Yazılar

Kemoterapi sırasında neler yenmez?

Kanser tedavisinde her geçen gün yeni gelişmeler oluyor. Birçok tedavi, yeni umut ışığı yanmasını sağlıyor. Kanserle savaşta en önemli silahlardan olan kemoterapi birçok korkuyu da beraberinde getiriyor. Ancak tedavide uygulanan kemoterapi birçok kişide önyargı uyandırabiliyor. Liv Hospital Medikal Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Duygu Derin, kemoterapi ile ilgili en çok merak edilen 5 soruyu cevapladı.

Liv Hospital Medikal Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Duygu Derin

Prof. Dr. Duygu Derin

Kemoterapinin etkileri ne zaman geçer?

Kemoterapide kullanılan ilaçların bir kısmı karaciğerden bir kısmı da böbrekten atılır. Bazı kemoterapi ilaçları da kalbe olumsuz etki yapabilir. Kemoterapi öncesi ve sonrası, doktor kontrolünde hastaya damar yolu ile bol sıvı vererek böbreklerin ve organların korunması sağlanır. Kemoterapi kürünün bitmesinin ardından, ortalama 3 hafta sonra kan değerleri normal aralığa gelir ve bağışıklık da büyük ölçüde toparlanır. Bu süreden sonra hasta, gündelik hayata büyük ölçüde dönebilir. Bununla beraber özellikle yorgunluk birkaç ay daha sürebilir. Hastanın kendi durumuna göre en doğru olanı ayarlaması yani bu süreçte kendi kendinin doktoru olması, kendini yorgun hissettiğinde dinlenmesi, doğru stres yönetimi çok önemlidir. Kemoterapi ilaçlarının vücuttan tam olarak atılması kişiden kişiye göre değişkenlik gösterse de bu süreç 6 ay ile 1 yılı bulabilir. Kadın hastalar eğer gebelik düşünüyorsa ancak bu süreden sonra hamile kalabilir. Öte yandan meme kanseri sonrasında 3 yıl ile 5 yıl arası hastanın takibinin yapılması ve bu süreç içinde mümkünse çocuk yapılmaması gerekir.

Kemoterapi sırasında beslenme konusunda nelere dikkat edilmeli?

Kemoterapi sırasında proteinden ve vitaminden zengin, hazmı kolay gıdalarla beslenilmelidir. Kemoterapi sebebiyle daha önce sevdiği yemekler kişide bulantı ve tiksinti yaratabilir. Bu daha sonra geçecektir. Faydalı gördüğümüz besin de olsa hastada bulantı oluşturuyorsa yemeye zorlamamak gerekir. Benzer yapıda, yemeyi tercih edeceği gıdaları vermek uygun olur. Kemoterapi sırasında greyfurt tüketilmemelidir. Bu meyve kemoterapi ilaçlarının karaciğer metabolizmalarını etkiler. Öte yandan greyfurtla aynı aileden olan portakal, limon ve diğer tüm turunçgillerin tüketiminde sakınca yoktur. Greyfurtun yanı sıra narın da kemoterapi ilaçları ile etkileştiği düşünüldüğü için kemoterapi sırasında tüketilmesi tavsiye edilmez. Kemoterapi ilaçlarının çoğu bağırsak hareketlerini yavaşlatarak kabızlık, bazıları da ishal yapar. Doktorun tavsiyesine göre hareket edilmelidir. Bol su tüketimi böbrekleri korur ve özellikle böbrekten atılan kemoterapi ilacı kullanımında çok gereklidir.

Kemoterapi sırasında görülebilecek yan etkiler

Kemoterapi sırasında en sık bulantı ve kusma görülür. Günümüzde bu yan etkileri giderecek çok kuvvetli ilaçlar vardır ve hem damar hem de ağız yolu ile verilerek bu yan etkiler ciddi biçimde azaltılır. Kullanılan ilaca göre sıklıkla kabızlık, bazen de ishal olabilir. Bu yan etkiler için önce diyet düzenlenir, yetmediği hallerde de kabızlık veya ishal için ilaç verilir. İştahsızlık, tat duyusunda da azalma olabilir. Öğün sayısı arttırılarak, tercihe göre atıştırmalıklar ekleyerek yeterli gıda alımı sağlanabilir. Nane, limon ve kahve içeren çiklet ve şekerler hastanın kötü tat hissini bastırır ve daha iyi hissetmesini sağlar.  Özellikle kemoterapi sonrası ilk hafta hastada halsizlik olur ve istirahat etmek isteyebilir. İkinci hafta daha rahattır ve üçüncü hafta genelde normale döner. Açık ve temiz havada yürüyüşler iyi gelir. Kemoterapi kullanıldığı dönemde ağızda yaralar ve pamukçuk çıkabilir. Pamukçuk oluşumunu engellemek için ağız hijyenine dikkat edilmelidir. Ayrıca günde dört kere karbonatlı su ile ağız gargarası önerilir. Kemoterapiden sonraki 7-14 gün arasındaki dönem, bağışıklığın en çok baskılandığı zamandır genelde. Bu dönemde 38 ve üstü bir ateş olursa hemen hastaneye başvurup doktora görünmek gerekir. Kemoterapi nedeniyle kanımızdaki lökositler yani bizi mikroplara karşı savunan beyaz hücrelerimiz sayıca çok düşmüş olabilir. Doktor, bu noktada gereken tedaviyi yapacaktır. Bu dönemde havasız ortamlarda bulunmamalı, hasta kişilerle görüşülmemelidir. Özellikle meme kanseri tedavisinde kullanılan ilaçlarda istenmeyen bir yan etki olarak saçlar dökülmektedir. Bu geçici bir yan etkidir ve kemoterapi bittikten sonra saçlar geri gelecektir. Bu dönemde peruk, bandana ve benzer araçlar kullanılabilir.

Cinsel ilişkiye ne zaman dönülebilir?

Yorgunluk, halsizlik, üzüntü ve fiziksel güçsüzlük cinsel yaşamı olumsuz etkileyebilir. Bu durum geçicidir. Kemoterapi sürecinde cinsel ilişki ile ilgili genel olarak yasak bulunmuyor. Ancak, kanserin tuttuğu yer (rahim ağzı ve vajen kanseri) nedeniyle, cinsel yaşam doktorunuz tarafından geçici olarak yasaklanmış olabilir. Veya kemoterapi boyunca bazı özel durumlar yaşandığında; örneğin lökositler düştüğünde, enfeksiyonlardan korunmak için cinsel hayata ara vermek gerekebilir. Bu durumlar haricinde kemoterapi sırasında cinsel yaşam devam edebilir. Hatta tedavi sürecinde yaşanan cinsel ilişkinin sevgi ve şefkat ile yaşanması hastaya moral verir, onu kuvvetlendirir ve mutlu eder. Kemoterapi ve radyoterapi ile vücuda alınan ilaçlar cinsel ilişki ile karşı tarafa bulaşmaz, bu iddia yanlıştır.

Tedavi sırasında doktor hasta ilişkisi nasıl olmalı?

Kemoterapi çok sayıda yan etkisi olan, zor bir tedavidir. Hastanın yan etkiler konusunda iyi bilgilendirilmesi, bunlarla başa çıkabilmek için iyi yönlendirilmesi gereklidir. Bu nedenle hasta-doktor ile iletişimi çok önemlidir. Hastanın rahat olması için doktorunun ona vakit ayırabilmesi, samimi ve sıcak bir iletişim kurması önemlidir. Kemoterapi sonrasındaki zamanlarda da sorun olduğunda doktoruna ulaşabilmesi de yine aynı şekilde çok önemlidir. Bunu telefonla, mesajla veya kendi gelerek yapabilir. Duygusal olarak da çok hassas ve kırılgan oldukları bu dönemde doktorlarıyla olan iyi ilişkileri hastalara ciddi psikolojik destek de sağlayabilir.

Morluklar, halsizlikler ve yorgunluk varsa dikkat!

Çocuklarda kanser erişkinlere oranla 100 kat daha az görülür. Türkiye’de ve dünyada her 1 milyon çocuktan 110-150’sinde kansere rastlanıyor. Çocuk çağı kanserlerine dikkat çeken Liv Hospital Çocuk Hematolojisi ve Onkolojisi Uzmanı Prof. Dr. Tülin Tiraje Celkan, tüm kanserlerin sadece yüzde 2-4’ünün çocuklarda görüldüğünü belirterek, “Her yıl 1 milyon çocuktan 110-150’sinde kanser gelişiyor. Çocukluk çağı kanserleri en sık ilk 5 yaşta ve 10-15 yaş döneminde ortaya çıkıyor. Tedavi başarısının yüksek olması ve çocukların önündeki beklenen yaşam süresinin uzunluğu, erken tanı ve tedavinin önemini ortaya koyuyor. Gelişmiş ülkelerde çocuklar arasında en sık ölüm nedenlerinde 2’nci sırada olan kanserler, ülkemizde enfeksiyonlar, kazalar, kalp hastalıklarından sonra 4’üncü sırada yer alıyor. Nüfusumuzun yüzde 26,3’ü 0-14 yaş arasında bulunuyor. Ülke nüfusumuzu 84 milyon olarak kabul edersek 21 milyon çocuk için yıllık beklenen yeni kanserli çocuk olgu sayısı 2 bin 500 ile 3 bin arasındadır” dedi.

Prof. Dr. Tülin Tiraje Celkan

Prof. Dr. Tülin Tiraje Celkan

Çocukluk çağı kanserlerinde lösemi başı çekiyor

Türkiye’de ve dünyada çocukluk çağında görülen kanserlerin yüzde 30’unu lösemi oluşturuyor. Ülkemizde ikinci sırada lenf bezi kanserleri (Hodgkin ve Hodgkin-dışı lenfoma) yer alıyor. Bunları sırasıyla sinir sistemi tümörleri, nöroblastoma, Wilms tümörü ve yumuşak doku sarkomaları (rabdomiyosarkoma) izliyor. Kemik, deri, göz ve karaciğer tümörleri ise çocuklarda daha nadirdir. Çocukluk çağında tümörlerin çoğu embriyonel kaynaklı, erişkin kanserlerinin çoğu ise karsinomlardır. Genetik nedenler, erişkin kanserlerinden çok daha sık saptanıyor. Ailevi yatkınlık, doğumsal hastalıklar, doğumsal anomaliler, gen bozuklukları, immün yetmezlikler ve nörofibromatozis gibi genetik hastalıklar kansere yatkınlık yaratıyor.

İyileşme oranları yüzde 5’ten 80’e çıktı

Çocuk kanserlerinin özelliklerinden biri, çok hızlı çoğalan ve büyüyen kanserler olmalarıdır. Hızlı büyüdükleri için de ilaç tedavisi (kemoterapi) ve ışın tedavisine (radyoterapi) duyarlı oluyorlar. Çocuk kanserlerinde genellikle cerrahi, ışın ve ilaç tedavileri birlikte kullanılıyor. Işın geç yan etkileri fazla olduğu için giderek çocukluk çağı kanser tedavilerinde daha az sıklıkla ve azalan doz ve süreler ile yer alıyor. Genellikle tedavinin kesilmesinden sonra 5 yıl geçmiş ve kanser tekrarlamamışsa hasta tamamen kür olmuş deniliyor. 1960’lı yıllarda yüzde 5’i iyileşen çocukluk çağı lösemilerinin günümüzde yüzde 75-80’i şifa buluyor.

Hangi belirtilerde çocukluk çağı kanserlerinden şüphelenilmeli?

  • Çocukta beze, kansızlık, karın şişliği, herhangi bir dokuda anormal bir büyüme fark edildiğinde derhal hekime başvurmalı ve nedeni araştırılmalıdır.
  • Hastada solukluk, deride nokta kanamalar veya morluklar, halsizlik, yorgunluk, kemik ağrısı gibi belirtiler varsa; dalağı ve karaciğeri, bezeleri büyümüşse akla öncelikle lösemi gelmelidir. Bu durumda hemen bir kan tetkiki ve kesin tanı için gerekiyorsa kemik iliği tetkiki yapılır. Lenf bezi büyümelerine ateş, gece terlemeleri, halsizlik, kilo kaybı, kaşıntı gibi belirtiler eşlik ediyorsa, Hodgkin hastalığı düşünülmelidir. Tanıya, lenf bezinden biyopsi yapılarak gidilir.
  • Küçük çocuklarda ağrısız bir karın kitlesi, deri altında küçük şişlikler (nodül), öksürük veya ateş, solukluk, gözlerin tek veya çift taraflı öne fırlaması ve göz çevresinde morluk gibi belirtiler, kemik ağrıları varsa “nöroblastoma” adı verilen böbreküstü bezinden veya sempatik sinir sisteminden kaynaklanan bir tümör akla gelir. Tanıya biyopsi veya kemik iliği tetkiki, tümör belirteçleri (NSE testi) ile gidilir.
  • Ağrısız karın kitlesi veya nadiren karın ağrısı ve karında şişlik, idrarda kan, gözün renkli tabakası irisin yokluğu gibi belirtiler küçük bir çocukta böbrek tümörünü (Wilms tümörü) düşündürmelidir. Tanı, görüntüleme yöntemleri (MR veya BT) ve biyopsi ile konur.
  • Karaciğer bölgesinde şişlik, sarılık, bulantı, kusma, kilo kaybı gibi belirtiler ise karaciğer tümörünü akla getirmelidir. Bu durumda kanda alfa-fetoprotein (ALP) denen tümör belirteci yükselmiş olarak saptanacaktır. Tanı biyopsi ile konur.

Tedavide farklı yöntemler uygulanıyor

Çocuk kanserlerinde cerrahi yöntemler genellikle tümör kaynaklandığı organ içinde sınırlı ise tümörün çıkarılması şeklindedir. Ancak tümör çıkarılamayacak büyüklükte ise veya başka dokulara yayılma yapmış ise (metastaz) bu durumda tümörden biyopsi almakla yetinilir ve öncelikle kemoterapi uygulanarak tümör ve/veya metastazları bu yol ile yok edilmeye çalışılır. Tümör küçülüp, metastazlar kaybolduktan sonra tümör kalıntısı cerrahi olarak çıkarılabilir.

Kemoterapi, belirli aralıklarla kemoterapi ilaçlarının ağız veya damar yolu ile verilmesiyle yapılır. Lösemi tedavisi sırasında ilaçlar beyin-omurilik sıvısı içine de verilebilir; buna “intratekal tedavi” denir.

Kemoterapi süreleri, uygulanan tedavi şemalarına göre farklılıklar gösterir. 2-3 günden 7-8 güne değişen sürelerde, blok halinde genellikle 21-28 günde bir ilaçların birlikte kullanımı söz konusudur. Kemoterapinin süresi genellikle 6 ay ile 2 yıl arasında değişir.

Kemoterapide kullanılan ilaçların bazı yan etkileri olur ancak bu etkilerin çoğu geçicidir ve birtakım ilaçlarla başarılı bir şekilde önlenebilir. Kemoterapi döneminde çocuk oldukça halsiz olur, ayrıca bulantı, kusma, kemik ağrıları görülebilir. Kemoterapinin dıştan fark edilen en belirgin yan etkisi ise saçların dökülmesidir. Tedavileri biter bitmez saçlar hemen çıkmaya başlar.

Kemoterapinin bir etkisi olarak enfeksiyon riski arttığından bu dönemde hijyen çok önem kazanır. Genellikle okul çağı çocukların bir süreliğine okuldan uzak kalmasında yarar vardır.

Radyoterapi ise tümörün bulunduğu alana doğrudan ışın verilmesi şeklinde uygulanan tedavi şeklidir. Radyoterapi çocuklarda mümkün olduğu kadar az kullanılır, özellikle büyüyen vücutlarda gelişme bozukluklarına yol açabileceğinden zorunlu durumlar dışında ilk tercih edilen tedavi değildir.

Obezitede medikal tedaviler

Özellikle gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde hızla yayılan obezitenin ülkemizdeki görülme oranı yüzde 30’lara ulaştı. Obezite tedavisi denildiğinde akla ilk gelen cerrahi müdahaleler olsa da son dönemde geliştirilen medikal tedaviler de başarılı sonuçlar veriyor. Kimi medikal tedavilerin kilo kaybını yüzde 24’e kadar çıkardığını hatta kimilerinin bariyatrik (obezite) cerrahinin sağladığı kilo kaybına yakın kayıplara ulaşabildiğinin altını çizen Liv Hospital Vadistanbul Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Berçem Ayçiçek, öte yandan bu tedavilerin yan etkilerine dikkati çekerek “Söz konusu riskler konusunda hastaların dikkatlice bilgilendirilmesi ve tedavi sürecinin uzman bir hekim gözetiminde sürdürülmesi gerekiyor” dedi.

Dünya Sağlık Örgütü’ne göre kalp damar hastalıkları başta olmak üzere çeşitli ciddi rahatsızlıklara neden olan, küresel sağlık sorunu obezitenin görülme sıklığı 1975’ten bu yana üç katına, Türkiye’de ise yüzde 30’lara kadar ulaşmış durumda…Yüksek kalori içeren; işlenmiş, endüstriyel gıda tüketiminin, porsiyon boyutlarının, fiziksel hareketsizliğin, psişik/fiziksel stresin artması obezite oranlarının yükselmesinde önemli rol oynarken; genetik yatkınlığın yanı sıra son yıllarda yapılan araştırmalar da obezitenin nesilden nesle aktarımına sebep olarak “Epigenetik Etki”ye işaret ediyor. Yarattığı sağlık sorunlarına ek olarak sağlık hizmeti harcamalarının da artmasına neden olan obezite, ABD verilerine göre, hekim ziyaretlerinin ve ayakta tedavi masraflarının yüzde 27’sini, yatarak tedavi masraflarının yüzde 46 ve reçeteli ilaç harcamalarının ise yüzde 80’ini oluşturuyor. Buna karşın son yıllarda obezite tedavisinde kullanılan medikal tedavi seçenekleri hızla artıyor. Bu seçeneklerin tedavi başarısını artıran etkin bir yaklaşım olduğunu söyleyen Liv Hospital Vadistanbul Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Berçem Ayçiçek, obezite ilaçlarından beklenenler arasında, dozla ilişkili olarak etkili kilo kaybı sağlamaları, hedeflenen kilonun sürdürülebilirliğini desteklemeleri ve uzun süreli kullanımda güvenilir olmalarının bulunduğunu belirtiyor. Aynı zamanda, bu ilaçların tolerans geliştirmemesi, kötüye kullanım veya bağımlılık riskine neden olmaması gibi özelliklerinin de oldukça önemli olduğunu kaydeden Prof. Dr. Ayçiçek’e göre bu beklentiler, obezite tedavisinde hem etkinlik hem de güvenlik açısından hasta ihtiyaçlarına uygun ideal tedavi seçeneklerinin belirlenmesinde kritik rol oynuyor.

Prof. Dr. Berçem Ayçiçek

Prof. Dr. Berçem Ayçiçek

Kilo kaybını yüzde 24’e kadar artıran ilaçlar mevcut

Obezite tedavisindeki başarı, hastaların kilo kaybı sürecini süreklilikle destekleyen medikal yöntemlerle artırılabiliyor. Küçük oranlardaki kilo kayıplarının (yüzde 5-10) dahi metabolik sağlık üzerinde büyük fark oluşturabileceğini belirten Prof. Dr. Ayçiçek, “Örneğin, semaglutid ve liraglutid gibi GLP-1 reseptör agonistleri, kilo kaybını yüzde 7 ile 17 arasında sağlarken, kan şekeri kontrolü ve kardiyovasküler sağlık üzerinde de olumlu etkiler gösteriyor. GLP-1 reseptör agonistleri, gastrointestinal sistemdeki GLP-1 reseptörlerine bağlanarak, iştahı baskılıyor, mide boşaltımını geciktiriyor ve insülin salgısını artırıyor. Dual agonist ilaçlar dediğimiz ilaçlar, GLP-1 reseptör agonistlerinin yanı sıra başka bir hedefe daha etki ediyor, genellikle GIP (gastrik inhibitör polipeptid) veya GLP-1 kombinasyonunu içeriyor. Tirzepatid bu sınıfta yer alıyor ve klinik araştırmalarda kilo kaybı oranlarını yüzde 20’ye kadar yükselttiği gözlemleniyor. Ayrıca, kardiyovasküler sağlık üzerinde de fayda sağladığı görülüyor. Çok yakın zamanda tedavi seçeneklerimiz arasına girmesini beklediğimiz Triple agonistler, GLP-1, GIP ve glucagon gibi üç reseptör üzerinde etkili olup, kilo kaybı artırıcı etkisi ile şu ana kadar ki medikal tedaviler içinde listenin en üst sırasına yer alacağa benziyor. Retatrutid, bu gruptaki yeni ilaç ve klinik denemelerde (Faz 1-2) oldukça umut verici sonuçlar ortaya koyuyor. Kilo kaybını yüzde 24’e kadar artırdığı gözlemlenen bu ilaç, insülin salgısını artırarak glikoz kontrolünü desteklerken, yağ metabolizmasını da iyileştiriyor” dedi.

Hangi durumlarda GLP-1 reseptör agonistleri kullanılmamalı?

GLP-1 reseptör agonistleri, bazı durumlarda güvenli olmayabiliyor ve kullanılmaması gerekiyor. Bu durumları gebelik, pankreatit öyküsü, medüller tiroid kanseri öyküsü, kolelitiazis (safra taşı), ve ağır böbrek yetmezliği olarak sıralayan Prof. Dr. Ayçiçek, bu tür klinik tabloların, tedavi riskini artırabileceğinden, hastanın durumu dikkatlice değerlendirilerek alternatif tedavi seçeneklerinin tercih edilmesi gerektiğini kaydediyor. GLP-1 ilaçlarının diyabeti olan ve göz problemi yaşamış kişilerde dikkatle kullanılması gerektiğini ifade eden Prof. Dr. Ayçiçek sözlerine şöyle devam etti: “Kan şekerini hızlı düşürmek, gözdeki sorunları kötüleştirebilir. Bu ilaçlar tedavi için etkili olabilir ama karar verirken hem yararları hem de riskleri iyi değerlendirmek gerekir. Özetle, şu durumda ‘yavaş ve dikkatli ilerlemek’ göz sağlığını korumak için önemlidir. Semaglutid’in, gözde sinir hasarına yol açabilen Non-Arteritik Anterior Ischemic Optic Neuropathy (NAION) riskini artırdığına dair bazı yayınlar mevcut. JAMA’daki çalışmada, bu riskin yüzde 7,5 olduğu bildirilmiş olsa da verilerin güvenilirliği tartışmalı, çünkü gözlemlenen vakalar çok nadir kalıyor. Yaklaşık 16 bin hasta içinde yalnızca 20 vakadan söz ediliyorsa, bu tür nadir yan etkilerin sıklığını ve etkinliğini tam olarak bilmek oldukça zordur. Retrospektif vaka kontrol çalışmaları gibi bu tür araştırmalarda, veri güvenilirliği bazen sorunlu olabilir. Bu tür araştırmalarda, kontrol grubu seçimi ve demografik eşleştirme süreçleri, sonuçları yanıltıcı hale getirebilir. Bu bakımdan uzun dönemli kanıt düzeyi daha yüksek çalışmalara ihtiyaç olduğu aşikardır.”

Medikal tedaviler cerrahi müdahaleye yakın kilo kaybı sağlıyor

Obezite tedavisinde son yıllarda kullanılan ilaçlar, etkili kilo kaybı sağlama konusunda önemli bir rol oynuyor. Öte yandan bu ilaçların yan etkileri ile ilgili bazı kaygıları gerek doktorların gerekse hastaların dikkatle değerlendirmesi gereken bir konu olduğunu belirten Prof. Dr. Ayçiçek, “Bilimsel çalışmalar, yeni medikal tedavilerin, bariyatrik (obezite) cerrahinin sağladığı kilo kaybına yakın düzeyde olduğuna işaret ediyor. Ancak uzun dönemde gerek bariyatrik cerrahi sonrasında gerekse de medikal tedavilerin uzun süreli kullanımı sonrasında takip ve önlem alınmaz ise mikronütrient eksiklikleri, kas kaybı, psikolojik sorunlar ve kırık riski gibi ciddi bazı yan etkiler meydana gelebiliyor. Örneğin, GLP-1 reseptör agonistlerinin yaygın yan etkileri arasında bulantı, kusma ve karın ağrısı yer alırken, nadiren iskemiye bağlı optik nöropati gibi ciddi komplikasyonlar da görülüyor” diye konuştu.

İleri yaşta gebelikte testlere önem verin!

Son yıllarda dünya genelinde 35 yaşından sonra ilk kez anne olanların sayısında artış yaşanıyor. Doğurganlık üzerinde olumsuz etkileri bulunan ileri yaş gebeliklerinin aynı zamanda gebelik sürecinin sağlığı üzerinde de önemli etkileri bulunuyor. Sağlıklı bir gebelik için doğru önlemler alındığında, ileri yaşta gebeliklerin başarılı bir şekilde tamamlanmasının mümkün olduğunu belirten Liv Hospital Kadın Hastalıkları, Doğum ve Perinatoloji Uzmanı Doç. Dr. Miraç Özalp, “Uzman görüşü ve erken tarama testleri, anne ve bebek sağlığı açısından kritik öneme sahip” dedi.

Son yıllarda ilk bebek için 35 yaş ve sonrasını tercih eden anne adaylarının sayısı oldukça yüksek. 35 yaş ve üzerindeki anne yaşı, “ileri anne yaşı” olarak kabul ediliyor ve bu eğilim, kadınların artan eğitim düzeyi, yüksek istihdam oranları ve güvenilir doğum kontrolüne erişiminin bir sonucu olarak öne çıkıyor. Bununla beraber kadınların doğurganlık kapasitesi 32 yaşından sonra kademeli olarak azalmaya başlıyor. Bu düşüşün temel nedeni ise doğrudan yaşa bağlı olarak oosit (yumurta hücresi) sayısının azalması ve oositlerin kalitesinin düşmesi. Yaş ilerledikçe oositlerde bölünme hataları artıyor böylece gebelik şansı azalabiliyor. Ayrıca sigara içme, çevresel faktörler, bazı tıbbi ve cerrahi müdahaleler de oosit kalitesini ve yumurtalık rezervini olumsuz etkileyebiliyor.

Doç. Dr. Miraç Özalp

Doç. Dr. Miraç Özalp

İleri yaş gebeliklerde anne kadar bebekte risk altında

İleri anne yaşının, sadece doğurganlık üzerinde değil, aynı zamanda gebelik sürecinin sağlığı üzerinde de önemli etkileri bulunduğuna dikkat çeken Liv Hospital Kadın Hastalıkları, Doğum ve Perinatoloji Uzmanı Doç. Dr. Miraç Özalp, maternal yaşın artmasıyla başta hipertansiyon ve diyabet olmak üzere kanser, obezite, kardiyovasküler, renal ve otoimmün hastalıklar gibi tıbbi durumların sıklığının artabileceğini belirtti. Özalp’e göre erken gebelik kaybı, ektopik gebelik, çoğul gebelik, plasental problemler ve artmış sezaryen oranları da bu yaş grubu gebelerde daha sık karşılaşılan problemler arasında yer alıyor. İleri yaş gebelikler, aynı zamanda anne kadar bebekler için de bazı problemlerin gelişme riskini artırıyor. Down sendromu gibi kromozomal anomaliler, yapısal malformasyonlar, düşük doğum ağırlığı, erken doğum ve ölü doğum riski anne yaşının artmasıyla birlikte daha sık karşılaşılan problemlerin başlıcaları arasında yer alıyor. İleri anne yaşı ve buna bağlı gelişme ihtimali artan problemler, bu dönemki gebelikleri, yüksek riskli gebelik sınıfına sokabiliyor.

Erken tarama testleri hayati öneme sahip

Hal böyle olunca bu yaş grubundaki kadınların sağlıklı bir gebelik süreci geçirebilmeleri açısından, gebelik öncesi dönemde bir perinatoloji veya kadın doğum uzmanından danışmanlık almaları, uygun bir vücut kitle indeksine sahip olmaları, sigara ve alkolden uzak durmaları ve folik asit takviyesi almaları oldukça önem kazanıyor. Gebelik elde edilince, fetal kromozomal ve genetik hastalıkların taranmasının ve tanınmasında kullanılan testler ve işlemler hakkında gebelerin bilgilendirilmesinin gerektiği vurgulayan Özalp şu noktaların altını çizdi: “Bebeğin sağlık durumu ve gelişebilecek yapısal problemlerin tespiti açısından, 11-14 hafta ve 18-23 hafta arasında ultrason taramalarının bir perinatoloji uzmanı tarafından yapılması oldukça önemlidir. Bu yaş grubundaki gebeler, artmış preeklampsi riski nedeniyle düşük doz aspirin profilaksisi ve artmış venöz tromboemboli riski nedeniyle düşük molekül ağırlıklı heparin profilaksisi açısından dikkatli bir şekilde değerlendirilmelidir. Aynı zamanda 24-28.haftalarda yapılan gestasyonel diyabet taraması, ek risk faktörlerinin bulunduğu hastalarda daha erken bir dönemde yapılabilir. Sağlıklı bir gebelik için doğru önlemler alındığında, ileri yaşta gebeliklerin başarılı bir şekilde tamamlanması mümkün. Bunun içinse uzman görüşü ve erken tarama testleri, anne ve bebek sağlığı açısından kritik öneme sahiptir.”

Yeni yıl gecesi kabusa dönmesin!

Yılbaşı akşamları insanların sevdiği dostlarıyla birlikte olduğu, yemek ve alkol konusunda sınırlarını zorladığı anların başında gelir. Ancak yediğimiz yemek ve içeceğimiz içecekler konusunda yaptığımız tercihler eğlenceli başlayan akşamlarımızı kabusa çevirebilir. Yılbaşı akşamı beslenme konusunda ve içecek konusunda nelere dikkat etmemiz gerekenleri Liv Hospital Beslenme ve Diyetetik Uzmanı Diyetisyen Safiye Keskin anlattı.

Yılbaşı, sevdiklerimizle bir araya gelip mutlu anlar paylaşacağımız özel bir dönemdir. Ancak yılbaşı sofraları genellikle zengin, yağlı ve kalorisi yüksek yemeklerle doludur. Bu durum, özellikle kalp sağlığına dikkat etmesi gereken bireyler için risk oluşturabilir. Yılbaşı kutlamalarında aşırı yemek tüketimi, sağlıksız yiyecekler ve alkol kalp krizine zemin hazırlayabilir. Yılbaşında yediklerinizin kalp sağlığınıza zarar vermemesi için dikkat etmeniz gereken bazı önemli noktalar:

Diyetisyen Safiye Keskin

Diyetisyen Safiye Keskin

1-Yılbaşı yemeklerinde ağırlıklı olarak sağlıklı olanları tercih edin

Yılbaşı sofraları; et, tavuk, balık, mezeler, hamur işleri, tatlılar ve içeceklerle dolu olabilir. Ancak bu yemeklerin çoğu yüksek kalorili, doymuş yağ ve tuz açısından zengindir. Bu da kalp sağlığını olumsuz etkileyerek, özellikle yüksek tuz alımı, kan basıncını artırarak kalp krizi riskini yükseltmektedir. Bunun yerine, yılbaşı menüsünde sağlıklı alternatifler bulundurmak çok önemlidir.

Izgara ve fırınlanmış etleri tercih edin: Kızartmalar yerine, et ve tavukları ızgarada veya fırında pişirmeyi tercih edin. Bu daha az yağ tüketmenizi sağlar.

Zeytinyağlı sebze yemeklerine ve mezelere yönelin: Zeytinyağı omega-9 açısından zengin olup kalp dostu bir yağdır. Sebzeleri zeytinyağı ile pişirmek, hem sağlıklı hem de lezzetli bir alternatiftir.

Balık tüketimine özen gösterin: Omega-3 yağ asitleri bakımından zengin olan balıklar, kalp sağlığını korur. Yılbaşı menüsüne mutlaka balık eklemeyi unutmayın ve yanında mevsim sebzeleriyle sofranızı renklendirmeyi ihmal etmeyin.

  1. Porsiyon Kontrolüne Dikkat Edin

Yılbaşı sofralarındaki fazla yemek ve atıştırmalıklar kalori alımını hızla artırmaktadır. Aşırı yemek tüketmek kan şekeri seviyelerini yükseltebilir, bu da kalp krizi riskini artırabilir.
Porsiyon kontrolü yapmak, aşırı kalori alımını engellemenin en etkili yollarından biridir.

Küçük tabaklar kullanın: Yılbaşı yemeklerinde büyük porsiyonlar yerine, küçük tabaklarda yemek yemeyi tercih edin. Böylece daha az kalori almış olursunuz.

Yavaş yiyin ve iyi çiğneyin: Yavaş yemek doygunluk hissinizi artırır, aşırı yemenin önüne geçer ve daha az yemek tüketmenizi sağlar.

  1. Tuz ve Şeker Tüketimine Dikkat Edin

Yılbaşı yemeklerinde sıklıkla tuzlu mezeler, hazır gıdalar ve şekerli tatlılar bulunur. Ancak, fazla tuz ve şeker tüketimi, kalp sağlığını olumsuz etkileyerek olası bir kalp krizini tetikleyebilir.

 Tuz alımını sınırlayın: Yüksek tuz alımı, kan basıncını artırarak kalp hastalıkları riskini yükseltir. Yılbaşı menünüzde tuzlu yiyecekleri sınırlayın ve yemeklerinizi baharatlarla tatlandırmayı deneyin. Yine tuz içeriğinden zengin olan kuruyemiş gibi atıştırmalıkları kavrulmuş yerine çiğ olarak ve porsiyon kontrolünde tüketin.

 Şekerli tatlıları sınırlayın: Yılbaşı tatlıları genellikle yüksek miktarda şeker içerir. Şeker, vücutta iltihaplanmaya yol açarak damar sağlığını bozabilir. Şeker yerine meyve ve sütlü tatlıları porsiyon ölçülerine göre tercih etmek iyi bir alternatiftir.

  1. Alkolü Ölçülü Tüketin

Yılbaşı kutlamalarının vazgeçilmezi olan alkollü içecekler aşırı tüketildiğinde kalp sağlığını tehdit edebilir. Alkol, kan basıncını yükseltebilir, kalp ritmini bozabilir ve aşırı tüketildiğinde kalp krizi riskini artırabilir. Özellikle alkolün enerji içecekleriyle tüketimi kalp krizi riskini artırmaktadır.

Alkol tüketimini sınırlayın: Eğer alkol almayı tercih ediyorsanız, sınırlı miktarda tüketmeye özen gösterin. Bir iki kadeh şarap veya duble rakı sosyal ortamda keyif almanızı sağlasa da, aşırıya kaçmamaya dikkat edin.

Su içmeyi unutmayın: Alkol tüketirken, arada su içmek hem alkolün etkilerini hafifletir hem de vücudunuzun susuz kalmasını engeller.

  1. Yılbaşı Sonrası Dengeleyin

Yılbaşı akşamı, fazla yemek ve alkol alımı nedeniyle metabolizmanız yavaşlayabilir. Ancak, yediğiniz ağır yemekleri sindirmek ve kalori alımını dengelemek için fiziksel aktivite önemlidir.

Yavaş yürüyüş yapın: Yılbaşı akşamı fazla yemek yediyseniz ertesi günü düşük-orta tempolu bir yürüyüş yapmak veya hafif egzersizler yapmak sindiriminizi hızlandırır ve kalori yakımına yardımcı olur.

Bol Su İçin: Dehidratasyonu ve oluşabilecek ödemi önlemek için bol su içmek büyük fayda sağlar.

Unutmayın, yılbaşı yalnızca bir gece değil, sağlıklı bir yaşam sürmek için iyi bir başlangıç olabilir!

Çocuklarınıza okul öncesi Check-Up yaptırın

Başarılı olmanın temel kriterlerinden biri sağlıklı olmaktır. Çünkü sağlıklı olmayan bir çocuğun eğitim hayatı boyunca iyi bir performans gösterebilmesini beklemek yanlış olur.  Anne ve babaların temel amacı elbette ki çocuklarının sağlıklı olması ve iyi bir eğitim almasıdır. Liv Hospital Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Gizem Güvener “Okul öncesi check – up  çocuğun gerçekten sağlıklı olup olmadığını temin etmek açısından ve muhtemel hastalıkları, riskleri hesaplayıp onlara yönelik önlem almak açısından çok önemli” diyor…

Dr. Gizem Güvener

Dr. Gizem Güvener

Okul öncesi check-up için temelde çocuğun rutin fiziksel muayenesi yapılır. Aslında bu, her sene yapılması gereken muayenenin bir benzeridir. Burada farklı olarak sosyal gelişmişlik düzeyi de mutlaka test edilmeli ve bunun yanında beden fonksiyonlarının yani görme ve duymanın yerinde olup olmadığı kontrol edilmelidir. Bulaşıcı hastalıklara karşı da bağışıklığını temin etmek üzere aşılarının tam olduğunu görmek gerekir.
Okul öncesi check-up ne zaman yapılmalıdır?
Eğitim öğretim hayatı çocuklarda 6 yaşında başlayıp, öncesinde de yaş gruplarına göre kreş eğitimi olmaktadır. Bu anlamda sosyal ilişkilerin geliştirilmesi, kişisel yetenekleri ilerletmeye yönelik aktivitelerin olması ön planda, ilkokulla birlikte öğretim ağırlık kazanıyor. Dolayısıyla asıl önemlisi ilkokuldan önce yapılacak kontrol ile çocuğun muhtemel sağlık problemlerinin sorun başlamadan önce tespitinin yapılmasında fayda var.
Check- up programı neler içeriyor?
Check – up muayenesi ayrıntılı bir fizik muayene ile başlar. Boy ölçülmeli, kiloya bakılmalı, beslenme problemine işaret edecek vücut kitle indeksinde anormallik mevcut mu, değerlendirilmeli ve büyüme eğrilerinin de yardımıyla çocuğun gelişme düzeyinin nasıl olduğuna karar verilmelidir. Çocukta kan tetkiklerinde kan sayımı, beslenme özelliklerine göre öğrenimde ve hafızada etkin vitamin değerlerine bakılmalı, gereklilik halinde tiroid değerleri, karaciğer böbrek değerleri ve idrar tetkiki de kontrol edilebilir, bunun yanında tansiyon ölçümü ve belli yaş gruplarında kolesterol taraması yapılabilir. Ayrıca göz sağlığı açısından yapılacak muayene de çok büyük önem taşır. Çünkü göz, eğitim ve öğretimde başarılı olmasındaki en önemli noktalardan biridir. Yine aynı derece önem taşıyan diğer konu kulaktır. Duymasının iyi olduğu test edilmeli,  böylece çocuğun eğitim ve öğretime katılmak üzere bedensel bir fonksiyon bozukluğunun olmadığının anlaşılması gerekir. Tüm bunların yanında artık ailesinin ve bakım verenin kontrolünden nispeten de olsa uzaklaşacak. Bazı öğünleri okulda yiyecek olmasından dolayı yeme alışkanlıkları tespit edilmelidir. Yeme alışkanlıklarındaki yanlışlıklar için aile uyarılmalı, çocuğa örneklerle bu konuda yardımcı olunmalıdır.
Bu dönemde çocukların doğru beslenmeleri için neler söyleyeceksiniz?
Bir çocuk normalde üç ana öğün, iki veya üç ara öğünle sağlıklı bir şekilde büyür. Ana öğünlerde protein karbonhidrat ve yağ dengesinin kurulması, dengeli ve çeşitlilik içeren gıdaların seçilmesi önemlidir. Ara öğünlerin de kan şekerini dengeleyici olması önem taşır. Çocukların porsiyonlarında zorlamaya gidilmemesi, ne yemesi gerektiğine ailenin, ne kadar yemesi gerektiğine ise çocuğun karar vermesi gerekir, yemek seçimi yapan çocuklarda sağlıklı besin yerine atıştırmalıkların tercih edilmemesi gerekmektedir.

En önemli noktalardan biri de aşılama programları
Hem Sağlık Bakanlığı’nın hem de Dünya Sağlık Örgütü’nün önerdiği aşılama programı dahilinde rutin aşılar ve özel aşılar uygulanmaktadır. Zaman zaman oluşabilecek olası salgınlara karşı ek aşı programları oluşturulabilir. Kızamık aşısının ek doz olarak uygulanmaya başlaması buna örnek gösterilebilir. Özel aşı programı kapsamındaki aşılar ise rotavirüs, özel menenjit aşıları ve hem kız erkek çocuklarına uyguladığımız HPV (human papilloma virüs) aşısıdır. Grip aşısı da özellikle risk grubuna dahil çocuklara önerilmektedir.

Sosyal medya bağımlılığı kendini yalnız hissetme duygusuna eş

Bu sabah çoğu kişi sosyal medya erişim sorunu ile uyandı. Kapatılma ile beraberinde, el yüz yıkamak kadar sabah rutini olan sosyal medyaya bakarak güne başlama durumu alışkanlık mı yoksa bağımlılık mı sorusunu akıllara bir kez daha düşürdü. Sosyal medya doğru kullanılmadığından mı yoksa hayatın içine çok dahil edildiği için mi bugün bu erişim sınırından çoğu kişi etkilendi? Liv Hospital Klinik Psikolog Selenay Yücel Keleş yanıtladı.

Klinik Psikolog Selenay Yücel Keleş

Klinik Psikolog Selenay Yücel Keleş

Bağımlılık sebebi
Sosyal medya bireyin dopamin (mutluluk hormonu) seviyesini yükseltir, beynin dopamin üreten bölgelerini aktifleştirir, fakat bu durum beyin sağlığını olumsuz etkileyerek bağımlılığa neden olur.

Sosyal medya kullanımını arttıran nedenler

  • Görünür olma arzusu,
  • Beğeni alması,
  • Onaylanma ihtiyacı,
  • Sürekli bir akış içinde olup ve
  • O akışın öngörülemez olması kişinin sosyal medya kullanımını arttırır.

Sosyal medya bağımlılığının altında neler yatıyor?

  • Sosyal medyaya aşırı ilgi duyma,
  • Sosyal medya kullanmadan bir günü geçirememe,
  • Sürekli aktif olma arzusu,
  • Yalnızca sosyal medya üzerinden iletişim kurma,
  • Arkadaşlık edinme,
  • Sosyal medyanın olmadığı ortamda kalınca yoksunluk yaşama,
  • Sosyal medyadaki kişiler ile kendini kıyaslama,
  • Özenme ve
  • Kusursuzluk algısına sahip olma gibi durumlar bağımlılık sebeplerinden.

Bağımlılıklarınızı tedavi edebilirsiniz
Eğer kendinizde veya yakınlarınızda sosyal medya bağımlılığından şüpheleniyorsanız mutlaka bir Klinik Psikolog desteği almalı. Destek alınmadığı takdirde kişide depresyon, anksiyete, algı bozuklukları gibi ciddi patolojilere sebep olabilir. Sosyal medya bağımlılığının tedavi edilebilir bir hastalık olduğunu unutmayın.

Olimpiyattaki jimnastikçilerden ilham alın

2024 Olimpiyat Oyunları’nda jimnastik sahnesinde göz kamaştıran sporcuları izlerken, sadece muazzam bir zarafet ve güç gösterisine tanık olmuyoruz. Aynı zamanda, bu sporcuların kalplerinin ne kadar sağlam ve güçlü olduğunu da görüyoruz. Peki, bu olimpiyat şampiyonlarının sırrı nedir ve bizler onların sağlık sırlarından nasıl faydalanabiliriz? Liv Hospital Kardiyoloji Uzmanı Dr. Hasan Burak İşleyen anlattı.

Dr. Hasan Burak İşleyen

Dr. Hasan Burak İşleyen

Kalp: Vücudun Güçlü Motoru
Kalp, vücudumuzun tüm kaslarına oksijen ve besin taşıyan güçlü bir pompadır. Jimnastikçiler, antrenman sırasında kalp atış hızlarını artırarak kaslarına daha fazla oksijen pompalarlar. Bu yüksek yoğunluklu egzersizler, kalp kasının zamanla güçlenmesine ve daha verimli çalışmasına yardımcı olur. Bu nedenle, jimnastik gibi sporlarla uğraşan bireylerin kalp sağlığı genellikle oldukça güçlüdür.

Jimnastik ve Kalp Sağlığı Üzerine Bilimsel Kanıtlar
Bilimsel araştırmalar, düzenli jimnastik yapmanın kalp sağlığı üzerindeki olumlu etkilerini net bir şekilde ortaya koymaktadır. Örneğin, düzenli egzersiz kan basıncını düşürür, kötü kolesterol seviyelerini azaltır ve kalp hastalığı riskini düşürür. Çalışmalar, jimnastik yapan bireylerde daha düşük kalp atış hızı ve daha iyi kardiyovasküler dayanıklılığın gözlemlendiğini göstermektedir.

Çocuklukta Başlayan Sağlıklı Alışkanlıklar
Çocukluk çağında başlayan düzenli fiziksel aktivite, yetişkinlik döneminde sağlıklı bir kalbe sahip olmanın anahtarıdır. Jimnastik, çocukların kas ve iskelet sistemlerinin gelişimini destekler, denge ve koordinasyon becerilerini artırır ve özgüvenlerini güçlendirir. Çalışmalar, düzenli spor yapan çocukların yetişkinlikte kalp hastalığı riskinin daha düşük olduğunu vurguluyor.

Aileler Neden Çocuklarını Jimnastiğe Yönlendirmeli?
Jimnastik, çocukların sadece fiziksel gelişimlerini değil, aynı zamanda zihinsel ve duygusal sağlıklarını da olumlu yönde etkiler. İşte ailelerin çocuklarını jimnastiğe yönlendirmesi için bazı önemli nedenler:

  • Fiziksel Gelişim: Jimnastik, çocukların kas ve iskelet sistemlerinin güçlü ve sağlıklı bir şekilde gelişmesine yardımcı olur. Bu spor, esneklik, güç, denge ve koordinasyon becerilerini artırır.
  • Özgüven ve Disiplin: Jimnastik, çocuklara disiplinli olmayı ve hedeflerine ulaşmak için çalışmayı öğretir. Başarılar, çocukların özgüvenini artırır ve kendi potansiyellerine olan inançlarını güçlendirir.
  • Sağlıklı Alışkanlıklar: Erken yaşta spor yapma alışkanlığı edinmek, çocukların yaşam boyu aktif ve sağlıklı kalmalarına yardımcı olur. Bu alışkanlıklar, obezite ve diğer sağlık sorunları riskini azaltır.
  • Sosyal Beceriler: Jimnastik, çocuklara takım çalışması, liderlik ve iletişim becerilerini öğretir. Bu sosyal beceriler, çocukların sosyal hayatlarında ve gelecekteki kariyerlerinde başarılı olmalarına katkı sağlar.
  • Akademik Başarı: Düzenli fiziksel aktivite, çocukların akademik performanslarını da olumlu etkiler. Egzersiz, beyin fonksiyonlarını iyileştirir ve konsantrasyonu artırır, bu da okul başarılarına yansır.

Doğru Beslenme ve Yeterli Uyku Önemli
Olimpiyat şampiyonlarını diğerlerinden ayıran nedir? Elbette sadece fiziksel yetenekler değil, aynı zamanda disiplinli bir antrenman programı, doğru beslenme ve yeterli uyku da önemli faktörlerdir. Ancak unutulmaması gereken en önemli faktörlerden biri, sağlam bir kalptir. Güçlü ve sağlıklı bir kalp, olimpiyat düzeyinde performans sergilemek için vazgeçilmezdir.

Kalp Sağlığınızı Koruyun
Hepimiz olimpik bir sporcu olmayabiliriz, ancak düzenli egzersiz yaparak kalp sağlığımızı koruyabiliriz. Jimnastik gibi egzersiz türleri, hem fiziksel hem de zihinsel sağlığımız için oldukça faydalıdır. Herhangi bir yeni egzersiz programına başlamadan önce doktorunuza danışmanız önemlidir. Unutmayın, sağlıklı bir kalp daha uzun ve kaliteli bir yaşamın anahtarıdır.

Sonuç: Kalbinizi Güçlendirin, Hayatınızı İyileştirin
2024 Olimpiyat Oyunları’nda izlediğimiz jimnastikçiler, sadece sporun zirvesinde değil, aynı zamanda kalp sağlığının önemini de bizlere göstermektedir. Düzenli egzersiz, sağlıklı beslenme ve düzenli kontrollerle kalp sağlığınızı koruyarak, daha uzun ve kaliteli bir yaşam sürebilirsiniz. Özellikle çocukluk çağında başlayan fiziksel aktivite, sağlıklı bir kalbin ve mutlu bir yaşamın anahtarıdır. Ailelerin çocuklarını spora yönlendirmeleri, onların hem fiziksel hem de zihinsel gelişimleri için büyük önem taşımaktadır.

Yazın ishal deyip geçmeyin!

Yaz aylarında hava sıcaklığı arttıkça tüm canlılar gibi insanların da su ihtiyacı artar. Kaynağı bilinmeyen sular ve soğuk ortamda muhafaza edilmeyen gıdalarla ve dışarıda satılan yiyeceklerin tüketilmesi sonucu çevreden bakteri ve virüs bulaşması da kolaylaşır. Bu da özellikle yaz aylarında artan ishal şikayetine neden olur. Liv Hospital Gastroenteroloji Uzmanı Dr. Öğr. Gör. Ekrem Aslan özellikle yaz aylarında ishalden korunmanın püf noktalarını anlattı.

Dr. Öğr. Gör. Ekrem Aslan

Dr. Öğr. Gör. Ekrem Aslan

İshalin en büyük düşmanı bakteriler ve virüsler

İshalle bağırsak hareketleri artar. Sindirim tamamlanamaz, bu sebeple normalden daha sık ve sulu dışkı çıkarılır. Bakteriler ve virüsler ishal yapan sebepler arasında ilk sırayı alır. En önemli ve yaygın olanı virüslere bağlı olan ishallerdir. Ayrıca çeşitli ilaçlar, antibiyotikler, bazı mide ve bağırsak hastalıkları, bazı hormonal hastalıklar, aşırı stres-heyecan, seyahatler, yeme-içme alışkanlığında değişme, yüzmek için girilen kıyı suları, dere ve göllerde yutulan sular da ishale sebep olur.

Belirtileri nelerdir?

Bir günde üçten fazla dışkı yapmak, dışkının cıvık-şekilsiz veya su kıvamında olması; bulantı, karın ağrısı (özellikle göbek etrafında veya karnın alt bölümünde), ateş, dışkıda kan ve/veya mukuslu görüntü, dışkının yapıldığı halde tam rahatlayamama hissi, fazla su kaybına bağlı olarak susuzluk hissi ve ağız kuruması, baş dönmesi, göz kararması, cildin kuruması, gözlerin çökük gibi görünmesi gibi belirtileri olabilir. Daha ağır vakalarda böbreklerin bozulmasına bağlı idrar çıkaramama, kalp yetmezliği ve şuur kaybı olabilir.

Erken teşhis önemli

Başlangıç olarak meyve sebze yemeyi kesmek ve kaybedilen sıvı miktarını takip edip mümkün olduğunca su, ayran, maden suyu içerek kaybı telafi etmek olmalıdır. Ardınan bir hekime başvurmak gerekir. İshal mikrobik, parazitler, geçici veya besin zehirlenmesi şeklinde olabilir. Tetkik sonucuna göre bir an evvel tedaviye başlanmalıdır.

Nasıl korunabiliriz?

  • Gıda maddelerini satın alırken soğuk zincir şartlarına uygun üretilip muhafaza edildiğinden emin olunmalıdır. Özellikle sebze ve meyvelerde oluşan çürüklere dikkat edilmelidir.
  • Çiğ tüketilen besinlerde daha fazla dikkatli olmak üzere sebzeleri temizleyip, yıkayıp sonra mikroplarını yok etmek için dezenfekte edilmelidir.
  • Pişirilen yiyecekler soğutulmadan tüketilip, tekrarlanan ısıtılma girişimleriyle gıda kalitesi bozulmayıp, ısısının oda sıcaklığına ininceye kadar bekletip buzdolabına konulmalıdır.
  • İçilen suyun klorlanmış veya kaynadığında hijyenik olarak şişelenmiş olduğundan emin olunmalıdır.

Halsizliğin nedeni susuzluk olabilir

Özellikle bu sıcak yaz günlerinde sağlık için yapılması gereken en önemli şey su içmek! Artan sıvı kaybının halsizlik, baş dönmesi, tansiyon düşüklüğü, böbrek yetmezliği hatta bilinç kaybı bile yapabilir. Liv Hospital Nefroloji Uzmanı Prof. Dr. Tekin Akpolat “Özellikle kalp, böbrek veya karaciğer gibi sıvı dengesinin belirli bir dengede olması gereken hastalar kendilerine çok dikkat etmeli, almaları gereken sıvı miktarını doktorlarına sormalıdır. Sağlıklı kişiler eğer aşırı miktarda su kaybetmiyorsa genellikle günde 2-3 litre sıvı almalıdır” diyor.

Prof. Dr. Tekin Akpolat

Prof. Dr. Tekin Akpolat

Susuzluk bilinç kaybı yapabilir

Su kaybının en sık belirtisi susuzluk hissi ve halsizliktir, ağız kurur. Halsiz kalan kişi kendini kötü hisseder, canı bir şey yapmak istemez. Sıvı kaybı artınca baş dönmesi, tansiyon düşüklüğü ortaya çıkar. İleri sıvı kayıplarında tansiyon düşer, nabız artar, kas krampları oluşur, böbrek yetmezliği ortaya çıkar ve bilinç kaybı olabilir. Aşırı sıvı kayıplarına bağlı ortaya çıkan sorunlar kalp, beyin, böbrek, karaciğer gibi organlarda ilave bozukluklara yol açar. Bu bozuklukları tedavi etmektense önlemek her zaman daha kolaydır. Bu nedenle özellikle kalp, böbrek veya karaciğer gibi sıvı dengesinin belirli bir dengede olması gereken hastalar kendilerine çok dikkat etmeli, almaları gereken sıvı miktarını doktorlarına sormalıdır. Sağlıklı kişiler eğer aşırı miktarda su kaybetmiyorsa genellikle günde 2-3 litre sıvı almaları yeterlidir.

Yaşlılar ve çocuklar dikkat!

Yaşam için vazgeçilmez bir madde olan suyun vücudumuzdaki dengesi böbrekler başta olmak üzere birçok organ tarafından sağlanır. İdrar, dışkı, ter ve solunum yolu ile kaybettiğimiz suyu yediğimiz yemekler, içtiğimiz su/sıvılar ile yerine koyar, vücut için gereken dengeyi farkında olmadan sağlarız. Sıvı kaybı özellikle yaşlılarda ve bebeklerde daha belirgin olur. Sokakta oynayan çocuklar da farkında olmadan sıvı kaybedebilir. İshal, kusma gibi olağan dışı sıvı kayıpları yaşlı ve çocuklarda dramatik sorunlara yol açabilir. Su içemeyen veya içmeyi sevmeyenler alternatif sıvıları tercih edebilir. Meyve suları, çay, kompostolar, ayran, süt, limonata, taze meyve suları, karpuz, kavun gibi meyveler iyi seçeneklerdir. Meyve suları şeker hastalarında veya çocuklarda problem yaratabilir. Tuzlu ayran da kalp veya yüksek tansiyon hastalarında sorun yaratabilir.