Yazılar

Bebek bağışıklığını güçlendirmenin yolları

Bebek bağışıklığını güçlendirmenin yolları

Çocukların ya da yetişkinlerin bağışıklık sisteminin güçlenmesi sürecinde beslenmenin ve çeşitli egzersizlerin önemi çok büyük. Ancak iş, bebeklerin bağışıklık sistemine gelince kafalar karışabiliyor. Ebeveynlerin merak ettiği bebek bağışıklığının güçlenmesinde ise anne sütü büyük önem taşıyor. Memorial Şişli Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Bölümü’nden Uz. Dr. Hatice Bulut, bebeklerde bağışıklığın güçlendirilmesi hakkında bilgi verdi.

“Yine mi burnu akıyor?”, “Bebeğim öksürüyor”, “Acaba doğru giydiremiyor muyum da hasta oluyor?”, “İlk zamanlar hastalanmamıştı”, “Ne yapabilirim de hastaneye gitmeyiz?” gibi cümleler pek çok ebeveynin ortak söylemi. Genellikle ebeveynler, bebeklerinin hastalanmaması için ellerinden geleni yapıp, hekimlere de vitamin takviyelerinden, beslenme programına kadar pek çok soru sormaktadır. Bebek bağışıklığının güçlenmesi ve onların hastalıklardan korunmasını sağlamak için birçok yol bulunmaktadır. Bu yolları şöyle sıralamak mümkündür:

Anne sütü: Antikor olarak adlandırılan savunma sistemi askerleri, bebeklere annelerinden plasenta aracılığı ile geçmekte ve bebekleri yaklaşık 6 aylık oluncaya kadar çeşitli hastalıklara karşı korumaktadırlar. Bundan sonraki koruma ise bebeklerin anne sütüyle aldıkları antikorlar tarafından sağlanmaktadır. Anne sütünde bulunan “immünoglobulin A” bağışıklık ve hastalıklardan korunma için önemlidir. Ayrıca “laktoferrin”  olarak adlandırılan başka bir anne sütü bileşeni ise; gelişmek için demire ihtiyaç duyan bakterilerin çoğalmasını demiri bağlayarak önlemektedir. Bir başka önemli bileşen ise anne sütünün prebiyotik içeriğidir.  Anne sütündeki prebiyotikler; bebek bağırsağında bulunan  “Bifidobacterium bifidum” olarak isimlendirilen faydalı bakterilerin gelişimini destekler. Böylece bebek bağırsağına yerleşerek olası hastalık yapabilecek bakteriler önlenir.  Anne sütünün sadece bağışıklık üzerine yazılsa bile uzayıp giden bilgileri mevcuttur. Hala da bu konuda bilimsel pek çok çalışma devam etmektedir. İlk 6 ay olabildiğince anne sütü ile bebekleri beslemek gerekir.

Dr. Hatice Bulut

Dr. Hatice Bulut

Anne ve babalar sigara kullanmamalı: Sigara dumanında 4000’den fazla kimyasal bileşen vardır. Bu kimyasallardan özellikle nikotinin ve karbonmonoksitin gebelikte bebeğin içinde barındığı rahim, kan ve göbek kordonu damarlarında da daralmaya neden olur. Bebek ve anne arasındaki besin ve gaz alışverişinin azalması ile sonuçlanan bu durumda anne karnındaki bebek yetersiz beslenir ve bebekte gelişim geriliği, ileriki yaşlarda alerji, astım, orta kulak iltihabı gelişimi ve bağışıklık sistemine yönelik sorunlar oluşabilir.

Probiyotik alımı, süt çocuğu beslenmesinde artırılmalıdır: Probiyotik kısaca “Belirli miktarlarda alındıklarında sağlığı olumlu yönde etkileyen mikroorganizmalar” şeklinde tanımlanabilir. Çocuklarda da kullanabileceğimiz; probiyotikler başlıca yoğurtlar, peynir, kefir, turşudur. Bu fermente gıdalarda probiyotik olarak Laktobasiller, Bifidobakteriler ve diğer pek çok probiyotik özellikte mikroorganizma bulunmaktadır.

Probiyotiklerin yanında prebiyotik gıdalara da beslenmede yer vermek gerekmektedir: Söyleniliş şekli benzese de Probiyotiklerden farklı olarak prebiyotikler; kalın bağırsakta yaşayan probiyotik özellikte faydalı bakterilerinin artışını destekleyerek insan sağlığını olumlu yönde etkileyen, fermente olabilen sindirilmeyen karbonhidrat grubu besin bileşenleridir. Dört ana grupta prebiyotik vardır: İnulin, fruktooligosakkaritler (FOS), laktuloz (LOZ) ve galaktooligosakkaritler (GOS). Çocuklarımızın beslenmesinde başlıca yer verebileceğimiz prebiyotik özellikte gıdalar ise soğan, sarımsak, muz, enginar, pırasa, kuşkonmaz, baklagillerdir.

Memorial Şişli Hastanesi

Hijyen hipotezi: Yapılan araştırmalar göstermiştir ki; bir çocuğun bağışıklık sistemi ile ilgili hayat seyrini değiştirebilen çevresel etkenler; geçirdiği enfeksiyonlar, aşılar, beslenme şartları, bağırsak mikrobiyotası çeşitliliğidir. Bu noktada değinilmesi gereken önemli bir konuda “hiyen hipotezi”dir. Basit anlatış ile “Köyde, tarlada toprak içinde oynayan, her düştüğünde eli dezenfektanla silinmeyen çocuklarımız daha az hastalanırken; el bebek gül bebek büyüttüğümüz ama apartman dairesi içine hapsolan, elinde sürekli tablet olan sokak oyunu pek bilmeyen çocuklarımız çok daha sık  ..”  Hijyen hipotezine göre ekonomik ve sosyal gelişime paralel olarak gitgide doğal yaşamdan uzaklaşmak bağışıklık sistemimizin farklı yönde davranışlarına neden olmaktadır. Kalabalık aile yaşamından çekirdek aile yaşamına geçiş, tütün dumanı ve şehirlerde kirli hava maruziyetinin artması, genetiği değiştirilmiş gıdalar ve paketlenmiş gıdalarla beslenmenin ister istemez artması alerjik hastalıkların çoğalmasına zemin hazırlamaktadır. Bu süreç uzadıkça yabancı maddelere karşı bağışıklık sistemimizin vermesi gereken cevaplarda farklılaşmalar meydana gelmektedir ve vücudumuza zararı olmayan yabancı maddelere karşı da ımmunglobulin E olarak adlandırılan antikorlar üretilmeye başlar. Kalabalık şehirlerdeki “alerjik çocuk” tanılarını biraz da bu nedenle artık sık görmekteyiz…

Narın bilinmeyen faydaları

Narın bilinmeyen faydaları

Birçok topluma göre bereketin simgesi olan narın sağlık için de pek çok faydası bulunuyor. Zengin antioksidan içeriği bulunan nar, diyetlerde rahatlıkla tüketilebiliyor ve sindirim sistemine de iyi geliyor. Memorial Şişli Hastanesi Beslenme ve Diyet Bölümü’nden Uz. Dyt. N. Sinem Türkmen, narın faydaları hakkında bilgi verdi.

Dyt. N. Sinem Türkmen

Dyt. N. Sinem Türkmen

Nar 3 kat fazla antioksidan içeriyor

Nar en faydalı meyveler arasında yer almaktadır. Narda; lif, B6, B1, B2, B3, B5, C, E, K vitaminiyle birlikte kalsiyum, demir, magnezyum, fosfor, potasyum, sodyum, çinko bulunmaktadır. Nara bu anlamda vitamin ve mineral deposu denilebilir. Pek çok besinden üç kat daha fazla antioksidan içerir. Antioksidanlar, vücut hücrelerini serbest radikallerin verdiği hasardan korur. Narın sağlığa faydaları arasında şunlar yer almaktadır:

  1. Yüksek tansiyonu düşürür: Yüksek tansiyon, kalp krizi ve felçlerin önde gelen nedenlerinden biridir. Düzenli nar tüketiminin kan basıncını düşürdüğü yönünde araştırmalar bulunmaktadır.
  2. Eklem ağrılarına iyi gelir: Nardaki bileşiklerin iltihap önleyici etkileri bulunur ve eklemlerle ilgili sorunlarda narın fayda sağlayabilmektedir.
  3. Kalp krizi riskini düşürür: Kalp hastalıkları dünyada yaygın ölüm sebeplerinden biridir. Narda bulunan punisik asidin kalp sağlığını koruduğu bilinir. Yüksek trigiliserid düzeyine sahip 51 kişide yapılan 4 haftalık çalışmada günde 800 mg nar çekirdeği yağının trigliseridi düşürdüğü, HDL oranının yükseldiğini göstermiştir. Ayrıca farklı araştırmalar nar suyunun yüksek tansiyonu düşürdüğünü ortaya koymuştur.
  4. Kanser riskini azaltır: Narın antioksidan içeriğiyle; prostat, mide kanseri, kolon kanseri, akciğer kanseri, meme kanseri üzerinde olumlu etkileri olduğu çeşitli çalışmalarca gösterilmiştir.
  5. Sindirim sistemine iyi gelir: Narın sindirim sistemi üzerine olumlu etkileri vardır. Antibakteriyel ve antiviral etkisiyle bağırsaklardaki zararlı bakterileri ortadan kaldırır. Şişkinlik ve kabızlığı önler.
  6. Mantar enfeksiyonlarıyla savaşır: Nardaki bitki bileşikleri zararlı mikroorganizmalarla savaşmaya yardımcı olabilir. Bazı bakteri türleriyle ve ayrıca Candida albicans mantarına karşı etkilidir. Anti-bakteriyel ve anti-mantar etkileri, ağzınızdaki enfeksiyonlara ve iltihaplanmalara karşı da koruyucu olabilir.
  7. Hafızayı güçlendirir: Narın hafızayı iyileştirebileceğine dair bazı kanıtlar vardır. Yapılan araştırmalar ayrıca narın Alzheimer hastalığıyla savaşmaya yardımcı olabileceğini düşündürmektedir.
  8. Cilt kolajenini artırır: Vücuttaki kolajen yaşlandıkça azalmaktadır. Ayrıca kötü beslenme, sigara ve diğer olumsuz yaşam tarzı alışkanlıkları kolajenin hızlı kaybedilmesine neden olabilir. Narın antioksidan içeriği yaşlanmayı önler.
  9. Dengeli hidrasyonu sağlar: Narın hem yağlı hem de kuru cilt tipleri için faydalı olduğunu söylenir. Nardaki antioksidanlar sayesinde ciltteki yağ- nem dengesi korumaktadır.

Fazla kilo reflüyü tetikliyor

Fazla kilo reflüyü tetikliyor

Hareketsiz yaşam tarzı, hazır ve işlenmiş gıdaların ağırlıkta olduğu beslenme alışkanlıkları, obezitenin ülkemizde ve dünyada giderek artması reflü hastalığının görülme oranını artırıyor.

Reflü yaşam kalitesini olumsuz etkiliyor ve kişinin günlük yaşamını kısıtlayabiliyor. Reflüye sebep olan faktörler ortadan kaldırılarak reflü tedavi edilebiliyor.  Memorial Şişli Hastanesi Gastroentereoloji Bölümü’nden Prof. Dr. Yaşar Çolak reflü hastalığında neler yapılmalı ve nasıl tedavi edilmeli soruları hakkında bilgi verdi.

Prof. Dr. Yaşar Çolak

Prof. Dr. Yaşar Çolak

Reflü çok sık rastlanılan bir hastalık

Reflü hastalığı genellikle göğüste yanma, ağza acı su gelmesi, yediklerinin geri gelmesi, gece uykudan uyandıran öksürükler gibi şikayetlere yol açmakta ve kişinin yaşam kalitesini oldukça etkilemektedir. Günlük yaşamı oldukça kısıtlayabilen bu durumlar sonucu hasta birçok kez doktora başvurmak veya ilaç kullanmak zorunda kalabilmektedir. Günümüzde neredeyse %35 yani her 3 kişinin birinde reflü hastalığı mevcuttur. Reflü hastalığının tanısı hasta hikayesi ve endoskopik incelemeler sonucu konmaktadır. Tanıda yemek borusuna ne kadar asit kaçtığının ölçüldüğü PH metreden de yararlanılmaktadır. Tedaviler bu tanıların sonuçlarına göre planlanır.

Reflüde öncelik hastayı doğal yollarla tedavi etmek

Reflü hastalığında öncelik hastayı doğal yollarla, herhangi bir ilaç tedavisi ve mümkünse hiçbir girişimsel müdahalede bulunmadan tedavi edebilmektedir. Bu amaçla hastaya

yaşam tarzı ve beslenme alışkanlıklarında değişiklikler yapması ve varsa fazla kilolarından kurtulması yönünde öneriler verilmektedir. Bu değişiklikler fayda etmediğinde ise

ilaç tedavileri gündeme gelmektedir. Genellikle burada kullanılan ilaçlar mide asidini azaltıcı diğer bir ifadeyle mide koruyucu diye tabir edilen ilaçlardır. Ancak bu ilaçlar belirli süreler zarfında kullanılmalıdır. Çok uzun vadede kullanılan mide koruyucu ilaçların birtakım yan etki potansiyelleri bulunmaktadır. Uzun vadeli kullanımlar ilaç bağımlılığını da beraberinde getirebilmektedir. Sürekli kullanılan mide ilacı bırakılmaya çalışıldığında mide “rebound asit sekresyonu” denilen normalin 3-5 katı şiddetli asit salgılamaya başlar. Bu da hastanın aslında midesinde hiçbir şikayeti olmasa bile mide şikayetleri hissetmesine yol açmaktadır. Hasta 1-2 gün ilaç almayınca midesinin kötü olacağını düşünüp, tekrar ilaç kullanır ve bu kısır döngü aslında bir anlamda ilaç bağımlılığına yol açabilmektedir.

Tedavi nedeni bulmakla başlar

Midede soruna yol açan durumlar; gastrit, ülser, helikobakter pilori denilen mide bakterisi ya da mideyle yemek borusunu birleştiren kapakçıkta bir gevşeklik olabilmektedir. Altta yatan sebebin ortaya çıkarılması gerekmektedir. Eğer hastada helikobakter pilori bakterisi varsa antibiyotik tedavisi yapılır, alkol ve kahve tüketimi azaltılıp, fazla kilo varsa bu kilolar verilerek durum düzeltilebilmektedir. Ancak bazı hastalar sürekli ilaç kullanma ihtiyacı duyabilmektedir. Bu durumun da en sık sebebi yemek borusuyla mideyi birleştiren kapakçığın gevşek olmasıdır. Bu gevşekliği ilaçla düzeltmek maalesef çok da mümkün değildir. Son yıllarda girişimsel yöntemlerle endoskopik olarak, ameliyatsız bir şekilde düzeltilebilmektedir. ARMA (Antireflü Mukozal Ablasyon) yöntemi reflü hastalığında en sık yapılan tedavilerin başında gelir.

ARMA yöntemi ameliyatsız endoskopik bir işlem

ARMA, hastanın günlük şikayetlerini ortadan kaldıran hem de ilaç bağımlılığından kurtaran ameliyatsız, tamamen endoskopik bir yöntemdir. Argon plazma denilen cihazla yemek borusuyla mideyi birleştiren kapakçığa yüzeysel bir yakma işlemi uygulanmaktadır. Bu yüzeysel yanık alanı iyileşirken daralarak iyileşmektedir. Yaklaşık bir ay gibi bir zaman zarfı içinde kapakçık sıkılaşır ve tamamen normal hale gelir. Böylece asidin yukarı kaçması önlenmiş olur. Oldukça kolay uygulanan bir işlemdir. Tedavi başarısı da son yıllarda oldukça yüksektir. Dünyada 3-5 yıldır yapılan bu yeni yöntem ülkemizde de yaklaşık 2-3 yıldır uygulanmaktadır. Bu işlemlerin tam teşekküllü hastanelerde, uzman hekimler tarafından yapılması gerekmektedir.

Kadınlara izsiz cerrahi kesisiz ve hızlı iyileşme imkanı sunuyor

Kadınlara izsiz cerrahi kesisiz ve hızlı iyileşme imkanı sunuyor
Günümüzde gelişen teknolojiler artık ameliyatların küçük kesilerden yapılmasını mümkün kılıyor. Küçük kesilerden yapılan ameliyatlarda hastanın hastanede kalış süresi kısalıyor ve hasta günlük hayatına daha hızlı dönebiliyor. Kadın hastalıklarında vajinal yoldan laparoskopik olarak yapılan vNOTES izsiz cerrahi ile küçük kesilere de gerek kalmayabiliyor. Birçok kadın hastalığında uygulanabilen bu güncel yöntem hızlı bir iyileşme süreci avantajının yanında kozmetik açıdan da başarılı sonuçlar sağlıyor. Memorial Şişli Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Bölümü’nden Doç. Dr. Gökhan Demirayak, kadın hastalıklarında izsiz (vNOTES) cerrahi hakkında bilgi verdi.

Memorial Şişli Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Bölümü’nden Doç. Dr. Gökhan Demirayak

Doç. Dr. Gökhan Demirayak

Laparoskopik ve robotik cerrahi küçük kesilerle yapılıyor

Kadın hastalıklarında son dönemlerde vNOTES (vaginal Natural Orifis Transluminal Endoscopic Surgery) olarak kısaltılan, ‘‘vajinal doğal açıklıktan lümenden yapılan endoskopik cerrahiler gündeme gelmiştir Bu cerrahiler, karın ön duvarında herhangi bir kesi olmadan vajinal yoldan laparoskopik olarak yapılan cerrahilerdir. Laparoskopik cerrahide karın üzerine yapılan 5 ya da 10 mm’lik küçük kesilerden özel aletler kullanılarak ameliyat tamamlanmaktadır. Robotik cerrahide de yine küçük kesilerden robot kolları yardımıyla jinekolojik ameliyatlar yapılmaktadır. Robotik cerrahilerde hekim ameliyatı adeta 4 kol ile yürütmektedir. Aynı zamanda robotik kolların hareket kabiliyeti yüksektir ve 3 boyutlu görüntü sağlama gibi avantajları vardır. Bu ameliyatlarla beraber hastada küçük kesiler olduğu için fıtık gelişme ihtimali çok daha azdır. Hasta 1-2 gün içerisinde taburcu edilebilmektedir. Bu hastalarda daha az ağrı, daha az kanama olmakta ve günlük işlere daha hızlı dönülebilmektedir.

İzsiz cerrahide karında herhangi bir kesi yapılmıyor
vNOTES yönteminin kullanımı giderek yaygınlaşmaktadır. İzsiz cerrahinin en önemli özelliği yine laparoskopik olarak vajinal yoldan yapılması, bu nedenle karında bir kesi olmaması, daha iyi kozmetik sonuç ve çok daha hızlı bir şekilde iyileşme sağlamasıdır. Bu ameliyatlarda vajinaya özel bir port yerleştirilir, klasik laparoskopik ve robotik ameliyatlarda olduğu gibi karın boşluğu karbondioksit gazıyla şişirilerek ameliyatı yapmak için yeterli alan sağlanır ve özel aletlerle ameliyat tamamlanır.

Birçok kadın hastalığında uygulanabiliyor
vNOTES izsiz cerrahi ile rahim alınması, rahim sarkması ameliyatları, yumurtalık kisti ameliyatları, yumurtalık alınması ameliyatları ya da ektopik (dış) gebelik gibi ameliyatlar başarıyla yapılabilmektedir. Bazı dışarıya doğru büyüyen miyomlarda da vNOTES cerrahi yapılabilmektedir. Kanser ameliyatlarından rahim iç duvarı denilen endometrium kanserinde de uygulanabilmektedir. vNOTES izsiz cerrahinin, özellikle derin endometriozisi olan, daha önce tubo-ovaryan apse de denilen tüpü ve yumurtalığı içine alan apsesi olan veya kalın bağırsağın son kısmı olan rektum cerrahisi geçiren hastalarda yapılması uygun değildir.

İnce bağırsak hastalığında pratik tanı

İnce bağırsak hastalığında pratik tanı

Kapsül endoskopi, sindirim sisteminin incelenmesi için kullanılan bir tıbbi görüntüleme yöntemidir. Bu işlemde, hasta tarafından yutulan bir kamera kapsülü, sindirim sisteminin farklı bölümlerinden görüntüler kaydeder. Bu kapsül, yemek borusundan geçerek mide, ince ve kalın bağırsağın son kısmına kadar ulaşır. Özellikle ince bağırsak hastalıkları için kullanılan kapsül endoskopi, normal endoskopi ve kolonoskopi gibi geleneksel yöntemlerin yerini alacak bir alternatif değildir. Memorial Şişli Hastanesi Gastroenteroloji Bölümü’nden Prof. Dr. Yaşar Çolak, kapsül endoskopi işlemi hakkında bilgi verdi.

Kapsül endoskopi içerisinde kamera olan şeffaf bir kapsülün yutulması ile birlikte tüm sindirim sisteminin görüntülenmesi işlemidir. Kapsül endoskopi işlemi tüm sinirim kanalı ile birlikte hemen her zaman ince bağırsakların görüntülenmesi amacıyla kullanılır. Bunun nedeni yemek borusu ve midenin gastroskopi, kalın bağırsağın ise kolonoskopi ile yeterli derecede görüntülenebilmesinin mümkün olmasıdır. Mide ve kolon arasındaki yaklaşık 5-7 metrelik ince bağırsakları bu klasik yöntemlerle görüntüleyebilmek mümkün değildir. Ancak son yıllarda çift balon enteroskopi yöntemi ile ince bağırsakların da endoskopik olarak görüntülenmesi mümkün olmuştur.

Prof. Dr. Yaşar Çolak

En sık ince bağırsak hastalıklarında başvuruluyor

Kapsül endoskopinin en sık yapılma nedeni sindirim sistemi kanaması olan kişilerde gastroskopi ve kolonoskopide kanama odağının saptanamaması ve bu nedenle ince bağırsağın taranmasıdır. İnce bağırsağın hastalıklarının teşhisi için özellikle tercih edilir. İnce bağırsak, diğer endoskopik yöntemlerle kolaylıkla görüntülenemez ve bu nedenle kapsül endoskopi ile bu bölgenin incelenmesi için ideal bir seçenek olabilir. Anemi (kansızlık) gibi nedenlerle kronik kanama yaşayan hastalarda, kanamanın kaynağını bulmak için kapsül endoskopi kullanılabilir.  İnce bağırsakları etkileyen kronik iltihabi bağırsak hastalığı olan Crohn hastalığının teşhisinde ve takibinde kapsül endoskopi yararlı olabilir. Sindirim sistemi poliplerinin teşhis ve takibi için kapsül endoskopi kullanılabilir. Bunun dışında bağırsak iltihapları ve tümör taraması için de tercih edilebilmektedir.

Kapsülün içindeki kamera sürekli fotoğraf çekerek cihaza iletiyor

İşlem öncesi bağırsakların temizlenmesi için ilaçlar ve sıvı bir diyetle temizlik yapılması gerekir. İşlem yaklaşık 10×5 mm’lik şeffaf ve içinde kamera olan bir kapsülün yutulması ile başlar. Kapsülün içindeki kamera sürekli olarak fotoğraf çekmekte ve bu görseller Bluetooth teknolojisi ile kişinin üzerindeki küçük bir cihaza iletilip, kaydedilmektedir. Yaklaşık 6-8 saat içinde ince bağırsakları geçen kapsül kalın bağırsağa ulaşmaktadır. Kapsül tuvalete atılmakla birlikte cihaza kaydedilen görüntüler daha sonra bilgisayara aktarılır ve doktor tarafından bu görüntüler incelenir. Bu sayede ince bağırsağın görüntülenmesi sağlanmış olur. İşlem riski yok denecek kadar azdır. Sadece bağırsaklarda tümör gibi darlığa ve tıkanıklığa yol açabilecek bir hastalık şüphesinde yapılmamalıdır. İşlem oldukça konforlu ve ağrısız bir işlemdir.

Kapsül endoskopi normal endoskopi veya kolonoskopinin alternatifi değildir

Kapsül endoskopi uygulaması oldukça kolay, düşük riskli ve konforlu bir inceleme yöntemidir. Ancak kapsül endoskopi işlem sanılanın aksine standart endoskopi ve kolonoskopi yerine kullanılabilecek bir yöntem değildir. Normal endoskopik işlemlerde mide ve bağırsaklar hava ile şişirilir ve istenen tüm alanlar detaylı olarak istenildiği ölçüde incelenebilir. Endoskopik işlemlerde istenilen alandan biyopsi alınabilir veya tedavi amaçlı bazı işlemler yapılabilir. Bundan dolayı da kapsül endoskopi klasik endoskopik yöntemler yerine kullanılabilecek bir yöntem olarak düşünülmemelidir. Kapsül endoskopide istenen her alan örneğin mide ve bağırsak kıvrımlarının arası net olarak görülemeyebilir. Ancak bazı özel durumlarda kapsül endoskopi oldukça faydalı ve kolay uygulanabilen bir yöntemdir. Kapsül endoskopi sırasında saptanabilen lezyonlar ya sonrasında çift balon endoskopi ya da cerrahi yöntemlerle tedavi edilebilmektedir. Var olan hastalığa ve hastanın durumu ve ihtiyacına göre uzman doktor en uygun yöntemi belirlemek için kapsamlı bir değerlendirme yapacaktır.

Güneş kremi seçerken şunlara dikkat edin!

Güneş kremi seçerken şunlara dikkat edin!

Güneş ışınlarına uzun süreli ve korunmasız bir şekilde maruz kalmak deri üzerinde çeşitli problemlere yol açabiliyor. Özellikle ultraviyole A ve B ışınlarının neden olduğu bu problemlerin başında güneş yanıkları, deride lekelenmeler, kırışıklıklar ve cilt kanserleri geliyor. Bu hastalıkların yanı sıra akne, rozasea (gül hastalığı), lupus hastalığı, vitiligo gibi dermatolojik rahatsızlıkların alevlenmesinde de güneş önemli rol oynayabiliyor. Memorial Şişli Hastanesi Dermatoloji Bölümünden Uz. Dr. Gürkan Yardımcı, güneş ışınlarının cilde etkileri ve güneşten koruyucu kremlerin seçimi hakkında bilgi verdi.

Çocukluk çağından itibaren güneş ışınlarına maruz kalmak açık tenli bireylerde özellikle yüz, kol ve gövdede çillenmeye neden olabilmektedir. Gebelik döneminde ve hormonal ilaç kullanımı olan kişilerde ise özellikle yüz bölgesinde koyu kahverengi-siyahımsı renkte lekelenmelere yol açabilir.

Uzun süreli ultraviyole ışınlarına maruziyet sonucu yüz, saçlı deri, alt dudak, kulak ve el sırtı derisinde sonradan oluşan ve iyileşmeyen yaralar yeni gelişen bir cilt kanserinin habercisi olabilir.

Yaşantısının büyük bölümünü açık havada geçiren kişiler, (denizciler, tarım işçileri, balıkçılar vb.) geçmişinde çok sık güneş yanığı öyküsü olanlar (özellikle ikinci ve üçüncü derece güneş yanığı) risk altındaki grupta yer almaktadır.

Memorial Şişli Hastanesi

Uz. Dr. Gürkan Yardımcı

Yoğun güneş hasarı benleri kansere dönüştürebiliyor

Genetik olarak melanom adı verilen cilt kanserine yatkınlığı olan bireylerin derideki benleri güneş ışınlarının etkisiyle değişim gösterebilir ve kanserleşebilir. Benlerde zaman içerisinde gelişebilecek asimetrik yapılar, renk değişimi, boyutta büyüme, benin sınırlarındaki ve yapısındaki değişiklikler yakından takip edilmeli, gerektiği takdirde bir dermatoloji uzmanı tarafından değerlendirilmelidir.

Güneşten doğru bir şekilde korunmak önemli

Güneş ışınlarının etkisiyle meydana gelebilecek bu sorunları engellemenin yolu ise güneşten doğru bir şekilde korunmaktan geçmektedir. Güneşten korunma seçenekleri arasında şapka ve şemsiye kullanımı, güneş gözlüğü gibi aksesuarları kullanmak, kolları ve bacakları koruyan, pamuklu ve açık renkli giysiler giymek en sık tercih edilen yöntemlerdendir. Ancak çok sık ihmal edilen ve çoğu kişi tarafından yanlış kullanılan güneş kreminin özellikle açıkta kalan deri alanlarında kullanımı oldukça önemlidir. Güneş kremi bilinenin aksine sadece yaz aylarında değil, her mevsim kullanılmalıdır. Kullanılan güneş kreminin SPF yani güneş koruma faktörü ise 30’un altında olmamalıdır.

Yüz bölgesine yarım çay kaşığı kadar uygulanmalı

Dışarıya çıkmadan 20-30 dk önce açıkta kalan tüm deri alanlarına en az SPF 30 özellikli bir güneş kremi sürülmelidir ve bu işlem kapalı ortamlarda bulunulsa bile her 2-3 saatte bir tekrar edilmelidir.  Yüz bölgesi için gereken güneş kremi miktarı ise yaklaşık olarak yarım çay kaşığı kadar olmalıdır. Ancak kulaklar, boyun bölgesi ve dekolte bölgesine de güneş kreminin sürülmesi unutulmamalıdır. Güneş koruyucu kremlerin olarak çoğu suya dayanıklı üretilse de suyla temas sonrasında koruyuculuğu azalmaktadır. Bu nedenle denize ve/veya havuza girip çıktıktan hemen sonra cilt yıkanıp kurulanmalı ve güneş kremi hemen tekrar sürülmelidir.

Hem cilt tipine hem de sürülecek bölgeye uygun olan bir ürün seçilmeli

 Güneş kremi seçerken dikkat edilmesi gerekenler şunlardır;

  1. Güneş kremi seçimi uzman kontrolünde yapılmalıdır. Dermatoloji uzmanı cilt tipinize ve mevcut cilt problemlerinize göre önerilerde bulunacaktır. Gelişigüzel güneş kremi kullanımı cilde zarar verebilir. Her cilt tipi için farklı ürünler bulunmakt
  2. Yüz bölgesi için cilt tipi yağlı olan kişiler su bazlı yapıda olan yağsız, komedojenik olmayan (siyah ve beyaz nokta oluşturmayan) güneş kremlerini tercih etmelidirler. Bu ürünler çoğunlukla jel, jel-krem veya losyon yapıdadırlar.
  3. Cildi kuru olan ve orta yaş üzeri kişiler ise nemlendirme özelliği olan ve antioksidan içeriğe sahip güneş kremlerini tercih edebilirler. Bu ürünler ise genellikle krem ve losyon formundadırlar.
  4. Rozasea hastalığı (gül hastalığı) olan ve cildi aşırı hassas kişiler ise mümkün olduğunda kimyasal içeriği azaltılmış, alerji riski düşük ürünleri kullanabilirler.
  5. Gebelerde ve emziren kadınlarda ise genellikle mineral filtreli olan, yani kimyasal filtre özelliğine sahip içerikleri içeremeyen güneş kremleri seçilmelidir.
  6. Güneş kremlerinin 6 aylıktan küçük bebeklerde kullanımı olası alerjik reaksiyonlardan dolayı önerilmemektedir. Bu yüzden 0-6 ay arası olan bebeklerin fiziksel koruyucu kıyafetlerle güneşten korunmaları gerekmektedir.
  7. Altı aydan daha büyük bebeklerde ise bebekler için özel üretilmiş güneş kremleri tercih edilebilir. Yüz harici vücut bölgeleri için kullanılacak olan güneş kremleri ise daha büyük boyutlarda olan losyonlar ve spreyler olarak kullanılabilir.

Sağlığınızı kalorisiz ve şekersiz içeceklerle destekleyin

Sağlığınızı kalorisiz ve şekersiz içeceklerle destekleyin

Yeteri kadar su tüketmemek ciddi sağlık problemlerine zemin hazırlayabiliyor. Yemekten sonra hala aç hissetmenin, gece ya da gün içerisinde yaşanan açlık krizlerinin bir sebebi de susuzluk olabiliyor. Susuzluk ve açlık hissi beyinde aynı noktayı uyardığı için vücut susuz kaldığında daha fazla yiyeceğe ihtiyacı olduğu hissine kapılabiliyor. Bu sebeple yeterli su tüketimi önem taşıyor. Su tüketimi dolaşım ve sindirim sisteminden endokrin ve sinir sistemine kadar sağlığı destekliyor. Memorial Şişli Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Uz. Dyt. Nur Sinem Türkmen,suyun faydaları ve sağlıklı içecek alternatifleri hakkında bilgi verdi.

Beslenme ve Diyet Uzmanı Uz. Dyt. Nur Sinem Türkmen Az su tüketimi bu sorunlara yol açabilir

  •  Yeteri kadar su tüketmemek, tükürük üretiminin azalmasına sebep olarak ağız ve dudak kuruluğuna yol açar. Ağız kuruluğunu geçirmek için, hiçbir içecek suyun yerini tutamaz. Su harici içecekler ağız ve boğazdaki mukoza membranları kayganlaştırmadıkları için ihtiyaç olan sıvı miktarına ulaşamamaktadır.
  • İdrar rengi sağlık hakkında birçok ipucu vermektedir. Normal şartlar altında idrar rengi saydam, hafif bulanık ve açık renk olmalıdır. Koyu sarı ve turuncu renkler vücudun susuz kaldığına bir işarettir.
  • Yeteri kadar su tüketilmemesi vücutta kansızlığa çok benzer belirtiler gösterebilir. Vücut susuz kaldığında, kandan su almaya başlar ve bu da organlardaki oksijen miktarının azalmasına sebebiyet verebilir.
  • Oksijensizlik ise yorgunluk ve uyuşuklukla birlikte enerjisiz hissetmeye yol açmaktadır.
  • Kıkırdak ve omurga disklerinin yaklaşık yüzde 80’i sudan oluşur. Eklem kireçlenmelerine sebebiyet vermemek için su tüketimine özen göstermek gerekir.
  • Işıltılı bir cilt için bol su tüketmek şarttır. Vücudumuz yeterli su alamadığında kalan su hayati fonksiyonlar için kullanılır ve susuzluk cilt kuruluğu ile gözlemlenebilir hale gelir. Bu etki uzun vadede hızlı yaşlanmaya neden olmaktadır.

 Su sağlığınız için çok önemlidir. Suyu olduğu gibi için veya tercih ettiğiniz malzemelerle tatlandırın. Sade suyu çok sıkıcı buluyorsanız, aromalı su size lezzetli bir alternatif sunabilir.

Birkaç nane yaprağıyla birlikte birkaç dilim limon, misket limonu, salatalık veya portakal ekleyerek bunu evde yapabilirsiniz. Ayrıca donmuş meyveleri veya en sevdiğiniz meyve suyunu bardağınıza damlatabilirsiniz. Yazın su dışında tüketilebilecek sağlıklı içecek alternatifleri şunlardır;

 Soğuk Çay

Çay (siyah, yeşil veya beyaz), iltihaplanmayı azaltmaya yardımcı olabilecek sağlıklı antioksidanlar ve bitki bileşikleri ile doludur. Çalışmalar, düzenli olarak çay içmenin kilo verilmesine ve kan basıncının düşürülmesine yardımcı olabileceğini düşündürmektedir. Yaz mevsiminde, şeker eklenmeden hazırlanabilecek soğuk çaylar, yeterli sıvı tüketiminin sağlanabilmesi için sağlıklı bir alternatif olacaktır.

 Sebze Suları

Sağlıklı bir yaşam için günde en az 3 porsiyon sebze tüketimi oldukça önemlidir. Sebze suları hazırlamak, fazladan birkaç porsiyon sebze tüketmenin hızlı bir yoludur. Meyve suyu yerine, sebze suları tercih etmek şeker ve kalori alımını azaltır, bu nedenle daha iyi bir seçimdir.

Meyveler gibi sebzeler de kesildiklerinde veya sıkıldıklarında besinlerinin bir kısmını kaybederler. Bu nedenle taze yapılmış sebze suları tercih edilmelidir.

Karpuz Suyu

Karpuz suyu, karpuzdan gelen meyve şekeri sayesinde tatlı bir içecek arayanlar için güzel bir seçenektir. Ayrıca potasyum açısından zengindir, kalsiyum ve fosfor da içerir. Karpuz tamamen sıvılaşana kadar ezilerek karpuz suyu yapılabilir. Fakat çok terlerken kaybedilen ana elektrolit olan sodyumdan fakirdir. Bu nedenle, çok sıcak bir iklimde yaşanıyorsa ve karpuz suyu egzersiz sonrası hem serinlemek hem de kaybedilen elektrolitleri geri almak için tercih edilecekse, bir tutam tuz ilave edilerek tüketilebilir.

Memorial Şişli Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Uz. Dyt. Nur Sinem Türkmen

Şalgam Suyu

Şalgam suyu; mor havuç, şalgam ve baharatlarla hazırlanıp soğuk tüketilen bir içecektir. C vitamininden zengindir. 1 bardağı yaklaşık 10-15 kaloridir. Yaz aylarında hem ferahlatır hem de bağırsak sağlığını destekler. Fakat içerdiği tuz ve baharatlar dolayısı ile sık sık tüketilmemelidir. Tansiyon ve kalp hastaları ise hekimlerine danışmadan tüketmemelidir.

Maden Suyu

Maden suyu sade iken kalorisiz ve mineral yönünden zengin bir içecektir. Meyveli maden suları ise, içerisindeki eklenti şekerden dolayı bir bardağında 70 kaloriye kadar çıkmaktadır. Bu sebeple maden suyunu sade tüketmek gerekir. Tatlandırmak için içine meyve dilimleri ekleyerek, limon sıkarak meyve aroması verilebilir.

Soğuk Kahve

Kahve, dünyadaki en popüler içeceklerden biridir. Çay gibi, kahve de sıcak veya buzlu olarak tüketilebilir, bu da onu yıl boyunca çok yönlü bir seçim haline getirir. Kahve, yüksek bir kafein içeriğine sahiptir ve B vitaminleri, manganez, potasyum, magnezyum, fosfor mineralleri içerir. Ayrıca kalp hastalıkları, Tip 2 diyabet, karaciğer hastalığı, Alzheimer, bunama, felç ve kanser riskini azalttığı bilimsel çalışmalarda tespit edilmiştir. Günde maksimum 400 mg’a kadar kafein tüketimi idealdir. Fazla kahve tüketimi;

  • Stres seviyesini artırabilir,
  • Kalp çarpıntısı,
  • Uyku bozuklukları gibi sorunlara yol açabilir.

Yaz aylarında, serinlemek için soğuk kahveler; krema, şurup, şeker eklenmeden hazırlandığı sürece iyi bir tercih olacaktır. Şekersiz bitkisel sütler veya yağsız sütle hazırlanmış latte, soğuk amerikano, soğuk filtre kahveden tüketilerek kalori tasarrufu yapılabilir.

Smoothieler

Yeterli sıvı alımı sağlamak için mükemmel bir seçenek olan smoothieler de, etkileyici bir vitamin, mineral ve faydalı bitki bileşikler yelpazesine sahiptir.

Buzdolabınızda veya dondurucunuzda bulunan hemen hemen her malzeme kombinasyonuyla smoothie yapılabilir. Fakat smoothielerin birden fazla meyve eklenerek yapılması, kan şekeri dengesinin bozulmasına ve kilo alımına neden olabilir. Bu nedenle aşağıdaki 4 gruptan yalnızca 1 çeşit seçerek 4 malzemeyle sağlıklı smoothie’ler hazırlanmalıdır.

1.Grup Meyve: muz, yaban mersini, çilek, ananas, elma

2.Grup Süt: süt, laktozsuz süt, yağsız süt, badem sütü, Hindistan cevizi sütü, yulaf sütü

3.Grup Tatlandırıcı: bal, pekmez

4.Grup Yağ: keten tohumu, Chia tohumu, badem, fındık, ceviz

Ekstra olarak smoothie bir öğün yerine tüketilmek isteniyorsa içine 1-2 yemek kaşığı yulaf ezmesi de eklenebilir.

Limonata

Limonata içine koyulan şeker miktarının artışına bağlı olarak daha kalorili bir hal almaktadır. Limonata evde şeker oranı düşük tutularak yapılabilir. Limonata daha doğal ve daha düşük kalorili olarak tüketilmek isteniyorsa içerisine 1 tatlı kaşığı bal eklenebilir. Günde 1 bardak tüketilmesi hem ferahlamaya hem de C vitamini alımına destek olmaktadır.

Aritmi kalp büyümesi ve yetmezliğine yol açabiliyor

Aritmi kalp büyümesi ve yetmezliğine yol açabiliyor

Ritim bozukluğu kalbin doğal atışının dışındaki durumlar olarak tanımlanıyor. Ritim bozukluğunun kalp içinden veya kalp dışı kaynaklı birçok sebebi bulunuyor. Kansızlık, tiroid bezi bozuklukları, kalp krizi ve kalp yetmezliği gibi ciddi kalp hastalıklarının yanı sıra doğuştan var olan kalp anomalileri nedeniyle de ritim bozukluğu gelişebiliyor. Kalpte ritim bozukluklarının tedavi edilmemesi ciddi problemlere yol açabiliyor. Ritim bozukluğunun hangi sebeplerden kaynaklandığını ve eşlik eden kalp hastalığı olup olmadığını bilmek, tedavi planlaması açısından son derece önem taşıyor. Memorial Şişli Hastanesi Kardiyoloji Bölümü’nden Prof. Dr. Sabri Demircan, kalpte ritim bozukluğu ve tedavi yöntemleri hakkında bilgi verdi.

Prof. Dr. Sabri Demircan

Ritim bozukluğunda en sık görülen şikayet çarpıntıdır

Aritmi olarak da adlandırılan ritim bozukluğu, düzenli kalp atımının bozulmasıdır. Ritim bozukluğu nabız düşmesi (bradikardi) ya da nabız yükselmesi (taşikardi) şeklinde olabilir. Toplumda tekleme olarak bilinen, çok sık şikayet sebebi olan ekstrasistol denilen çarpıntı şeklinde de görülebilir. Ritim bozukluğunda hastaların ilk başvuru şikayeti çarpıntıdır. Çarpıntı kişin kalp atışlarını hissetmesi olarak tanımlanmakta olup, kalp yavaş, kuvvetli, hızlı veya düzensiz atabilmektedir. Çarpıntı, hareketten bağımsız hasta istirahatteyken birden başlayabilir ve birden bitebilir. Ritim bozukluğunun türü ve ciddiyetine göre tansiyon düşüklüğü, halsizlik, yorgunluk hatta bayılmalara kadar giden şikayetler de görülebilir. Aritmi tanısı için önce detaylı bir muayene yapılır ve laboratuvar testlerinden yardım alınabilir. EKG, Ekokardiyografi ve 24 saat süren Ritim Holter takibi ile ritim bozukluğu tanısı koymak mümkündür. Tedavi bu verilere göre şekillendirilmektedir.

İlacın yetersiz kaldığı aritmilere girişimsel yöntemler uygulanabiliyor

Birçok aritmi tedavi gerektirmeyecek kadar masum olabilmektedir. Kişinin çok rahatsız hissettiği durumlarda ilaç tedavileri ile ritim bozukluğu tedavi edilebilmektedir. Hayati tehlikeye sebep olabilecek ritim bozukluklarında ise şok verme özelliği olan kalp pilleri gerekebilmektedir. Ritm bozukluğu olan kişilerde elektrofizyolojik çalışma adı verilen işlemle tanı ve tedavi yönteminin belirlenmesi sağlanabilir. Genelde bacak damalarından girilerek toplardamarlardan geçmek suretiyle kalbe kadar ulaşılması ve kalbe elektrot kateter denilen ince kabloların yerleştirilmesiyle gerçekleştirilen girişimsel bir yöntemdir. Kalbin içinden doğrudan alınan elektrik sinyalleri gelişmiş bilgisayarlar aracılığıyla değerlendirilerek normalden sapmalar araştırılır. Aritmiye kalbin elektriksel devresindeki bozulmalar ve aksaklıklar sebep oluyorsa bozuk olan odaya elektrot yani kalp pili yerleştirilmektedir.

Kalp dokusundaki anormal elektrik sinyallerini bloke ediliyor

Nabız yükselmesi sonucu oluşan ritim bozuklukları ilaçlarla ya da ablasyon yöntemiyle tedavi edilebilmektedir. Eğer hastanın ilaçla kontrol edilemeyen taşikardileri varsa, kateter ablasyonu önerilebilir. Kateter ablasyonu, aritmiden sorumlu elektrik hücrelerini yok ederek aritmiyi durdurmayı amaçlayan minimal invaziv bir müdahaledir. Ablasyon tedavisi kalpteki ritim bozukluğunun fazla odaklardan dolayı meydan geldiğinin kesin olduğu durumlarda uygulanmaktadır. Bu prosedürün amacı, kalp dokusundaki anormal elektrik sinyallerini bloke etmektir. Ablasyon yöntemiyle bu fazla odaklar ortadan kaldırılmaktadır. Çeşitli kateter ablasyon cihazları ve teknikleri kullanılabilir. Uygulandıkları enerji türüne bağlı ısı bazlı radyofrekans (RF) ablasyonu ve soğuk bazlı kriyoablasyon olarak iki kategoriye ayrılır.

Ablasyon tedavisi sonrası birkaç içinde günlük yaşama dönülüyor

Ablasyon yöntemi mümkün olduğunda lokal anestezi ile yapılmaktadır. Bunda temel amaç, hastalara ritim bozukluğunu bir şekilde yaşatmaktır. Kasık ya da kolda bulunan toplardamarlardan kateterle kalbe kadar girilir. Uygulama yapılacak bölge lokal bir enjeksiyonla uyuşturulduktan sonra işlem uygulanmaktadır. İşlem kasıktan girilerek yapıldığı için hasta birkaç gün kasık bölgesinde ağrı duyabilmektedir. Hasta birkaç gün içinde gündelik hayatına dönebilir. Aritmi ablasyon tedavisinden sonra hasta sigara kullanıyorsa sigarayı bırakmalıdır. Aşırı çay ve kahve tüketiminden kaçınılmalıdır. Tansiyon ve diyabet gibi eşlik eden hastalıklar varsa kontrolü mutlaka sağlanmalıdır.

Kalp ağrısı varsa doktoru ihmal etmeyin

Kalp ağrısı varsa doktoru ihmal etmeyin

Kalp ağrısı, kalp kasına yeteri kadar kanın ulaşamadığı durumlarda ortaya çıkan göğüs ağrısı veya göğüs bölgesinde rahatsızlık hissi olarak tanımlanıyor. Aniden ortaya çıkan ve çoğu zaman kalp krizi zannedilerek paniğe sebep olan kalp ağrısı pek çok nedenle gelişebiliyor. Kalp krizi geçiren hastalarda da görülen bu rahatsız edici ağrının görmezden gelinmemesi ve en kısa sürede bir sağlık kuruluşuna gidilerek kalp kontrollerinin yapılması gerekiyor. Memorial Şişli Hastanesi Kardiyoloji Bölümü’nden Doç. Dr. Hatice Betül Erer, Kalp Sağlığı Haftası kapsamında kalp ağrısı ve kalp krizi belirtileri konularında bilgi verdi.

Kalp, insan sağlığı ve yaşam için çok önemli bir yere sahiptir. Bu nedenle kalp ağrısı çoğu zaman paniğe ve heyecana neden olmaktadır. Kalp ağrısı, istirahatte ya da efor (yürüme, merdiven çıkma, koşma) gibi durumlarda ortaya çıkabilmektedir. Efor ile oluşan göğüs bölgesinde, ağırlık hissi ve baskı hissi şeklinde hissedilen göğüs ağrısının, kalpten kaynaklanması çok yüksek ihtimaldir. Durumun ciddi olup olmadığını anlamak için ise en yakın sağlık kuruluşuna başvurulmalıdır.

Doç. Dr. Hatice Betül Erer

Kalp ağrısının birçok farklı nedeni olabiliyor

Anlık gelişen kalp krizi belirtileri arasında mide ağrısı şikayetleri de yer almaktadır.

Kalp krizinin yanı sıra, kalp damar hastalıklarının temel belirtisi arasında kalp ağrısı ve kol uyuşması bulunmaktadır. Kalp ve damar hastalıklarında görülen tipik göğüs ağrısı, göğsün ön kısmında baskı şeklinde olan bir ağrı olup, kollara ve boyna yayılabilmektedir. İstirahat sırasında da oluşabildiği gibi tipik olarak eforla gelişir. Hasta dinlendiğinde de dakikalar içerisinde azalır ve kaybolur. Yaygın damar hastalıklarında ya da kalp spazmı sırasında dakikalar içerisinde kaybolmaz ve saatlerce devam edebilir. Kalp dışı nedenlerden kaynaklı olarak da göğüs kafesi içerisinde olan sinir ve kas sistemi rahatsızlıkları, akciğer rahatsızlıklarında göğüs ağrıları olabilmekte ve günlerce devam edebilmektedir.

Kas, sinir hastalıkları ve boyun fıtıkları da aynı şekilde kol uyuşması ile bulgu vermektedir. Anlık gelişen kalp krizi belirtileri arasında mide ağrısı şikayetleri de yer almaktadır. Ağrı merkezi kalp olmasına rağmen diğer iç organlarda bu ağrı ve sızı şiddetinden dolayı kasılmalar, sıkışmalar hissedilebilmektedir.

Mutlaka uzmana başvurulmalı

Kalp damarlarının darlığı ya da spazmı ile ortaya çıkan anjina pektoriste ise egzersiz sonrasında oluşan ve 15 ila 20 dk arasında devam eden göğüste yanma, baskı ve ağrı hissi oluşturmaktadır. Daha kısa sürebileceği gibi daha uzun sürede görülebilecek bu ağrılar erken dönemde tedavi gerektirmektedir. Bu tür şikayetleri olan hastaların kalp ve damar hastalıkları uzmanına başvurması gerekir. Kalp damar hastalıkları için efor ile ortaya çıkan nefes darlığı ve tıkanma hissi, göğüste ağrı en büyük belirti olarak karşımıza çıkmaktadır. Kalp ve damar hastalıklarının tespiti için efor testleri, kalp sintigrafisi, stres eko tetkikleri yapılır. Kesin tanı için koroner anjiyografi ve bilgisayarlı koroner anjiyo uygulanmaktadır.

Kalp krizi belirtileri herkeste aynı şekilde ortaya çıkmıyor

Kalp krizi semptomları genellikle aniden başlar, ancak yavaş yavaş da fark edilebilir hale gelebilirler. Kalp krizi esnasında şiddetli baş dönmesi, mide bulantısı, kol, ense, ağrıları olabilir ve hastalar ritim bozukluğu ile bayılabilir. Ağrı beş dakikadan fazla sürer ve dinlenmekle düzelmez. Böyle bir durumdan şüphe duyulduğunda mutlaka en yakın sağlık kuruluşuna başvurmak gerekebilir. Kalp krizi belirtileri herkeste aynı değildir. Göğüs sıkışması veya ağrısı olmadan da ortaya çıkabilir. Özellilkle kadın hastalar, yaşlılar ve diyabet ya da kalp yetmezliği olan kişiler tipik göğüs ağrısını daha az hissedebilir ya da daha farklı atipik özellikte yakınmalar tarif edebilirler.

Kalp krizinin 9 belirtisine dikkat!

  1. Göğüste güçlü bir sıkışma veya basınç hissi
  2. Göğüs kemiğinin arkasında bıçaklama, yanma veya baskı yapan ağrı
  3. Sol veya sağ kola, sırta, boyuna veya üst karına yayılan ağrı
  4. Omuz bıçaklarına, boğaza, boyuna ve çeneye yayılabilen üst vücut ağrısı veya uyuşma
  5. Nefes darlığı
  6. Bulantı, kusma
  7. Terleme veya soğuk terleme
  8. Solgunluk
  9. Baş dönmesi

Vücut kanseri kendi gücü ile yeniyor

Vücut kanseri kendi gücü ile yeniyor

Son yıllarda tüm dünya ile birlikte ülkemizde de kanser vakalarında önemli artış yaşanıyor. Bu artış oranları arasında erkeklerde akciğer, kadınlarda ise meme kanseri başı çekiyor. Çağımızın tıbbi ve teknolojik gelişmeleri doğrultusunda geliştirilen yeni nesil tedavi yöntemleri ise hayati risklere neden olabilen tüm kanser türlerinin tanı ve tedavisinde önemli avantajlar sağlıyor. Bu yeni nesil tedavilerin başında gelen immünoterapi, kanser hücreleri tarafından çeşitli yollarla baskılanmış olan bağışıklık sistemimizi yeniden harekete geçirerek kanser ile savaşma kapasitesini arttırıyor. İmmünoterapi, başta akciğer, cilt (malign melanom) ve böbrek kanserleri olmak üzere; baş-boyun, üçlü negatif meme, mesane, karaciğer ve özefagus-mide kanser hastalarının tedavisinde kullanılarak hastanın yaşam kalitesi ve süresini önemli ölçüde artırabiliyor. Memorial Şişli Hastanesi Tıbbi Onkoloji Bölümü’nden Doç. Dr. Tuğba Akın Telli, 1-7 Nisan Kanser Haftası nedeniyle inmünoterapi tedavi yönteminin avantajları hakkında bilgi verdi.

Memorial Şişli Hastanesi Tıbbi Onkoloji Bölümü’nden Doç. Dr. Tuğba Akın

Doç. Dr. Tuğba Akın

Kanserli hücreler asker hücreleri atlatarak bağışıklık sistemine saldırıyor

Sağlıklı bir insanın vücudunda bulunan ve kansere karşı savaşan T lenfositler asker hücre olarak adlandırılmaktadır. Bağışıklık sisteminde bulunan bu hücreler kanserli hücreleri çoğunlukla vücuttan temizlemektedir. Ancak bazen bir grup kanser hücresi T lenfositlerden kaçarak çoğalmaya devam eder. Aynı zamanda kanser hücreleri T lenfositlere vücuda yabancı olmadığı mesajını vererek bu hücrelerin savunmasından kurtulur ve insan bağışıklık sistemini baskılamaya başlar.

Yeni nesil tedavi yöntemi immünoterapi, kanser tedavisinde çığır açtı

Yeni nesil tedavi yaklaşımlarının başında gelen ve 2011 yılından beri kanser tedavisinde kullanılmaya başlanan immünoterapi, kişinin kendi bağışıklık sistemini aktive ederek kanser hücreleriyle daha etkili savaşmasını sağlamaktadır. Bağışıklık sistemi bir takım hücre ve proteinlerin etkileşimi ve ortak çalışması sonucu kişiyi enfeksiyonlardan koruyan bir savunma sistemidir. Esasında bazı açılardan kanserden de korumaya yardımcı olur. Bağışıklık sisteminin temelini “kendinden olmayan” her şeyin ayırt edilmesi oluşturmaktadır. Bu sistem, vücutta normalde bulunan tüm maddelerin kaydını tutar. Bağışıklık sisteminin tanımadığı herhangi bir yeni protein alarm vererek bağışıklık sisteminin ona saldırmasına neden olur. Örneğin mikroplar, normalde insan vücudunda bulunmayan belirli proteinleri içerir. Bağışıklık sistemi bunları “yabancı” olarak görür ve saldırır. İmmün yanıt, mikrop veya kanser hücreleri gibi yabancı madde içeren her şeyi yok edebilir. Bununla birlikte, kanserde bu yanıt her zaman istediğimiz düzeyde olmayabilir. Bazen bağışıklık sistemi kanser hücrelerini yabancı olarak görmez çünkü hücreler normal hücrelerden yeterince farklı değildir veya çeşitli değişimler göstererek bağışıklık sisteminden kaçabilirler. Bazen de bağışıklık sistemi kanser hücrelerini tanır. Ancak immün yanıt kanseri yok edecek kadar güçlü olmayabilir. Yine kanser hücrelerinin kendileri de bağışıklık sisteminin onları bulup saldırmasını engelleyen bazı proteinler salgılayabilir. İmmünoterapiler tam olarak da bu durumların üstesinden gelebilmek amacıyla son yıllarda artan sayıda preklinik ve klinik çalışmayla kullanılmaya başlandı.

Vücudun kanseri kendi kendine yenmesini sağlayabiliyor

İmmünoterapi tedavisinde bağışıklık sistemi üzerindeki kanserli hücrelerin oluşturduğu baskıyı ortadan kaldırmak ve kanser savaşçısı T hücrelerini kanser dokusuna yönlendirmek amaçlanmaktadır. İmmünoterapi ile kemoterapi ve hedefe yönelik akıllı tedavilere göre daha uzun süreli yanıtlar alınabilmektedir. İmmünoterapi vücutta bulunan T hücrelerinde bir hafıza oluşturarak bağışıklık sisteminin kanserli hücrelere karşı daha aktif rol oynamasını sağlamaktadır. Böylece hedef bağışıklık sistemini yeniden organize ederek vücudun kanseri kendi kendine yenmesini sağlamaktır.

Hastaya özel immünoterapi ameliyat öncesi ya da ameliyat sonrası kullanılabiliyor

Her geçen gün yeni bir kanser türünde farklı evrelerde kullanılan ve hastaya özel uygulanan immünoterapilerin klinik çalışmaları yapılmakta ve kılavuzlar buna uygun değişmektedir. İlk çalışmalar daha çok ileri evre kanserlerde tek başına immünoterapi verilmesi şeklinde yapılmışken, etkinlik verileri sonrasında daha erken evrelerde de hem ameliyat sonrası hem de ameliyat öncesi tedavi döneminde ve bazen de kemoterapi ile kombinasyon şeklinde kullanımı öne çıkmaktadır.

İleri evre akciğer kanserinde sonuç alınabiliyor

İmmünoterapi ile; akciğer, cilt (malign melanom) ve böbrek kanserleri başta olmak üzere baş-boyun, üçlü negatif meme, mesane, özefagus-mide, karaciğer, serviks (rahim ağzı), endometriyum (rahim) ve bazı kolon kanserlerinin tedavisinde başarılı sonuçlar alınmaktadır. İmmünoterapi ile akciğer kanseri tedavisinde de çok önemli başarılar sağlanabilmektedir. Öyle ki immünoterapi tedavisinden önce ileri evre akciğer kanserinde uzun süreli kontrol neredeyse mümkün değildi. Oysaki artık ileri evre akciğer kanserinde bile immünoterapi ile hastalığın tamamen kontrol altına alınması sağlanabilmekte hatta bu yanıtın uzun süreli olması mümkün görünmektedir.

İmmünoterapi tedavisinde saçlar nadiren dökülür

Kemoterapilerden farklı olan etki mekanizmaları sonucunda immünoterapilerin farklı bir yan etki profili bulunmaktadır.  Kemoterapide sık görülen bulantı, kusma, halsizlik, saç dökülmesi, kan değerlerinin düşmesi gibi yan etkiler, immünoterapide nadiren görülmektedir. Ancak inmünoterapinin, bağışıklık sisteminin aşırı aktive olmasına bağlı başka yan etkileri olabilir. Bu yan etkilere erken ve zamanında müdahale etmek hayati önem taşımaktadır ve mutlaka multidisipliner bir ekiple süreci yönetmek gerekmektedir.