Yazılar

Oruç tutarken doğru bilinen yanlışlar

Oruç tutarken doğru bilinen yanlışlar

Ramazan ayında oruç tutanlar için beslenme sıklığı, öğün saatleri, tüketilen besin miktarları ve ilaçların kullanım saatleri değiştiğinden dolayı bazı konularda çok daha dikkatli olmak gerekiyor. Acıbadem Bakırköy Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Sıla Bilgili Tokgöz “Günlük yaşam alışkanlıklarımızdaki değişikliklere hatalı beslenme de eklenince, kilo alımının yanı sıra metabolik hızda yavaşlama, kan şekerinde ani iniş çıkışlar, sinirlilik, baş ağrısı, baş dönmesi, yorgunluk, dikkatsizlik, konsantrasyon kaybı, hazımsızlık, şişkinlik, mide bulantısı ve kalp rahatsızlıkları gibi pek çok sağlık sorunları gelişebiliyor” diyor. Beslenme ve Diyet Uzmanı Sıla Bilgili Tokgöz, Ramazanı sağlıklı geçirmek ve oruç tutarken herhangi bir sorunla karşılaşmamak için kaçınılması gereken 10 hatayı anlattı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

Beslenme ve Diyet Uzmanı Sıla Bilgili Tokgöz

1.Tek seferde büyük porsiyonlar yemek

İftarda yapılan en büyük hata, uzun süre aç kalmanın verdiği hissiyatla büyük porsiyon yemekler tüketmek oluyor. Beslenme ve Diyet Uzmanı Sıla Bilgili Tokgöz “Oysa iftarda tüketilecek besinlerin normal bir akşam yemeğinden daha fazla ve farklı içerikte olmaması gerekiyor. Boş mideyi bir anda aşırı doldurmak reflü, hazımsızlık ve mide rahatsızlıkları gibi sorunlara neden olabiliyor. Bunun yerine orucu hurma veya kahvaltılık gibi hafif ürünlerle açtıktan sonra çorba içmek, sonrasında küçük porsiyon ana yemeğe geçiş yapıp yanında salata veya yoğurt ile kapanışı yapmak sağlıklı olacaktır” diyor.

2.Pideyi ve çorbayı çok sıcak tüketmek

Bir iftar geleneği olan pideyi ve çorbaları çok sıcak tüketmekten mutlaka kaçınmak gerekiyor. Çok sıcak tüketilen yiyecekler yemek borusunun yanı sıra ağız içinde tahriş oluşturup ağız yaralarını tetikleyebiliyor. Bu riskin azalması için yemeğinizi soğutarak tüketmeye özen gösterin.

3.Az su

Oruç tutarken susuzluk sebebiyle ağız ve boğaz kuruyor. Suyun vücutta yüzde 1 azalmasıyla  susama hissi başlarken, susuzlukta vücutta su ve mineral kaybı oluyor. Kaybedilen mineral ve suyun geri alımının vücut dengesi için son derece önemli olduğunu vurgulayan Beslenme ve Diyet Uzmanı Sıla Bilgili Tokgöz şöyle konuşuyor: “Dolayısıyla bu süre zarfında az su içmek yapılan diğer büyük hatalardan biridir. Sahurla iftar arasında her bir kilonuz için 30 ml su içmeye özen gösterin. Ancak su ve sıvı miktarı birbirlerine karıştırılmamalıdır. İftardan sonra içilen çay, kahve ve komposto sıvı miktarına girmektedir. Suyun yerini tutmadıkları gibi aksine çay ve kahve vücuttan su atılımına neden olurlar. Bu nedenle çay ve kahvede aşırıya kaçmamak, sıvı alımını çoğunlukla su tüketerek yapmak gerekir.”

  1. Hızlı yemek yemek

Gerek iftarda gerek sahurda hızlı yemek yemek sağlığı son derece olumsuz etkiliyor. İftar sofrasında  uzun süren açlığın sonunda bir an önce yemek yeme, sahurda ise uyku bölündüğü için bir an önce yemek yiyip yatma isteği oluyor. Fakat hızlı yemek yemek, reflüyü tetiklediği gibi midede şişkinlik ve hazımsızlık hissine yol açıyor. Ayrıca tokluk hissi gerçekleşmeden çok besin tüketildiği için de gereksiz kalori almanıza sebep oluyor.

  1. İftarı tek öğün şeklinde yapmak

İftarda uzun süre boş kalan mideye birden yüklenmemek gerekiyor. Beslenme ve Diyet Uzmanı Sıla Bilgili Tokgöz “Eğer iftar sonrası hazımsızlık ve reflü sorunu yaşamak istemiyorsanız iftarı 2’ye bölün. Orucu su ile açıp, ardından kuru kayısı veya hurma ile devam edebilirsiniz. İftar yemeğine çorba ile başlayıp 15-20 dakika ara verdikten sonra ana yemeğe geçebilirsiniz. Ana yemekte yağlı ağır yemekler yerine sağlıklı pişirme yöntemleri kullanılarak hazırlanmış ızgara, haşlanmış veya fırınlanmış yemekler veya baklagiller ve zeytinyağlı sebze yemeklerini tüketebilirsiniz. Aksi taktirde yüksek kan şekeri, yüksek tansiyon ile kalp hastalıkları riski artabiliyor” diye konuşuyor.

Acıbadem Bakırköy Hastanesi

6. Sahura kalkmamak

Sahuru kahvaltı saatiniz olarak belirleyebilirsiniz. Sahur artık 2 ana öğününüzden biri. O nedenle “sahura kalkmama gerek yok” diyorsanız, gün içerisinde yorgun ve halsiz hissedebilir, kan şekerinizde düşüş yaşayıp konsantrasyon problemiyle karşı karşıya kalabilirsiniz. Daha uzun süre tok kalabilmek için sahurda yumurta, peynir, süt gibi protein içeriği yüksek besinleri tercih edin. Daha zinde ve enerjik olabilmek, olası kabızlığı önlemek ve kan glikoz kontrolü için; posalı gıdalardan tam tahıllı ekmek, yulaf gibi kompleks karbonhidratlı besinleri tüketmeye özen gösterin. Söğüş, salata ve meyve tüketmeyi de ihmal etmeyin.

  1. Şerbetli tatlılara yönelmek

İftardan hemen sonra tatlı tüketmek uzun dönemde hazımsızlık, mide yanması, reflü ve kilo problemi olarak geri dönüyor. Özellikle şerbetli tatlı tercih edenler bu sorunlarla daha fazla karşılaşıyor. Baklava gibi şerbetli tatlılar yerine Ramazanla özdeşleşen güllaç, muhallebi gibi sütlü tatlıları, şeker ilavesi olmadan hazırlanmış kompostoyu veya meyve tatlılarını haftada bir- iki kez tercih edebilirsiniz. Yine de bu tarz tatlılar hemen iftarın üzerine değil, iftardan bir- iki saat sonra tüketilmelidir.

  1. Aşırı tuz, yağ ve baharat tüketmek 

Yapılan hatalardan biri de, çok tuzlu ve yağlı besinleri tercih etmek. “Maalesef tükettiğimiz tuz miktarı olması gerekenin 4 katı!” diyen Beslenme ve Diyet Uzmanı Sıla Bilgili Tokgöz, fazla tuz tüketiminin vücutta su tutup, ödem oluşmasına ve yüksek tansiyona sebep olabildiğini söylüyor. Çok baharatlı ve tuzlu yiyecekler ayrıca susama hissini de artırarak gün içerisinde zor anlar yaşatabiliyor.

  1. Fast food ve gazlı içecekler tüketmek

İftarda fast-food, kızartma, baharatlı gıdalar, aşırı karbonhidrat içeren yiyecekler tüketmek reflüyü tetiklerken, mide yanması ve hazımsızlığa yol açabiliyor. Ayrıca kilo alımına da davetiye çıkarıyor. Bu nedenle bu yiyecekler yerine  protein içerikli ve sebze ağırlıklı yiyecekleri tüketmeye özen gösterin. Gazlı içecek tüketmek içerdikleri şeker oranından dolayı, kan şekerini olumsuz etkiliyor ve hazımsızlık yapıyor. İlk seçeneğiniz her zaman su tüketmek olsun. Bunun yanında sahurda süt, iftarda ayran tercih edebilirsiniz.

  1. Yemekten sonra yatmak

Beslenme ve Diyet Uzmanı Sıla Bilgili Tokgöz, iftardan hemen sonra uzanmanın veya sahur yemeğinden sonra hemen yatmanın Ramazan ayında yapılan en büyük yanlışlardan biri olduğunu belirterek “Eğer reflünüz yoksa bile bu durum reflü olmanıza sebep olabilir. İftardan hemen sonra uzanmamalı ve uyumadan 2-3  saat önce yemek yemeyi bitirmelisiniz. Sahurda, hafif besinler tercih edip evde bir bir süre  dolaşmak, yatağın baş kısmını yükseltmek mide içeriğinin yemek borusuna geri kaçışını önler ve reflüyü engeller” diyor.

Ülkemizde her 4 kişiden biri uykusuz!

Ülkemizde her 4 kişiden biri uykusuz!

Sağlıklı bir yaşamın yanı sıra günlük işlevlerimizi yerine getirebilmemiz için kaliteli ve yeterli süre uyumamız, nefes almak gibi vazgeçilmez bir ihtiyaç. Uyku bedensel dinlenmeyi, en önemlisi zihinsel fonksiyonların yenilenmesini sağlıyor. Dolayısıyla uykusuz kaldığımızda önemli sağlık problemlerinin yanı sıra unutkanlıktan dikkat eksikliğine, yorgunluktan algıda sorun yaşamaya, sinirli ve depresif hissetmekten vücudun zorluklar karşısında reaksiyon süresinin yavaşlamasına kadar, günlük işlerimizi olumsuz etkileyen pek çok sorun gelişebiliyor! Kaliforniya Üniversitesi’nde yapılan ve Plos Biolog adlı dergide Ağustos 2022’de yayımlanan bir araştırma, uykusuzluğun yol açtığı bir başka sorunu daha ortaya koydu; daha az yardımsever olmak! Peki insanlar geceleri uykusuz kaldıklarında neden daha az yardımsever oluyorlar? Acıbadem Bakırköy Hastanesi Beyin ve Sinir Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. Gökhan Akdemir, “İnsanlar iyi beslenmiş, güvenli bir yerde uyumuş ve dinlenmişler ise günlük hayatta ortaya çıkan zorluklar karşısında kendilerini güçlü hisseder ve üstesinden geleceklerini düşünürler. Gece iyi uyuyamamışlar ise dinlenememişlerdir. Kaygıları yüksektir, kendileri ile ailelerini korumada zorlanacaklarını düşünürler ve strese girerler” diyor. Prof. Dr. Gökhan Akdemir, bu stresin vücutta önemli değişikliklere neden olduğuna dikkat çekerek, “Örneğin, stres hormonu olarak bilinen kortizol hormonu, hipotolamus, hipofiz ile böbrek üstü bezlerinin ortak katkısıyla salgılanıyor. Stres altında kaldığımızda bu hormon daha çok artıyor. Artan kortizol hormonu sempatik sistemini baskın hale getiriyor. Sempatik sistem, tehlikede iken veya yetersiz kaldığımız anlarda, eğer uykusuz isek düşünmemiz, karar vermemiz ve yaşamdaki zorlukların üstesinden gelebilmemiz için kendimizi daha çok korumaya alacak şeklindeki davranışlara yol açıyor. Dolayısıyla insanlar kendilerini koruma altına almak için bencilleşiyor ve yardım etmekten kaçınıyorlar” bilgisini veriyor.

Prof. Dr. Gökhan AkdemirÜlkemizde her 4 kişiden biri uykusuz!

Uykusuzluk sorununun görülme oranı; yaşa, eğitim düzeyine ve ekonomik gelirlere göre değişiklik gösteriyor. Dünyada her 10 kişiden 2’si geceleri uykusuzluk sorunu yaşarken, yine her 10 kişiden 5’i de ayda en az 1-2 kez uykusuzluk çekiyor. Genel olarak uykusuzluk oranı yüzde 30 civarında iken ülkemizde bu rakam yüzde 38’e yükseliyor. Bir başka deyişle, ülkemizde her 10 kişiden 4’ü uykusuzluk problemiyle mücadele ediyor.

Uykusuzluk beyni tehdit ediyor

Erişkin bir kişinin günde ortalama 7-8 saat uyuduğunu düşünürsek, ömrümüzün üçte biri uykuda geçiyor demektir. Hayatımızın önemli bir bölümünü kapsayan uyku, beyin sağlığımız üzerinde kilit bir role sahip. Vücudumuzun diğer bölgelerindeki hücrelerde olduğu gibi beynimizdeki nöronlar da glia olarak adlandırılan hücreler tarafından destekleniyor. Gündüz saatlerinde çalışırken beynimizdeki sinirlerin çalışması sırasında beta albümin ve tau gibi birçok atık maddeler ortaya çıkıyor. Bu atıklar uyku sırasında glia hücreleri tarafından beyinden temizlenerek uzaklaştırılıyor, böylelikle iyi bir uykudan sonra uyandığımızda beynimiz yeni bir güne temizlenmiş olarak hazır oluyor. Uykusuz kaldığımızda ise glia hücreleri görevlerini yerine getiremedikleri için beynimizdeki atık maddeler beynimizden uzaklaştırılamıyor. Bunun sonucunda da sinir hücrelerimizin çalışmasında yavaşlaması, unutkanlık, karar vermede zorluklar gelişiyor.

Uykusuzluk yardımseverliği önlüyor

Kalifornia Üniversitesi’nde gerçekleştirilen çalışma 3 tip uykusuzluk grubu üzerinde yapılmış. Prof. Dr. Gökhan Akdemir, uykusuzluğun yardımseverlik üzerine nasıl etki ettiğini gösteren çalışmayı şöyle özetliyor:

Bir gün az uyuyanlar: İlk çalışma, 24 saat içinde 7 saatten az uyuyan 18-26 yaş grubundaki 24 genç üzerinde yapılmış. Araştırmada gençlerin ‘yardımda bulunma’ davranışlarıyla ilgili anket gerçekleştirilmiş. Ayrıca fonksiyonel magnetik rezonans (MR) görüntüleme ile sosyalleşme ve yardım etme davranışlarında görev alan beynin orta prefrontal korteks (alın kısmı) ve üst temporal sulkus (şakak kısmı) gibi bazı bölgelerinde beyin aktiviteleri ölçülmüş. Yapılan fonksiyonel MR çalışmalarında; uykusuz kalındığında beynin ‘sosyalleşme ve yardım etme’ davranış bölgelerinin aktivitelerinde yüzde 78 gibi yüksek bir oranda azalma görülmüş. Bilim insanları ‘yardım etmeyi’ de yakınlarına ve yabancılara yardım olarak iki gruba ayırmış. Araştırmada; yabancılara daha az yardım ettikleri belirlenmiş. Bunun nedeni olarak, insanların uykusuz kaldıklarında önce kendilerini ve yakınlarını korumaya yönelik davranmaları gösterilmiş.

Pause Dergi

Dört gün az uyuyanlar: 171 kişi üzerinde gerçekleştirilen ikinci çalışmada; 4 gün az uyuyan kişilerin ‘yardım etme’ davranışlarına yine anket yapılarak bakılmış. Bu grupta da yardımseverlik konusunda belirgin azalma olduğu tespit edilmiş.

Saat uygulamasına göre az uyuyanlar: Üçüncü grupta ise ‘yaz saati uygulaması’ dikkate alınmış. Mart ayında yapılan değişikliklerde insanlar bir saat daha az uyurlarken, Kasım ayında ise bir saat fazla uyuyorlar. 2002-2016 yılları arasında 3 milyondan fazla hayırseverin bağışları analiz edilmiş. Mart ve Kasım aylarındaki bir saatlik değişimin bağışlar üzerine etkisine bakılmış. Yapılan çalışma sonucunda; grupların az uyuduklarında daha az, çok uyuduklarında ise daha çok bağış yaptıkları tespit edilmiş.

Hangi yaş grubu kaç saat uyumalı?

Çocuklarda uyku saati beynin gelişmesi ve temizliği için önem taşıyor, bu nedenle süre daha uzun oluyor. Erişkinlerde ise beyin gelişimini tamamladığı için uyku daha çok beynin temizlenmesi için gerekli oluyor. Bu nedenle uyku süresi azalıyor. Beyin ve Sinir Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. Gökhan Akdemir, uyku sürelerini yaş gruplarına göre şöyle sıralıyor:

1-2 yaş, günde 12-16 saat

3-5 yaş, günde 11-14 saat

6-12 yaş, günde 9-12 saat

13-18 yaş, günde 8-10 saat

Erişkinler: Günde en az 7 saat

Her 3 kadından 1’i bu ağrıyı çekiyor!

Her 3 kadından 1’i bu ağrıyı çekiyor!

Günümüzde her 3 kadından 1’inde rastlanan ama buna karşın toplumsal farkındalığın neredeyse yok denecek kadar az olduğu bir hastalık; Pelvik Konjesyon Sendromu. Karnın alt bölgesinde ve yumurtalıklarda şiddetli bir ağrı, ağrılı cinsel ilişki ve idrar kaçırma şikayeti ile kendini gösteriyor. Acıbadem Bakırköy Hastanesi Kalp ve Damar Cerrahisi Uzmanı Doç. Dr. Ahmet Arnaz, 20 ile 45 yaş arasındaki kadınları daha çok etkileyen, yaşam konforunu ciddi şekilde azaltan Pelvik Konjesyon Sendromu’nun başka hastalıkların belirtileri ile de karışabildiğini, bu nedenle bazen on yılı aşkın süredir teşhis konulamamış hastalar olduğunu söylüyor. Kalp ve Damar Cerrahisi Uzmanı Doç. Dr. Ahmet Arnaz, toplumda yaygın olmasına rağmen az bilinen Pelvik Konjesyon Sendromu hakkında bilinmesi gereken 6 önemli noktayı anlattı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

Acıbadem Bakırköy Hastanesi Kalp ve Damar Cerrahisi Uzmanı Doç. Dr. Ahmet Arnaz

Doç. Dr. Ahmet Arnaz

  1. Bu etkenler riski artırıyor!

Kronik pelvik ağrının; altı aydan uzun süren, adet döngüsüne veya hamileliğe bağlı olmayan ve pelvik bölgeyi, özellikle alt karın ve pelvisi etkileyen kronik bir ağrı olarak tanımlandığını belirten Kalp ve Damar Cerrahisi Uzmanı Doç. Dr. Ahmet Arnaz “Pelvik Konjesyon Sendromu (PKS) ile ilişkili pelvik ağrı genellikle yumurtalıklar ve karın alt bölgesindeki toplar damarları içeriyor. Damarlar genişleyip bükülüyor ve kanla aşırı doluyor; bu da pelviste aşırı kan birikmesi sebebiyle ağrıya yol açıyor” diyor. 20 ile 45 yaşları arasında ve birden fazla doğum yapan kadınlarda PKS görülme olasılığının arttığını kaydeden Doç. Dr. Ahmet Arnaz diğer risk faktörlerini; varisli damarlar, ailede varis öyküsü, polikistik over sendromu, geçirilmiş derin ven trombozları, şişmanlık, hareketsizlik ve uzun süre oturarak ya da ayakta durarak zaman geçirmek olarak sıralıyor.

  1. En önemli belirtisi; pelvik ağrı!

Pelvik Konjesyon Sendromu’nun en önemli belirtisini pelvik ağrı yani göbek altında karnın en alt bölümündeki ağrının oluşturduğunu vurgulayan Acıbadem Bakırköy Hastanesi Kalp ve Damar Cerrahisi Uzmanı Doç. Dr. Ahmet Arnaz şöyle konuşuyor: “Kronik pelvik ağrı, cinsel ilişki sırasında ağrı, bağırsak hareketleri veya idrara çıkma sırasında ağrı ve pelviste (leğen kemiği) dolgunluk hissi oluyor. Bu ağrı karnın alt kısmında ve kasıklarda künt veya dolgunluk hissi şeklinde kendini belli ediyor. En yaygın haliyle yalnızca sol tarafta ya da vücudun sağ tarafında veya her iki tarafında hissedilebiliyor. Ağrı, gün sonunda, adet dönemi öncesi ve sırasında, cinsel ilişki sırasında ve sonrasında, uzun süre ayakta kalınca veya oturunca daha sıklıkla görülüyor.”

  1. Başka hastalıkların belirtileri ile karışabiliyor!

Toplumda nadir bilinen ama yaygın bir hastalık olan Pelvik Konjesyon Sendromu akla gelmeyecek pek çok belirti ile kendini gösteriyor. Doç. Dr. Ahmet Arnaz başka hastalıklarla da karışabilen bu belirtileri “Sık ishal ve kabızlık nöbetleri (irritabl bağırsak), kahkaha, öksürme veya mesaneyi zorlayan diğer hareketlerden dolayı istemeden idrar kaçırmak, pelvis, kalça, uyluk, vulva ve vajinadaki varisli damarlar ve idrar yaparken ağrı” olarak sıralıyor. Hastalığın hemoroid ve bacak varisleri ile birlikte görülme olasılığı artıyor.

Acıbadem Bakırköy Hastanesi

  1. Yaşam kalitesini vuruyor!

Pelvik Konjesyon Sendromu’nun, ağrının şiddetine göre kişinin yaşam kalitesini önemli ölçüde düşürdüğünü belirten Doç. Dr. Ahmet Arnaz “Hayatı tehdit etmeyen ama kişiyi keyif aldığı aktivitelerden alıkoyan, fiziksel, ruhsal ve zihinsel olarak yıpratan, kronik yorgunluğa yol açan bu hastalık günlük yaşamı çekilmez kılabiliyor. Bu nedenle zaman kaybetmeden tedaviye başlanması gerekiyor” diyor.

  1. Tanısı uzmanlık gerektiriyor!

Kalp ve Damar Cerrahisi Uzmanı Doç. Dr. Ahmet Arnaz, belirtileri başka hastalıklarla da karışabildiğinden Pelvik Konjesyon Sendromu yıllarca konulamamış hastalarla karşılaştığını belirterek şöyle konuşuyor: “Yol açtığı şikayetler nedeniyle farklı branştan bir çok doktora giden ancak tanısı uzmanlık gerektirdiği için yıllarca tanı konulamamış hastalar var. Pelvik Konjesyon Sendromu’nun tanısı için pelvik muayeneyi de içeren fizik muayene ve tıbbi öyküyle başlanıyor. Muayene sırasında doktor, ağrının nereden kaynaklandığını saptamaya çalışmak için yumurtalıklar, serviks ve rahimde hassasiyet olup olmadığını kontrol ediyor. Görüntüleme metotları, doktorun kronik pelvik ağrıya neden olan diğer durumları ekarte etmesine ve damarlarda PKS ile potansiyel olarak ilişkili düzensizlikleri görmesine yardımcı oluyor. Tercih edilen başlıca görüntüleme yöntemlerini; ultrason, MR veya CT taraması, pelvik venografi ve laparoskopi oluşturuyor. Hastanın mevcut tablosuna göre gerekli tetkikler yapılarak teşhis konulabiliyor.”

  1. Tedavisi mümkün!

Pelvik Konjesyon Sendromu’nun tedavisinin mümkün olduğunu vurgulayan Doç. Dr. Ahmet Arnaz, östrojen üretimini baskılayan ilaçların ağrıyı azaltabildiğini, ilaç tedavisinin yeterli olmadığı durumlarda ise cerrahi yöntemler veya minimal invaziv tekniklere başvurulduğunu söylüyor. Doç. Dr. Ahmet Arnaz “Bu sayede yumurtalık damarlarının embolizasyonu (tıkanması) sağlanabiliyor. Ayrıca kanın geri akışını önleyerek damarları bağlamak için laparoskopi tercih edilebiliyor. Yumurtalık ve pelvik varis embolizasyonu geçiren kadınların iyileşme süresi bacak varislerinin tedavi sürecine benziyor. Genellikle ilk 24 saat içinde ağrı tedavisi için bir gece hastaneye yatış gerektiriyor. Bundan sonra hasta taburcu ediliyor ve ağrı kesici ilaç kullanılabiliyor” diyor.

 

Depresyon sandığınız aslında zatürre olabilir!

Depresyon sandığınız aslında zatürre olabilir!

Pnömoni, toplumda yaygın bilinen adıyla zatürre, virüs veya bakteriler nedeniyle akciğer dokusunda bulunan hava keseciklerinin enfeksiyonu olarak tanımlanıyor. Mikropların kolayca yayıldığı kapalı ortamlarda sık zaman geçirilmesi, soğuyan havanın vücut direncini düşürmesi ve grip gibi üst solunum yolu enfeksiyonlarındaki artış nedeniyle, zatürre sonbahar ve kış aylarında daha sık görülüyor. Zatürre günümüzde erken tanı ve tedaviyle vücutta hasar bırakmadan geçebiliyor. Ancak bebekler, küçük çocuklar, bağışıklık sistemi düşük olanlar ve ileri yaştaki kişilerde tedavide gecikildiğinde ciddi solunum sorunlarına yol açabiliyor, hatta hayatı tehdit edebiliyor. Bu nedenle zatürreden korunmak yaşamsal öneme sahip oluyor. Acıbadem Bakırköy Hastanesi Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Süha Alzafer, zatürreye karşı almamız gereken 8 kuralı anlattı; önemli öneriler ve uyarılarda bulundu.

Dr. Süha Alzafer

Depresyon değil ‘zatürre’ olabilir!

Zatürre belirtileri soğuk algınlığı ve grip hastalıklarıyla ortak belirtilere sahip olsa da, genellikle daha uzun sürüyor. Öksürük ile sarı, yeşil, paslı ve bazen kanlı balgam çıkarma, göğüs ağrısı, ateş, titreme, halsizlik, iştahsızlık ile baş ağrısı, zatürrenin başlıca belirtilerini oluşturuyor. Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Süha Alzafer, bu yakınmalara bulantı, kusma, ishal ve karın ağrısının da eşlik edebileceğini belirterek, “Ayrıca özellikle ileri yaştaki hastalarda bu belirtilerin hiçbirinin olmayabileceği unutulmamalı. Zatürre bazen sadece kişilik değişikliği veya depresyon belirtileriyle bile sinyal verebiliyor.” diye konuşuyor.

Zatürreye karşı 8 etkili öneri

Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Süha Alzafer zatürreden korunma yöntemlerini şöyle sıralıyor:

  • Maskesiz olmaz! Kapalı ve kalabalık ortamlarda maske kullanmayı asla ihmal etmeyin. Zira maske zatürre mikroplarına maruziyeti azaltıyor. Maskenizi 6-8 saatten uzun süre kullanmamanız da çok önemli.
  • Aşınızı yaptırın: Özellikle altta yatan kronik hastalığı olan kişilerin 55 yaşından ve sağlıklı olan kişilerin 65 yaşından itibaren pnömokok aşısı yaptırmaları tavsiye ediliyor. Daha erken yaşta olup zatürre geçirenlerde de zatürre aşısı öneriliyor. 5-10 yıl koruyucu olabilen zatürre aşısını yılın her döneminde yaptırabilirsiniz. Dolaylı olarak zatürreden koruması nedeniyle grip aşısının da her yıl yaptırılması tavsiye ediliyor.
  • Ellerinizi sık sık yıkayın: Mikropların bulaşmalarını önlediği için zatürreden korunmada elleri sık sık yıkamak da büyük önem taşıyor. Özellikle toplu bulunulan ortamlarda bir yere dokunduktan sonra ve yemeklerden önce ellerinizi en az 20 saniye boyunca sabunla yıkamayı alışkanlık edinin.
  • Kapalı ortamlarda bulunmayın: Solunum yoluyla kolayca bulaşabildiği için kapalı ortamlarda mümkün olduğunca bulunmayın. Eğer bulunmak zorundaysanız maskenizi mutlaka kullanın.
  • Odayı sık sık havalandırın: Bulunduğunuz ortamdaki mikrop miktarının azalmasını sağlayacağı için odanızı her gün en az 3 kez olacak şekilde 15’er dakika havalandırın. Dikkat etmeniz gereken bir başka nokta da, klimaların temizliği olmalı.
  • Sağlıklı beslenin, düzenli uyuyun: Bağışıklık sisteminizin güçlü olması için dengeli ve düzenli beslenin, uyku düzeninize dikkat edin.
  • Sigara ve alkolden uzak durun: Bağışıklık sistemini baskılayıcı etkileri nedeniyle sigara ve alkolden kaçının.
  • Bol bol su için: Burun ve ağız bölgesine ulaşan mikroplar kuru zeminlere daha kolay yerleşebiliyorlar. Bu nedenle her gün 2-2.5 litre suyu gün içine dağıtarak tüketmeye özen gösterin.

Pause Dergi

İstirahat ve bol sıvı önemli

Zatürre tanısı konulduğunda öncelikle tedavinin hastanede yatarak mı, yoksa ev ortamında mı gerçekleştirileceğine karar veriliyor. Bu kararda hastalığın ağırlık derecesi, fizik muayene bulguları, röntgendeki yaygınlık derecesi, altta yatan başka bir hastalığın varlığı ve hastanın yaşı gibi kriterler göz önüne alınıyor. Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Süha Alzafer, hastaneye yatırılan hastalarda damardan antibiyotik tedavisi uygulandığını belirterek, tedavi sürecini şöyle anlatıyor: “Antibiyotiğin yanı sıra sıvı takviyesi, ağrı kesici ve ateş düşürücü ilaçlar ile balgam söktürücü ilaçlar veriliyor. Bazen hastanın yoğun bakım koşullarında tedavisi de gerekebiliyor. Ev ortamında tedavi edilen hastalarda da yine aynı tedavi uygulanıyor. İstirahat etmek ve bol su içmek de hastalığın geçmesini hızlandırıyor.”

İlk üç parmakta karıncalanma varsa… Dikkat!

İlk üç parmakta karıncalanma varsa… Dikkat!

Elinizde güçsüzlük ve çabuk yorulma sorunundan yakınıyor musunuz? Özellikle ilk üç parmağın tamamında ve 4. parmağın yarısında karıncalanma hissi oluyor mu?  Bu şikayetleriniz genellikle geceleri sizi uyandıracak kadar şiddetleniyor mu? Yanıtınız ‘evet‘ ise dikkat edin, zira nedeni klavye ile mouse’u sık kullanan kişileri daha çok tehdit eden ve tedavi edilmezse yaşam kalitesini oldukça düşürebilen ‘Karpal tünel sendromu’ olabilir!

Karpal tünel sendromu; el parmaklarının hareketi ile hissinin sağlanmasında önemli rol oynayan ve ‘median sinir’ olarak adlandırılan yapının el bileği hizasında sıkışmasıyla ortaya çıkan tabloya deniyor. Özellikle klavye ve mouse kullanımı sırasında el bileğini sürekli bükülü pozisyonda tutmak zorunda kalan veya el ile el bileğine sık yük oluşturan işlerde çalışanları tehdit ediyor. Karpal tünel sendromu başlangıçta çok önemsenmeyen şikayetlere neden olsa da, ilerleyen dönemlerde parmaklarda gece uykudan uyandıracak şiddette uyuşma ve ağrıya yol açabiliyor. Tedavide geç kalındığında ellerde kalıcı sinir ve kas kaybına neden olarak yaşam kalitesini ciddi boyutlarda düşürüyor. Öyle ki hastalar yazı yazmak ve nesneleri tutmak gibi aktiviteleri yapmakta büyük sorun yaşıyor; hafif bir poşet dahi taşıyamaz hale gelebiliyorlar. Bu nedenle karpal tünel sendromuna erken dönemde müdahale edilmesi son derece önem taşıyor. Acıbadem Bakırköy Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı Prof. Dr. Özgür Çetik geç kalınmadığı takdirde karpal tünel sendromunun ameliyata ihtiyaç duyulmadan tedavi edilebildiğine dikkat çekerek, “Bu nedenle 1. 2. ve 3 parmaklarda karıncalanma hissedildiğinde vakit kaybetmeden bir ortopedi uzmanına başvurmak gerekiyor. Erken dönemde ilaç ve fizik tedaviyle hastalığın ilerlemesi önlenebiliyor, hatta tam iyileşme sağlanabiliyor.” diyor.

Pause Dergi

Prof. Dr. Özgür Çetik

Uzun süreli basınca maruz kalınca…

Median sinirinin görevi; başparmak, işaret parmağı ve orta parmağın tamamı ile yüzük parmağının ½ dış yarısının hissetmesini sağlamak. Ayrıca parmakların birtakım ince hareketleri yapmaları ile kasların çalışmasında da rol alıyor. Median sinir, el bileğinin iç kısmında, parmakları hareket ettiren tendonlar ile beraber karpal tünel denen dar bir alan içinden geçiyor. Bu sinirin karpal tünel içinde bir şekilde uzun süreli basınca maruz kalması karpal tünel sendromuna neden oluyor.

İlk üç parmakta karıncalanma varsa, dikkat!

Karpal tünel sendromunun belirtileri genellikle yavaş gelişiyor. Başlangıç döneminde ilk bulgular çoğunlukla elde güçsüzlük, çabuk yorulma ve özellikle ilk üç parmağın tamamında ve 4. parmağın yarısında karıncalanma hissi oluyor. Prof. Dr. Özgür Çetik, ilerleyen dönemlerde ağrının şiddetlenmesinin yanı sıra parmaklarda uyuşmaların da başladığını belirterek, “Ağrı ve uyuşukluk hissi genellikle geceleri hastayı uykudan uyandıracak kadar şiddetli olabiliyor ve belirtiler hasta elini salladığında ya da bileğini hareket ettirdiğinde azalıyor” diyor. Çok ilerlemiş durumlarda ise başparmak tabanının çevresindeki kaslarda erime ve buna bağlı başparmakta güçsüzlük sorunu başlıyor.

El bileğinizi çok sık kullanmayın

Karpal tünel sendromu kadınlarda ve 40-60 yaş arasında daha sık görülüyor. Ancak çoğunlukla belirgin bir sebep bulunamıyor. Karpal tünel boşluğunda median sinirini sıkıştıran ya da tahriş olmasına yol açan hemen her etken bu sendroma yol açabiliyor. El bileğinin çok sık kullanılması en sık görülen nedenini oluşturuyor. Sendrom ayrıca median sinirine hasar verebilen veya baskı yapabilen diyabet, romatoid artrit, hipotiroidi, obezite ve gut gibi çeşitli hastalıkların etkisiyle de oluşabiliyor. Hamilelik döneminde vücutta ödem artışı karpal tünel içinde basınç artışına, bu tablo da geçici olarak karpal tünel sendromu belirtilerinin oluşmasına yol açabiliyor.

Son çare ameliyat oluyor!

Karpal tünel sendromunun başlangıç döneminde, el bileği hareketlerinin ateller ile kısıtlanması ve antiinflamatuar ilaçların yanı sıra ultrason ile elektriksel sinir uyarısı gibi fizik tedavi yöntemleri semptomları hafifletebiliyor. Steroid enjeksiyonları da sinir çevresindeki şişlikleri azaltarak semptomların gerilemesine yardımcı olabiliyor. Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı Prof. Dr. Özgür Çetik, birkaç ay süresince geçmeyen ve bileklik gibi konservatif önlemlere rağmen devam eden karpal tünel sendromlarında ise çözümün ameliyat olduğunu belirterek, şöyle devam ediyor: “Avuç içi ile el bileği arasında yapılan 3 cm’lik bir kesiyle karpal tüneline ulaşılıyor. Ardından tünelin çatısını oluşturan transvers karpal ligament tamamen kesilerek tünel açılıyor. Böylece sinir üzerindeki baskı ortadan kalkıyor. İlerlemiş tablolarda ise median sinirinin kalınlaşmış sinir kılıfına mikroskop altında sinir serbestleştirilmesi yapmak gerekiyor.”

Pause Dergi

İyileşme süresi 3-6 ayı buluyor

Ameliyatın ardından ilk aydan sonra şikayetlerde belirgin bir azalma hissediliyor. İyileşme dönemi sinirdeki hasara bağlı olarak 3-6 ay arasında değişiyor. Karpal tünel sendromunda ameliyat ile genellikle tam iyileşmenin mümkün olduğunu belirten Prof. Dr. Özgür Çetik, “Ancak bazı çok ağır ve geç kalınmış tablolarda ameliyattan sonra şikayetler azalsa da tümüyle geçmeyebiliyor. Ayrıca hastanın sigara içmesi, yeterince beslenmemesi ve ileri yaşta olması gibi faktörler cerrahi tedaviden alınacak sonucu olumsuz olarak etkileyebiliyor.” uyarısında bulunuyor.

Karpal tünel sendromuna karşı 7 öneri!

  • Klavye ve mouse kullanırken bileklerinizi uzun süre bükülü tutmamaya özen gösterin.
  • Mouse tutarken bileğinizi uzun süre basıya yol açacak şekilde masanın kenarında tutmayın.
  • Uzun süreli mouse kullanımı gerektiren işlerde bilek destekli mouse pedler veya joystick şeklinde tasarlanmış mouseları tercih edin.
  • Ellerinizi ve dirseğinizi yoracak şekilde ağır yük kaldırmaktan kaçının. Ellerinizle çok sık yük taşımayın.
  • Uzun süre hareketsiz kalmak da sinirleri sıkıştırabildiği için sık sık hareket edin.
  • Düzenli spor yaparak eklem, kas ve bağlarınızın güçlü kalmasını sağlayın.
  • Diyabet ve tiroit hastalıklarınız varsa mutlaka kontrol altında tutun.

Yutulabilir mide balonu ile ‘ameliyatsız’ zayıflama!

Yutulabilir mide balonu ile ‘ameliyatsız’ zayıflama!

Diyetlerden egzersizlere, cihazlardan ameliyatlara… Tüm dünyada obezitenin yaygın bir sorun haline gelmesi nedeniyle fazla kilolardan kurtulmaya yönelik yöntemler her geçen gün çok daha fazla rağbet görüyor. Bu yöntemlerden biri de, son yıllarda adını sıkça duyduğumuz, yutulabilir mide balonu! Cerrahi müdahale olmadan vücuda yerleştirilmesi, anestezi gerektirmemesi ve vücutta kendiliğinden erime özelliğine sahip olması gibi sağladığı önemli faydalar sayesinde, ‘yutulabilir mide balonu’ obezite tedavisinde sıkça tercih edilen yöntemlerden oldu.

Acıbadem Bakırköy Hastanesi Genel Cerrahi Uzmanı Doç. Dr. Eyüp Gemici, yeni nesil mide balonu olarak tanımlanan yutulabilir mide balonunun hasta takibinde de büyük bir yenilik getirdiğine dikkat çekerek, “Yutulan balonun doğal yolla vücuttan çıkabilmesi, diğer balonlar için mecburi olan yeniden hastaneye başvurma, endoskopi ya da anestezi gerekliliği gibi durumları ortadan kaldırıyor. Ayrıca hekim ile diyetisyen takipleri online ortamda, istenilen her an gerçekleştirilebiliyor.” diyor. Acıbadem Bakırköy Hastanesi Genel Cerrahi Uzmanı Doç. Dr. Eyüp Gemici, yutulabilir mide balonu hakkında en çok merak edilen 10 soruyu yanıtladı; önemli önerilerde bulundu.

Pause Sağlık, Pause Dergi

Doç. Dr. Eyüp Gemici

SORU: Yutulabilir mide balonu nedir?

CEVAP: Yutulabilir mide balonu; su ile yutulan, endoskopi ve anestezi gerektirmeyen, yeni nesil mide balonudur. Midede yer kaplayarak ve gıdaların mideden geçiş hızını yavaşlatarak iştahın azalmasını sağlıyor. Ayrıca mide içerisinde kapladığı hacim sayesinde az miktarda gıdayla doyulmasına imkan tanıyor. Şişmanlığın geçici tedavisinde kullanılan yöntem, kilo kaybına ve kaybedilen kiloların korunmasına yardım ediyor. Ayrıca obezite ameliyatı olacak hastaların ameliyat öncesinde zayıflamalarına ve bu sayede cerrahi risklerinin azalmasına yardımcı oluyor. Bir vitamin kapsülü boyutlarında üretildiği için kolay yutulabiliyor. Yutulabilir balonun çeperlerinin inceliği sayesinde de bağırsaklardan rahatlıkla geçerek dışkı yoluyla atılabiliyor. İnce olması delinebileceği ya da mide asidine dayanamayacağı anlamına gelmiyor, zira obezite tedavisinde kullanılan diğer balonlar kadar dirençli olacak şekilde üretiliyor.

SORU: Herkes faydalanabiliyor mu?

CEVAP: Yutulabilir mide balonu 18-65 yaş arasındaki kişilerde uygulanabiliyor. Yöntemden en fazla beden kitle indeksi 27 – 35 arasında olan kişiler fayda görüyor. Daha ileri yaş ve adolesan döneminde de uygulanmasına yönelik çalışmalar devam ediyor, ancak henüz tam bir prosedür mevcut değil. Anestezi gerektirmemesi nedeniyle, özellikle anestezi almasında engeli olan, anestezi almak istemeyen ve daha fazla beden kitle indeksi olup ameliyat olmak istemeyen kişiler için son derece ideal bir yöntem olarak kabul ediliyor.

SORU: Yöntem nasıl uygulanıyor?

CEVAP: Yutulabilir mide balonu yönteminde anestezi ve endoskopiye gerek olmuyor. Vitamin hapları boyutunda, kapsül formunda sıkıştırılmış bir tasarıma sahip olan mide balonu, bol su eşliğinde hap yutar gibi yutuluyor. Kapsül ucunda bir bağlantı aparatı bulunuyor ve bununla balonun şişirilmesi sağlanıyor. Balonun midede doğru yere konumlandığını tespit etmek için röntgen çekilerek doğrulama yapılıyor. Ardından, işlemi gerçekleştiren hekim, balonun ucundaki aparat vasıtasıyla balonu sıvıyla şişiriyor. Doç. Dr. Eyüp Gemici, “Şişirmek için kullanılan sıvının vücuda olumsuz bir etkisi olmuyor” diyerek, şöyle devam ediyor: “Balon 500-550 cc sıvıyla şişirildikten sonra yeniden röntgen çekiliyor. Artık sıvıyla dolmuş olan balonun son yeri kontrol ediliyor. Yapılan sıkı kontrollerin ardından balonun ucundaki aparat nazikçe çekiliyor ve ağızdan dışarı alınıyor. Böylece işlem tamamlanmış oluyor.”

SORU: Balonu yutarken zorluk çekiliyor mu?

CEVAP: Yöntemin uygulandığı hastalar ‘ya balonu yutamazsam’ kaygısına kapılabiliyorlar. Genel Cerrahi Uzmanı Doç. Dr. Eyüp Gemici, hastaların çok büyük bir kısmının balonu zorlanmadan yutabildiğine dikkat çekerek, “Ancak her şeye rağmen yutmakta zorluk yaşayan kişilerde ince bir kılavuz yardımıyla, balon, hekim tarafından mideye gönderilebiliyor” diyor.

SORU: İşlem ne kadar sürede tamamlanıyor?

CEVAP: Yutulabilir balon uygulaması ortalama 20 dakika süren bir yöntem. Bu süre boyunca hasta bilinci açık halde hekimle sürekli iletişim halinde oluyor.

SORU: Hasta hemen taburcu olabiliyor mu?

CEVAP: İşlem tamamlandıktan sonra hasta evine gönderiliyor. İşe dönüş süresi ise alışma dönemine bağlı olarak 2 – 5 gün arasında değişiyor.

Pause Sağlık, Pause Dergi

SORU: Yöntemle kaç kilo verilebiliyor?

CEVAP: Yutulabilir mide balonu midede ortalama 4 – 4,5 ay süreyle kalıyor. Bu süre içerisinde başlangıç kilonun ortalama yüzde 7– 15’inin verilmesi sağlanıyor. Bilimsel birçok çalışmaya göre; mide balonu uygulanan kişilerde kilonun çok büyük bir kısmı ilk 12 haftada kaybediliyor ve 16 haftadan sonra balonunun midede kalmasının kilo vermeye anlamlı bir katkısı olmuyor. Genel Cerrahi Uzmanı Doç. Dr. Eyüp Gemici, buna rağmen yutulabilir mide balonunun 6 ay süren bir program olduğunu belirterek, “Çünkü burada amaçlanan şey sadece kilo kaybı sağlamak değil, aynı zamanda balonun yerleştirildiği ilk günden itibaren benimsetilen sağlıklı beslenme alışkanlığının balon vücuttan çıktıktan sonra da devam ettirilebilmesi. Böylelikle mevcut kilonun korunması sağlanıyor ve kiloların geri alınması önlenebiliyor.” diyor.

SORU: Balon mideden nasıl çıkartılıyor?

CEVAP: Yutulabilir mide balonunu vücuttan çıkartmak için herhangi bir işleme gerek olmuyor. Yüksek teknolojiyle üretilen balonun üzerinde eriyebilen bir valf bulunuyor. Ortalama 4 aylık süre sonunda valfın erimesiyle birlikte balonun içindeki sıvı boşalıyor. Böylelikle hacmi kaybolan balon bağırsaklara geçerek dışkı yoluyla vücuttan atılıyor. Oldukça ince üretilmiş balonun vücuttan atılması çoğu kişi tarafından hissedilmiyor.

SORU: Riskli bir işlem mi?

CEVAP: “Alışma dönemi olarak adlandırılan ilk üç gün içerisinde, tüm balon uygulamalarında görülen bulantı ve kramp, yutulabilir mide balonunun en sık ortaya çıkan yan etkilerindendir.” bilgisini veren Genel Cerrahi Uzmanı Doç. Dr. Eyüp Gemici “İlaç desteği ile beslenme önerilerinin yanı sıra midenin balonu kabullenmesiyle birlikte bu doğal süreç atlatılabiliyor. Yüzde 3 oranında ise her şeye rağmen şikâyetleri gerilemeyen kişilerde balonun çıkartılması gerekebiliyor. Çok düşük ihtimallerde de, gastrit, ülser ve reflü gibi yan etkiler görülebiliyor.” diyor.

SORU: Uygulama sonrasında nelere dikkat etmek gerekiyor?

CEVAP: Yutulabilir mide balonu uygulaması sonrasında hastanın alışma dönemini rahat geçirmesi için hekimi tarafından reçetesi düzenleniyor ve ilk birkaç gün için uyulması gereken sıvı ile yumuşak diyet programı hakkında bilgilendirme yapılıyor. Alışma dönemi tamamlandıktan sonra diyetisyenle birlikte hazırlanan kişiye özel sağlıklı beslenme programıyla takip süreci başlıyor.

Sakinleştiren gıdalar

Sakinleştiren gıdalar

Günden güne daha da karmaşıklaşan yaşam şartlarına, değişen dünyaya ve gelişen teknolojiye adapte olmaya çalışırken, stresle karşı karşıya gelebiliyoruz. Stresin kökenini bulmak elbette çözüm arayışı için daha doğru bir adım. Ancak stresli durumlarda, hormonal dengenin düzenlenmesine yardımcı olarak zihnimizi ve psikolojimizi olumlu yönde etkileyen besinlerden destek almamız da fayda sağlayabiliyor. Acıbadem Bakırköy Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Sıla Bilgili Tokgöz, doğru besinlerle ve yeterli miktarda hazırlanmış bir beslenme programıyla stresinizi azaltıp, kaygılarınızı hafifletebileceğinize dikkat çekerek, “Böyle dönemlerde stresinizi minimize edecek yiyeceklere beslenme programınızda daha çok yer verebilirsiniz. Bu besinler, mutluluk ve haz ile ilişkili endorfin, seratonin ile dopamin hormonlarını aktivite ediyorlar. Böylece kendinizi daha iyi hissedersiniz. Ancak toksik olan dozdur. Besinleri mutlaka porsiyonuna uygun tüketmeye özen gösterin.” diyor. Acıbadem Bakırköy Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Sıla Bilgili Tokgöz, sakinleştiren 8 besini anlattı; önemli öneriler ve uyarılarda bulundu!

Pause Sağlık, Pause Dergi

Beslenme ve Diyet Uzmanı Sıla Bilgili Tokgöz

Avokado

Folik asit, beyin fonksiyonlarının devamında son derece önemli bir rol oynuyor. Ayrıca B12 ve B6 vitaminleri ile folik asit, bilişsel performans ve ruh halini de olumlu etkiliyorlar. Diğer tüm meyvelerden daha fazla folik asit içeren avokadonun sadece dörtte birinde bile çok yüksek oranda B grubu vitaminleri mevcut. Bu sayede strese karşı son derece etkili olan meyveler arasında ilk sıralarda yer alıyor.

Yaban mersini

Yaban mersini C vitamini, flavonoidler ve polifenollerden zengin bir besin. Bu antioksidanlar beynin ‘iyi hissetme’ kimyasalı olan seratonin salgısı için gereken triptofanın yıkımını azaltıyor, kan dolaşımının iyileştirilmesine ve hafızanın geliştirilmesine yardımcı oluyorlar. Böylelikle genel sağlıkta iyileşme sağlıyorlar. Yaban mersini içerdiği C vitamini sayesinde stresle başa çıkmaya da destek veriyor.

Muz

Muz içeriğindeki triptofan aminoasidi sayesinde mutlulukla ilişkili olan serotonin adlı nörotransmitterin salgılanmasına destek veriyor. Serotonin uyku, iştah ve dürtü mekanizmasını düzenliyor. Artmış serotonin seviyesi, ruh halinin iyi olmasını sağlayarak stresle baş edebilmeye yardımcı oluyor.

Badem ve fındık

Badem, fındık, fıstık ve kaju gibi triptofandan zengin olduğu bilinen sert kabuklu yemişlerin tüketilmeleri de stresi azaltmada etkili oluyor, kaygıların yatışmasına katkı sağlıyor. Serotonin sayesinde beyine ve vücudun diğer kısımlarına, kişinin iyi hissettiğine dair sinyaller gidiyor. Beslenme ve Diyet Uzmanı Sıla Bilgili Tokgöz, sert kabuklu yemişlerin çinko ve magnezyum da içerdiklerini belirterek, “Bu iki mineralin besinlerle düzenli olarak alınmasının düşük depresyon oranıyla ilişkili olduğu saptanmıştır” diyor.

Kuşkonmaz

Günlük ihtiyacımız olan folik asidin neredeyse üçte ikisini karşılayan kuşkonmaz, ruhsal strese karşı koruyucu rol üstleniyor. Birçok çalışma folik asidin depresyon tedavisinde etkili olduğunu göstermiş. Yapılan çok sayıda çalışmalarda; depresyon, bipolar bozukluk ve bilişsel işlev bozukluğu olan hastalarda aynı zamanda kan folik asit düzeylerinin de düşük olduğu bildirilmiş.

Papatya

Papatya yatıştırıcı etkisi sayesinde anksiyete sorununda etkili oluyor. Aynı zamanda spazmları çözücü ve yangı giderici özellikleriyle kişinin günün stresinden kurtulmasına ve rahatlamasına katkı sağlıyor. Stresin ilk belirtilerinden biri, “uykusuzluk” olarak biliniyor. Beslenme ve Diyet Uzmanı Sıla Bilgili Tokgöz, “Yatıştırıcı özelliği olduğu için özellikle uykusuzluk problemi olan kişilerin gece yatmadan önce bir fincan papatya içmeleri uygun olur.” diyor.

Pause Sağlık, Pause Dergi

Yer elması

Yer elması, bağırsaklarda yaşayan yararlı dost bakterilerin çoğalmalarını teşvik eden iyi bir prebiyotik kaynağı. Beslenme ve Diyet Uzmanı Sıla Bilgili Tokgöz, “Prebiyotiklerin bağırsak-beyin ekseninde pozitif olarak etki yaptıkları ve bazı psikiyatrik hastalık semptomlarını iyileştirme potansiyelinde oldukları söylenebilir.” diyerek, şöyle devam ediyor: “Özellikle depresyon ile kötü bağırsak florası arasında ciddi bir ilişki var. Bağırsak bakterilerinin dengesi değiştiğinde, yani kötü bakteri sayısı arttığında veya bakteri çeşitliliği azaldığında sadece beyindeki kimyasalların seviyesi değişmiyor, aynı zamanda davranışlarda da belirgin değişimler oluyor ve strese eğilim artabiliyor.”

Yulaf

İçerdiği B6 vitamini sayesinde vücudun haz-mutluluk mekanizmasını aktif eden serotoninin salgılanmasını kolaylaştırıyor. Kahvaltılarda muzlu yulaf lapası tüketmek stresi azaltmaya yardımcı olabiliyor.

Bu besinlerden uzak durun!

Stresi hafifleten besinler olduğu kadar tetikleyen besinler de mevcut. Beslenme ve Diyet Uzmanı Sıla Bilgili Tokgöz, stresli bir yaşantınız varsa bu besinlerden kaçınmanız gerektiğine dikkat çekiyor.

  • Şeker içeriği yüksek içecekler
  • Rafine besinler
  • Kızarmış yiyecekler
  • İşlenmiş etler
  • Rafine tahıllar
  • Bisküvi
  • Yüksek yağlı mezeler
  • Hamur işleri

Dünyada yaklaşık her 3 kişiden biri hareketsiz!

Dünyada yaklaşık her 3 kişiden biri hareketsiz!

Masa başında saatlerce çalışmak, açık havada yapılacak bir yürüyüşün gözümüzde büyümesi, ekran başında fark etmeden saatlerce takılı kalmak, hatta spor yapmak yerine spor videoları izlemek… Bunlar size tanıdık geliyorsa bir an önce önlem almaya başlayın.

Hareketsiz yaşam tarzı günümüzde pek çok hastalığa kapı aralıyor ve hatta erken ölüm riskini artırıyor. Dünyada 1,4 milyardan fazla yetişkin, sadece yeterince egzersiz yapmadığı için ölümcül hastalık riskinde artış ile karşı karşıya kalıyor. Acıbadem Bakırköy Hastanesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Uzmanı Prof. Dr. Şule Arslan, tütün ve alkol tüketimi, aşırı yeme, hareketsizlik gibi sağlık riski oluşturan davranışlar arasında en sık görülenlerin “fazla kilo ve hareketsizlik” olduğuna dikkat çekerek “15 yaş ve üzerindeki nüfusun yaklaşık yüzde 31’inde fiziksel aktivite yetersiz ve bu her yıl yaklaşık 3,2 milyon insanın ölümüne neden oluyor. Hareketsiz bir yaşam tarzı olan bireylerin erken ölüm riski yüzde 22 ila 49 daha yüksek. Bunlar ciddiye alınması gereken veriler.” diyor.

Pause Sağlık, Pause Dergi

Prof. Dr. Şule Arslan

Kanser, metabolik hastalıklar, kalp damar sorunları…

Hareketsiz bir yaşam tarzının, insan vücudunu farklı mekanizmalar yoluyla etkilediğine değinen Prof. Şule Arslan, şunları söylüyor: “Hareketsizlik insan vücudunda istenmeyen olumsuz etkilere neden olur. Tüm nedenlere bağlı ölüm riski yükselir. Kalp damar hastalıklarına bağlı ölümlerde, kanser ve metabolik hastalık riskini (diyabet, hipertansiyon ve dislipidemi gibi) arttırır. Kas iskelet sistemi hastalıkları (eklem ağrısı, kemik erimesi), depresyon ve bilişsel yetersizlik bunlara örnek olarak verilebilir. Uzun süreli hareketsiz yaşam uykusuzluk ve uyku bozuklukları gelişmesi ile de ilişkilidir.”

İşte hareketsiz yaşamın yol açtığı 6 hastalık

Diyabet

İnsülin direnci ve diyabet, hareketsiz yaşamın hızla yaygın hale getirdiği iki önemli sorun.

Araştırmalar Tip 2 diyabet riskinin hareketsiz kişilerde yüzde 112 daha yüksek olduğuna dikkat çekiyor. Günde bin 500 adımdan az yürüyen, uzun süre oturan ve kalori tüketimine dikkat etmeyen bireylerde insülin direnci daha sık görülüyor.

Hipertansiyon ve kan yağlarındaki bozukluklar

Türkiye’de de ölümlerin en büyük nedenlerinin başında kalp ve dolaşım hastalıkları (iskemik kalp hastalığı ve inmeler) ve kanser geliyor. Hareketsizlik kan basıncı değişikliklerine neden olduğu gibi kolesterol ve insülin duyarlılığında değişime de yol açıyor.  Bu hastalıklardan korunmanın birinci adımı ise sağlıklı beslenme ve hareketli yaşam sürmek.

Obezite

Hareketsiz geçirilen sürenin yüzde 10 artmasıyla bel çevresi ölçümlerinde 3.1 cm artış olduğunu gösteren çalışmalar mevcut. Yürüme veya ayakta durma gibi basit aktivitelerde bile enerji harcanıyor; bu tip düşük düzeyde enerji harcanması “egzersiz dışı aktivite termogenezi” olarak adlandırılıyor. Bu tip enerji tüketimini bile kilo almaya karşı savaşmaya yardımcı olabiliyor. Oturma veya yatma gibi düşük enerjili aktivitelerin süresinin artması egzersiz dışı aktivite ile yakılan kalorileri sınırlandırıyor. Araştırmalar, obez kişilerin, ortalama bir bireye kıyasla günde 2 saat daha fazla oturduğunu gösteriyor.

Pause Sağlık, Pause Dergi

Kas ve iskelet sistemi hastalıkları

Hareketsiz yaşam; kemik erimesi, eklem ağrıları ve duruş bozukluğuna neden oluyor. Hareket etmemek kemik mineral yoğunluğunu da azaltıyor. 50 yaş üzeri kadınlarda hareketsiz geçirilen zaman yerine en az 30 dakika hafif fiziksel aktivite yapmak kırık riskini yüzde 12 azaltıyor. Günlük 10 saat ve üzerinde hareketsiz zaman geçirenlerde diz ve eklem ağrısı oluşuyor. Uzun süreli oturarak çalışan kişilerde ise duruş bozuklukları, sırt ve boyun ağrısı gelişiyor.

Kanser

Hareketsiz geçirilen zaman genel kanser riskini yüzde 20 artırıyor. Uzun süreli oturmanın kolorektal, rahim, yumurtalık ve prostat kanseri riskini artırdığı, özellikle kadınlarda kansere bağlı ölümleri artırdığı biliniyor. Başka bir araştırmada ise artan toplam oturma süresi ile kolon ve rahim kanseri arasında doğrudan bağlantı olduğu gösterildi.

Kırılganlık

Kırılganlık (zayıflık), vücudun hastalıklara karşı daha kırılgan hale gelmesi durumu olarak tanımlanıyor. Kırılganlığa yol açan çoklu faktörlerin arasında hareketsizlik ilk sıralarda geliyor. Kırılganlık kişinin hastalık veya yaralanmalarda iyileşme-toparlanma yetisini azaltıyor, kırılgan yaşlıların hastaneye yatış olasılıkları da artıyor. Günlük yaşamlarında daha uzun süre oturan bireylerin ileri yaşlarda daha kırılgan olma olasılıkları artıyor. Günlük oturma süresinin kısalması ile kırılganlık gelişme riski de azalıyor.

20-30 dakikada bir ayağa kalkın

Uzun süreli oturmanın sağlık için son derece zararlı olduğunu vurgulayan Prof. Arslan, “Masa başında çalışan kişiler, 20- 30 dakika gibi düzenli kısa aralıklarla ayağa kalkmalı veya yürümelidir; mesai arkadaşları ile bazı görüşmeleri ayakta yapmayı veya ofis içinde evrak alışverişi için kısa süreli yürümeyi alışkanlık haline getirebilirler” diyor.

Uykusuzluk ve düzensiz beslenmenin insanları hareketsizliğe iten başlıca nedenlerden olduğuna dikkat çeken Prof. Dr. Şule Arslan şu önerilerde bulunuyor:

“Hareket, sağlıklı beslenme ve kaliteli uyku, insan hayatının olmazsa olmazlarındandır. Yaşam kalitesini ve yaşam süresini daha uzun kılmak için bu 3 kurala uymak çok önemli. Hareketi, hayatımızda bir davranış alışkanlığı haline getirebilirsek, sağlığımızı korumuş oluruz.”

Böbrek taşında bu yanlışlara düşmeyin!

Böbrek taşında bu yanlışlara düşmeyin!

Yeterince su içmemek, aşırı tuzlu yemek, uzun süre yüksek proteinli diyetler yapmak ve hareketsizlik gibi birçok etkenle böbrek taşının görülme sıklığı son yıllarda giderek artıyor. Günümüzde daha çok 20-50 yaşları arasında tespit edilen ve erkeklerde kadınlara göre daha sık görülen böbrek taşının tekrarlayabilen bir hastalık olduğunu belirten Acıbadem Bakırköy Hastanesi Üroloji Uzmanı Prof. Dr. Enis Rauf Coşkuner “Böbrek taşı görülen hastaların yüzde 50’sinde 10 yıl içinde yeniden taş oluşabiliyor. Böbrek içinde oluşan taşlar genelde sinsice ilerleyip tesadüfen tespit edilirken, böbrekten idrar yollarına doğru hareketlenen taşlar ise şiddetli yan ağrısı, bulantı, kusma, idrar yapım şikayetleri, idrarda kanama, ateş gibi gürültülü bir tabloyla karşımıza çıkabilir. Taş düşürmeye ilişkin ağrı, insanın duyabileceği en şiddetli ağrılardan biri olarak kabul edilir. Teşhisin bir an önce netleştirilip ağrının acil olarak giderilmesi ilk yapılması gerekendir.” diyor. Böbrek taşının tedavisinde; düşürülebilecek boyutlar için medikal tedavi, kırılması uygun taşlarda uygulanabilen vücut dışı taş kırma yöntemleri ve her ikisi için de uygun olmayan taşlarda endoskopik yöntemlerle taşa cerrahi olarak müdahale uygulandığını belirten Prof. Dr. Enis Rauf Coşkuner, yaygın görülen bu hastalığa dair halk arasında doğru bilinen yanlışların da tanı ve tedaviyi geciktirdiğini söylüyor. Üroloji Uzmanı Prof. Dr. Enis Rauf Coşkuner, böbrek taşında toplumda doğru sanılan 7 yanlışı anlattı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

Pause Sağlık, Pause Dergi

Prof. Dr. Enis Rauf Coşkuner

“Taşı düşürdüm, kurtuldum!” YANLIŞ!

DOĞRUSU: Genellikle şiddetli ağrılar geçince hasta taşını düşürmüş olabileceğini, hastalığın artık tekrarlamayacağını düşünüyor. Oysa hastanın taş düşürme tedavisi sürecinde ve bu sürenin bitiminde mutlaka doktor kontrolünde olması gerekiyor. Zira taşın düştüğü tam tespit edilmeden tedavi sürecinin tamamlanmış sayılmayacağını belirten Prof. Dr. Enis Rauf Coşkuner “Taş düşürdüğü tespit edilen hastaya, düşürebileceği bir taşı mevcutsa, medikal düşürme tedavisi ve ek öneriler yapılabilir.” diyor.

“Böbrek taşları için en ideal tedavi su içmektir!”: YANLIŞ!

DOĞRUSU: Böbrek taşları için sıvı alımının artırılması, bunun da çoğunlukla su ile karşılanması şüphesiz çok önemli. Ancak böbrek taşı tedavisi için sadece su içmek yeterli değil. Günde en az iki veya üç litre su içmekte fayda var. Fazla sıvı alımının da olumsuz etkileri olabileceği hatırda tutulmalıdır.

“Taş düşürmede kaynak suları ve bitkisel tedavi çok faydalı!”: YANLIŞ!

DOĞRUSU: Taş için medikal tedavinin mutlaka bir ürolog tarafından önerilmesi gerektiğini belirten Prof. Dr. Enis Rauf Coşkuner şöyle konuşuyor: “Herkesin taşı kendine özeldir. Taş düşüren diğer tanıdıklardan veya çevreden alınan bilgi kişide yanlış sonuçlar doğurabilir. Kişinin idrar yollarının anatomik yapısı, taşın yeri ve büyüklüğü, böbrek fonksiyonlarına olan etkisi, beraberinde başka hastalık varlığı veya ilaç kullanımı gibi pek çok özellik dikkate alınarak tedavi planı yapılmalıdır. Taşın yok olmasını sağlayacak veya düşmesini kolaylaştıracak mucizevi bir su veya bitki şu ana kadar bilimsel olarak kanıtlanmamıştır. Üstelik bitkisel içerikli ve tedavi kanıt düzeyi çok düşük yöntemler çok ciddi tehlikelere yol açabilir.”

“Her yan ağrısı böbrek taşından kaynaklanır!”: YANLIŞ!

DOĞRUSU: Prof. Dr. Enis Rauf Coşkuner “İdrar yollarında tespit edilen taşlarda yan ağrısı önemli bir bulgu olmakla birlikte bu her zaman geçerli değildir. Bu nedenle, ağrı yapabilecek diğer hastalıkları ve komşu batın içi organlara ait hastalıkları ayırıcı tanı da gerekebilir.” diyor.

Pause Sağlık, Pause Dergi

“Taşın kaynağı kalsiyumdur. Diyette bunu kısıtlamak gerekir!”: YANLIŞ!

DOĞRUSU: En sık görülen taş tiplerinde ana bileşen kalsiyum olsa da, sorun kalsiyum alımını kısıtlayarak tedavi edilemiyor. Günlük kalsiyum alımının bilinçsiz bir şekilde düşürülmemesi gerekiyor. Kalsiyum kısıtlaması ancak yapılacak değerlendirme ile tespit edilebilir.

“Taş tedavisinde ameliyat en son çaredir!”: YANLIŞ!

DOĞRUSU: Üroloji Uzmanı Prof. Dr. Enis Rauf Coşkuner “Tedavinizin nasıl planlanacağına  bir ürolog karar vermelidir. Tedavideki sıralamayı veya ilk tedavinin ne olacağını onun kararına bırakmak daha doğru olur. Eğer alternatifiniz varsa hekiminiz size seçenek sunacaktır. Ama bazı koşullarda cerrahi yöntemin ilk seçenek olması gerekebilir.” diyor.

“Ameliyat oldum, bir daha sorunum olmaz!”: YANLIŞ!

DOĞRUSU: Taş hastalığı insan hayatında uzun bir dönemi kapsadığından taş düşürmüş veya ameliyat yapılmış hasta periyodik kontrolde tutuluyor. Böylece yeni taş oluşum riski için hasta takipte olarak erken tespit edilen yeni taşlar daha kolay ve bilinçli bir şekilde tedavi ediliyor. Ayrıca taşın analizi yapılıp, hastanın taş oluşumu için kan ve idrarından yapılan tetkiklerle taş oluşma ihtimalini azaltacak tedbirler alınabilir.

Güneşin zararlı ışınlarına karşı bu önlemleri alın

Güneşin zararlı ışınlarına karşı bu önlemleri alın

Güneşin tüm cömertliğini sergilediği yaz aylarında gerek ruhsal gerekse fiziksel açıdan en yüksek faydayı sağlayabilmek için doğru zamana ve doğru doza çok dikkat etmek gerekiyor. Aksi taktirde zararlı ışınlar fayda yerine sağlığa ciddi şekilde zarar veriyor! Acıbadem Bakırköy Hastanesi Dermatoloji Uzmanı Dr. Belma Bayraktar “Canlıların yaşamını sürdürebilmesi için çok gerekli olan güneş ışınlarının birçok faydalı ve zararlı etkileri vardır. Güneş önemli bir D vitamini kaynağı olmasının yanında ruhsal açıdan rahatlatıcı, ayrıca bazı deri hastalıklarını tedavi edici özelliğe de sahiptir. Ancak toplumda gözardı edilen bazı zararlı etkileri, onarılamayan hasarlar meydana getirebilir. Erken cilt yaşlanması, lekelenmeler, kılcal damar genişlemeleri, cilt kanseri gelişimi, katarakt oluşumu bunlardan en bilinenleridir. Bu nedenle güneşin zararlı etkilerinden hasar almadan nasıl korunacağımızı öğrenmeli, doğru bilinen yanlışları gözden geçirmeliyiz.” diyor. Dermatoloji Uzmanı Dr. Belma Bayraktar, toplumda güneşlenme hakkında doğru bilinen 5 yanlışı anlattı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

Pause Sağlık, Pause Dergi

Dr. Belma Bayraktar

“Tatile gitmeden önce hafif bronzlaşma beni deri kanserinden korur”: YANLIŞ!

DOĞRUSU: Dermatoloji Uzmanı Dr. Belma Bayraktar “Bronzlaşma cihazları dışarıda maruz kaldığımız UV radyasyonundan çok daha fazla zararlıdır. Normal güneş ışığından 2-4 kat fazla UV radyasyonu yayarlar. Bu da deride daha derine işleyerek daha fazla DNA hasarı ve daha yüksek deri kanseri riski  demektir. Bronzlaşma cihazı ile elde edilen hafif bronzluk sadece SPF 3-4 kadar bir koruma sağlar. Bu da bizim önerdiğimiz minimum SPF 30 değerinin oldukça altındadır. Ayrıca ister güneşle olsun ister solaryumla hiçbir şekilde bronzlaşmayı önermiyoruz.” diyor.

Bulutlu havalarda ve gölgede güneşten korunmaya gerek yok: YANLIŞ!

DOĞRUSU: Bulutlar zannedildiği gibi UV radyasyonunu bloke etmez. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre, UV radyasyonunun yüzde 80’i bulutlardan geçerek yeryüzüne ulaşır. Bu nedenle bulutlu havalarda ve gölgede de güneş koruyucu kullanmak gerekiyor. Toplumumuzda güneş ışınlarının öğleden sonra dik gelmediği zamanlarda zararlı olmadığı düşünülürken, bu bilgi gerçeği yansıtmıyor. Bu nedenle güneşten korunmaya yönelik önlemleri almadan dışarı çıkmamak ve güneş ışınlarının yoğun olduğu 10-16 arası güneşe maruz kalmamak gerekiyor.

“UV maruziyetinin yüzde 80’inin 18 yaş altında olduğunu duydum. 50’li yaşlardan sonra güneşten korumaya gerek yok”: YANLIŞ!

DOĞRUSU: UV maruziyetinin yüzde 25’i 18 yaş altında gerçekleşmektedir. Deri kanseri oluşumu ise sadece çocukluk çağında oluşanla değil, hayat boyu maruz kaldığımız kümülatif doz UV radyasyonuyla gelişmektedir. Melanom dışı deri kanserlerinin çoğunluğu baş-boyun gibi uzun yıllar güneşe maruz kalınan bölgelerde gelişir. Bu nedenle yaşa bakmaksızın gerek güneşten koruyucu ile gerekse şapka ve kıyafetlerle mutlaka güneşten korunmak gerekir.

Pause Sağlık, Pause Dergi

Koyu tenli olanların güneşten korunması gerekmez: YANLIŞ!

DOĞRUSU: Deri kanserleri beyaz ırkta sık görülür. Siyah derinin cildi güneşten koruma etkisi (SPF) ortalama 13,4 iken beyaz derinin 3,4’tür. UV radyasyonu tüm deri tiplerinde DNA hasarına yol açar.Yani hiç bir deri tipi ultravioleye dirençli değildir. Bu nedenle tüm deri tipleri güneşten korunmalıdır. Güneşten korunmak için gerekli önlemler alındığında (10:00-16:00 arası güneşe maruz kalmamak, açık hava aktivitelerini güneş ışınlarının yoğun olduğu saatlerde gerçekleştirmemek, geniş kenarlı şapka takmak, açık renk giysiler giymek, UV koruyuculu güneş gözlüğü takmak) melanom ve melanom dışı deri kanseri gelişimi engellenebilir.

Güneş koruyucular zararlıdır: YANLIŞ!

DOĞRUSU: Dermatoloji Uzmanı Dr. Belma Bayraktar “Toplumda güneş koruyucularla ilgili, özellikle deriden emilip kan dolaşımına karışıp organlara zarar vereceği ve hormonal etkileri olduğuna dair gerçeği yansıtmayan bazı çekinceler bulunuyor. Yapılan araştırmalarda bunları kanıtlayan bir bulguya rastlanılmamıştır. Bazı güneş koruyucuların içeriğindeki bir maddeye alerjisi olanlarda kaşıntılı döküntülere rastlanılabilir.” diyor. Güneşin zararlı ışınlarına karşın, alerjik etki yapmayan güneş kremlerinin vücudun açıkta olan her yerine, arada boşluk bırakmadan sürülmesi gerektiğini belirten Dr. Belma Bayraktar şöyle konuşuyor: “Pratik bir tarifle; ortalama bir erişkinde vücut için 2-3 yemek kaşığı, yüz ve boyun için 1-2 çay kaşığı kadar uygulama yeterlidir. Yüzme, terleme sonrası tekrar etmek gerekir. Herhangi bir aktivite olmazsa sekiz saat kalabilir. Güneş kremi, su ile temas etmeden 15-20 dakika önce sürülmelidir. 6 aydan küçük bebeklerde güneş koruyucular önerilmemektedir.”