Yazılar

Mutluluk…

Ekim’de gel…

Pandemi uzuyor…

Normalleşiyoruz.

Buket Aydın “Cesaretimin kırılması mümkün değil”

Buket Aydın “Cesaretimin kırılması mümkün değil” 

—Sosyal medyanın bir iletişim aracı olarak hayatımıza girmesi ile birlikte Televizyon haberciliği, gazetecilik güç mü kaybediyor” yorumları yapılıyor.  Hayır, bence öyle değil ve bu yapılan yorumların aksi yönde geliştiğini de görüyorum.  Bana göre sosyal medya bu şekli ile bizim gücümüze güç katıyor.

—Güzellik, çirkinlik görecelidir ama adalet göreceli bir kavram değildir. Kişisel düşünceye, şahsi beğeniye göre şekillenemez. O yüzden adaletin terazisini bizim meslekte doğru kullanmak gerekiyor.

—Ben cesaretimi; tarlada, bahçede, hayatta, evliliklerinde karşılaştıkları her ne güçlük, zulüm, acı keder ne olursa olsun azmini elden bırakmayan, kalkıp çalışıp evlatlarına bakan aynı zamanda kocalarının zulmüne karşı sessiz kalmayan kadınlarımızdan alıyorum. Dolayısıyla benim cesaretimin kırılması mümkün değil.

—Siber zorbalık başlığını, bireysel olarak ele alıp sırf kendim üzerimden konuşarak kapsamını küçültemem.  Buradaki genel sıkıntı; ifade özgürlüğünün hakaret özgürlüğü olarak anlaşılmış olması.

 —Benim tutku duyduğum bir şey yok. Bakış açım biraz değişik. Her şeyi vaz geçilebilir görüyorum. Tasavvuf çok severim. Hayata bakışım yaklaşımım da o tarzdadır. Ölüme de öyle bakarım. Her şey vazgeçilebilir. “Şuna tutkunum” benim kuracağım bir cümle kalıbı değil.

 —On sene sonra artık haber bülteninin de bir saati olmayacak… O zaman geldiğinde; sizin haber bülteniniz kutuda bir yerde duracak. İzleyici istediği zaman onu açacak ve izleyecek. O vakit geldiğinde “ hadi 19:00’da haber bülteni izleyelim” diye bir şey de kalmayacak.

 —Hayal ettiğimin çok ötesinde bir noktadayım. Kanal D ana haberi bir gün sunarım diye bir hayalim olmuştu ama kanal D haberi yönetmek benim hayallerimin de ötesinde bir şeydi. Allah nasip etti ama sadece nasip ve kısmet ile olmuyor gerçekten de çok çalıştım.

 Gerçekten çok yoğun bir tempomuz var.  Bu yoğun tempoda fırsat buldukça tek yaptığım spor.  Haftanın beş günü spor yapıyorum. Bunlardan dört gün iki ayrı eğitmenle oluyor. Kick boks yapıyorum. Çok severek yapıyorum. İyi de yapıyorum. Bunu ben değil hocam söylüyor. Bir başka hocamla da plates ve kardiyo antrenmanları yapıyoruz.  Deşarj oluyorum. Bütün negatif yük ne varsa orada o spor sırasında atılıyor. Kafamı boşalttığım kendimi yenilediğim tek yer diyorum oraya çünkü her şeyi unutuyorum ve çok iyi geliyor bana..

 —Süper gücüm olsa; çocukların ve insanların açlıktan ölmemesini sağlardım. Neredeyse 2020’ye giriyoruz ve dünyada açlıktan ölenlerin olması, bence hepimizin her gün hiç bıkmadan konuşması gereken tek konu. Dünyadaki bütün zenginler servetlerinin sadece ve sadece yüzde birini bağışlasa, dünyada hiçbir çocuk, hiç bir insan ölmez. Şu anlamda ülkemi Türkiye’mi övmek istiyorum. Buna da bence herkes katılır. Bizim ülkemizde açlıktan ölen olmaz çünkü bizim topraklarımızda hala insanın insanı kollaması diye bir gerçek var. Biz o ruhu hiçbir zaman kaybetmedik.

 —Astroloji… Çok severim. Gökyüzü hareketlerinin bir matematiği olması ben de bir merak, keyifli bir ilgiyi uyandırıyor.

 —Haftada iki gün mutlaka et, iki gün de mutlaka balık yerim. Izgara tercih ederim. Bol salata bol sebze yemeğe çalışırım.  Bol su tüketirim.  Zararlı olduklarını düşündüğüm için asitli içecek içmemeye çalışıyorum. Alkol, sigara kullanmıyorum. Aslına bakarsanız ben bir sendir kendime çok iyi bakıyorum.

 —İnsanları duyguları yönetir beni mantığım… Hiçbir zaman duygularıyla hareket eden bir insan olamadım. Hayatımın her alanında mantığım devreye girer ve hep “Buket” diyerek gelir koluma girer ve kendi tarafına beni çeker. Ben de hep mantığımı dinlemeyi seçtim. Ve hiç bir zaman kararlarımdan dolayı kaybettiğim olmadı.

 

Mesleğinizin güçlü bir meslek mi? Zorluklarından bahseder misiniz?

Güçlü bir meslek… Sadece ülkemizde değil dünyanın her yerinde gücü olan bir meslek…

“Sosyal medyanın bir iletişim aracı olarak hayatımıza girmesi ile birlikte Televizyon haberciliği, gazetecilik güç mü kaybediyor” yorumları yapılıyor.  Hayır, bence öyle değil ve bu yapılan yorumların aksi yönde geliştiğini de görüyorum.  Bana göre sosyal medya bu şekli ile bizim gücümüze güç katıyor.  Söylediğimizin hükmünü çarpan etkisiyle katlayarak büyütüyor. Bu yönüyle çok zor bir meslek…  Adil olmak öncelikle önemli olan bir meslek… Adaletli olmayı ve her kese eşit mesafeden bakabilmeyi gerektiren bir iş. Bunları doğru yaptığınız sürece gücünüz artarak yükselir.  Güzellik, çirkinlik görecelidir ama adalet göreceli bir kavram değildir. Kişisel düşünceye, şahsi beğeniye göre şekillenemez. O yüzden adaletin terazisini bizim meslekte doğru kullanmak gerekiyor. Hakka, hukuka doğru yer vereceksiniz ki objektif bir şekilde olayları değerlendirebilesiniz. Evet gerçekten bu meslek çok güçlü bir meslek.

 Risk almayı seviyorsunuz ama cesaretinizin kırıldığı durumlar oluyor mu?

Cesurum… Bu kadar cesur olduğumu inanın bu bir buçuk sene içerisinde fark ettim.  Risk almayı hep sevmişimdir. Hayatım boyunca her zaman risk aldım çünkü bu benim yapısal özelliklerimden biri. Ben çocukken de böyleydim. Sonra gençlik dönemlerimde bu yönüm daha da kuvvetlenerek iyice arttı. Hatta bu kadar risk almasam da iyi olur diye de düşündüğüm zamanlar da oluyor ama bu cesaretimin kırılmasından değil de kendime notum olarak. Zaman zaman arkadaşlarım, yakınlarım “Buket acaba biraz daha sakin olsan mı” diyorlar… Aslında önerileri yapmakta fayda var.  Hatta zaman ilerledikçe bu yöne doğru evrilebilirim.

 Cesaretimin kırıldığı oluyor mu?

Cesaretimin kırıldığı olmuyor ama zaman zaman üzüldüğüm oluyor. Ülkemizde özellikle erkek egemen bir anlayış var. Bu durum aslında birçok sektör için geçerli ama bizim sektörümüzde çok daha etkin ve hâkim bir husus… Buna kadınların yüksek derecede destek vermesi yani bu erkek egemen anlayışı benimsemesi, kabullenmesi ve hem cinslerinin başarılı bir konuma gelmesinden rahatsız olması beni üzüyor. Ancak; hiçbir şekilde cesaretimi kırmıyor. Ben cesaretimi; dayak yediği eşine karşı çıkıp, ev kadınıyken çalışmaya başlayan ve çocuklarını aslanlar gibi büyüten kadınlarımızdan alıyorum. Tarlada, bahçede, hayatta, evliliklerinde karşılaştıkları her ne zulüm, acı keder ne olursa olsun kalkıp çalışıp evlatlarına bakan aynı zamanda kocalarının zulmüne karşı sessiz kalmayan kadınlarımızdan alıyorum. Dolayısıyla benim cesaretimin kırılması mümkün değil.

Ben cesaretimi; eline bir telefon alıp, evinden ya da işinden, her şeye bir şekilde karışmaya çalışan, hani derler ya kadın kadının kurdudur zihniyetindeki kadınlardan almadım.  O yüzden cesaretim kırılmıyor açıkçası…

Eleştiriye açık mısınız?

Çok.. Hem eleştiriye açığım, hem de kendi kendimi o kadar eleştiririm ki;  çalışma arkadaşlarım, yakınlarım “ kendine o kadar acımasızlık etme”  dedikleri çok olur.

 Son zamanlarda siber zorbalık ya da sosyal linç diyebileceğimiz bir duruma maruz kaldınız. Siber mağduriyet… Ne diyorsunuz?

O mevzu aslında şu; oraya bir meslek icra edilmeye gidildi. Gazetecilik, habercilik yapmak için gidildi. Sadece şahsımla alakalı bir şey değil oraya giden tüm gazeteci arkadaşlar canlarını hiçe sayarak, belli bir tehlikenin varlığını göze alarak gitti ve haberi en iyi en doğru şekilde aktarmaya çalıştı.  Burada olay siber zorbalık değil. Makyaj dediler, saç dediler, saat dediler başka bir şey de söyleyebilirlerdi. Orada ki amaç o saldırıyı gerçekleştirmek.  Dolayısıyla; “Siber zorbalık” başlığını, bireysel olarak ele alıp sırf kendim üzerimden konuşarak kapsamını küçültemem.  Burada erkeklerin kadınlara karşı ne kadar zorba olabileceğini de görüyoruz, kadınların kadınlara karşı nasıl acımasız olabildiğini de gözlemleyebiliyoruz. Karşı destekler de var. Buradaki sıkıntı şu; elbette ifade özgürlüğü var ancak bunun ne anlama geldiği yanlış anlaşılmış. Bu çok net…

 Nasıl anlaşılmış açıklar mısınız?

İfade özgürlüğünü; hakaret özgürlüğü olarak anlaşılmış.  Bunu böyle anlayıp; içimize sindirir, böyle kabul eder ve bir de çocuklarımıza, gençlere böyle yansıtırsak ileride gelecek neslin birbirine yapabileceklerini düşünmek bile istemiyorum.  Çünkü hepimiz biliyoruz ki; çocuklar bu çağın telefonları ellerinde, sosyal medyanın içinde, internetle büyüyorlar. Bu konularda bizden çok çok daha üst seviyede bilgili ve de ilgililer. Onların geleceği bu platformlardan geçecek. Şu anda 30 ila 60 yaş aralığında olan insanlar sosyal mecralarda yazdıkları, yaptıkları, paylaştıkları her bir şeyin sorumluluğunu; çocuklarının, torunlarının sorumluluğu gibi düşünerek hareket etmeli.   Bu gün bu konulardaki uzman değerlendirmelerini dinlediğinizde ve ya okuduğunuzda “zorbalık” denen davranış şeklinin okul çağındaki çocuklara indiğini görebiliyorsunuz.

 Önceden birbirimize saygı duyardık. Günümüzde bunun kalmadığını görüyorum. Benim mağduriyetim hemen fark edildi. Peki fark edemediklerimiz… Oralarda neler oluyor. Çocukların çocuklara,  gençlerin gençlere yaptıkları var… Ben kaç tane insan, genç biliyorum ki; instagram üzerinden aldığı yorumlar, alaycı, kırıcı yazışmalar sonucu bunalıma girip, ailelerine dönüp küçücük yaşta “ben estetik ameliyat olmak istiyorum” diyenler var. Küçücük yaşta psikolojik bunalıma girenler, antidepresan kullanmaya başlamak durumunda kalanlar var. Ve bunlar sadece siber zorbalık yüzünden oluyor.

 Ne yapılmalı sizce?

Herkes şapkasını önüne koyup önce iyice bir düşünmeli.  Ben evladıma, torunuma bu anlamda ne miras bırakıyorum diye düşünerek, kullandığı o mecralarda neler yaptıklarını değerlendirmeli.  Eline telefonu alan karşısındaki insana hakaret edebilme özgürlüğünü kendisinde bulmamalı.  Sonra çok ağır hakaretlerde bulunan kişilere dava açtığımız zaman, bu zorbalar ağlayarak gelip özür diliyorlar. Neden kendilerini bu pozisyona düşüyorlar. İşin bir de böyle tarafları var. Bunlar yaşanmasın. Biz böyle bir toplum değildik. Ne zaman bu dönüşüm oldu, nasıl bu hale geldik diyor ve üzülüyorum. İşime bakıyorum ama siber zorbalığın çok ciddi anlamda ele alınması gerekiyor. Ben ileride bu konuda bir çalışma yapmayı planlıyorum açıkçası. Siber zorbalıkla mücadele için elimden gelen katkıyı sağlayabilirim. Tekrar altını çiziyorum benim yaşadıklarımla ilgili olarak söylemiyorum bunları çünkü benim yaşadığım okyanusta su damlası misali..  Çok başka örnekler yaşayan çok insan var. Sadece ben değilim. Dolayısıyla benim baktığım pencere bambaşka bir pencere ve orada gördüklerim bizi bundan on sene sonra toplumca üzüleceğimiz bir noktaya doğru gidişimizi gösteriyor. Bence herkesin ayağını denk alması lazım…

Bu gibi deneyimler sizi mesleğinizden soğutuyor mu?

Hayır asla… Bir laf vardır beni öldürmeyen güçlendirir diye. Ben samimiyetle dile getiriyorum ki ne kadar güçlü olduğumu ve ne kadar cesur olduğumu son bir buçuk yılda çok net gördüm. Mesleğimi çok severek yapıyorum. Çok ciddi fedakârlıklar gerektiriyor. Kendinizi yani “ben” dediğiniz şeyi ikinci plana atıyorsunuz. Kariyer üzerinden ilerlerken kendi gelecek aile plan programlarınızı resmen “çok gönüllü bir şekilde” öteliyorsunuz. Bu durum da bence meslek sevgisinin adanmışlıkla buluşma hali.  Yaşadığım bu tarz olaylarla işime olan sevgim hiçbir şekilde azalmıyor.   Ben artık şöyle bakmaya başladım bu tip olaylara bu arada onu da söyleyeyim; bu saldırıların birçoğunun aslında saldırı olmadığını sadece benimle etkileşime girmek isteyen insanların, kendisini de bu şekilde benimle etkileşime girerek belki bize cevap verir ümidiyle bu saldırıları yaptıklarını düşünüyorum. Benim için izleyicinin, halkın ne dediği çok önemli. İzleyicinin ne dediğini reytingle, halkın ne dediğini dışarıda gezerken görüyoruz. Çok memnunum sıkıntım yok.

 Bu gün mesleğinizde ve ya hayatınızda hayal ettiğiniz yerde misiniz?

Hayal ettiğimin çok ötesinde bir noktadayım. NTV’de sekiz yıl çok severek çalıştım. Orada ana haber sunmayı hayal ederek başlamış mıydın derseniz evet. Bırakırken de orada ana haberi sunarken buraya geçtim. Ama Kanal D ana haberi bir gün sunarım diye bir hayalim olmuştu ama kanal D haberi yönetmek benim hayallerimin de ötesinde bir şeydi. Allah nasip etti kısmet etti ama sadece nasip ve kısmet ile olmuyor gerçekten çok çalıştım. Yakından tanıyan dostlarım, çalışma arkadaşlarım ne kadar emek harcadığımı bilirler… Böyle deyince de ama “her çok çalışan yapamıyor” diyecekler bu her sektörde böyle… Ona da nasip diyelim..

İşten geriye kalan vakitlerinizi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Vakit kalsa değerlendireceğim… Gezmeyi, seyahat etmeyi çok severim. Yurtdışında yeni yerler tanımaya bayılırım ama uzun süredir bu anlamda hiçbir yere gidemiyorum.  Çünkü gerçekten çok yoğun bir tempomuz var.  Bu yoğun tempoda fırsat buldukça tek yaptığım spor.  Haftanın beş günü spor yapıyorum. Bunlardan dört gün iki ayrı eğitmenle oluyor. Kick boks yapıyorum. Çok severek yapıyorum. İyi de yapıyorum. Bunu ben değil hocam söylüyor. Bir başka hocamla da plates ve kardiyo antrenmanları yapıyoruz.  Deşarj oluyorum. Bütün negatif yük ne varsa orada o spor sırasında atılıyor. Kafamı boşalttığım kendimi yenilediğim tek yer diyorum oraya çünkü her şeyi unutuyorum ve çok iyi geliyor bana..

En büyük tutkunuz nedir?

Benim tutku duyduğum bir şey yok. Bakış açım biraz değişik. Her şeyi vaz geçilebilir görüyorum. Tasavvuf çok severim. Hayata bakışım yaklaşımım da o tarzdadır. Ölüme de öyle bakarım. Onu bir kayıp olarak görmem. Ben her şeye böyle bakıyorum. Her şey vazgeçilebilir. “Şuna tutkunum” benim kuracağım, kullanabileceğim bir cümle kalıbı değil.

 İleriye yönelik planlarda neler var?

Yok aslında. Çünkü; genç yaşta mesleki konumda bu kadar iyi bir noktaya yükselmiş olmak bir yönden iyi bir yönden zor.  Zorluğu şu; gelinen bu noktanın üzerine ne hedef koyabilirim konusu diyebiliriz. Ben yeniliğe çok açık bir insanım. Aynı yerde senelerce kalmaktan hiç hoşlanmam. Çok güzel bir haber merkezimiz var.  Güzel arkadaşlarla beraber çalışıyoruz. Burayı daha yeni oturttuk. Burası ile ilgili bir planım var mı derseniz? Daha da iyi bir noktaya getirmek… Geri dönüşler içimize bir sinsin. Televizyonculuğu seviyorum. İşin yönetim kısmını da seviyorum. Zaman neler getirir onu hep birlikte göreceğiz.

 Peki bir de şöyle sorsak bu soruyu; işinizde gayet başarılı bir şekilde ilerliyorsunuz. Dünyada benzer örnekler var. Oprah Winfrey gibi…  O şimdi kendi kanalını kurdu. Ülkemizde bir Acun örneği var…  Siz böyle bir şey düşünüyor musunuz?

Kendi işimin patronu olmak evet isterim. Herkes ister. Acun’un yapmış olduğu şey ona çok ciddi riskler alarak ilerledi. Saygı duyduğum bir isim, çok da iyi bir televizyoncu olduğunu düşünüyorum. Acun’un bu işi kurduğu dönemde evet, ama şuanda bir kanalım olsun ister miyim istemem çünkü televizyon artık geleceğe doğru ilerleyen bir şey değil. İnsanlar içinde bulundukları koşullar gereği istedikleri yapımları kendileri uygun oldukları saatte izlemek istiyorlar. Artık her şey buna evrilecek bakın unutmayın. On sene sonra artık haber bülteninin de bir saati olmayacak… O zaman geldiğinde; sizin haber bülteniniz kutuda bir yerde duracak. İzleyici istediği zaman onu açacak ve izleyecek. O vakit geldiğinde “ hadi 19:00’da haber bülteni izleyelim” diye bir şey de kalmayacak. Kendi işimin patronu olmak isterim. Geleceği ön gören, geleceğe doğru evrilen bir yapım şirketim olsun isterim. Yapabilirim… Neden olmasın? Bu da düşüncelerim arasında ama bu kesinlikle bir televizyon kanalım olsun hayali asla değil.

Sizce, nasıl bir yöneticisiniz sizce?

İnsanları dinleyen, adaletli, empati kurarak iletişimde kalan bir yöneticiyim. Bunlar benim hayatımda çok önemli… Bir konuda bir adaletsizlik, hukuksuzluk varsa kendi çıkarlarımı hiçe sayarak değerlendirme yaparım. Hayatım boyunca kendi çıkarlarını gözeten bir insan olmadım. Yöneticilik tarzım da bu şekilde. Çözülmesi gereken bir sorun varsa elimi taşın altına koyarım. Bana dokunmayan yılan bin yaşasın mantığında değilimdir. Gerekirse gelsin o yılan bana da dokunsun ama iş çözülsün diye çabalarım.

 Günde kaç saat çalışıyorsunuz? 

Ben hep çalışıyorum. Mesela ofiste bulunmasam da sürekli çalışıyorum çünkü telefonum hiç durmuyor. Sürekli e-mailler,  yazışmalar,  görüşmeler, takip etmem gereken konular derken aslına baktığınızda uyumadığım her saniye çalışıyorum. Sürekli bu telefon elimde ve sürekli mail dönüşleri, yanıtlamalar yapıyorum. Onu istiyorum bunu istiyorum. Organize ediyorum. Özellikle bu dönemde… Uyumadığım her an çalışıyorum.

 Günde kaç saat uyursunuz?

En az yedi saat uyumam gerekiyor.  Ben uykudan fedakarlık edemiyorum. Hani şöyle bir söylem vardır “ zeki insanlara günde üç saat dört saat uyku yetiyor” diye..  Bu tarz yorumları duyunca diyorum ki; bu durumda ben onların düşündüğü ve anlattığı kadar zeki değil miyim acaba? Çünkü gerçekten çok yoruluyorum ve en az yedi saat uyumam gerekiyor. O yedi saat uykuyu ben alamadıysam bütün enerjim düşüyor ve çok mutsuz oluyorum.

 Çalışma hayatınızda merak duyduğunuz uğraşlarınız var mı?

Astroloji… Çok severim. Gökyüzü hareketlerinin bir matematiği olması ben de bir merak, keyifli bir ilgiyi uyandırıyor. Sonra dans etmeyi severim. Dans diyebilirim. Yirmili yaşlarda bir dönem Latin dansları öğreniyordum ama vakitsizlikten dolayı eskisi gibi ilgilenemedim ama hep aklımdadır. Bir de Psikolojiye çok merakım var. Bu konularda okumayı, dinlemeyi, izlemeyi çok seviyorum.  Benim lisansım ve yüksek lisansım, her ikisi de Türk dili edebiyatı üzerine. Belki bir Uni. programına girip iki senelik bir psikoloji eğitimi almak niyetindeyim.

En sevdiğiniz ülke hangisi?

Önce ülkem Türkiye… Ve benim için dünyanın en güzel şehri de İstanbul… İkincisi ülke olarak İtalya.. Her yerini çok severim, çok eğlenceli cıvıl cıvıl gelir bana… Fırsat buldukça soluklanmak için İtalya’da bir yerlere kaçmayı çok severim.

 Beslenmenize dikkat eder misiniz?

Son bir senedir çok dikkat ediyorum. Öncelikle beyaz unu hayatımdan çıkarttım. Çünkü o insanı gereksiz yoran ve ağırlaştıran bir şey olduğunu biliyorum. İkinci olarak yemek yediğim saatleri kısıtlı tutmaya çalışıyorum. Sabah kalktığımda spora genelde boş bir mideyle  giderim. İlk yemeğimi saat on iki gibi yerim. Tercihim genelde sağlıklı şeyler oluyor. Evdeysem  peynirli bir omlet ilk yemek olabiliyor.  Granola yiyorum.  İkinci öğünde mutlaka et veya balık yerim. Haftada iki gün mutlaka et, iki gün de mutlaka balık yerim. Izgara tercih ederim. Bol salata bol sebze yemeğe çalışırım.  Bol su tüketirim.  Zararlı olduklarını düşündüğüm için asitli içecek içmemeye çalışıyorum. Alkol, sigara kullanmıyorum. Aslına bakarsanız ben bir sendir kendime çok iyi bakıyorum. Şunu anladım ki; yediğimiz şeyler güzelse içimiz de güzel oluyor ve dış görünüşümüze cildimize, saçımıza, tırnaklarımıza, enerjimize kadar bu sağlıklı durum yansıyor.

Hiç unutamadığınız mesleki bir anı, deneyim var mı?

Los Angeles’ta gerçekleştirilen Golden Globe ödül törenine katıldık. Geçen sene. O kırmızı halıda Kanal D mikrofonu ile anons çekmek ve o sırada arkadan dünyaca ünlü bütün starların geçmesi, herkesin bir birine neredeyse yarım metre mesafesinde olması güzeldi. Çünkü bir Hii deseniz dönüp konuşabileceksiniz. Burada benim ilgimi çeken; o muhteşem dünyanın küçülüp önünüze gelmesi çok değişik bir deneyimdi. Barbaros Tapan aynı zamanda Golden Globe jüri üyesi aynı zamanda . Barbaros oradan Hollywood yıldızlarıyla da röportajlar yapıp gönderiyor bize. Kanal D de onunla çalışıyoruz.  Onunla birlikte katılmıştık çok güzeldi.

Onun haricinde bir de NTV de yaptığımız 15 Temmuz yayınını hiçbir şekilde unutamam.  Binali Yıldırım’a “bu bir darbe mi” diye sorduğumda, “ bu bir kalkışma” yanıtını vermişti. İlk defa benim bağlantımda tanımlanmıştı. Tarihe geçen bir yayın oldu. O da benim ömrüm boyunca unutamayacağım yayınlardan bir tanesi.

Modayı ile aranız nasıl? Takip ediyor musunuz?  

Ediyorum.. Modayı takip etmeyi çok da seviyorum. Dünyaca ünlü modacıları takip ediyorum. Renk skalaları daha gelmeden onları öğrenmeye çalışıyorum, önümüzdeki senenin renkleri modelleri ne diye ciddi ciddi takip ediyorum.  Aslında ekranda bu konu benim takip ettiğim kadar önemli bir şey değil. Temiz, şık ve sade gözükmeniz ekran için yeterli aslına baktığınızda sonuçta haber sunuyoruz. Ama ben çok seviyorum. Sponsorum Adil Işık onlarla çok iyi çalışıyoruz. Senelerdir birlikteyiz.   Özel dikim çalışıyoruz. Beni çok iyi tanıyorlar. Onun da ekrana yansıdığını düşünüyorum. İyi bir görüntü veriyoruz bence çünkü çok olumlu geri dönüş alıyoruz. İzleyiciler çok soruyorlar kıyafetleri.

 Sizi bu günkü başarınıza taşıyan en güçlü yönünüz nedir?

Azim.. Vaz geçmemek… Hiç bir şey beni yıldıramıyor bu azmimle alakalı bir durum. Sektöre girdiğimde hiçbir tanıdığım yoktu. Stajyer olarak 19 yaşında iş hayatım başladı. Çok itildim, kakıldım ama hiç vaz geçmedim. Hiç pes etmedim. Hep disiplinli oldum ve sıkı çalıştım.

 Sizi yöneten duygularınız mıdır, mantığınız mı?

İnsanları duyguları yönetir beni mantığım… Hiçbir zaman duygularıyla hareket eden bir insan olamadım. Hayatımın her alanında mantığım devreye girer ve hep “Buket” diyerek gelir koluma girer ve kendi tarafına beni çeker. Ben de hep mantığımı dinlemeyi seçtim. Ve hiç bir zaman kararlarımdan dolayı kaybettiğim olmadı.

 Süper gücünüz olsaydı?

Süper gücüm olsa; çocukların ve insanların açlıktan ölmemesini sağlardım. Neredeyse 2020’ye giriyoruz ve dünyada açlıktan ölenlerin olması bence hepimizin aslında her gün hiç bıkmadan konuşması gereken tek konu. Dünyadaki bütün zenginler servetlerinin sadece ve sadece yüzde birini bağışlasa, dünyada hiçbir çocuk, hiç bir insan ölmez. Şu anlamda ülkemi Türkiye’mi övmek istiyorum. Buna da bence herkes katılır. Bizim ülkemizde açlıktan ölen olmaz çünkü bizim topraklarımızda hala insanın insanı kollaması diye bir gerçek var. Biz o ruhu hiçbir zaman kaybetmedik. O ruhumuz halen yaşıyor ve dilerim hiçbir zaman kaybetmeyelim. Ama ne yazık ki birbirimize karşı saldırganlaştığımız dönemlerde acaba biz de mi o acımasızlığa karşı evriliyoruz diye üzülüyorum. Bunun olmamasını diliyorum ve olmayacağına inanıyorum.

 Sizce başarının sırrı nedir?

Azim, çalışkanlık, zeka ve şans, şans, şans.. Yani doğru zamanda doğru yerde doğru işi yaparsanız bunun mutlaka bir etkisi olduğunu görüyoruz. Ben buna şans diyorum. Bu gün buraya geldim. Ne sayesinde geldin diye sorulsa ve yanıt için tek kelimelik bir hakkım olsa azim derim.