Yazılar

HMPV için spesifik bir tedavi bulunmuyor

HMPV’nin yeni bir salgın endişesine yol açtığını belirten uzmanlar, grip ve diğer solunum yolu enfeksiyonlarıyla benzer belirtiler gösterdiğini söylüyor.

HMPV’nin özellikle bağışıklığı zayıf bireylerde ciddi hastalıklara yol açabilen bir virüs olduğuna dikkat çeken Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Uzmanı Dr. Dilek Leyla Mamçu, “Son zamanlarda artan vakalar nedeniyle bir endişe kaynağı olsa da, yeni bir salgın olarak değerlendirilmiyor.” dedi. COVID-19 sonrası solunum yolu enfeksiyonlarında artış gözlendiğini vurgulayan Dr. Dilek Leyla Mamçu, durumun hijyen ve mesafe önlemlerinin gevşetilmesiyle ilişkili olduğunu dile getirdi. HMPV için spesifik bir tedavi veya aşı bulunmadığını da aktaran Dr. Dilek Leyla Mamçu,  bağışıklık sistemi zayıf bireylerin erken belirtileri fark ettiklerinde doktora başvurmaları gerektiğinin altını çizdi.

Üsküdar Üniversitesi NPİSTANBUL Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Uzmanı Dr. Dilek Leyla Mamçu, dünyada yeni bir salgın endişesine yol açan HMPV virüsü hakkında bilgi verdi.

Dr. Dilek Leyla Mamçu

Dr. Dilek Leyla Mamçu

HMPV, diğer solunum yolu enfeksiyonları ile karıştırılabilir

HMPV’nin (İnsan Metapnömovirüsü) yeni bir virüs olmadığını ve aslında 2001 yılında keşfedildiğini aktaran Dr. Dilek Leyla Mamçu “Son zamanlarda artan vakalar nedeniyle bir endişe kaynağı olsa da, yeni bir salgın olarak değerlendirilmiyor.” dedi.

Bu virüsün, her yaşta görülebildiğine ve bağışıklık sistemi zayıf bireylerde ciddi sağlık sorunlarına yol açabildiğine dikkat çeken Dr. Dilek Leyla Mamçu, “Özellikle kış ve ilkbahar aylarında daha sık rastlanan HMPV, grip ve diğer solunum yolu enfeksiyonları ile karıştırılabilen belirtiler gösterir. HMPV enfeksiyonu genellikle hafif seyreder ve soğuk algınlığı veya grip benzeri belirtilere neden olur.” şeklinde konuştu.

HMPV, ciddi solunum yolu enfeksiyonlarına da yol açabilir!

En sık görülen belirtilerinin, burun akıntısı veya tıkanıklığı, öksürük, boğaz ağrısı, ateş halsizlik kas ağrıları ve baş ağrısı olduğunu ifade eden Dr. Dilek Leyla Mamçu, “Bazı durumlarda HMPV, bronşit, zatürre, larenjit, astım alevlenmeleri gibi daha ciddi solunum yolu enfeksiyonlarına da yol açabilir.” dedi.

HMPV’nin diğer solunum yolu virüslerinden farkına değinen Dr. Dilek Leyla Mamçu şunları söyledi:

“Virüs, Respiratuvar Sinsityal Virüs (RSV) ile genetik olarak yakından ilişkilidir ve her iki virüs de bronşiolit ve zatürre gibi ciddi durumlara yol açar. Moleküler tanı testlerinin daha yaygın kullanımı, HMPV’nin üst ve alt solunum yolu enfeksiyonunun önemli bir nedeni olarak tanımlanması farkındalığını artırmıştır.”

COVID-19 sonrası solunum yolu enfeksiyonlarında artış yaşandı…

COVID-19 pandemisi sonrasında solunum yolu ile bulaşan virüs enfeksiyonlarında bir artış yaşandığını vurgulayan Dr. Dilek Leyla Mamçu, “Ancak bu artışın pandemi ile doğrudan ilintili olmayıp, kişiden kişiye bulaşmayı önleyen maske, mesafe, kişisel hijyen gibi önlemlerin gevşetilmesiyle ilişkili olduğu düşünülmektedir.” açıklamasını yaptı.

HMPV için spesifik bir tedavi bulunmuyor

HMPV tanısının genellikle klinik belirtiler ve laboratuvar testleri ile konduğunu aktaran Dr. Dilek Leyla Mamçu, “Solunum yolu patojenlerinin belirlenmesi için örnekler toplanır ve  HMPV enfeksiyonu genellikle nükleik asit amplifikasyon testi (NAAT) ile viral genomun doğrudan tespiti veya immünofloresan ya da enzim immünoassay kullanılarak solunum salgılarında viral antijenlerin tespitiyle doğrulanır.” dedi.

Dr. Dilek Leyla Mamçu ayrıca, tedavinin belirtilere yönelik ve destekleyici olduğunu, şu anda HMPV için spesifik bir antiviral tedavi veya aşı bulunmadığını söyledi.

Bağışıklığı zayıf kişiler dikkatli olmalı!

HMPV’nin de diğer solunum yolu enfeksiyonları gibi damlacık yoluyla bulaştığını hatırlatan Dr. Dilek Leyla Mamçu, “HMPV özellikle kalabalık ortamlarda hızla yayılır. HMPV enfeksiyonu riskini azaltmak için el hijyenine dikkat edilmesi, hasta bireylerden uzak durulması ve kapalı alanların düzenli olarak havalandırılması önemlidir.” dedi.

Bağışıklığı zayıf bireylerin, hastalığın erken belirtilerini fark ettiğinde muhakkak doktora başvurmaları gerektiğine vurgu yapan Dr. Dilek Leyla Mamçu, sözlerini şöyle tamamladı:

“HMPV ve diğer solunum yolu virüslerinin yayılmasını önlemek için eller sık sık sabun ve suyla en az 20 saniye yıkanmalı. Yıkanmamış ellerle gözlere, buruna veya ağza dokunulmamalı. Hasta olan kişilerle yakın temastan kaçınılmalı. Öksürürken ve hapşırırken ağız ve burun kapatılmalı. Hasta olan kişi evde kalmalı. Kapı kolları, oyuncaklar gibi kontamine yüzeyler temizlenmeli. Ayrıca kalabalık veya havalandırması yetersiz alanlarda maske takılmalı ve risk grubundaki kişilere uzman tavsiyelerine göre önerilen aşılar yaptırılmalı.”

Çocuklarda yeme bozukluğu nedeni?

Çocuklarda görülen bazı yemek yeme problemlerinin duyusal hassasiyetler nedeniyle ortaya çıkabildiğini belirten uzmanlar, çok az ya da aşırı yemek yeme, seçici yeme, pütürlü gıdayı yiyememe, farklı tatları reddetme, çiğnememe ve gıdayı uzun süre ağzında tutmama gibi sorunlarla karşılaşılabildiğini söylüyor.

Çocuklarda seçici yeme davranışının özellikle ebeveynler açısından oldukça endişe verici bir durum olduğunu hatırlatan Uzman Ergoterapist Cahit Burak Çebi, “Ebeveynlerin, çocuklarda farklı tatların reddedilmesinin duyusal gelişimdeki sınırlılıklardan kaynaklı olabileceğini göz önünde bulundurması gerekir.” dedi. Bu durumda olan çocukların ebeveynlerinin yeme düzeni açısından çocuklara örnek olması gerektiğine vurgu yapan Cahit Burak Çebi, ergoterapi ile çocukların duyusal profilini ve yeme alışkanlıklarının değerlendirdiğine ve çocukların yeme becerilerini geliştirici planlamalar yapıldığını aktardı.

Üsküdar Üniversitesi NPİSTANBUL Hastanesi Feneryolu Tıp Merkezi Uzman Ergoterapist Cahit Burak Çebi, 27 Ekim Dünya Ergoterapi Günü dolayısıyla, ergoterapinin çocuklarda yeme davranışı sorunları üzerindeki etkisinden bahsetti.

Çocuklarda seçici yeme davranışının özellikle ebeveynler açısından oldukça endişe verici bir durum olduğunu hatırlatan

Ergoterapist Cahit Burak Çebi

Duyusal hassasiyetler, çocuklarda yeme davranışını etkileyebiliyor

Çocuklarda görülen bazı yemek yeme problemlerinin çok az ya da aşırı yemek yeme, seçici yeme, pütürlü gıdayı yiyememe, farklı tatları reddetme, çiğnememe ve gıdayı uzun süre ağzında tutmama olarak sıralanabildiğini dile getiren Uzman Ergoterapist Cahit Burak Çebi, “Seçici yemek yeme, pütürlü gıda yiyememe, çiğnememe veya yemek reddi duyusal hassasiyetlerden kaynaklı ortaya çıkabilmektedir.” dedi.

Yeme davranışını etkileyen duyusal gelişim basamaklarında tat, koku, dokunma, görme, proprioceptif,  interoceptif yani acıkma doyma sinyallerini yöneten duyular yer aldığına dikkat çeken Cahit Burak Çebi, “Tat ve dokunma duyusuna hassasiyet gösteren çocuklar, yemeğin dokusuna, sertliğine, sıcaklığına, keskin tatlara ve yoğun baharatlı yiyeceklere tepki gösterirler. Kokuya karşı hassasiyet gösteren çocuklar yemeyi deneyimlemeden direkt kokusuna karşı tepki göstererek yemeyi reddedebilirler. Görsel sistemdeki hassasiyetlerden kaynaklı olarak yemeğin görüntüsüne karşı tepki, aynı renkteki yiyecekleri tercih etme, farklı yiyeceklerin birbirine karışmasına karşı tepki gösterip seçici yeme davranışı gösterebilirler. Ayrıca proprioceptif ve interoception sistemdeki duyusal eşiğin olması gerekenden düşük seviyede olan çocuklarda doyma sinyaline karşı hassasiyet ve bu hassasiyete bağlı olarak yeme reddi davranışıyla karşılaşılabilir.” şeklinde konuştu.

Ebeveynler sabırlı ve örnek olmalı…

Çocuklarda seçici yeme davranışının özellikle ebeveynler açısından oldukça endişe verici bir durum olduğunu hatırlatan Cahit Burak Çebi, “Bu noktada ebeveynlerin, çocuklarda farklı tatların reddedilmesinin duyusal gelişimdeki sınırlılıklardan kaynaklı olabileceğini göz önünde bulundurması gerekir.” dedi.

Bu süreçte ebeveynlerin sabırlı olmaları gerektiğine dikkat çeken Cahit Burak Çebi, ebeveynlere önerilerini şöyle sıraladı:

“Ebeveynlerin çocuğun isteklerini takip etmesi ve yeme düzeni açısından çocuklara örnek olması gerekir. Ebeveynlerin çocuğun yemesi gereken yiyecekleri uygun bir sofra düzeni içerisinde, çocuğun yanında eşlik ederek yemesi çocuğun farklı tatları deneyimlemesini kolaylaştıracaktır. Ayrıca yemek esnasında çocuklara farklı seçenekler sunmak, yemeği seçmesine izin vermek, ekran karşısında olmadan, aileyle birlikte uygun bir masa düzeninde farklı tatları deneyimlemesini sağlamak süreci destekleyecektir.”

Ergoterapi ile çocukların yeme becerilerini geliştirecek planlamalar yapılıyor

Ergoterapistlerin, çocukların duyusal profilini ve yeme alışkanlıklarını değerlendirdiğine ve çocukların yeme becerilerini geliştirici planlama yaptıklarına değinen Uzman Ergoterapist Cahit Burak Çebi sözlerini şöyle tamamladı:

“Ergoterapistler, duyu bütünleme yaklaşımıyla çocuğun duyusal profiline uygun bir şekilde, yemeyle ilgili duyusal zorluklarını aşmak için çeşitli yöntemler uygular. Örneğin farklı dokuların, tatların, kokuların ve pütürlü gıdaların deneyimlenmesini sağlayarak çocuğun duyusal gelişimini zenginleştirmeye çalışırlar. Ayrıca ergoterapide duyu bütünleme ve beslenme yaklaşımıyla çocuğun masa düzeni ve yeme düzeni hazırlanır, rahat hissedeceği ortam planlanır ve çocuğa uygun beslenme rutini oluşturulur.”

Bayram ziyaretlerinde hamur işi ve yağlı yiyeceklerden uzak durun!

Bayram ziyaretlerinde hamur işi ve yağlı yiyeceklerden uzak durun!

Ramazan süresince 2 öğün beslenmeye 1 ay boyunca adapte olmuş, susuzluğa, daha az kalori almaya, daha az atıştırmaya alışmış olan vücudu eski beslenme düzenine hızlı bir şekilde geçerek yormamak gerektiğini vurgulayan uzmanlar, sindirim sisteminin ani değişikliklerden olumsuz etkilenebileceğini söylüyor. “Bayram sonrası normal beslenmemize hızlı bir geçiş yapmak yerine adım adım ilerlemek gerekli.” diyen Beslenme ve Diyet Uzmanı Hülya Yiğit, ana öğünleri yatmadan 4-5 saat öncesinde tüketmenin, ana öğünlerde çorba, salata ve yoğurt üçlüsünü bulundurmanın daha az kalori alınması ve daha sağlıklı hissedilmesini sağlayacağı bilgisini verdi.

Üsküdar Üniversitesi NPİSTANBUL Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Hülya Yiğit, oruç sonrası nasıl beslenmek gerektiğini anlattı.

Beslenme ve Diyet Uzmanı Hülya Yiğit

Beslenme ve Diyet Uzmanı Hülya Yiğit

“Ramazandan sonra önceki beslenme düzenine hızlı bir şekilde geçmemek gerekli”

Ramazan Bayramı ile birlikte eski beslenme düzenine dönülmek istenildiğini ifade eden Beslenme ve Diyet Uzmanı Hülya Yiğit, “Ancak 2 öğün beslenmeye 1 ay boyunca adapte olmuş, susuzluğa, daha az kalori almaya, daha az atıştırmaya alışmış olan vücudu, önceki beslenme düzenine hızlı bir şekilde geçerek yormamak gerekli. Sindirim sisteminin ani değişikliklerden olumsuz etkilenebileceği unutulmamalı.” dedi.

Adım adım ilerlemeli…

“Bayram sonrası normal beslenmemize hızlı bir geçiş yapmak yerine adım adım ilerlemek gerekli.” diyen Beslenme ve Diyet Uzmanı Hülya Yiğit, sindirim sorunları en az düzeye indirmek, kilo kontrolünü kolaylaştırmak ve en önemlisi psikolojik olarak çok daha sağlıklı hissetmek için bayramdan itibaren yapılması gerekenleri şöyle sıraladı:

“Güne proteinli bir kahvaltı ile başlayın. Reçel, bal, tüketiminizi olabildiğince sınırlandırın. Masaya mümkünse küçük porsiyonlarda koymaya çalışın. Bayramlarda çoğu birey çalışmadığı veya tatilde olduğu için geç bir kahvaltı ve akşam yemeği tercih edilir. Bu 2 öğüne yoğurt, çiğ kuruyemiş ve taze meyve gibi bir ara öğün eklemek, geceleri şeker ihtiyacınızın azalmasına yardımcı olacaktır. Su tüketmeyi unutmayınız. Özellikle bayramlarda şeker tüketimiyle birlikte iştah kontrolü zorlaşmaktadır. Ancak yeterli miktarda su tüketildiğinde (kilo başına 35 ml) iştah kontrolü çok daha kolay olacaktır.”

Bayram ziyaretlerinde ikramları tadım porsiyonunda tüketin…

Bayram ziyaretlerinde kültürel olarak çeşit çeşit yemekler ikram edildiğini de dile getiren Beslenme ve Diyet Uzmanı Hülya Yiğit, “Bu ikramların, genellikle hamur işi ve yağlı besinler oluyor. Bu besinler kan şekeri dengesini bozarak çoğunlukla karın çevresinde yağlanmaya sebep oluyor. Karın çevresinin yağlanması da kalp damar hastalıkları için risk faktörü… Bu nedenle misafirliklerde olabildiğince bu besinlerden kaçınmak gerekli. Eğer karşımızdaki kişiyi kıramıyorsak en azından ikramlar tadım porsiyonunda tüketilmeli.” dedi.

Beslenme ve Diyet Uzmanı Hülya Yiğit, ana öğünleri yatmadan 4-5 saat öncesinde tüketmenin, ana öğünlerde çorba, salata ve yoğurt üçlüsünü bulundurmanın daha az kalori alınması ve daha sağlıklı hissedilmesini sağlayacağını sözlerini ekledi.

Oruç tutamayan psikiyatri hastaları kendilerini suçlu hissetmemeli!

Oruç tutamayan psikiyatri hastaları kendilerini suçlu hissetmemeli!

Psikiyatri hastalarının dini açıdan yerine getirmeleri gereken sorumlulukları yerine getirdikleri için kendilerini çok daha iyi hissedeceklerini ifade eden Psikiyatri Uzmanı Dr. Öğr. Üyesi Firdevs Seyfe Şen, “Ama bunu dini anlamda hissederken ilaçlarını aksatmamaları, ilaçlarını kullanırken dikkat etmeleri gereken durumlara dikkat etmeleri çok önemlidir.” dedi. Tutamayan hastalara da ramazanda oruç tutmak yerine yapılabilecek çok farklı ibadetler olduğunu hatırlatan Dr. Öğr. Üyesi Firdevs Seyfe Şen, “Kendilerini sorumlu ve suçlu hissetmemeleri gerektiğini hatırlatıyorum.” dedi.

Üsküdar Üniversitesi NPİSTANBUL Hastanesi Psikiyatri Uzmanı Dr. Öğr. Üyesi Firdevs Seyfe Şen, psikiyatri hastalarına oruç ile ilgili tavsiyelerde bulundu.

Dr. Firdevs Seyfe Şen

Dr. Firdevs Seyfe Şen

Dini sorumlulukları yerine getirmek iyi hissettiriyor

Dr. Öğr. Üyesi Firdevs Seyfe Şen, ramazan ayının inanan insanlar için manevi anlamda ‘çok iyi hissedilen’ bir ay olduğunu dile getirerek, “İnsanlar yapmaları gereken, dini açıdan yerine getirmeleri gereken sorumluluklarını yerine getirdiği için kendilerini çok daha iyi hissedeceklerdir. Ama bunu dini anlamda hissederken ilaçlarını aksatmamaları, ilaçlarını kullanırken dikkat etmeleri gereken durumlara dikkat etmeleri çok önemlidir. Ayrıca unutulmaması gereken çok önemli bir durum daha var. O da hastalarımızın oruç tutmadıklarında kendilerini kötü hissetmelerine de gerek olmadığı.” dedi.

Üsküdar Üniversitesi NPİSTANBUL Hastanesi

Psikiyatri hastaları tedavilerini aksatmadan oruç tutabiliyorlar

Unutulmaması gereken çok önemli bir durumun da ramazan ayının, sadece oruç tutarak nefsi kontrol altında tutmak değil, aynı zamanda dini açıdan paylaşımlarla kişinin kendisini iyi hissetmesini sağlayan ve bu konuda destekleyen bir ay olduğunu anlatan Dr. Öğr. Üyesi Firdevs Seyfe Şen, “Oruç tutamayan hastalarımızın zekat ve fitrelerini vererek diğer insanlara yardımcı olarak manevi açıdan kendilerini çok daha iyi hissedecekleri bir döneme giriyoruz. Psikiyatri hastaları kendi sağlıklarını tehlikeye atmadan, tedavilerini aksatmadan oruç tutabilirler.” diye konuştu.

Tutamayan hastalar kendilerini sorumlu ve suçlu hissetmemeli

Dr. Öğr. Üyesi Firdevs Seyfe Şen, “Tutamayan hastalarımızın da dini açıdan bir sorumlulukları olmadığını ve ramazanda oruç tutmak yerine yapılabilecek çok farklı ibadetler olduğunu, kendilerini sorumlu ve suçlu hissetmemeleri gerektiğini hatırlatıyorum.” dedi.

Ramazanda zayıflama değil, kilo alma olasılığı daha yüksek!

Ramazanda zayıflama değil, kilo alma olasılığı daha yüksek!

Ramazanda diyet yapılıp yapılamayacağının kişisel olarak değerlendirilmesi gerektiğini ifade eden uzmanlar, günlük yaşantıda alınan toplam kalori iftar ile sahur arasında alınır ve buna hareketsizlik de eklenirse ramazanda kilo almanın daha olası olduğunu söylüyor.

İftarda mümkünse yemek süresinin en az 15 dakika olmasının sağlanması gerektiğini ifade eden Beslenme ve Diyet Uzmanı Hülya Yiğit, “Hızlı yemek yemek fazla kalori alımına ve mide sorunlarına sebep olabiliyor.” dedi.

Üsküdar Üniversitesi NPİSTANBUL Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Hülya Yiğit, ramazanda sağlıklı beslenme konusunu değerlendirdi.

Beslenme ve Diyet Uzmanı Hülya Yiğit

Beslenme ve Diyet Uzmanı Hülya Yiğit

Oruç tutarken diyet yapılabilir mi?

Beslenme ve Diyet Uzmanı Hülya Yiğit, “Oruç tutarken diyet yapılabilir mi?” sorusunun cevabının merak edildiğini dile getirerek, “Bu soruyu kişiye özel olarak değerlendirmek gerekir. Eğer normalde 3 ana öğün tüketen ve sürekli bir şeyler atıştıran, şekerli beslenen bir bireyseniz bu ayda, besin alımı sınırlanacağı için kilo vermeniz mümkündür. Ancak günlük yaşantınızda aldığınız toplam kaloriyi iftar ile sahur arasında alırsanız, tek öğünde karbonhidratlı besin alımı yüksek olursa ve bir de buna hareketsizlik eklenirse aksine kilo almanız daha olasıdır.” dedi.

“Sahur mutlaka yapılması gereken bir öğün”

Sahurun günün ilk öğünü olarak düşünüldüğünde iftara kadar uzun bir süre aç kalınacağını ifade eden Beslenme ve Diyet Uzmanı Hülya Yiğit, “Sahur mutlaka yapılması gereken bir öğündür. Aksi taktirde baş ağrısı, gün içinde tansiyon ve kan şekeri dengesizlikleri ile karşılaşılması mümkündür.

Eğer uykunun bölünmesi kişiyi daha çok zorluyorsa yatmadan 1 saat öncesinde yumurta, peynir gibi proteinden ve kalsiyumdan zengin bir öğün tüketilebilir. Ancak en azından sahur saatinde uyanıp su tüketmek kişileri gün içinde daha iyi hissettirecektir.” diye konuştu.

Sağlıklı bir sahur ve iftar öğünü nasıl olmalı?

Beslenme ve Diyet Uzmanı Hülya Yiğit, yeterli ve dengeli bir şekilde oluşturulacak sahur ve iftar menülerinin metabolizma hızını canlı tutacağını belirterek, “Öncelikle sahurda, oruç tutarken daha çok susamaya sebep olacak börekler, salam, sosis gibi işlenmiş besinler, kızartmalar veya tuzlu zeytinleri tercih etmemek gerekir. Bunların yerine daha doğal ve sade beslenmeyi öneririm. Organik yumurtalar, az tuzlu peynirler, tuzsuz ayranlar, organik ekmekler bu öğün için çok daha uygundur.” dedi.

Beslenme

“Hızlı yemek yemek fazla kalori alımına ve mide sorunlarına sebep olabiliyor”

İftarda mümkünse yemek süresinin en az 15 dakika olmasının sağlanması gerektiğini ifade eden Beslenme ve Diyet Uzmanı Hülya Yiğit, “Hızlı yemek yemek fazla kalori alımına ve mide sorunlarına sebep olabiliyor. Bu nedenle yemeğe önce çorba ve salata ile başlamak yemek yeme süresini uzatacaktır. İftar masalarında birden çok ana yemek tercih etmemeye çalışmayı tavsiye ediyoruz.

Çorba, etli/tavuklu veya baklagilli tek bir ana yemek, uygun porsiyonda zeytinyağlı bir yardımcı yemek, yoğurtlu bir meze ve salatadan oluşan bir iftar öğünü oldukça sağlıklıdır.

İftar sonrası ara öğün olarak meyveler ve kuruyemişler, şerbetli tatlılara alternatif olarak tercih edilebilir.” diye konuştu.

Yemek sonrası soda midede sıkışan havanın dışarı çıkmasını sağlıyor

Sodanın normal suya karbondioksit veya bikarbonat katılmasıyla elde edilen bir içecek olduğunu söyleyen Beslenme ve Diyet Uzmanı Hülya Yiğit, “Özellikle hızlı yemek yiyen bireyler fazla miktarda hava yutar. Sodadan gelen ekstra gaz girişi ile midede sıkışan havanın dışarı çıkması sağlanır. Böylece midedeki gerginlik hissi azalmış olur. İçinde sindirime yardımcı bir enzim yoktur. Yani sadece mekanik bir rahatlama sağlar. Tavsiyem soda tüketimini alışkanlık haline getirmemek, vücudun işleyişine yapay bir müdahalede bulunmamak yönünde.” dedi.

İftarda asitli ve şekerli içecekler yerine ayran için!

İftar ve sahur dönemlerinde yapılan hatalardan birinin de susuzluğu gidermek için asitli ve şekerli içeceklerin sıklıkla tüketilmesi olduğunu kaydeden Hülya Yiğit, “Özellikle asitsiz olduğu için iftar sofralarında sıkça yer alan hazır limonatalar, soğuk çaylar ve şerbetler de boş kalori alımına sebep oluyor. Bu içecekler çok değil, yemekten 1 saat sonrasında aç hissedilmesine sebep olur. Bunların yerine ev yapımı şekersiz kompostolar, limonatalar ve ayran çok daha uygundur.”

Kimler oruç tutmamalı?

Diyabet, hipertansiyon, kalp rahatsızlığı gibi kronik bir hastalık, gebelik durumu veya sürekli bir ilaç kullanımı olan bireylerin oruç ibadetini gerçekleştirmeden önce doktorlarına mutlaka danışmaları gerektiğini dile getiren Yiğit, “Doktorunun uygun görmesi durumunda bir beslenme uzmanına danışılmasıyla süreç yönetilebilir. Doktor izni olmadan tutulacak oruçların ya da doktor izni olmasına rağmen yanlış beslenme yöntemlerinin uygulanması kişinin sağlığında önemli tehlikelere yol açabilir. Söz konusu sürecin, doktor ve beslenme uzmanı kontrolünde yürütülmesi en sağlıklı seçenektir.” diye sözlerini tamamladı

Anoreksiya yaşamı kısaltan bir hastalık!

Anoreksiya yaşamı kısaltan bir hastalık!

Günümüzde herkesin ‘daha zayıf olmalıyım’ düşüncesine sahip olduğunu belirten uzmanlar kilo kaybı için başvurulan yöntemlerin Anoreksiya Nevroza’ya dönüşebileceğine dikkat çekiyor. Anoreksiya Nevroza’da zayıflama hızının başlangıçta yavaş olduğuna ve giderek arttığına değinen Prof. Dr. Hüsnü Erkmen, “Başlangıçta diyet gibi görünebilir ama ne yazık ki sonu çok tatsız bir şekilde gelir.” uyarısında bulundu.

Prof. Dr. Hüsnü Erkmen: “Yaşamı kısaltan bir hastalıktır. Belli bir tanıyı geçtikten sonra bir ölüm olmasa bile vücut her türlü hastalığa açık hale gelir.”

Üsküdar Üniversitesi NPİSTANBUL Hastanesi Psikiyatri Uzmanı Prof. Dr. Hüsnü Erkmen özellikle genç kadınlar arasında sıkça görülen anoreksiya hastalığı ile ilgili bilgi verdi.

Üsküdar Üniversitesi NPİSTANBUL Hastanesi

Prof. Dr. Hüsnü Erkmen

‘Spor yapayım kalori kaybedeyim’ diye düşünenler psikiyatri uzmanına başvurmalı

Günümüzde herkesin ‘daha zayıf olmalıyım’ düşüncesine sahip olduğunu dile getiren Psikiyatri Uzmanı Prof. Dr. Hüsnü Erkmen, her mahallede, her sokakta, küçük şehirlerde bile spor salonları olduğuna dikkat çekerek, “Buraya giden zayıflamak için gidiyor, ‘spor yapayım kalori kaybedeyim’ diye düşünüyor. Böyle bir durumda olan birisi varsa, çok fazla vakit geçirmeden bir psikiyatri uzmanına başvurmaları uygun olur.” uyarısında bulundu.

Basit işlerde bile başlangıçta işi bitirmenin çok daha kolayken zaman geçtikçe daha zor olduğuna değinen Prof. Dr. Hüsnü Erkmen “Atalarımız söylemiş ağaç yaşken eğilir. Bir fidanı herkes eğebilir, büyük ağaç olduğu zaman kimse eğemez. Bunun için çok vakit kaybetmemek gerekir. Aklınıza gelen her türlü tıbbi olayda vakit kaybetmemek gerekir. Bir an evvel doktora başvurmak gerekir.” dedi.

Dişler düşmeye, saçlar dökülmeye başlar…

Anoreksiyanın genellikle huzursuz aile ortamında büyüyen kişilerde daha fazla göründüğünü ifade eden Prof. Dr. Hüsnü Erkmen, anoreksiyaya sahip kişilerin kendilerini güzel bulmalarının temelinde psikiyatrik sorunlar olabildiğine işaret etti. Bazı kadınların kalçalarını ve göğüslerini yok ederek kadınlık yönlerini reddetmeye çalıştıklarını, bazılarının da ‘ne kadar zayıf o kadar iyi’ algısını ön plana taşıdıklarını belirten Erkmen, “Sonuç olarak bu beyindeki bir takım aksamalardan ortaya çıkan bir zayıflamadır. Basitçe bir insanın diyet yapıp kilo vermesinden çok daha ileri bir şeydir. Her kilo verdiğinde anoreksik olduğunu zannetmemek demektir. Hatta bazen aşırı kusmaya bağlı olarak bir sebeple diş hekimine giderse, diş hekimleri dişlerinin arka kısımlarının aşınmış olduğunu fark ederler. Kusarken çıkarılan asit dişleri tahrip eder ve bir süre sonra dişler dökülmeye başlar. Kesinlikle bir güzellik ortaya çıkmaz. Aksine olabildiğince çirkin bir tablo ortaya çıkar. İyi beslenemedikleri için saçlar dökülebilir.” şeklinde konuştu.

Özellikle 30 kilonun altına düşenler ciddi tehlike altında

Anoreksiya Nevroza’da zayıflama hızının başlangıçta yavaş olduğuna ve giderek arttığına değinen Prof. Dr. Hüsnü Erkmen, bunun nedeninin de hiçbir şekilde gıda almayıp, aldıklarında da kusarak çıkarma, ishalle çıkarma veya aşırı spor yapma gibi eylemler olduğunu söyledi.

“Bu hastaların çok ilginç olan tarafı da her türlü gıdanın ne kadar kalori vereceği hakkında çok ciddi bilgileri vardır.” diyen Erkmen, sözlerine şöyle devam etti:

“Onlar bir ekmek, bir tabak et kaç kalori bilirler. Dolayısıyla da ona dikkat ederek yemek yemeye başlarlar. Başlangıçta diyet gibi görünebilir ama ne yazık ki sonu çok tatsız bir şekilde gelir. İşin kötü olan tarafı da herkes bunun kötü bir zayıflık olduğunu fark eder. Hastalar ise ‘daha şişmanım biraz daha kilo vermem gerekiyor’ gibi kendilerinin daha şişman olduğunu iddia bile ediyor olabilirler. Ancak ne yazık ki iş kötüye gidiyor manasına gelir. Özellikle 30 kilonun altına düşerse ciddi tehlike vardır. Hastaneye yatırmak gerekir. Belki zorla besleme metotları uygulanabilir.”

Önce kişi hastalığını kabul etmeli

Tedavi süresi ve başarı oranının hastadan hastaya değişiklik gösterdiğini aktaran Prof. Dr. Hüsnü Erkmen, “Çok kötü hastalığa tutulmuş bir insan ameliyat olur bir bakarsın bir şey olmadan güzel bir şekilde yaşar ya da çok basit bir hastalıktan dolayı da ölebilir. Genel tıptan bahsediyoruz. Anoreksiyada da benzeri bir durum söz konusu. Dereceleri vardır. Mantıklı miktarda zayıfladıktan sonra ‘bu işin tadı kaçtı ben burada durayım’ diyenler de var, sonuna kadar gidenler de var. Otuz kilonun altına düşmüş, çocuk ağırlığında neredeyse ama hala yemek yememeye, kusmaya veya başka şeyler yapmaya çalışabilir. Yaşamı kısaltan bir hastalıktır. Belli bir tanıyı geçtikten sonra bir ölüm olmasa bile vücut her türlü hastalığa açık hale gelir. Başka türlü bir hastalığa tutulabilir.” şeklinde konuştu.

Tedavide başarıyı sağlamak içinse kişinin hastalığı kabul etmesi ve tedavi için erken başvurması gerektiğinin altını çizen Prof. Dr. Hüsnü Erkmen, sözlerini şöyle tamamladı:

“Bir, iki senedir devam eden bir şey halinde gelinirse ve hasta iyi uyum sağlarsa tedaviye iyileşir. Ancak eğer ilaçlarını kullanmaz ve kilo vermek için aynı davranışlarına devam ederse bu iş kötüye doğru gider ne yazık ki

Yılbaşı gecesi eğlenirken sağlıklı beslenmeyi de ihmal etmeyin!

Yılbaşı gecesi eğlenirken sağlıklı beslenmeyi de ihmal etmeyin!

Yılbaşı gecesi, sevdiklerimizle bir araya gelerek en sevdiğimiz yiyeceklerle keyifli zamanlar geçirmek istiyoruz. Ancak bu gecede sağlıklı ve dengeli beslenmeyi de göz ardı etmemek önemli. Beslenme ve Diyet Uzmanı  Hülya Yiğit, yeni yıla hem keyifli hem de sağlıklı bir başlangıç yapmak için önerilerde bulunarak, hindi eti gibi az yağlı beyaz etlerin oldukça uygun olacağını söyledi.

Üsküdar Üniversitesi NPİSTANBUL Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Hülya Yiğit, yeni yıla hem keyifli hem de sağlıklı bir başlangıç yapmak için önerilerde bulundu.

Beslenme ve Diyet Uzmanı Hülya Yiğit

Beslenme ve Diyet Uzmanı Hülya Yiğit

Yılbaşı tabağı nasıl olmalı?

“Yılın son gününü sevdiklerimizle en keyifli aktiviteleri yaparak en sevdiğimiz yiyecekleri tüketerek geçirmek birçoğumuzun ortak arzuları arasında.” diyen Beslenme ve Diyet Uzmanı Hülya Yiğit, yeni yıla hem keyifli hem de sağlıklı bir başlangıç yapmak için önerilerini şöyle paylaştı:

“Öncelikle yılbaşı gecesi yemek süresi normalden uzun olacağı için yemekleri yavaş ve iyi çiğneyerek tüketmelisiniz. Yılbaşı menünüzde tabağınızın yarısını yeşil sebzelere/zeytinyağlılara, diğer yarısını, protein ve karbonhidratlara ayırabilirsiniz. Hindi eti gibi az yağlı beyaz etler oldukça uygun olacaktır.”

Yemekten önce 2 bardak su

Beslenme ve Diyet Uzmanı Hülya Yiğit, yılbaşı gecesi fazla yeme endişesi olabileceğini dile getirerek, “Eğer fazla yemek konusunda endişeleriniz var ise, yemeğe başlamadan önce 2 bardak su tüketmeniz stresinizi azaltacaktır. Veya az yağlı bir sebze çorbası tüketmek de uygundur.” dedi.

Yılbaşı gecesinde çoğunlukla karbonhidratlı besinlerin olabileceğini ifade eden Beslenme ve Diyet Uzmanı Hülya Yiğit, şöyle devam etti:

“Tatlılar da masamızda bulunacağından bu besinleri tüketirken tadım porsiyonlarında yani olabildiğince küçük miktarlarda tabağınıza almakta fayda var. Yemek sonrası hazımsızlık şikayetleri çekmemek için yemeklerinizde kimyon kullanabilir veya masanızda 1 bardak zencefilli su bulundurabilirsiniz.”

Üsküdar Üniversitesi NPİSTANBUL Hastanesi

Yılbaşı gecesi atıştırmalık tüketirken sağlıklı seçenekler

Yılbaşı gecesi, tatlılar ve atıştırmalıklar da sofralardaki gözde lezzetler arasında yer alırken Beslenme ve Diyet Uzmanı Hülya Yiğit, bu özel gecede sağlıklı tercihler yapmak için şu önerilerde bulundu:

“Yılbaşı akşamında tatlılar, atıştırmalıklar kaçınılması zor olan besinler arasındadır. Peki bu akşamı atıştırmalık tüketerek nasıl sağlıklı hale getirebiliriz? Meyveli ve sütlü tatlılar bu akşam için önerebileceğim sağlıklı seçenekler arasında. Üzeri ceviz ile süslenmiş bal kabağı tatlısı, hurma/kayısı gibi kuru meyveler kullanılarak yapılan meyve topları bu gece için hem görsel olarak hem de tatlı ihtiyacını karşılamak için ideal. Lor peyniri, labne, zeytinyağı ve çörek otu gibi baharatlar kullanılarak yapılan peynir topları tatlı sonrası tuzlu atıştırmalık ihtiyacına iyi gelecektir.”

Mevsim meyveleri kullanılarak süslenen tabaklar çok daha sağlıklı

Beslenme ve Diyet Uzmanı Hülya Yiğit, yılbaşı gecesinde paketli tuzlu atıştırmalıklar ve cipslerin de oldukça ilgi çekici olduğunu kaydederek, “Bu noktada evde az yağ ve tuz ile yapılan patlamış mısırlar, tuzsuz fındık, ceviz, badem gibi kuruyemişler ve mevsim meyveleri kullanılarak süslenen tabaklar çok daha sağlıklı olacaktır.” dedi.

Mayalı içecek miktarını sınırlayın

Beslenme ve Diyet Uzmanı Hülya Yiğit, yılbaşı gecesinde özellikle mayalı içecekleri tüketme durumunda ise kan şekeri düşüklüğü yani hipoglisemi durumu yaşamamak için tüketilen mayalı içecek miktarını sınırlamak ve yanlarında sağlıklı atıştırmalıklar tüketmenin faydalı olacağını sözlerine ekledi.

Koku ve tat geçmişe yönelik belleği uyarıyor

Koku ve tat geçmişe yönelik belleği uyarıyor

Koku uyarımının bellek fonksiyonlarını olumlu olarak artırdığı ve bu nedenle koku uyarım tedavilerinin geliştiğini ifade eden uzmanlar, demans ya da Parkinson gibi bellek fonksiyon bozukluklarının bazılarında bellek bozulmadan önce koku fonksiyonlarının bozulduğunu söylüyor. Koku ve bellek ilişkisinin bilimden çok daha önce edebiyatta kendini gösterdiğini dile getiren Psikiyatri Uzmanı Prof. Dr. Gül Eryılmaz, Marcel Proust’un ‘Kayıp Zamanın İzinde’ eserinin insan belleğinin beyindeki kaynağı ve işleyişi hakkında henüz bir şey bilinmezken nörobilime ışık tuttuğunu anlattı.

Üsküdar Üniversitesi NPİSTANBUL Hastanesi Psikiyatri Uzmanı Prof. Dr. Gül Eryılmaz, koku ve bellek ilişkisi hakkında bilgi verdi.

Koku duyusunun bellek üzerine etkisi olduğunun bilimsel olarak gösterildiğini ifade eden Prof. Dr. Gül Eryılmaz, “Koku uyarımının bellek fonksiyonlarını, dikkat becerilerini olumlu olarak artırdığı ve bu nedenle koku uyarım tedavilerinin geliştiğini biliyoruz. Diğer yandan demans ya da Parkinson gibi bellek fonksiyon bozukluklarının bazılarında bellek bozulmadan önce koku fonksiyonları bozulmaktadır. Bu da koku ile belleğin yakın ilişkisi olduğunu göstermektedir.” dedi.

Prof. Dr. Gül Eryılmaz

Prof. Dr. Gül Eryılmaz

Koku ve bellek ilişkisi bilimden çok daha önce edebiyatta kendini gösterdi

Bu ilişki aslında bilimden çok daha önce edebiyatta kendini gösterdiğini dile getiren Prof. Dr. Gül Eryılmaz, Marcel Proust’un ‘Kayıp Zamanın İzinde’ eserinden şu alıntı yaptı:

“Ama içinde kek kırıntıları bulunan çay damağıma değdiği anda irkilerek, içimde olup biten olağanüstü şeye dikkat kesildim. Sebebi hakkında en ufak bir fikre bile sahip olmadığım, soyutlanmış, harikulade bir haz, benliğimi sarmıştı. Bir anda, hayatın dertlerini önemsiz, felaketlerini zararsız, kısalığımı boş kılmış, aşkla aynı yöntemi izleyerek, benliğimi değerli bir özle doldurmuştu; daha doğrusu, bu öz, benliğimde değildi, benliğimin ta kendisiydi. Kendimi vasat, sıradan ve ölümlü hissetmiyordum artık. Bu yoğun mutluluk nereden gelmiş olabilirdi bana? Çayın ve kekin tadıyla bir bağlantısı olduğunu, ama onu kat kat aştığım, farklı bir niteliği olması gerektiğini seziyordum. Nereden geliyordu? Anlamı neydi? Nerede yakalanabilirdi?”

 1914 tarihli bu eserin 20. yüzyılın başlarında insan belleğinin beyindeki kaynağı ve işleyişi hakkında henüz bir şey bilinmezken nörobilime ışık tuttuğunu anlatan Psikiyatri Uzmanı Prof. Dr. Gül Eryılmaz, “Unutmamak gerekir ki sanat daima bilimin önündedir.” dedi.

Nane ve karanfil kokusu dikkatin artırılmasında etkili

Özellikle kesin kokulardan nane, limon çiçeği, ıtır, karanfil kokusu ile dikkatin artırılmasına dair çalışmaların giderek arttığını kaydeden Prof. Dr. Gül Eryılmaz, “Neden gündelik hayat içindeki sıradan duyu izlenimlerinden bazıları bellek haline bile dönüşmezken, diğer bazıları çok özel anıları canlandırabiliyor?” sorusuna ilişkin de, “Bu alanda yapılan çalışmalarda, koku ve tat uyaranları geçmişe yönelik belleği uyarma güçleri bakımından görsel ve sözel uyaranlara göre daha etkileyici duyu biçimleri olarak bulunmuştur. İşte bu yüzden koku uyarımının bellekle yakın ilişkisi vardır. Bellek ile kurulan yakın ilişki de psikoloji ile ilgilidir. Kişinin psikolojisi tat ya da koku üzerinden etkilenilir.” dedi.

Günde 2 defa 10 dakika koku ile uyarım yapılıyor

Prof. Dr. Gül Eryılmaz, psikolojik terapilerde tat veya koku duyularının nasıl kullanıldığına ilişkin “Belli keskin kokular beyin uyarımı yapabilir. Bu uyarımın özellikle dikkat ve belleğe etki ettiğini biliyoruz. Günde 2 defa, sabah ve akşam 10 dakika uyarım yapılıyor.” dedi.

Kokular veya tatların insanlarda hangi duygusal tepkileri tetiklediğine yönelik de Prof. Dr. Gül Eryılmaz, “Kokular ve tatlar beyinin uzantısı gibi kabul edilebilir. Bu duyuların uyarımının beyinde limbik sistemi ve dikkat merkezini uyarabileceği biliniyor.” şeklinde sözlerini tamamladı.

Vücut kendi ritmini gün ışığına göre düzenliyor

Vücut kendi ritmini gün ışığına göre düzenliyor

Güne erken başlama, sabahları belli rutinler oluşturma ve en önemlisi karanlıkta uyumanın sirkadiyen ritme katkı sağladığını ifade eden uzmanlar, gün içinde yetersiz beslenmenin, özellikle akşamları daha çok acıkmaya ve daha yüksek kalorili bir öğün tüketimine sebep olabildiğini söylüyor. Geceleri tüketilen öğünlerin uyku kalitesinin de düşmesine sebep olabildiğini dile getiren Beslenme ve Diyet Uzmanı Hülya Yiğit,  “Vücudunuzu geceleri aç bırakmanız hücre yenilenmesi (otofaji), vücuttan toksinlerin atılabilmesi yani detoks sürecine destek oluyor.” dedi.

Üsküdar Üniversitesi NPİSTANBUL Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Hülya Yiğit, sirkadiyen ritm ve gece yemek yeme konusunu değerlendirdi.

Sirkadiyen ritmin dünyanın 24 saatte dönüşünün meydana getirdiği aydınlık ve karanlık döngüsünün canlılar üzerinde oluşturduğu döngüsel, fizyolojik ve davranışsal etkiler olduğuna işaret eden Yiğit, “Işık en önemli ritim düzenleyicidir. Vücut kendi ritmini yani hormonlarını gün ışığına göre düzenler. Bu ritmin bozulmaması, ruh-beden sağlığı için uykunun önemi bu noktada devreye giriyor. Güne erken başlamak, sabahları belli rutinler oluşturmak ve en önemlisi karanlıkta uyumak sirkadiyen ritminize en çok katkı sağlayacak uygulamalardır.” dedi.

Beslenme ve Diyet Uzmanı Hülya Yiğit

Beslenme ve Diyet Uzmanı Hülya Yiğit

Geceleri tüketilen yüksek kalorili bir öğün mide-bağırsak şikayetine neden oluyor

Güne başlarken vücudun işlevleri için daha çok enerjiye ihtiyaç duyduğunu kaydeden Yiğit, şöyle devam etti:

“Gün sonuna doğru bu enerji ihtiyacı azalacak, vücudumuz yavaş yavaş dinlenme haline geçecektir. Bu nedenle vücudun enerji ihtiyacını gün içinde karşılamak gerekli. Gün içinde yetersiz beslenmek, özellikle akşamları daha çok acıkmaya ve daha yüksek kalorili bir öğün tüketimine sebep olabiliyor. Geceleri tüketilen yüksek kalorili bir öğün, vücutta daha çok mide-bağırsak şikayeti yaratıyor. Reflü şikayeti olanlar bu konuda daha da dikkatli olmalı. Geceleri tüketilen öğünler, gece boyunca sindirimin aktif olmasına ve çoğunlukla uyku kalitesinin de düşmesine sebep olabiliyor.”

Gece yemek yeme yağ depolanması süreçlerini hızlandırabiliyor

Hülya Yiğit, diyabet gibi kronik bir rahatsızlığınız yoksa neler yapılabileceğini de şöyle anlattı:

“Vücudunuzu geceleri aç bırakmanız hücre yenilenmesi (otofaji), vücuttan toksinlerin atılabilmesi yani detoks sürecine destek oluyor. Akşam yemeğinden sonrasında vücuda ihtiyacından fazla alınan karbonhidrat ve şekerler (meyve şekeri dahil), vücutta kullanılamayacağı için yağ depolanması süreçlerini hızlandırabiliyor ve ilerleyen dönemlerde karaciğer yağlanmasına sebep olabiliyor. Bu da bizler için bel çevresinin artması, yağlanmamız anlamına gelmektedir.

Eğer akşamları atıştırmayı seven bir bireyseniz, yemek sonrası karbonhidratlı ara öğünler yerine, 8-10 adeti geçmeyen tuzsuz kuruyemişleri veya ayran/kefir gibi probiyotik besinleri tercih edebilirsiniz. Uyku kalitesi için yatmadan 4-5 saat öncesinde kafein alımını sınırlamayı da unutmamak gerekir.”

Beslenme ve Diyet Uzmanı Hülya Yiğit

Geceleri vardiyalı çalışanlar da uyku saatlerine göre yemeli

Geceleri vardiyalı çalışanların da öğünlerini gün ışığına göre olmasa da uyku saatlerine göre düzenleyebileceklerini kaydeden Yiğit, “Gün içinde kendinizi daha az stresli, daha enerjik ve mutlu hissetmek istiyorsanız, sirkadiyen ritminizi desteklemenin elzem olduğunu unutmayınız. Kaliteli uyku, düzenli öğün saatleri ve mümkünse daha az şeker kendi ritminizi bulmanıza mutlaka katkı sağlayacaktır.” dedi.

Kahve hem Alzheimer hem de Parkinson iyi geliyor

Kahve hem Alzheimer hem de Parkinson iyi geliyor

Kişinin yaşam tarzı ve alışkanlıklarının kafeinin vücuttaki metabolizmasını değiştirebildiğini dile getiren uzmanlar, sigara içen kişilerde sigara içme oranıyla ilgili olarak kafeinin etkisinin azaldığına işaret ediyor. Makul dozlarda kafein ya da kahvenin hem yaşa bağlı bilişsel azalmaya iyi geldiğini, hem de Alzheimer ve Parkinson’a iyi geldiği yönünde güçlü kanıtlar olduğunu vurgulayan Nöroloji Uzmanı Prof. Dr. Sultan Tarlacı, “Belleği iyileştiriyor. Yani genel sağlık açısından bakıldığında oldukça olumlu etkileri var.” dedi.

Üsküdar Üniversitesi NPİSTANBUL Hastanesi Nöroloji Uzmanı , kahve ve beyin sağlığı ilişkisini değerlendirdi.

Prof. Dr. Sultan Tarlacı

Prof. Dr. Sultan Tarlacı

Kafein 120 dakikada neredeyse tamamen bağırsakta emiliyor

Prof. Dr. Sultan Tarlacı, her türlü besin ya da içeceğin birçok yolla hem kimyasal hem de epigenetik faktörlerle sinir sistemine ya da bedene doğrudan ya da dolaylı etki edebildiğini ifade ederek, “İçecek olarak kahve güne ayakta başlamamızı sağlıyor. İnsanların yüzde 80’i kahvenin veya kafeinin herhangi bir türünü tüketiyor, dünyada kahve sudan sonra en çok içilen içecek. Aslında kahve diye bahsettiğimiz kafein çok hızlı emiliyor. Bazı kaynaklarda, 120 dakikada neredeyse tamamen bağırsakta emildiği söyleniyor.” dedi.

Bilindiği üzere kan beyin bariyeri var olduğunu ve bu bariyerin birçok kimyasalın geçişin izin vermediğini fakat kafeinin kan beyin bariyerinden tıpkı alkol ve etanol gibi serbestçe geçtiğini anlatan Prof. Dr. Sultan Tarlacı, “Kandaki kafein oranı ne ise beyindeki kafein oranı da aynı oluyor. Bu sebepten dolayı herhangi bir sınırlamaya maruz kalmadığı için gebe kadınlarda da annenin kanındaki kafein oranıyla plesantadaki oran aynı olarak gözüküyor, oradan da bütünüyle geçiyor.” diye konuştu.

Filtre kahvelerde yaklaşık 100 mg, Türk kahvesinde 3mg kafein bulunuyor

Kafeinin moleküler olarak bakıldığı zaman kahveye esas olarak etki eden kimyasal olduğunu hatırlatan Tarlacı, şöyle devam etti:

“Kahvede 800 – 900’e yakın kimyasal var, birçoğunun işlevi tam olarak bilinmiyor, ama esasında ağırlıklı olarak kahve ve içindeki kafein etkin moleküldür. Kafein kaynakları kahve çekirdek çeşitlerinden dolayı farklılık gösterebiliyor. Ortalama bir hesaba göre filtre kahvelerde yaklaşık 100 mg, Türk kahvesinde 3mg, espressoda 25-30 gram kafein bulunabiliyor.”

Kafeinin molekül yapısını değerlendiren Tarlacı, “Kişinin yaşam tarzı ve alışkanlıkları da kafeinin vücuttaki metabolizmasını değiştirebiliyor. Sigara içen kişilerde sigara içme oranıyla ilgili olarak kafeinin etkisi azalıyor. Gebe kadınların daha düşük oranda kafein tüketmesi tavsiye ediliyor.” dedi.

Kafein duygusal ve fiziksel iyilik halini artırıyor

Kafein kanda belli bir seviyeye ulaştığı zaman (yaklaşık 3 fincan kahveye denk geliyor) dikkat artışı, uyanıklık artışı, fiziksel enerji artışı ortaya çıkabildiğini anlatan Tarlacı, şöyle devam etti:

“Kafein duygusal ve fiziksel iyilik halini artırıyor. Özellikle bazı kanser tiplerinde pozitif etkileri olduğu, karaciğer yağlanmasının azaldığı görülüyor.

Nöropskiyatri açısından bakıldığı zaman Parkinson hastalığı ile ilgili çalışmalar var ve Parkinsonla ilgili oldukça önemli pozitif etkileri olduğu görülüyor. Alzheimer Demansı ve normal yaşa bağlı bilişsel azalma üzerinde pozitif etkileri ile ilgili de birçok çalışma var.

Baş ağrısında kafeinin ağrı kesici ve profilaksi (hastalığı önleme) olarak kullanımı ile ilgili bilgiler vardır ve günlük pratikte kullanılıyor. Fakat diğer yandan da tremoru (titreme hastalığı) artırdığı da biliniyor.  Uykuya dalma sorunu gibi bazı yan etkileri de bulunuyor. Kaygı, anksiyete bozukluğuna neden olabiliyor. Taşikardi ve aritmiklerde artışı tetikleyebiliyor ve beden ısısını yükseltebiliyor. Özellikle kadınlarda aşırı kafein alımı hem diüretik etkisi olduğu hem de kalsiyumu kemikten serbestleştirdiği için osteoporoza eğilimi artırıyor.”

Kadınlarda görülen baş ağrısını gideriyor

Kahve tansiyon ilişkisini de dile getiren Tarlacı, bazı kişilerde özellikle hipometabolizması olan kişilerde hipertansif (yüksek tansiyon) varsa kafeini tüketme konusuna dikkatli olmaları gerektiğini, 2011’de yapılan bir çalışmada sistolik kan basıncını yükselttiği, beden ısısını arttırdığının gözlemlendiğini ifade etti.

Kahvenin baş ağrısı tedavisinde yaygın olarak kullanıldığını, birçok aneljezik içerisinde 150-200 mg kafein olduğunu kaydeden Tarlacı, “Daha çok kadınlarda görülen hipnik baş (uykuda görülen) ağrısını gideriyor.” dedi.

Kahve tüketimi Alzheimer demans oranını 10’da 7 azaltıyor

Kahve tüketiminin Alzheimer demans oranını 10’da 7 azalttığını da vurgulayan Tarlacı, şöyle devam etti:

“Kafein tüketiminin Parkinson hastalığının ortaya çıkışında etkili olduğu gözlemlenmiştir. Ne kadar çok kafein alıyorsanız Parkinson olma olasılığınızın o kadar düşük olduğu tespit edilmiştir. Yüzde 25-30 oranında azalttığı gözlemlenmiştir. Parkinson hastalığında ani uyku atakları olur bunları azaltmak içinde kafein kullanılır. Green 2A geni varsa Parkinson hastalığında kafein hastalık riskini azaltabiliyor. İlginç bir şekilde kafein felç ve inme riskini de azaltıyor.

2012’de yapılan bir meta analizine göre, günde 6 fincan kahve içmek inme riskini yüzde 17 azaltıyor. 479 bin 689 katılımcıyla yapılan bir başla meta analizde günde 2 ile 8 fincan kahve tüketiminin inme riskini yüzde 7 ile yüzde 14 arasında azalttığı ortaya çıktı. 2014 yılında 36 bin 352 kardiyovasküler hastada yapılan çalışmada ise kafeinin felç riskini yüzde 5 azalttığı gözlemlenmiştir.”

Günde 6 fincan kafein almak, MS hastalığı riskini yüzde 30 oranında azaltıyor

Kafeinin oluşturduğu uykusuzluğun epilepsiyi tetikleyebildiğini dile getiren Tarlacı, şunları da kaydetti:

“Ama genel bakıldığında hayvan modellerinde ve deneylerinde akut ani kafein uygulamasında nöbet eşiğini düşürüyor. Epilepsi hastalarında kafein kullanımını yasaklamayı doğru bulmuyorum.

Kafein günde 6 fincan olarak almak, MS hastalığı riskini yüzde 30 oranında azaltıyor ve koruyucu etki oluşturuyor gibi gözüküyor. Bizim kahve içmek demekle batıdaki kahve içme arasında ciddi bir ayrım var. Amerika’da bu hesaplandığı zaman 948 mililitreye günlük denk geliyor, yani bir litre kahve tüketiyorlar ortalama olarak.

Bir de otonom yetmezlik var. Amerika ve İsviçre’de 263 kişide günde 4 fincan ve üzeri kahve alımı depresyon riskini yüzde 10 aralığında azalıyor. Kahve ve intihar arasında da bir ilişki var, kahve tüketiminin intihar oranını azaltıldığı görülüyor.”

Nöroloji Uzmanı Prof. Dr. Sultan Tarlacı, sağlık profesyonelleri ile ilgili yapılan bir çalışmada da günde 3 fincan tüketenlerde intihar riskinin yüzde 50 oranında daha az tespit edildiğini kaydederek, kalp ve nöropsikiyatrik hastalıklara olumlu etkilerine de işaret etti.

Kahveyi ne kadar tüketmek gerekiyor?

Yan etkilerinin de var olduğunu, bütün alınan ilaçlar ya da maddelerin belli bir dozu geçince duygu, düşünce ve davranışları değiştirdiğini anlatan Tarlacı, şöyle dedi:

“Ne kadar tüketmek gerekiyor bu kahveyi? Tabii burada kahve miktarının aksine kafeini düşünmek gerekiyor, çünkü kaynaklar farklı olabiliyor. Tek tüketimde 800 miligramın kullanılması; anksiyete bozukluğu, sinir, gerginlik, uykusuzluk, taşikardi ve titreme yapabiliyor.

Özellikle kaygı bozukluğu olanlar da kafein kaynaklarını sorgulamak gerekiyor, sadece bunu kahve olarak düşünmemek lazım siyah çikolata, kola da dahil. Günde 2-3 litre kola içen insanlar var. Enerji içeceklerinin içerisinde yüksek oranda kafein bulunuyor.

Kahve içme isteği bağımlılık mı?

Sigara bir bağımlılık, ‘Kafeini sürekli tüket isteği bağımlılık mı?’ diye bir soru var hepimizin aklında. Kafein kullanım ve tüketimini klasik bir bağımlılık olarak ele almıyoruz. İçilmediğinde baş ağrısı, yorgunluk, güçsüzlük, enerji kaybı, uyku bozukluğu ortaya çıkabiliyor.

Yine bizim sıklıkla gördüğümüz şizofreni hastalarının çay ve kahve tüketiminin fazla olması. Kafein şizofreni semptomlarını arttırıyor.

Makul dozlarda kafein ya da kahve hem yaşa bağlı bilişsel azalmaya iyi gelir, hem Alzheimer ve Parkinson’a iyi geldiği yönünde güçlü kanıtlar var. Hipnik baş ağrısında bir numaralı tercih. Belleği iyileştiriyor. Yani genel sağlık açısından bakıldığında oldukça olumlu etkileri var.”