Yazılar

Çocuklarınıza okul öncesi Check-Up yaptırın

Başarılı olmanın temel kriterlerinden biri sağlıklı olmaktır. Çünkü sağlıklı olmayan bir çocuğun eğitim hayatı boyunca iyi bir performans gösterebilmesini beklemek yanlış olur.  Anne ve babaların temel amacı elbette ki çocuklarının sağlıklı olması ve iyi bir eğitim almasıdır. Liv Hospital Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Gizem Güvener “Okul öncesi check – up  çocuğun gerçekten sağlıklı olup olmadığını temin etmek açısından ve muhtemel hastalıkları, riskleri hesaplayıp onlara yönelik önlem almak açısından çok önemli” diyor…

Dr. Gizem Güvener

Dr. Gizem Güvener

Okul öncesi check-up için temelde çocuğun rutin fiziksel muayenesi yapılır. Aslında bu, her sene yapılması gereken muayenenin bir benzeridir. Burada farklı olarak sosyal gelişmişlik düzeyi de mutlaka test edilmeli ve bunun yanında beden fonksiyonlarının yani görme ve duymanın yerinde olup olmadığı kontrol edilmelidir. Bulaşıcı hastalıklara karşı da bağışıklığını temin etmek üzere aşılarının tam olduğunu görmek gerekir.
Okul öncesi check-up ne zaman yapılmalıdır?
Eğitim öğretim hayatı çocuklarda 6 yaşında başlayıp, öncesinde de yaş gruplarına göre kreş eğitimi olmaktadır. Bu anlamda sosyal ilişkilerin geliştirilmesi, kişisel yetenekleri ilerletmeye yönelik aktivitelerin olması ön planda, ilkokulla birlikte öğretim ağırlık kazanıyor. Dolayısıyla asıl önemlisi ilkokuldan önce yapılacak kontrol ile çocuğun muhtemel sağlık problemlerinin sorun başlamadan önce tespitinin yapılmasında fayda var.
Check- up programı neler içeriyor?
Check – up muayenesi ayrıntılı bir fizik muayene ile başlar. Boy ölçülmeli, kiloya bakılmalı, beslenme problemine işaret edecek vücut kitle indeksinde anormallik mevcut mu, değerlendirilmeli ve büyüme eğrilerinin de yardımıyla çocuğun gelişme düzeyinin nasıl olduğuna karar verilmelidir. Çocukta kan tetkiklerinde kan sayımı, beslenme özelliklerine göre öğrenimde ve hafızada etkin vitamin değerlerine bakılmalı, gereklilik halinde tiroid değerleri, karaciğer böbrek değerleri ve idrar tetkiki de kontrol edilebilir, bunun yanında tansiyon ölçümü ve belli yaş gruplarında kolesterol taraması yapılabilir. Ayrıca göz sağlığı açısından yapılacak muayene de çok büyük önem taşır. Çünkü göz, eğitim ve öğretimde başarılı olmasındaki en önemli noktalardan biridir. Yine aynı derece önem taşıyan diğer konu kulaktır. Duymasının iyi olduğu test edilmeli,  böylece çocuğun eğitim ve öğretime katılmak üzere bedensel bir fonksiyon bozukluğunun olmadığının anlaşılması gerekir. Tüm bunların yanında artık ailesinin ve bakım verenin kontrolünden nispeten de olsa uzaklaşacak. Bazı öğünleri okulda yiyecek olmasından dolayı yeme alışkanlıkları tespit edilmelidir. Yeme alışkanlıklarındaki yanlışlıklar için aile uyarılmalı, çocuğa örneklerle bu konuda yardımcı olunmalıdır.
Bu dönemde çocukların doğru beslenmeleri için neler söyleyeceksiniz?
Bir çocuk normalde üç ana öğün, iki veya üç ara öğünle sağlıklı bir şekilde büyür. Ana öğünlerde protein karbonhidrat ve yağ dengesinin kurulması, dengeli ve çeşitlilik içeren gıdaların seçilmesi önemlidir. Ara öğünlerin de kan şekerini dengeleyici olması önem taşır. Çocukların porsiyonlarında zorlamaya gidilmemesi, ne yemesi gerektiğine ailenin, ne kadar yemesi gerektiğine ise çocuğun karar vermesi gerekir, yemek seçimi yapan çocuklarda sağlıklı besin yerine atıştırmalıkların tercih edilmemesi gerekmektedir.

En önemli noktalardan biri de aşılama programları
Hem Sağlık Bakanlığı’nın hem de Dünya Sağlık Örgütü’nün önerdiği aşılama programı dahilinde rutin aşılar ve özel aşılar uygulanmaktadır. Zaman zaman oluşabilecek olası salgınlara karşı ek aşı programları oluşturulabilir. Kızamık aşısının ek doz olarak uygulanmaya başlaması buna örnek gösterilebilir. Özel aşı programı kapsamındaki aşılar ise rotavirüs, özel menenjit aşıları ve hem kız erkek çocuklarına uyguladığımız HPV (human papilloma virüs) aşısıdır. Grip aşısı da özellikle risk grubuna dahil çocuklara önerilmektedir.

Sosyal medya bağımlılığı kendini yalnız hissetme duygusuna eş

Bu sabah çoğu kişi sosyal medya erişim sorunu ile uyandı. Kapatılma ile beraberinde, el yüz yıkamak kadar sabah rutini olan sosyal medyaya bakarak güne başlama durumu alışkanlık mı yoksa bağımlılık mı sorusunu akıllara bir kez daha düşürdü. Sosyal medya doğru kullanılmadığından mı yoksa hayatın içine çok dahil edildiği için mi bugün bu erişim sınırından çoğu kişi etkilendi? Liv Hospital Klinik Psikolog Selenay Yücel Keleş yanıtladı.

Klinik Psikolog Selenay Yücel Keleş

Klinik Psikolog Selenay Yücel Keleş

Bağımlılık sebebi
Sosyal medya bireyin dopamin (mutluluk hormonu) seviyesini yükseltir, beynin dopamin üreten bölgelerini aktifleştirir, fakat bu durum beyin sağlığını olumsuz etkileyerek bağımlılığa neden olur.

Sosyal medya kullanımını arttıran nedenler

  • Görünür olma arzusu,
  • Beğeni alması,
  • Onaylanma ihtiyacı,
  • Sürekli bir akış içinde olup ve
  • O akışın öngörülemez olması kişinin sosyal medya kullanımını arttırır.

Sosyal medya bağımlılığının altında neler yatıyor?

  • Sosyal medyaya aşırı ilgi duyma,
  • Sosyal medya kullanmadan bir günü geçirememe,
  • Sürekli aktif olma arzusu,
  • Yalnızca sosyal medya üzerinden iletişim kurma,
  • Arkadaşlık edinme,
  • Sosyal medyanın olmadığı ortamda kalınca yoksunluk yaşama,
  • Sosyal medyadaki kişiler ile kendini kıyaslama,
  • Özenme ve
  • Kusursuzluk algısına sahip olma gibi durumlar bağımlılık sebeplerinden.

Bağımlılıklarınızı tedavi edebilirsiniz
Eğer kendinizde veya yakınlarınızda sosyal medya bağımlılığından şüpheleniyorsanız mutlaka bir Klinik Psikolog desteği almalı. Destek alınmadığı takdirde kişide depresyon, anksiyete, algı bozuklukları gibi ciddi patolojilere sebep olabilir. Sosyal medya bağımlılığının tedavi edilebilir bir hastalık olduğunu unutmayın.

Olimpiyattaki jimnastikçilerden ilham alın

2024 Olimpiyat Oyunları’nda jimnastik sahnesinde göz kamaştıran sporcuları izlerken, sadece muazzam bir zarafet ve güç gösterisine tanık olmuyoruz. Aynı zamanda, bu sporcuların kalplerinin ne kadar sağlam ve güçlü olduğunu da görüyoruz. Peki, bu olimpiyat şampiyonlarının sırrı nedir ve bizler onların sağlık sırlarından nasıl faydalanabiliriz? Liv Hospital Kardiyoloji Uzmanı Dr. Hasan Burak İşleyen anlattı.

Dr. Hasan Burak İşleyen

Dr. Hasan Burak İşleyen

Kalp: Vücudun Güçlü Motoru
Kalp, vücudumuzun tüm kaslarına oksijen ve besin taşıyan güçlü bir pompadır. Jimnastikçiler, antrenman sırasında kalp atış hızlarını artırarak kaslarına daha fazla oksijen pompalarlar. Bu yüksek yoğunluklu egzersizler, kalp kasının zamanla güçlenmesine ve daha verimli çalışmasına yardımcı olur. Bu nedenle, jimnastik gibi sporlarla uğraşan bireylerin kalp sağlığı genellikle oldukça güçlüdür.

Jimnastik ve Kalp Sağlığı Üzerine Bilimsel Kanıtlar
Bilimsel araştırmalar, düzenli jimnastik yapmanın kalp sağlığı üzerindeki olumlu etkilerini net bir şekilde ortaya koymaktadır. Örneğin, düzenli egzersiz kan basıncını düşürür, kötü kolesterol seviyelerini azaltır ve kalp hastalığı riskini düşürür. Çalışmalar, jimnastik yapan bireylerde daha düşük kalp atış hızı ve daha iyi kardiyovasküler dayanıklılığın gözlemlendiğini göstermektedir.

Çocuklukta Başlayan Sağlıklı Alışkanlıklar
Çocukluk çağında başlayan düzenli fiziksel aktivite, yetişkinlik döneminde sağlıklı bir kalbe sahip olmanın anahtarıdır. Jimnastik, çocukların kas ve iskelet sistemlerinin gelişimini destekler, denge ve koordinasyon becerilerini artırır ve özgüvenlerini güçlendirir. Çalışmalar, düzenli spor yapan çocukların yetişkinlikte kalp hastalığı riskinin daha düşük olduğunu vurguluyor.

Aileler Neden Çocuklarını Jimnastiğe Yönlendirmeli?
Jimnastik, çocukların sadece fiziksel gelişimlerini değil, aynı zamanda zihinsel ve duygusal sağlıklarını da olumlu yönde etkiler. İşte ailelerin çocuklarını jimnastiğe yönlendirmesi için bazı önemli nedenler:

  • Fiziksel Gelişim: Jimnastik, çocukların kas ve iskelet sistemlerinin güçlü ve sağlıklı bir şekilde gelişmesine yardımcı olur. Bu spor, esneklik, güç, denge ve koordinasyon becerilerini artırır.
  • Özgüven ve Disiplin: Jimnastik, çocuklara disiplinli olmayı ve hedeflerine ulaşmak için çalışmayı öğretir. Başarılar, çocukların özgüvenini artırır ve kendi potansiyellerine olan inançlarını güçlendirir.
  • Sağlıklı Alışkanlıklar: Erken yaşta spor yapma alışkanlığı edinmek, çocukların yaşam boyu aktif ve sağlıklı kalmalarına yardımcı olur. Bu alışkanlıklar, obezite ve diğer sağlık sorunları riskini azaltır.
  • Sosyal Beceriler: Jimnastik, çocuklara takım çalışması, liderlik ve iletişim becerilerini öğretir. Bu sosyal beceriler, çocukların sosyal hayatlarında ve gelecekteki kariyerlerinde başarılı olmalarına katkı sağlar.
  • Akademik Başarı: Düzenli fiziksel aktivite, çocukların akademik performanslarını da olumlu etkiler. Egzersiz, beyin fonksiyonlarını iyileştirir ve konsantrasyonu artırır, bu da okul başarılarına yansır.

Doğru Beslenme ve Yeterli Uyku Önemli
Olimpiyat şampiyonlarını diğerlerinden ayıran nedir? Elbette sadece fiziksel yetenekler değil, aynı zamanda disiplinli bir antrenman programı, doğru beslenme ve yeterli uyku da önemli faktörlerdir. Ancak unutulmaması gereken en önemli faktörlerden biri, sağlam bir kalptir. Güçlü ve sağlıklı bir kalp, olimpiyat düzeyinde performans sergilemek için vazgeçilmezdir.

Kalp Sağlığınızı Koruyun
Hepimiz olimpik bir sporcu olmayabiliriz, ancak düzenli egzersiz yaparak kalp sağlığımızı koruyabiliriz. Jimnastik gibi egzersiz türleri, hem fiziksel hem de zihinsel sağlığımız için oldukça faydalıdır. Herhangi bir yeni egzersiz programına başlamadan önce doktorunuza danışmanız önemlidir. Unutmayın, sağlıklı bir kalp daha uzun ve kaliteli bir yaşamın anahtarıdır.

Sonuç: Kalbinizi Güçlendirin, Hayatınızı İyileştirin
2024 Olimpiyat Oyunları’nda izlediğimiz jimnastikçiler, sadece sporun zirvesinde değil, aynı zamanda kalp sağlığının önemini de bizlere göstermektedir. Düzenli egzersiz, sağlıklı beslenme ve düzenli kontrollerle kalp sağlığınızı koruyarak, daha uzun ve kaliteli bir yaşam sürebilirsiniz. Özellikle çocukluk çağında başlayan fiziksel aktivite, sağlıklı bir kalbin ve mutlu bir yaşamın anahtarıdır. Ailelerin çocuklarını spora yönlendirmeleri, onların hem fiziksel hem de zihinsel gelişimleri için büyük önem taşımaktadır.

Yazın ishal deyip geçmeyin!

Yaz aylarında hava sıcaklığı arttıkça tüm canlılar gibi insanların da su ihtiyacı artar. Kaynağı bilinmeyen sular ve soğuk ortamda muhafaza edilmeyen gıdalarla ve dışarıda satılan yiyeceklerin tüketilmesi sonucu çevreden bakteri ve virüs bulaşması da kolaylaşır. Bu da özellikle yaz aylarında artan ishal şikayetine neden olur. Liv Hospital Gastroenteroloji Uzmanı Dr. Öğr. Gör. Ekrem Aslan özellikle yaz aylarında ishalden korunmanın püf noktalarını anlattı.

Dr. Öğr. Gör. Ekrem Aslan

Dr. Öğr. Gör. Ekrem Aslan

İshalin en büyük düşmanı bakteriler ve virüsler

İshalle bağırsak hareketleri artar. Sindirim tamamlanamaz, bu sebeple normalden daha sık ve sulu dışkı çıkarılır. Bakteriler ve virüsler ishal yapan sebepler arasında ilk sırayı alır. En önemli ve yaygın olanı virüslere bağlı olan ishallerdir. Ayrıca çeşitli ilaçlar, antibiyotikler, bazı mide ve bağırsak hastalıkları, bazı hormonal hastalıklar, aşırı stres-heyecan, seyahatler, yeme-içme alışkanlığında değişme, yüzmek için girilen kıyı suları, dere ve göllerde yutulan sular da ishale sebep olur.

Belirtileri nelerdir?

Bir günde üçten fazla dışkı yapmak, dışkının cıvık-şekilsiz veya su kıvamında olması; bulantı, karın ağrısı (özellikle göbek etrafında veya karnın alt bölümünde), ateş, dışkıda kan ve/veya mukuslu görüntü, dışkının yapıldığı halde tam rahatlayamama hissi, fazla su kaybına bağlı olarak susuzluk hissi ve ağız kuruması, baş dönmesi, göz kararması, cildin kuruması, gözlerin çökük gibi görünmesi gibi belirtileri olabilir. Daha ağır vakalarda böbreklerin bozulmasına bağlı idrar çıkaramama, kalp yetmezliği ve şuur kaybı olabilir.

Erken teşhis önemli

Başlangıç olarak meyve sebze yemeyi kesmek ve kaybedilen sıvı miktarını takip edip mümkün olduğunca su, ayran, maden suyu içerek kaybı telafi etmek olmalıdır. Ardınan bir hekime başvurmak gerekir. İshal mikrobik, parazitler, geçici veya besin zehirlenmesi şeklinde olabilir. Tetkik sonucuna göre bir an evvel tedaviye başlanmalıdır.

Nasıl korunabiliriz?

  • Gıda maddelerini satın alırken soğuk zincir şartlarına uygun üretilip muhafaza edildiğinden emin olunmalıdır. Özellikle sebze ve meyvelerde oluşan çürüklere dikkat edilmelidir.
  • Çiğ tüketilen besinlerde daha fazla dikkatli olmak üzere sebzeleri temizleyip, yıkayıp sonra mikroplarını yok etmek için dezenfekte edilmelidir.
  • Pişirilen yiyecekler soğutulmadan tüketilip, tekrarlanan ısıtılma girişimleriyle gıda kalitesi bozulmayıp, ısısının oda sıcaklığına ininceye kadar bekletip buzdolabına konulmalıdır.
  • İçilen suyun klorlanmış veya kaynadığında hijyenik olarak şişelenmiş olduğundan emin olunmalıdır.

Halsizliğin nedeni susuzluk olabilir

Özellikle bu sıcak yaz günlerinde sağlık için yapılması gereken en önemli şey su içmek! Artan sıvı kaybının halsizlik, baş dönmesi, tansiyon düşüklüğü, böbrek yetmezliği hatta bilinç kaybı bile yapabilir. Liv Hospital Nefroloji Uzmanı Prof. Dr. Tekin Akpolat “Özellikle kalp, böbrek veya karaciğer gibi sıvı dengesinin belirli bir dengede olması gereken hastalar kendilerine çok dikkat etmeli, almaları gereken sıvı miktarını doktorlarına sormalıdır. Sağlıklı kişiler eğer aşırı miktarda su kaybetmiyorsa genellikle günde 2-3 litre sıvı almalıdır” diyor.

Prof. Dr. Tekin Akpolat

Prof. Dr. Tekin Akpolat

Susuzluk bilinç kaybı yapabilir

Su kaybının en sık belirtisi susuzluk hissi ve halsizliktir, ağız kurur. Halsiz kalan kişi kendini kötü hisseder, canı bir şey yapmak istemez. Sıvı kaybı artınca baş dönmesi, tansiyon düşüklüğü ortaya çıkar. İleri sıvı kayıplarında tansiyon düşer, nabız artar, kas krampları oluşur, böbrek yetmezliği ortaya çıkar ve bilinç kaybı olabilir. Aşırı sıvı kayıplarına bağlı ortaya çıkan sorunlar kalp, beyin, böbrek, karaciğer gibi organlarda ilave bozukluklara yol açar. Bu bozuklukları tedavi etmektense önlemek her zaman daha kolaydır. Bu nedenle özellikle kalp, böbrek veya karaciğer gibi sıvı dengesinin belirli bir dengede olması gereken hastalar kendilerine çok dikkat etmeli, almaları gereken sıvı miktarını doktorlarına sormalıdır. Sağlıklı kişiler eğer aşırı miktarda su kaybetmiyorsa genellikle günde 2-3 litre sıvı almaları yeterlidir.

Yaşlılar ve çocuklar dikkat!

Yaşam için vazgeçilmez bir madde olan suyun vücudumuzdaki dengesi böbrekler başta olmak üzere birçok organ tarafından sağlanır. İdrar, dışkı, ter ve solunum yolu ile kaybettiğimiz suyu yediğimiz yemekler, içtiğimiz su/sıvılar ile yerine koyar, vücut için gereken dengeyi farkında olmadan sağlarız. Sıvı kaybı özellikle yaşlılarda ve bebeklerde daha belirgin olur. Sokakta oynayan çocuklar da farkında olmadan sıvı kaybedebilir. İshal, kusma gibi olağan dışı sıvı kayıpları yaşlı ve çocuklarda dramatik sorunlara yol açabilir. Su içemeyen veya içmeyi sevmeyenler alternatif sıvıları tercih edebilir. Meyve suları, çay, kompostolar, ayran, süt, limonata, taze meyve suları, karpuz, kavun gibi meyveler iyi seçeneklerdir. Meyve suları şeker hastalarında veya çocuklarda problem yaratabilir. Tuzlu ayran da kalp veya yüksek tansiyon hastalarında sorun yaratabilir.

Enfeksiyondan korunmaların yolları

Özellikle sıcaklık ve nem oranının arttığı yaz aylarında terlemenin artış göstermesiyle enfeksiyon riski de artıyor. Bu bağlamda da genital bölgenin pH değeri korunarak; ağrı, akıntı, yanma, kaşıntı, kanama gibi durumlarla karşılaşılma riskinin en aza indirilmesi gerekiyor. Peki özellikle nelere dikkat edilmeli? Liv Hospital Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Doç. Dr. Çağlar Çetin yanıtladı.

Doç. Dr. Çağlar Çetin

Doç. Dr. Çağlar Çetin

Ağrı, kaşıntı ve yanmanız mı var?
Genital enfeksiyonlar (vajinit) genital bölgenin iç kısmındaki mukozanın iltihaplanmasıdır.Genital enfeksiyonlarda sıklıkla karşılaştığımız belirtiler:

  • Kaşıntı: Genital bölgenin içinde veya dışında yoğun kaşıntı ve tahriş
  • Akıntı: Normalden farklı olarak kötü kokulu, koyu kıvamlı ve farklı renkte akıntı.
  • Yanma: Genital bölgede kaşıntıya eşlik eden sıklıkla idrar yaparken veya cinsel ilişki sırasında hissedilen yangı.
  • Ağrı: Cinsel ilişki sırasında veya idrar yaparken genital bölgede hissedilen ağrı.
  • Kanama: Özellikle idrara çıkıldığında genital lekelenme tarzında kanamalar da genital enfeksiyon belirtisi olabilir.

pH’ı bozan durumlar neler?
Genital bölge mukozası mükemmel bir düzen ve dengeye sahip floradan oluşmaktadır. Sağlıklı bir kadının genital bölge mukozasında Lactobacillus türü yararlı bakteriler baskın olarak bulunmaktadır.  Bu floradaki yararlı bakteriler genital Ph’nın (3.8-4.5) dengede kalmasını ve genital ortamın asiditesini düzenlemektedir.

  • Genital bölgenin havasız kalması,
  • Korunmasız sık cinsel ilişki,
  • Antibiyotik kullanımı,
  • Bazı hormonal ilaçların kullanılması,
  • Bağışıklık sisteminin bozulması,
  • Parfümlü günlük pedlerin sık kullanımı genital ortamın dengesini bozup yararlı mikroorganizmaların sayısının azalmasına sebep olur. Bunun sonucunda da genital pH bozulur ve karşımıza genital enfeksiyonlar çıkmaya başlar.

Neden yaz aylarında enfeksiyon sıklığı artış gösterir?
Yaz mevsiminde sıcaklık ve nem oranının artmasına bağlı olarak terlemenin artması ile;

  • Genital bölgenin yeterince havalanmaması,
  • Yaz aylarında ev dışında daha fazla zaman geçirilmesi,
  • Hijyenik olmayan tuvaletlerin daha sık kullanılması,
  • Deniz ve havuz sonrası ıslak mayo ve bikini ile kalınması,
  • Havuza ve denize girerken hijyen kurallarına yeterince uyulmaması, kadınlarda genital ve idrar yolu enfeksiyonlarının artmasına sebep olmaktadır.

Özellikle havuzlarda hijyenin yeterli düzeyde sağlanamaması ve su sirkülasyonunun yetersiz olması, bakteri virüs ve mantar gibi hastalıkların bulaşma riskini artırabilmektedir.

İşte size genital bölgenin dengesini sağlayacak 11 öneri

  • genital temizlik mutlaka önden arkaya doğru yapılmalıdır. Aşırı temizlik, genital bölgenin kontrolsüz ve sık yıkanması hijyen olmaktan çıkıp enfeksiyonlara zemin hazırlar.
  • Mümkünse pamuklu iç çamaşırları tercih edilmeli ve günlük değiştirilmelidir.
  • Gereksiz yere ve sık antibiyotik kullanımından kaçınılmalıdır.
  • Renkli kokulu tuvalet kağıtları ve ve parfüm içerikli günlük pedler genital bölgenin düşmanıdır. Mümkün oldukça kaçınılması gerekir.
  • Genital bölgenin hava almasını zorlaştıran ve nem dengesini bozan dar kıyafetler kullanılmamalıdır.
  • Adet dönemlerinde vajinal tampon kullanılıyorsa sık değiştirilmelidir. Uzun süre kaldığında ciddi enfeksiyonlara yol açmaktadır.
  • Genital duş asla önerilmemektedir. Genital bölgenin içerisini su ile yıkamak genital asit-baz dengesini bozarak fırsatçı enfeksiyonlara sebep olabilmektedir.
  • Tek eşli ve uzun süreli ilişkiniz yoksa cinsel yolla bulaşan bazı hastalıklar açısından mutlaka prezervatif kullanılmalıdır.
  • Adet dönemlerinde cinsel ilişkiden kaçınılması gerekmektedir.
  • Özellikle yaz aylarında ıslak mayo ve bikini ile uzun süre kalınmamalı, deniz veya havuzda çıktıktan sonra mutlaka değiştirilmelidir.
  • Bağışıklık sisteminizi zayıflatan sigara, alkol ve stresten uzak durulmalıdır. Bazı enfeksiyon çeşitlerine karşı genital florayı koruyan probiyotikler tüketilmelidir.

Hepatitte aşı hayati önem taşıyor

28 Temmuz Dünya Hepatit Günü. En temel sağlık problemlerinden biri olan viral hepatitlere dikkat çekmek ve farkındalığı artırmak amacı ile her yıl 28 Temmuz; Dünya Hepatit Günü olarak anılıyor. Dünya Sağlık Örgütü’nün Hepatit B ve Hepatit C’yi ortadan kaldırma hedefini içeren “Viral Hepatit Küresel Stratejisi”; 2030 yılına kadar 300 milyonun üzerinde insanın hayatını değiştirmeyi hedefliyor.  Liv Hospital Gastroenteroloji Uzmanı Prof. Dr. Binnur Şimşek hepatitle ilgili merak edilenleri anlattı.

Prof. Dr. Binnur Şimşek

Prof. Dr. Binnur Şimşek

Karaciğer kanserine yol açabiliyor
Günümüzde dünyada 300 milyon kişi hepatit B, 100 milyona yakın da hepatit C taşıyıcısı birey bulunuyor. Ülkemizde ise yaklaşık 3 milyon hepatit B ve 500-700 bin kişi de hepatit C taşıyıcısı bulunduğunu biliyoruz. Her iki hastalık da temel olarak kan yolu ile bulaşıyor ve farkında olunup tedavi edilmez ise, karaciğer sirozu ve karaciğer kanserine yol açarak ölümle sonuçlanabiliyor.

Hepatitlerden korunmak için bunları unutmayın!

  • Aşılanın,
  • ⁠Hijyen şartlarını önemseyin (diş tedavisi, ameliyatlar, anjşyografiler, hemodiyaliz, iğne ile yapılan müdahaleler gibi tıbbi müdahalelerin steril şartlarda yapılması),
  • ⁠Dövme-tatoo gibi iğneli girişimlerin bulaştırıcı olabileceğini ve
  • ⁠Korunmasız cinsel temasın da hepatit bulaşına neden olabileceğini unutmayın.

Tedavisi nasıl yapılıyor?
Özellikle hepatit B ve hepatit C türleri, kronik enfeksiyona sebep olarak karaciğer sirozu ve karaciğer kanseri gibi ciddi komplikasyonlara ve ölümlere yol açabiliyor. Tüm dünyada karaciğer kanserlerinin yüzde 70’i bu iki virüse bağlı olarak ortaya çıkıyor. Ayrıca hepatit A, D, E virüsleri de karaciğerde hasar ortaya çıkarabilen diğer virüslerdir. Bunlardan Hepatit A ve E genellikle kronik hepatit haline dönüşmüyor, hepatit D ise sadece hepatit B taşıyıcısı olan kişilerde hastalığa yol açıp hızlıca karaciğer sirozu ve kanseri gelişimine sebep oluyor. Antiviral ilaçlar adını verdiğimiz mevcut tedavi rejimleriyle günümüzde hepatit C tedavisindeki başarı oranı çok yüksek olup, kür sağlanabilmesi mümkün. Hepatit B için ise uzun süreli uygulanacak etkin, güvenilir tedavi yöntemleri mevcuttur. Önemli olan nokta; kişinin bu virüsü taşıdığını bilmesi ve zamanında (Karaciğerde kalıcı hasar veya kanser gelişmeden) tedavisi yürütecek hekime başvurmasının sağlanmasıdır. Hepatitlerden aşılama ile korunmanın sağlanması gerekir. Hepatiti B ve hepatit A’nın yüzde yüze yakın oranda koruyuculuk sağlayabilen aşıları mevcut, mutlaka her bireye uygulanması sağlanmalıdır.

Özellikle “merdiven altı “ sterilizasyona dikkat etmeyen yerlerde yapılacak girişimlerin hepatit bulaştırıcılığının yüksek olduğunu ve bu anlamda sağlık kuruluşu seçerken dikkat etmeniz gerektiğini unutmayın.

Her ağrı fibromiyalji mi?

Yaşam kalitemizi etkileyen, sosyal hayatımızı bölen, iş yaşamımızdaki performansımızı sekteye uğratan ağrıların, tanımının konulabilmesi tedavi süreci için çok önemli. Hemen hemen herkesin bir kas ağrısı ile başlayan ve vücudunun farklı noktalarını etkileyen ağrısı var. Peki bu ağrı miyofasiyal mi yoksa fibromiyalji mi? Yaygın ağrı ile seyreden, benzer belirtileri olsa da arasında bazı temel farklar bulunan miyofasiyal ve fibromiyalji ile ilgili merak edilenleri Liv Hospital Algoloji Uzmanı Prof. Kader Keskinbora anlattı.

Prof. Kader Keskinbora

Prof. Kader Keskinbora

MİYOFASİYAL AĞRI
Yumuşak dokuda hassasiyet gibi belirtilerle kendini gösterebilir

  • Miyofasiyal ağrı; kaslar ve bağ dokularında oluşan ağrı, sertlik ve hassasiyetle karakterize olan bir durumdur.
  • Yumuşak dokuda hassasiyet, kas sertliği ve hareket kısıtlılığı gibi belirtiler görülebilir.
  • Genellikle kaslarda önce gerginlik ve spazm olur ve bu durum aşırı kullanım, travma veya duruş bozuklukları gibi fiziksel nedenlerle daha da kötüleşerek uzun süreli ağrıya ve ağrı nedeniyle de hareket kısıtlılığına neden olur.
  • Kas içindeki gergin noktalara tetik nokta yani halk arasındaki tabiriyle kulunç denilmektedir. Bu noktalar küçük, sert nodül ve düğüm şeklindedir. Dokunulduğunda ve özellikle muayene sırasında daha fazla ağrıya neden olabilmektedir. Bu ağrıların uzun sürmesi kişinin ağrı sistemini de bozar ve daha fazla ağrıdan yakınmaya neden olur.
  • Özellikle boyun bölgesindeki kas spazmına bağlı baş ağrısı, çenede ağrı ve diş sıkma gibi bulgularda görülebilir

Miyofasiyal tedavi genellikle multidisipliner bir yaklaşım gerektirir

  • Miyofasiyal ağrı sendromunun yönetimi; semptomların hafifletilmesi ve yaşam kalitesini artırmayı amaçlar.
  • Fizik tedavi, masaj terapisi, egzersiz ve ağrı kesiciler önerilmektedir. Kişiye özgü bir tedavi planı oluşturmak gereklidir. Eğer kişinin ağrısı şiddetli yani akut dönemde ise tetik noktalara uygulanacak enjeksiyon tedavileri ağrıyı belirgin bir şekilde azaltır.
  • Tetik nokta enjeksiyonlarının temel amacı, kaslardaki gerginliği ve ağrıyı azaltarak, hastanın yaşam kalitesini artırmak ve hareket kabiliyetini geliştirmektir.
  • Belirli bir tetik noktaya ince bir iğne aracılığıyla lokal anestezik (örneğin, lidokain) veya kortikosteroid (anti-enflamatuar etkisi olan bir ilaç) enjekte edilir. Ayrıca tetik noktalara ozon ve botoks da uygulanabilir. Bu enjeksiyonların etkisi kısa sürelidir. Son zamanlarda önerilen tetik noktalara radyofrekans akımı uygulamasıdır. Bu yöntemde 42 derecede ısıtılmış radyofrekans akımı özel bir iğne ve elektrod aracılığı ile tetik noktaların içine uygulanmaktadır. Bu yöntemin etkisi diğer tetik nokta enjeksiyonlarına göre ortalama 1 yıl gibi uzun sürmektedir.

FİBROMİYALJİ
Yorgunluk ve uyku bozuklukları ile gelen kronik ağrı sendromu

  • Yaygın vücut ağrısı, yorgunluk, uyku bozuklukları ve hassas tetik noktaları gibi belirtilerle karakterize edilen kronik bir ağrı sendromudur. Ağrı genellikle vücudun çeşitli bölgelerinde yaygındır. Özellikle belirli noktalarda (tetik noktaları) ağrı ve hassasiyet hissedilir. Ayrıca, yorgunluk, uyku bozuklukları, baş ağrıları ve konsantrasyon zorlukları gibi genel belirtiler de görülebilir.
  • Fibromiyalji tam olarak anlaşılamamış bir durumdur, ancak genetik, hormonal ve çevresel faktörlerin etkileşimi rol oynayabilir.
  • Fibromiyalji genellikle bireyseldir ve her kişide farklı semptomlar ve şiddet düzeyleri gösterebilir.
  • Fibromiyalji genetik olarak heterojen bir hastalıktır, yani birçok genetik faktörün etkileşimi sonucu ortaya çıkar.
  • Genellikle fiziksel ve duygusal hassasiyeti olan kişilerde daha sık görülebilir. Stres ve kaygı, fibromiyalji semptomlarını tetikleyebilir veya kötüleştirebilir. Duygusal stres, vücuttaki kas gerginliğini artırabilir ve ağrıyı şiddetlendirebilir.
  • Fibromiyalji hastaları genellikle fiziksel aktiviteye karşı artan hassasiyet gösterirler. Aşırı egzersiz veya belirli hareketler fibromiyalji semptomlarını artırabilir.
  • Yapılan çalışmalar fibromiyaljiden yakınan kişilerde vücutta strese karşı ortaya çıkan serotonin ve noradrenalin gibi bazı hormonların daha az oranda olduğunu göstermektedir.

Sonuç olarak kişinin ruhunun hassasiyeti kasları oluşturan hücre düzeyinde de olduğu ve serotonin ve noradrenalin seviyelerinin yetersizliği, stres ve kaygılı durumlarda bu kişileri fibromiyaljiye daha yatkın kılmaktadır. Bu nedenledir ki fibromiyalji tedavisinde antidepresan ve antinöropatik ilaçlar, fibromiyalji semptomlarını hafifletmeye yardımcı olabilir. Özellikle, serotonin ve norepinefrin geri alım inhibitörleri (SNRI’lar) ve seçici serotonin geri alım inhibitörleri (SSRI’lar) ve antinöropatik (gabapentinoidler) sıklıkla kullanılır. Bu ilaçlar, ağrıyı azaltabilir, uyku düzenini düzeltebilir ve genel ruh halini iyileştirebilir.

Stres kanser oluşumunu da etkiliyor!

Konfor alanımızın dışına çıktığımızda, rutinlerimizi değiştirdiğimizde, hayatımıza sağlıklı beslenmeyi, günlük spor yapmayı, kilo kontrolünü özetle bilinçli yaşam şeklini dahil ettiğimizde birçok hastalığa yakalanma olasılığımızı da düşürmüş oluyoruz. Peki tam olarak neler yapmalıyız? Liv Hospital Hematoloji Uzmanı Prof. Dr. Itır Şirinoğlu Demiriz, toplum olarak artık daha bilinçli olduğumuz kanser hastalığı ile ilgili önerilerde bulundu.

Prof. Dr. Itır Şirinoğlu Demiriz

Prof. Dr. Itır Şirinoğlu Demiriz

Daha bilinçliyiz
Toplumumuz artık kanser tanısında çok daha bilinçli ve uyumlu. Tüm dünyada her bir farklı kanser türü için çok çeşitli, geniş çaplı giderek daha da moleküler yöntemlere evrilerek tanı ve tedavide gelişmeler olumlu yönde ilerlemektedir.

Destek olmak bizlerin elinde
Bizler hekim olarak tanı ve tedavi aşamalarını yönetebildiğimiz kadar aile bireylerinin sağlıklı ömürlerine devam edebilmeleri konusunda da destek olmaya çalışmaktayız. Bu süreçte hareketsiz yaşamdan (sedanter) uzaklaşmak, stres kontrolünde ve sağlıklı beslenmede tavsiyelerde bulunmak da bizlerin görevidir.

Elbette ki hiçbir yöntem yüzde yüz engelleyici değildir ancak bilinçlenmek her şeyden önemlidir.
Neler yapabilirsiniz?
Egzersiz:
Kanser ve egzersiz arasındaki ilişki birçok bilimsel çalışmada kanıtlanmıştır. Hareketsiz kalan bedenin kansere yatkınlığı birden fazla sebep nedeni ile artmaktadır. Örneğin haftalık 4-6 saat yürüyüşler ile hastalık riski %10 azaldığı gibi eğer tedavi sürecinde ise iyileşmeyi, bedenin eski gücüne kavuşmasını da hızlandırmaktadır.

Kilo kontrolü: Aşırı kilolu bireylerde kanser gelişim oranı yaklaşık %60 artmaktadır. Aktif yaşamak, sağlıklı egzersiz politikaları ve elbette sağlıklı beslenme ile kilo kontrolü sağlanması koruyucudur.

Sağlıklı beslenme: Özellikle bağışıklık sistemimizi, barsak mikrobiyotamızı destekleyen gıdalardan ağırlıklı beslenmek çok kıymetlidir. Bu grup dahilinde meyveler, sebzeler, yoğurt gibi probiyotik süt ürünleri ve işlenmemiş proteinler hem kilo kontrolünde etkin hem de kanserden koruyucudur. Tuzlu gıdalar, işlenmiş kimyasal içerikli fast food ürünlerini soframızdan kaldırmalıyız.

Yoga, meditasyon, orman yürüyüşleri: Yaşam koşullarının her geçen gün zorlaştığı günümüz şartlarında kendimize vakit ayırmalı, müzik eşliğinde doğa yürüyüşleri ya da ruhu dinginleştiren yoga gibi meditasyonlara şans vermeliyiz. Stresin tetiklediği sayısızca negatif olay gibi kanser üzerine de etkisi inkar edilemez.

Hepimizin alıştığı şeylerden vazgeçmesi ya da değişiklik yapması konfor alanımızın bozulması gibi

Günde iki bardak kahve karaciğer yağlanmasına iyi geliyor

Uzmanlar, rutin kontrollerde, özellikle karaciğer enzim düzeylerinde ve bazı metabolik parametreleri içeren tetkiklerde sorun görülmesi durumunda ultrason ile karaciğerdeki yağlanmaya bakılmasının önemli olduğunun altını çiziyor. Liv Hospital İç Hastalıkları Uzmanı Dr. Mehmet Yiğit, karaciğer yağlanmasının neden olduğunu, kimlerde görüldüğünü, belirtilerini ve tedavi sürecini anlattı.

Karaciğer yağlanması nedir?
Basitçe karaciğerinizdeki yağ oranının normalden daha fazla miktarda olması şeklinde tanımlanabilir. Artan obezite ve metabolik hastalıklar nedeniyle de her geçen gün daha fazla görülmekte olan küresel bir sağlık sorunudur. Yağlı karaciğer hastalığı veya hepatik yağlanma olarak da duyabileceğiniz bu hastalık, karaciğerin temel hücreleri hepatositlerde yağ birikimi ile seyreder ve genellikle uzun bir süre hastalarımızda önemli bir şikayete yol açmaz.

Kimlerde görülür?
Karaciğer yağlanması sinsi seyirli ve ilerleyici olabilen bir hastalıktır. Günümüzde dünyada ve ülkemizde en sık görülen kronik karaciğer hastalıklarından bir tanesi olarak kabul edilmektedir. Yaşam tarzı (hastanın beslenme düzeni, fiziksel aktivite, sosyoekonomik durum) ve çevresel faktörler hastalığın görülme sıklığını, şiddetini ve seyrini etkilemektedir.

Güncel bir çalışma sonucu, ülkemizde alkol ilişkili olmayan yağlı karaciğer hastalığının klinikte gördüğümüz iki yetişkin hastamızdan bir tanesinde olabileceğine işaret etmektedir.

Çoğunlukla metabolik bir hastalığı olan fazla kilolu bireylerde rastladığımız karaciğer yağlanmasına Tip 2 Diyabet, hipertansiyon, metabolik sendrom, kolesterol yüksekliği, insülin direnci ve kalp damar hastalıklarının da sıklıkla eşlik ettiğini görmekteyiz.

Bu nedenle özellikle Tip 2 diyabetli veya prediyabetli hastalar, insülin direnci ve obezitesi olan hastaların belli aralıklarla karaciğer yağlanması açısından taranmasını ve araştırılmasını önermekteyiz.

Metabolik hastalıkların dışında yoğun alkol kullanımı, kronik viral hepatitler, doğumsal yağ metabolizma bozuklukları, kolesterol depo bozuklukları, tiroid bezinin az çalışması, hipofiz bezi yetmezliği gibi hastalıkların ve bazı ilaçların kronik kullanımının da karaciğerde yağlanma artışına yol açabilmektedir.

Dr. Mehmet Yiğit

Dr. Mehmet Yiğit

Karaciğer yağlanmasının belirtileri ve seyri
Genellikle, hastaların erken dönemde belirgin bir şikayet olmamaktadır; ancak yağlanma ilerledikçe; hastalarda halsizlik, iştahsızlık, sağ üst karın ağrısı, bulantı, kusma ve sarılık gibi şikayetler olabilir. Karaciğer yağlanması zamanında tedavi edilmediğinde; hepatit, hepatik fibroz, siroz ve karaciğer kanseri gibi yüksek riskli hastalıkların görülme riskinde artışa yol açabilir.

Rutin kontrollerde, karaciğer enzim düzeyleri ve metabolik parametreleri içeren tetkiklerde sorun görülmesi durumunda ultrason ile karaciğere yağlanma açısından bakılması önemlidir.

Aynı zamanda ultrasonun yanı sıra tomografi veya MR gibi görüntüleme işlemleri de tanı ve takipte kullanılmaktadır. Son zamanlarda ‘FibroScan görüntüleme yöntemi’ ile herhangi bir girişim yapmadan hastanın karaciğerindeki yağlanma ultrason dalgaları kullanılarak daha hassas bir şekilde ölçümünü sağlamaktadır.

Karaciğer yağlanması tedavisinde neler yapılmalı?
Metabolik ilişkili karaciğer yağlanmasında, bu zamana kadar çok sayıda ilaç denenmiştir; maalesef, halen dünyada karaciğer yağlanması tedavisi için onay almış spesifik bir ilaç bulunmamaktadır. Bu nedenle öncelikle hastalarda yaşam tarzı değişikliği, diyet ve egzersiz ile kilo kaybı hedeflenmelidir.

Özellikle enerji içeriği yüksek gıdalar, yüksek fruktozlu gıdalar, işlenmiş et ve paket ürünler ile tatlandırılmış içeceklerden kaçınmalarını önermekteyiz. Ayrıca düzenli olarak haftada toplam 150 dakika yapılan aerobik veya direnç egzersizinin, günde 2 bardak kahve tüketiminin de karaciğer yağlanmasında fayda sağlayabileceği çalışmalarda görülmüştür.