Yazılar

Dikkat eksikliğini artıran 6 hatalı ebeveyn yaklaşımı!

Dikkat eksikliğini artıran 6 hatalı ebeveyn yaklaşımı!

Sınavlarda en basit soruların dikkat eksikliğinden dolayı yanlış cevaplanması, ani öfke patlamaları, unutkanlık, gerginlik, görevleri tamamlamada güçlük çekme, çabuk sıkılma, bir eylemi yapmak için ebeveynlerin birkaç kez uyarıda bulunmak zorunda kalmaları… Günümüzde pek çok anne babanın muzdarip olduğu bu sorunlar Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu’nun (DEHB) belirtileri olabiliyor. Acıbadem Bakırköy Hastanesi Uzman Psikolog Melis Doğan, son yıllarda giderek yaygınlaşan DEHB’nin tedavi edilmediğinde, akademik ve sosyal becerilerin gelişimini olumsuz etkilediğini, yaşam kalitesini düşürdüğünü belirterek “Ancak, doğru tanı ve tedavi ile birçok insan DEHB ile başa çıkabilir ve başarılı bir hayat sürdürebilir. Anne babaların bazı hatalı yaklaşımları da çocuklarda Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite bozukluğu gibi davranışsal sorunları artırabiliyor” diyor. Uzman Psikolog Melis Doğan çocuklarda dikkat eksikliğini artıran 6 hatalı ebeveyn yaklaşımını anlattı, dikkat eksikliğine karşı 7 etkili öneride bulundu.

Psikolog Melis Doğan

Pozitif yaklaşın

Çocuğunuzda hoşunuza gitmeyen, sorunlu davranışlara odaklanmak yerine olumlu davranışlarına odaklanın. Doğru bulmadığınız davranışlarını uzun uzun eleştirmeyin. Çocuğunuz iyi davrandığınızda veya bir başarı elde ettiğinde, bir işin üstesinden geldiğinde övgüde bulunup, bir çizelgeye yıldız koyabilir, her hafta yıldızları toplayarak ona uygun mütevazı bir ödül verebilirsiniz. Olumsuz davranışlarında da eksi koyup buna göre yaptırım uygulayabilirsiniz.

Rutin uygulamalarınız olsun

Uzman Psikolog Melis Doğan “DEHB’li çocuklar için, rutin düzen oldukça önemlidir. Bu, çocuğun günlük hayatını planlamayı ve organize etmeyi kolaylaştırır. Bu nedenle, evde bir rutin oluşturmak ve çocuğun günlük planını belirlemek önemlidir” diyor.

Sınır belirleyin

Sınır belirlemek çocuğun davranışlarını kontrol etmesine yardımcı olurken, sorunla mücadeleye karşı fayda sağlayabiliyor. Ancak, bu sınır belirlemeleri sert değil, esnek şekilde uygulayın.

İyi bir iletişim kurun

DEHB’li bir çocukla iyi bir iletişim kurmak, ebeveynlerin çocuklarının davranışlarını daha iyi anlamalarına yardımcı olabilir. Çocuğunuzla açık ve anlaşılır bir şekilde konuşun, onların duygularını anlamaya çalışın ve duygularını paylaşın.

Güçlü yönlerine odaklanın

Çocuğunuzun güçlü yönleri, onların özsaygılarını artırır ve DEHB gibi davranışsal problemleri azaltabilir. Bu nedenle mutlaka çocuğunuzun güçlü yönlerini keşfedin ve bu yönlerini geliştirmelerine yardımcı olun.

Düzenli spor ve uyku düzeni sağlayın

Düzenli spor DEHB bozukluğu olan çocukların stres seviyelerini azaltabilir ve sorunlarıyla mücadele etmelerine yardımcı olabilir. Sağlıklı bir uyku düzeni de çocukların dikkatlerini toplamalarına ve daha iyi davranışlar sergilemelerine yardımcı olacaktır.

Farkında olun

Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu hakkında bilgi edinmek, çocuğunuzun davranışlarını daha iyi anlamanızı sağlayacağından uzmanlar tarafından hazırlanan kitaplar, makaleler veya seminerlerden yararlanabilirsiniz. Ayrıca DEHB’li bir çocukla başa çıkmak zorlu bir durum olduğundan destek alabileceğiniz gruplar veya uzmanlarla iletişime geçmek faydalı olabilir. Bu desteklerin hem ebeveynlerin hem de çocuğun hayatını kolaylaştırabileceğini belirten Uzman Psikolog Melis Doğan “DEHB tedavisinin genellikle bir kombinasyon halinde ilaç tedavisi ve davranış terapisi olarak uygulanır. Davranış terapisi; problem çözme, zaman yönetimi, ödül sistemleri, sosyal beceriler ve duygusal düzenleme gibi konularda kişilere yardımcı olur. İlaç tedavisi de semptomları azaltabilir ve tedaviye katkıda bulunabilir” diyor.

Acıbadem Bakırköy Hastanesi Uzman Psikolog Melis Doğan

DEHB’yi artıran 6 hatalı ebeveyn yaklaşımı!

Uzman Psikolog Melis Doğan anne babaların bazı hatalarının, çocuklarda Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite bozukluğu gibi bazı davranışsal sorunları artırabildiğini belirterek, 6 hatalı ebeveyn yaklaşımını şöyle sıralıyor;

  • Yetersiz disiplin: Disiplin çocuğun düzenli ve yapıcı davranışlar sergilemesine yardımcı olur. Yetersiz disiplin ise çocuğun davranış kontrolü ve düzenli bir hayatı takip etmesinde sorunlara yol açabilir.
  • İletişim eksikliği: İletişim eksikliği, çocukların ihtiyaçlarının ve duygularının anlaşılmamasına neden olabilir. Bu da çocuğun DEHB belirtilerinin artmasına neden olabilir.
  • İlgi eksikliği: İlgi eksikliği, çocukların kendilerini yalnız hissetmelerine neden olabilir. Bu da çocukların davranış problemleri geliştirmesine ve DEHB gibi sorunlar yaşamasına yol açabilir.
  • Kural koymamak: Çocuklar için kurallar, sınırlar ve rutinler oldukça önemlidir. Kurallara uymama, çocukların düzensiz davranışlar sergilemesine ve DEHB belirtilerinin artmasına neden olabilir.
  • Bilinçsiz yaklaşım: Bazı ebeveynler, çocuklarına nasıl doğru davranacakları ve sorunlarını nasıl çözecekleri konusunda yeterli bilgi sahibi olmayabilirler. Bu da çocukların DEHB gibi davranışsal problemler yaşamasına neden olabilir.
  • Çatışma ve strese yol açan ev ortamı: Gerek anne babanın birbiriyle gerekse çocuklarıyla sık sık çatışması ve stresli bir ev ortamı, çocukların stres seviyelerini artırabilir ve DEHB gibi davranışsal problemlere yol açabilir. 

Epilepsi hastaları anne olabilir mi?

Epilepsi hastaları anne olabilir mi?

Dünyada en sık görülen dördüncü nörolojik hastalık olan ve halk arasında sara olarak bilinen epilepsi toplumun yüzde birini etkiliyor. Epilepsi en basit haliyle, beyin hücrelerinde geçici anormal elektriksel aktiviteye bağlı olarak ortaya çıkan kısa süreli bir fonksiyon bozukluğu olarak tanımlanıyor. Epilepside vücuttaki kasılmalar ve şuur kaybıyla şekillenen nöbetlerin yanı sıra 40’tan fazla nöbet tipi bulunuyor. Acıbadem Bakırköy Hastanesi Nöroloji Uzmanı Dr. Aslı Şentürk, günümüzde epilepsi tedavisinden oldukça başarılı sonuçlar elde edildiğine dikkat çekerek, “Tedavide amacımız nöbetlerin kontrolünü sağlamak. Elimizde birçok nöbet önleyici ilaç mevcut. Uygun ilaçlar seçildiğinde ve yeterli dozda alındığında her beş hastadan dördünde nöbetler durabiliyor. Çoklu ilaç kullanımlarına rağmen nöbetleri önlenemeyen hastalarda da epileptik nöbetin kaynağı saptanabilirse epilepsi cerrahisi dediğimiz, anormal elektriksel aktivitenin kaynağı olan bölgenin çıkarılması işlemi yapılabiliyor” diyor. Ancak epilepsi hakkında toplumda doğru sanılan bazı hatalı bilgiler hastaların yaşam kalitelerinin düşmesine, gereksiz kaygıya kapılmalarına ve nöbetler sırasında yapılan hatalı müdahaleler nedeniyle tablonun daha da kötüleşmesine yol açabiliyor. Nöroloji Uzmanı Dr. Aslı Şentürk, toplumda doğru sanılan 10 hatalı bilgiyi anlattı; önemli öneriler ve uyarılarda bulundu!

Dr. Aslı Şentürk

Epilepsi hastaları hamile kalamaz. YANLIŞ!

DOĞRUSU: Toplumdaki yaygın inanışın aksine, epilepsi hastaları evlenebiliyor, doktor kontrolünde alınan uygun ilaçlarla hamile kalabiliyor ve çocuk sahibi olabiliyor.

Epilepsi hastaları çalışamaz. YANLIŞ!

DOĞRUSU: Nöroloji Uzmanı Dr. Aslı Şentürk, epilepsi hastalarının birçoğunda nöbetlerin ilaç tedavisiyle kontrol altına alınabildiğini belirterek, “Etkili tedaviler sayesinde epilepsi hastaları meslek sahibi olabiliyor, sorumluluk alabiliyor ve çalışabiliyorlar.” diyor.

Epilepsi hastası çocuklarda öğrenme güçlüğü olur. YANLIŞ!

DOĞRUSU: Epilepsi hastası çocukların çoğu yaşıtları gibi yüksekokul ve üniversiteye kadar okuyabiliyorlar. Çocukların sadece küçük bir bölümünde hafif düzeyde öğrenme güçlüğü gelişebiliyor.

Kafeinli içecekler epilepsi nöbetini arttırır. YANLIŞ!

DOĞRUSU: Sanılanın aksine, makul miktarda kafein tüketimi nöbet sıklığını etkilemiyor. Nöroloji Uzmanı Dr. Aslı Şentürk, nöbet sıklığını en çok arttıran etkenin uykusuzluk olduğuna işaret ederek, “Bu nedenle epilepsi hastalarının düzenli uyku uyumaları elzemdir” diyor.

Nöbet mutlaka vücutta kasılmalarla seyreder. YANLIŞ!

DOĞRUSU: Epilepsi nöbeti denildiğinde aklımıza ilk olarak ‘ağızdan gelen köpükler ve sert kasılmalar’ geliyor. Ancak sanılanın aksine her epilepsi nöbeti ‘hastanın bilincini kaybetmesi, vücudunun kasılması ve titremesi, ağızdan köpük gelmesi’ şeklinde gelişmiyor. Nöroloji Uzmanı Dr. Aslı Şentürk, “Epilepsi nöbetinin belirtileri, sorunun beynin hangi bölgesinde başladığı ve ne hızla yayıldığıyla ilintili oluyor” diyerek, şöyle devam ediyor: “Ataklar halinde gelen, kişinin kısa süreli ortamdan koptuğu ya da bazen tamamen farkında olduğu ve vücudun bir yarımında uyuşma, ritmik sıçramalar, kısa süreli baş dönmesi atakları, ani duraksama ile ağızda şapırdatma şeklinde otomatik  hareketler gibi birçok farklı nöbet belirtisi olabiliyor. Bazen sadece mideden yukarı doğru çıkan bir his gelişirken, bazen yine sadece gözlerin kırpılması veya dalma şeklinde de oluşabiliyor.”

Epilepsi nöbeti geçiren hastanın dişleri açılmalı. YANLIŞ!

DOĞRUSU: Nöroloji Uzmanı Dr. Aslı Şentürk, yaygın inanışın aksine epilepsi nöbeti geçiren hastanın dişlerinin açılmaması gerektiği uyarısında bulunarak, “Rahat nefes alması için mümkünse hastanın ağzı ve solunum yolu açık tutulmaya çalışılmalı. Ancak kapalı olan dişleri açmak için zorlamak dişlerin kırılması ve çene ekleminde problemler gibi önemli sorunlara yol açabiliyor. Nöbet sırasında hasta yana doğru yatırılarak nöbetin geçmesinin beklenmesi gerekiyor” diyor.

Nöroloji Uzmanı Dr. Aslı Şentürk

Epilepsi nöbeti geçiren kişiye soğan koklatılmalı. YANLIŞ!

DOĞRUSU: Epilepsi nöbeti sırasında hastayı ayıltır düşüncesiyle koklatılan soğan ve kolonya gibi herhangi bir maddenin nöbeti durdurduğuna dair bir veri mevcut değil. Nöroloji Uzmanı Dr. Aslı Şentürk, “Bu tür uygulamaların faydası olmuyor. Üstelik alkol gibi irritan maddelere hassasiyeti olan kişilerde solunum yolunu kapatarak hastanın nefes almasını da önleyebiliyor.” diye konuşuyor.

Ağzına sert bir cisim yerleştirilmeli. YANLIŞ!

DOĞRUSU: Nöbet sırasında hastanın dilini ısırmasını önlemek amacıyla ağzına sert bir cisim yerleştirmekten kaçınmak gerekiyor. Sert cisimler hastanın boğazını tıkayarak nefes almasını engelleyebiliyor veya dişlerini kırabiliyor. Ayrıca tüm ağzı kapatacak şekilde bir cisim yerleştirmek kusmuğun akciğerlere kaçmasına, bunun sonucunda hastanın boğulmasına neden olabiliyor.

Nöbet sırasında kol ve bacaklar tutulmalı. YANLIŞ!

DOĞRUSU: Nöbet sırasında kol ve bacakları tutarak hareketleri önlemeye çalışmak da son derece hatalı bir davranış. Zira bu tür hatalı uygulamalar kol ve bacaklarda kırığa veya çıkığa yol açabiliyor.

Nöbet sırasında su içirilmeli. YANLIŞ

DOĞRUSU: Solunum yolunu tıkayabileceği için nöbet sırasında hastaya asla su ve yiyecek verilmemesi gerekiyor.

Hamilelikte doymuş yağ, tuz ve şekere dikkat!

Hamilelikte doymuş yağ, tuz ve şekere dikkat!

Doğru beslenmek, bedenen ve ruhen sağlıklı olabilmemiz için hayatımızın her döneminde önem taşıyor. Bazı dönemler var ki çok daha fazla özen istiyor. Bu dönemlerden biri ise hiç kuşkusuz kadınlarda ‘hamilelik süreci’ oluyor. Zira hamilelikte hatalı beslenme alışkanlıkları anne ve bebekte önemli sağlık sorunlarına yol açabiliyor. Örneğin düşük, erken doğum, doğumsal anomaliler, gebelik hipertansiyonu veya diyabeti gibi! Ayrıca hamilelik dönemindeki beslenme alışkanlıklarının çocukluk ve erişkinlik çağı hastalıklarına yatkınlık ya da korunma sağlayabileceği de yapılan çalışmalarla ortaya konmuş. Acıbadem Bakırköy Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Dr. Sezgi Güllü Erciyestepe, hamilelik dönemi ile doğumun sorunsuz geçmesi için yeterli, dengeli ve kaliteli beslenme alışkanlığı  edinilmesinin son derece önemli olduğunu belirterek, “İşlenmemiş, organik ve besin değerleri yüksek besinlerin aşırıya kaçılmadan tüketilmesinin yanı sıra aşırı kilo alımından kaçınılması hamilelikte en çok dikkat edilmesi gereken beslenme alışkanlıklarını oluşturuyor” diyor. Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Dr. Sezgi Güllü Erciyestepe, sağlıklı bir hamilelik için beslenmenizde dikkat etmeniz gereken kuralları anlattı; önemli öneriler ve uyarılarda bulundu.

Dr. Sezgi Güllü Erciyestepe

Doymuş yağ, tuz ve şekerden kaçının!

Hamilelik döneminde yüksek besin kalitesine sahip gıdalar tüketmeye ve ‘boş kalori’ olarak adlandırılan doymuş yağ, tuz ile şekerli gıdalardan kaçınmaya dikkat edin. Zira yüksek kalori değerine sahip olan ama besin değeri içermeyen bu tür gıdaların fazla tüketimi hamilelikte gereksiz kilo alımının yanı sıra gebelik hipertansiyonu ve gebelik diyabeti gibi ciddi sağlık problemlerine neden olabiliyor. Özellikle işlenmiş ve paketli gıdalardan uzak durmanız; doymuş yağ, şeker ile tuz tüketiminizi sınırlandırmanıza yardımcı oluyor.

Çay ve kahveyi sınırlandırın

Çay ve kahve çoğumuz için adeta vazgeçilmez bir alışkanlık. Ancak bu ikilinin hamilelik döneminde tüketilmesi içerdikleri ‘kafein’ nedeniyle bebekte gelişim geriliği ve anne adayında demir emilimini düşürmek gibi son derece ciddi sorunlara yol açabiliyor. Ayrıca kalp ve dolaşım sistemini de etkiliyor ve bebeğin kalp atışı ile solunumunu arttırıyor. Dolayısıyla kafein tüketimini günlük 200-300 mg ile sınırlandırmaya özen gösterin. Bir fincan Türk kahvesi yaklaşık 60 mg, filtre kahve yaklaşık 140-150 mg kafein içeriyor. Bir bardak çayda da ortalama 50 mg kafein bulunuyor. Ayrıca annenin aldığı alkol bebeğe plasenta yoluyla geçerek düşük, ölü doğum, bebekte gelişme geriliği, çeşitli baş-yüz kusurları ve zeka geriliğine yol açabiliyor.

Proteine sofranızda yer açın

Bebeğin beslenmesinden sorumlu olan fetal – plasental ünite özellikle hamileliğin son 6 ayında yaklaşık bir kilo protein kullanıyor. Dr. Sezgi Güllü Erciyestepe, bu nedenle hamilelikte alınan toplam kalorinin yüzde 10-35’inin proteinden karşılanması gerektiğine işaret ederek, “Hamilelikte artan protein ihtiyacı için günde 71 gram protein öneriliyor. Protein; kemik, kas ve beyin gelişiminde önemlidir. Yağsız et, yumurta, deniz ile soya ürünleri, fasulye, fındık, bezelye ve mercimek, proteinden zengin besinlerdir” diyor. Dr. Sezgi Güllü Erciyestepe, protein tozlarının ya da yüksek protein takviyelerinin ise hamilelik döneminde önerilmediğine dikkat çekerek, “Zira bu tür ürünler gastrointestinal rahatsızlıklara ya da alerjik reaksiyonlara sebep olabiliyor“ uyarısında bulunuyor.  Bunların yanı sıra yağsız ya da az yağlı süt dahil olmak üzere, yoğurt ve peynir, hamile bir kadının diyetinde mutlaka yer almalı. Süt /süt çeşitleri bebek ve annenin kalsiyum ile protein ihtiyacını karşılıyor.

Tam tahıllı beslenin

Tam tahıllar genellikle B vitamini, folik asit, lif ve magnezyum açısından zengin oluyor. Hamilelik döneminde tam tahıllı beslenmek, sindirim ve sinir sisteminin sağlıklı olabilmesinde önem taşıyor.  Kahverengi pirinç, tam buğdaylı makarna, tahıllar ve yulaf ezmesi gibi besinler tüketilmesi önerilen besinler arasında yer alıyor.

Bolca lifli gıda tüketin

Lifli gıda tüketimi hamilelikte sık yaşanan sorunlardan olan kabızlığı önlemek gibi oldukça faydalı bir işlev üstleniyor. Yeterli su alımıyla birlikte günde 28-36 gram lifli besinlerin tüketilmesi öneriliyor. Sebze ve meyveler başta olmak üzere; kepekli ekmek, kepekli makarna, kuru incir, kuru kayısı ve bezelye lif açısından zengin gıdalar arasında yer alıyor.

Sebze ve meyveleriniz rengarenk olsun

Mevsiminde meyve tüketimi, içeriğindeki yüksek vitamin sayesinde, bebeğinizi olumlu yönde etkileyecektir. Ancak içeriğinde şeker olduğu için aşırı tüketiminden kaçının; aksi halde glikoz miktarı nedeniyle sizin ve bebeğinizin sağlığını olumsuz etkileyebilir. Dr. Sezgi Güllü Erciyestepe, sebzelerin iyi bir lif kaynağı olduğunu belirterek, “Sebzeler aynı zamanda folat dahil olmak üzere birçok vitamin ve mineral içerir. Folat/folik asit bebekte nöral tüp defektini engellemekte en önemli noktalardan bir tanesidir. Günlük 0.4-0.8 mg folik asit desteği yeterlidir. Tüm bu yararlarından dolayı hamilelik döneminde günde 5 porsiyon sebze ile meyve tüketimi ihmal edilmemeli” diyor.

Karbonhidratsız olmaz!

Karbonhidrat önemli bir enerji kaynağıdır. Yetersiz alınırsa vücudunuz enerji sağlamak için proteinler ile yağları yakmaya başlıyor. Bilinçsiz bir şekilde karbonhidrat sınırlandırılması bebeğin beyin gelişimini olumsuz etkileyebiliyor. Dolayısıyla alınan toplam kalorinin yüzde 45-65’i karbonhidratlardan sağlanması gerekiyor. Karbonhidrat ihtiyacının özellikle lifli gıdalardan alınması önem taşıyor. Karbonhidrat kaynakları olarak özellikle meyve, sebze ile tam tahıllı besinler öneriliyor.

Acıbadem Bakırköy Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Dr. Sezgi Güllü Erciyestepe

Bitkisel yağları tercih edin

Hamilelikte günlük ihtiyaç duyulan kalorinin yüzde 20-35’inin yağlardan alınması gerekiyor. Zira yağlar hamilelikte enerji sağlıyor. Ancak teratojenik etkileri nedeniyle doymuş yağ tüketimini mümkün olduğunca kısıtlayın. Zeytinyağı ve fındık yağı gibi bitkisel yağlar öncelikli olarak tüketilmesi önerilen yağları oluşturuyor.

Haftada 2-3 kez balık şart!

Omega 3 bebeklerin beyin ve sinir sistemi gelişimi açısından oldukça önemli. Omega 3 içeren gıdaların tüketimi hamilelik sürecinde anne karnında bebeğin kilo alımını ve bağışıklık sisteminin güçlenmesini sağlıyor. Bu nedenle haftada 2-3 kez bir porsiyon balık tüketmeye özen gösterin. Ancak yüksek seviyede cıva içeren uskumru gibi balıklar hamilelik döneminde kesinlikle tüketilmemeli.

Sofranızda demir kaynakları olsun

Demirin diyetle birlikte alınabilen 2 formu mevcut: Hem ve hem olmayan demir.  Biyoyaralanımı en yüksek olan demir formu hem demir olup; et, beyaz et veya balık etinde bolca yer alıyor. Bitkisel kaynaklı demir ise düşük fayda sağlamasının yanı sıra vegan ya da vejeteryan hamilelerde anemi olmasa dahi demir takviyesi gereksinimini doğuruyor.

Kolin içeren besinleri unutmayın

Kolin, bebeğin sinir sisteminin gelişimi ve bilişsel fonksiyonları için oldukça önem taşıyor. Bu nedenle beslenme programınızda düzenli olarak ‘kolin’ içeren besinlere yer verin. Yumurta, kırmızı et, beyaz et, deniz ürünleri ve tahıllar kolin içeren besinlerden. Brüksel lahanası, brokoli ve ıspanak gibi sebzelerde de kolin yer alıyor. Ancak bu sebzeler yeterli miktarda kolin içermediği için vegan ve vejeteryan hamileler kolin desteğine ihtiyaç duyuyorlar.

Su için hem de bolca

Hamilelikte bir diğer önemli kural ise yeterli su tüketmek. Günlük 2-3 litre su tüketmeyi alışkanlık edinin. Zira su, hamilelikte artan kan dolaşım kapasitesini karşılamada, dolayısıyla besinlerin bebeğe etkili şekilde ulaşmasını sağlamada önem taşıyor. Aynı zamanda yeterli su alımı, bebeğin içinde büyüdüğü amniyotik kesenin ideal oranda suya sahip olmasını sağlarken, atıklar ve toksinlerin vücuttan atılmasında da önemli rol oynuyor. Nem, hava sıcaklığı, fiziksel aktivite ve egzersiz yoğunluğu gibi durumlarda ise su tüketimini artırmanızda fayda var.

 Sabahları yorgun mu kalkıyorsunuz?

 Sabahları yorgun mu kalkıyorsunuz?

Geceleri uykuya dalmakta güçlük çektiğim yetmiyormuş gibi, sık sık da uyanıyorum… İyi uyumuş olsam bile sabahları sanki gözümü hiç kırpmamış gibi yorgun kalkıyorum… Öyle halsizim ki kolumu bile kıpırdatacak halim yok… Kas ve kemiklerimde oluşan ağrı dinmek bilmiyor… Siz de bu sorunlardan yakınıyorsanız, nedeni, genç ve orta yaşlı kadınların hastalığı olarak düşünülse de aslında her yaş grubu ile erkeklerde de sıkça görülen ‘fibromiyalji’ hastalığı olabilir!

Günümüzün önemli sağlık sorunlarından biri olan ‘fibromiyalji’ ülkemizde nüfusun yaklaşık yüzde 9’unu etkileyecek kadar yaygın görülen romatizmal bir hastalık. Öyle ki her yıl yaklaşık 100 bin kişinin fibromiyalji tanısı aldığı ve bu rakamın her yıl artacağı belirtiliyor. Vücutta oluşan yaygın ağrıya yorgunluk, uyku bozuklukları, baş ağrısı, duygu durum değişiklikleri ile bağırsak sorunlarının eşlik etmesi, yaşam kalitesini ciddi boyutlarda düşürebiliyor. Üstelik semptomların göreceli olması, pek çok hastalığı taklit etmesi ve tanıyı kesinleştirecek testlerin bulunmaması nedeniyle hastalığın teşhis edilmesi uzun yılları bulabiliyor. Acıbadem Bakırköy Hastanesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Uzmanı Prof. Dr. Şule Arslan, fibromiyalji için henüz kesin bir çözüm olmasa da çeşitli tedavi yöntemleriyle semptomların kontrol altına alınabildiğini belirterek, “Fibromiyaljide görülen yakınmalar kişiden kişiye farklılık gösterebiliyor. Bu nedenle tedavi hastanın ihtiyaçlarına göre düzenleniyor. Kişiye özel uygulanan tedavilerin yanı sıra yaşam alışkanlıklarında yapılacak olan düzenlemeler ise tedavide kilit rol üstleniyor.” diyor.

Prof. Dr. Şule Arslan

 Fibromiyalji tedavisinin 5 önemli anahtarı!

Prof. Dr. Şule Arslan, fibromiyalji hastalarının yaşam alışkanlıklarında dikkat etmeleri gereken 5 önemli kuralı şöyle anlatıyor:

  • Semptomları şiddetlendirebildiği için fiziksel ve ruhsal stresten uzak durmaya çalışın.
  • Hareketsizlik, kilo alımına ve fibromiyalji belirtilerinin artmasına yol açabiliyor. Bu nedenle hareketsiz bir yaşamdan kaçının.
  • İdeal kilonuzda kalmaya özen gösterin. Zira kilo kontrolü ağrının şiddetini azaltmada etkili olabiliyor. Ayrıca anti-inflamatuar diyet bazı yakınmaları azaltabiliyor.
  • Düzenli olarak egzersiz yapmayı alışkanlık edinin. Ancak çoğu fibromiyalji hastası kendisini egzersiz yapamayacak kadar yorgun hissettiğini veya egzersiz yapınca ağrılarının arttığını ifade ediyor. Bu sorun, uzun süreli ağrı yakınması olan ve egzersiz programına yoğun bir şekilde başlayan herkeste görülebiliyor. Dolayısıyla yoğun egzersizlerden kaçınmanız gerekiyor. Unutmayın ki aktif kalmak ve düzenli egzersiz, tedavinin önemli basamaklarından birini oluşturuyor.
  • Uyku hijyenine dikkat etmeniz semptomların alevlenme riskini azaltıyor.

Nedeni henüz bilinmese de…

Fibromiyaljinin oluşum nedeni henüz bilinmese de beyinde ağrı işleme mekanizmalarındaki bozukluktan (santral duyarlılık) kaynaklandığı kabul ediliyor. Hastalığa yol açan faktörler tam olarak aydınlatılmamış olsa da, yapılan çalışmalar, santral duyarlılığın oluşmasında genetik, uyku bozuklukları, nörohormonal bozukluklar, enfeksiyon, mükemmelliyetçi kişilik ve ağır fiziksel ya da duygusal travma geçirmek gibi faktörlerin etkili olduğunu gösteriyor.

 Bölgesel ağrı zamanla yaygınlaşıyor

Ağrı, halsizlik, uyku bozuklukları, bilişsel bozukluklar ve duygu durum değişiklikleri, fibromiyaljide en sık görülen yakınmaları oluşturuyor. Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Uzmanı Prof. Dr. Şule Arslan, belirtilerin şiddetinin hastalığın seyri sırasında önemli ölçüde değişebileceğine işaret ederek, “Ayrıca başlangıçta genellikle bölgesel olan ağrı zamanla yaygınlaşıyor. Ağrı sıklıkla soğuk ile nemli hava, uykusuzluk, fiziksel ve zihinsel stres gibi faktörlerden etkileniyor. Fizik muayene sırasında herhangi bir objektif klinik bulgu olmasa da hastalar eklemlerde şişlik ve duyusal değişikliklerden şikayet ediyorlar” diyor.

Acıbadem Bakırköy Hastanesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Uzmanı Prof. Dr. Şule Arslan

Uyku bozukluğundan baş ağrılarına…

Fibromiyaljinin sık görülen belirtilerinden biri ‘uyku bozuklukları’ oluyor. Uykunun rahatlatıcı olmaması, gece boyunca sık uyanma, uykuya dalma güçlüğü ve sabah yorgun uyanma, hastalarda yaygın görülen belirtilerden. Ayrıca gerilim veya migren tipi baş ağrılarına da sık rastlandığına dikkat çeken Prof. Dr. Şule Arslan, “Alerjik semptomlar, göz kuruluğu, çarpıntı, nefes darlığı, ağrılı adet dönemleri, premenstürel sendrom, irritabl bağırsak sendromu, cinsel işlev bozukluğu, kilo dalgalanmaları, gece terlemeleri, yutma zorluğu, huzursuz bacak sendromu, çene eklem ağrısı ve kronik yorgunluk sendromu da en çok dile getirilen sorunlar arasında yer alıyor” diye konuşuyor.

 Tedavi kişiye özel düzenleniyor

Günümüzde fibromiyaljinin kesin tedavisi olmasa da semptomlar kontrol altına alınabiliyor. Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Uzmanı Prof. Dr. Şule Arslan, “Tedavide hedef, ilaç ve ilaç dışı yöntemlerle hastaların semptomlarını hafifleterek yaşam kalitesini artırmaktır” diyerek, şöyle devam ediyor: “Fibromiyalji hastalarında tedavi programının bir parçası olarak, hastanın klinik durumu ve koşullarına uygun şekilde farkındalık teknikleri, fizik tedavi modaliteleri, akupunktur ile hidroterapi/balneoterapi programları öneriliyor. Ayrıca stresle baş etme yöntemleri, uyku hijyeni ve doğru beslenme de tedavide büyük önem taşıyor”

Prof. Dr. Şule Arslan, düzenli yapılan egzersizlerin de tedavinin önemli ayaklarından birini oluşturduğuna işaret ederek, “Yapılan çalışmalarda aerobik egzersizler, güçlendirme egzersizleri ve fleksibilite egzersizlerinin fibromiyalji hastalarında faydalı etkileri gösterildi. Yürüyüş, bisiklet, yüzme, su içi egzersizler, Tai-chi ve yoga, önerdiğimiz diğer etkili egzersizler oluyor.” diyor.

Oruç tutarken doğru bilinen yanlışlar

Oruç tutarken doğru bilinen yanlışlar

Ramazan ayında oruç tutanlar için beslenme sıklığı, öğün saatleri, tüketilen besin miktarları ve ilaçların kullanım saatleri değiştiğinden dolayı bazı konularda çok daha dikkatli olmak gerekiyor. Acıbadem Bakırköy Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Sıla Bilgili Tokgöz “Günlük yaşam alışkanlıklarımızdaki değişikliklere hatalı beslenme de eklenince, kilo alımının yanı sıra metabolik hızda yavaşlama, kan şekerinde ani iniş çıkışlar, sinirlilik, baş ağrısı, baş dönmesi, yorgunluk, dikkatsizlik, konsantrasyon kaybı, hazımsızlık, şişkinlik, mide bulantısı ve kalp rahatsızlıkları gibi pek çok sağlık sorunları gelişebiliyor” diyor. Beslenme ve Diyet Uzmanı Sıla Bilgili Tokgöz, Ramazanı sağlıklı geçirmek ve oruç tutarken herhangi bir sorunla karşılaşmamak için kaçınılması gereken 10 hatayı anlattı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

Beslenme ve Diyet Uzmanı Sıla Bilgili Tokgöz

1.Tek seferde büyük porsiyonlar yemek

İftarda yapılan en büyük hata, uzun süre aç kalmanın verdiği hissiyatla büyük porsiyon yemekler tüketmek oluyor. Beslenme ve Diyet Uzmanı Sıla Bilgili Tokgöz “Oysa iftarda tüketilecek besinlerin normal bir akşam yemeğinden daha fazla ve farklı içerikte olmaması gerekiyor. Boş mideyi bir anda aşırı doldurmak reflü, hazımsızlık ve mide rahatsızlıkları gibi sorunlara neden olabiliyor. Bunun yerine orucu hurma veya kahvaltılık gibi hafif ürünlerle açtıktan sonra çorba içmek, sonrasında küçük porsiyon ana yemeğe geçiş yapıp yanında salata veya yoğurt ile kapanışı yapmak sağlıklı olacaktır” diyor.

2.Pideyi ve çorbayı çok sıcak tüketmek

Bir iftar geleneği olan pideyi ve çorbaları çok sıcak tüketmekten mutlaka kaçınmak gerekiyor. Çok sıcak tüketilen yiyecekler yemek borusunun yanı sıra ağız içinde tahriş oluşturup ağız yaralarını tetikleyebiliyor. Bu riskin azalması için yemeğinizi soğutarak tüketmeye özen gösterin.

3.Az su

Oruç tutarken susuzluk sebebiyle ağız ve boğaz kuruyor. Suyun vücutta yüzde 1 azalmasıyla  susama hissi başlarken, susuzlukta vücutta su ve mineral kaybı oluyor. Kaybedilen mineral ve suyun geri alımının vücut dengesi için son derece önemli olduğunu vurgulayan Beslenme ve Diyet Uzmanı Sıla Bilgili Tokgöz şöyle konuşuyor: “Dolayısıyla bu süre zarfında az su içmek yapılan diğer büyük hatalardan biridir. Sahurla iftar arasında her bir kilonuz için 30 ml su içmeye özen gösterin. Ancak su ve sıvı miktarı birbirlerine karıştırılmamalıdır. İftardan sonra içilen çay, kahve ve komposto sıvı miktarına girmektedir. Suyun yerini tutmadıkları gibi aksine çay ve kahve vücuttan su atılımına neden olurlar. Bu nedenle çay ve kahvede aşırıya kaçmamak, sıvı alımını çoğunlukla su tüketerek yapmak gerekir.”

  1. Hızlı yemek yemek

Gerek iftarda gerek sahurda hızlı yemek yemek sağlığı son derece olumsuz etkiliyor. İftar sofrasında  uzun süren açlığın sonunda bir an önce yemek yeme, sahurda ise uyku bölündüğü için bir an önce yemek yiyip yatma isteği oluyor. Fakat hızlı yemek yemek, reflüyü tetiklediği gibi midede şişkinlik ve hazımsızlık hissine yol açıyor. Ayrıca tokluk hissi gerçekleşmeden çok besin tüketildiği için de gereksiz kalori almanıza sebep oluyor.

  1. İftarı tek öğün şeklinde yapmak

İftarda uzun süre boş kalan mideye birden yüklenmemek gerekiyor. Beslenme ve Diyet Uzmanı Sıla Bilgili Tokgöz “Eğer iftar sonrası hazımsızlık ve reflü sorunu yaşamak istemiyorsanız iftarı 2’ye bölün. Orucu su ile açıp, ardından kuru kayısı veya hurma ile devam edebilirsiniz. İftar yemeğine çorba ile başlayıp 15-20 dakika ara verdikten sonra ana yemeğe geçebilirsiniz. Ana yemekte yağlı ağır yemekler yerine sağlıklı pişirme yöntemleri kullanılarak hazırlanmış ızgara, haşlanmış veya fırınlanmış yemekler veya baklagiller ve zeytinyağlı sebze yemeklerini tüketebilirsiniz. Aksi taktirde yüksek kan şekeri, yüksek tansiyon ile kalp hastalıkları riski artabiliyor” diye konuşuyor.

Acıbadem Bakırköy Hastanesi

6. Sahura kalkmamak

Sahuru kahvaltı saatiniz olarak belirleyebilirsiniz. Sahur artık 2 ana öğününüzden biri. O nedenle “sahura kalkmama gerek yok” diyorsanız, gün içerisinde yorgun ve halsiz hissedebilir, kan şekerinizde düşüş yaşayıp konsantrasyon problemiyle karşı karşıya kalabilirsiniz. Daha uzun süre tok kalabilmek için sahurda yumurta, peynir, süt gibi protein içeriği yüksek besinleri tercih edin. Daha zinde ve enerjik olabilmek, olası kabızlığı önlemek ve kan glikoz kontrolü için; posalı gıdalardan tam tahıllı ekmek, yulaf gibi kompleks karbonhidratlı besinleri tüketmeye özen gösterin. Söğüş, salata ve meyve tüketmeyi de ihmal etmeyin.

  1. Şerbetli tatlılara yönelmek

İftardan hemen sonra tatlı tüketmek uzun dönemde hazımsızlık, mide yanması, reflü ve kilo problemi olarak geri dönüyor. Özellikle şerbetli tatlı tercih edenler bu sorunlarla daha fazla karşılaşıyor. Baklava gibi şerbetli tatlılar yerine Ramazanla özdeşleşen güllaç, muhallebi gibi sütlü tatlıları, şeker ilavesi olmadan hazırlanmış kompostoyu veya meyve tatlılarını haftada bir- iki kez tercih edebilirsiniz. Yine de bu tarz tatlılar hemen iftarın üzerine değil, iftardan bir- iki saat sonra tüketilmelidir.

  1. Aşırı tuz, yağ ve baharat tüketmek 

Yapılan hatalardan biri de, çok tuzlu ve yağlı besinleri tercih etmek. “Maalesef tükettiğimiz tuz miktarı olması gerekenin 4 katı!” diyen Beslenme ve Diyet Uzmanı Sıla Bilgili Tokgöz, fazla tuz tüketiminin vücutta su tutup, ödem oluşmasına ve yüksek tansiyona sebep olabildiğini söylüyor. Çok baharatlı ve tuzlu yiyecekler ayrıca susama hissini de artırarak gün içerisinde zor anlar yaşatabiliyor.

  1. Fast food ve gazlı içecekler tüketmek

İftarda fast-food, kızartma, baharatlı gıdalar, aşırı karbonhidrat içeren yiyecekler tüketmek reflüyü tetiklerken, mide yanması ve hazımsızlığa yol açabiliyor. Ayrıca kilo alımına da davetiye çıkarıyor. Bu nedenle bu yiyecekler yerine  protein içerikli ve sebze ağırlıklı yiyecekleri tüketmeye özen gösterin. Gazlı içecek tüketmek içerdikleri şeker oranından dolayı, kan şekerini olumsuz etkiliyor ve hazımsızlık yapıyor. İlk seçeneğiniz her zaman su tüketmek olsun. Bunun yanında sahurda süt, iftarda ayran tercih edebilirsiniz.

  1. Yemekten sonra yatmak

Beslenme ve Diyet Uzmanı Sıla Bilgili Tokgöz, iftardan hemen sonra uzanmanın veya sahur yemeğinden sonra hemen yatmanın Ramazan ayında yapılan en büyük yanlışlardan biri olduğunu belirterek “Eğer reflünüz yoksa bile bu durum reflü olmanıza sebep olabilir. İftardan hemen sonra uzanmamalı ve uyumadan 2-3  saat önce yemek yemeyi bitirmelisiniz. Sahurda, hafif besinler tercih edip evde bir bir süre  dolaşmak, yatağın baş kısmını yükseltmek mide içeriğinin yemek borusuna geri kaçışını önler ve reflüyü engeller” diyor.

Ülkemizde her 4 kişiden biri uykusuz!

Ülkemizde her 4 kişiden biri uykusuz!

Sağlıklı bir yaşamın yanı sıra günlük işlevlerimizi yerine getirebilmemiz için kaliteli ve yeterli süre uyumamız, nefes almak gibi vazgeçilmez bir ihtiyaç. Uyku bedensel dinlenmeyi, en önemlisi zihinsel fonksiyonların yenilenmesini sağlıyor. Dolayısıyla uykusuz kaldığımızda önemli sağlık problemlerinin yanı sıra unutkanlıktan dikkat eksikliğine, yorgunluktan algıda sorun yaşamaya, sinirli ve depresif hissetmekten vücudun zorluklar karşısında reaksiyon süresinin yavaşlamasına kadar, günlük işlerimizi olumsuz etkileyen pek çok sorun gelişebiliyor! Kaliforniya Üniversitesi’nde yapılan ve Plos Biolog adlı dergide Ağustos 2022’de yayımlanan bir araştırma, uykusuzluğun yol açtığı bir başka sorunu daha ortaya koydu; daha az yardımsever olmak! Peki insanlar geceleri uykusuz kaldıklarında neden daha az yardımsever oluyorlar? Acıbadem Bakırköy Hastanesi Beyin ve Sinir Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. Gökhan Akdemir, “İnsanlar iyi beslenmiş, güvenli bir yerde uyumuş ve dinlenmişler ise günlük hayatta ortaya çıkan zorluklar karşısında kendilerini güçlü hisseder ve üstesinden geleceklerini düşünürler. Gece iyi uyuyamamışlar ise dinlenememişlerdir. Kaygıları yüksektir, kendileri ile ailelerini korumada zorlanacaklarını düşünürler ve strese girerler” diyor. Prof. Dr. Gökhan Akdemir, bu stresin vücutta önemli değişikliklere neden olduğuna dikkat çekerek, “Örneğin, stres hormonu olarak bilinen kortizol hormonu, hipotolamus, hipofiz ile böbrek üstü bezlerinin ortak katkısıyla salgılanıyor. Stres altında kaldığımızda bu hormon daha çok artıyor. Artan kortizol hormonu sempatik sistemini baskın hale getiriyor. Sempatik sistem, tehlikede iken veya yetersiz kaldığımız anlarda, eğer uykusuz isek düşünmemiz, karar vermemiz ve yaşamdaki zorlukların üstesinden gelebilmemiz için kendimizi daha çok korumaya alacak şeklindeki davranışlara yol açıyor. Dolayısıyla insanlar kendilerini koruma altına almak için bencilleşiyor ve yardım etmekten kaçınıyorlar” bilgisini veriyor.

Prof. Dr. Gökhan AkdemirÜlkemizde her 4 kişiden biri uykusuz!

Uykusuzluk sorununun görülme oranı; yaşa, eğitim düzeyine ve ekonomik gelirlere göre değişiklik gösteriyor. Dünyada her 10 kişiden 2’si geceleri uykusuzluk sorunu yaşarken, yine her 10 kişiden 5’i de ayda en az 1-2 kez uykusuzluk çekiyor. Genel olarak uykusuzluk oranı yüzde 30 civarında iken ülkemizde bu rakam yüzde 38’e yükseliyor. Bir başka deyişle, ülkemizde her 10 kişiden 4’ü uykusuzluk problemiyle mücadele ediyor.

Uykusuzluk beyni tehdit ediyor

Erişkin bir kişinin günde ortalama 7-8 saat uyuduğunu düşünürsek, ömrümüzün üçte biri uykuda geçiyor demektir. Hayatımızın önemli bir bölümünü kapsayan uyku, beyin sağlığımız üzerinde kilit bir role sahip. Vücudumuzun diğer bölgelerindeki hücrelerde olduğu gibi beynimizdeki nöronlar da glia olarak adlandırılan hücreler tarafından destekleniyor. Gündüz saatlerinde çalışırken beynimizdeki sinirlerin çalışması sırasında beta albümin ve tau gibi birçok atık maddeler ortaya çıkıyor. Bu atıklar uyku sırasında glia hücreleri tarafından beyinden temizlenerek uzaklaştırılıyor, böylelikle iyi bir uykudan sonra uyandığımızda beynimiz yeni bir güne temizlenmiş olarak hazır oluyor. Uykusuz kaldığımızda ise glia hücreleri görevlerini yerine getiremedikleri için beynimizdeki atık maddeler beynimizden uzaklaştırılamıyor. Bunun sonucunda da sinir hücrelerimizin çalışmasında yavaşlaması, unutkanlık, karar vermede zorluklar gelişiyor.

Uykusuzluk yardımseverliği önlüyor

Kalifornia Üniversitesi’nde gerçekleştirilen çalışma 3 tip uykusuzluk grubu üzerinde yapılmış. Prof. Dr. Gökhan Akdemir, uykusuzluğun yardımseverlik üzerine nasıl etki ettiğini gösteren çalışmayı şöyle özetliyor:

Bir gün az uyuyanlar: İlk çalışma, 24 saat içinde 7 saatten az uyuyan 18-26 yaş grubundaki 24 genç üzerinde yapılmış. Araştırmada gençlerin ‘yardımda bulunma’ davranışlarıyla ilgili anket gerçekleştirilmiş. Ayrıca fonksiyonel magnetik rezonans (MR) görüntüleme ile sosyalleşme ve yardım etme davranışlarında görev alan beynin orta prefrontal korteks (alın kısmı) ve üst temporal sulkus (şakak kısmı) gibi bazı bölgelerinde beyin aktiviteleri ölçülmüş. Yapılan fonksiyonel MR çalışmalarında; uykusuz kalındığında beynin ‘sosyalleşme ve yardım etme’ davranış bölgelerinin aktivitelerinde yüzde 78 gibi yüksek bir oranda azalma görülmüş. Bilim insanları ‘yardım etmeyi’ de yakınlarına ve yabancılara yardım olarak iki gruba ayırmış. Araştırmada; yabancılara daha az yardım ettikleri belirlenmiş. Bunun nedeni olarak, insanların uykusuz kaldıklarında önce kendilerini ve yakınlarını korumaya yönelik davranmaları gösterilmiş.

Pause Dergi

Dört gün az uyuyanlar: 171 kişi üzerinde gerçekleştirilen ikinci çalışmada; 4 gün az uyuyan kişilerin ‘yardım etme’ davranışlarına yine anket yapılarak bakılmış. Bu grupta da yardımseverlik konusunda belirgin azalma olduğu tespit edilmiş.

Saat uygulamasına göre az uyuyanlar: Üçüncü grupta ise ‘yaz saati uygulaması’ dikkate alınmış. Mart ayında yapılan değişikliklerde insanlar bir saat daha az uyurlarken, Kasım ayında ise bir saat fazla uyuyorlar. 2002-2016 yılları arasında 3 milyondan fazla hayırseverin bağışları analiz edilmiş. Mart ve Kasım aylarındaki bir saatlik değişimin bağışlar üzerine etkisine bakılmış. Yapılan çalışma sonucunda; grupların az uyuduklarında daha az, çok uyuduklarında ise daha çok bağış yaptıkları tespit edilmiş.

Hangi yaş grubu kaç saat uyumalı?

Çocuklarda uyku saati beynin gelişmesi ve temizliği için önem taşıyor, bu nedenle süre daha uzun oluyor. Erişkinlerde ise beyin gelişimini tamamladığı için uyku daha çok beynin temizlenmesi için gerekli oluyor. Bu nedenle uyku süresi azalıyor. Beyin ve Sinir Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. Gökhan Akdemir, uyku sürelerini yaş gruplarına göre şöyle sıralıyor:

1-2 yaş, günde 12-16 saat

3-5 yaş, günde 11-14 saat

6-12 yaş, günde 9-12 saat

13-18 yaş, günde 8-10 saat

Erişkinler: Günde en az 7 saat

Her 3 kadından 1’i bu ağrıyı çekiyor!

Her 3 kadından 1’i bu ağrıyı çekiyor!

Günümüzde her 3 kadından 1’inde rastlanan ama buna karşın toplumsal farkındalığın neredeyse yok denecek kadar az olduğu bir hastalık; Pelvik Konjesyon Sendromu. Karnın alt bölgesinde ve yumurtalıklarda şiddetli bir ağrı, ağrılı cinsel ilişki ve idrar kaçırma şikayeti ile kendini gösteriyor. Acıbadem Bakırköy Hastanesi Kalp ve Damar Cerrahisi Uzmanı Doç. Dr. Ahmet Arnaz, 20 ile 45 yaş arasındaki kadınları daha çok etkileyen, yaşam konforunu ciddi şekilde azaltan Pelvik Konjesyon Sendromu’nun başka hastalıkların belirtileri ile de karışabildiğini, bu nedenle bazen on yılı aşkın süredir teşhis konulamamış hastalar olduğunu söylüyor. Kalp ve Damar Cerrahisi Uzmanı Doç. Dr. Ahmet Arnaz, toplumda yaygın olmasına rağmen az bilinen Pelvik Konjesyon Sendromu hakkında bilinmesi gereken 6 önemli noktayı anlattı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

Acıbadem Bakırköy Hastanesi Kalp ve Damar Cerrahisi Uzmanı Doç. Dr. Ahmet Arnaz

Doç. Dr. Ahmet Arnaz

  1. Bu etkenler riski artırıyor!

Kronik pelvik ağrının; altı aydan uzun süren, adet döngüsüne veya hamileliğe bağlı olmayan ve pelvik bölgeyi, özellikle alt karın ve pelvisi etkileyen kronik bir ağrı olarak tanımlandığını belirten Kalp ve Damar Cerrahisi Uzmanı Doç. Dr. Ahmet Arnaz “Pelvik Konjesyon Sendromu (PKS) ile ilişkili pelvik ağrı genellikle yumurtalıklar ve karın alt bölgesindeki toplar damarları içeriyor. Damarlar genişleyip bükülüyor ve kanla aşırı doluyor; bu da pelviste aşırı kan birikmesi sebebiyle ağrıya yol açıyor” diyor. 20 ile 45 yaşları arasında ve birden fazla doğum yapan kadınlarda PKS görülme olasılığının arttığını kaydeden Doç. Dr. Ahmet Arnaz diğer risk faktörlerini; varisli damarlar, ailede varis öyküsü, polikistik over sendromu, geçirilmiş derin ven trombozları, şişmanlık, hareketsizlik ve uzun süre oturarak ya da ayakta durarak zaman geçirmek olarak sıralıyor.

  1. En önemli belirtisi; pelvik ağrı!

Pelvik Konjesyon Sendromu’nun en önemli belirtisini pelvik ağrı yani göbek altında karnın en alt bölümündeki ağrının oluşturduğunu vurgulayan Acıbadem Bakırköy Hastanesi Kalp ve Damar Cerrahisi Uzmanı Doç. Dr. Ahmet Arnaz şöyle konuşuyor: “Kronik pelvik ağrı, cinsel ilişki sırasında ağrı, bağırsak hareketleri veya idrara çıkma sırasında ağrı ve pelviste (leğen kemiği) dolgunluk hissi oluyor. Bu ağrı karnın alt kısmında ve kasıklarda künt veya dolgunluk hissi şeklinde kendini belli ediyor. En yaygın haliyle yalnızca sol tarafta ya da vücudun sağ tarafında veya her iki tarafında hissedilebiliyor. Ağrı, gün sonunda, adet dönemi öncesi ve sırasında, cinsel ilişki sırasında ve sonrasında, uzun süre ayakta kalınca veya oturunca daha sıklıkla görülüyor.”

  1. Başka hastalıkların belirtileri ile karışabiliyor!

Toplumda nadir bilinen ama yaygın bir hastalık olan Pelvik Konjesyon Sendromu akla gelmeyecek pek çok belirti ile kendini gösteriyor. Doç. Dr. Ahmet Arnaz başka hastalıklarla da karışabilen bu belirtileri “Sık ishal ve kabızlık nöbetleri (irritabl bağırsak), kahkaha, öksürme veya mesaneyi zorlayan diğer hareketlerden dolayı istemeden idrar kaçırmak, pelvis, kalça, uyluk, vulva ve vajinadaki varisli damarlar ve idrar yaparken ağrı” olarak sıralıyor. Hastalığın hemoroid ve bacak varisleri ile birlikte görülme olasılığı artıyor.

Acıbadem Bakırköy Hastanesi

  1. Yaşam kalitesini vuruyor!

Pelvik Konjesyon Sendromu’nun, ağrının şiddetine göre kişinin yaşam kalitesini önemli ölçüde düşürdüğünü belirten Doç. Dr. Ahmet Arnaz “Hayatı tehdit etmeyen ama kişiyi keyif aldığı aktivitelerden alıkoyan, fiziksel, ruhsal ve zihinsel olarak yıpratan, kronik yorgunluğa yol açan bu hastalık günlük yaşamı çekilmez kılabiliyor. Bu nedenle zaman kaybetmeden tedaviye başlanması gerekiyor” diyor.

  1. Tanısı uzmanlık gerektiriyor!

Kalp ve Damar Cerrahisi Uzmanı Doç. Dr. Ahmet Arnaz, belirtileri başka hastalıklarla da karışabildiğinden Pelvik Konjesyon Sendromu yıllarca konulamamış hastalarla karşılaştığını belirterek şöyle konuşuyor: “Yol açtığı şikayetler nedeniyle farklı branştan bir çok doktora giden ancak tanısı uzmanlık gerektirdiği için yıllarca tanı konulamamış hastalar var. Pelvik Konjesyon Sendromu’nun tanısı için pelvik muayeneyi de içeren fizik muayene ve tıbbi öyküyle başlanıyor. Muayene sırasında doktor, ağrının nereden kaynaklandığını saptamaya çalışmak için yumurtalıklar, serviks ve rahimde hassasiyet olup olmadığını kontrol ediyor. Görüntüleme metotları, doktorun kronik pelvik ağrıya neden olan diğer durumları ekarte etmesine ve damarlarda PKS ile potansiyel olarak ilişkili düzensizlikleri görmesine yardımcı oluyor. Tercih edilen başlıca görüntüleme yöntemlerini; ultrason, MR veya CT taraması, pelvik venografi ve laparoskopi oluşturuyor. Hastanın mevcut tablosuna göre gerekli tetkikler yapılarak teşhis konulabiliyor.”

  1. Tedavisi mümkün!

Pelvik Konjesyon Sendromu’nun tedavisinin mümkün olduğunu vurgulayan Doç. Dr. Ahmet Arnaz, östrojen üretimini baskılayan ilaçların ağrıyı azaltabildiğini, ilaç tedavisinin yeterli olmadığı durumlarda ise cerrahi yöntemler veya minimal invaziv tekniklere başvurulduğunu söylüyor. Doç. Dr. Ahmet Arnaz “Bu sayede yumurtalık damarlarının embolizasyonu (tıkanması) sağlanabiliyor. Ayrıca kanın geri akışını önleyerek damarları bağlamak için laparoskopi tercih edilebiliyor. Yumurtalık ve pelvik varis embolizasyonu geçiren kadınların iyileşme süresi bacak varislerinin tedavi sürecine benziyor. Genellikle ilk 24 saat içinde ağrı tedavisi için bir gece hastaneye yatış gerektiriyor. Bundan sonra hasta taburcu ediliyor ve ağrı kesici ilaç kullanılabiliyor” diyor.

 

Depresyon sandığınız aslında zatürre olabilir!

Depresyon sandığınız aslında zatürre olabilir!

Pnömoni, toplumda yaygın bilinen adıyla zatürre, virüs veya bakteriler nedeniyle akciğer dokusunda bulunan hava keseciklerinin enfeksiyonu olarak tanımlanıyor. Mikropların kolayca yayıldığı kapalı ortamlarda sık zaman geçirilmesi, soğuyan havanın vücut direncini düşürmesi ve grip gibi üst solunum yolu enfeksiyonlarındaki artış nedeniyle, zatürre sonbahar ve kış aylarında daha sık görülüyor. Zatürre günümüzde erken tanı ve tedaviyle vücutta hasar bırakmadan geçebiliyor. Ancak bebekler, küçük çocuklar, bağışıklık sistemi düşük olanlar ve ileri yaştaki kişilerde tedavide gecikildiğinde ciddi solunum sorunlarına yol açabiliyor, hatta hayatı tehdit edebiliyor. Bu nedenle zatürreden korunmak yaşamsal öneme sahip oluyor. Acıbadem Bakırköy Hastanesi Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Süha Alzafer, zatürreye karşı almamız gereken 8 kuralı anlattı; önemli öneriler ve uyarılarda bulundu.

Dr. Süha Alzafer

Depresyon değil ‘zatürre’ olabilir!

Zatürre belirtileri soğuk algınlığı ve grip hastalıklarıyla ortak belirtilere sahip olsa da, genellikle daha uzun sürüyor. Öksürük ile sarı, yeşil, paslı ve bazen kanlı balgam çıkarma, göğüs ağrısı, ateş, titreme, halsizlik, iştahsızlık ile baş ağrısı, zatürrenin başlıca belirtilerini oluşturuyor. Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Süha Alzafer, bu yakınmalara bulantı, kusma, ishal ve karın ağrısının da eşlik edebileceğini belirterek, “Ayrıca özellikle ileri yaştaki hastalarda bu belirtilerin hiçbirinin olmayabileceği unutulmamalı. Zatürre bazen sadece kişilik değişikliği veya depresyon belirtileriyle bile sinyal verebiliyor.” diye konuşuyor.

Zatürreye karşı 8 etkili öneri

Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Süha Alzafer zatürreden korunma yöntemlerini şöyle sıralıyor:

  • Maskesiz olmaz! Kapalı ve kalabalık ortamlarda maske kullanmayı asla ihmal etmeyin. Zira maske zatürre mikroplarına maruziyeti azaltıyor. Maskenizi 6-8 saatten uzun süre kullanmamanız da çok önemli.
  • Aşınızı yaptırın: Özellikle altta yatan kronik hastalığı olan kişilerin 55 yaşından ve sağlıklı olan kişilerin 65 yaşından itibaren pnömokok aşısı yaptırmaları tavsiye ediliyor. Daha erken yaşta olup zatürre geçirenlerde de zatürre aşısı öneriliyor. 5-10 yıl koruyucu olabilen zatürre aşısını yılın her döneminde yaptırabilirsiniz. Dolaylı olarak zatürreden koruması nedeniyle grip aşısının da her yıl yaptırılması tavsiye ediliyor.
  • Ellerinizi sık sık yıkayın: Mikropların bulaşmalarını önlediği için zatürreden korunmada elleri sık sık yıkamak da büyük önem taşıyor. Özellikle toplu bulunulan ortamlarda bir yere dokunduktan sonra ve yemeklerden önce ellerinizi en az 20 saniye boyunca sabunla yıkamayı alışkanlık edinin.
  • Kapalı ortamlarda bulunmayın: Solunum yoluyla kolayca bulaşabildiği için kapalı ortamlarda mümkün olduğunca bulunmayın. Eğer bulunmak zorundaysanız maskenizi mutlaka kullanın.
  • Odayı sık sık havalandırın: Bulunduğunuz ortamdaki mikrop miktarının azalmasını sağlayacağı için odanızı her gün en az 3 kez olacak şekilde 15’er dakika havalandırın. Dikkat etmeniz gereken bir başka nokta da, klimaların temizliği olmalı.
  • Sağlıklı beslenin, düzenli uyuyun: Bağışıklık sisteminizin güçlü olması için dengeli ve düzenli beslenin, uyku düzeninize dikkat edin.
  • Sigara ve alkolden uzak durun: Bağışıklık sistemini baskılayıcı etkileri nedeniyle sigara ve alkolden kaçının.
  • Bol bol su için: Burun ve ağız bölgesine ulaşan mikroplar kuru zeminlere daha kolay yerleşebiliyorlar. Bu nedenle her gün 2-2.5 litre suyu gün içine dağıtarak tüketmeye özen gösterin.

Pause Dergi

İstirahat ve bol sıvı önemli

Zatürre tanısı konulduğunda öncelikle tedavinin hastanede yatarak mı, yoksa ev ortamında mı gerçekleştirileceğine karar veriliyor. Bu kararda hastalığın ağırlık derecesi, fizik muayene bulguları, röntgendeki yaygınlık derecesi, altta yatan başka bir hastalığın varlığı ve hastanın yaşı gibi kriterler göz önüne alınıyor. Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Süha Alzafer, hastaneye yatırılan hastalarda damardan antibiyotik tedavisi uygulandığını belirterek, tedavi sürecini şöyle anlatıyor: “Antibiyotiğin yanı sıra sıvı takviyesi, ağrı kesici ve ateş düşürücü ilaçlar ile balgam söktürücü ilaçlar veriliyor. Bazen hastanın yoğun bakım koşullarında tedavisi de gerekebiliyor. Ev ortamında tedavi edilen hastalarda da yine aynı tedavi uygulanıyor. İstirahat etmek ve bol su içmek de hastalığın geçmesini hızlandırıyor.”

İlk üç parmakta karıncalanma varsa… Dikkat!

İlk üç parmakta karıncalanma varsa… Dikkat!

Elinizde güçsüzlük ve çabuk yorulma sorunundan yakınıyor musunuz? Özellikle ilk üç parmağın tamamında ve 4. parmağın yarısında karıncalanma hissi oluyor mu?  Bu şikayetleriniz genellikle geceleri sizi uyandıracak kadar şiddetleniyor mu? Yanıtınız ‘evet‘ ise dikkat edin, zira nedeni klavye ile mouse’u sık kullanan kişileri daha çok tehdit eden ve tedavi edilmezse yaşam kalitesini oldukça düşürebilen ‘Karpal tünel sendromu’ olabilir!

Karpal tünel sendromu; el parmaklarının hareketi ile hissinin sağlanmasında önemli rol oynayan ve ‘median sinir’ olarak adlandırılan yapının el bileği hizasında sıkışmasıyla ortaya çıkan tabloya deniyor. Özellikle klavye ve mouse kullanımı sırasında el bileğini sürekli bükülü pozisyonda tutmak zorunda kalan veya el ile el bileğine sık yük oluşturan işlerde çalışanları tehdit ediyor. Karpal tünel sendromu başlangıçta çok önemsenmeyen şikayetlere neden olsa da, ilerleyen dönemlerde parmaklarda gece uykudan uyandıracak şiddette uyuşma ve ağrıya yol açabiliyor. Tedavide geç kalındığında ellerde kalıcı sinir ve kas kaybına neden olarak yaşam kalitesini ciddi boyutlarda düşürüyor. Öyle ki hastalar yazı yazmak ve nesneleri tutmak gibi aktiviteleri yapmakta büyük sorun yaşıyor; hafif bir poşet dahi taşıyamaz hale gelebiliyorlar. Bu nedenle karpal tünel sendromuna erken dönemde müdahale edilmesi son derece önem taşıyor. Acıbadem Bakırköy Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı Prof. Dr. Özgür Çetik geç kalınmadığı takdirde karpal tünel sendromunun ameliyata ihtiyaç duyulmadan tedavi edilebildiğine dikkat çekerek, “Bu nedenle 1. 2. ve 3 parmaklarda karıncalanma hissedildiğinde vakit kaybetmeden bir ortopedi uzmanına başvurmak gerekiyor. Erken dönemde ilaç ve fizik tedaviyle hastalığın ilerlemesi önlenebiliyor, hatta tam iyileşme sağlanabiliyor.” diyor.

Pause Dergi

Prof. Dr. Özgür Çetik

Uzun süreli basınca maruz kalınca…

Median sinirinin görevi; başparmak, işaret parmağı ve orta parmağın tamamı ile yüzük parmağının ½ dış yarısının hissetmesini sağlamak. Ayrıca parmakların birtakım ince hareketleri yapmaları ile kasların çalışmasında da rol alıyor. Median sinir, el bileğinin iç kısmında, parmakları hareket ettiren tendonlar ile beraber karpal tünel denen dar bir alan içinden geçiyor. Bu sinirin karpal tünel içinde bir şekilde uzun süreli basınca maruz kalması karpal tünel sendromuna neden oluyor.

İlk üç parmakta karıncalanma varsa, dikkat!

Karpal tünel sendromunun belirtileri genellikle yavaş gelişiyor. Başlangıç döneminde ilk bulgular çoğunlukla elde güçsüzlük, çabuk yorulma ve özellikle ilk üç parmağın tamamında ve 4. parmağın yarısında karıncalanma hissi oluyor. Prof. Dr. Özgür Çetik, ilerleyen dönemlerde ağrının şiddetlenmesinin yanı sıra parmaklarda uyuşmaların da başladığını belirterek, “Ağrı ve uyuşukluk hissi genellikle geceleri hastayı uykudan uyandıracak kadar şiddetli olabiliyor ve belirtiler hasta elini salladığında ya da bileğini hareket ettirdiğinde azalıyor” diyor. Çok ilerlemiş durumlarda ise başparmak tabanının çevresindeki kaslarda erime ve buna bağlı başparmakta güçsüzlük sorunu başlıyor.

El bileğinizi çok sık kullanmayın

Karpal tünel sendromu kadınlarda ve 40-60 yaş arasında daha sık görülüyor. Ancak çoğunlukla belirgin bir sebep bulunamıyor. Karpal tünel boşluğunda median sinirini sıkıştıran ya da tahriş olmasına yol açan hemen her etken bu sendroma yol açabiliyor. El bileğinin çok sık kullanılması en sık görülen nedenini oluşturuyor. Sendrom ayrıca median sinirine hasar verebilen veya baskı yapabilen diyabet, romatoid artrit, hipotiroidi, obezite ve gut gibi çeşitli hastalıkların etkisiyle de oluşabiliyor. Hamilelik döneminde vücutta ödem artışı karpal tünel içinde basınç artışına, bu tablo da geçici olarak karpal tünel sendromu belirtilerinin oluşmasına yol açabiliyor.

Son çare ameliyat oluyor!

Karpal tünel sendromunun başlangıç döneminde, el bileği hareketlerinin ateller ile kısıtlanması ve antiinflamatuar ilaçların yanı sıra ultrason ile elektriksel sinir uyarısı gibi fizik tedavi yöntemleri semptomları hafifletebiliyor. Steroid enjeksiyonları da sinir çevresindeki şişlikleri azaltarak semptomların gerilemesine yardımcı olabiliyor. Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı Prof. Dr. Özgür Çetik, birkaç ay süresince geçmeyen ve bileklik gibi konservatif önlemlere rağmen devam eden karpal tünel sendromlarında ise çözümün ameliyat olduğunu belirterek, şöyle devam ediyor: “Avuç içi ile el bileği arasında yapılan 3 cm’lik bir kesiyle karpal tüneline ulaşılıyor. Ardından tünelin çatısını oluşturan transvers karpal ligament tamamen kesilerek tünel açılıyor. Böylece sinir üzerindeki baskı ortadan kalkıyor. İlerlemiş tablolarda ise median sinirinin kalınlaşmış sinir kılıfına mikroskop altında sinir serbestleştirilmesi yapmak gerekiyor.”

Pause Dergi

İyileşme süresi 3-6 ayı buluyor

Ameliyatın ardından ilk aydan sonra şikayetlerde belirgin bir azalma hissediliyor. İyileşme dönemi sinirdeki hasara bağlı olarak 3-6 ay arasında değişiyor. Karpal tünel sendromunda ameliyat ile genellikle tam iyileşmenin mümkün olduğunu belirten Prof. Dr. Özgür Çetik, “Ancak bazı çok ağır ve geç kalınmış tablolarda ameliyattan sonra şikayetler azalsa da tümüyle geçmeyebiliyor. Ayrıca hastanın sigara içmesi, yeterince beslenmemesi ve ileri yaşta olması gibi faktörler cerrahi tedaviden alınacak sonucu olumsuz olarak etkileyebiliyor.” uyarısında bulunuyor.

Karpal tünel sendromuna karşı 7 öneri!

  • Klavye ve mouse kullanırken bileklerinizi uzun süre bükülü tutmamaya özen gösterin.
  • Mouse tutarken bileğinizi uzun süre basıya yol açacak şekilde masanın kenarında tutmayın.
  • Uzun süreli mouse kullanımı gerektiren işlerde bilek destekli mouse pedler veya joystick şeklinde tasarlanmış mouseları tercih edin.
  • Ellerinizi ve dirseğinizi yoracak şekilde ağır yük kaldırmaktan kaçının. Ellerinizle çok sık yük taşımayın.
  • Uzun süre hareketsiz kalmak da sinirleri sıkıştırabildiği için sık sık hareket edin.
  • Düzenli spor yaparak eklem, kas ve bağlarınızın güçlü kalmasını sağlayın.
  • Diyabet ve tiroit hastalıklarınız varsa mutlaka kontrol altında tutun.

Yutulabilir mide balonu ile ‘ameliyatsız’ zayıflama!

Yutulabilir mide balonu ile ‘ameliyatsız’ zayıflama!

Diyetlerden egzersizlere, cihazlardan ameliyatlara… Tüm dünyada obezitenin yaygın bir sorun haline gelmesi nedeniyle fazla kilolardan kurtulmaya yönelik yöntemler her geçen gün çok daha fazla rağbet görüyor. Bu yöntemlerden biri de, son yıllarda adını sıkça duyduğumuz, yutulabilir mide balonu! Cerrahi müdahale olmadan vücuda yerleştirilmesi, anestezi gerektirmemesi ve vücutta kendiliğinden erime özelliğine sahip olması gibi sağladığı önemli faydalar sayesinde, ‘yutulabilir mide balonu’ obezite tedavisinde sıkça tercih edilen yöntemlerden oldu.

Acıbadem Bakırköy Hastanesi Genel Cerrahi Uzmanı Doç. Dr. Eyüp Gemici, yeni nesil mide balonu olarak tanımlanan yutulabilir mide balonunun hasta takibinde de büyük bir yenilik getirdiğine dikkat çekerek, “Yutulan balonun doğal yolla vücuttan çıkabilmesi, diğer balonlar için mecburi olan yeniden hastaneye başvurma, endoskopi ya da anestezi gerekliliği gibi durumları ortadan kaldırıyor. Ayrıca hekim ile diyetisyen takipleri online ortamda, istenilen her an gerçekleştirilebiliyor.” diyor. Acıbadem Bakırköy Hastanesi Genel Cerrahi Uzmanı Doç. Dr. Eyüp Gemici, yutulabilir mide balonu hakkında en çok merak edilen 10 soruyu yanıtladı; önemli önerilerde bulundu.

Pause Sağlık, Pause Dergi

Doç. Dr. Eyüp Gemici

SORU: Yutulabilir mide balonu nedir?

CEVAP: Yutulabilir mide balonu; su ile yutulan, endoskopi ve anestezi gerektirmeyen, yeni nesil mide balonudur. Midede yer kaplayarak ve gıdaların mideden geçiş hızını yavaşlatarak iştahın azalmasını sağlıyor. Ayrıca mide içerisinde kapladığı hacim sayesinde az miktarda gıdayla doyulmasına imkan tanıyor. Şişmanlığın geçici tedavisinde kullanılan yöntem, kilo kaybına ve kaybedilen kiloların korunmasına yardım ediyor. Ayrıca obezite ameliyatı olacak hastaların ameliyat öncesinde zayıflamalarına ve bu sayede cerrahi risklerinin azalmasına yardımcı oluyor. Bir vitamin kapsülü boyutlarında üretildiği için kolay yutulabiliyor. Yutulabilir balonun çeperlerinin inceliği sayesinde de bağırsaklardan rahatlıkla geçerek dışkı yoluyla atılabiliyor. İnce olması delinebileceği ya da mide asidine dayanamayacağı anlamına gelmiyor, zira obezite tedavisinde kullanılan diğer balonlar kadar dirençli olacak şekilde üretiliyor.

SORU: Herkes faydalanabiliyor mu?

CEVAP: Yutulabilir mide balonu 18-65 yaş arasındaki kişilerde uygulanabiliyor. Yöntemden en fazla beden kitle indeksi 27 – 35 arasında olan kişiler fayda görüyor. Daha ileri yaş ve adolesan döneminde de uygulanmasına yönelik çalışmalar devam ediyor, ancak henüz tam bir prosedür mevcut değil. Anestezi gerektirmemesi nedeniyle, özellikle anestezi almasında engeli olan, anestezi almak istemeyen ve daha fazla beden kitle indeksi olup ameliyat olmak istemeyen kişiler için son derece ideal bir yöntem olarak kabul ediliyor.

SORU: Yöntem nasıl uygulanıyor?

CEVAP: Yutulabilir mide balonu yönteminde anestezi ve endoskopiye gerek olmuyor. Vitamin hapları boyutunda, kapsül formunda sıkıştırılmış bir tasarıma sahip olan mide balonu, bol su eşliğinde hap yutar gibi yutuluyor. Kapsül ucunda bir bağlantı aparatı bulunuyor ve bununla balonun şişirilmesi sağlanıyor. Balonun midede doğru yere konumlandığını tespit etmek için röntgen çekilerek doğrulama yapılıyor. Ardından, işlemi gerçekleştiren hekim, balonun ucundaki aparat vasıtasıyla balonu sıvıyla şişiriyor. Doç. Dr. Eyüp Gemici, “Şişirmek için kullanılan sıvının vücuda olumsuz bir etkisi olmuyor” diyerek, şöyle devam ediyor: “Balon 500-550 cc sıvıyla şişirildikten sonra yeniden röntgen çekiliyor. Artık sıvıyla dolmuş olan balonun son yeri kontrol ediliyor. Yapılan sıkı kontrollerin ardından balonun ucundaki aparat nazikçe çekiliyor ve ağızdan dışarı alınıyor. Böylece işlem tamamlanmış oluyor.”

SORU: Balonu yutarken zorluk çekiliyor mu?

CEVAP: Yöntemin uygulandığı hastalar ‘ya balonu yutamazsam’ kaygısına kapılabiliyorlar. Genel Cerrahi Uzmanı Doç. Dr. Eyüp Gemici, hastaların çok büyük bir kısmının balonu zorlanmadan yutabildiğine dikkat çekerek, “Ancak her şeye rağmen yutmakta zorluk yaşayan kişilerde ince bir kılavuz yardımıyla, balon, hekim tarafından mideye gönderilebiliyor” diyor.

SORU: İşlem ne kadar sürede tamamlanıyor?

CEVAP: Yutulabilir balon uygulaması ortalama 20 dakika süren bir yöntem. Bu süre boyunca hasta bilinci açık halde hekimle sürekli iletişim halinde oluyor.

SORU: Hasta hemen taburcu olabiliyor mu?

CEVAP: İşlem tamamlandıktan sonra hasta evine gönderiliyor. İşe dönüş süresi ise alışma dönemine bağlı olarak 2 – 5 gün arasında değişiyor.

Pause Sağlık, Pause Dergi

SORU: Yöntemle kaç kilo verilebiliyor?

CEVAP: Yutulabilir mide balonu midede ortalama 4 – 4,5 ay süreyle kalıyor. Bu süre içerisinde başlangıç kilonun ortalama yüzde 7– 15’inin verilmesi sağlanıyor. Bilimsel birçok çalışmaya göre; mide balonu uygulanan kişilerde kilonun çok büyük bir kısmı ilk 12 haftada kaybediliyor ve 16 haftadan sonra balonunun midede kalmasının kilo vermeye anlamlı bir katkısı olmuyor. Genel Cerrahi Uzmanı Doç. Dr. Eyüp Gemici, buna rağmen yutulabilir mide balonunun 6 ay süren bir program olduğunu belirterek, “Çünkü burada amaçlanan şey sadece kilo kaybı sağlamak değil, aynı zamanda balonun yerleştirildiği ilk günden itibaren benimsetilen sağlıklı beslenme alışkanlığının balon vücuttan çıktıktan sonra da devam ettirilebilmesi. Böylelikle mevcut kilonun korunması sağlanıyor ve kiloların geri alınması önlenebiliyor.” diyor.

SORU: Balon mideden nasıl çıkartılıyor?

CEVAP: Yutulabilir mide balonunu vücuttan çıkartmak için herhangi bir işleme gerek olmuyor. Yüksek teknolojiyle üretilen balonun üzerinde eriyebilen bir valf bulunuyor. Ortalama 4 aylık süre sonunda valfın erimesiyle birlikte balonun içindeki sıvı boşalıyor. Böylelikle hacmi kaybolan balon bağırsaklara geçerek dışkı yoluyla vücuttan atılıyor. Oldukça ince üretilmiş balonun vücuttan atılması çoğu kişi tarafından hissedilmiyor.

SORU: Riskli bir işlem mi?

CEVAP: “Alışma dönemi olarak adlandırılan ilk üç gün içerisinde, tüm balon uygulamalarında görülen bulantı ve kramp, yutulabilir mide balonunun en sık ortaya çıkan yan etkilerindendir.” bilgisini veren Genel Cerrahi Uzmanı Doç. Dr. Eyüp Gemici “İlaç desteği ile beslenme önerilerinin yanı sıra midenin balonu kabullenmesiyle birlikte bu doğal süreç atlatılabiliyor. Yüzde 3 oranında ise her şeye rağmen şikâyetleri gerilemeyen kişilerde balonun çıkartılması gerekebiliyor. Çok düşük ihtimallerde de, gastrit, ülser ve reflü gibi yan etkiler görülebiliyor.” diyor.

SORU: Uygulama sonrasında nelere dikkat etmek gerekiyor?

CEVAP: Yutulabilir mide balonu uygulaması sonrasında hastanın alışma dönemini rahat geçirmesi için hekimi tarafından reçetesi düzenleniyor ve ilk birkaç gün için uyulması gereken sıvı ile yumuşak diyet programı hakkında bilgilendirme yapılıyor. Alışma dönemi tamamlandıktan sonra diyetisyenle birlikte hazırlanan kişiye özel sağlıklı beslenme programıyla takip süreci başlıyor.