepki vereceğini genellikle kendi ailesinden öğrendiğini belirten Klinik Psikolog Gürdoğan “Öğrenilen herhangi bir davranış unutulabilir ve duygusal zekadaki becerilerin geliştirilmesi öğretilebilir. Özfarkındalık için profesyonel bir destek almak etkili olabilmektedir” diyor.

Tepki vermeden önce 1 saniye durun ve!

Sizi sinirlendiren bir durumla karşılaştığınızda tepki vermeden önce bir saniye durun ve kendinize ‘sakin olmanız’ gerektiğini hatırlatın. Kendinizi sakinleştirmek için nefes alış-verişinize odaklanabilir veya sakinleştiğinizi hissedene kadar saymayı deneyebilirsiniz. Eğer öfkenizi bastıramıyorsanız konuşmanızı bir süre erteleyin.

Yeterli ve kaliteli uyuyun

Yapılan bilimsel çalışmalar; uyku yoksunluğu ile artan öfke ve saldırganlık gibi ruh hali değişiklikleri arasındaki bağlantıyı destekliyor. Klinik Psikolog Oğuzhan Gürdoğan; her gece yeterli miktarda ve kaliteli uykunun öfke ve saldırganlığı azalttığını belirtiyor. Kaliteli bir uyku için yatağınızı, televizyon izlemek ya da yemek yemek için değil uyku aracı olarak kullanmanız, uyku rutini oluşturmanız ve odanızın karanlık olmasına özen göstermeniz gerekiyor.

Pankreas en ölümcül 4. kanser türü, ancak…

Pankreas en ölümcül 4. kanser türü, ancak…

Pankreas kanseri fazla belirti vermeden sinsice ilerliyor. Tanı konulana kadar neredeyse hastaların yarısında ağrı şikayeti görülmüyor. Dolayısıyla teşhis edildiğinde çoğu kez kanser başka organlara yayılmış oluyor. Günümüzde en ölümcül 4. kanser türü olan pankreas kanserinin 2030 yılı itibariyle ölümcül kanserler listesinde 2. sıraya yükseleceği öngörülüyor. Bu öngörü korkutucu olsa da tedavideki başarı oranının giderek yükselmesi umutları artırıyor. Tüm bu zorluklara rağmen sebep olduğu ölüm oranlarında yüzde 20 düşüş gözlemleniyor. Yeni tedavi yaklaşımları sayesinde ise 5 yıllık sağ kalım oranı yükseliyor.

Prof. Dr. Güralp Onur Ceyhan

Nedeni tam olarak bilinmiyor ama…

Pankreas kanserine yol açan nedenler kesin olarak bilinmiyor, ancak çağın önemli hastalıklarından obezite ve sigara kullanımıyla ilişkilendiriliyor. Bu belirsizliğe ve hastalığın toplumda yayılma hızına rağmen tıptaki gelişmeler, bu sinsi hastalığın daha etkili tedavi edilmesine olanak tanıyor. Acıbadem Maslak Hastanesi Genel Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Güralp Onur Ceyhan, yeni geliştirilen cerrahi teknikler, etkili kemoterapi ilaçları, radyasyon (ışın) tedavisindeki gelişmeler ve toplumdaki farkındalığın artması sayesinde pankreas kanserinin sebep olduğu ölüm oranlarında yüzde 20’lik bir düşüş olduğuna dikkat çekiyor. İçinde bulunduğumuz Kasım ayının “Pankreas Kanseri Farkındalık Ayı” kapsamında önemli bilgiler veren Prof. Dr. Güralp Onur Ceyhan, “Son yıllarda yapılan araştırmalar gösteriyor ki pankreas kanserinin daha erken aşamalarda yakalanmasına dair gelecekte önemli gelişmeler olacak. Bu beklenti, umudumuzu daha da artırıyor” diyor.

Bel fıtığı veya normal bel ağrısıyla karıştırılabiliyor

Pankreas kanserinin sık karşılaşılan semptomlarından biri olan, sırta vuran ve hastaların “kuşak şeklinde” diyerek tarif ettikleri karın ağrısı genellikle bel fıtığı veya da normal bel ağrısı olarak da yorumlanabiliyor. Bununla birlikte pankreas kanserli hastaların neredeyse yarısında ağrı şikâyeti görülmemesi de hastalığın erken evrede teşhis edilmesini zorlaştıran önemli bir faktör.

Bu belirtiler pankreas kanseri habercisi olabilir

Pankreas kanserinde belirtiler genellikle ileri evrede kendini gösteriyor. Genel Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Güralp Onur Ceyhan, “Sarılık, diyabet ve karın ağrısı” şikayetlerinin hastalığın habercisi olabileceğini belirtiyor. Pankreas başında olan pankreas kanseri, çoğu zaman safra yolunu da tıkadığı için karaciğerde oluşturulan bilirubin adlı maddenin bağırsağa atılamaması sonucu sarılık oluşuyor. Kan şekeri sorunu bulunmayan hastanın aniden diyabet sorunuyla karşılaşması da önemli ilk belirtilerden biri olarak sayılıyor. Hafif bir rahatsızlık ile başlayıp, ilerleyen süreçte tümörün karındaki sinirlere baskı yapması nedeniyle sırta vuran, şiddeti artan ve hazımsızlık, şişkinlik sorunlarıyla birlikte gelen karın ağrısı yine pankreas kanserine işaret eden şikayetler arasında yer alıyor.

Acıbadem Maslak Hastanesi

Sinsi ilerlemesi tedaviyi güçleştiriyor, ancak…

Pankreas kanserinden kalıcı olarak kurtulmanın tek yolunun “etkin cerrahi tedavi ve kemo-radyoterapinin bir arada kullanılması” olduğunun altını çizen Genel Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Güralp Onur Ceyhan, “Hastaların yarısına tanı konulduğu zaman erken evreyi geçmiş,  kanserin diğer organlara yayılmış olduğunu gözlemliyoruz. Bu da tedaviyi zorlaştırıyor. Tam iyileşme şansını yakalamak için doğru hastada ameliyat mutlaka gerekli oluyor. Ameliyat olamayan hastalarda da etkin kemo-radyoterapi protokolleriyle göreceli uzun ve kaliteli bir zaman kazanılabiliyor” diyor. Özellikle vücudumuz için önemli olan ana damarların pankreas çevresinde dolaşmaları ve oradaki sinirlere yayılmaları nedeniyle pankreas kanseri cerrahisi oldukça zor ve komplike bir ameliyat olarak kabul ediliyor. Etrafındaki damarlara yayılan tümör vakalarında, yani “lokal ileri büyümüş pankreas kanseri” durumunda ilk aşamada ameliyat mümkün olmuyor. Ancak kemoterapi veya radyo-kemoterapi (MR Linac) ile bölgedeki kanser hücreleri etkisiz hale getirildikten sonra ameliyat gerçekleştirilebiliyor. Bu şartlar altında yapılan ön-tedavi ile kanser, sarılmış olan damarlardan uzaklaştırabiliyor ve böylece kanser mikroskobik boyuta kadar cerrahi sınırları temiz olarak komple çıkartılabiliyor. Hastalıktan uzun vadeli kurtulmak için kemoterapi, radyoterapi ve cerrahiden oluşan bu tedavinin mutlaka yapılması gerekiyor.  Bazı hastalarda ise etkili bir cerrahi tedavi yapılması amacıyla pankreasın tümü alınıyor. Bu durumdaki hastalar düzenli insülin kullanarak ve sindirim enzimi takviyesi alarak pankreasları olmasa da normal bir hayat kalitesiyle yaşayabiliyorlar.

İnsülin tedavisi ömür boyu sürer mi?

İnsülin tedavisi ömür boyu sürer mi?

Çağımızın önemli bir sorunu olan diyabet dünyada görülme sıklığı en hızlı artan hastalıklardan biri. Dünyada yaklaşık 537 milyon kişinin diyabet hastası olduğu tahmin ediliyor. Diyabetik hastaların sayısının 2030 yılında 643 milyona, 2045 yılında ise 783 milyona çıkması bekleniyor. Türkiye, dünyada diyabetin en hızlı arttığı 5 ülke arasında ilk sıralarda yer alıyor. Ülkemizdeki erişkin nüfusun yüzde 42’sinin diyabetik ya da prediyabetik (gizli şeker) olduğu belirtiliyor. Toplumun yaşlanması, şehirleşme sonucu gelişen yetersiz hareket ve sağlıksız beslenme nedeniyle obezitenin yaygınlaşması, diyabetin hızla artmasının temel sebeplerini oluşturuyor. Kalp-damar hastalıklarının, körlüğün, kronik böbrek yetmezliğinin, uzuv kayıplarının en önemli ve en sık görülen sebebinin kontrol edilemeyen diyabet olduğu belirtiliyor.

Acıbadem Maslak Hastanesi Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. İnan Anaforoğlu, aslında diyabet hastalarının tedavilerine düzenli devam etmeleri, beslenme ile yaşam alışkanlıklarına dikkat etmeleri halinde sağlıklı ve aktif bir yaşam sürebildiklerine dikkat çekerek, “Ancak toplumda diyabet ve tedavisi hakkında doğru sanılan hatalı bilgiler ve bu yönde hareket edilmesi nedeniyle hastalığın tanısı geç konabiliyor, tedavide istenilen başarıya ulaşılmakta güçlük çekilebiliyor. Bunların sonucunda diyabetin yol açtığı kalp ile damar hastalıkları, görme kaybı ve böbrek hastalığı gibi pek çok komplikasyon gelişebiliyor” diyor. Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. İnan Anaforoğlu, 14 Kasım Dünya Diyabet Günü kapsamında toplumda diyabet hakkında doğru sanılan 6 hatalı bilgiyi anlattı; önemli öneriler ve uyarılarda bulundu!

Prof. Dr. İnan Anaforoğlu

Doktorumun ilacımı bir kez düzenlemesi yeterlidir. YANLIŞ!

DOĞRUSU: Hastaların zaman içinde tedavilerinde değişiklik yapmaya ihtiyaç duyulabiliyor; ilaçların bazılarının kesilmesi veya yeni bir ilaca başlanması gerekebiliyor. Bazen oluşan komplikasyonlar nedeniyle de tedavide değişiklik yapılması yönünde karar alınabiliyor. Dolayısıyla diyabet hastalarının düzenli aralıklarla doktor kontrolünde olmaları yaşamsal önem taşıyor.

Doktorum insüline başladı, hayat boyu insülin kullanacağım. YANLIŞ!

DOĞRUSU: Bazı hastaların (örneğin insüline bağımlı, tip 1 diyabet hastaları ve hamileler) hayat boyu insülin kullanmaları gerekirken bazı hastalarda ise hastalığın başında bir süre insülin tedavisine başlanıp sonra bu tedaviyi kesmek mümkün olabiliyor.  Prof. Dr. İnan Anaforoğlu, bazen de zaman içinde hastanın pankreasındaki insülin rezervi azaldığı için insülin tedavisine kademeli bir şekilde geçildiğini  belirterek, “Yaklaşık 100 yıldır kullanmakta olduğumuz insülin pek çok hastanın hayatını kurtarmış ve kurtarmaya da devam ediyor. Ancak tedavi düzenlerken gereksiz insülin tedavilerinden kaçınmak da hekimin değerlendirmesi sonucu karar verilecek bir husustur” diyor.

Hamile kalamam, hamile kalsam bile insülin bebeğime zarar verir. YANLIŞ!

DOĞRUSU: Diyabeti olan kadınlar da hamile kalabiliyor ve sağlıklı çocuklar dünyaya getirebiliyorlar. Prof. Dr. İnan Anaforoğlu, bazen hamilelik sırasında salgılanan bazı hormonlar nedeniyle gebelik diyabetinin gelişebileceğine işaret ederek, “Burada önemli olan, daha önceden diyabeti olan anne adaylarının hamile kalmadan önce kan şekeri ayarlamalarının yapılması ve tedavilerinin hamilelik sürecine uygun olarak düzenlenmesidir. Hamilelik sırasında diyabet gelişen anne adaylarının da hamilelik tamamlanana kadar beslenme ve gerekirse tıbbi tedavi almak için doktorlarıyla işbirliği içinde olmaları gerekiyor. Yaygın inanışın aksine, hamilelikte kullanılan insülin plasentaya geçmiyor ve bebeğe herhangi bir zarar vermiyor” diyor.

Kan şekerimi ilaçlarla düşürerek istediğimi yiyebilirim. YANLIŞ!

DOĞRUSU: “Diyabetin beslenme tedavisinde miktar ve kalori hesabı önemlidir, ancak yediklerimizin içeriği de önemlidir” uyarısında bulunan Prof. Dr. İnan Anaforoğlu, şöyle konuşuyor: “Sağlıklı ve işlenmemiş gıdalar vücudumuzda sağlıklı mekanizmaları harekete geçiriyor ve vücudumuzun işleyişi de ona göre oluyor. Kalorisi aynı olsa bile örneğin işlenmiş-rafine edilmiş, katkı maddesi içeren bir besin vücudumuzda kanser ya da damar sertliği yapıcı mekanizmaları harekete geçirebiliyor. Bu da özellikle diyabeti olan hastalarda kan şekeri kontrolünde ve komplikasyonlardan korunmada vücudun savunma mekanizmalarını zayıflatıyor. Dolayısıyla ilaç kullanmak kan şekeri kontrolünde ve komplikasyonlardan korunmada yeterli gelse de hastaların her istedikleri gıdayı tüketmelerinden kaçınmaları çok önemlidir”

Acıbadem Maslak Hastanesi Bazı bitkiler veya vitaminler diyabeti tedavi edebilir. YANLIŞ!

DOĞRUSU: Bitkisel olduğu iddia edilen maddeler ve bazı vitamin olarak adlandırılan kimyasal ilaçlar her geçen gün daha yaygın bir şekilde kullanılıyor. Prof. Dr. İnan Anaforoğlu, diyabeti tamamen ortadan kaldıran ya da tedavi eden bitkisel bir ilaç ya da vitaminin olmadığını vurgulayarak, “Unutulmamalıdır ki bu maddeler pek çok yan etkiye neden olabiliyor ve organlara kalıcı hasar verebiliyor. Kan şekerini dengelemede yardımcı olabilecek, örneğin yeşil çay-tarçın gibi bazı bitkiler-baharatlar, zaten hangi miktarda ve ne zaman kullanması gerektiği söylenerek hekim tarafından gerekirse hastaya tavsiye ediliyor” diyor.

Diyabet hastalığında kişiye özel tedaviye gerek yoktur. YANLIŞ!

DOĞRUSU: Tüm dünyada, diyabet tedavisinin bireyselleştirilmesine gün geçtikçe daha fazla önem veriliyor. Prof. Dr. İnan Anaforoğlu, diyabet hastalığında tedavinin mutlaka diyabetin tipine göre planlanması gerektiğini belirterek, “Çünkü her hasta farklı olduğu gibi her ilaç da her hastaya uygun olmuyor. Kişide mevcut olan veya olması muhtemel komplikasyonları ve eşlik eden hastalıkları da göz önünde bulundurup tedavinin ona göre planlanması önem taşıyor. Örneğin, kilo sorunu ön planda olan ve ciddi insülin direnci yaşayan bir hasta ile uzun süreli diyabete bağlı insülin eksikliği olan bir hastanın tedavisinin aynı şekilde düzenlenmesi beklenemez. Ayrıca hastanın sosyal durumu,  beslenme ile aktivite düzeyi gibi faktörler de dikkate alınarak, tedavi hastanın yaşamında en az kısıtlama olacak şekilde düzenleniyor. Her hastadaki sorun farklı olduğu için tedavinin bireyselleştirilmesi başarıda kilit rol üstleniyor.” diyor.

Kanserin en tipik belirtisi ‘inatçı öksürük’

Kanserin en tipik belirtisi ‘inatçı öksürük’

Dünyada her yıl 2 milyondan fazla ülkemizde de 40 bin kişiye, sigaranın en önemli risk faktörü olduğu akciğer kanseri tanısı konuyor. Erkeklerde en sık görülen kanser türü olan akciğer kanseri kadınlarda da meme ve kolorektal kanserlerinden sonra 3. sıklıkta görülüyor. Akciğer kanserinin erken evresinde gelişen öksürük, başta solunum yolu enfeksiyonları olmak üzere pek çok hastalıkta görülebildiği için hastalar tarafından genellikle ihmal ediliyor. Ayrıca sigara kullanan hastalar da ‘Sigara öksürtüyor’ düşüncesiyle öksürük yakınmalarını önemsemiyor. Oysa özellikle iki haftadan uzun süren ve nedeni bilinmeyen inatçı öksürük akciğer kanserinin belirtisi olabiliyor. Teşhisin geç konulması ise tedavi şansının büyük oranda azalmasına neden oluyor. Acıbadem Maslak Hastanesi Tıbbi Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Özlem Er, erken tanı için risk faktöründeki kişilerin inatçı öksürükte mutlaka hekime başvurmaları gerektiğine dikkat çekerek, “Ayrıca hiçbir şikayeti olmasa dahi risk faktöründe olan 40 yaş üstündeki kişilerin her yıl düzenli olarak düşük doz bilgisayarlı akciğer tomografisiyle mutlaka taranmaları gerekiyor. Zira akciğer kanseri en çok hayat kaybına yol açan kanser tiplerinden biri olmasına rağmen erken tanı sayesinde tümöre özel tedavi  protokolü ile hastalar uzun yıllar sağlıklı ve aktif yaşamlarına devam edebiliyor” diyor.

Prof. Dr. Özlem Er

Akciğer kanserinin 10 önemli belirtisi! 

Akciğer kanserinin belirtileri tümörün yerleşim yerine göre değişiklik gösterebiliyor. Bu yüzden genellikle başka nedenlerle çekilen tomografi veya akciğer filminde tesadüfen saptanıyor. Prof. Dr. Özlem Er, iki haftadan uzun süren ‘inatçı öksürük’ başta olmak üzere aşağıda yer alan belirtilerde zaman kaybetmeden doktora başvurulması gerektiğine dikkat çekiyor:

  • Yeni başlayan veya farklı, kalıcı öksürük
  • Öksürük sırasında ya da tükürürken kan gelmesi
  • Tekrarlayan solunum yolu enfeksiyonları
  • Omuzda, sırtta veya göğüste gelişen ağrı
  • Nefes almada zorluk
  • Ses kısıklığı veya hırıltı
  • Halsizlik ve bitkinlik
  • Boyunda ve yüzde şişlik
  • Yutma güçlüğü
  • İştah ve kilo kaybı

Sigara akciğer kanseri riskini 20 kat artırıyor!  

Sigara kullanımı akciğer kanserinde en önemli risk faktörünü oluşturuyor. Ülkemizde yapılan çalışmalar, akciğer kanserinin yüzde 90’ının sigara kullanımına bağlı geliştiğini ortaya koyuyor. Sigara içenlerde akciğer kanserine yakalanma riski hiç içmeyenlere oranla 20 kat daha fazla oluyor. Tıbbi Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Özlem Er, sigaraya başlama yaşı ne kadar erkense, akciğer kanserinin gelişme riskinin de o oranda arttığı uyarısında  bulunarak, ”20 yıl boyunca günde bir paket veya daha fazla sigara içmiş olan 50-77 yaş arasındaki kişiler, halen içmekte olanlar ve 15 yıldan daha kısa süre önce sigarayı bırakanlar akciğer kanserinde risk grubunu oluşturuyor” diyor. Radon gazı da ikinci önemli risk faktörü olarak belirtiliyor. Genetik faktörler, asbest ve çevresel toksinler de akciğer kanserinin gelişiminde rol oynayan diğer etkenler arasında yer alıyor.

Prof. Dr. Özlem Er

Tedavi hastaya özel planlanıyor

Akciğer kanseri temel olarak ‘küçük hücreli olan’ ve ‘küçük hücreli olmayan’ şeklinde iki gruba ayrılıyor. Tedavi akciğerde gelişen tümörün tipi ve evresine göre planlanıyor. Tıbbi Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Özlem Er, hastaya özel uygulanan protokol sayesinde tedaviden oldukça başarılı sonuçlar alındığına işaret ederek, “Küçük hücreli akciğer kanserinde kemoterapi tedavinin en önemli parçasını oluşturuyor. Bunun nedeni ise bu yöntemin hızla çoğalan hücrelerde etkili olması. Erken evre akciğer kanseri kemoterapi ve radyoterapinin birlikte uygulanmasıyla tedavi ediliyor. Yaygın evrede ise kemoterapi ve temelde bağışıklık sisteminin güçlendirilmesini amaçlayan immunoterapi kombinasyonuyla tedavinin başarısı artıyor. Küçük hücreli olmayan akciğer kanseri moleküler özellikleri farklı olan birçok hastalığı içerdiği için tümöre özel en uygun tedavi yöntemi seçiliyor” diyor.

Akciğer sertleşmesi solunum yetmezliğine yol açar

Akciğer sertleşmesi solunum yetmezliğine yol açar

Toplumda ‘akciğerlerde sertleşme’ olarak bilinen pulmoner fibroz tedavide gecikildiğinde solunum yetmezliğine yol açabilen bir hastalık. Üstelik en tipik belirtisi olan nefes darlığı sinsi bir şekilde ortaya çıkıyor ve genellikle yavaş ilerliyor. Hastalığın ilerlemesiyle birlikte nefes darlığı giderek şiddetleniyor. Öyle ki özellikle yürürken, merdiven çıkarken veya yük taşırken gelişen nefes darlığı ilerleyen evrelerde hastaların giyinmek gibi en basit günlük işlerini bile yapamaz hale gelmelerine yol açabiliyor. Bu hastalığın bir başka önemli zararı da doğrudan kansere dönüşmemekle birlikte hastalarda akciğer kanseri gelişme riskini yükseltmesi. Yapılan çalışmalara göre; pulmoner fibroz hastalarında bu risk yüzde 7-20 oranında artıyor. Acıbadem Maslak Hastanesi Göğüs Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Nur Dilek Bakan, bu nedenle pulmoner fibroz hastalığında erken teşhis ve tedavinin yaşamsal öneme sahip olduğuna dikkat çekerek, “Günümüzde bu hastalığın henüz kesin çözümü olmasa da akciğerlerde oluşan hasarın ilerlemesini önlemek, semptomları en aza indirerek hastanın yaşam kalitesini yükseltmek mümkün olabiliyor. Tedaviye erken dönemde başlandığında fibrozun ilerlemesini durdurmada veya yavaşlatmada daha etkili sonuçlar alınıyor. Erken teşhis için nefes darlığı şikayetinde zaman kaybetmeden mutlaka hekime başvurulmalıdır” diyor.

Acıbadem Maslak Hastanesi

Prof. Dr. Nur Dilek Bakan

Dünyada 1.5 milyon kişiyi etkiliyor!

Pulmoner fibroz, yani akciğer fibrozu geliştiğinde, akciğerlerin iç yüzeyini kaplayan hava kesecikleri ve akciğer dokusunun destekleyici yapıları zarar görüyor. Akciğerin bu yapılarının kalınlaşıp sertleşerek esnekliğini kaybetmeleri, içimize solunumla çektiğimiz oksijenin kanımıza geçişine engel oluyor. Bunun sonucunda nefes darlığı gelişmeye başlıyor ve ilerleyince solunum yetmezliğine neden olabiliyor. Dünyada tanı konulan 1-1,5 milyon pulmoner fibroz hastası olduğu belirtiliyor. Ancak tanı konulmamış hastalar da düşünüldüğünde gerçek rakamın daha yüksek olduğu tahmin ediliyor. Türk Toraks Derneği’nin yaptığı araştırmaya göre; ülkemizde her yıl yaklaşık 4 bin kişiye pulmoner fibroz tanısı konuluyor.

Pek çok sebebi olabiliyor

Pulmoner fibroza neden olabilen pek çok etken var.  Bağdokusu hastalıkları (romatoid artrit, skleroderma gibi),  çeşitli kimyasal gazlar gibi mesleksel veya çevresel maruziyetler ya da  bazı ilaçlar bu hastalığa en sık yol açan nedenler. Pulmoner fibroza sebep olabilecek bir etken bulunamazsa “idyopatik pulmoner fibroz” olarak adlandırılıyor. Bilgisayarlı tomografi, solunum fonksiyon testleri, bronkoskopi ile akciğerden alınan yıkantı sıvısı veya biyopsi ile nadiren cerrahi akciğer biyopsisi de hastalığın teşhisinde kullanılan en önemli araçları oluşturuyor.

Acıbadem Maslak Hastanesi Göğüs Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Nur Dilek Bakan

Nefes darlığı sinsi ilerliyor!

Nefes darlığı, öksürük (çoğunlukla kuru), morarma, yorgunluk ve kilo kaybı, bu hastalığın başlıca belirtilerini oluşturuyor. Prof. Dr. Nur Dilek Bakan, nefes darlığının genellikle sinsi şekilde ortaya çıktığını ve giderek ilerlediğini vurgulayarak, “Hastalığın erken evrelerinde belirtiler pek anlaşılmıyor. En tipik yakınması olan nefes darlığı erken evrelerde ancak merdiven çıkmak ve koşmak gibi zorlu aktivitelerde gelişiyor. Hastalar hekime başvurduklarında sıklıkla altı ay veya daha uzun bir süredir var olan nefes darlığından yakınıyorlar. Bu nedenle hastalığın tanı ve tedavisinde gecikmeler yaşanıyor. Nefes darlığı çok önemli bir belirtidir, her durumda hekime başvurmayı gerektirir” diyor.

Hastalığın seyri hastaya göre değişebiliyor

Pulmoner fibrozun klinik seyri değişken olduğu için nasıl ilerleyeceğini öngörmek genellikle zordur. Aynı pulmoner fibroz tipine sahip hastaların doğal seyri dahi değişkenlik gösterebiliyor; bazı hastalarda daha hızlı kötüleşme yaşanırken, bazılarında ise daha durağan bir seyir görülüyor. Prof. Dr. Nur Dilek Bakan, bu nedenle pulmoner fibrozun tedavisinin kişiye özel olarak planlandığına işaret ederek “Günümüzde bu hastalığı tamamen durduracak bir tedavi henüz mevcut değil. Akciğerlerde oluşan hasar da geri döndürülemiyor. Dolayısıyla akciğerde gelişen hasarın ilerlemesini önlemeyi amaçlayan tedaviler uygulanıyor. Tedaviye rağmen ilerleyen durumlarda ise kesin çözüm için akciğer nakli gerekebiliyor” diyor.                       

Meme kanserinde 20 yaş üzeri kadınlar ve risk grubundaki erkekler dikkat!

Meme kanserinde 20 yaş üzeri kadınlar ve risk grubundaki erkekler dikkat!

Kadınlar arasında en yaygın görülen ve günümüzde her 8 kadından 1’inin kapısını çalan meme kanseri bilim dünyasının üzerinde en çok araştırma yaptığı, tanı ve tedavide çok hızlı ilerlemeler kaydettiği bir kanser türü. Ancak kadınlara düşen görevler de var! Son yıllarda genç yaşlarda da çok sık görülür hale gelen meme kanserinde erken teşhisin hayat kurtardığını vurgulayan Acıbadem Üniversitesi Senoloji (Meme Bilimi) Araştırma Enstitüsü Başkanı ve Acıbadem Maslak Hastanesi Genel Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Cihan Uras, erken teşhiste gerek düzenli taramaların gerekse ‘kişinin kendini elle muayenesi’nin kritik rol oynadığını söylüyor. 20 yaş üzerindeki kadınların ve risk grubundaki erkeklerin (ailesinde yumurtalık, bağırsak ve meme kanseri öyküsü olanlar) ayna karşısında, ayda sadece 10 dakikalarını ayırarak meme kanseri testi yapmalarını tavsiye eden Prof. Dr. Cihan Uras, Ekim Ayı-Meme Kanseri Farkındalık Ayı kapsamında yaptığı açıklamada, hem kendi kendini muayenenin inceliklerini hem de meme kanserine yönelik mutlaka bilinmesi gerekenleri anlattı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

Prof. Dr. Cihan Uras

  • Sağlıklı yaşam alışkanlığı çok önemli!

Son yıllarda sağlıksız beslenmeden sigara ve alkole, aşırı kilo ve aşırı stresten menopoz döneminde uzun süreli kontrolsüz hormon kullanımına dek bir çok etkenin meme kanserine zemin hazırladığını belirten Prof. Dr. Cihan Uras şöyle konuşuyor: “Her gün düzenli olarak alkol tüketenlerde meme kanseri riski, alkol tüketmeyenlere oranla yüzde 40 daha fazla oluyor. Şişmanlık da meme kanserine davetiye çıkarıyor. Vücutta yağ oranı arttığında kanserin yayılma ihtimali yükseldiğinden şişman kişilerin mutlaka kilo vermesi, şeker, pirinç ve beyaz undan kaçınılması, sebze ve meyve tüketilmesi, kırmızı et yerine beyaz et tercih edilmesi gerekiyor.” Hareketsiz bir yaşam tarzının da tehlikeye davetiye çıkardığını belirten Prof. Dr. Cihan Uras, her gün en az 30 dakika tempolu yürüyüşün şart olduğunu, temizlik malzemelerine de aşırı maruz kalmamak gerektiğini söylüyor.

  • Bu belirtilere dikkat!

Meme kanserlerinin bazıları belirti verebilirken bazıları hiçbir belirti vermeden ilerliyor. Prof. Dr. Cihan Uras, görülebilecek bazı belirtileri şöyle sıralayarak uyarıyor: “Memede ele gelen kitle, meme başından akıntı, meme cildinde portakal kabuğu görünümü, meme cildinde çekinti, memede ağrı kızarıklık ve şişme olabilir. En sık bulgu ise ele gelen ağrısız kitle olarak karşımıza çıkar. Her ele gelen kitle meme kanseri anlamına gelmese de ihmal edilmemeli ve mutlaka hekime danışılmalıdır.”

Acıbadem Maslak Hastanesi

  • Yılda 1 gün düzenli muayene şart!

Ülkemizde meme kanseri 50 yaşın altında da sık görülür hale geldi. Öyle ki dünyada bu oran yüzde 20’lerde seyrederken, ülkemizde özellikle son yıllarda hızla artarak yüzde 40’a ulaştı. Yılda bir kez düzenli olarak hekim muayenesine gitmenin şart olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Cihan Uras “Genç yaşta kanser hücreleri çok daha saldırgan olup çok daha hızlı ilerlediği için 30 yaşından itibaren meme ultrasonu, 40 yaşından itibaren ise yılda bir kez mamografi yaptırmak gerekiyor. Ailede risk faktörüne göre 20 yaşından itibaren 1-3 yılda bir hekime görünmek çok önemli” diyor. Meme dokusu yoğun olanlarda memenin ultrasonla incelendiğini ancak teşhiste mamografinin ‘altın standart’ olduğunu belirten Prof. Dr. Uras, bu tetkiklerin birbirinin yerine geçmediğini, hekimin gerekli gördüğü tetkiklerin yaptırılması gerektiğini söylüyor.

  • Bu risk faktörlerinin önüne geçebilirsiniz!

Meme kanserinde risk faktörleri ‘değiştirilebilen’ ve ‘değiştirilemeyen’ler olmak üzere ikiye ayrılıyor. Genetik yatkınlık, aile hikayesi, erken ergenliğe giriş, geç menopoz, ırk ve yaş gibi faktörler ‘değiştirilemeyen risk faktörleri’ olarak karşımıza çıkarken, Prof. Dr. Cihan Uras “Değiştirilebilen risk faktörleri arasında; geç doğum yapma veya doğum yapmama, az emzirme veya emzirmeme, sigara ve alkol tüketimi, kadınlık hormonu kullanımı, beslenme gibi faktörler yer almaktadır. Değiştirilebilen risk faktörlerine karşı yaşam tarzınızda sağlıklı değişiklikler yaparak önlem alabilirsiniz” diyor.

  • Arkadaş, internet ve sosyal medyadaki bilgilere dikkat!

Meme kanserinde erken teşhis hayat kurtarsa da, ülkemizde çoğunlukla ‘hurafeler’ nedeniyle ileri evrede teşhis konulabildiğini belirten Prof. Dr. Cihan Uras şöyle konuşuyor: “Ülkemizde ne yazık ki doktora başvurmak yerine arkadaş çevresi, akrabalar, internet ve sosyal medyadaki yanlış bilgilere inanılarak teşhis ve tedavide gecikildiğini görüyoruz. Örneğin; bir kadının eline kitle geliyorsa, ‘süt bezesidir’ dememeli, kesinlikle hekime görünmeli. Mamografideki radyasyonun kanser yaptığı ya da biyopsi veya cerrahinin kanserin yayılımını hızlandırdığı şeklindeki yanlış inanışlar terk edilmeli. Meme kanserinin erkeklerde de görüldüğü bilinmeli. Bitkisel tedavi denilen yöntemlere başvurulması tıbbi tedaviyi geciktirdiğinden çok geç kalınmasına neden olabilirken, tedavi esnasında ise ilaçlarla etkileşime girerek fayda yerine zarara yol açıyor. Bu nedenle hekime danışmadan kesinlikle bu yöntemlerden kaçınılmalı.”

  • Tedavi yaklaşımında çok önemli yenilikler!

Prof. Dr. Cihan Uras, meme kanseri tedavisinde son yıllarda çok önemli gelişmeler olduğunu, artık cerrahinin ilk yöntem olmaktan çıktığını belirterek “Günümüzde meme kanserinin moleküler özelliklerini çok daha iyi bildiğimizden artık ‘kişiye özel’ çok daha etkili tedavi yapabiliyoruz. Cerrahi öncesi kemoterapi ile memedeki kitleyi küçültebiliyor, koltuk altındaki lenf nodlarının tümörden temizlenmesini sağlayıp lenfödem gelişmesini engelleyerek yaşam kalitesini artırabiliyoruz” diyor. Günümüzde artık ‘akıllı’ ilaçlarla normal hücreleri olabildiğince koruyarak kanser hücrelerini yok edebildiklerini söyleyen Prof. Dr. Uras, her 3 kadından 2’sinin memesinin korunabildiğini, robotik cerrahinin de desteği ile koltuk altından 5 cm.lik bir kesi ile iz kalmadan meme kanseri ameliyatı yapmanın mümkün hale geldiğini, memenin tümüyle alınması gerektiğindeyse plastik cerrah ile eşzamanlı rekonstrüktif işlemler sayesinde eski halinden daha güzel meme yapılabildiğini  vurguluyor.

Acıbadem Maslak Hastanesi

  • Ayda 1 kez ayna karşısında elle muayene yapın!

Günümüzde meme kanseri 40 yaşın altındaki kişilerde de çok sık görülüyor hale geldi. Öyle ki Avrupa’da yüzde 5-6’yı geçmezken, ülkemizde yüzde 20’lere ulaştı. Bu nedenle 20 yaş üzerindeki kadınların ve risk grubundaki erkeklerin (ailesinde yumurtalık, bağırsak ve meme kanseri öyküsü olanlar) düzenli olarak ayda 1 kez, sadece 10 dakika ayna karşısında elle muayene yapmalarının son derece önemli olduğunu belirten Prof. Dr. Cihan Uras, kendi kendini muayenenin erken teşhis ve tedavide kritik rol oynadığını vurguluyor.

4 adımda basit ama etkili test!

Prof. Dr. Cihan Uras her ay düzenli olarak yapacağınız elle meme muayenesi sayesinde belli bir süre sonra normal meme dokunuzun özelliklerini öğreneceğinizi ve böylece yeni ortaya çıkan kitleleri erken dönemde fark edebileceğinizi söylüyor. Peki 4 adımda basit ama hayati önem taşıyan meme testi nasıl yapılır? Prof. Dr. Cihan Uras adım adım anlattı;

  1. Ayna karşısına geçin ve iki elinizi belinize koyun. Her iki memeniz simetrik mi? Görünür bir kitle var mı iyice bakın. Deride ve meme başında bir çöküntü ya da renk değişikliği var mı inceleyin.
  2. Kollarınızı yukarı kaldırın ve aynı işlemleri tekrarlayın.
  3. Yere uzanın ve sağa dönün. Başınızın altına küçük bir yastık koyun. Sağ elinizi başınızın arkasına yerleştirip, sol elinizin 2. ve 3. parmaklarının iç kısmıyla muayeneyi gerçekleştirin. Meme başı çevresinden başlayarak ve meme dokusunu parmaklarınızla göğüs duvarı arasında hafifçe ezerek saat yönünde halkasal hareketlerle herhangi bir duyarlılık ya da kitle olup olmadığını kontrol edin. Ardından sola uzanarak aynı işlemi tekrarlayın.
  4. Son olarak koltuk altına bakın. Sağ koltuk altının ardından sol koltuk altınızı muayene ederek muayeneyi tamamlayın.

Bu öneriler bebeğinizi mışıl mışıl uyutacak!

Bu öneriler bebeğinizi mışıl mışıl uyutacak!

Bebeklik döneminde sağlıklı bir uyku fiziksel ve zihinsel gelişimde büyük bir önem taşıyor. Ancak günümüzde bebeklerde uyku probleminin görülme sıklığı giderek artıyor. Yapılan araştırmalara göre; her üç bebekten ikisi uyku sorunu yaşıyor. Uykuya dalmakta güçlük ve geceleri sık uyanmak bebeklerde en sık görülen uyku problemlerini oluşturuyor. Uyku düzeninin bozulmasında teknolojinin, sosyal ve çevresel faktörlerin rolü çok fazla. Örneğin, elektronik cihazların yaydığı mavi ışık, uykuya geçişi sağlayan ve karanlık bir ortamda salgılanan melatonin hormonunu baskılayabiliyor. Özellikle çalışan annelerin hissettikleri suçluluk duygusu da bebeklerde uyku probleminin görülme sıklığını arttırıyor. Zira, anne yeterince zaman ayıramadığı kaygısıyla bebeğin her uyaranına cevap veriyor ve kurallar koymakta sorun yaşıyor. Bunun sonucunda da bebeğin uyku düzeninde problemler gelişebiliyor. Acıbadem Maslak Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Neslihan Korkmaz, bebeklerin yeterli ve dengeli uyumalarında uyku eğitiminin son derece önemli olduğuna işaret ederek, “Uyku eğitiminde bebeklerin doğru uygulamaya ve tutarlılığa ihtiyaçları vardır. Hızlı fikir değiştirmek çözümsüzlüğe, daha önemlisi bebeklerin zihinlerinde karışıklığa neden olabiliyor. Ebeveynler kendi kapasitelerine güvenmeli, uyku eğitiminin önemini anlamalı ve doğru uygulamalıdır” diyor.

Acıbadem Maslak Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Neslihan Korkmaz

Dr. Neslihan Korkmaz

Bebekler ne kadar uyumalı?

Bebeklerin uykuya olan gereksinimleri ve uyku süreleri büyüme dönemlerine göre farklılık gösteriyor. Yeni doğan bebekler günün neredeyse üçte ikisini uykuda geçiriyorlar. Uyku düzeni yaklaşık altı haftadan sonra oluşmaya başlasa da ilk üç ayda belli bir düzen olmuyor. Üç aylık bebekler gece boyunca 5 saat uyuyabiliyor ve bu aşamada gece–gündüz ayrımını yapmaya başlıyorlar. Bebeğin 6-9 aylık döneminde gündüz uykuya yatma sıklığı azalmaya başlıyor, gece ile gündüz dengesi oluşuyor ve yavaş yavaş uzun uyku süreci başlıyor. Dr. Neslihan Korkmaz, 9 ay ve üstü bebeklerde ise artık uyku düzeninin sağlanmış olduğunu belirterek, “Bebeğin 15-18 ayları itibariyle gündüz sadece bir kez ve toplam 12-14 saat uyuması yeterli geliyor. Ancak her bebek özeldir, bu veriler ortalama değerlerdir. Dolayısıyla belirli bir sınırın altında olmadığı sürece daha az veya daha çok uyuyabilir” diyor.

Uyku eğitimi çok önemli!

Doğum sonrasında bebeklerin ilk üç ayda belli bir uyku düzenleri olmazken geceleri de beslenmeleri için sık sık uyanmaları gerekiyor. Üç – dört aydan sonra da uyaranlara karşı duyarlılıkları arttığı için uyku düzenleri bozuluyor. Uyku problemlerinin en sık yaşandığı dönem, ayrılık anksiyetesi nedeniyle 7-9 aylar oluyor. Bu döneme denk gelmeden uyku eğitiminin alınması, bebeğin uyku sürecine daha kolay adapte olmasını sağlıyor. Çeşitli yöntemlerden oluşan uyku eğitimi, bebeklerde uykuyu düzenlemek ve uyku kalitesini artırmak amacıyla uygulanıyor.

En sık görülen nedeni ‘kolik’ sancısı

Ayrılık anksiyetesi gibi psikolojik etkenlerin yanı sıra fiziksel rahatsızlıklar da bebeklerde uyku düzenini olumsuz etkileyebiliyor. İlk aylarda en yaygın neden, kolik sancısı oluyor. Bebek büyüdükçe reflü gibi sindirim problemleri, diş çıkarmanın yol açtığı ağrılar, büyüme atakları, besin alerjileri, orta kulak iltihabı ve idrar yolu enfeksiyonu gibi çeşitli etkenler bebeklerde uyku problemlerine yol açabiliyor. Bunların yanı sıra ebeveynlerin bebeği uyutma alışkanlıkları veya stresli olmaları ya da bebeğin gece sık beslenmesi uyku düzenini bozabiliyor.

Acıbadem Maslak Hastanesi

Uyku alışkanlığı kazandırmak için 10 öneri!

Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Neslihan Korkmaz, bebeklerin uykuya geçişini kolaylaştıran önerileri şöyle sıralıyor:

  • Bebeğinizi gece boyunca rahatsız etmeyecek miktarda, saat 22:00’den sonra anne sütü veya mama ile besleyebilirsiniz.
  • Ilık banyo yaptırmanız vücudunun rahatlamasına yardımcı olacaktır.
  • Odasını iyi havalandırın ve sıcaklığın 22-24 derece olmasına özen gösterin.
  • Odasının sesiz ve karanlık olmasına dikkat edin.
  • Uyku rutini oluşturun. Örneğin bebeğinize kitap okuyabilir veya ninni söyleyebilirsiniz.
  • Uyku saatine sadık kalın, böylece bebeğiniz aynı saatte uyku rutinine girecektir.
  • İlk aylarda bebeğinizin sadece kollarını kundaklayabilirsiniz. Kundakta sıkışan bebeğiniz kendini anne karnında, dolayısıyla güvende hissedecektir.
  • Yanındayken yavaş ve sakin hareket edin.
  • Yatağına bırakırken “uyku zamanı” gibi çeşitli anahtar kelimeleri tekrarlayabilirsiniz.
  • Sevdiği bir oyuncağı uyku arkadaşı olarak yanına bırakabilirsiniz.

Annelere özel emzirme tüyoları

Annelere özel emzirme tüyoları

Tek başına mucizevi bir besin olan anne sütü, bebeğinizin özellikle de ilk altı aylık gelişiminde D vitamini haricinde ihtiyaç duyduğu tüm vitamin ve mineralleri tek başına karşılayabilirken, emzirmek de anne sağlığı açısından sayısız fayda sağlıyor. Ancak bazen anneler yeterince emziremediklerini, bu yüzden bebeklerinin yeterli gelişimi gösteremeyeceğini düşünerek kendilerini başarısız hissediyorlar. Oysa emzirme istek ve bilgiye sahip her kadının rahatlıkla başarabileceği bir süreç. Kendilerini başarısız hisseden annelere verilecek destekle bu durumun çok kolay aşılabileceğini belirten Acıbadem Maslak Hastanesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Çiğdem Yavrucu, çiçeği burnunda annelere başarılı emzirmenin 7 etkili yolunu anlattı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

Dr. Çiğdem Yavrucu

Doğumdan kısa süre sonra emzirmeye başlayın

Emzirme fikrine hamilelik sürecinde hazırlanın. Bebek Dostu Hastanelerde bebek doğumdan çok kısa süre sonra anne ile buluşturulur. Zira, bebeğin emmeye en çok istekli olduğu saat, doğumundan sonraki bir saattir. Bebeğiniz çok az emse de yenidoğanın midesinin bir çay kaşığı süt ile dolacağını sakın aklınızdan çıkarmayın. Ayrıca ilk sütünüz yani kolostrum çok değerli bir süttür. Bağışıklık sistemini güçlendirecek, büyüme ve gelişmeyi sağlayacak özel bir içeriğe sahip. Mucizevi bir öneme sahip, adeta ‘aşı’ denilebilecek bu sütten bebeğinizin yararlanmasını sağlayın.

Bol su için

Emziren annenin mutlaka günde üç litre su içmesi gerektiğini, suyun anne sütünü artıran temel besin maddesi olduğunu vurgulayan Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Çiğdem Yavrucu, günlük sıvı alımının üç litre olmasına, bu sıvının çoğunlukla su içilerek karşılanması gerektiğini belirterek “Suyun yanı sıra ayran, kefir, taze sıkılmış meyve suyu ve çorba da içilebilir. Ancak kahve, çay, gazlı içeceklerle bazı bitki çaylarından uzak durulmalıdır. Anne sütünün içerisinde bebeğin ihtiyacı olan su da bolca bulunduğundan bebeğinize özellikle ilk altı ayda su vermeyin. Tıbbi bir gereklilik olmadığı takdirde mamadan, emzirme döneminde ‘süt artırıcı’ olduğu iddia edilen bitkisel takviye adı altındaki ürünlerin kullanımından kesinlikle kaçınılmalıdır” diyor.

“Sütüm gelmiyor” diye emzirmeyi bırakmayın!

Çiçeği burnunda birçok annenin anne sütü yerine mamayı tercih etmesinin başlıca etkenlerinden biri sütünün gelmediği ya da az geldiği için bebeğinin aç kalabileceği endişesi oluyor. Bu endişenin yersiz olduğunu vurgulayan Dr. Çiğdem Yavrucu şöyle konuşuyor: “Annenin tıbbi bir rahatsızlığı yoksa sağlıklı ve dengeli besleniyor, bol bol su içiyor, olumlu ve güzel düşüncelerle kendini rahatlatıp emzirme tekniklerini doğru uyguluyorsa sütü bebeğine mutlaka yeterli gelecektir. Bebek memeyi emdikçe annenin beynine ‘bebek aç ve süte ihtiyacı var’ mesajı gidecek ve emzirme yolları açılarak yeterince süt üretilecektir. Öyle ki, ikiz bebekleri olan anneler bile, her iki bebeğe yetecek kadar süt üretebilirler” 

Bebeğinizi sık aralıklarla ve emmek istedikçe emzirin

Bebeğinizi emzirmek için özellikle ilk haftalarda zaman aralıkları yapmayın, sık sık ve emmek istedikçe mutlaka emzirin. Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Çiğdem Yavrucu, emzirdikçe sütünüzün geleceğini ancak memelerin yeterince boşaltılamaması durumunda süt yapımının azalacağını belirterek “Bu nedenle memeleriniz iyice boşalana kadar emzirmeye devam edin. Memeden süt gelmesi için en önemli uyaran bebeğinizin memenizle buluşması ve sonuna kadar emmesidir. Bu nedenle emzirmeye başlamadan önce memenizin ucundan birkaç damla sütü bebeğinize damlatarak motive edin. Toplumda yanlış inanışlardan biri; uyuyan bebeğin emzirme için uyandırılmaması gerektiği düşüncesi. Ancak bebeği özellikle ilk aylarda günde 10-12 kez emzirmek gerektiği için, uyuyor olsa da iki saati geçmişse uyandırarak emzirin” diyor.

 Dr. Çiğdem Yavrucu

Emzirmeden önce mutlaka ellerinizi yıkayın

Gün içerisinde en fazla kirlenen organımız ellerimiz. Eller etraftaki bakteri ve virüslerin de bulaşmasında çok önemli bir etken olduğundan ellerinizi sık sık yıkayın. Özellikle de bebeğinizi her emzirmeden önce mutlaka yıkamaya özen gösterin. Meme başınızın ve çevresinin temiz olduğundan emin olun. Meme uçlarını tahriş etmemesi için suyla temizleyin, emzirmeden sonra da memenizdeki bir iki damla sütle etrafını yumuşakça silmeniz yeterli. Meme başlarınızı sabun, ıslak mendil ve alkol içeren ürünlerle temizlemekten kaçının. Bebeğiniz için anne kokusu büyük önem taşıdığından emzirme süreniz boyunca parfüm sıkmayın.”

Meme başında çatlak ve yaraya karşı bu önlemleri alın

Birçok annenin mustarip olduğu ve bebeğini emzirmekten alıkoyan etkenlerden biri de; meme başındaki çatlaklar ve yara oluyor. Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Çiğdem Yavrucu, “Meme başındaki çatlak ve yaranın önüne geçmek için, bebeğinizin sadece memenin uç kısmını değil çevresindeki kahverengi kısmı da ağzına vermeye dikkat edin. Bebeğiniz sadece memenizin uç kısmını emerse çatlak ve yara oluşumuna neden olabilir ve canınız yanacağı için emzirmeye ara vermenize ya da son vermenize neden olabilir. Ancak bu basit önlemlerle bu sorunun üstesinde kolaylıkla gelebilirsiniz” diyor.

Kendi diyetinize çok dikkat edin!

Lohusalık dönemi, özel bir süreçtir. Doğru beslenmeniz emzirme sürecinizi etkileyebilir. Bu süreçte sağlıklı besinler yemeyi tercih edin. Akdeniz diyeti ve bol su, sizin için ideal olanı. Yediğiniz her besin, sütünüzün içeriğini etkiler. Bebeğinizin de yediğiniz sağlıklı gıdalardan oluşan bir süt menüsünden beslendiğini hayal edin. Her bebeğin gelişimi kendine özgü olsa da genel olarak ilk 6 ayda bebekler ortalama ayda 800 gr alırlar. Boyları da 1.5-2 cm kadar uzar. 6 aydan sonra kilo alımı ayda 200-500 gr arasına düşer, boyu da 1 cm kadar uzayabilir. Boy ve kilosu normal gelişiyorsa, siz bu işi başardınız demektir!

Size iyi gelen şeylere odaklanın

Psikoloji, fiziksel sağlık kadar önemli diyen Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Çiğdem Yavrucu, “Annelerin ruhsal olarak kendilerini iyi hissetmeleri emzirmenin devam etmesi için çok önemli. Emzirme sürecinde üzüntü yaşanması, birçok annenin sütünün azalmasına yol açar. O nedenle, anne de bilinçli davranarak, bebeğini düşünerek, çevreden gelen olumsuz etkilerden uzak durmaya çalışmalıdır. Annenin çevresindekiler özellikle babalar bu özel süreci düşünerek, anneye moral olarak destek vermelidir. Kendini iyi hisseden anneler, emzirmeye daha iyi odaklanabilirler” dedi.