Yazılar

Alerjik hastalıkların görülme sıklığı artıyor!

Öksürük, boğazda gıcık hissi, hırıltılı solunum, nefes darlığı, burun tıkanıklığı, gözlerde kızarıklık ve hapşırık gibi belirtilerle kendini gösteren alerjik hastalıklar ülkemizde son yıllarda giderek yaygınlaşıyor. Ancak ne yazık ki çoğunlukla ortak belirtilere sahip olan üst solunum yolu enfeksiyonları, akut bronşit ve mevsimsel grip gibi sık görülen hastalıklarla karışabildiğinden tanı konulması uzun zaman alabiliyor. Acıbadem Ataşehir Hastanesi Göğüs Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. İlim Irmak, çoğu hastanın bu belirtileri hafife alıp, geçmesini beklediği için doktora başvurmayı geciktirdiğini belirterek “Ülkemizde alerjik hastalıkların görülme sıklığı giderek artıyor. Astım hastalarının yaygınlığı yüzde 5-10 civarındayken, alerjik rinit yüzde 20’lere ulaşıyor. Geç tanı veya yanlış tanı nedeniyle hastalar yıllarca doğru tedaviyi alamıyor hatta tedavisiz kalabiliyor. Öyle ki çoğu kez hastalar şikayetlerinin alerjen maruziyetinden olduğunu dahi bilmiyor. Tedavisiz kalan alerjik hastalıklar ise solunum yollarında geri dönüşümsüz hasara, havayolu daralmasına ve ilerleyici solunum yetmezliğine yol açıyor” diyor. Oysa alerjik solunum yolları ve alerjik akciğer hastalıklarının erken tanı ve doğru tedavi ile kontrol altına alınabileceğini vurgulayan Göğüs Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. İlim Irmak, yaşam kalitesini büyük ölçüde düşüren hatta yaşamı tehdit edebilen alerjik hastalıklara karşı alınabilecek 6 etkili önlemi anlattı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

Doç. Dr. İlim Irmak

Doç. Dr. İlim Irmak

·        Alerjenlerden korunun!

Polen, ev tozu ve küf mantarı gibi yaygın alerjenlerden korunarak semptomları azaltmak mümkün. Doç. Dr. İlim Irmak “Bu konuda her zaman hastalarıma söylediğim bir sağlık mottom var: Genetik yatkınlık olmasa da hayat boyu kendimizi maruz bıraktığımız şeylere göre karşılaşacağımız hastalıkları aslında biz belirliyoruz. Bu etkenlerin başında da sigara dumanı, hava kirliliği, mesleki maruziyetler (fırıncılık, pastacılık, hayvan laboratuarlarında çalışma, veterinerlik, deterjan endüstrisi vb.), kedi, köpek vb. hayvan epiteli, viral enfeksiyonlar ve stres gibi faktörler rol oynuyor. Bu nedenle sizi rahatsız eden alerjenleri tespit ederek bu alerjenlerden korunmak gerekir” diyor.

  • Çevresel maruziyetlere karşı önlem alın

Hayvan sahiplenen kişilerin sevimli dostlarını yatak odalarına almamaları/ birlikte yatmamaları, temas ettikleri kıyafetlerle güne devam etmemeleri ve bu kıyafetlerle yatağa yatmamaları, sık duş almaları, sık kıyafet değiştirmeleri, parfüm, deterjan ve yemek kokularına maruz kalmamaları ve gerektiğinde okyanus suyu, serum fizyolojik gibi uygun materyallerle nazal yıkamalar yapmaları faydalıdır.

  • Sigara ve dumanından kaçının

Alerjik hastalıkların çevresel maruziyetler nedeniyle sonradan da gelişebildiğini, bunu bilerek gereken önlemleri almak gerektiğini belirten Doç. Dr. İlim Irmak, alerjik etkenlerin en önemlilerinden birinin sigara ve hava kirliliği olduğunu vurgulayarak “Sigara ve hava kirliliğine maruziyet solunum yollarında inflamasyona ve alerjenlere daha da duyarlı hale gelinmesine yol açar, hastalık şiddetini artırabilir. Unutmayın; nedene yönelik önlemler alınmadığı sürece ilaç tedavileri yetersiz kalacaktır. Buna verilebilecek en iyi örnek; kişinin sigara içmeye devam ederek astım ilaçları ile tedavi başarısı şansını azalttığı gerçeğidir” diyor.

  • Bulunduğunuz ortamı alerjenlerden arındırın

Halı, kilim gibi ev tozu akarlarına kaynak oluşturabilecek eşyaları azaltmak ve açıkta değil  kapalı dolapta tutmak, hava filtreleri ve hava temizleme cihazı kullanmak, düzenli temizlik yapmak ve bulunulan ortamı sık sık havalandırmak alerjen yükünü azaltarak belirtileri hafifletebilir.

  • Dengeli ve sağlıklı beslenin

Alerjik hastalıkların beslenme düzeni ile de yakından ilişkili olduğunu ancak bunun toplumda çoğunlukla bilinmediğini vurgulayan Göğüs Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. İlim Irmak “Yapılan çalışmalar; tüketilen bazı besinlerin vücutta inflamasyona neden olarak alerjik hastalıklara zemin hazırladığını ve atakları tetiklediğini göstermektedir. Bu nedenle bu besinlerin farkına vararak uzak durmak önemlidir. Akdeniz tipi beslenme ve antioksidanlar bağışıklık sistemini güçlendirerek alerjik inflamasyonu azaltmaya destek olduğundan dolayı sağlıklı ve dengeli beslenmeye özen göstermek gerekir” diyor.

  • Düzenli egzersiz yapın

Akciğer kapasitesini artıran egzersizler ve doğru nefes alma teknikleri ile stresi yönetmenin yollarını öğrenerek uygulamak alerjik solunum yolu hastalıkları ve alerjik akciğer hastalıklarının semptomlarını hafifletmede önemli rol oynar. Haftada en az üç gün, birer saat düzenli yürüyüş yapmak da bağışıklık sistemini güçlendirerek alerjenlere karşı vücudun daha dirençli olmasına katkı sağlar. Ayrıca akciğer kapasitesini artırır ve daha verimli çalışmasına destek olur. Stres alerjik reaksiyonları tetiklediğinden dolayı düzenli yürüyüş sayesinde bu semptomların da kontrol altına alınması sağlanır.

Elektronik sigaranın verdiği zararlar…

Ölümcül tüm rahatsızlıkların başlıca nedeni olan sigara, bağımlılık özelliği sebebiyle milyonlarca insanın isteyip de kurtulamadığı bir alışkanlık. Sigaradan bir türlü kopamayanların da çözümü elektronik sigaralarda aradığını ifade eden Anadolu Sağlık Merkezi Hastanesi Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Esra Sönmez, “Ancak elektronik sigaralar sanıldığı kadar zararsız değil. İçeriğindeki nikotin sebebiyle en az normal sigaralar kadar şiddetli bağımlılığa sebep olurken, akciğerde de çeşitli hasarlara yol açıyor” dedi.

Elektronik sigaraların buhar şeklinde solunum yoluyla akciğerlere ulaştığını açıklayan Anadolu Sağlık Merkezi Hastanesi Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Esra Sönmez, “Bu ürünler aromatik katkı maddeleri dışında nikotin veya THC gibi yağda çözünen ve bağımlılık yapan maddeler içerir. Bu nedenle elektronik sigaraların hava yolları ve akciğer dokusunda yarattığı hasarlara ait bildirilen vaka sayısı her geçen gün hızla artıyor” şeklinde konuştu.

Dr. Esra Sönmez

Dr. Esra Sönmez

Elektronik sigaranın ilk hedefi gençler

Tüm dünyada e-sigara kullanımının önemli ölçüde yaygınlaştığını vurgulayan Dr. Esra Sönmez, “Elektronik sigara, aslında yine tütün endüstrisinin bir ürünüdür. Özellikle ana hedef kitlesini gençlerin oluşturduğu bu ürünün kullanımı endişe verici şekilde artmaya devam ediyor. Amerika Birleşik Devletleri’ndeki lise öğrencilerinin yüzde 20’ye yakınının elektronik sigara kullandığı bildiriliyor. Öyle ki, yakın gelecekte e-sigara satışlarının normal sigara satışlarını geride bırakabileceği bile öngörülüyor” dedi.

Uzman Dr. Esra Sönmez elektronik sigaralarla ilgili 3 büyük doğru bilinen yanlışı sıraladı:

  1. Elektronik sigaralar zararsızdır: Elektronik sigaralar, diğer tütün ürünlerine kıyasla daha az toksik madde içerir ama kesinlikle masum değildir. Elektronik sigaralar akciğere direkt toksik etkiyle hasar verir ve ölüme yol açabilir. ABD merkezli Hastalık Kontrol ve Korunma Merkezleri’nin (CDC) yayınladığı verilere göre 2020 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nde elektronik sigaraya bağlı 2 bin 807 akciğer hasarı vakası bildirildi ve bu vakaların 68’i ölümle sonuçlandı.
  2. Elektronik sigaralar bağımlılık yapmaz: Elektronik sigaralar da normal sigaralar gibi nikotin içerdiği için bağımlılığa sebep olur.
  3. Elektronik sigaralar, içiciliği bitirmeye yardımcı olur: Elektronik sigara kullanarak bu alışkanlıktan kurtulmaya çalışanların kısa sürede sigaraya geri döndüğü gözlemlenmiştir. Bu sebeple de tütün bağımlılığı tedavisinde yeri yoktur. Tıp nezdinde kendini kanıtlamış tedavi yöntemleri hakkında bilgi almak için uzman bir sağlık kuruluşundan yardım alınabilir.

Bahar mevsiminde astım hastalarına 10 kritik uyarı!

Bahar mevsiminde astım hastalarına 10 kritik uyarı!

Astım tüm yaş gruplarında görülen en yaygın kronik hastalıklardan biri. Dünya genelinde 300 milyonun, ülkemizde de 7 milyonun üzerinde astım hastası olduğu belirtiliyor. Üstelik astımın görülme sıklığı günümüzde giderek artıyor.  Astım, en önemli sinyallerinden olan nefes darlığı, hışıltılı solunum ve inatçı öksürük nedeniyle yaşam kalitesini ciddi boyutlarda bozabiliyor ve iş gücü kaybına neden olabiliyor. Özellikle de doğanın canlanıp çiçeklerin açtığı, polenlerin havada uçuştuğu bahar ayları astım hastaları için adeta kabusa dönüşebiliyor. Acıbadem Bakırköy Hastanesi Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Süha Alzafer, bahar mevsiminin özellikle polene karşı alerjisi olan astım hastalarını olumsuz etkilediğine dikkat çekerek, “Polenler astımı tetikleyen etkenlerden biridir. Ayrıca genellikle bu hastalarda beraberinde alerjik nezle de olduğu için polenler üst solunum yollarında tıkanıklığa yol açar ve astımı daha da kötüleştirir. Ancak hekimin önerdiği ilaç tedavisi ve alınacak olan bazı önlemler ile yaşam kalitesi bozulmadan normal bir yaşam sürmek mümkündür” diyor.

Dr. Süha Alzafer

Dr. Süha Alzafer

Tek belirtisi ‘öksürük’ olabiliyor!  

Astım, hava yollarının mikrobik olmayan iltihabı (enflamasyon) nedeniyle gelişen, hava yollarının daralmasıyla karakterize ve krizler halinde seyreden bir hastalık.  Dolayısıyla kriz olmadığı zamanlarda hastada hiçbir belirti ve anormal muayene bulgusu olmuyor. Nefes darlığı ve hışıltılı solunum, astımın en sık görülen belirtilerini oluşturuyor. Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Süha Alzafer, bu yakınmaların yanı sıra öksürük, göğüste baskı ile kaşıntı hissi gibi belirtiler de  görülebildiğini vurgulayarak, “Alerjik astımı olan hastalarda  genellikle alerjik nezle ve sinüzit de bulunabildiği için bu şikayetlere ayrıca arka arkaya defalarca kez hapşırık, burun ve geniz kalıntısı ile su gibi burun akıntısı da eşlik eder” diyor.  Dr. Süha Alzafer, bazı astım türlerinde ise nefes darlığı olmadan sadece uzun süren öksürük gelişebileceğine de işaret ediyor.

En yaygın nedeni ‘alerjik bünye’   

Astıma pek çok etken neden olabiliyor. En sık görülen sebebi ise alerjik bir bünyeye sahip olmak. Hastaların büyük çoğunluğu alerjiden dolayı astıma yakalanıyorlar. Ancak alerjiye bağlı olmayan astım türleri de mevcut. Örneğin bazı meslekler, solunum yoluyla maruziyet oluşturarak, alerjik olmayan mesleki astıma yol açabiliyor. Yine bir başka astım türü sadece egzersiz yapıldığında ortaya çıkan ve egzersizin tetiklediği astım oluyor. Dr. Süha Alzafer, astım ataklarını tetikleyen faktörleri, ‘Polenler, ev tozu akarları, bazı hayvanlar (kedi, köpek, kuş gibi), sigara dumanı, küf mantarları, hava kirliliği, soğuk hava, solunum yolu enfeksiyonları, sinüzit, reflü, asetil salisilik asit ve beta bloker gibi ilaçlar, bazı besinler, özellikle kırsal alanda rastlanılan ev içi duman maruziyeti’ olarak sıralıyor.

Tedavi edilebilen bir hastalık, ancak…

Astım tedavi edilebilen bir hastalık.  Temel hedef ise atakları kontrol altında tutmak. Astımın tedavisi ‘kronik tedavi’ ve ‘astım atağının tedavisi’ şeklinde 2’ye ayrılıyor. Kronik tedavide, hastanın hava yollarının çeperindeki enflamasyonun tedavisi için halk arasında ‘sprey’ veya ‘fıs fıs’ olarak bilinen inhaler ilaçlar kullanılıyor. Bazı alerjik astım hastalarında immünoterapi de fayda sağlıyor. Astım krizi esnasında bu ilaçlara havayolu spazmını tedavi edecek inhaler ilaçlar da ekleniyor. Kriz boyunca ilaçlar genellikle nebülizatör denilen aletler ile veriliyor. Bazen kortizon kullanmak da gerekebiliyor.  Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Süha Alzafer, astımın tedavisinden etkin sonuç alınmasında düzenli ilaç kullanımının son derece önemli olduğu uyarısında  bulunarak, “Hasta, herhangi bir  yakınması olmasa bile ilaçlarını mutlaka hekiminin önerdiği süre ve  dozda kullanmalı, ‘yakınmam yok’ diyerek kendiliğinden bırakmamalı. Aksi halde zaman içinde astım hastalığı kronikleşebilir. Dolayısıyla kriz olmadığı zamanlarda da sürekli solunumsal yakınmaları olan bir hastaya dönüşebilir” diye konuşuyor.

Astım ataklarına karşı 10 bahar önerisi!

Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Süha Alzafer, astım hastalarının bahar aylarında dikkat etmeleri gereken önemli kuralları şöyle özetliyor:

  • Ormanlık alanlardan uzak durun
  • Dış ortamdan eve geldiğinizde kıyafetlerinizi değiştirerek duş alın
  • Evinizin pencerelerini ve araç camlarını olabildiğince kapalı tutun
  • Evde ve arabada polen filtreli klimaları tercih edin
  • Çamaşırlarınızı kapalı ortamlarda kurutun
  • Dışarıya çıktığınızda gözlük ve şapka kullanın
  • Her gün bol su içmeye özen gösterin
  • Sigara kullanmayın, içilen ortamdan uzak durun
  • Olabildiğince dumansız, temiz hava solumaya dikkat edin
  • Solunum yolu enfeksiyonlarına karşı korunun

Her yıl 2,5 milyondan fazla kişi zatürreden hayatını kaybediyor!

Her yıl 2,5 milyondan fazla kişi zatürreden hayatını kaybediyor!

Liv Hospital Göğüs Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Ömer Ayten: “Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre her yıl yaklaşık 500 milyon insan zatürre ve bronşit gibi alt solunum yolu enfeksiyonlarına yakalanmakta ve her yıl 2,5 milyondan fazla kişi zatürreye bağlı kaybedilmektedir.” diyerek önemli bir sağlık sorunu olan Zatürre hastalığı hakkında bilgiler verdi.
Zatürre nedir?

Zatürre (pnömoni) çoğunlukla bakteri veya virüslerin nadiren de mantarların neden olduğu bir akut solunum yolu enfeksiyonu şeklidir.
Önemli bir sağlık sorunu
Ülkemizde de ne yazık ki enfeksiyon kaynaklı ölümler arasında zatürre ilk sırada yer almaktadır. Zatürre önemli bir sağlık sorunudur. Bu önemli sağlık sorununa dikkat çekmek, hastalıktan korunmak, tedavinin düzenli kullanılmasını sağlamak ve riskli gruplar için aşılanmanın önemini vurgulamak için Dünya Sağlık Örgütü 2009 yılında, 12 Kasım gününü dünya zatürre günü ilan etmiştir.

 

Doç. Dr. Ömer Ayten

Her yaş insanda görülebilir

Zatürre her yaştan insanda görülmekle birlikte, 5 yaş altı çocuklar ve önceden kronik rahatsızlıkları olan yaşlı yetişkinler  (>65 yaş) ile bağışıklık sistemi sorunları olan duyarlı kişilerde daha sık görülür. Bununla birlikte:

  • İleri yaş,
  • Kronik hastalık varlığı,
  • Bağışıklık sistemi hastalıkları ve bağışıklık sistemini baskılayan ilaç kullanımı,
  • Aşırı sigara ve alkol kullanımı,
  • Uzun süreli hastane yatışları,
  • Yutma bozuklukları ve kusma,
  • Kalabalık yaşam ve kronik kimyasal maruziyeti zatürre gelişimi için tanımlanmış risk faktörleridir.

Hastanın bağışıklık tepkisi önemli
Hastalık hafif seyirli klinik tablolarla seyredebildiği gibi yaşamı tehdit eden klinik tablolara da yol açabilir. Hastalığın seyri büyük ölçüde uygun tedavi ile birlikte hastanın bağışıklık tepkisine bağlıdır. Özellikle 65 yaş üzeri kronik hastalığı olanlarda (kronik kalp hastalıkları, kronik akciğer hastalıkları, inme, kronik böbrek hastalıkları, diyabet vb) hastalığın ağır seyretme riski ve hastalığa bağlı ölüm riski daha yüksektir.

Zatürre tanısı klinik ve radyolojik bulgulara dayanır
Zatürre hastaları sıklıkla solunumsal ve sistemik semptomlarla başvururlar. En sık görülen semptomlar ateş, öksürük (kuru veya balgamlı), nefes darlığı ve batar tarzda göğüs ağrısıdır. Bunun yanında halsizlik, yorgunluk, kas ağrıları ve bulantı da görülebilir. Zatürre tanısı klinik ve radyolojik bulgulara dayanır. Uygun semptom ve fizik muayene bulguları olan hastalarda akciğer grafisinde veya tomografide infiltrasyonların gösterilmesi tanıyı doğrular. Akciğerdeki infiltrasyonların gösterilmesinde akciğer grafisinin yetersiz kalması durumunda akciğer tomografisi daha ayrıntılı bir değerlendirme yapılmasını sağlar.
Tanıda zatürre etkeninin tanımlanması uygulanacak antimikrobiyal tedavinin düzenlenmesinde önemli bir yere sahiptir ancak çoğu zaman etkenin ortaya konması mümkün olmamaktadır. Bu nedenle genel olarak antimikrobiyal tedavi, olası mikrobiyal etkenler göz önüne alınarak ampirik (etkeni bilmeden) olarak başlanır ve etken izole edildiğinde buna yönelik antimikrobiyal tedavide düzenleme yapılır. Tedavide en önemli nokta planlanan antimikrobiyal tedavinin düzenli olarak belirlenen süre boyunca kullanılmasıdır. Yetişkinlerde genellikle uygun antimikrobiyal tedavi ile zatürre büyük oranda akciğerde dokusunda hasar (sekel )bırakmadan iyileşir. Gecikmiş ve yetersiz antimikrobiyal tedavi ampiyem (akciğer zarları arasında enfekte sıvı toplanması), akciğer dokusunda kalıcı hasar oluşumu (sekel) gibi sonuçların yanı sıra solunum yetmezliği ve ölümle de sonuçlanabilir.

Korunmada öz hijyen çok önemli

  • Zatürreden korunmanın en önemli basamaklarını kişinin öz hijyenine dikkat etmesi, bağışıklık sistemini korumak ve zatürre oluşumunu kolaylaştıran risk faktörlerinden uzaklaşmak oluşturur.
  • Ortam hijyeninin sağlanması, stresten kaçınma, dengeli beslenme, uyku düzeninin sağlanması, alkol ve sigara içmemek ve kronik hastalıkların düzenli takip ve tedavisi de yine önemlidir.
  • Kronik hastalığı olan yaşlı bireyler başta olmak üzere kapalı, havasız ve kalabalık ortamlardan mümkün oldukça kaçınmak ve bu ortamlarda maske kullanımı korunmada önemli bir faktördür.

Korunmada diğer önemli bir faktör de aşılardır
İnfluenza’nın  (grip virüsü) hem kendisinin zatürre oluşturabilmesi hem de ikincil olarak bakteriyel zatürrelere zemin oluşturması nedeniyle grip aşılarının yapılması korunmada önemli bir yer teşkil etmektedir. Günümüzde 6 aydan küçük bebekler dışında tüm bireylere yıllık rutin grip aşısı yapılması önerilmektedir.

Zatürre aşısı, zatürrenin en sık etkeni olan Streptococcus pneumoniae’ya karşı geliştirilmiş bir aşıdır. Dolayısıyla tüm mikroorganizmalara karşı etkili değildir. Zatürre aşısısının 65 yaş üzeri tüm yetişkinler ile 19 yaş üzeri ek hastalığı olan (BOS kaçağı, kohlear implant, diabetes mellitus, alkolizm, siroz, kronik böbrek yetmezliği (KBY), kronik akciğer hastalığı, kronik kalp hastalıkları, obezite; erişkinde: BMI ≥40, bağışıklık sistem bozukluğu olanlar) tüm bireylere yapılması önerilmektedir.

Akciğer sertleşmesi solunum yetmezliğine yol açar

Akciğer sertleşmesi solunum yetmezliğine yol açar

Toplumda ‘akciğerlerde sertleşme’ olarak bilinen pulmoner fibroz tedavide gecikildiğinde solunum yetmezliğine yol açabilen bir hastalık. Üstelik en tipik belirtisi olan nefes darlığı sinsi bir şekilde ortaya çıkıyor ve genellikle yavaş ilerliyor. Hastalığın ilerlemesiyle birlikte nefes darlığı giderek şiddetleniyor. Öyle ki özellikle yürürken, merdiven çıkarken veya yük taşırken gelişen nefes darlığı ilerleyen evrelerde hastaların giyinmek gibi en basit günlük işlerini bile yapamaz hale gelmelerine yol açabiliyor. Bu hastalığın bir başka önemli zararı da doğrudan kansere dönüşmemekle birlikte hastalarda akciğer kanseri gelişme riskini yükseltmesi. Yapılan çalışmalara göre; pulmoner fibroz hastalarında bu risk yüzde 7-20 oranında artıyor. Acıbadem Maslak Hastanesi Göğüs Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Nur Dilek Bakan, bu nedenle pulmoner fibroz hastalığında erken teşhis ve tedavinin yaşamsal öneme sahip olduğuna dikkat çekerek, “Günümüzde bu hastalığın henüz kesin çözümü olmasa da akciğerlerde oluşan hasarın ilerlemesini önlemek, semptomları en aza indirerek hastanın yaşam kalitesini yükseltmek mümkün olabiliyor. Tedaviye erken dönemde başlandığında fibrozun ilerlemesini durdurmada veya yavaşlatmada daha etkili sonuçlar alınıyor. Erken teşhis için nefes darlığı şikayetinde zaman kaybetmeden mutlaka hekime başvurulmalıdır” diyor.

Acıbadem Maslak Hastanesi

Prof. Dr. Nur Dilek Bakan

Dünyada 1.5 milyon kişiyi etkiliyor!

Pulmoner fibroz, yani akciğer fibrozu geliştiğinde, akciğerlerin iç yüzeyini kaplayan hava kesecikleri ve akciğer dokusunun destekleyici yapıları zarar görüyor. Akciğerin bu yapılarının kalınlaşıp sertleşerek esnekliğini kaybetmeleri, içimize solunumla çektiğimiz oksijenin kanımıza geçişine engel oluyor. Bunun sonucunda nefes darlığı gelişmeye başlıyor ve ilerleyince solunum yetmezliğine neden olabiliyor. Dünyada tanı konulan 1-1,5 milyon pulmoner fibroz hastası olduğu belirtiliyor. Ancak tanı konulmamış hastalar da düşünüldüğünde gerçek rakamın daha yüksek olduğu tahmin ediliyor. Türk Toraks Derneği’nin yaptığı araştırmaya göre; ülkemizde her yıl yaklaşık 4 bin kişiye pulmoner fibroz tanısı konuluyor.

Pek çok sebebi olabiliyor

Pulmoner fibroza neden olabilen pek çok etken var.  Bağdokusu hastalıkları (romatoid artrit, skleroderma gibi),  çeşitli kimyasal gazlar gibi mesleksel veya çevresel maruziyetler ya da  bazı ilaçlar bu hastalığa en sık yol açan nedenler. Pulmoner fibroza sebep olabilecek bir etken bulunamazsa “idyopatik pulmoner fibroz” olarak adlandırılıyor. Bilgisayarlı tomografi, solunum fonksiyon testleri, bronkoskopi ile akciğerden alınan yıkantı sıvısı veya biyopsi ile nadiren cerrahi akciğer biyopsisi de hastalığın teşhisinde kullanılan en önemli araçları oluşturuyor.

Acıbadem Maslak Hastanesi Göğüs Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Nur Dilek Bakan

Nefes darlığı sinsi ilerliyor!

Nefes darlığı, öksürük (çoğunlukla kuru), morarma, yorgunluk ve kilo kaybı, bu hastalığın başlıca belirtilerini oluşturuyor. Prof. Dr. Nur Dilek Bakan, nefes darlığının genellikle sinsi şekilde ortaya çıktığını ve giderek ilerlediğini vurgulayarak, “Hastalığın erken evrelerinde belirtiler pek anlaşılmıyor. En tipik yakınması olan nefes darlığı erken evrelerde ancak merdiven çıkmak ve koşmak gibi zorlu aktivitelerde gelişiyor. Hastalar hekime başvurduklarında sıklıkla altı ay veya daha uzun bir süredir var olan nefes darlığından yakınıyorlar. Bu nedenle hastalığın tanı ve tedavisinde gecikmeler yaşanıyor. Nefes darlığı çok önemli bir belirtidir, her durumda hekime başvurmayı gerektirir” diyor.

Hastalığın seyri hastaya göre değişebiliyor

Pulmoner fibrozun klinik seyri değişken olduğu için nasıl ilerleyeceğini öngörmek genellikle zordur. Aynı pulmoner fibroz tipine sahip hastaların doğal seyri dahi değişkenlik gösterebiliyor; bazı hastalarda daha hızlı kötüleşme yaşanırken, bazılarında ise daha durağan bir seyir görülüyor. Prof. Dr. Nur Dilek Bakan, bu nedenle pulmoner fibrozun tedavisinin kişiye özel olarak planlandığına işaret ederek “Günümüzde bu hastalığı tamamen durduracak bir tedavi henüz mevcut değil. Akciğerlerde oluşan hasar da geri döndürülemiyor. Dolayısıyla akciğerde gelişen hasarın ilerlemesini önlemeyi amaçlayan tedaviler uygulanıyor. Tedaviye rağmen ilerleyen durumlarda ise kesin çözüm için akciğer nakli gerekebiliyor” diyor.                       

Sekiz haftadan uzun süren öksürüğe dikkat!

Sekiz haftadan uzun süren öksürüğe dikkat!
Sonbahar ve kış mevsiminde hekimlere en sık başvuru nedenleri arasında yer alan ‘öksürük’ bazen haftalarca dinmeyebiliyor. Akciğerleri rahatsız eden yabancı madde ile mukusu dışarıya atmanın temel yöntemi olan öksürük yetişkinlerde sekiz haftadan uzun süre devam ettiğinde ‘kronik öksürük’ olarak adlandırılıyor. Acıbadem Bakırköy Hastanesi Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Süha Alzafer, dinmeyen öksürük yakınmasında mutlaka hekime başvurmak gerektiğine dikkat çekerek, “Öksürük genellikle üst solunum yolu enfeksiyonları ve sigara kullanımından kaynaklansa da önemli hastalıklara da işaret edebiliyor. Bu nedenle sekiz haftadan uzun süren öksürüğün ‘griptendir’ veya ‘sigara öksürüğüdür’ diyerek hafife alınmaması gerekiyor. Zira öksürüğü önemsememek ciddi hastalıkların teşhis ve tedavisini geciktirebiliyor” diyor. Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Süfa Alzafer, kronik öksürüğe yol açan etkenleri anlattı; önemli öneriler ve uyarılarda bulundu!

Dr. Süha Alzafer

Sigara
Kronik öksürüğün nedenlerinin başında sigara içmek ve dumanına maruz kalmak geliyor. Öyle ki sigara içen kişilerde kronik öksürük görülme oranı hiç sigara kullanmayan veya sigarayı bırakmış kişilerden 3 kat daha fazla. Sigaranın kronik öksürüğe yol açmasının sebebi ise solunum yollarını tahriş etme özelliğine sahip olması. Ancak öksürük aynı zamanda akciğer kanseri ve kronik obstrüktif akciğer hastalıkları gibi ciddi sağlık sorunlarından da kaynaklanabiliyor. Sigara kullanan kişilerin öksürüğün sigara nedeniyle oluştuğunu düşünmeleri altta yatan önemli hastalıkların tanısında gecikmeye yol açabiliyor.
Astım
Astım kronik öksürük yakınmalarının ilk nedenleri arasında yer alıyor. Yapılan çalışmalara göre; astım her 100 hastadan 57’sinde tek başına öksürük belirtisiyle başlıyor. Genellikle gece uykudan uyandırıyor veya sabaha doğru gelişiyor. Beraberinde nefes darlığı ve hışıltılı solunum gibi yakınmalar da görülebiliyor.
Gastroösofageal reflü
Gastroösofageal reflü, yemek borusu ile mide arasındaki bölgede oluşan gevşeklik nedeniyle mide içeriğinin yemek borusuna geri kaçması olarak tanımlanıyor. Buna bağlı olarak hem ses tellerinde asit muhteviyatlı içeriğin tahrişe yola açması hem de gıda kırıntılarının istemsiz olarak akciğerlere kaçması sonucu kronik öksürük oluşuyor.
Sinüzit
Sinüzit hastalığında oluşan geniz akıntısı da sıklıkla kronik öksürüğe neden olabiliyor. Zira, geniz akıntısının içinde yer alan bazı iltihabi maddeler boğazı tahriş ederek öksürüğü tetikleyebiliyor. Geniz akıntısından kaynaklanan kronik öksürük genellikle geceleri yatınca artıyor. Dr. Süha Alzafer, genizde oluşan akıntı geçmeden öksürükle baş etmenin çoğu zaman mümkün olmadığına işaret ederek, “Dolayısıyla geniz akıntısı nedeniyle gelişen kronik öksürükte ilaçları uzun süre kullanmak gerekebiliyor” diyor.
Bronşektazi
Kronik öksürük, geçirilmiş zatürre enfeksiyonları sonrasında bronşların genişlemesi ve deforme olmasıyla karakterize bir hastalık olan bronşektazinin habercisi olabiliyor. Dr. Süha Alzafer, bu hastalıkta kronik öksürüğün yanı sıra sürekli ve bol miktarda balgam çıkarma sorununun da yaşandığını belirterek, “Ayrıca zaman zaman hayatı tehdit edici boyutlarda kanlı balgam görülebiliyor. Bu tabloya özellikle enfeksiyon eklendiğinde öksürük yakınması artıyor” diyor.
Bronşit
Bronşit, akut ve kronik bronşit olmak üzere iki gruba ayrılıyor. Kronik öksürük daha çok kronik bronşit sebebiyle gelişiyor ve sıklıkla sigara içenlerde görülüyor. Özellikle sonbahar ve kış mevsiminde en az üç ay boyunca devam eden öksürük ile balgam yakınmaları kronik bronşit habercisi olabiliyor. Akut bronşitte ise öksürük çoğunlukla günler içinde geçiyor ve kronik öksürüğe yol açmıyor.
Covid-19
Sonbahar ve kış aylarında yaygın görülen nezle, grip ve Covid-19 gibi üst solunum yolu enfeksiyonları geçtikten sonra öksürük haftalarca sürebiliyor. Zeminde alerjik bir bünye varsa öksürüğün uzama olasılığı yükseliyor.

Acıbadem Bakırköy Hastanesi

Tüberküloz
Kronik öksürük, en çok akciğeri etkileyen tüberkülozun da belirtisi olabiliyor. Tüberküloz hastalığının yol açtığı kronik öksürüğe kanlı balgam, kilo kaybı, iştahsızlık ve gece terlemesi eşlik edebiliyor. Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Süha Alzafer, tüberküloza bağlı kronik öksürüğü olan hastalarda tanının bir an önce konulması gerektiğini belirterek, “Böylece hem hastalığın vücuda yayılma hem de toplumdaki diğer kişilere bulaşma riski azalıyor” diyor.
Kanser
Üst solunum yolu ve akciğer kanserleri de kronik öksürüğe yol açan önemli hastalıklar arasında yer alıyor. Özellikle 40 yaşın üzerinde olan ve sigara içen hastaların nedeni bilinmeyen ve giderek artan öksürüklerde mutlaka hekime başvurmaları gerekiyor. Uzamış öksürüğe kanlı balgam, göğüs veya sırt ağrısı, iştahsızlık ve zayıflama gibi belirtiler de eşlik edebiliyor.
İnterstisyel akciğer hastalığı
Yeni tıp terminolojisinde ‘diffuz parankimal’ akciğer hastalığı olarak da tanımlanan bu geniş hastalıklar grubunda akciğerler adeta ciltteki yaranın iyileşirken kabuk bağlaması gibi bağ dokusu oluşumuyla sertleşiyorlar. Vücutta yeterince oksijen ve karbondioksit değişimi olmayınca hastalarda kronik öksürük ve hareketle artan nefes darlığı gelişebiliyor.
Kalp yetmezliği
Kalp yetmezliği de başlı başına kronik öksürük nedeni olabiliyor. Bu hastalıkta, kalbin vücudumuzun gereksinimini sağlayacak kadar kanı pompalayamaması nedeniyle akciğerlerde kan toplanıyor. Vücudumuz da akciğerde biriken bu kanı öksürükle atmaya çalışıyor. Özellikle geceleri yattıktan sonra gelişen, ayağa kalkınca veya oturunca hafifleyen, bazen beraberinde hırıltılı solunum ve pembe renkli balgamın da eşlik ettiği kronik öksürük kalp yetmezliğine işaret edebiliyor.
Buşon
Kulaklarda öksürük refleksinin uyarıldığı alanlar olduğu için buşon, yani kulak kiri de bazen kronik öksürüğe yol açabiliyor. Kulak kirinin temizlenmesi sonrasında öksürük genellikle geçiyor.

Dikkat! Elektronik sigara ölümcül olabilir!

Dikkat! Elektronik sigara ölümcül olabilir!

Elektronik sigaralar son yıllarda ‘daha az zararlı’ olduğu düşüncesiyle özellikle sigarayı bırakmak isteyen kişilerde yaygın olarak kullanılıyor. Ancak yapılan çalışmalar elektronik sigaraların hiç masum olmadığını ortaya koyuyor! Zira, içeriğinde yer alan zararlı kimyasallar akciğerlerde ölümcül hasara ve damarların yapısını bozarak kalp krizi ile inme riskine zemin hazırlayabiliyor!

Sigara, günümüzde insan hayatını tehdit eden en önemli etkenlerden biri. Dünyada her yıl 5 milyon, ülkemizde de 100 binden fazla kişi sigaranın yol açtığı sağlık sorunları nedeniyle hayatını kaybediyor. Son yıllarda pek çok kişi sigarayı bırakmak yerine daha az zararlı olduğunu düşündüğü elektronik sigaraya yöneliyor. Ancak toplumdaki yaygın inanışın aksine elektronik sigaralar da sağlığımız üzerinde büyük bir tehdit oluşturuyor. Başlangıçta zararsız oldukları düşünülen elektronik sigaraların normal sigaralar gibi bağımlılık yaptıkları ve binlerce zararlı kimyasallar içerdiği ortaya kondu. Üstelik hiç sigara içmeyen gençler veya yetişkinler de zararlı olmadığı düşüncesiyle elektronik sigaraya başlayabiliyorlar. Öyle ki bu tür ürünleri kullanan her üç kişiden biri hayatlarında hiç sigara kullanmamış kişilerden oluşuyor. Acıbadem International Hastanesi Göğüs Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Bülent Tutluoğlu, hayatımızı tehdit eden sağlık sorunlarına yol açması nedeniyle elektronik sigara kullanımından kaçınılması gerektiğine dikkat çekerek, “Elektronik sigaralar yaklaşık son on yılda hayatımıza girdi. Zararlı etkilerini daha yeni yeni görmeye başladık. Yıllar geçtikçe zararlarını daha çok tespit edebileceğimizi düşünüyorum.” diyor.

Acıbadem International Hastanesi

Prof. Dr. Bülent Tutluoğlu

Geleneksel sigara gibi bağımlılık yapıyor!

Elektronik sigaralar, geleneksel sigaralar gibi nikotin içermeleri nedeniyle bağımlılık yapma etkisine sahip. İlk ve ikinci jenerasyon elektronik sigaralar nikotin verme sistemleri yeterli olmadığı için düşük nikotin içeriyordu. Ancak üçüncü jenerasyon ürünler geniş hazneye sahip olması nedeniyle fazla oranda nikotin içermeye başladı. Bunların yanı sıra tek kullanımlık aromatik ürünleri de kapsayan dördüncü jenerasyon ürünler oldukça küçük olmaları sebebiyle yapımlarında kaynak olarak nikotin tuzları yer alıyor. Bu ürünlerin yüksek konsantrasyonda nikotin içermeleri kişilerin bağımlı hale gelmelerine neden oluyor.

Binlerce zararlı madde içeriyor!

Elektronik sigaranın konvansiyonel sigaradan daha az zararlı olduğuna dair bir bulgu olmamasına rağmen toplumda böyle bir algı var. Oysa sigaranın içeriğindeki zararlı maddelerin birçoğu elektronik sigara ürünlerinde de mevcut. Bu zararlı kimyasalların normal sigaradakiler kadar zararlı olduğu yapılan çalışmalarla ortaya kondu. Elektronik sigarada yer alan likid buharlaştığı zaman içeriğinde yer alan gliserol, propilen, glikol, aseton, kadmiyum, silikon, bakır, nikel ve kurşun gibi binlerce zararlı kimyasal maddenin akciğerlere ulaşmasına yol açıyor. Üstelik elektronik sigara daha fazla buhar oluşturduğu için kirletici unsurlar pasif sigara dumanına maruz kalan kişilerde alt solunum yollarını daha fazla etkileyebiliyor.

Akciğerde ölümcül hasar oluşturabiliyor!

Elektronik sigaranın günümüzde bilinen en önemli zararı, akut akciğer hasarına yol açarak hayatı tehdit edebilmesi. Bazı kişilerde, elektronik sigaranın akciğerde hava keseciklerini koruyan makrofajların işleyişini bozarak neden olduğu hasar sonucunda her iki akciğerde yaygın, ufak ve beyaz lekeler oluşuyor. Bu beyaz lekelerin patlamış mısıra benzemesi nedeniyle toplumda ‘akciğerde patlamış mısır hastalığı’ olarak adlandırılan akut akciğer hasarı, nefes darlığı ile öksürme, çok daha önemlisi hızla ilerleyen bir solunum yetmezliğiyle sonuçlanabiliyor. Göğüs Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Bülent Tutluoğlu, “Bu tabloda elektronik sigara kullanan hastaların bir kısmı uzun süre yoğun bakım ünitelerinde tedavi olmak zorunda kalırken, bir kısmı ise maalesef hayatını kaybediyor” uyarısında bulunuyor. Bunların yanı sıra bazı ülkelerde yapılan araştırmalarda, elektronik sigara kullanan ortaokul ve lise çağı öğrencilerinde de öksürük, balgam ve nefes darlığı gibi şikayetlerin arttığı tespit edildi.

Kalp krizi ve inme riskini artırıyor

Elektronik sigara aynı zamanda damarlar üzerinde de tahribat oluşturabiliyor. Yapılan çalışmalarda, elektronik sigaranın damar yapısını bozduğu ve önemli bir oranda pıhtı oluşumuna yol açtığı gösterildi. Bu tablo da felç veya kalp krizi gibi hayatı tehdit eden ciddi sorunlara zemin hazırlayabiliyor.

Acıbadem International Hastanesi

Kısırlığa neden olabiliyor!

Elektronik sigara kullanımı doğal yoldan hamile kalmayı da zorlaştırabiliyor. Öyle ki içerisinde yer alan kimyasal maddeler kadınlarda yumurta gelişimini olumsuz etkileyebiliyor ve embriyonun rahime tutunmasını önleyebiliyor. Yapılan çalışmalarda, elektronik sigaranın erkeklerde testosteron seviyelerini azaltırken, sperm sayısı ve kalitesini de düşürdüğü tespit edilmiş.

Bebekte gelişim bozuklukları görülebiliyor

Sigaranın yanı sıra elektronik sigaranın da hamilelik süresince kesinlikle kullanılmaması gerekiyor. Zira erken doğum, düşük, düşük doğum ağırlığı ve bebekte fiziksel-zihinsel gelişim bozuklukları gibi anne adayının sigara içmesi nedeniyle görülen tüm olumsuzlukların elektronik sigarayla da oluşabileceği düşünülüyor.

Günde 3 paket sigara içiyorsanız…

Elektronik sigara, günümüzde çoğu ülkede hekim kontrolünde, 2-3 aylık bir süreyi geçmemek kaydıyla, sigara bıraktırmaya yardımcı bir yöntem olarak kullanılıyor. Doğru ve kısa süreli kullanırsa, özellikle bağımlılık derecesi yüksek olan, günde 3-4 paket sigara içen, sigarayı bırakamayan ve el alışkanlığından vazgeçemeyen kişilerde sigarayı bıraktırmaya yardımcı olabiliyor. Ancak elektronik sigaranın da kısa sürede bırakılması ve sürenin 6 aydan daha fazla uzatılmaması büyük önem taşıyor.

Klima hastalıklarına dikkat!

Klima hastalıklarına dikkat!

Bunaltan yaz sıcaklarında hepimizi ferahlatan, hayatımızın vazgeçilmez teknolojilerinden biri olan klimalar, bazı koşullara dikkat edilmezse, farklı hastalıkların ve sağlık sorunlarının nedeni haline gelebiliyorlar. Klimaların solunum yolu enfeksiyonlarından kas tutulmalarına, alerjiden felce kadar farklı sorunlara yol açabileceğine dikkat çeken Acıbadem Kozyatağı Hastanesi Göğüs Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Ceyda Erel Kırışoğlu “Klimanın yanlış ve bilinçsiz kullanımı, özellikle kışın alışkın olduğumuz ama ‘yazın olur mu?’ diye düşündüğümüz soğuk algınlığı, nezle, ateşli boğaz enfeksiyonları ve lejyoner (klima) hastalıklarının önemli nedenlerinden biri olarak kabul ediliyor. Üstelik bu hastalıkların bazıları; bağışık sisteminin zayıf olduğu bazı hastalarda, kronik hastalığı olanlarda, sigara kullanıcılarında ve 50 yaş üstü kişilerde ağır seyredebiliyor. Aynı zamanda alerjik bünyeli kişiler için klimalarda üreyebilen küf mantarları da alerjik rinit ve alerjik astıma yol açabiliyor. Peki, klimalar nasıl oluyor da hastalıklara neden olabiliyor ve tedbir almak için nelere dikkat etmemiz gerekiyor? Göğüs Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Ceyda Erel Kırışoğlu klimaların olası risklerini anlattı, korunma yolları hakkında önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

pause sağlık

Prof. Dr. Ceyda Erel Kırışoğlu

  1. RİSK: ALERJİLER

Yeterli bakım yapılmamış klimaların ortama soğuk hava üflerken içindeki tozları, küf mantarlarını yani içinde bulunan alerjik etkenleri de üfler. Bu durum normal kişileri etkilemezken özellikle alerji sorunu olan kişilerde şikayetlerin artmasına ve alerji ataklarına neden olabiliyor. Bazı hastalarda kuru öksürüğe hatta astım krizlerinin yaşanmasına yol açabiliyor.

  1. RİSK: KAS AĞRILARI VE FELÇ

Yazın sık sık kas tutulmalarından ya da ağrılarından şikayet eden kişilere rastlanmasının nedenlerinden biri de klimalar oluyor. Klimaların üflediği soğuk havaya doğrudan maruz kalan kişilerdeki yüz sinir kılıfları etkilenirken, ileri etkilerde ödem yapabiliyor. Ancak bu durum, yüz felcine de yol açabilir ki böyle bir durumda ilk yapılması gereken acilen en yakın sağlık kuruluşuna gitmektir.

  1. RİSK: SOLUNUM YOLLARI ENFEKSİYONLARI

Klimaların korkulan etkilerinden biri, solunum yolu enfeksiyonlarına yol açması. Prof. Dr. Ceyda Erel Kırışoğlu, klimaya bağlı solunum yolu enfeksiyonları yaşanmasının iki nedeni olduğuna dikkat çekerek şunları söylüyor: “Dışarıda çok sıcak bir hava varken içerde klimayı yüksek soğukluk derecesinde kullanmak bazı riskleri de beraberinde getiriyor. İç-dış sıcaklık arasındaki yüksek farklılık, ani ısı değişikliği etkisine, aynı zamanda sürekli soğuk ve kuru havaya maruz kalmak vücut direncinin düşmesine yol açar. Bu da kişinin hastalığa davetiye çıkarması gibi bir durum. O nedenle tedbir alınmalı, klima ile dış sıcaklık arasındaki farkın en fazla 7 derece olmalıdır.”

İkinci nedenin ise klimanın çalışırken içindeki bazı bakteri ve virüsleri havaya üflemesi olduğuna dikkat çeken Prof. Dr. Ceyda Erel Kırışoğlu “Bunlar solunum yoluyla kişiye bulaşırlar. Havayı serinletirken aynı zamanda kurutan klimalar, üst solunum yollarında farenjit, burun tıkanıklıkları ve sinüzit gibi hastalıklara yol açıyor. Nezle, grip gibi hastalıkların yanı sıra halk arasında klima hastalığı olarak bilinen ağır sağlık sorunlarına yola açabilecek hastalıklar da görülebiliyor” diyor.

Pause Sağlık

9 öneriyle yaz sıcağında sağlığınızı koruyun

Peki, yazın vazgeçilmezlerimizin başında gelen klimaların sağlık risklerinden uzak durmak için hangi tedbirler alınabilir. İşte Prof. Dr. Ceyda Erel Kırışoğlu’nun önerileri:

  1. Odanız ne çok soğuk ne çok sıcak olmalı. Klimanızı 22-25 arası bir dereceye sabitleyin.
  2. Odanız sıcakken klimanızı ani bir şekilde çok soğuk dereceye getirmeyin. Isıyı yavaş yavaş düşürün ki vücut sıcaklığınız ani düşmesin.
  3. Dış sıcaklık ile klima çalışan odadaki sıcaklık arasındaki farkın en fazla 7 derece olmasına dikkat edin.
  4. Klimanızın üfleme gücünü sabit ve en fazla orta seviyede tutun. Aniden yükselttiğiniz üfleme gücüne maruz kalmanız vücut sıcaklığının ani düşmesine, kaslarınızın da olumsuz etkilenmesine neden olur.
  5. Klimanızın üflediği noktada bulunmaktan kaçının. Doğrudan klimanın üflediği yerde bulunmak sizi o an ferahlatsa da çok zararlıdır.
  6. Çok terlediniz, çok sıcakladınız ve yüzünüze püfür püfür essin istiyorsunuz ancak  klimayı yüzüne doğru üfletmeyin. Bu hem yüz felcine hem de içinde varsa hastalık etkenlerini hızlıca solumanıza yol açabilir.
  7. Kuru hava sağlığa zarar verebildiğinden nem dengesini sağlayan klimaları tercih edin.
  8. Klimaların yeterli düzeyde solunum yollarınızı nemlendirememe ihtimaline karşılık bol bol su için.
  9. Bakımı titizlikle yapılmayan klima sularında bakteri üreyebileceğinden klima ve havalandırma sistemlerinin filtrelerini her yıl değiştirip bakımlarını yaptırın.

Sağlıksız beslenme uyku apnesine davetiye çıkarıyor

Sağlıksız beslenme uyku apnesine davetiye çıkarıyor

Sağlıksız beslenme alışkanlıklarının tetiklediği obezite, birçok ciddi hastalığın yanı sıra uyku apnesine de zemin hazırlıyor. Uyku sırasında nefesin 10 saniyeden uzun bir süre kesilmesi, yeterli şekilde alınamaması ve bu sorunun uyku boyunca saat başına 5 defadan fazla yaşanması olarak tanımlanan uyku apne sendromu, çeşitli sebeplerle görülebilse de sıklıkla kilolu kişilerde görülüyor. Memorial Bahçelievler Hastanesi Göğüs Hastalıkları Bölümü’nden Doç. Dr. Sinem İliaz, uyku apnesi ve tedavi yöntemleri hakkında bilgi verdi.

Memorial Bahçelievler Hastanesi Göğüs Hastalıkları Bölümü’nden Doç. Dr. Sinem İliaz

Doç. Dr. Sinem İliaz

Kalp, kas/sinir ve beyin hastalıkları da uyku apnesine yol açabiliyor

Yüksek karbonhidrat ve yağlı beslenme gibi kötü beslenme alışkanlıkları ve çağımızın getirdiği hareketsizlikle birlikte obezite/aşırı kiloluluk giderek yaygınlaşmaktadır. Uyku apne sendromu da obezite veya aşırı kilolu kişilerde daha sık görülmektedir. Elbette uyku apne sendromunun tek nedeni aşırı kilo değildir. Bazen kullanılan ilaçlar, kalp hastalığı, kas-sinir hastalığı veya bazı beyin rahatsızlıkları da uyku apne sendromuna neden olmaktadır. Bazı durumlarda çok zayıf olanlarda ya da bu sayılan hastalıkların görülmediği kişilerde bile bireysel başka nedenlerle derin uyku evresinde veya sırtüstü yatarken uyku apnesi ortaya çıkabilmektedir.

Uyku apne sendromu kalbe zarar verebilir

Uyku apne sendromunun özellikle kalbe olumsuz etkilerden dolayı tedavi edilmesi gerekmektedir. Uyku apne sendromu nabız hızlanması, düzensiz nabız, ilaçlara dirençli yüksek tansiyon, kalp kasında kalınlaşma, kalp krizinde artışa neden olabilmektedir. Bu olumsuz etkilerinden dolayı mutlaka tedavi edilmesi önerilir.

Tanı uyku testi ile konuluyor

Uyku apne sendromu hafif, orta ve ağır olmak üzere 3 şiddette olabilir. Hastalığın tanısı uyku laboratuvarında hastanın bir gece uyuması ile konulur. Bu uyku sırasında; kalp atışı, göğüs, karın, bacak hareketleri ve beyin dalgaları bağlanan elektrotlarla gece boyu takip edilir. Uyku apne sendromu teşhisine yarayan bu teste polisomnografi adı verilir ve tanı için altın standarttır. Bu gecenin sonunda, uyku uzmanı hastanın gecenin ne kadarını uykuda geçirdiğini ve bu uyku sırasında gelişen solunumsal, kardiyak olayları skorlar. Hastanın uyku testi değerlendirilerek ayrıntılı bir rapor hazırlanır ve hastanın uyku apne sendromu tedavisine ihtiyacı olup olmadığına bu şekilde karar verilir. Obezite hastası olup, horlama, gündüz aşırı uyku hali ve gece uykuda nefes durmaları olan, uyku apne sendromu açısından yüksek riskli kişilerde daha ağır uyku apne sendromu olması beklenir. Bu bireylerde uyku laboratuvarında polisomnografi yerine, hastanın kendi evinde, yatağında uygulanan daha basit bir test olan poligrafiden yararlanılır. Poligrafi uykunun evrelerini göstermediğinden, uykunun tanısının konulması için yeterli olup olmadığını veya derin uyku ile ilişkili uyku apne sendromu görülüp görülmediğini anlamak mümkün değildir. Yani normal bir poligrafi uyku apne sendromunu ekarte ettirmez, ancak uyku apne sendromu düşündüren bir poligrafi tanı koymak için yeterli olur.

Tedavi kişiye özel belirleniyor

Polisomnografi/poligrafi sonucu değerlendirildikten sonra hastanın uyku apne sendromu için tedavi alması gerekiyorsa bu tedavi alternatifleri hastayla görüşülür. En sık uygulanan tedavi CPAP (sürekli pozitif havayolu basıncı) tedavisidir. Bunun için özel bir cihazdan çıkan basınçlı hava, bir solunum devresi (hortum) ve bir yüz maskesi aracılığıyla hastaya ulaştırılır. Buradaki basınçlı havanın amacı, solunum durması veya yüzeyelleşmesine izin vermeden soluk alıp verişi belirli bir derinlikte ve süreklilik halinde tutmaktır. Bu şekilde uyku apne sendromu tedavi edilmiş olur. CPAP cihazı ile tedaviye karar verildiğinde hastanın ikinci bir gece uykusu, bu kez cihaz kullanırken gözlenir. Bu şekilde CPAP cihazında kullanılması gereken uygun basınçlar bulunur. Bu basınç ayarlama testi halk arasında 2. gece testi olarak da bilinir. Bu test hastanın ağırlığına ve ek hastalıklarına göre hastanede veya kendi evinde yapılabilir. Bu testin nerede yapılması gerektiğine uyku uzmanının karar vermesi uygun olur. CPAP tedavisine bire bir alternatif olmamakla birlikte, ağız içi alt çeneyi öne çeken bir aparat kullanımı, belirgin kilo kaybı, üst havayolu darlığı olanlarda operasyon, pozisyonel uyku apne sendromu yan yatmayı sağlayacak önlemler uyku apne sendromuna alternatif olabilir.

Astım sadece alerjik bünyeli kişilerde mi görülüyor?

Astım sadece alerjik bünyeli kişilerde mi görülüyor?

Hava yollarında oluşan daralmayla gelişen ve ataklarla seyreden astım oldukça sık görülen bir hastalık. Öyle ki dünyada 300 milyon, ülkemizde de yaklaşık dört milyon kişinin astım hastalığıyla mücadele ettiği belirtiliyor. Kronik bir hastalık olan astımda ataklarla görülen hırıltı, nefes darlığı, göğüste sıkışıklık ile öksürük gibi sorunlar kontrol altına alınamazsa hastanın yaşam kalitesini ciddi boyutlarda düşürebiliyor, hatta yaşamını yitirmesine bile neden olabiliyor. Acıbadem Altunizade Hastanesi Göğüs Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Nilüfer Aykaç, astım hastalığında oluşan atakların aslında uygun ve düzenli tedaviyle kontrol altında tutulabildiğine dikkat çekerek, “Ancak toplumda astım hakkında doğru sanılan hatalı bilgiler hastaların tedavilerini aksatmalarına neden olabilirken günlük yaşamlarını da olumsuz etkileyebiliyor. Dolayısıyla tedavide sorun yaşanmaması ve kaliteli bir yaşam için hastaların astım konusunda bilgi sahibi olmaları ve bu doğrultuda hareket etmeleri büyük önem taşıyor” diyor. Peki hangi hatalı bilgiler astım hastalarının yaşamlarını olumsuz yönde etkiliyor? Göğüs Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Nilüfer Aykaç,  toplumda astım hakkında doğru sanılan hatalı bilgileri anlattı, önemli öneriler ve uyarılarda bulundu.

Doç. Dr. Nilüfer Aykaç

Astım genetik geçişli bir hastalık değildir. YANLIŞ!

DOĞRUSU: Astım, hem genetiğin hem de çevrenin etkilediği çok faktörlü bir hastalıktır. Öyle ki anne- babadan birinin astımlı olması durumunda çocukta astım görülme riski yüzde 25 oluyor. Anne ve babanın her ikisinde de astım varsa bu risk yüzde 50’ye yükseliyor.

Astım ilaçları şikayetler geçtiği zaman bırakılmalıdır. YANLIŞ!

DOĞRUSU: Astım tedavisinde tek amaç yakınmaları ortadan kaldırmak değildir. Bu nedenle astımlı hastaların şikayetleri geçtiğinde ilaçlarını asla kendiliğinden bırakmamaları ve tedavinin hekim gözetiminde sürdürülmesi önem taşıyor. Tedavi süresi genellikle 3 – 12 ay arasında değişiyor. Ancak bazı hastalarda tedavinin yaşam boyu devam etmesi gerekiyor.

Her astım hastasında mutlaka hırıltı ve nefes darlığı olur. YANLIŞ!

DOĞRUSU: Astımlı hastalarda en sık hırıltı, nefes darlığı, göğüste sıkışıklık ve öksürük görülüyor. Ancak hastalarda bu yakınmaların hepsi aynı anda ortaya çıkmıyor. Astım doğası gereği kendiliğinden ya da tedaviyle düzelip tekrarlayan bir hastalık olduğu için yakınmaların tümü ya da bir kısmı zaman içerisinde gözlenip kaybolabiliyor ve sonra tekrarlayabiliyor.

Astım sadece alerjik bünyeli kişilerde oluşur. YANLIŞ!

DOĞRUSU: Yaygın inanışın aksine, astım hastalarının tümü alerjik bünyeye sahip değiller. Öyle ki hastaların yüzde 30-40’ında alerji dışı etkenlere bağlı astım görülüyor. Hastaların tamamında kronik ve mikrobik olmayan hava yolu inflamasyonu ile hava yolunda aşırı duyarlılık oluyor. Bu nedenle hastalar, alerjileri olmasa dahi astımlı olmayan kişilere kıyasla hava kirliliği, tütün dumanı, kokular ve irritan gibi çevresel faktörlerden çok daha fazla etkileniyor.

Kortizon içeren spreyler çok fazla yan etkiye sahipler. YANLIŞ!

DOĞRUSU: Astım hastaları, astım ilaçları olarak kullanılan spreylerin kortizon içermeleri nedeniyle çok fazla yan etkiye sahip olduklarını düşünerek tedaviden kaçınabiliyorlar. Göğüs Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Nilüfer Aykaç, astımın en etkin tedavisinin kortizon içeren spreyler olduğuna dikkat çekerek, “Bu ilaçlar bağımlılık yapmıyor ve sprey biçiminde kullanıldıklarında ‘ses kısıklığı’ dışında ciddi bir yan etki göstermiyor. Üstelik sprey ilacını kullandıktan sonra boğazı bir bardak suyla çalkalayıp gargara yapmak ses kısıklığı gelişimini önlüyor” diyor.

Hamilelik döneminde astım ilaçlarını kullanmak sakıncalıdır. YANLIŞ!

DOĞRUSU: Toplumdaki yaygın inanışın aksine, astım hastası hamilelerin astım ilaçlarını mutlaka kullanmaları gerekiyor. Zira, ilaç tedavilerini bıraktıkları için astımı yeterince kontrol altına alınamayan hamilelerin hem kendilerinin hem de bebeklerinin sağlıkları olumsuz etkileniyor. Anne adayının riskli doğum yapması, hayatını kaybetmesi, bebeğin düşük kiloyla ya da erken doğması, astım ilaçları bırakıldığında en sık karşılaşılan sorunlar arasında yer alıyor. Dolayısıyla astım hastası olan tüm hamilelerin bu dönemde göğüs hastalıkları uzmanının takibinde olmaları yaşamsal önem taşıyor.

Acıbadem Altunizade Hastanesi

Astımın meslek ile ilişkisi yoktur. YANLIŞ!

DOĞRUSU: Son yıllarda özellikle sanayileşmenin etkisiyle mesleğe bağlı astımın görülme sıklığı giderek artıyor. Erişkin dönemde görülen her beş hastadan birinin mesleki astımı olduğu araştırmalarla saptanmış. Doç. Dr. Nilüfer Aykaç, bu nedenle erişkin yaşlarda tanı alan her astım hastasının mesleğinin ve hobilerinin dikkate alınması gerektiğini vurgulayarak, “Özellikle uygun tedaviye rağmen hastalığın yeterince kontrol edilemediği hastalar meslek ortamında kaldıkları maruziyetler açısından gözden geçiriliyor. Eğer hastaların yakınmaları hafta sonu ya da tatil gibi dönemlerde azalıyor ve işe başladıklarında artıyorsa, astımlarının meslekle ilişkili olma ihtimali çok yüksek oluyor” diye konuşuyor.

Astım hastaları spor yapamaz. YANLIŞ!

DOĞRUSU: Astım hastalarında spor, fiziksel ve ruhsal olarak olumlu etkiler oluşturuyor. Göğüs Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Nilüfer Aykaç,  özellikle çocuklarda düzenli yapılan egzersizlerin solunum kapasitesinin artmasını sağladığını belirterek, sözlerine şöyle devam ediyor: “Spor olarak, yüzme, jogging ve pilates gibi spor aktivitelerini özellikle öneriyoruz. Yüzme sporu yapacaklar için klorla dezenfekte edilen havuzlar klorun hava yolları için irritan olması nedeniyle astımı alevlendirebiliyor. Böyle durumlarda denizde yüzmek daha iyi bir seçenektir. Çayır çimen alerjisi olanlarda, ilkbaharda açık havada spor yapmaktan kaçınılması yerinde olur. Ayrıca hava kirliliğinin ciddi bir sorun olarak karşımıza çıktığını düşünürsek, astımlı hastaların yaşadıkları yerdeki hava kalitesini izlemeleri, kirliliğin yoğun olduğu dönemlerde de açık havada spor yapmaktan kaçınmaları önemlidir.”

Kilo ile astım arasında bir ilişki yoktur. YANLIŞ!

DOĞRUSU: Yapılan çok sayıda araştırmada, fazla kilonun astım hastalığının kontrolünü zorlaştırdığı ve atak oranını arttırdığı kanıtlanmış. Ayrıca, özellikle erişkinlerde fazla kilo, astımla birlikte sık görülen uyku apne hastalığı açısından da ek bir risk faktörünü oluşturuyor. Bu nedenle astım hastalığını kontrol etmek için ideal kiloya ulaşmak büyük önem taşıyor.

İlaç kullandıkları için astım hastalarına aşı yapılması gerekmiyor. YANLIŞ!

DOĞRUSU: Yumurta alerjisi olmayan tüm astım hastalarının her yıl grip (influenza) aşısı olmaları gerekiyor.