Yazılar

Kronik hastalıkları olanlar oruç tutarken şunlara dikkat edin!

Kronik hastalıkları olanlar oruç tutarken şunlara dikkat edin!

Oruç tutmak beslenme alışkanlıkları ve yaşam tarzını yeniden düzenliyor ve sağlığa olumlu etkilerde bulunuyor. Oruç, vücudun kendi kendini iyileştirmesini, organizmanın zararlı maddelerden arınmasını sağlıyor. Bu sene Ramazan ayında oruç yaklaşık 4 saat sürüyor. Sahurla iftar arasında uzun bir sürenin olması kronik sağlık sorunları olup oruç tutmak isteyen kişiler kadar, sağlıklı kişilerin de beslenme açısından dikkatli olmasını gerektiriyor. Memorial Şişli Hastanesi İç Hastalıkları Bölümü’nden Uz. Dr. Özgür Mollaoğlu, oruç tutmak isteyenlerin ve kronik hastalıkları olanların dikkat etmesi gerekenler hakkında bilgi verdi.

Dr. Özgür Mollaoğlu

 Düzenli ilaç kullanımı sahur ve iftara göre ayarlanmalı

Oruç tutmak sağlığa faydalarının yanında özellikle ileri yaş ve kronik hastalıkları olanlar için sakıncalı durumlar oluşturabilmektedir. İleri yaş grubunun oruç tutmadan önce sağlık kontrolünden geçerek  tansiyon, kan şekeri, böbrek, kalp  ve karaciğer fonksiyonları hakkında bilgi edinmeleri gerekir. Mide sorunları olanların asit fazlalığı, reflü şikayeti olanların asit azaltıcı ilaçlarını sahurdan önce almaları gün içinde mide şikayetlerini azaltacaktır. Ancak  daha önce mide ülseri ya da  kanama gibi mide sorunu olanların doktorları ile görüşmeleri, gerekirse oruç tutmamaları önerilir. Düzenli ilaç kullanması gereken tiroid hastaları doktorlarına danışarak ilaç vakitlerini sahur ve iftara göre ayarlayıp oruç tutabilmektedir.

Kalp ve diyabet hastaları özellikle dikkatli olmalı

Kalp hastaları, yüksek tansiyon ve özellikle insülin kullanan diyabet hastalarının oruç tutmaları sakıncalı olabilir. Bu sebeple doktorlarına danışmadan oruç tutmamaları gerekir. Ayrıca kolesterol, böbrek hastalıkları, diyabet, tansiyon, tiroid, reflü ve mide sorunları olan kişilerin da oruç tutup tutamayacakları konusunda mutlaka konunun uzmanı bir hekimden bilgi almaları gerekmektedir. Aynısı düşük tansiyon, zayıflık ve ileri yaşta olmak için de geçerlidir. Çocukların, hamile ve emziren kadınların da oruç tutmaları önerilmemektedir. Oruç, zayıf veya daha önce ciddi hastalıkları olan kişiler için de uygun olmayabilir. Bu nedenle oruç tutmadan önce kişinin sağlık durumunu değerlendirebilecek doktorlara danışması önem taşımaktadır.

Sahursuz oruç tutmak sağlığınızı bozabilir

Birçok kişi sahura kalkmadan oruç tutmaya çalışmaktadır. Bu açlık dönemini uzatmakta kan şekeri düşmesi riskini artırmakta, konsantrasyon güçlüğü, baş ağrısı, yorgunluk hissine neden olmaktadır. Sahur öğünü atlanmamalıdır. Bu kan şekeri düzeyinin korunması açısından önemlidir. Sahurda mutlaka bol su içilmeli bunun yanında hafif bir kahvaltı ya da az tuzlu, az baharatlı sebze yemeği ya da zeytinyağlı yemekler tercih edilmelidir. Bunun yanında protein içeriği nedeniyle ve tok tutucu etkileri nedeniyle süt ve yumurta önerilebilir. Ekmek olarak beyaz ekmek kan şekerini hızlı yükseltip daha çabuk açlık hissi yaratacağından, kepek ekmeği ya da çavdar ekmeği yenmesi besleyicilik ve tokluk hissi açısından daha faydalıdır. Sahur öğünü yapıldıktan hemen sonra uykuya dönülmemelidir. Aradan en az 1 saat geçmesinde fayda vardır.
Sağlıklı bir iftar için yemekler yavaş yenmeli

Kronik hastalıkları bulunan ve Ramazan ayında oruç tutmak isteyen kişilerin ekstra dikkat etmesi gereken noktalar şöyle sıralanmaktadır:

 

  1. Kronik hastalıkları olan kişilerin doktora danışarak oruç tutması önemlidir.
  2. Oruç tutarken hastalıklarda kontrol altına alınmalı, ilaç kullanımı varsa ihmal edilmemeli, saat ayarlaması yapılmalıdır.
  3. Hastalığa göre yasaklı besinler varsa nasılsa oruç tutuyorum, daha az öğün yapıyorum diye düşünülerek diyet planı bırakılmamalıdır.
  4. Uzun süreli açlık sonrasında iftarda normalde tüketilen miktardan ve çeşitlilikten daha fazlasının yenmemesine dikkat edilmelidir.
  5. İftara bir kase çorba ile başlanmalı, su içilmeli ve 20 dakikalık bir ara vererek ana yemeğe başlanmalıdır.
  6. Yemek yavaş yenmeli, acele edilmemelidir.
  7. Zeytinyağlı yemekler tercih edilmeli, et ve tavuk ızgara olarak yenmeli ve günlük vitamin ihtiyacı için mutlaka  bol yeşil yapraklı sebzeler yenmelidir.
  8. Tatlı olarak şerbetli ve hazmı zor tatlılar yerine az şekerli sütlü tatlılar tercih edilmeli, meyveler yemekten en az 1 -2 saat sonra tüketilmelidir.
  9. Egzersiz yapan ve Ramazan’da da buna devam etmek isteyenlerin iftardan sonra ağır egzersizden kaçınması bunun yerine yemekten 1 saat sonra 30 dakikalık yürüyüş yapmaları önerilir.
  10. Günlük sıvı alımı çok önemli olduğu için sahur ve iftar arasında özellikle bol su içmeye özen gösterilmeli, en az 2-2.5 litre su tüketilmelidir.

Okul hastalıklarına dikkat!

Okul hastalıklarına dikkat!

Okul dönemi genellikle “Hastalık dönemi” olarak da biliniyor. Çocukların sık sık hastalanması da ebeveynleri endişelendiriyor. Bu rahatsızlıkların bazılarından pratik önlemlerle kaçınılırken, bir kısmından da aşılar sayesinde tamamen korunmak mümkün olabiliyor. Bu anlamda aşılanmanın önemi de bir kez daha ortaya çıkıyor. Memorial Şişli Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Bölümü’nden Uz. Dr. Elif Erdem Özcan, okulda görülen hastalıklar ve bunlardan korunma yolları hakkında bilgi verdi.

Çocuklarını okula gönderirken birçok ebeveyni endişelendiren noktalardan biri, çocukların yakalanabileceği yaygın hastalıklardır. Bu hastalıklar çocukların derslere adaptasyonunu ve okul başarısını olumsuz etkilerken, ebeveynlere de bulaşabildiği için sıkıntılı süreçlere yol açabilir. Bu hastalıklardan bazıları aşılarla önlenebilirken, diğerleri için yapabilecek tek şey çocuğun enfeksiyon kapma riskini önlemeye çalışmak ve bu anlamda hazırlıklı olmaktır.

Okul döneminde yaygın olarak görülen hastalıklar için çocuğun enfeksiyon riskini azaltmak adına bazı adımlar atılabilmektedir. Okul çağında görülen hastalıklar ve korunma yöntemleri şöyle sıralanabilir:

Pause Sağlık, Pause Dergi

Dr. Elif Erdem Özcan

Soğuk algınlığı: Soğuk algınlığı, okul çağında çocukların sık yakalandığı hastalıklardan biridir. Soğuk algınlığı, okullar veya kreşler gibi kalabalık ve yakın temasa açık ortamlarda kolayca yayılır. Öksürük, hapşırık, burun akıntısı semptomlar gösteren hastalıkta genelde yüksek ateş görülmez. Elleri sık sık yıkamak, elleri burun ve ağza dokundurmamak, sınıf ortamını sık sık havalandırmamak, okullarda ortak kullanım alanlarının temizliğinden emin olmak, çocuğun C vitaminden zengin beslenmesini, bol sıvı alımını sağlamak soğuk algınlığı için alınabilecek önlemlerdendir.

Mide gribi: İshal, karın ağrısı, kusma, bazen de ateşle belirti veren mide gribi bir bağırsak enfeksiyonudur. Enfekte bir kişiyle temas veya bulaş olan yiyecek ya da su tüketimiyle bulaşır. Sık sık elleri yıkamak, yenilen sebze ve meyvelerin iyice yıkandığından emin olmak, emin olunmayan yerden bir şeyler yiyip içmemek, okulda ortak kullanım eşyalarının temizliğinden emin olmak mide gribinin önlemlerinden sayılabilir. Bulaşan çocuğun bol sıvı almasını, muz, ekmek, kızarmış ekmek, yağsız makarna gibi besinlerle beslenmesini sağlamak faydalı olacaktır.

Bademcik enfeksiyonu: Genelde streptococcus pyogenes adlı bir bakterinin neden olduğu hastalık çocuklarda sıkça görülür. Çocuklar, yutkunmakta zorlanır, ateşlenir ve halsiz düşer. Bunu yaşayan çocuğun mutlaka bir pediatri uzmanına görünmesi önemlidir. Reçeteli antibiyotiklerle tedavi edilmesi gereken bir hastalıktır. Çocuğun dinlenmesi, yeterli sıvı alması, dengeli beslenmesi hızlı iyileşmesi açısından önemlidir. Korunmak için de bol sıvı içilmesi, C vitamininden zengin beslenilmesi, ellerin sık sık yıkanması gerekir. Bazı çocuklarda bademciklerin alınması da önerilebilir.

El, ayak, ağız hastalığı: Okul çağında en sık görülen hastalıklardan biri de el, ayak, ağız hastalığıdır. Son derece bulaşıcı olan bu hastalık ateş, halsizlik, boğaz ağrısı, ağız ve dil yaraları, eller ve ayaklarda kabarcıklarla kendisini gösterir. Hastalığın yayılmasını önlemek için çocuğun izole edilmesi gerekir. Yetişkinlere de bulaşır. Hastalar öksürme ve hapşırma sonucunda damlacık yoluyla virüsü çevreye bulaştırır. Hasta kişi ile yakın temas etme, öpme, sarılma, lezyonlu deriye dokunma, ortak eşya kullanma sonucunda ya da dışkı ve idrar ile bulaşabilir. Hasta çocuklar okula gönderilmemeli, hasta kişilerden uzak durulmalı, eller sık sık yıkanmalı, hasta bireyle ortak eşya kullanılmamalı, ortam havalandırılmalı, okulda ortak alanların hijyeninden emin olunmalıdır.

Grip: Grip, öksürme ve hapşırma yoluyla havaya kolayca yayılan damlacıklarla bulaşan bir virüstür. Semptomlar ateş, vücut ağrıları, titreme, boğaz ağrısı, yorgunluk ve iştahsızlığı içerir. Tipik vakalar, semptomları evde ilaç, dinlenme ve sıvılarla yönetmek dışında tedavi gerektirmez. Grip semptomları şiddetliyse veya çocuğun gribi komplike hale getirebilecek başka durumları varsa, bir doktora danışmak ve bazen hastaneye yatmak gerekli olabilir. Gripten korunmak için de her yıl grip aşısı yaptırılabilir. Bunun yanında kişisel hijyene dikkat etmek, ortak kullanım alanlarının temizliğinden emin olmak, sağlıklı beslenmek, ortamın havalandırılmasını sağlamak korunma sağlayabilir.

Kırmızı göz: Halk arasında kırmızı göz olarak bilinen konjonktivit, göz kızarıklığı, gözde akıntı, kaşıntı, şişmeyle belirti verir. Bulaşıcıdır. Etkilenen çocuğun okula gönderilmemesi gerekir. Ellerin sık sık yıkanması, gözlerin ovuşturulmaması önleme açısından faydalı olur. Bunun yanında bulaş olan kişiyle aynı malzemeleri kullanmamak gerekir. Bu hastalıkta çocuğun yaşam kalitesi de düşer.

Suçiçeği: Aşılanmayan çocuklar her zaman suçiçeği riski altındadır. Suçiçeği, vücudun her yerinde kırmızı, kaşıntılı, kabarcıklı bir döküntüye neden olur. Diğer semptomlar ateş, boğaz ağrısı, baş ağrısı, iştahsızlık ve vücut ağrılarıdır. Suçiçeği virüsünü tedavi edecek bir ilaç yoktur, ancak hastalık sırasında çocuğun daha rahat etmesi için semptomlar tedavi edilebilir. Doktor tarafından önerilen losyonlar veya diğer kaşıntı giderici kremler ile ağrı kesiciler kullanılır. Önlemenin yolu aşıdır.

Bit: Bitler, saça giren, kafa derisinden kanla beslenen ve saç derisine yakın noktalara yumurta bırakan küçük parazitlerdir. Bitler çok bulaşıcıdır ancak tehlikeli değildir. Bitler, kafa derisinde aşırı kaşıntı nedeniyle küçük şişlikler ve yaralar oluşturabilir. Tedavisi ise, ilaçlı şampuanları ve saç bakımlarını içerir. Korunmak için lavanta yağı, çeşitli bit rozetleri önerilebilir.

Menenjit: Beyni saran zarların iltihaplanmasıyla oluşan menenjit sağırlık, nörolojik sekeller epilepsi, zeka geriliği, öğrenme güçlüğü hatta ölüme neden olabilen bir hastalıktır. Ateş, baş ağrısı, ensede sertlik, tepkisizlik, bilinç bulanıklığı, havale, titreme, eklem ağrıları menenjit belirtileri arasındadır. Menenjit farklı bakterilerden veya virüslerden kaynaklanabilmektedir. Hastanede yatarak izlenen bu hastalıkta eğer tahlil sonuçlarında bakteriyel menenjit varsa, doktor menenjitten şüphe ederse antibiyotik tedavisi başlanır. Menenjit hastalığı bulaşıcıdır. Öksürme, hapşırma ile bulaşabilir. Ülkemizde üç menenjit aşısının ikisi aşı takvimimizde bulunmaktadır (pnömokok ve Hib). Meningokok aşıları ise ACWY ve B tipi aşıları olmak üzere iki çeşittir. Gelişmiş ülkelerde aşı takviminde yer alan bu aşılar ülkemizde de bulunmaktadır ve özel olarak uygulanmaktadır. Aşılama sonrasında ömür boyu bağışıklık kazanılır. El yıkama tüm hastalıklarda olduğu gibi menenjiti önleme konusunda da yardımcıdır. Kişisel hijyen eşyalarının başkalarıyla paylaşılmaması gerekir. Sağlıklı beslenmek önemlidir.

Öpücük hastalığı: Halk arasında öpücük hastalığı olarak bilinen Epstein-Barr virüsü nedeniyle ortaya çıkar. Tükürükle ve vücut salgıları yoluyla bulaşır. Çok yakın mesafeden konuşmak, tokalaşmak, aynı malzemeleri kullanmak, ortak kaptan yemek, yakın temas nedeniyle bulaşır. Özellikle kreş çağı çocuklarını etkiler. Bademcik iltihabı, halsizlik, ateş, eklem ağrıları, baş ağrısı gibi semptomları bulunur. Kişisel hijyenin sağlanması, eşyaları ortak kullanmamak, ortamın havalandırılması bunun için alınabilecek önlemlerdendir.

Covid- 19 tehlikesine dikkat!

Tüm bu hastalıklara ek olacak Covid- 19 da çocukları okulda bekleyen tehlikeler arasındadır. Çocukların virüs hakkında bilinçli olması, gerekli hijyen tedbirleri alması, çok önemlidir. Çocukta eğer koronavirüs belirtileri varsa okula gönderilmemeli, PCR testi ile Covid-19’a yakalanıp yakalanmadığı belirlenmeli ve gerekli önlemlerin alınması sağlanmalıdır.

Çocuklarda böbrek taşı neden oluşur?

Çocuklarda böbrek taşı neden oluşur?

Aileler özellikle bebek bezlerinde kırmızı veya pembe lekelenme, parçacıklar veya çocuklarının idrarında kan görünce ile telaşlanabiliyor. Her ne kadar yetişkin hastalığı olarak düşünülse de; çocuklarda ve bebeklerde de böbrek taşı görülebiliyor. Çocuklarda böbrek taşının oluşmasına yol açabilen faktörlerin bilinmesi ve bunlara yönelik önlemler alınması önem taşıyor. Memorial Şişli Hastanesi Çocuk Ürolojisi Bölümü’nden Doç. Dr. Onur Telli, çocuklarda ve bebeklerde görülebilen böbrek taşı hakkında bilgi verdi.

Böbrek kanalları içinde bulunan mineral içerikli sert kitlelere böbrek taşı denilmektedir ve bu taşların tam olarak neden oluştuğu bilinmemektedir. Taşlar tipik olarak böbrek ve üreterde oluşur. Birçok böbrek taşı türü vardır. Ama çocuklar arasında en çok kalsiyum oksalat ve kalsiyum fosfat taşları görülür. Bazen, belirli yiyecek ve içecekleri tüketmekten kaynaklı taşlar oluşabilmektedir. Eğer çocuklar idrar yaparken taş düşürürse bunu hekime götürmek, laboratuvar testleri sayesinde taşın türünün bulunmasına ve bir daha oluşmasının önlenmesine yardımcı olabilir.

Pause Sağlık, Pause Dergi

Beslenme de çocuklarda böbrek taşına sebep olabilir
Böbrek taşlarının oluşumu için pek çok risk faktörü vardır. En yaygın sebepler olarak şunlar sayılabilir:

  1. Yeterince su tüketmemekten kaynaklı az idrar çıkışı
  2. Ailede taş oluşumu öyküsü
  3. Tuzlu gıdalar, çocukların çok sevdiği abur cubur olarak tanımlanan yiyecekler ve asitli içecekler
  4. Bazı ilaçların kullanımı
  5. Bazı sebeplere bağlı idrar çıkışının engellenmesi
  6. Böbrek enfeksiyonu
  7. Bağırsak hastalıkları

Ani ağrılar, mide bulantısı ve idrar problemleri görülebilir

Bazen çocuklarda böbrek taşları bir belirti vermeyebilir. Ancak taşlar idrar yolunda hareket etmeye başlarsa bazı belirtilere neden olabilir. Sırtta ani ve şiddetli ağrı, mide bulantısı, kusma, kasık ağrısı, mide ağrısı, işeme sırasında yanma veya ağrı, idrarda kan, ateş, idrar yolu enfeksiyonu bu semptomlardan sayılabilmektedir. Küçük çocuklarda aileler bezlerin içinde pembe lekelenmeler fark edebilir ve panikleyebilir. Bunun sebebi de böbrek taşı veya kumu olabilir.

Taş olduğu şüphelenilen bir çocuk için tercih edilen teşhis yöntemi ultrasondur. Bilgisayarlı Tomografi de çok küçük boyuttaki taşları gösterir. Eğer ultrasonda görülmeyen bir durum varsa Bilgisayarlı Tomografi çekilebilir. Bunun yanında kan ve idrar tetkiki de istenir.

Böbreklerin korunması çok önemli

Bir böbrek taşı bir çocukta ağrıya ve çeşitli semptomlara neden oluyorsa, amaç rahatsızlığı hafifletmeye yardımcı olmak ve taşın mesaneye inip idrarla dışarı çıkmasına yardımcı olmaktır. Bu bazen evde çok miktarda su ve diğer sıvıları içerek yapılabilir. Hekimin önereceği ağrı kesiciler de ağrıyı yönetmek için önemlidir.  Hekim, taşın geçişini kolaylaştırmak için başka oral ilaçlar reçete edilebilir. Bazen çocuk üroloji uzmanları, laboratuvarda test edilebilmesi için düşürülen taşın getirilmesini isteyebilir. Bu taşın türünü ve neden kaynaklandığını bulma; bir dahaki sefere aynı tür taşın oluşumunu engellemesi açısından önem taşır. Bazı çocuklarda semptomlar çok şiddetli olabileceğinden damar yoluyla ağrı kesici ve sıvı takviyesi yapılabilir. Bazen, taşlar çok büyük olabilir ve dışarı atılamayabilir. Çocuk ürologları bu durumda taşın büyüklüğüne göre en basit yöntem olan,  taşları küçük parçalara ayırmak için ses dalgalarından yararlanılan litotripsi kullanabilir. Bu yöntem oldukça güvenli bir cerrahi müdahaledir ve böbrekler bu yöntemden zarar görmez. Bazen de çocuk ürolojisi uzmanı hafif bir anestezi altında ameliyathane şartlarında kapalı yöntemler kullanarak lazer yardımı ile taşın kırılmasını önerebilir.

Multidisipliner yaklaşım gerekebilir
Bazı durumlarda çocuk nefroloji uzmanı ve beslenme uzmanıyla multidisipliner bir biçimde tedavi gerekebilir. Nefrolog, taş oluşum sebebini araştırırken; beslenme uzmanı da gelecekte çocukta bir daha böbrek taşı oluşmasını önleyebilecek şekilde beslenme programını oluşturur.

Böbrek taşı riskini azaltmak için…

Çocuklarda daha fazla böbrek taşı gelişme riskini azaltmak amacıyla bazı önemli noktalara dikkat edilmelidir.

  • Sıvı tüketiminin artırılması
  • Tuz ve tuzlu gıdaların kısıtlaması
  • Sebze ve meyvelerin iyi yıkanarak tüketilmesi
  • İşlenmiş gıda, fast food ve gazlı içeceklerden uzak durulması
  • Mısır şurubu içeren yiyecek ve içeceklerden kaçınılması
  • Önerilen miktarda kalsiyum içeren besinlerin tüketilmesi
  • İhtiyaç dışında kalsiyum veya vitamin takviyesi alınmaması

Sağlıksız uyku yüksek tansiyona neden olabilir

Sağlıksız uyku yüksek tansiyona neden olabilir

Genel vücut sağlığı için çok önemli olan düzenli ve kaliteli uyku kalp sağlına da iyi geliyor. Uyku düzenindeki olumsuz değişiklikler ise, pek çok sağlık sorununa davetiye çıkarıyor. Uyku bozukluklarının yol açtığı sorunların başında ise hipertansiyon geliyor. Yüksek tansiyon, kalp krizi ve kalp yetmezliği gibi kardiyolojik sorunlara zemin hazırlayabiliyor. Memorial Şişli Hastanesi Kardiyoloji Bölümü’nden Uz. Dr. Cegerğun Polat, uyku ve hipertansiyon ilişkisi hakkında bilgi verdi.

Hipertansiyon, kanın damar duvarına uyguladığı basıncın yüksek olması durumudur. İlerleyen yaş grubunun üçte birinin muzdarip olduğu bir hastalıktır. Yüksek tansiyon oldukça yaygın bir sorun olmakla birlikte, birçok hastalığın da ortaya çıkış sebebi sayılmaktadır. Hipertansiyon iki şekilde ortaya çıkar. Eğer saptanabilen ikincil bir nedene bağlı değilse, buna ‘esansiyel’ (primer), bir nedene bağlıysa buna ‘ikincil hipertansiyon’ denir. İkincil hipertansiyon; böbrek hastalıkları, böbrek üstü bezi tümörleri, kan damarlarında doğuştan gelen bozukluklar, tiroid hastalıkları ile doğum kontrol hapları, bazı soğuk algınlığı ilaçları, reçetesiz satılan bazı ağrı kesiciler ve bazı reçeteli ilaçlar nedeniyle olabilir.

Pause Sağlık, Pause Dergi

Dr. Cegerğun Polat

Uyku- Obezite- Kalp hastalıkları ilişkisi önemsenmeli

Esansiyel hipertansiyonun da ortaya çıkmasını kolaylaştıran bazı etkenler bulunmaktadır. Bunlar yaş, cinsiyet, yüksek miktarda tuz tüketimi, obezite, yüksek kalorili beslenme, düşük aktivite düzeyi, yorgunluk, kişilik özellikleri, stres, uyku bozuklukları gibi etmenlerdir. Burada uyku kısmını ayrı tutmak gerekebilir. Bazen boyun yapısının kısa olması, damak ya da gırtlak yapısı, burunda olan tıkanıklık kişilerin uyku kalitesini bozabilir. Bu yapısal sorunlar derin uykuya dalmayı engellediği gibi vücudun dinlenmesini de önler. Normalde bir erişkinde ortalama uyku süresi 7-8 arasındadır. Bunun sağlanması için kişinin belirli bir saatte uyuyup, belirli bir saatte uyanması gerekir. Uyku sorunları obezitenin önemli bir sebebidir. Bu da vücut ritmini bozar. Dinlenmemiş bir vücut bu nedenle hipertansiyon için büyük bir risk faktörü olur.

Uyku apnesi kalbe zarar veriyor

Uyku apnesi sorunu olanlar kişilerde daha çok hipertansiyon, diyabet ve obezite görülmektedir. Araştırmalar; uyku apnesi şiddetinin fazla olduğu kişilerde hipertansiyon gelişme riskinin 2 kat arttığı, ayrıca uyku kalitesi düşük olanların, dirençli hipertansiyona yakalanma riskinin iyi uyuyanlardan daha fazla olduğu göstermiştir. Bu durum da kalbin yorulup zarar görmesine neden olmaktadır. Bu hasta grubunda kalp damar tıkanıklığı, kalp krizi, hipertansiyon ve inme riski yüksek olmaktadır.

Pause Sağlık, Pause Dergi

Gün içindeki şekerleme süresi 15 dakikayı geçiyorsa dikkat!

Uyku apnesi hastaları, gece uyku sorunu yaşadıkları ve tam olarak dinlenemedikleri için uyku ihtiyaçlarını gün içinde gidermeye meyillidir. Belirli aralıklarla ihtiyaç duyulan ‘şekerleme’nin normal süresi 10-15 dakikadır. Eğer bundan daha uzun bir süre uyku ihtiyacı ortaya çıkıyorsa ve kişi bir anda uykuya dalıyorsa, altta yatan nedenin araştırılması ve hastanın tedavisinin bu yönde yapılması uygun olur. Bu tip hastaların önce uyku testinden sonra da mutlaka kardiyolojik muayeneden geçmeleri gerekir. Çünkü sağlıklı bir uyku düzeni olmayan kişilerin hipertansiyon ve kalp ritim bozukluğu riski olabilir. Aynı zamanda kişide kalp krizi ile kalp yetmezliği de gelişebilir. Yapılan tetkiklerde uyku apnesi saptanan kişilerde pozitif havayolu basıncı ile apnenin tedavi edilmesi, tansiyon değerlerinin kontrol altına alınmasında olumlu etki sağlamaktadır.

Hipertansiyon için uykuya dikkat edilmeli

Özellikle gece vardiyasında çalışan kişiler, düzensiz uyku nedeniyle hipertansiyon açısından riskli gruptadır. Çünkü gece çalışma düzeni, vücudun biyolojik ritminin bozulmasına yol açmakta ve tansiyon dengesinde etkili olabilecek hormonların vücuda salınım dengesi de olumsuz etkilenmektedir. Gün ışığı, biyolojik ritmin önemli bir yönlendiricisidir. Kuzey ülkelerinde yaşayanların uyku düzenlerini oturtabilmek için evlerinde siyah perde kullanmalarının nedeni de budur. Gün ışığı ‘uyanıklık’ demektir. Gece sağlıklı uyuyamamak, metabolizmayı da olumsuz etkiler. Bu nedenle çocukların beş yaşından sonra öğle uykularının kaldırılması, gece uykularının etkilenmemesi ve derin uyku ile büyüme hormonunun salgılanabilmesi bakımından önemlidir.

Kansızlığın sebepleri…

Kansızlığın sebepleri…

Vücutta önemli işlevleri olan B12 vitamini, besinler yoluyla elde ediliyor. B12 vitamini DNA sentezi, hücre bölünmesi ve kan hücrelerinin oluşumda görev alıyor. B12 vitamini eksikliği ise bu fonksiyonların bozulmasına neden oluyor. Bu eksiklik ile ilgili bir tedavi yürütülmediğinde;  anemi (kansızlık), kas güçsüzlüğü, bağırsak problemleri, psikolojik bozukluklar ve geri dönüşü olmayan nörolojik hastalıklar ortaya çıkabiliyor. Memorial Şişli Hastanesi İç Hastalıkları Bölümü’nden Uz. Dr. Yeliz Zıhlı Kızak, B12 vitamini eksikliği hakkında bilgi verdi.

B12 vitamini (kobalamin) ısıya duyarlı ve diğer B vitaminleri gibi suda çözünen bir vitamindir. Az miktarda da olsa karaciğerde depolanabilir. B12 vitamini; DNA sentezi, enerji üretimi, kırmızı kan hücresi yapımı, sinir sistemi ve beyin fonksiyonlarında görev almaktadır. En önemli işlevlerinden biri gen kopyalanmasında koenzim olarak görev yapmasıdır.

Pause Sağlık, Pause Dergi

Dr. Yeliz Zıhlı Kızak

B12 vitamini besinler yoluyla elde ediliyor

Vücudun B12 vitamini ihtiyacı günlük 2-3 mcg’dir. Hamilelerde ve emziren annelerde günlük B12 vitamini ihtiyacı miktarı daha fazladır. Vücuda yeterli miktarda B12 vitamininin alınamaması durumunda B12 vitamini eksikliği ortaya çıkar.  B12 vitamini eksikliğinin birçok nedeni olabilir. En yaygın nedeni B12 vitamini içeren besinler yönünden zayıf beslenmedir. B12 vitamininin alımı sadece besin yoluyla gerçekleşebilir. Özellikle hayvansal ürünler B12 vitamini içermektedir. Hayvansal besin tüketmeyen vejetaryen ve veganlar genellikle B12 vitamini eksikliği yaşarlar. Ayrıca yeme bozuklukları, kullanılan bazı ilaçlar, ileri yaş (65 yaş ve üstü), besin alerjilerinden dolayı B12 açısından zengin besinlerin tüketilememesi, Çölyak ve Crohn hastalıkları gibi sindirim sistemi hastalıkları, hamilelik, sigara ve alkol tüketimi de B12 vitamini eksikliğine neden olabilmektedir.

B12 vitamini eksikliği beyin ve sinir dokusunu etkiliyor

İnsan vücudu B12 vitamini özellikle hayvansal kaynaklı gıdalardan (et, süt ve türevleri, yumurta, balık) temin etmektedir. B12 vitamini eksikliği durumunda vücutta görülen belirtiler; çarpıntı hissi,  üşüme, halsizlik, yorgunluk, uzuvlarda uyuşmalar, dil üzerinde ağrı, ağız ülserleri (aftlar), cilt kuruluğu, saç dökülmesi, kilo kaybı ve ishaldir. B12 vitamini sinir dokusunun sağlığı için gereklidir. B12 vitamini eksikliğinde birincil olarak beyin ve sinir dokusu etkilenmektedir. Depresyon, sinirlilik, unutkanlık, düşünme ve davranışlarda değişiklik, yargılama, hafıza ve anlayış gibi bilişsel kabiliyetlerde azalma B12 vitamini eksikliğinin psikolojik belirtileridir.

Hayvansal gıdalar B12 vitamini açısından zengindir

Besinlerle alım yetersizliği, emilim ve metabolizma bozukluğu olmak üzere farklı etiyolojilere bağlı gelişen B12 vitamin eksikliği olan kişiler; B12 vitamin hapları, iğneleri ve B12 vitamini alımını artıracak şekilde tasarlanan diyetler ile tedavi edilebilirler. B12 açısından zengin besin kaynakları arasında karaciğer, dalak, böbrek, midye, alabalık, karides, ton balığı, süt, peynir, yoğurt ve yumurta yer almaktadır. Özellikle vejetaryen ve vegan beslenen kişilerde bu vitamin eksikliğinin yaşanmaması için B12 vitamini desteği almaları önem taşımaktadır. Ciddi klinik bozuklukları ya da B12 vitamini emilim ve metabolizma problemleri olanlarda öncelikle yeterli yanıt alınıncaya kadar B12 iğne tedavisinin tercih edilmesi daha uygun olmaktadır.

Vajinismus cinsel terapi ile tedavi edilebilinir

Vajinismus cinsel terapi ile tedavi edilebilinir

Vajinismus, hastaların utanıp çekinmesi nedeniyle hakkında pek konuşulmayan cinsel sağlık sorunlarından biri olarak karşımıza çıkıyor. Ülkemizde vajinismus görülme oranının Avrupa’ya göre oldukça yüksek seyrettiği bildiriliyor. Vajinismus cinsel terapi ile etkili bir şekilde tedavi edilebilen bir rahatsızlık olarak tanımlanıyor. Memorial Şişli Hastanesi Psikoloji Bölümü’nden Uzman Klinik Psikolog Gizem Mine Çölümlü Hengirmen, vajinismus ve tedavisi hakkında bilgi verdi.

Vajinismus vajinaya giriş denendiğinde, vajinanın üçte birini çevreleyen kasların sürekli ve istemsiz kasılmasıdır. Bu kasılmaya tüm bedenin kasılması, bacakların kapanması, korku, kaçınma tepkisi, çarpıntı, terleme, fenalık hissi ve ağlama atakları da eşlik edebilir. Vajinadaki kasılma çoğu zaman cinsel birleşmeye izin vermez. Çok az vakada cinsel birleşme gerçekleşir ancak acılı ve ağrılı sürdürülür. Vajinismus yaygın görülen bir cinsel işlev bozukluğudur.

Pause Sağlık, Pause Dergi

Klinik Psikolog Gizem Mine Çölümlü Hengirmen

Vajinismus her yaş ve her kesimden kadında görülebiliyor

Cinsellikle ilgili yanlış inanışlar ve tabular vajinismusun gelişiminde önemli bir rol oynamaktadır. ‘İlk gece korkusu ’ ve ‘kızlık zarı ‘ile ilgili yaygın yanlış inanışlar da vajinismus gelişmesini tetikleyebilir. Sağlıklı cinsel yaşamı olan ve hiç sorun yaşamayanlarda da kürtaj, doğum ve hastada olumsuz etki bırakan jinekolojik müdahaleler sonrasında da vajinismus gelişebilir. Vajinismus yaş, eğitim, sosyokültürel ve sosyoekonomik durum fark etmeden hemen her kadında görülebilmektedir. Vajinismusta kadının cinsellikte yaşadığı yetersizlik ve suçluluk duyguları tüm yaşamına yansıyabilir ve kişinin depresyon ve kaygı düzeyi artabilir. Aile içi bağ ve ilişkisel doyum için önemli bir role sahip doğal bir sürecin yaşanamaması, aile içi sosyal sorunlara da neden olabilir, dolayısıyla iş ve toplumsal yaşamı da olumsuz etkileyebilir.

Vajinismus tedavisi olan bir durumdur

Anatomik olarak vajinismuslu kadında herhangi bir problem yoktur, nedeni esas olarak psikojeniktir. Vajinismus tedaviye en hızlı yanıt veren cinsel işlev bozukluğudur. Vajinismusda etkili tedavi yöntemlerinden biri cinsel terapidir. Cinsel terapi çift terapisi şeklinde sürdürülür. Vajinismusu çiftin sorunu olarak ele almak ve partnerin de tedaviye aktif katılımını sağlamak tedavi için çok önemlidir. Vajinismus tedavisinde öncelikle çiftin yaşamış olduğu zorluk değerlendirilir. Ardından çifte cinsel eğitim verilir. Gecikmiş olan cinsel eğitimde yanlış inanışlar düzeltilir, cinsel organ ve cinsel fizyoloji ile ilgili bilgiler çifte aktarılır. Sonrasında da çifte verilen egzersizlerle kademeli olarak kasılma ve kaygının üzerine gidilir. Vajinismus tedavisinde temel amaç kadının korku, kaygı ve kaçınma gibi olumsuzluklar yaşamadığı, çiftin haz aldığı cinsel yaşama ulaşmalarını sağlamaktır.

 

Yazın sağlıklı hamilelik geçirmek için nelere dikkat etmeli

Yazın sağlıklı hamilelik geçirmek için nelere dikkat etmeli

Hava sıcaklıklarının yılın en yüksek seviyelerine çıktığı yaz aylarında pek çok sağlık sorunu da görülebiliyor. Yaz hastalıkları ve bu dönemde ortaya çıkan sağlık sorunları konusunda en riskli gruplar arasında anne adayları yer alıyor. Anne adaylarının yazın bazı noktalara dikkat etmesi hem kendilerinin hem de bebeklerinin sağlığı açısından önem taşıyor. Memorial Şişli Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Bölümü’nden Op. Dr. Hazel Çağın Kuzey, yaz aylarında hamileler için önemli önerilerde bulundu.

Gebelik süreci, çok farklı heyecanları içinde barındırmaktadır. Bir yandan bebek için yapılan hazırlıklar hızla sürerken, anne adayları için yaz ayları gebelik öncesi döneme göre çok farklı geçebilir. Gebelikte değişen hormonlar anne adaylarında farklı etkilere yol açabilir. Örneğin yalancı menopoz durumu sıklıkla anne adaylarında görülebilmektedir. Gebelikte kadınlar sıcağı daha fazla hissedebilirler. İkinci bir nokta da gebelik döneminde sıvı tüketimi artar; gebelik yaz dönemine denk geldiyse sıvı ihtiyacı daha da yükselebilir. Hormonlar ve sıcağı daha fazla hissetmeleri nedeniyle anne adayları daha fazla terleyebilir ve sıvı kayıpları sık görülür. Bu nedenle gebelerin sıvı tüketimini artırması gerekmektedir.

Pause Sağlık, Pause Dergi

Op. Dr. Hazel Çağın Kuzey

Yazın oluşan cilt lekeleri kalıcı olabilir

Yazın yine gebelik hormonlarına bağlı olarak güneş ışınları nedeniyle ciltte de bazı değişiklikler olabilir. Eğer bu dönemde güneş koruyucu kullanılmazsa, bu lekeler kalıcı olabilir. Bu nedenle gebelerin mutlaka koruyucu ürün kullanmaları gerekmektedir. Bunun yanında yaz mevsimindeki bir diğer tehlike de meyvelerin çok çeşitli olması ile ilgilidir. Yaz mevsiminde özellikle glisemik endeksi yüksek meyveler gebelik diyabeti riskini artırdığından gebelerin bu meyveleri büyük miktarlarda tüketmemesi gerekir. Şeker içeriği yüksek meyveler bebekte aşırı kilo alımı veya bebeğin kan şekerinde düzensizliklere de neden olabilmektedir.

Islak mayo nedeniyle kapılan enfeksiyon erken doğumu getirebilir

Düşük tehlikesi veya erken doğum tehlikesi altında bulunmayan, idrar yolu enfeksiyonu ya da vajinal enfeksiyonu olmayan gebeler havuz ya da denize girebilir. Ancak havuzun ve denizin hijyeni farklıdır. Gebelerin çok iyi temizlendiğini bildikleri havuza girmesi gerekir. Havuz ve denizden çıktıktan sonra ıslak mayoyla kalınmaması gerekir. Islak mayoyla durmak enfeksiyonlara neden olabilir. Hamilelikte kadınlar daha fazla enfeksiyona yatkın olurlar, bu enfeksiyonlar böbreklere kadar ilerleyip erken doğumu getirebileceğinden, havuz ya da denizde hijyene ve ıslak mayoya dikkat edilmesi önem taşır.  Bunun yanında gebelikte kramplara daha sık rastlanır. Bu nedenle de gebelerin yüzerken tek başlarına olmamaları önerilir.

Uzun yolculuklarda pıhtı riski yükselebilir

Eğer anne adayının gebeliğinde risk yoksa seyahat edilebilir ancak seyahat sırasında arabayla hareket ediliyorsa 2 saatte bir mola verilmelidir. Çünkü gebelik hormonlarına bağlı olarak pıhtı atma riski bu dönemde yüksektir. Molalarda 10-15 dakikalık yürüyüşler bu riski azaltır. Yolculukta sıvı tüketimi artırılmalı; eğer uzun uçak yolculuğu yapılacaksa varis çorabı kullanılarak uçağın koridorunda yürünmelidir.

Gebelerin tatilde tükettiği besinlere dikkat edilmeli

Tatilde yeme-içme düzeni de çok önemlidir. Özellikle dışarıda, açık büfelerde sıklıkla yemek yenmektedir. Gebelerin iyi pişmemiş etlerden, krema içerikli bozulabilecek gıdalardan, konservelerden, iyi yıkandığı bilinmeyen sebzelerden ve yeşilliklerden uzak durması gerekmektedir. Bu tür besinler enfeksiyon riskini artırarak, anne adayının sağlığını tehlikeye atabilir.

İklim değişikliği alerjiyi tetikliyor

İklim değişikliği alerjiyi tetikliyor

İklim değişikliği 21. yüzyılın başından itibaren en büyük sağlık tehditlerinden biri olarak kabul ediliyor. Atmosferik sera gazlarındaki artışa bağlı olarak yerkürede ısı artışının ortalama 1,5 derece arttığı biliniyor. Küresel ısınma sonucunda alerjik rinit ve astım gibi alerjik hastalıkların sıklığında da bir artış gözleniyor. Memorial Şişli Hastanesi Alerji Hastalıkları Bölümü’nden Doç. Dr. Ayşe Bilge Öztürk, alerjik hastalıklar ve iklim değişikliğinin bu hastalıklara etkisi hakkında bilgi verdi.

Alerji, çevrede ve doğada bulunan ve normalde zararsız olan maddelere karşı bağışıklık sisteminin gösterdiği aşırı duyarlılık reaksiyonlarıdır. Bu reaksiyonlar hafiften şiddetliye kadar çeşitli şekillerde olabilir. Alerjiler çok küçük yaşlarda ya da sonradan ortaya çıkabilir. Alerji, alerjen türüne bağlı olarak kişide farklı reaksiyonlara neden olmaktadır. Solunum yolları, gözler, cilt, sindirim sistemi etkilenebilmektedir. Alerjik hastalıklarda alerjenlerden kaçınmak en önemli korunma yöntemlerinden birini oluşturmaktadır.

Pause Sağlık, Pause Dergi

Doç. Dr. Ayşe Bilge Öztürk

İklim değişikliği polen sezonunu uzatıyor

Küresel ısınma sonucu meydana gelen iklim değişikliği bitkilerin daha erken ve daha uzun süreli polen üretmesine neden olmaktadır. Polen mevsiminin uzaması alerjenlere daha fazla maruz kalmaya ve daha çok etkilenmeye sebep olmaktadır. Ayrıca iklim değişikliği, polen gibi alerjenlerin yapısını da değiştirerek alerjik hastalıkların sıklığını ve alevlenmesini artırmaktadır. Yapısı değişen bu alerjenler hastalık oluşturma potansiyeli daha yüksek hale gelmektedir. Örneğin hiç alerjisi olmayan bir kişide alerji gelişmesini ya da sadece alerjik riniti olan birinde astım gelişmesini sağlayabilmektedir. İklim değişikliği ile birlikte yeni bitki türleri de dünyada yayılmaktadır. Bu bitkiler daha dirençli, sürekli polen üreten, yayılmacı türlerdir. Polen alerjileri bu nedenle gelecekte mevsimsel olma özelliğini yitirebilecek ve polen sezonu uzadığı için hastaların yakınmaları yıl boyu gözlenebilecektir.

Fırtınalar ve seller sonucu alerjenler çok daha fazla yayılıyor

İklim değişikliğine bağlı gelişen fırtınalar ve kasırgalar polenlerin parçalanmasını, uzak mesafelere taşınmasını ve astımlı hastaların fırtınalı günlerde yoğun polene maruz kalmalarını sağlayabilir. Polenler parçalandıktan sonra boyutları küçülecek ve kolaylıkla hava yollarına yerleşecektir. Bu yoğun maruziyet fırtınalı günlerde astım salgınlarına sebep olabilir. Yine iklim değişikliğine bağlı gelişen seller dolayısıyla evlerde ve atmosferde küf yoğunluğunun artacağı da tahmin edilmektedir. Küf miktarı fırtınalar sonrası bir yıl gibi uzun bir süre ev içinde yüksek kalabilmektedir. Ev içinde küf yoğunluğunun artması da astımlı ve alerjik rinitli hastalarda alerjik şikayetlerin artışı anlamına gelmektedir.

Toz ve kum fırtınaları astım ataklarını tetikliyor

Küresel ısınma sonucu artan kuraklığa bağlı olarak çölleşme giderek artmaktadır. Çölleşme sonucu kum ve toz fırtınalarının görülmesi beklenmektedir. Kum fırtınalarının içindeki çeşitli alerjenler ve partiküllere maruziyet astım hastalarında hastalığın daha kötü etkilenmesine sebep olacaktır. Kum fırtınalarının olduğu günlerde astıma bağlı acil başvurularının artacağı düşünülmektedir. İklim değişikliğindeki artış farklı böcek türlerinin ortaya çıkmasına ve buna bağlı sokulmalara da neden olabilir.  Bu da arı ve diğer böcek alerjilerinde bir artış olacağı sonucunu doğurmaktadır.

İklim değişikliğine karşı önlem alınması şart

İklim değişikliği, çevre kirliliği gibi etkiler var olan hastalıkların artmasına ve daha çok insanın hastalanmasına zemin hazırlamaktadır. İklim değişikliğine bağlı olarak alerjik hastalıkların sıklığının artması ve astım salgınları beklenmektedir. İklim değişikliğini önleyici faaliyetlerin uygulanması doğa ve insan sağlığını koruyarak alerjik hastalıklar gibi çeşitli hastalıkların sıklığının azalmasını sağlayabilir.

Güneş hasarı ciltteki kolajen miktarını azaltıyor

Güneş hasarı ciltteki kolajen miktarını azaltıyor

Kolajen; cildi genç ve esnek, eklem ile kemikleri dayanıklı, saçla tırnakları ise güçlü tutuyor. Güneş hasarı, çevre kirliliği, sigara gibi çevresel faktörler kolajen miktarının daha çabuk azalmasına neden olabiliyor. Azalan kolajen cilt, saç, tırnak ve eklem sağlığını olumsuz etkileyebiliyor. Memorial Şişli Hastanesi Dermatoloji Bölümü ‘nden Uz. Dr. Füsun Bilgin Karahallı, vücudu oluşturan dokuların yapı taşı olan kolajen ve önemi hakkında bilgi verdi.

Vücutta en fazla bulunan protein tipi kolajendir ve vücut için çok önemlidir. Deri ağırlığının %70’inden fazlasını, deri hacminin ise %30’unu oluşturmaktadır. Kolajen yapısal olarak bir araya gelmiş lif demetleri şeklinde dizilir. Bugüne kadar tanımlanmış 30’ a yakın kolajen tipi bulunmaktadır.

Pause Sağlık, Pause Dergi

Uz. Dr. Füsun Bilgin Karahallı

Vücutta en fazla tip 1 kolajen bulunuyor

 İnsanlarda esneklikten sorumlu olan tip 1 ve tip 3 kolajendir. Erişkin cildindeki toplam kolajenin % 80’ini oluşturan tip 1 kolajen molekülü ayrıca kemik ve tendonlarda da bulunmaktadır. Tip 2 kolajen başlıca kemik ve kıkırdak dokuda, tip 3 kolajen sindirim sistemi organlarında ve damarlarda yoğun olarak bulunur, derideki kolajenin ise yaklaşık %10 -15’ini oluşturmaktadır. Tip 3 kolajen en fazla fetüste bulunduğu için fetal kolajen de denmektedir. Tip 4 kolajen deride hücre zarında, tip 5 ise deride bağlayıcı fibrillerde bulunur. Fibril bağ dokularını oluşturan maddelerden biridir. Kolajen oluşumu sırasında meydana gelen hatalar sebebiyle başta deri ve eklem anomalileri olmak üzere birçok doğumsal hastalıklar meydana gelebilmektedir.

Kolajen miktarı azaldıkça ciltte kırışıklar oluşuyor

Kolajen cildin nem dengesini düzenler, cildin esnek, pürüzsüz ve canlı görünmesini sağlar. Saçları ve tırnakları daha güçlü ve parlak yapar. Kolajen 30 yaşından sonra vücutta azalmaya başlamaktadır. Deri yüzeyinin birim alanı başına toplam kolajen içeriğinin her yıl yaklaşık %1 azaldığı bilinmektedir. Yani yaşlandıkça kolajen miktarı azalmaktadır. Deride en fazla tip 1 kolajen olsa da, derimizdeki diğer kolajen tipleri de yaşlanmadan etkilenebilmektedir. Kolajen miktarında azalma kendini ciltte kuruluk, kırışıklık, sarkmalar ve bunun yanında çeşitli sırt, bel, boyun ve eklem ağrıları ile göstermeye başlamaktadır. Saç ve tırnak sağlığını da olumsuz etkilemektedir.

Deri yaşlandıkça tip 3 kolajen miktarı artıyor 

Yaşlanmış deride kolajen, daha genç deride görülen düzgün organize örneklerle kıyaslandığında, halat benzeri demetler şeklinde düzensiz ve kalınlaşmış lifler halinde bulunmaktadır. Genç derideki toplam deri kolajeninin %80’nini tip 1, yaklaşık %15’ini de tip 3 kolajen oluşturmaktadır. Zamanla deri yaşlandıkça, tip 3 kolajenin tip 1’e oranının arttığı görülmektedir. Tip 1 kolajen düzeylerinin güneş ışınlarına maruz kalmış deride  %59 azaldığı; bu azalmanın ışık hasarının yaygınlığıyla ilişkili olduğu saptanmıştır.

Kolajen seviyeleri lazer uygulamaları ve bakımlarla artırılabiliyor

Yapılan çalışmalarda kanıtlanmıştır ki kolajen deri esnekliği ve gerginliği, eklem hasarından korunmak, osteoartrit ve romatizmal ağrıları gidermek ve kemik yoğunluğunu arttırmak için son derece önemli protein yapıdır. Zamanla vücutta azalan kolajen miktarı dışardan takviyelerle artırılabilmektedir. Kolajen içeren cilt ürünleri ile yapılan bakımlarla yaşlanma etkileri ertelenebilmektedir. 30 yaşından sonra uzman bir hekime danışılarak kolajen takviyelerine başlanabilir. Bu takviyeler ilaç şeklinde veya enjeksiyon şeklinde olabilmektedir. Ürün seçimi yapılırken kolajen miktarlarına dikkat etmek önemlidir. Ayrıca ciltte kolajen üretimini artıran lazer uygulamaları ve bakımlarda yine uzman bir hekime danışılarak uygulanabilir. Günümüzde lazer tedavilerinden başarılı sonuçlar alınmaktadır. Yine kolajen yönünden zengin besinler tüketilerek kolajen azalmasını ertelemek mümkündür. Kolajen seviyelerini artıran besinler arasında; kırmızı ve beyaz etler, balık, yumurta, süt ve süt ürünleri, yeşil, kırmızı, turuncu ve sarı renkli C ve A vitamini içeren sebze ve meyveler bulunmaktadır.

Stres görme kaybına neden olabilir

Stres görme kaybına neden olabilir

Stres pek çok hastalık üzerinde kilit rol oynarken göz sağlığını da olumsuz etkiliyor. Genellikle yoğun stres altında olunan dönemlerde meydana gelen santral seröz koryoretinopati yani retinada sıvı birikmesi görme kaybına bile neden olabiliyor. Memorial Şişli Hastanesi Göz Merkezi’nden Prof. Dr. Abdullah Özkaya, santral seröz koryoretinopati ve tedavisi hakkında bilgi verdi.

Çağımızın en büyük sorunlarından biri olan stres pek çok hastalığın yanında görme sorunlarına da neden olabilmektedir. Yoğun stres altında çalışan, mükemmeliyetçi, A tipi kişiliğe sahip olanlar görme sorunlarına maruz kalabilmektedir. Stres kaynaklı olduğu bilinen santral seröz koryoretinopati kendiliğinden geçebildiği gibi, kronikleşip kalıcı hale de gelebilmektedir.

Pause Sağlık, Pause Dergi

Prof. Dr. Abdullah Özkaya

Hekime sormadan burun spreyi kullanmayın

Retina altında sıvı toplanması olarak tanımlanabilen santral seröz koryoretinopati, araştırmalara göre genç ve orta yaştaki erişkinlerde daha sık görülebilmektedir. Araştırmalara göre erkeklerde kadınlara göre bu durum daha sık gelişebilmektedir. Hastalığın nedeni tam olarak anlaşılmasa da, kortikosteroid ilaca sistemik şekilde maruz kalmanın bu sorunu ortaya çıkarabileceği düşünülmektedir. Kortikosteroidler, reçetesiz satılan bazı burun spreylerinde ya da iltihap önleyici cilt kremlerinde bulunabilmektedir. Bu nedenle hekime sormadan bu tür ürünlerin kullanmaması önem taşımaktadır.

A tipi kişiliklerde daha sık görülüyor

Santral seröz karyoretinopatinin duygusal sıkıntıları veya A tipi kişilikleri olan hastalar arasında daha sık görüldüğü ortaya çıkmıştır. Bu durum, stres nedeniyle vücudun doğal kortikosteroidler ürettiğiyle açıklanmaktadır. Araştırmalarda A tipi davranış ve stres, psikofarmakolojik ilaç kullanımı, uyku bozuklukları ile bu hastalık arasında bağlantı bulunduğu ortaya konulmakla birlikte; olası risk faktörleri olarak sayılabilmektedir. Kişilik özellikleri ve stres arasındaki bağlantıya, özellikle kortikosteroidler ve katekolamin gibi stres hormonlarının aracılık ettiği ileri sürülmektedir. Hastalığın risk faktörleri arasında ailede buna benzer bir öykünün bulunması, yüksek tansiyona sahip olunması da yer almaktadır. Bazı ilaçların da bu soruna neden olabileceği bilinmekle birlikte, alınan herhangi bir ilaç varsa göz doktorunun bu konuda mutlaka bilgilendirilmesi gerekmektedir.

Bazı hastalarda belirti de vermeyebilir

Hastalıkla birlikte hastanın görmesinde bulanıklaşma meydana gelmektedir. Ancak bazı hastalarda semptom da görünmeyebilmektedir. Rutin göz muayeneleri bu anlamda çok önemlidir. Göz hekimi, göz bebeklerini büyüterek göz muayenesi yaparken, retinanın da görüntüsünü alır. Bunun yanında Optik Koherans Tomografi uygulanır. Böylece hekim retinayı iyice incelemektedir. Ayrıca gerektiğinde Floresein anjiyografi de yapılabilmektedir.

Erken teşhis edilmesi önem taşıyor

Hastalık bazen tedavi olmadan kendiliğinden düzelebilmektedir. Duruma göre termal lazer tedavileri, çeşitli ilaçlar ve göz enjeksiyonları da tedavi için uygulanabilmektedir. Belirtilere ve hastanın durumuna göre göz hekimi en iyi tedavi seçeneklerini belirleyecektir. Bu hastalıkta erken teşhis önem taşımaktadır, bu sayede kalıcı görme kaybı da önlenebilmektedir. Bunun yanında stresin kontrol altına alınması da önem taşımaktadır.