Yazılar

Ciddi solunum yolu hastalıklarına yol açabilir!

Ciddi solunum yolu hastalıklarına yol açabilir!

 Özellikle yemeklerden sonra “Göğsüm yanıyor”, “Ağzıma acı su geliyor”, “Boğazımda gıcıklanma oluyor” diyorsanız, bu yakınmalarınızın nedeni reflü olabilir. Zira ülkemizde her 5 kişiden 1’inde görülen reflünün başlıca belirtileri mide yanması, göğüs ağrısı, yutma zorluğu ve geğirme olarak sıralanıyor. Tedavi edilmezse reflünün ciddi sağlık sorunlarına yol açabileceğine dikkat çeken Acıbadem Altunizade Hastanesi Gastroenteroloji Uzmanı Prof. Dr. Gürhan Şişman “Genellikle yaşam tarzı değişikliği ve ilaçla tedaviye başlıyoruz. Ancak bazı hastalarda cerrahi tedavi gerekebiliyor. Son zamanlarda tıp dünyasında giderek yaygınlaşan ameliyatsız endoskopik reflü tedavisinde başarı oranı yüzde 85 gibi oldukça yüksek bir rakamı buluyor” diyor.

Hatalı yeme alışkanlıkları reflüye yol açıyor

Mide içeriğinin yemek borusuna geri akması anlamına gelen reflü, genellikle mide yanması, göğüs ağrısı, yutma zorluğu ve bazen geğirme gibi semptomlarla kendini gösteriyor. Uzun süreli reflü yemek borusunda tahriş ve hasara hatta zamanla ciddi komplikasyonlara yol açabiliyor. Dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 10 ila 15’inde reflü belirtileri görülürken Türkiye’de bu oran yüzde 20’lere çıkıyor. Üstelik beslenme alışkanlıklarındaki değişiklikler, obezite ve stresin artması gibi faktörler nedeniyle bu oranın daha da yükselme eğiliminde olduğu biliniyor. Uzun vadede yemek borusunda neden olacağı kronik tahriş ve hasar sonucunda yemek borusunda darlık ve dolayısıyla gelişen yutma bozuklukları, ülser, kanamalar hatta Barret’s özofagus olarak adlandırılan ve kansere zemin hazırlayan hücresel değişiklikler bile gözlemlenebildiği için reflü ciddi bir hastalık olarak kabul ediliyor. Reflüye sebep olan faktörler arasında ise hatalı yeme alışkanlıkları (gece geç yeme, yedikten sonra hemen uzanma, tıkınırcasına beslenme), bazı asitli ve yağlı yiyeceklerin tüketimi, obezite, hamilelik, sigara kullanımı, alkol tüketimi, stres ve ağrı kesici kullanımı, kan sulandırıcı veya romatolojik ilaçlar yer alıyor.

Prof. Dr. Gürhan Şişman

Prof. Dr. Gürhan Şişman

Boğazınızda gıcıklanma varsa, dikkat!

Reflünün belirtileri arasında mide yanması, göğüs ağrısı, yutma güçlüğü, geğirme ve öksürük bulunuyor. Hastalar genellikle “Göğsüm yanıyor”, “Ağzıma acı su geliyor”, “Yemek yedikten sonra rahatsızlık hissediyorum”, “Boğazımda gıcıklanma oluyor” gibi ifadelerle şikayetlerle dile getiriyor. Ancak reflünün oluşturduğu yakınmalar bunlarla sınırlı kalmıyor; sıklıkla diğer vücut sistemleri de reflüden kronik olarak etkileniyor. Kimi hastalarda akciğere asitli mide sıvısı kaçmasına bağlı olarak gelişen zatürre, astım, farenjit, larenjit gibi solunum yolu hastalıkları, ses kısıklığı, diş çürükleri, ağız kokusu, horlama ve uykusuzluk gibi sorunlar da öne çıkıyor.

İlk basamak tedavisi yeterli gelmezse…

Reflü tedavisi genellikle yaşam tarzı değişiklikleri ve ilaçlar ile başlasa da bu tedavilerin yeterli olmadığı hastalarda, ileri terapötik endoskopik müdahale tercih edilebiliyor. Cerrahi müdahale gerekliliğinin her hastada farklı olduğunun altını çizen Gastroenteroloji Uzmanı Prof. Dr. Gürhan Şişman, “Cerrahi seçenek, diğer tedavilere yanıt vermeyen veya uygun olmayan hastalarda dikkate alınmalıdır. Ayrıca mide içeriğinin yemek borusuna geri akmasını önlemek için endoskopik olarak uygulanan çeşitli tedavi yöntemleri arasında son zamanlarda ameliyatsız endoskopik tedavi de diyebileceğimiz Anti Reflü Mukozal Ablasyon (ARMA) yöntemi öne çıkıyor. Mide fıtığı olmayan, ancak mide ile yemek borusu arasındaki kapağın gevşekliği olan, uzun süreli mide asidi baskılayıcı ilaç kullanan hastalara sıklıkla anti reflü endoskopik tedavi yöntemleri uygulanmaktadır” diyor.

Ameliyatsız yöntem 20-30 dakika sürüyor!

ARMA yönteminde endoskopik olarak, mide ile yemek borusu arasındaki kapağın elektriksel akım üreten bıçaklar veya argon gazı kullanılarak yakılması işlemi sağlanıyor. Bu işlem sonucunda yapay olarak oluşturulan ülser ve yaralar iyileşirken, bu bölgede skar adı verilen sert ve sıkı bir doku oluşarak gevşeklik nedeniyle fonksiyonunu yitiren kapağın yeniden sıkılaşmasına imkan tanıyor. Gastroenteroloji Uzmanı Prof. Dr. Gürhan Şişman, “Yaklaşık 20-30 dakika süren bu işlem sonrasında hastalar, herhangi bir kesi veya ameliyat izi olmadan aynı gün hastaneden taburcu olabiliyor. Günlük yaşamlarına ise takip edecekleri kısa süreli bir diyet sonrası devam edebiliyorlar” diyor.

Yöntemin başarı oranı yüzde 85

ARMA yönteminin her hastaya uygulanabileceğini, ancak reflünün altta yatan başka bir nedeni olmadığının ispatlanmış olması gerektiğini belirten Prof. Dr. Gürhan Şişman şunları söylüyor: “Yöntemin etkili olabilmesi için öncelikle varsa helikobakter pilori, altta yatan bir malignite gibi durumların ortadan kalkması gerekir. ARMA yönteminde başarı oranı yüzde 85 gibi oldukça yüksek oranda seyretmektedir, hastaların çoğu bu yöntemle tedavi edilebilir. ARMA işleminden bir ay sonra yapılan endoskopi ile kapakçık değerlendirilir. Yeterince kapanma görülmeyen seyrek hasta grubunda ikinci bir seansa gerek duyulabilir” PPI tedavisine tam yanıt alamayan veya uzun süreli ilaç kullanmak istemeyen, atipik semptomları olan hastalar ile cerrahi tedaviye uygun olmayan hastalarda da bu yönteme başvuruluyor. Yöntemin sağladığı avantajlar arasında daha az invaziv olması, cerrahiye kıyasla daha kısa iyileşme süresi, operasyon sonrasında daha az ağrı ve daha düşük komplikasyon oranı bulunuyor. Ayrıca, hastaların semptomlarında yüzde 80-85 oranında iyileşme ve ilaç kullanımında azalma gözlemleniyor.

İftarda bir kase çorbadan sonra 15 dakika ara verin!

İftarda bir kase çorbadan sonra 15 dakika ara verin!

İftar yemeklerinde besinleri hızlıca tüketiyor, ana yemeğin ardından genellikle şerbetli tatlılara yöneliyoruz. Hamurlu yemekleri de soframızdan eksik etmiyoruz. Ramazan’da yaptığımız bir başka önemli hata ise yemek sonrasında hareket etmek yerine koltuğa uzanmak oluyor. Acıbadem Fulya Hastanesi Gastroenteroloji Uzmanı Prof. Dr. Oya Yönal, uzun süren  açlık ve hatalı beslenme alışkanlıkları nedeniyle Ramazan’da mide sorunlarında  artış görüldüğüne dikkat çekerek, “Uzun süre aç kaldıktan sonra iftarda fazla miktarda ve hızlı yemek yenmesi nedeniyle midenin boşalma zamanının uzaması ve midenin asit miktarının artması; hazımsızlık, reflü, gastrit ile ülser gibi mide sorunlarını tetiklemektedir” diyor. Mide sağlığı için iftar ile sahur arasında tek öğün yerine az ve sık beslenilmesi gerektiğini vurgulayan Prof. Dr. Oya Yönal, “Acılı baharatlı yemekler, asitli içecekler, yağlı yiyecekler, kızartmalar ve hamur işleri gibi  sindirimi zor yiyeceklerden uzak durmak da çok önemlidir. İhmal edilmemesi gereken bir başka önemli konu ise iftar ile sahur arasında günlük su ihtiyacını karşılamaktır” diyor.  Gastroenteroloji Uzmanı Prof. Dr. Oya Yönal, Ramazan’da mide sorunu yaşamamak için dikkat edilmesi gereken kuralları anlattı; önemli öneriler ve uyarılarda bulundu.

Prof. Dr. Oya Yönal

Prof. Dr. Oya Yönal

Çorbadan sonra 15 dakika ara verin

İftarınızı çorba ve salata gibi hafif yemekler ile  açmanız, ana yemeğe geçmek için 15 dakika beklemeyi alışkanlık edinmeniz çok önemli. Gastroenteroloji Uzmanı Prof. Dr. Oya Yönal, hazımsızlık, gastrit ve reflü gibi sorunları önlemek için midemizi dinlendirmemiz gerektiğine işaret ederek, sözlerine şöyle devam ediyor: “Dolayısıyla çorba veya salatadan sonra hemen ana yemeğe geçilmemesi gerekir.  Ayrıca iftarda aşırı yağlı, acılı ve kızartılmış besinler yerine; hazmı kolay sebze ve protein ağırlıklı besinler tercih edilmelidir. Aşırı şerbetli, yağlı tatlılardan da kaçınmalı; sütlaç, güllaç ve muhallebi gibi sütlü tatlılar veya meyve tatlıları tüketilmelidir”

Besinleri 3 öğünde tüketin

İftarda boş mideyi birden doldurmak mide rahatsızlıklarına sebep olduğu için iftardan sahura kadar öğün sayısını artırıp, aralıklı  beslenmeye özen gösterin. Öğünlerinizi sahurda ve iftarda iki ana öğün ve ara öğün şeklinde düzenleyebilirsiniz. Böylece gün içinde almanız gereken besinleri 3 öğüne bölmüş, dolayısıyla tek bir öğüne yüklememiş olursunuz.

Porsiyonlarınızı küçültün

Uzun süreli açlık nedeniyle yemekleri hızlıca ve bir anda tüketmek midede şişkinlik, reflü şikayetleri ve kilo alımına yol açabiliyor. Prof. Dr. Oya Yönal, bu nedenle az az küçük porsiyonlar şeklinde beslenmeniz gerektiğini belirterek, “Tabağa tüm besinleri doldurmak yerine, her besini tükettikten sonra diğer yemeğe geçmek alışkanlık edinilmelidir” diyor.

Besinleri iyice çiğnemeden yemeyin

Uzun süreli açlık sonrasında mide hareketleri yavaşladığı için besinleri iyice çiğneyerek aralıklı beslenmek midede şişkinlik ve hazımsızlık şikayetlerini azaltıyor.

Bu besinlerden uzak durun!

Reflü sorununuz varsa acılı ve baharatlı yemekler, asitli içecekler, yağlı yiyecekler ile kızartmalar gibi sindirimi zor yiyecekler ve kahve ile sigaradan uzak durmanız gerekiyor. Ayrıca yatar pozisyondayken yiyeceklerin mideden yemek borusuna geri gelmesi kolaylaştığı için yemekten sonra hemen yatmak özellikle reflü şikayetlerini artırıyor. Bu nedenle yemek ile yatma saati arasında 2-3 saat bırakmayı ihmal etmeyin.

Sahurda ağır yemeklerden kaçının

Sahurda ağır yemeklerden kaçınmaya dikkat edin. Süt, yumurta ve peynir gibi besinlerden oluşan hafif bir kahvaltı yapmalı ya da çorba, sebze ve zeytinyağlı yemeklerden oluşan mideyi rahatsız etmeyecek bir öğün tercih etmelisiniz.

Prof. Dr. Oya Yönal

Bol bol su için

Uzun süreli açlıkta vücutta sıvı kayıpları oluyor ve fazla su tüketilmediğinde kabızlık gelişebiliyor. Ramazan’da günlük ihtiyacınız olan 2-2.5 litre su içmeyi asla ihmal etmeyin.

Yemeklerin pişirme yöntemine dikkat edin

Mide sağlığınızı korumak için önem vermeniz gereken bir başka önemli nokta ise yemeklerin pişirme yöntemine dikkat etmeniz olmalı. Mide sağlığınız için ızgara, haşlama veya fırında yapılan yemekleri tercih etmeli, kavrulmuş ve kızartılmış besinlerden ise kaçınmalısınız.

Bağırsakları harekete geçirin

Uzun süre sıvı alamamak, lifli gıdalarla beslenmemek, fast food türü yiyecekler ile hamur işi besinler tüketmek ve hareketsizlik kabızlık şikayetlerini artırıyor. Çorba ve salata ağırlıklı beslenmek, lifli yiyecekler tüketmek, öğünler arasında hurma, kayısı, erik ve komposto gibi bağırsak hareketlerini hızlandıracak gıdalara yönelmek ise kabızlık şikayetlerinin azalmasını sağlıyor.

İftardan sonra yürüyüş yapın

Sindirime yardımcı olmak için iftardan sonra televizyon veya bilgisayar karşısına geçmek yerine kısa mesafeli yürüyüşler yapmayı alışkanlık edinin.

Kolon kanserinde erken tanı ve tedavi hayat kurtarıyor

Kolon kanserinde erken tanı ve tedavi hayat kurtarıyor

Kalın bağırsak (kolon) kanserinin Türkiye’de en sık görülen 3’üncü kanser türü olduğunu belirten Bodrum Amerikan Hastanesi Gastroenteroloji ve Hepatoloji Uzmanı Dr. Emin Yekta Kişioğlu, erken tanı ve tedavinin hayat kurtardığını söyledi.

Kalın bağırsak kanserinin tarama testleriyle erken dönemde tedavisinin mümkün olduğunu dile getiren Uzm. Dr. Emin Yekta Kişioğlu, hastalığın karın ağrısı, büyük tuvalet alışkanlığında değişiklik, dışkıda kan görülmesi, halsizlik, yorgunluk gibi belirtilerle kendini belli ettiğini söyledi.

Kolon kanseri hakkında bilgi veren Uzm. Dr. Kişioğlu, “Kolon kanseri kalın bağırsağın (kolon ve rektum) kanserine verilen isimdir. Kolon kanseri tanısı kolonoskopiyle konur. Kolonoskopi, ucunda kamera olan ve kıvrılabilen bir tüpün anüsten (makattan) sokulmasıyla yapılır. Bu hastalık cerrahi ile kanserli kısmın çıkarılması, kemoterapi, radyoterapi ve immünoterapi yöntemleriyle tedavi edilmektedir. Eğer ameliyatta çıkarılan kolon kısmının üst ve altında kalan bölümler bağlanabilirse, normal dışkılamaya devam edersiniz. Aksi takdirde, kalın veya ince bağırsağınız karın cildine ağızlaştırılır ve bir torbaya dışkılama olur. Bazı hastalarda bu durum kısa süreli olup, ikinci bir ameliyatla kolostomi kapatılıp normal dışkılama sağlanır. Bazı hastalarda ise ömür boyu karından dışkılama olur. Tedavi sonrasında onkoloji departmanı tarafından takip edilmeniz gerekir. Tekrarlayan kan tahlili, kolonoskopi, tomografi veya CT scan yapılmasıyla kontrolde kalacaksınız.” diye konuştu.

Dr. Emin Yekta Kişioğlu

Dr. Emin Yekta Kişioğlu

45 YAŞINDAN SONRA KOLON KANSERİ TARAMASI YAPTIRMALISINIZ

Uzm. Dr. Emin Yekta Kişioğlu, ailesinde polip veya kolon kanseri olmayanların dahi 45 yaşında kolonoskopi yaptırması gerektiğini vurguladı.

Uzm. Dr. Kişioğlu şöyle devam etti: “Kolon kanseri taraması, kolon ve rektumda polip veya kanser varlığını araştırmak için yapılır. Eğer ilk kolonoskopide polip saptanmazsa her 5 yılda bir, saptanırsa 3 yılda bir kolonoskopi yapılmalıdır. Bazı özel durumlarda daha sık da yapılabilmektedir. Tarama, herhangi bir belirtisi olmayan ve kanserden şüphelenmeyi gerektiren bir durum olmadan yapılmalıdır. Polip, kanser öncesi gelişen ve 3-5 yıl içerisinde kansere dönüşebilen doku oluşumudur. Amaç, poliplerin kansere dönüşmeden veya gelişse bile büyüyüp yayılmadan tespit edilip çıkarılmasıdır. Çalışmalar kolon kanseri taramasının kolon kanserinden ölüm şansını belirgin şekilde azalttığını göstermiştir. Kolon kanseri taraması kolonoskopi, sigmoidoskopi, dışkıda gizli kan veya DNA testi gibi testlerle yapılabilir, ancak kolonoskopi diğer testlerden daha üstündür ve seçilmesi gereken testtir. Ailesinde benzer kanser hikayesi olanlar ise, eğer yakınına 50 yaşın üzerinde tanı konduysa 40 yaşında, 50 yaşın altında tanı konduysa, yakınından 10 yıl önce kolonoskopi olmalıdır.”

Hassas Bağırsak Sendromu nedir?

Hassas Bağırsak Sendromu nedir?

Halk arasında ‘Hassas Bağırsak Sendromu’ olarak bilinen İrritabl Bağırsak Sendromu, bağırsak hareketlerinde ortaya çıkan değişimle karakterize olan ve hayat kalitesini ciddi boyutlarda düşürebilen bir sağlık sorunu. Ülkemizde görülme sıklığı yüzde 6 – 12 oranında değişen bu sendrom, genellikle 30-50 yaş aralığındaki kişilerde tespit ediliyor. Kadınlarda erkeklere nazaran iki kat daha fazla görülen Hassas Bağırsak Sendromu’nda özellikle hatalı beslenme alışkanlığı ve stres en yaygın görülen tetikleyici faktörler arasında yer alıyor. Genellikle ömür boyu devam eden sendrom; karında ağrı, gaz ve şişkinliğin yanı sıra kabızlık gibi sorunlara yol açarak günlük yaşamı adeta kabusa çevirebiliyor. Acıbadem International Hastanesi Gastroenteroloji Uzmanı Doç. Dr. Emine Şatır, kesin bir çözümü olmasa da semptomların tedaviyle büyük oranda hafifletilebildiğine dikkat çekerek, “Özellikle son üç aydır ortalama olarak haftada en az bir gün yineleyen karın ağrısıyla birlikte dışkılama sıklığında ve görünümünde değişiklikler yaşanması, bu sendromu düşündürüyor. Bu tür şikayetlerde gecikmeden hekime başvurmak, sosyal ve işgücü kayıplarının önüne geçecektir” diyor.

Doç. Dr. Emine Şatır

Son 3 aydır bu belirtiler varsa, dikkat!

Hassas Bağırsak Sendromu’nun belirtileri kişiden kişiye farklılık gösteriyor. Ayrıca bazı hastalarda belirtiler hafif seyredenken bazılarında ise çok şiddetli olabiliyor. Doç. Dr. Emine Şatır, karında ağrı, gaz ve şişkinliğin bu sendromun en yaygın görülen belirtileri olduğuna işaret ederek, “Karın ağrısının özelliği, dışkılama sonrasında azalması ve uykuda olmaması. Ayrıca aşırı yemek yemek veya besinleri hızlı tüketmek ağrının şiddetini artırıyor. Karın ağrısıyla birlikte dışkılama alışkanlığında ishal ve kabızlık gibi değişiklikler de gelişiyor. Dışkıda mukus görülebiliyor. Depresyon, anksiyete, fibromyalji, kronik yorgunluk ve baş ağrısı gibi bağırsak dışı semptomlar da eşlik edebiliyor” diyor.

Pek çok etken tetikleyebiliyor!

Hassas Bağırsak Sendromu’nun kesin nedeni tespit edilememekle birlikte bazı faktörlerin riski arttırdığı biliniyor. Daha önce geçirilen bağırsak enfeksiyonları, beyin ile bağırsak arasında aşırı duyarlılık, bazı inflamatuar sitokinlerin, yani yangısal aracıların artması, bağırsak geçirgenliğindeki artış, beslenme hataları ve stres riski artırıyor. Bağırsak duvarındaki kaslarda anormal kasılmalar, sinir sistemi anormallikleri, beyin – bağırsak sinyal iletimindeki değişiklikler ve bağırsaklarda yaşayan bakterilerin dengesindeki bozulmalar, sigara ile alkol alışkanlığı, sendromu tetikleyen diğer faktörler arasında yer alıyor.

Kansere yol açmıyor, ancak…

Hastaların çoğu karın ağrısı ishal, kabızlık ve şişkinlik gibi belirtileri nedeniyle kanser endişesiyle hekime başvuruyor. Doç. Dr. Emine Şatır, Hassas Bağırsak Sendromu’nun ileride ciddi rahatsızlıklara dönüşme riski olmadığını ve kansere yol açmadığını vurgulayarak, “Ancak organik ve fonksiyonel bağırsak hastalıkları sıklıkla iç içe geçmiş semptomlardan oluştuğu için ayırıcı tanı büyük önem taşıyor. Tanıda hastanın öyküsü, muayene bulguları, laboratuvar ve tetkikler yol gösterici oluyor” diyor.

Hassas Bağırsak Sendromu’na karşı 7 etkili öneri!

Tedavi sürecinde beslenme ve yaşam alışkanlıklarında yapılan değişiklikler şikayetlerin daha kısa sürede geçmesini sağlıyor. 

  • Egzersiz, örneğin her gün 45 dakika tempolu yürüyüş yapın.
  • Sağlıklı, yeterli ve dengeli beslenin, fast food tarzı beslenmekten kaçının.
  • Sık sık, fakat küçük öğünler tüketin. Besinleri yavaş ve iyi çiğnemeye özen gösterin.
  • Geç saatlerde yemek yememeye dikkat edin.
  • Yağlı ve baharatlı gıdalar, karbonatlı içecek ile tatlandırıcılar, süt ve süt ürünleri ile kafein tüketimini azaltın.
  • Yeterli miktarda su içmeyi alışkanlık edinin.
  • Sigara ve alkolden uzak durun.

Basamaklı tedavi uygulanıyor!

Hassas Bağırsak Sendromu’nu tümüyle ortadan kaldıran bir tedavi protokolü mevcut değil. Gastroenteroloji Uzmanı Doç. Dr. Emine Şatır, tedavinin semptomların şiddetini azaltmaya yönelik olduğunu ve basamaklı tedavi yaklaşımı benimsendiğini belirterek, şöyle devam ediyor: “Diyet, ilaç tedavisi ve psikoterapi olmak üzere farklı tedavi yöntemlerinden hasta için uygun olanlara başvuruluyor. Beslenme ve yaşam alışkanlıklarına dikkat edilmesi, tedaviden etkin sonuç alınmasını sağlıyor. Düzenli olarak yapılması gereken egzersizin yanı sıra sağlıklı, yeterli ve dengeli beslenmeye dikkat edilmesi, sigara ile alkolden uzak durulması gerekiyor” diyor.

Divertikülit belirtileri nelerdir?

Divertikülit belirtileri nelerdir?

Şiddetli karın ağrısı, ateş, titreme, karında şişlik gibi belirtiler birçok farklı hastalıktan kaynaklanabileceği gibi, bağırsak hastalığı olarak bilinen divertikülit nedeniyle de gelişebiliyor. Divertikülit tedavisi hastanın yaşına, ek hastalıklarına, hastalığın yaygınlığına göre farklılık gösterebiliyor. Divertikülit belirtileri hafifse evde tedavi ve divertikülit diyeti uygulanabiliyor ancak bağırsaklarda apse, fistül, obstrüksiyon (tıkanıklık), bağırsak duvarında delinme gibi durumlarda cerrahi tedavi tercih edilebiliyor. Memorial Ataşehir Hastanesi Gastroenteroloji Bölümü’nden Uz. Dr. Şule Namlı Koç, divertikülit hastalığı hakkında bilgi verdi.

Divertikül, bağırsak iç yüzeyinde bulunan astarda fıtıklaşma şeklinde kendini gösteren küçük, baloncuk şeklindeki yapılardır. Bağırsakta baloncuk gibi bir görünüme sahip olan divertiküler yapılarda iltihaplanma ya da enfeksiyon gelişimi ile karakterize durum olursa buna divertikülit adı verilmektedir. Divertikülit hastalığı kendini farklı belirtilerle gösterebilmektedir. Divertikülit belirtileri genel olarak şu şekilde sıralanabilir;

Dr. Şule Namlı Koç

  1. Şiddetli karın ağrısı divertikülite işaret edebilir. Karın ağrısı birçok farklı rahatsızlıktan kaynaklanabilmektedir. Ancak özellikle karnın sol alt kadranında yaşanan şiddetli ağrılar divertikülit belirtisi olabilmektedir.
  2. Ateş ve titreme önemsenmelidir. Ateş ve titreme vücutta enfeksiyon belirtileri arasındadır. Divertikülit kaynaklı enfeksiyon da ateş ve titremeye yol açabilir.
  3. Karında şişkinlik divertikülit belirtileri arasındadır.
  4. Kabızlık çok farklı nedenlere bağlı olarak yaşanabilir. Özellikle diğer şikayetlerle birlikte yaşanan kabızlık divertikülit belirtisi olarak değerlendirilebilir.
  5. Mide bulantısı ve bağırsak alışkanlıklarında belirgin değişiklik divertikülit belirtileri arasındadır.
  6. Rektal kanama her zaman ciddiye alınması gereken bir şikayettir. Rektal kanamalar divertikülit belirtisi olarak yaşanabilmektedir.

Bu belirtilerin bir veya bir kaçının yaşanması durumunda uzman bir doktora başvurulması gerekmektedir.

Obezite ve sigara kullanımı riski artırıyor

Divertikül, genellikle kalın bağırsakta zayıf olan alanların basınç altında kalması sonucunda gelişir. Bağırsağa uygulanan bu basınç, çeşitli büyüklükteki keselerin kolon duvarından dışarı fıtıklaşmasına neden olur. Divertikülit ise divertikül duvarı basınç altında kalıp yırtıldığında, bağırsağın o kısımda iltihaplanma ve bazen enfeksiyon gelişmesi nedeniyle ortaya çıkar.  Bazı faktörler divertikülit gelişme riskini artırmaktadır.  İleri yaş, obezite, sigara kullanımı, hareketsiz yaşam, yüksek hayvansal gıda alımı ve düşük lifle beslenme ile bazı ilaçların kullanımı divertikülit gelişme riskini artırır.

Tedavide geç kalmayın

Divertikülit teşhisinde hastanın şikayeti ve muayenede sol alt kadranda hassasiyet saptanması, laboratuvarda kan ve dışkı testleri, görüntülemede ultrasonografi ve batın tomografisi önemli rol oynar. Tedavi seçimi hastanın genel durumu, yaşı, tıbbi özgeçmişi, ek hastalıkları, hastalığın yaygınlığı ve komplikasyonları, medikal tedavilere olan toleransı ve hastanın tedavi tercihine göre yapılır.

  • Belirtiler hafifse, evde tedavi yeterli olabilir. Bu durumda divertikülit tedavisi için antibiyotikler reçete edilir. Ancak yeni kılavuzlar çok hafif vakalarda antibiyotik gerekmeyebileceğini belirtmektedir.
  • Bağırsakların daha kolay toparlanması ve dinlendirilmesi için birkaç gün boyunca sıvı bir diyetle beslenme önerilir. Belirtiler düzeldiğinde, diyete yavaş yavaş kademeli bir şekilde katı yiyeceklerin eklenmesi önerilebilir. Lifli beslenme önemlidir ve hastalara uzun vadede önerilir. Hastanın şikayetleri şiddetli ise ve ek hastalığı mevcutsa yatarak tedavi önerilebilir. Bu durumda damar yolundan beslenme ve antibiyotik tedavisi ile yakın takip yapılır.
  • Bağırsaklarda apse, fistül, obstruksiyon yani tıkanma, bağırsak duvarında delinme gibi bir komplikasyon varsa veya birden fazla divertikülit atağı geçirilmiş ise hastanın durumuna göre ameliyat ile cerrahi tedavi de uygulanabilir.

Divertikülit diyeti yapabilirsiniz

Her hastada farklı besinler hastalığı tetikleyebileceği için kişi hangi gıdaların şikayetlere veya atağa neden olduğunu takip ederek hastalığı kötüleştiren gıdalardan kaçınmalı ve diyetini buna göre ayarlamalıdır. Düzenli tuvalete çıkmaya çalışmak, kabızlık ve ıkınmaktan kaçınmak, divertiküler hastalığı önlemek ve komplikasyonlarını azaltmak için diyet önemlidir.

  • Lif içeren gıdalar tüketmek: Lif, dışkıya daha fazla su çekerek daha hacimli, yumuşak dışkı çıkarılmasını sağlar. Böylece bağırsaklarda daha hızlı hareket ederek daha kolay atılır.
  • Su içmeyi ihmal etmemek: Daha fazla lifli gıdalar tüketmek daha fazla su emilmesine neden olur. Bu sebeple dışkıyı yumuşak ve hareket halinde tutmak için lifli gıdalarla birlikte içilen su miktarını artırmak gerekir.
  • Düzenli egzersiz yapmak: Düzenli fiziksel aktivite, yiyeceklerin bağırsak sisteminden geçmesine yardımcı olur. Mümkünse her gün düzenli olarak egzersiz yapmak kabızlığı önemli ölçüde engeller.

 

İleri vakalarda ameliyat gerekebilir

Divertikülit hastalığının tedavisinde cerrahi müdahale gerektiren durumlar olabilmektedir. Genel olarak divertikülit tedavisinde cerrahi tedavi şu durumlarda yapılmaktadır.

  • Bağırsakta apse, fistül, tıkanıklık, bağırsak duvarında perforasyon (delinme) gibi bir komplikasyon varsa
  • Birden fazla divertikülit atağı geçirilmesi durumunda
  • Kişi bağışıklık sisteminin zayıf olması durumunda cerrahi müdahale ile tedavi gerekebilmektedir.

Divertikül hastalığı olanlarda uygulanabilen iki ana ameliyat türü vardır:

  • Birincil Bağırsak Rezeksiyonu: Bu cerrahi yöntemde bağırsağın hastalıklı bölümleri çıkarılır ve sağlıklı bölümleri yeniden birleştirir. Bu prosedür bağırsak hareketlerinin normale dönmesini sağlar. İltihap miktarına bağlı olarak açık veya endoskopik cerrahi tercih edilebilir.
  • Kolostomi ile Bağırsak Rezeksiyonu: Kalın bağırsak ve rektum sağlıklı bağırsak kısımlarını yeniden birleştirmenin mümkün olmadığı kadar çok iltihap içeriyorsa, cerrah öncelikle bir kolostomi açar. Rektum, kalın bağırsak ile anüs arasında bulunan bağırsak bölümüne verilen isimdir. Kolostomi, karın duvarında bir kesi ile açıklık oluşturması ve kalın bağırsağın sağlıklı kısmına bağlanması ile yerleştirilir. Kişinin dışkısı açıklıktan bir torbaya geçerek torbada birikir. Bağırsaktaki iltihap hafiflediğinde, kolostomi kaldırılarak çevrilerek bağırsak yeniden bağlanabilir.

Bilinçsizce tüketilen vitaminler karaciğeri bozuyor!

Bilinçsizce tüketilen vitaminler karaciğeri bozuyor!
Dengeli beslenen ve sağlıklı kişilerin besin takviyesine ihtiyacı olmadığını dile getiren uzmanlar, ancak ciddi vitamin eksikliği olan veya hastalık süresinde olanların hekim tavsiyesi ile besin tavsiyesi alabileceğini söylüyor. “Bilinçsizce tüketilen besin takviyeleri vücutta birikerek karaciğer gibi hayati organlarımıza zarar verebilir.” diyen Gastroenteroloji Uzmanı Prof. Dr. Aytaç Atamer, besin desteklerinin hekim kontrolünde ve öncesinde ölçüm yapılarak alınması gerektiğini vurguladı.
Üsküdar Üniversitesi NPİSTANBUL Hastanesi Gastroenteroloji Uzmanı Prof. Dr. Aytaç Atamer, besin takviyelerinin önemi ve karaciğere olan etkileri hakkında bilgi verdi.
“Dengeli beslenen ve sağlıklı kişilerin besin takviyesine ihtiyacı yoktur.” diyen Prof. Dr. Aytaç Atamer, sağlıklı beslenen kişilerin hekim tavsiyesi olmadan besin takviyesi kullanmasının sağlık sorunlarına yol açabileceğini söyledi. Prof. Dr. Aytaç Atamer, şöyle devam etti:
“Vücudumuzun ihtiyacı olan vitaminin ve minareleri aldığımız gıdalardan rahatlıkla temin edebiliriz. İhtiyacımız olmadan aldığımız bu takviyeler ne bağışıklığımızı güçlendirir ne de karaciğerimizi temizler. Bilinçsizce tüketilen besin takviyeleri vücutta birikerek karaciğer gibi hayati organlarımıza zarar verebilir. Ancak ciddi vitamin eksikliği olan veya hastalık süresinde olanlar hekim tavsiyesi olmak üzere besin tavsiyesi alabilir.
Besin destekleri hekim kontrolünde ve öncesinde ölçüm yapılarak alınmalıdır. Karaciğerimizin detoks yani zehirden uzaklaştırma kabiliyetini esas sağlayan antioksidan glutatyodur. Vücudumuzda glutatyon depolarının yüksek tutulmasını sülfür, C vitamini gibi içerikli gıdalar ile sağlayabiliriz. Bunu yeterli ve dengeli beslenmemizde almamız mümkündür.”

Üsküdar Üniversitesi NPİSTANBUL Hastanesi

Prof. Dr. Aytaç Atamer

Yağda eriyen vitaminlerin aşırı alımı karaciğeri yoruyor
Karaciğerin hayatının devamı için gerekli olan, vücudun en temel organı olduğunu ifade eden Prof. Dr. Aytaç Atamer, ağız yolu ile alınan her türlü yiyecek, içecek ve ilaçların karaciğerde metabolize olduğunu kaydetti.
“Yağda eriyen vitaminler karaciğerde metabolizme edildikten sonra depolandıklarından dolayı aşırı alımı karaciğeri yorar ve hasara neden olabilir. Özellikle A vitamini ve suda eriyen bir vitamin olan niasin yüksek dozlarda alındığında karaciğerde aşırı miktarda depolanarak toksiditeye yol açabilir.” şeklinde konuşan Prof. Dr. Aytaç Atamer, kimi bitkisel takviyelerin de karaciğer hasarına sebep olabileceğini anlattı.
Cinsel fonksiyon artırıcı gibi takviyeler daha fazla zarar verebiliyor
Prof. Dr. Aytaç Atamer, ayrıca zararsız olan bir bitki gıda takviyesinin kullanılan ilaçlar ile etkileşime girerek karaciğere zarar verebileceğini de belirterek, şunları kaydetti:
“Bitkisel gıda ve ilaç takviyelerinin binde bir ile on binde bir karaciğere hasar verme riski vardır. Cinsel fonksiyonu artırıcı takviyeler, vücut geliştirme ve diyet ürünleri, kedi otu, yüksek otu, öksürük otu, karaciğer için toksik olabilir. İçerisinde çok sayıca vitamin ve detoks, destek ürünleri içeren çoklu yani 5 ile 20 madde içeren ürünler potansiyel olarak daha fazla zarar verebilir.”
Bitkisel ürünler yeteri kadar kontrolden geçmiyor
Prof. Dr. Aytaç Atamer, kullanılan gıda takviyeleri ve bitkisel ürünlerin yeteri kadar kontrolden geçmediğini dile getirerek, “Bazıları ağır metaller ve katkı maddeleri içeriyorlar. İçeriğini bilmediğimiz veya gereksiz olarak kullandığımız gıda takviyeleri size yarardan çok zarar verebilir.” dedi.
Kullanılan gıda takviyelerinin kişilerin karaciğerine olan etkisinin; kullanılan gıda takviyeleri ve alınma süresi ile yaşa, karaciğerin durumuna, kapasitesine, hastalıklarına ve/veya genetik yatkınlığına alınan takviyelerin içeriğine göre değişebildiğini anlatan Prof. Dr. Aytaç Atamer, sözlerini şöyle tamamladı:
“Alınan çoklu ilaçlar, diyabet gibi metabolik hastalıkların yan etkilerini artırır. Gıda takviyeleri ilaç statüsünde olmadığı için Sağlık Bakanlığı’nın denetimine tabi değildir, Tarım ve Orman Bakanlığı’na bağlıdır. Bu nedenle gıda takviyelerinin etkisini araştırmak için bilimsel araştırmalar daha çok toksik etkimeye maruz kalan hastalar üzerinde hekimler tarafından yapılıyor. Kullanılan gıda takviyelerinin yan etkisi konusunda yeterli bilimsel çalışma da yoktur. Bu konuda sıkı denetim ve bilinçli olmak gerekmektedir.”

İnce bağırsak hastalığında pratik tanı

İnce bağırsak hastalığında pratik tanı

Kapsül endoskopi, sindirim sisteminin incelenmesi için kullanılan bir tıbbi görüntüleme yöntemidir. Bu işlemde, hasta tarafından yutulan bir kamera kapsülü, sindirim sisteminin farklı bölümlerinden görüntüler kaydeder. Bu kapsül, yemek borusundan geçerek mide, ince ve kalın bağırsağın son kısmına kadar ulaşır. Özellikle ince bağırsak hastalıkları için kullanılan kapsül endoskopi, normal endoskopi ve kolonoskopi gibi geleneksel yöntemlerin yerini alacak bir alternatif değildir. Memorial Şişli Hastanesi Gastroenteroloji Bölümü’nden Prof. Dr. Yaşar Çolak, kapsül endoskopi işlemi hakkında bilgi verdi.

Kapsül endoskopi içerisinde kamera olan şeffaf bir kapsülün yutulması ile birlikte tüm sindirim sisteminin görüntülenmesi işlemidir. Kapsül endoskopi işlemi tüm sinirim kanalı ile birlikte hemen her zaman ince bağırsakların görüntülenmesi amacıyla kullanılır. Bunun nedeni yemek borusu ve midenin gastroskopi, kalın bağırsağın ise kolonoskopi ile yeterli derecede görüntülenebilmesinin mümkün olmasıdır. Mide ve kolon arasındaki yaklaşık 5-7 metrelik ince bağırsakları bu klasik yöntemlerle görüntüleyebilmek mümkün değildir. Ancak son yıllarda çift balon enteroskopi yöntemi ile ince bağırsakların da endoskopik olarak görüntülenmesi mümkün olmuştur.

Prof. Dr. Yaşar Çolak

En sık ince bağırsak hastalıklarında başvuruluyor

Kapsül endoskopinin en sık yapılma nedeni sindirim sistemi kanaması olan kişilerde gastroskopi ve kolonoskopide kanama odağının saptanamaması ve bu nedenle ince bağırsağın taranmasıdır. İnce bağırsağın hastalıklarının teşhisi için özellikle tercih edilir. İnce bağırsak, diğer endoskopik yöntemlerle kolaylıkla görüntülenemez ve bu nedenle kapsül endoskopi ile bu bölgenin incelenmesi için ideal bir seçenek olabilir. Anemi (kansızlık) gibi nedenlerle kronik kanama yaşayan hastalarda, kanamanın kaynağını bulmak için kapsül endoskopi kullanılabilir.  İnce bağırsakları etkileyen kronik iltihabi bağırsak hastalığı olan Crohn hastalığının teşhisinde ve takibinde kapsül endoskopi yararlı olabilir. Sindirim sistemi poliplerinin teşhis ve takibi için kapsül endoskopi kullanılabilir. Bunun dışında bağırsak iltihapları ve tümör taraması için de tercih edilebilmektedir.

Kapsülün içindeki kamera sürekli fotoğraf çekerek cihaza iletiyor

İşlem öncesi bağırsakların temizlenmesi için ilaçlar ve sıvı bir diyetle temizlik yapılması gerekir. İşlem yaklaşık 10×5 mm’lik şeffaf ve içinde kamera olan bir kapsülün yutulması ile başlar. Kapsülün içindeki kamera sürekli olarak fotoğraf çekmekte ve bu görseller Bluetooth teknolojisi ile kişinin üzerindeki küçük bir cihaza iletilip, kaydedilmektedir. Yaklaşık 6-8 saat içinde ince bağırsakları geçen kapsül kalın bağırsağa ulaşmaktadır. Kapsül tuvalete atılmakla birlikte cihaza kaydedilen görüntüler daha sonra bilgisayara aktarılır ve doktor tarafından bu görüntüler incelenir. Bu sayede ince bağırsağın görüntülenmesi sağlanmış olur. İşlem riski yok denecek kadar azdır. Sadece bağırsaklarda tümör gibi darlığa ve tıkanıklığa yol açabilecek bir hastalık şüphesinde yapılmamalıdır. İşlem oldukça konforlu ve ağrısız bir işlemdir.

Kapsül endoskopi normal endoskopi veya kolonoskopinin alternatifi değildir

Kapsül endoskopi uygulaması oldukça kolay, düşük riskli ve konforlu bir inceleme yöntemidir. Ancak kapsül endoskopi işlem sanılanın aksine standart endoskopi ve kolonoskopi yerine kullanılabilecek bir yöntem değildir. Normal endoskopik işlemlerde mide ve bağırsaklar hava ile şişirilir ve istenen tüm alanlar detaylı olarak istenildiği ölçüde incelenebilir. Endoskopik işlemlerde istenilen alandan biyopsi alınabilir veya tedavi amaçlı bazı işlemler yapılabilir. Bundan dolayı da kapsül endoskopi klasik endoskopik yöntemler yerine kullanılabilecek bir yöntem olarak düşünülmemelidir. Kapsül endoskopide istenen her alan örneğin mide ve bağırsak kıvrımlarının arası net olarak görülemeyebilir. Ancak bazı özel durumlarda kapsül endoskopi oldukça faydalı ve kolay uygulanabilen bir yöntemdir. Kapsül endoskopi sırasında saptanabilen lezyonlar ya sonrasında çift balon endoskopi ya da cerrahi yöntemlerle tedavi edilebilmektedir. Var olan hastalığa ve hastanın durumu ve ihtiyacına göre uzman doktor en uygun yöntemi belirlemek için kapsamlı bir değerlendirme yapacaktır.

Bağırsaklarımızdaki dost bakterileri artırmak için ne yapmalı?

Bağırsaklarımızdaki dost bakterileri artırmak için ne yapmalı?

Bağışıklık sistemimizin gücünü büyük ölçüde bağırsaklarımızdan aldığını biliyor muydunuz? Hatta mutluluk hormonu olan serotoninin yüzde 90’ının bağırsaklardan salgılandığını? Peki bağırsaklarımızın sağlıklı olmasının yolunun sağlıklı mikrobiyotadan geçtiğini? Acıbadem Fulya Hastanesi Gastroenteroloji Uzmanı Prof. Dr. Oya Yönal “Bağışıklık sistemi hücrelerinin yüzde 70’i bağırsaklarda bulunur. Bağırsakta bizimle birlikte yaşayan ve 100 trilyon civarında bulunan bakteri, maya ve virüslere ‘bağırsak mikrobiyotası’ veya ‘bağırsak florası’ denir. Doğum şekli, antibiyotik kullanımı, çevresel koşullar ve özellikle beslenme şekli mikrobiyotamızı belirler. Bağırsak florasındaki yararlı bakterileri artırmak için yaptığımız her yatırım zararlı bakterilerin etkisini azaltır. Yapılan araştırmalar; bağırsaklarımızda bulunan bu dost veya zararlı bakterilerin miktarının genel sağlığımızı ve ruh durumumuzu etkilediğini açıkça ortaya koyuyor” diyor. Peki bağırsak sağlığımızı korumak, bağırsaklarımızda zararlı bakterileri azaltıp dost bakterileri artırmak için nelere dikkat etmek gerekiyor? Gastroenteroloji Uzmanı Prof. Dr. Oya Yönal, bağırsak sağlığımız için 10 altın öneride bulundu, önemli açıklamalar yaptı.

Prof. Dr. Oya Yönal

Şekerli ve yağlı besinlerden kaçının

Beslenme ve bağırsak sağlığının çok yakından ilişkili olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Oya Yönal, şeker, yapay tatlandırıcı, fastfood ve doymuş yağ oranı yüksek besinler tüketmenin bağırsak florasını olumsuz etkilediğini belirterek “Bu gıdalar bağırsakta zararlı mikroorganizmaların çoğalmasına neden olabiliyor. Bu nedenle bağırsak sağlığınız için bu gıdaları tüketmekten kaçının” diyor.

Lif (posa) oranı yüksek besinler tüketin ve sağlıklı beslenin

Besinlerde bulunan lif (posa) bağırsak sağlığı açısından çok önemli. Lif oranı yüksek besinler yararlı mikroorganizmaların bağırsakta çoğalmasını destekliyor. Prof. Dr. Oya Yönal; bulgur,  yulaf, nohut, barbunya, kuru fasulye, kinoa, brokoli, kuşkonmaz, badem, antep fıstığı, elma, şeftali, turunçgiller ve brokoliyi beslenmenize ekleyerek bağırsak sağlığınızı destekleyebileceğinizi belirtiyor. Bu besinlerin yüksek lif içerikleri sayesinde bağırsak hareketlerini artırarak, sindirilmiş besin artıklarının kalın bağırsaktan geçişini hızlandırdığını  söyleyen Prof. Dr. Oya Yönal “Toksik öğelerin kalın bağırsakta uzun süre kalmaması sayesinde burada zararlı bakteri oluşumunun önüne geçiliyor ve sağlıklı bağırsak florasının devamlılığı sağlanıyor” diye konuşuyor. Prof. Dr. Oya Yönal, lifli organik gıdalar, fermente gıdalar (mayalanmış yoğurt, kefir, turşu, şalgam suyu), et, yumurta ve probiyotik kullanmanın bağırsak sağlığı için önemli etkiye sahip olduğunu vurguluyor.

Yeterli su tüketin

Yapılan bilimsel çalışmalarda; daha fazla su içen kişilerin mide-bağırsak enfeksiyonlarına neden olabilecek daha az bakteri türüne sahip olduğunun kanıtlandığını belirten Prof. Dr. Oya Yönal, her gün yeterli su tüketmenin aynı zamanda kabızlığı önlemeye de yardımcı olduğunu söylüyor.

Probiyotik ve Prebiyotiklerden faydalanın

Bağırsaklarımıza dost bakteriler içeren probiyotik besinler; florayı düzenleyerek bağırsağın düzgün çalışmasını sağlıyor ve toksik maddelerin geri emilimini engelliyor. Kefir, yoğurt, sirke gibi besinler içerdikleri probiyotikler sayesinde bağırsak sağlığının korunmasında önemli etkiye sahipler. Probiyotikler, prebiyotik adı verilen sindirilemeyen karbonhidratlarla besleniyor. Prebiyotiklerin, yararlı bakterilerin bağırsakta çoğalması için gerekli olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Oya Yönal “Kuru baklagiller, enginar, pırasa, soğan, sarımsak, bezelye, kuşkonmaz, muz, arpa, çavdar gibi besinler başlıca prebiyotiklerdir. Bu besinlere sofranızda yer vererek bağırsak sağlığınızı güçlendirebilirsiniz.” diyor.

Düzenli ve kaliteli uyuyun

Düzenli ve kaliteli uyku, ruh halini ve bağırsak sağlığınızı iyileştiriyor. Düzensiz uyku ise bağırsak florasını bozuyor. Yetişkinler için ortalama 7 saat kaliteli uyku şart.

Gelişigüzel antibiyotik kullanmayın

Antibiyotiklerin bağırsak mikrobiyotasına ve bağışıklığına zarar verebildiğini belirten Prof. Dr. Oya Yönal şöyle konuşuyor: “Bazı araştırmaların sonucuna göre antibiyotik kullanımından 6 ay sonra bile, bağırsakta hala bazı yararlı bakterilerin oluşmadığını gösteren çalışmalar mevcut. O nedenle gereksiz yere antibiyotik kullanılmamalıdır.”

Acıbadem Fulya Hastanesi

Düzenli egzersiz yapın

Düzenli egzersiz sağlıklı ve zinde bir yaşam için olmazsa olmazların başında geliyor. Yapılan araştırmalar; düzenli egzersizin bağırsak sağlığı ile de yakından ilişkili olduğunu, bağırsak sağlığını pozitif yönde etkilediğini gösteriyor. Haftada üç gün en az 30 dakika tempolu yürüyüşle bağırsak hareketlerini dolayısıyla bağırsak sağlığınızı güçlendirin.

Sigara ve alkolden uzak durun

Gastroenteroloji Uzmanı Prof. Dr. Oya Yönal “Sigara içmek bağırsak florasını bozuyor. Bağırsak sağlığının yanısıra kalp ve akciğer sağlığını da son derece olumsuz etkiler. Kronik alkol tüketimi de bağırsak florasını bozarken, toksinlerin ve inflamatuar ajanların bağırsak duvarından sızmasına yol açabiliyor” diyor.

Besinleri çok çiğneyin

Bağırsak sağlığı için besinleri yavaş bir şekilde, çok çiğneyerek ve oturarak tüketin. Lokmalarınızın küçük olmasına, aşırı yememeye, özellikle gece yemeğinden kaçınmaya dikkat edin.

Stresi yönetmeyi öğrenin

Prof. Dr. Oya Yönal “Kronik yani uzun süre devam eden stres bağırsaklar da dâhil olmak üzere tüm vücudu olumsuz etkiliyor. Yürüyüş ve düzenli egzersiz yapmak, arkadaşlarımızla veya ailemizle vakit geçirmek, hayvanlarla ilgilenmek, meditasyon, nefes egzersizleri ve yoga stresi azaltmanın yollarından bazıları olarak sayılabilir. Ayrıca stresi yönetmeyi öğrenmek, gerekirse destek almaktan kaçınmamak gerekir” diyor.

Kızartmalar reflüyü tetikliyor!

Kızartmalar reflüyü tetikliyor!

Boğazınızda yanma, ses kısıklığı, öksürük veya sinüzit sorunlarından mı yakınıyorsunuz? Dikkat! Bu şikayetlerinizin nedeni gribal enfeksiyon değil, bahar mevsiminde görülme sıklığı artan ‘reflü’ hastalığı olabilir! Reflü, normal olarak mideden bağırsaklarımıza doğru gitmesi gereken asit, safra ve mukustan oluşan mide salgılarının yemek borusu veya ağıza kadar yer değiştirmesi olarak tanımlanıyor. Bu geriye doğru kaçışın esas nedeni alt yemek borusu kapakçığının gevşemiş yapıda olmasından kaynaklanıyor. Yapılan araştırmalara göre; ülkemizde reflünün görülme sıklığı yüzde 25’i buluyor. Bir başka deyişle ülkemizde her 4 kişiden biri reflü hastası! Bahar aylarında havaların ısınmasıyla birlikte yemek yeme alışkanlıklarımızdaki değişikliklerin reflü yakınmalarını tetikleyebildiğini belirten Acıbadem Dr. Şinasi Can (Kadıköy) Hastanesi Gastroenteroloji Uzmanı Prof. Dr. Cem Aygün, bu nedenle reflü şikayeti olan kişilerin bahar aylarında beslenme alışkanlıklarına çok daha fazla dikkat etmeleri gerektiğini vurguluyor.

Prof. Dr. Cem Aygün

Baharda bu belirtilere dikkat!

Reflü kendini genellikle tipik belirtilerle kendini gösteriyor. Ağıza kadar gelen acı tat, yenilen besinlerin ağıza gelmesi, göğüs bölgesinde yanma ve ağrı ile midede ekşime, en yaygın görülen belirtilerini oluşturuyor. Yemek borusunda iltihaba yol açan reflüde ise gelişen ülser veya ödem sonrasında göğüs kemiği arkasında şiddetli ağrı, bazen de boğazda bir yumru hissi gelişebiliyor. Gastroenteroloji Uzmanı Prof. Dr. Cem Aygün, bahar aylarında boğazda yanma, ses kısıklığı, öksürük ve sinüzit gibi sık görülen sorunların reflü kaynaklı olabileceğine dikkat çekiyor.

Kızartmalar ve yağlı yiyeceklerden kaçının

Reflü hastalığında yakınmalar mevsimsel dalgalanmalar gösteriyor. Bu durum değişen diyet tarzı ve farklı gıdaların tüketimiyle ilişkili olabiliyor. Prof. Dr. Cem Aygün, reflü hastalarının bahar aylarında dikkat etmeleri gereken beslenme kurallarını şöyle anlatıyor: “Bahar aylarında değişen gıda tüketimi, özellikle yağlı yiyecekler ve sebze türü kızartmalar mide asidinin artmasına neden oluyor. Artan mide asidi de reflüyü tetikleyebiliyor. Dolayısıyla bu dönemde margarin gibi trans yağlardan, kaymak, krema ile mayonez gibi yağlı ürünler ile yiyeceklerden uzak durmak büyük önem taşıyor. Ayrıca yine bahar aylarında daha fazla tüketilen çiğ sebze ve meyveler, asitli ve gazlı içecekler, buzlu meyve suları, soğuk içecekler ile dondurma, reflü için zararlı gıdalar arasında yer alıyor.”

 Prof. Dr. Cem Aygün

Tedaviyle yakınmalar son bulabiliyor!

Reflü kronik, yani uzun süren ve hastaların çoğunda aralıklarla tekrar eden bir hastalık. Reflü tedavisinde amaç, şikayetleri ortadan kaldırmak, yemek borusunda görülen iltihaplanmayı iyileştirmek ve kanama, darlık, ülser ile kanser gelişimi gibi komplikasyonları önlemek. Gastroenteroloji Uzmanı Prof. Dr. Cem Aygün, doğru tedavilerin seçimiyle reflü hastalarının yakınmalarından kurtulabildiklerini belirterek, sözlerine şöyle devam ediyor: “Medikal tedavilerde öncelikli olarak semptom ve komplikasyon oluşumunda suçlanan en önemli etken olan mide asidinin azaltılması hedefleniyor. Proton pompası blokajı yapan ilaçlar (PPİ),  aside bağlı ülserde etkin ve güvenli bir yöntem olarak sık kullanılıyor. İhtiyaç halinde midede bariyer oluşturan şuruplar, yemek borusu hareketini düzenleyen ilaçlar ve kapakçık basıncını artıran tedavilere başvuruluyor. Yaşam tarzı değişiklikleri de önemli bir hasta grubunda fayda sağlıyor. Tedaviye dirençli hastalarda endoskopik reflü prosedürleri uygulanabiliyor. Seçilmiş hastalarda cerrahi yöntemden de faydalanılıyor. Günümüzde cerrahi tedaviler içerisinde en sık laparoskopik fundoplikasyon yöntemine başvuruluyor”

Reflü şikayetlerine karşı 6 etkili öneri!

  • Mide hacminizi tam olarak doldurmaktan kaçının. Dolayısıyla yemeklerinizi iyi çiğneyerek, az miktarda ve sık sık tüketmeyi alışkanlık edinin.
  • Son yemeğinizi gece yatmadan en az üç saat önce bitirin. Zira yatmadan önce tüketilen yemekler mide basıncını arttırarak reflü yakınmalarını şiddetlendirebiliyor.
  • Boynunuzda bir rahatsızlık hissetmiyorsanız, yastığınızın mümkünse 10-15 cm yüksekliğinde olmasına dikkat edin.
  • Bel ve karın bölgenizi sıkmayan kıyafetleri tercih edin.
  • Gerekli olmadıkça ağrı kesici ilaçlar kullanmayın.
  • Beslenme alışkanlıklarınıza dikkat edin; mide asidini artıran besinlerin tüketiminden kaçının.

Pelvik taban hastalığı hakkında bilinmeyenler

Pelvik taban hastalığı hakkında bilinmeyenler

Öksürürken ya da bağırırken idrar kaçırma, sık sık tuvalete çıkma ihtiyacı, bel ve boyuna vuran ağrı, cinsel ilişki sırasında acı hatta diş gıcırdatma! Bu ve benzeri şikayetlerinizin ardında, belki adını bile duymadığınız Pelvik Taban hastalığı yatıyor olabilir!

Acıbadem Üniversitesi Atakent Hastanesi Gastroenteroloji Uzmanı Dr. Öğretim Üyesi Özdal Ersoy “Leğen kemiğinin iç kısmını örten pelvik taban kaslarında ve bu kasları besleyen sinir ağında bozulma sonucu ortaya çıkan Pelvik Taban hastalığı kendini çok değişik şikayetlerle gösterdiğinden tanı alınıp tedavisi başlayıncaya kadar uzun yıllar geçebiliyor!” diyor. Dr. Öğretim Üyesi Özdal Ersoy yaşam kalitesini olumsuz etkileyen buna karşın ‘utandıran şikayetler nedeniyle doktora başvurmaya bile çekinilebilen Pelvik Taban hastalığı hakkında bilinmesi gereken 5 önemli noktayı anlattı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

Dr. Öğretim Üyesi Özdal Ersoy

Bu şikayetlerle kendini gösteriyor!

Pelvik Taban hastalıklarının dışkılama yapma ya da tutabilmede zorlanma (kabızlık ya da dışkı/gaz tutamama) olarak kendini gösterebildiğini belirten Dr. Öğretim Üyesi Özdal Ersoy bu nedenle ‘Utandıran Hastalık’ olarak da ifade edildiğini söylüyor. İdrar yaparken yanma, idrar tutamama, cinsel aktivitelerde bozulma (ağrılı cinsel ilişki, vajinismus, orgazm sorunları vb) gibi şikayetlere yol açabilen Pelvik Taban hastalığının henüz belirmeden de bazı sinyaller verebildiğini söyleyen Dr. Özdal Ersoy bu belirtileri ‘sebebi açıklanamayan karın, kasık, bel, sırt ve boyun ağrıları, hazımsızlık, bağırsak gazında artış, reflü yakınmaları hatta diş sıkma ve diş gıcırdatma gibi problemler’ olarak açıklıyor.

Başka hastalıklarla karışabiliyor!

Günlük yaşam konforunu son derece olumsuz etkileyen ve kişiyi sosyal hayattan da uzaklaştırıp içe kapanmasına yol açan Pelvik Taban hastalığının yarattığı ağrının, birçok sindirim sistemi ya da ürojinekolojik sistem hastalıklarıyla karışabildiğini belirten Dr. Öğretim Üyesi Özdal Ersoy “Hassas bağırsak sendromu, halk arasında çikolata kisti olarak bilinen endometriozis, kronik prostatit, kronik sistit ve sırt, boyun, bel fıtıkları gibi hastalıkların şikayetleriyle de benzerlik gösterebildiğinden tanı ve tedavisinde önemli zaman kaybına yol açabilmektedir” diyor.

Pelvik tabana yol açan etkenlere dikkat!

Dr. Özdal Ersoy, Pelvik taban kaslarının yapısının ve fonksiyonlarının; ilerleyen yaş, gebelik ve doğum, geçirilmiş pelvik ve karın cerrahileri (bağırsak-mesane-rahim ve yumurtalık, karın germe ve kasık fıtığı ameliyatları), obezite, kronik öksürük (özellikle KOAH, astım), tuvaleti uzun süre erteleme, ne olur ne olmaz diyerek idrar yokken bile idrar yapmaya çalışma, mobbinge uğrama ve stres gibi durumlardan olumsuz etkilenerek bozulduğunu, bunun da Pelvik Taban hastalığına yol açabildiğini söylüyor.

Acıbadem Üniversitesi Atakent Hastanesi

Günlük yaşantıyı olumsuz etkiliyor!

Pelvik Taban hastalığının yol açtığı şikayetlerin başka hastalıklarla da karışabildiğini bu nedenle tanı konulmasının uzun yıllar sürebildiğini belirten Dr. Özdal Ersoy hastaların bu süre içerisinde tükenme noktasına gelebildiğini vurgulayarak şöyle konuşuyor: “Hasta ve hasta yakınlarında tükenmişliğe, depresyona ve yaşam kalitesinin çok azalmasına neden olabilen Pelvik Taban hastalığı, kişinin günlük yaşam aktivitelerini yapmasını çok olumsuz etkileyip,  bireysel ve sosyal yaşantısına darbe vuruyor. Kişi tuvaletten çıkamadığı için gündüz işlerini erteleyebiliyor, iş ve okula gitme kayıplarına maruz kalabiliyor, idrar ya da kaçırma sebepli yaşanan kötü koku nedeniyle sürekli bez kullanma ihtiyacı duyarken, özgüven kaybı, anksiyete ve depresyona yol açabiliyor, kişinin aile ve sosyal yaşamını kaybetmesine neden olabiliyor.”

Multidisipliner tedavi gerektiriyor!

Gastroenteroloji Uzmanı Dr. Öğretim Üyesi Özdal Ersoy, Pelvik Taban hastalığının tanı ve tedavisinde multidisipliner yaklaşımın şart olduğunu belirterek, gastroenteroloji, genel cerrahi, ürojinekoloji, üroloji, fizik tedavi ve rehabilitasyon ile psikiyatrinin vazgeçilmez branşlar olduğunu vurguluyor. “Hasta bazen birçok branş arasında görülmekten yorulsa da en iyi tedavi başarısı ancak bu şekilde sağlanabilmektedir” diyen Dr. Özdal Ersoy, bu durumun hastaya detaylı şekilde açıklanması gerektiğini söylüyor. Dr. Özdal Ersoy, Pelvik Taban hastalıklarının herbirine olan tedavi yaklaşımı benzer olsa da, asıl tedavi başarısının  kişiye özel yapılandırılmış tedavi yöntemleri ile olabildiğini belirtiyor.