“Oyunculuk benim nefes alma biçimim”
Tiyatrodan sinemaya, dönem dizilerinden modern projelere… Ayça İnci, 30 yılı aşkın oyunculuk kariyerinde tutkuyla yol alan, sahiciliğiyle dikkat çeken bir isim. Yeşilçam efsanesi Bilal İnci’nin torunu olsa da, bu meslekte kendi adını tırnaklarıyla kazıyarak var etti. “Kuruluş Osman” dizisindeki Esenbike Hatun karakteriyle izleyiciyle buluşan İnci ile oyunculuk serüvenini, set tecrübelerini, hayallerini ve genç oyunculara tavsiyelerini konuştuk.
Röportaj: Nazan Ortaç
Oyunculuğa adım atma süreciniz nasıl gelişti? İlk set deneyiminiz nasıldı?
Ortaokul ve lise çağlarımda mankenlik, fotomodellik ve oyunculuk yapmaya başladım. Gaye Sökmen Ajansı’na bağlıydım. Kamera önündeki ilk deneyimlerim müzik klipleriyle başladı. Daha sonra 15 yaşımdayken “Borsa” adlı dizide, Kartal Tibet’in yönettiği bir yapımda küçük bir rol aldım. Evin hizmetçi kızını canlandırıyordum. Bu, benim ilk profesyonel oyunculuk işimdi ve oyunculuktan ilk kez para kazandım. Set ortamı büyülü gelmişti. O yaşta, profesyonel bir ekiple çalışmak hem çok heyecan vericiydi hem de kararımı netleştiren bir deneyim oldu.
Dedeniz, Yeşilçam’ın duayenlerinden Bilal İnci… Dedenizin oyuncu olması, sizin kariyerinizi nasıl etkiledi?
Dedemin oyuncu olması, benim oyuncu olmama vesile olmadı. Hatta tam tersi dedem bu sektöre girmemi çok istemiyordu. Yeşilçam’dan gelen biri olarak zorluklarını biliyordu. Aslında ben iç mimar olmak, dekorasyon alanında ilerlemek ve hatta yurt dışına gitmek istiyordum. Ama oyunculuk beni adeta fethetti. Sonrasında Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nde eğitim almaya başladım. Kendimi bu alanda ifade edebilmek, nefes almak gibiydi. Dedemin çok iyi bir karakter oyuncusu olması, onun disiplini bana ilham verdi hep ama bırakın torpili, bazen tam tersi bile oldu. Dedemden çekinen insanlar, bana rol vermemeyi bile tercih etti. Ama ben sebat ettim, çok eğitim aldım, çok geliştirdim kendimi, çok okudum. Hâlâ bu yaşta öğrenmeye devam ediyorum. Dedem sonradan çok mutlu oldu, çok destekledi, “Benim gibi gözlerinde oynuyorsun, çok iyi karakter oyuncusu olacaksın” derdi.
Hem tiyatro, hem dizi hem de sinema projelerinde yer aldınız. Bu üçü arasında sizin için en özel olan hangisi ve neden?
Hepsinin yeri ayrı ama tiyatroda canlı izleyiciyle o bağı kurmak, o anı birlikte yaşamak bambaşka. Sinema ise sinematografik anlamda çok büyülü, kalıcılığı yüksek. Dizi ise uzun soluklu bir yolculuk… O karakterle uzun zaman geçiriyorsunuz. Ama sahnede o ilk nefesi almak, o canlı tepkiyi duymak… Sanırım tiyatro kalbimde hep bir adım önde.
Sinema ve televizyon projelerinde çalışma süreci çok farklı olabiliyor. Set ortamında en çok hangi türde projede kendinizi rahat hissediyorsunuz?
Dönem işlerinde kendimi çok daha güçlü ve motive hissediyorum. Modern yapımlarda da rahatım ama dönem işlerinin atmosferi beni daha çok içine çekiyor. Tarihi kostümler, aksiyon sahneleri, atmosfer bana ayrı bir enerji veriyor. Sarayda da olabilir, arazide de, ama ruhu olan bir iş olması benim için en önemlisi.
Sinema dışında başka bir sanat dalıyla ilgileniyor musunuz? Resme olan ilginiz devam ediyor mu?
Evet, resimle hâlâ ilgileniyorum. Bunun dışında yazmak da ilgimi çekiyor. Küçük hikâyeler kaleme alıyorum. Bir gün belki bir kitap olur. Dansla da aram iyidir. Yani sanatın birçok dalıyla bağ kuruyorum ama hepsi odak ve konsantrasyon gerektiriyor.
Yoğun iş temposunda kendinize zaman ayırmak için neler yapıyorsunuz?
Doğayı çok seviyorum. Ayvalık’ta geçirdiğim zamanlar bana çok iyi geldi. Deniz, yürüyüş, piknikler… İstanbul’da da fırsat buldukça Sultanahmet, Balat, Adalar gibi yerlere giderim. Hâlâ İstanbul’da turist gibi gezerim. Ayrıca yüzmeyi, spor yapmayı, ev dekorasyonu ile ilgilenmeyi severim. Set için sabah 6:30’da kalktığım çok oluyor ama zaman yaratmayı başarıyorum.
Oyunculuk dışında yapmak istediğiniz ama henüz gerçekleştirmediğiniz bir hayaliniz var mı?
Evet, deniz kenarında, iskelesi olan bir tatil köyü hayalim var. İçinde restoran, tasarım ürünlerin satıldığı bir alan, şiir ve müzik dinletileri, sinema gösterimleri, workshoplar… Yani bir kültür-sanat tatil köyü. Hem ruhu olan hem de üretimi teşvik eden bir yer olmasını istiyorum. Daha önce de iki mekan işlettim, tecrübeliyim ama artık çok yorulmak istemiyorum… Güzel bir ekiple bu hayalimi gerçekleştirmek istiyorum.
Önümüzdeki dönemde hayal ettiğiniz bir karakter var mı? Hangi tür projelerde yer almak istersiniz?
Dönem işleri beni çok etkiliyor ama özellikle Cumhuriyet tarihinden önemli kadın kahramanları, yazarları canlandırmak isterim. Biyografik projeler ilgimi çekiyor. Zor karakterleri oynamayı seviyorum. İçimden “Bunu da başardım,” dedirten roller beni heyecanlandırıyor. Kendi sınırlarımı zorlamak, yeni taraflarımı keşfetmek çok keyifli.
Genç oyunculara ve oyuncu olmak isteyenlere verebileceğiniz en önemli tavsiye nedir?
Çok okusunlar, çok gözlem yapsınlar. Felsefe, sanat tarihi, mitoloji, sosyoloji… Her şeyden beslenmeleri lazım. Türkiye’nin her bölgesinde lehçeler, beden dilleri değişiyor. Araştırmacı bir ruhla hareket etmeleri gerek. Öğrenci gibi kalmaları şart. Ayrıca bu işin kolektif olduğunu unutmasınlar. Saygı, sevgi, sabır… Ve tabii ki maneviyat. Para, şöhret gelip geçici ama yaptığınız işten ruhsal olarak tatmin olmak çok daha kıymetli.
“Kuruluş Osman” dizisinde Esenbike Hatun karakterini canlandırıyorsunuz. Esenbike Hatun’u oynarken sizi en çok zorlayan veya heyecanlandıran şey ne oldu?
Esenbike Hatun enteresan bir karakter, hiç bana uymayan, benim mizacımda olmayan bir karakter. Bayağı kibirli, herkesi küçük gören, yalnızca kendi doğrularıyla yaşayan biri. Bu kadar sert ve katı bir karakteri canlandırmak başlangıçta beni zorladı çünkü kısa sürede sete dahil oldum. Bir alışma sürem neredeyse hiç olmadı. Ama kostümler, atlar, kılıç ve dönemin atmosferi bana çok güç verdi. Karakterin ruhunu hissettiğim anda her şey yerine oturdu. Zorlayıcı ama bir o kadar da öğretici bir deneyimdi.
Tarihi bir dizide oynamanın, modern yapımlara göre en büyük farkı sizce nedir?
Tarihi projeler, sizi hem fiziksel hem de ruhsal olarak bambaşka bir dünyaya taşıyor. Modern yapımlarda gündelik hayata daha yakınsınız, ama dönem işlerinde atmosferle, kostümle, dil ile dönüşüyorsunuz. Tarihi dizilerde karakterle bütünleşmeniz daha yoğun oluyor. Hele ki at binme, dövüş sahneleri, ağır kostümler derken hem bedensel hem zihinsel bir hazırlık gerekiyor. Ama o dünyaya adım attığınızda, etkisi bambaşka oluyor.
Rolünüz için özel olarak aldığınız bir eğitim (at binme, kılıç kullanma vb.) oldu mu?
Evet, 12 yıl önce de benzer bir dönem işi için at binme, kılıç ve ok eğitimi almıştım. “Kuruluş Osman”da bu bilgi ve becerilerimi tazeleme fırsatım oldu. Set dışında da çiftliğe gidip antrenman yaptım. Aralarda herkes dinlenirken ben kılıç çalışıyordum. Bu tarz fiziksel hazırlıkları çok seviyorum, karaktere başka bir derinlik katıyor. Hâlâ haftada bir gün binicilik derslerine devam ediyorum.
Set ortamı nasıl? Oyuncu arkadaşlarınız ve ekip ile uyumunuzdan bahseder misiniz?
Disiplinli bir set ortamımız var. Herkes işine konsantre, saygılı ve çok özverili. Bu da oyuncu olarak sizi besliyor. Güzel bir denge var. Bana herkes “Ayça Abla” diyor, bu da aramızdaki sevgi ve saygının bir göstergesi. Böyle bir ekip içinde olmak çok kıymetli.