Yazılar

Endometriozis olabilirsiniz

Endometriozis olabilirsiniz

Ülkemizde kadınların çoğu adet döneminin ağrılı geçmesini “normal” kabul ettiği için çok önemli bir sağlık sorunu da sinsice ilerliyor. Belirtileri ve şiddeti tümörün yerleştiği bölgeye göre farklı sorunlara yol açan, anne olmanın önündeki en büyük engellerden biri olarak karşımıza çıkan bu tehlikeli hastalık ülkemizde her 10 kadından birinde görülüyor. Halk arasında ‘çikolata kisti’ olarak bilinen ve başka rahatsızlıklarla da ortak belirtiler gösteren endometriozisin tanısı bazen 10 yılı bile bulabiliyor! İşte, tüm dünyada bu tehlikeli hastalığa karşı farkındalık oluşturabilmek için toplumun dikkati her yıl Mart ayında endometriozise çekiliyor. Hastalığın zamanında fark edilmesinin tedavi açısından da büyük önem taşıdığını vurgulayan Acıbadem Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Ana Bilim Dalı Başkanı ve Acıbadem Maslak Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum, Jinekolojik Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Mete Güngör,  “Endometriozis, karın bölgesindeki organlarda kalıcı hasar bırakabilir. Ayrıca kısırlığın da başlıca nedenlerinden biri. Kısırlık nedeniyle hekime başvuran kadınların yüzde 15 ila 55’inde görülüyor. Endometriozisin yumurtalık kanserini artırdığını gösteren çalışmalar da var. Bu nedenle olası bir şikayette mutlaka hekime başvurulmalı” diyor. Prof. Dr. Mete Güngör, endometriozis hakkında önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

Ülkemizde üreme çağındaki her 10 kadından birinde görülen endometriozis, rahmin iç tabakasında bulunması gereken endometrium dokusunun rahim dışında başka organlarda yerleşmesine ve yerleştiği bölgede hastalık oluşturmasına deniliyor. Anne olmanın önündeki en büyük engellerden biri olan ve özellikle şiddetli adet ağrılarıyla kendini gösteren  endometriozis; karın zarı üzerinde, yumurtalıkları rahime bağlayan tüplerde, idrar kesesi ve idrar borusunda, bağırsaklar üzerinde ya da yumurtalıklarda, nadiren de akciğer, göz, göbek ve diyafram gibi bölgelerde ortaya çıkabiliyor. Endometriozisin adet dönemi hormonlarından etkilendiğini kaydeden Acıbadem Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Ana Bilim Dalı Başkanı ve Acıbadem Maslak Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum, Jinekolojik Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Mete Güngör,  “Bu nedenle döngüsel olarak büyüyüp kanamaya yol açarlar. Bu kanamalar, bulundukları yerlerde doku reaksiyonlarına, iltihaplara, yapışıklıklara ve kistlere neden olur. Uzun vadede organların birbirine yapışması bile söz konusu olabilir” diyor.

Adet süresi 7 günü geçiyorsa!

Özellikle 15-49 yaş arasındaki kadınlarda görülen ve ülkemizde 1,5 milyon kadını etkileyen bu hastalığın nedenleri tam olarak bilinemiyor. Ancak ailesinde endometriozis olan kadınlarda hastalığın görülme riskinin 6 kat arttığını belirten Prof. Dr. Mete Güngör, diğer risk nedenleri hakkında şunları söylüyor:

“Kadınların ilk adet kanamasının 11 yaşından önce olması, adet döngüsünün 27 günden kısa sürmesi, 7 günü geçen adet kanamaları, hiç hamile kalmamış ve doğum yapmamış olmaları, yüksek düzeyde östrojene maruz kalmaları, menstrüel kan akımını bozan anomaliler, endometriozis riskini artıran diğer etmenler. Ancak yağlı beslenmenin, fazla et ve kafein tüketiminin de risk faktörü olduğu kabul ediliyor. Öte yandan hamilelik, düzenli egzersiz ve geç adet görme ise riski azaltan etmenler olarak öne çıkıyor.”

 Karında şişkinlik zannettiğiniz…

Endometriozisin yumurtalıklarda görülmesi halk arasında “çikolata kisti” olarak bilinen endemetriomaya oluyor. “Karnımda şişkinlik hissediyorum” diyen, sürekli gaz şikayeti yaşayan kadınlar, bu yakınmaların çikolata kistinden kaynaklandığını öğreninceye kadar birçok hekimin kapısını çalıyor. Şikayetler nedeniyle genellikle dahiliye ya da gastroenteroloji uzmanlarına başvurulduğunu dile getiren Prof. Dr. Mete Güngör, “Karında şişlik ya da gaz zannedilen aslında endometriozis nedeniyle gelişen kist olabiliyor. Tedavi için doğru adresi bulana kadar kadınlar çok zaman kaybedebiliyor. Bu da kistin büyümesine ve şikayetlerin de artmasına yol açıyor” diyor.

Anne olmayı engelleyebiliyor

Yaşam kalitesini düşüren endometriozisi kadınlar için daha da önemli hale getiren bir başka nokta da doğurganlık üzerine olan etkisi. Endometriozisin özellikle tüplerde ve yumurtalıklarda tıkanıklığa, yapışıklığa yol açması nedeniyle yumurtalıklardan yumurta salınımını engelleyebileceği ve bunun da kısırlığa sebebiyet verebileceğini anlatan Prof. Dr. Mete Güngör, şunları söylüyor:

“Endometriozis odaklarından salgılanan bazı maddeler, yumurta ve spermin döllenmesine ya da rahime yerleşmesine de engel olabiliyor. Bu alanda yapılan çalışmalar da kısırlık nedeniyle hekime başvuran kadınların yüzde 15-55’inde endometriozis olduğunu gösteriyor. Ancak her endometriozis hastalığı da kısırlığa yol açmıyor. Bazı hastalar doğal yollarla hamile kalabiliyor. Bazıları da yardımcı tedavi yöntemleri ile bebek sahibi olabiliyor.”

Yumurtalık kanseri daha sık görülüyor

Endometriozis ile ilgili zihni kurcalayan en büyük soru işaretlerinden biri de hastalığın kansere yol açacağı endişesi. Bazı bilimsel çalışmalarda yumurtalık kanserinin endometriozisi olanlarda daha sık görüldüğü sonucuna ulaşıldığını kaydeden Prof. Dr. Mete Güngör, Özellikle ileri yaşta görülen endometriozisin çok iyi değerlendirilmesi, cerrahi yöntemlerle çıkarılıp patolojjk değerlendirmeden geçirilmesi gerekiyor” diye vurguluyor.

Esas tedavi yöntemi cerrahi

Endometriozis tanısı hastanın şikayetlerinin dinlenmesinin ardından fiziki muayene, ultrason, MR ve laparoskopi gibi kimi tetkik yöntemleri ile konuyor. Tedavi ise hastalığın seviyesine, belirtilerin şiddetine ve kadının çocuk sahibi olmak isteyip istemediğinize göre ilaçla ve cerrahi yöntemlerle gerçekleştiriliyor. İlaç tedavisi daha çok ağrının temel sorun olduğu durumlarda uygulanıyor. Endometriozisin asıl tedavi yönteminin cerrahi olmasına karşın her hastanın ameliyat edilmediğini ifade eden Prof. Dr. Mete Güngör, “Ameliyat doğurganlığı artırmak ve ağrıyı azaltmak için tercih ediliyor. Özellikle hayat kalitesini bozan şiddetli pelvik ağrı yaşayan, ilaç tedavisinden fayda görmeyen, endometriozisi olduğu bilinen ve istediği halde hamile kalamayan ve büyük çikolata kisti bulunan kadınlarda cerrahi yönteme başvuruluyor. Ancak endometriozis yüzde 10-30 oranında nüksedebiliyor.”

Endometiozis ameliyatlarının “kapalı yöntem” olarak bilinen laparoskopik yöntem ile yapılması tercih ediliyor. Üreme organlarına dokunulmadan, küçük kesilerle yapılan bu ameliyatlar sayesinde daha az doku hasar görüyor ve hasta kısa sürede iyileşiyor. Bu ameliyatların tecrübeli hekimler tarafından yapılması ise hastanın doğurganlık ve hormonal fonksiyonlarının bozulmaması ve hastalığın tekrarlama olasılığının azalması için önem taşıyor.

Bu belirtilere dikkat!

Endometriozis yol açtığı yakınmaların çok çeşitli olmasından dolayı gözden kaçabiliyor. Bu nedenle kadınların bedenlerinden gelen sinyalleri doğru algılayarak zamanında harekete geçmesi yaşam konforunu artırıyor. Peki, vücudumuzdan gelen hangi sinyaller endometriozisten kaynaklanıyor? Prof. Dr. Mete Güngör, bu belirtileri şöyle sıralıyor;

  • Bel ağrısı,
  • Uzun süreli kasık ve karın ağrısı,
  • Şiddetli adet sancıları,
  • Aşırı kanamalı adet,
  • Cinsel ilişkide ağrı,
  • Sürekli yorgunluk,
  • Hamile kalmada güçlük,
  • Kısırlık,
  • Bağırsak alışkanlıklarında değişiklik ve idrar yaparken ağrı,
  • Kabızlık, şişkinlik
  • Dikkati toplayamama,
  • Depresyon

Covid negatife dönse de bu 5 kurala dikkat!

Covid negatife dönse de bu 5 kurala dikkat!

Yüzyılın salgın hastalığı Covid-19’dan korunmak için maske, sosyal mesafe ve temizlik kurallarına uymak kadar sağlıklı beslenerek güçlü bir bağışıklığa sahip olmak da büyük önem taşıyor. Tüm bu önlemlere rağmen Covid enfeksiyonuna yakalanıp iyileşenlerin de ‘Covid-19’u atlattım’ diye düşünmeyip, iyileştikten sonra da sağlıklı beslenmeye dikkat etmeleri gerekiyor. Acıbadem Maslak Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Roksi Menase “Covid-19 enfeksiyonu geçirip iyileşseniz de virüse tekrardan yakalanabilme ihtimaliniz var; ayrıca vücudunuz hastalık sonrası bir toparlanma süreci yaşar. Bağışıklığınızı güçlü tutmak ve toparlanmaya destek olmak için vücudunuzun ihtiyacınız olan vitamin, mineralleri karşılamalısınız. Bazı besinler diğerlerine göre daha fazla vitamin, mineral ve antioksidan içeriyor. Covid sonrası dönemde de bu besinleri mutlaka günlük rutininize eklemenizde fayda var.” diyor. Beslenme ve Diyet Uzmanı Roksi Menase, Covid sonrası vücut direncini artıran 10 besini ve Covid negatife dönse de dikkat edilmesi gereken 5 kuralı anlattı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

Nar

Nar mevsim meyveleri arasında antioksidan gücü oldukça baskın bir meyve. İçerisindeki polifenoller sayesinde hücre hasarını azaltıyor. Bunun yanında hastalık sürecinde oluşan inflamasyonu azaltmaya yardımcı oluyor. Narı yarıya bölüp salatalarınıza ekleyebilir veya ikindi vakti ara öğün olarak yoğurdunuzun içerisine ekleyebilirsiniz. Eğer kemoterapi tedavisi görüyorsanız nar tüketmek sizin için sakıncalı olabilir.

Turunçgiller

Turunçgil ailesinden limon, portakal ve mandalina C vitamininden zengin olmaları sebebiyle  mutlaka tüketilmesi gerekenlerden. Bu meyveler, C vitamini ve antioksidan içeriği ile serbest radikallerle savaşıyor ve bağışıklık sisteminizi güçlendiriyor. Ayrıca turunçgillerin içerisindeki hesperidin ve apigenin gibi flavonoidler beyin sağlığını koruyarak nörodejeneratif bozuklukları önlüyor. Her gün 1 limonu salatanıza ekler ve 1 adet portakal tüketirseniz günlük C vitamini ihtiyacınızı takviyeye gerek kalmadan karşılayabilirsiniz.

Yumurta

Yumurta kaliteli bir protein kaynağı ve ihtiyacımız olan tüm amino asitleri bir arada bulunduran bir besin. Yumurta Covid-19 geçirdikten sonra hücre hasarını toparlamak için artan protein ihtiyacınıza destek olur. Vücudunuzdaki iyi kolesterolü artırarak kalp sağlığınızı korur. Yumurtayı kahvaltıda haşlanmış olarak veya öğlen yemeğinizin yerine omlet şeklinde tüketebilirsiniz.

Balık

Kaliteli protein kaynaklarından balık güçlü bir bağışıklık için günlük beslenmenizde yer alması gereken bir besin. İyot, protein ve sağlıklı yağ içeriğiyle vücudunuz için oldukça faydalı. Haftada 1 tüketeceğiniz balık; inme ve kalp krizi geçirme riskini azaltıyor. Önemli bir nokta balığın pişirme yöntemi. Kızartma işlemi balığın yağ oranını artırıyor ve sağlıklı besin içeriğini azaltıyor. Balığı pişirirken mutlaka haşlama, ızgara veya fırında yöntemleri kullanılmalı.

Brokoli

Beslenme ve Diyet Uzmanı Roksi Menase “Brokoli; koyu yeşil renkli bir sebze olmasıyla vitamin deposu olduğunu gösteriyor. C vitamini, K vitamini ve biyoaktif bileşikler içermesiyle bağışıklık sisteminizi güçlendiriyor, inflamasyonu azaltıyor. Zengin lif içeriği kalp-damar sağlığınızı koruyor. Aynı zamanda sindirimi kolaylaştırarak, kabızlık probleminden koruyor. Lahanagiller ailesinden olan lahana ve brüksel lahanasını da tüketmeyi ihmal etmeyin. Eğer fazla gaz şikayeti yaşıyorsanız brokoli tüketiminizi sınırlandırabilirsiniz” diyor.

Havuç

Havuç; koyu turuncu rengini betakaroten adında çok değerli bir antioksidandan alıyor. Bu antioksidan bağışıklık sistemimizi güçlendiriyor. Fakat bunun yanı sıra A vitamini, K vitamini, potasyum içeriğiyle kan akışını düzenliyor. Tansiyon problemi olan kişileri olumlu etkiliyor. ‘Havuç çok şekerli’ demeyin. Eğer kan şekeri çok yüksek seyreden bir diyabet hastası değilseniz havucu mutlaka salatalarınıza, yemeklerinize ekleyin veya ara öğünlerde tatlı isteklerinizi bastırmak için 1-2 adet tüketin.

Zencefil

Zencefil, gingerol adında inflamasyonu azaltıcı güçlü bir bileşiğe sahip olmasıyla oldukça sağlıklı bir besin. Bağışıklık güçlendirici etkisinin yanı sıra mide bulantısı sıkıntılarına iyi geliyor. Bakteri ve virüslere karşı koyarak hasta olma riskinizi azaltıyor. Covid-19 sırasında veya sonrasında mide bulantısı yaşıyorsanız zencefil çayı tüketmeyi deneyebilirsiniz.

Bal

Bal, doğal olduğu takdirde içerisinde çok değerli antioksidanlara sahip bir besin. Hastalık sırasında oluşan öksürük semptomlarını azaltıyor ve uyku kalitesini artırıyor. Covid-19 sonrası hala öksürük semptomları yaşıyorsanız günde 1 tatlı kaşığı bal tüketmeyi deneyebilirsiniz. Bunun yanı sıra tatlı bir besin olmasıyla paketli gıda tercih etmek yerine sağlıklı bir besin ile bu ihtiyacınızı karşılayabiliyorsunuz. Tüketirken mümkün olduğunca işlenmiş olmasından kaçınmak ve toksik madde oluşumunu engellemek adına yüksek ısıya maruz bırakmamak gerekiyor. Ayrıca 1 yaş altı bebeklere bal verilmemeli.

Badem

Badem, bolca E vitamini, magnezyum ve lif içeriyor. İçerisindeki sağlıklı yağlar kötü kolesterolü düşürerek kalp sağlığınızı güçlendiriyor. Ayrıca E vitamini gibi güçlü antioksidanlar sayesinde bağışıklık sisteminizi destekliyor. Uyku bozukluğu yaşıyorsanız badem tüketebilirsiniz, bademin uykuyu düzenleyici etkisi bulunuyor. Badem tüketirken dikkat etmeniz gereken bir özellik çiğ olması, kavrulmuş bademler yüksek tuz ve yağ içeriği ile fazla tüketiminde kilo artışı ve kolesterol yüksekliğine sebep olabiliyor.

Su

Beslenme ve Diyet Uzmanı Roksi Menase “Su tüketimi hayatın her evresinde olduğu gibi Covid-19 virüsü ile mücadelede ve iyileştikten sonra da oldukça önemli. Ateş ve enfeksiyon ile vücudunuzun kaybettiği suyu geri koymak gerekiyor. Bu nedenle toparlanma evresinde su tüketmek çok önemli. Günde en az 8-10 bardak su tüketin. Sıvı desteği olması adına çorba ve bitki çayları tüketebilirsiniz.

Dikkat! Covid negatife dönse de;

  •  Her renkten besin tüketmeye devam edilmeli.
  • Dengeli beslenmeli.
  • Yeterli protein tüketilmeli.
  • Bol bol su tüketmeli.
  • İşlenmiş gıdalardan, şekerli, gazlı içeceklerden ve paketli hazır gıdalardan uzak durulmalı.

 Pandemide ilişkinizi onaracak 10 yöntem!

 Pandemide ilişkinizi onaracak 10 yöntem!

Yapılan bilimsel araştırmalar hep aynı sonucu ortaya koyuyor; sağlıklı bir ilişkiye sahip olmak fiziksel ve psikolojik sağlığımız başta olmak üzere yaşamımızın birçok alanına olumlu katkı sağlıyor. Acıbadem Maslak Hastanesi’nden Uzman Klinik Psikolog Ece Koç “Sağlıklı ilişki; birbirine sevgi, saygı ve güven ile bağlı olan, hayatı ortak paylaşan, eşit hak ve sorumlulukları olan, birbirlerine özel alanlar tanıyan kişilerin yürüttüğü birlikteliklerdir. Sağlıksız olarak adlandıracağımız ilişkiler ise; çiftlerden birinin kurallarına, dayatmalarına göre yaşanan, karşısındakini değiştirmeye çalışan, güç savaşlarının sık sık gündeme geldiği, kavga ve tartışmanın çok yoğun yaşandığı ilişkilerdir” derken, son bir yıldır çalışma hayatımızın eve taşındığı, partnerlerin evde kısıtlı bir fiziksel ortamda daha fazla zaman geçirmek durumunda kaldığı pandemi sürecinin bazı ilişkilerde ciddi anlamda bunalmışlık ve bıkkınlık hissine yol açtığını ve ilişkilerin sağlıksız bir hal alarak ayrılıklara yol açtığını söylüyor.

Doğru zamanda, doğru üslupla tartışın

Partnerinizin davranışları karşısında şaşkınlığa düşmüş, hayal kırıklığına uğramış, korkmuş hatta öfke duymuş olabilirsiniz. Sevilmediğiniz hissine kapılmanız da cabası. Sizin duygularınız üzerinde yaralayıcı etkiye sahip olan davranışlara karşı sessiz kalmayın, duygularınızı içinize atarak biriktirmeyin; partnerinizle bunu mutlaka konuşun. Ancak sorunlarınızı konuşacağınız zamanın ‘doğru zaman’ olmasına yani gergin, huzursuz ya da yoğun olduğu bir zaman olmamasına dikkat edin. Sözlerinizi dikkatli seçin; doğru bir üslupla dile getirin.

Sorunları  ‘ben’ dilini kullanarak konuşun

Sorunları dile getirirken üslubunuzun hırçınlıktan ve saldırganlıktan uzak olmasına dikkat edin. Partnerinizin davranışının sizin üzerinizde yarattığı olumsuz etkiyi ifade ederken ‘ben’ dilini kullanın. Örneğin; ‘bu yaptığın bana kendimi değersiz hissettirdi’, ‘kendimi sevilmiyor hissettim’ gibi. Doğru bir iletişim tekniğinin ilişkiniz üzerinde yapıcı etkisini hissedeceksiniz.

Kişiliğini değil davranışını eleştirin

Sorunları tartışırken partnerinizin kişiliğini değil, davranışını eleştirin. Hakaret içeren, düşmanca yaklaşımdan kaçınarak, empati yapmasını sağlayacak şekilde, sakin kalmaya çalışarak değiştirmesini istediğiniz davranışları dile getirin. Sürekli eleştirilmek, olduğu gibi kabul edilmemek kişileri inciteceği için eşinizin/ partnerinizin bazı davranışlarını da olduğu gibi kabul edin, değiştirmeye çalışmayın.

Bireysel alanlarınıza saygı duyun, yasaklar koymayın

Her sağlıklı ilişkide bireysel alanlara ihtiyaç vardır. ‘Yapışık ikizler’ gibi her faaliyetin içerisinde birlikte olmak, birbirinizin gölgesinde hareket etmek ilişkilerde bir süre sonra bunalma ve sıkılma hissine yol açar. Bu nedenle aynı çatının altında ‘bir’ ama kendinizin ve partnerinizin bireysel özgürlüğüne, hobilerine, ilgi alanlarına müdahale etmeden yaşamayı öğrenin; farklılıklarınızı kabul edin.

Cevap vermek için değil anlamak için dinleyin

Uzman Klinik Psikolog Ece Koç, “Tartışma esnasında birbirinizi yargılamaktan kaçının. Karşınızdakini dinleyip, onu anlamaya çalışın. Cevap vermek için değil, anlamak için dinleyin. İlişkilerde yapılan en büyük yanlışlardan biri; karşımızdaki duygu ve düşüncelerini dile getirirken, onu dinlemek yerine, onun sözlerine karşı vereceğimiz cevapları düşünmektir. Karşınızdakinin eleştirilerini dikkatlice dinleyerek, ilişkinizi yapıcı yönde etkilemesi için önemli ipuçları elde edeceksiniz.” diyor.

 Sorumlulukları ve hayallerinizi paylaşın

İlişkide sorumlulukların hep bir kişide olması, o kişinin zamanla tükenmesine, mutsuz olmasına ve hayattan zevk alamamasına yol açacağından; sorumlulukları paylaşmak sağlıklı ilişkilerde olmazsa olmaz koşullar arasında yer alıyor. Sorumluluklar gibi hayallerinizi de paylaşmaya özen gösterin; ortak hayaller kurun. Güzel düşünceler ve paylaşılan hayaller ilişkinizde yapıcı bir rol oynayacaktır.

Sosyal hayatınız olsun

Birbirinize dürüst davranıp yalan söylememek şartıyla, ilişkiniz dışında da sosyal bir hayatınızın olmasına özen gösterin. Özellikle ilişkilerde sosyal hayatın erkeklerde baskın olduğu, kadınların ise kendisini evine ve eşine, çocuklarına adadığı, bunun da zamanla bilinçaltında birçok sorunu biriktirmesine yol açtığı görülüyor. Kişisel hobilerinize, sosyal çevrenize zaman ayırın, sevdiğiniz arkadaşlarınızla, dostlarınızla, aile üyelerinizle sadece kendiniz bir araya gelin. Pandemi süreci nedeniyle bu buluşmaları online da olsa mutlaka yapın ve hobilerinize zaman ayırın.

 Yeni ve ortak deneyimler yaratın

Pandemi sürecinde iyice bunaldık ve sosyal etkinliklerden uzak kalarak eve kapandık. Bu süreci bir fırsata çevirin ve birbirinizin ilgi alanlarını destekleyecek uğraşlar yaratırken, yeni ve ortak deneyimler edinin. Örneğin; sadece kendi sevdiğiniz film türlerini değil, partnerinizin hoşuna giden filmlere ortak olun, sevdiği müziğe eşlik edin, birlikte şarkı söyleyin, hafta sonları kahvaltı sofranızın özel olmasını sağlayın, sorunlar yerine güzel ve gülümsetecek olaylardan bahsedin.

Evdeyim diye kendinizi ‘salmayın’

İlişkilerde yapılan en büyük yanlışlardan biri de evdeyim diye kişinin partnerini hiçe sayarak, kendine gereken özeni göstermemesi, bakımlı olmak yerine adeta kendini ‘salması’ oluyor. Oysa her gün dışarı çıkıyormuş gibi duşunuzu alıp, kendinize çeki düzen verin ve partnerinizin karşısında bakımlı olun. Kilo almamaya, varsa fazla kilolarınızdan kurtulmak için sağlıklı ve sürdürülebilir bir diyet uygularken, haftada en az üç gün, birer saat tempolu yürümeye özen gösterin.

Her sorunda geçmiş defterleri karıştırmayın

Uzman Klinik Psikolog Ece Koç “Tartışıp çözüme kavuşturduğunuz sorunları ya da partnerinizin geçmişte sizi üzdüğü davranışlarını her tartışmanızda yeniden gündeme getirmekten kaçının. Geçmişe değil, ana odaklanın ve geleceğinizde ‘onun’ da olmasını istiyorsanız yıkıcı değil, yapıcı yaklaşımlarda bulunun. Hararetli tartışmalarda saygısız ve incitici ithamlardan kaçının.” diyor.

Sağlıklı ilişkinin sağlığımıza 7 faydası

  1. Yaşam doyumunu artırır, hayatın keyifli ve mutluluk verici yönlerini görmeyi sağlar.
  2. Stresle baş etme gücünün artırır, zorluklar karşısında daha mücadeleci yapar.
  3. Kaygı, anksiyete ve depresyon oranlarını düşürür.
  4. İş hayatındaki başarıları artırır çünkü sağlıklı ilişkileri olan kişilerin zihinleri sorunlarla meşgul olmadığı için tüm enerjilerini işlerine verebilirler.
  5. Kalp hastalığı ve felç riskini azaltır.
  6. Öz güveni artırır; güvenle birine bağlanmış, onaylanan ve her koşulda yanında olacak bir partnere sahip olmak kendimizden daha emin olmamızı sağlar.
  7. Bağışıklık sistemimizi güçlendirir. Yaşanan olumsuzluklar, bağışıklık sistemimizle ilgili olan kortizol (stres hormonu) seviyemizin yükselmesine bu da bağışıklığımızın düşmesine neden olur. Ancak sağlıklı bir ilişkiye sahip olmak vücut direncimizin artmasına ve bağışıklığımızın güçlenmesine katkı sağlar.                                           

Kanserli çocukları Covid-19’dan koruyan 6 kritik kural

Kanserli çocukları Covid-19’dan koruyan 6 kritik kural

Bir yıldan bu yana, günlük yaşam alışkanlıklarımızı, çalışma şeklimizi ve sosyal ilişkilerimizi temelinden değiştiren Covid-19 virüsünün üstesinden gelmeye çalışıyoruz. Aşı çalışmalarıyla pandemiye karşı önemli bir kazanım elde edilse de, hala özellikle riskli gruplar için tedbiri elden bırakmamak en önemli korunma yöntemi. Özellikle kanser tedavisi gören çocukların zayıf bağışıklık sistemleri nedeniyle virüse karşı daha savunmasız olabildiklerine dikkat çeken Acıbadem Maslak Hastanesi Çocuk Onkolojisi Uzmanı Prof. Dr. Funda Çorapcıoğlu, “Kanser tedavisinin aksamaması için sadece bu minik kahramanların değil, onlara bakım veren aile bireylerinin de kendilerini korumaları gerekiyor. Bu nedenle evde, hastanede ve her yerde maske takmayı ihmal etmemeliler” diyor.

Maskeli kahramanlar için bu kurallar tanıdık

Son bir yılda tüm dünyanın yeni normali, “maske, mesafe ve hijyen” üçlüsünün üzerine şekillendi. Bu 3 önemli madde özellikle kanser tedavisi gören çocuklar için çok tanıdık. Kanser hastası çocukların kemoterapi tedavisine başlandığı ilk andan itibaren maskeli yaşama geçtiğini anlatan Prof. Dr. Funda Çorapcıoğlu, “Bizim ‘maskeli kahramanlar’ dediğimiz bu kendileri minik, mücadeleleri dev olan çocuklarımız akranlarına ve kalabalığa mesafe koymanın yanı sıra temizlik kurallarını zaten uyguluyorlar” diyor. Aşılama sayesinde Covid-19 endişesinde azalma beklentisi olsa da, kanserli çocukların bu virüsle karşılaşmaları hala büyük bir tehdit. Kemoterapi tedavisinin çocuklarda kan değerlerini düşürdüğünü ve bağışıklık sistemini zayıflattığını belirten Prof. Dr. Funda Çorapcıoğlu, şöyle devam ediyor: “Çocukların Covid-19 enfeksiyonunu daha rahat atlattığı biliniyor. Ancak yine de bu virüs nedeniyle yoğun bakımda tedavi edilen çocuklar da oldu. Bu durum kanser tedavisi gören çocuklar için daha büyük risk. Zayıf bağışıklık sistemleri nedeniyle kanser tedavisi gören çocukların Covid-19 enfeksiyonunu daha ağır geçirme riski de çok yüksek olabilir” diye konuşuyor.

Covid-19’dan koruyan 6 kritik kural!

Covid-19 virüsünün bulaşması halinde onkolojik tedaviye de ara veriliyor. Bu da tedavide önemli bir aksamaya neden oluyor. Sadece çocuğun değil ona bakım veren yakınlarının da bu enfeksiyon riskinden kendilerini korumaları gerektiğini ifade eden Prof. Dr. Funda Çorapcıoğlu, “Hasta yakınlarında Covid-19 testi pozitif çıkarsa çocuk da hemen izlemeye alınıyor. Test yapılıyor ve klinik bulguları takip ediliyor. Bu süreç de tedavide en az 15 günlük aksama anlamına geliyor. Bundan dolayı ailede her bireyin dikkatli olmasını istiyoruz” diye konuşuyor. Aşı uygulamasının başlamasına karşın, kemoterapi alan çocuklarda tedavi sürerken veya bitiminden sonraki ilk 3 ayda canlı aşıların çocuklar için faydadan çok zarar getirdiğini ifade eden Çocuk Onkolojisi Uzmanı Prof. Dr. Funda Çorapcıoğlu, pandemi döneminde uyulması gereken kuralları şöyle özetliyor:

  • Maske kullanımını asla aksatmayın. Hastanede ve evde çocuğunuz da siz de maske takın.
  • Çocuğunuzun sağlığı için onu her türlü temastan koruyun. Arkadaşları dahil hiçbir ziyaretçiyi evinize kabul etmeyin.
  • Dışarıya çıkan ve çalışan aile bireyleri eve geldiklerinde mutlaka kıyafetlerini değiştirmeli, banyo yapmalı, dezenfektanla ellerini temizlemeli. Tedavisi devam eden çocuğunuzla görüşmesi gerektiğinde maskeli ve mesafeye dikkat ederek konuşmaya özen göstermeli.
  • Doktorunuzun kemoterapi sürecinde önerdiği tüm bakım ve temizlik işlemlerini aksatmadan yapın. Çocuğunuzun ağız sağlığına ve hijyenine önem verin.
  • Kemoterapi tedavisi sırasında doktorunuzun önerdiği beslenme tarzını düzenli bir şekilde uygulayın. Bağışıklık sistemini güçlendiren ilaç, vitamin ya da bitkisel ürünleri doktorunuza sormadan asla kullanmayın.
  • Çocuğunuzun sağlığına dair en ufak yakınmayı ya da şikayeti önemseyerek hemen doktorunuza ulaşın.

Covid korkusu kanserin erken tanısını engelliyor

Covid korkusu kanserin erken tanısını engelliyor

Covid-19 enfeksiyonuna yakalanma korkusu nedeniyle rutin kontrollerin aksatılması, sağlık kuruluşlarında kaynakların pandemiyi önlemeye odaklanması, özellikle kanser tanısı ve tedavisinde alarm zillerinin çalmasına neden oluyor. Yapılan çalışmalar standart kanser taramalarında yüzde 90’a yakın azalma olduğunu gösteriyor. Bu durumun korkutucu yansıması ise ileri evre kanserlerde artış! Öyle ki istatistiki çalışmalar ileri evre kanser tanısının bir öncesi yıla göre yüzde 75 oranında arttığını gösteriyor. Acıbadem Maslak Hastanesi Tıbbi Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Gökhan Demir, 4 Şubat Dünya Kanser Günü kapsamında yaptığı açıklamada; meme, kolon ve akciğer kanserlerine bağlı ölümlerde önümüzdeki 5 yıl içinde yüzde 10-15 oranında artış öngörüldüğünü kaydediyor. Tanı ve tedavi seçeneklerindeki gelişmeler sayesinde son 25 yılda kanser ölümlerinde yaklaşık yüzde 25’lik bir düşüş yaşandığını belirten Prof. Dr. Gökhan Demir, “Pandemi sonrasında kanser tanı ve ölüm oranlarının önceki yıllara dönmemesi için kanserle ilgili olabilecek tüm yakınmalarda zaman geçirmeden hastaneye başvurulmalı, rutin kontroller aksatılmamalı.” diyor. Tıbbi Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Gökhan Demir, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

Belirtiler göz ardı ediliyor!

Covid-19 pandemisi korkusu ile kişilerin hastaneye başvurmaktan çekinmesi, salgını kontrol altında tutmak amacıyla sağlık kuruluşlarının kimi tarama programlarını, acil olmayan operasyon ve tanı işlemlerini askıya alması çeşitli sağlık sorunlarının da zamanında saptanamamasına yol açıyor. Genel risk grubundaki erişkinlerin tarama programlarına başvurmaması bir yana, ciddi belirtileri olduğu halde çoğu hastanın yakınmalarını göz ardı ettiğini belirten Acıbadem Maslak Hastanesi Tıbbi Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Gökhan Demir, sözlerine şöyle devam ediyor: “Geçen yıl nisan ayında yeni kanser tanısında önceki yıllara kıyasla neredeyse yarı yarıya bir düşüş izlendi. Bu çok endişe verici. Pek çok yeni kanser hastasının tanı alana kadar aylar kaybetmesi ve hastalığın ileri evrede tanılanmasına yol açıyor. İleri evre kanser tanısında geçen yıla oranla yaklaşık yüzde 75’lik bir artış oldu. İleri evre kanserlerin artması kaçınılmaz olarak sağkalımın azalması ve kanser ilişkili ölüm oranlarının artışı ile sonuçlanabilir.”

‘Kanser kontrolünde kaybedilen ivme kazanılmalı’

Tüm sağlık tesislerinde Covid-19 virisüne karşı katı önlemler alındığını, tarama ve tanı prosedürleri için hastaneye gidildiğinde virüsü kapma riskinin çok düşük olacağını belirten Prof. Dr. Gökhan Demir, “Zaman kaybetmeden tanıya ulaşılması ve tedaviye başlanması yaşam kurtarıcıdır. Ülkemiz yavaş ve güvenli bir şekilde yeniden açılırken kanser taraması ve teşhisi standart sağlık hizmetlerindeki önemli yerini korumalıdır. En yüksek risk altındaki hastaları öncelik sırasına koymak, güvenli bir şekilde tetkik etmek ve kanser kontrolünde kaybedilen ivmeyi yeniden kazanmak gereklidir” diye konuşuyor.

Ülkemizde de dünyada olduğu gibi en fazla sıklıkta görülen meme, prostat, akciğer ve kolorektal kanserler için tarama programları bulunuyor. Kanser taramasının herhangi bir belirtisi olmayan sağlıklı kişilere yapıldığını anlatan Prof. Dr. Gökhan Demir, bu tarama programları hakkında ayrıntılı bilgi veriyor.

Meme kanseri

Kadınlarda en sık görülen kanser olan meme kanserinin erken tanısı için 40 yaşından itibaren her kadının yılda bir defa mamografi ve meme ultrasonu çektirmesi öneriliyor. Ancak genç yaşta meme kanseri tanısı almış bir akrabası olan veya meme kanseri riskini artıran (BRCA genleri gibi) belirli genlere sahip kadınların, 40 yaşından önce taramaya başlaması gerekiyor. Mamografi ile düzenli taramanın 74 yaşına kadar devam ettiğini söyleyen Prof. Dr. Gökhan Demir, “Meme veya koltuk altında eline kitle gelen, meme cildinde portakal kabuğu görünümü gibi değişiklikler ortaya çıkan, meme başında çekinti veya akıntı gelmesi gibi semptomları olan kadınlar, zaman kaybetmeden bir onkoloji merkezine başvurmalıdır.” diyor.

Prostat kanseri

Genellikle yavaş seyirli bir kanser türü olan prostat kanserine yakalanma oranı yüzde 10-12 düzeyinde. Ortalama riskli erkeklerde prostat kanseri taramasına başlama yaşı genelde 50 olarak kabul ediliyor. Ailesinde yüklü prostat kanseri öyküsü olan, veya bilinen BRCA1/2 mutasyonu bulunan daha yüksek riskli erkeklerde tarama başlangıcı ise 40 yaşa kadar iniyor. Her 1-2 yılda bir PSA ölçümü ile taramada normalin üstünde bir PSA değeri saptanırsa hastanın ileri tetkik ve incelemeler için yönlendirildiğini belirten Prof. Dr. Gökhan Demir, 70 yaşın üzerinde taramaya başlanmasının önerilmediğini kaydediyor.

Akciğer kanseri

Kansere bağlı ölümlerde birinci sırada yer alan akciğer kanserlerinin yüzde 85-90’ı sigaraya bağlı gelişiyor. Sigara içmeyenlerde de dumana maruz kalmak önemli bir neden olarak görülüyor. Sigarayı bıraktıktan sonra uzun yıllar risk azalmadığı için daha önce sigara içenlerde yüksek oranda akciğer kanseri görülüyor. Buna karşın düşük doz bilgisayarlı tomografi ile akciğer kanseri taramasının erken tanı için önemli olduğunu ifade eden Prof. Dr. Gökhan Demir, “Önceki 15 yıl içinde sigarayı bırakanlar da dahil olmak üzere 30 paket yıllık sigara öyküsü olan hastalarda yıllık düşük doz bilgisayarlı tomografi taramasının akciğer kanserine bağlı ölüm oranlarını yüzde 25 kadar düşürdüğü bilinmektedir.” diyor. Sigara içenlerde bir süre önce bırakmış olsalar dahi yeni başlayan öksürük kanser şüphesi olarak ele alınıyor. Nefes darlığı, kanlı balgam, göğüs veya omuz ağrısı, ses kısıklığı, kilo kaybı, yüz ve boyunda şişlik gibi yakınmaları olanların da en kısa zamanda doktora başvurması gerekiyor.

Kolon kanseri 

Kanser öncülü olan bağırsak poliplerini ve kolon kanserini bulgu vermeden önce tespit etmek için kolonoskopiye ek olarak dışkıda gizli kan, sigmoidoskopi, sanal kolonoskopi, kapsül kolonoskopisi gibi pek çok tarama testi bulunuyor.

Hiçbir yakınması ve risk faktörü olmasa dahi 45 yaş üstü her erişkinin tarama amacıyla kolonoskopi yaptırması öneriliyor. Bağırsak alışkanlığında değişiklik, tekrarlayan ishal veya kabızlık, dışkılama sırasında ağrı ve kanama, dışkı kalibrasyonunda incelme, şişkinlik, karın ağrısı, kilo kaybı gibi şikayetleri olan veya tetkiklerinde demir eksikliği veya kansızlık saptananların vakit kaybetmeden doktora başvurması ve kolon /rektum kanseri açısından tetkik edilmesi gerekiyor.

Pandemide online karne heyecanı!

Pandemide online karne heyecanı!

Yüzyılın salgın hastalığı Covid-19 pandemisi günlük yaşam alışkanlıklarımızı kökünden değiştirirken, bu süreç özellikle de sosyalleşmenin ve öğrenmenin odak noktasındaki öğrenciler için çok daha zorlu geçiyor. Pandeminin gölgesinde bir eğitim-öğretim döneminin daha sonuna gelinirken Acıbadem Maslak Hastanesi’nden Uzman Klinik Psikolog Dilara Yamanlar, zillerin online çalıp karnelerin online alınacağı bu eğitim döneminin sonunda anne babaların çocuklarına yapıcı ve şefkatli yaklaşmalarının son derece önemli olduğunu vurguluyor. Uzman Klinik Psikolog Dilara Yamanlar, online karneye 9 doğru yaklaşımı anlattı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

İyi notlara odaklanın

Zor bir süreçten geçiyoruz ve bu süreç en çok da çocuklara zor. Bunu fark ettiğinizi söylemek, bu süreci yönetmeye dair olan çabasını takdir ederek söze başlamak, bu zor dönemde onun yanında olduğunuzu hissettirecek ve ona iyi gelecektir. Öncelikle kötü notlara değil daha iyi olan notlara odaklanın. Bu tutum çocuğunuzun kendine olan güveninin biraz daha yerine gelmesini sağlayacaktır.

Etiketleme yapmaktan kaçının

“Tembelsin”, “başarısızsın” ya da “zekisin ama çalışmıyorsun” gibi etiketler çocuğunuzun da kendisini bu şekilde kabul etmesine ve bir şeyler için çabalamamasına sebep olabilir. Bunun yerine “ne kadar çabaladığını görüyorum ve bunu takdir ediyorum” ya da “yorulduğunun ve bunaldığının farkındayım ama bu dönemsel bir durum, çabaladığın ve azmettiğin birçok olaya şahit oldum, bu süreci de en güzel şekilde atlatacağına benim inancım tam” şeklinde motivasyonel konuşmalar çocuğunuzun kendisine inanmasını ve enerjisini yükseltmesini sağlayacaktır.

Kıyaslama yapmayın

Her çocuk anne ve babası için özel ve biricik olmak ister; kıyaslama çocuğun kendisini yetersiz hissetmesine ve motivasyonunun kırılmasına sebep olabilir. Bu nedenle arkadaşlarıyla ya da yaşıtı başka çocuklarla kıyaslama yapmaktan kaçının.

Kendinizden örnek verin

Geçmişte yaşadığınız benzer olumsuzluklardan söz edin; çocuklar bazen yaşadıkları olumsuzlukların sadece kendi başlarına geldiğini ve bu konuda yapayalnız olduklarını düşünebilirler. Sizin de benzer konularda zorlandığınızı aynı süreçlerden geçtiğinizi duymak ona yalnız olmadığını hissettirecek ve iyi gelecektir. Örneğin; tüm sınıfın iyi olduğu bir dersten kendisi çok kötü sonuçlar aldığında “benim de senin yaşlarındayken çok benzer bir olay başıma gelmişti, kendimi çok kötü hissetmiştim ama sonra toparlayabileceğime inandım ve bir şekilde toparladım, senin de bunu düzelteceğine inancım tam” gibi bir tutum hem çocuğunuz ile sizin aranızdaki bağı güçlendirecek hem de onun motivasyonunu arttıracaktır.

Ceza ve ödülden uzak durun

Uzman Klinik Psikolog Dilara Yamanlar “Karneye bağlı cezalardan veya ödülden uzak durmaya çalışın; çalışma ve başarı bir ödüle bağlandığında burada farklı bir koşullanma oluşturabiliriz ve bu durum çocuğun tüm hayatına etki edebilir. Sadece ceza almamak için bir şeyler yapan, istek ve azim gibi güçlü özellikleri kullanmayan, haliyle kendisini aktif bir mutsuzluğun içinde bulan bir birey haline dönüşebileceği gibi, sadece ödül alacağı konularda çaba gösteren ya da ödülü yetersiz bulduğunda çabalamayan bir birey haline dönüşmesine de sebep olabilir.” diyor.

Okulla diyaloğunuzu artırın

Öğretmenlerle, rehberlik servisi ile ve okulla diyaloğunuzu arttırın; ilgili bir ebeveyn olmak, baskı yaratmadan arka fonda bir şeyleri takip etmek karne döneminde minik şoklar yaşamanızı engelleyecektir ve gelen karneyi tahmin edeceğiniz için vereceğiniz tepkiler daha ölçülü olacaktır.

‘Ben’ dilini kullanın

‘Ben’ dili suçlayıcı olmayan ve çözüm odaklı bir iletişim tekniğidir. Örneğin, çocuğunuzun karnesinde birden fazla düşük not gördüğünüzde “sen nasıl bu notları alırsın, hiç çalışmıyorsun, başaramayacaksın’ demek yerine ‘şu birkaç notu gördüğümde biraz üzüldüm ve şaşırdım, bu notları yükseltmek için ne yapılmasını öneriyorsun? Gel bu konuyu oturup birlikte konuşalım, ailen olarak bizim yapabileceğimiz bir şey var mı?” şeklinde yaklaşın. ‘Ben’ dilinin en önemli özelliği ilk olarak kendi duygularınızı dile getirmektir sonrasında sorundan bahsedip bu konuyla ilgili sizin yapabileceğiniz bir şey var mı diye sorup karşımızdaki kişiden bir çözüm önerisi istemek diyaloğun yapıcı bir şekilde gelişmesini ve çözüm önerilerine ulaşmanızı sağlayacaktır.

Soruna değil çözüme odaklanın

Soruna odaklanmak karşımıza birçok sorun çıkartacak, çözüme odaklanmak ise bir şekilde bizi çözüme ulaştıracaktır. Örneğin; “2 tane zayıfın var, geçen sene de böyleydi zaten çalışmadığın için bunlar başına geliyor, ben bu zayıf notlardan çok sıkıldım’ derken bu konuşma üç sene önceki zayıf notlara kadar gider; dolayısıyla sadece sorunları konuşur ve çözümden hızla uzaklaşırız. Bunun yerine “Tamam 2 tane zayıf not var, bunlarla ilgili ne yapabiliriz, normal düzenimizdeki neyi değiştirirsek bu zayıf notlar yükselmeye başlar? Hadi sırayla birkaç öneride bulunalım sonrasında minik adımlarla başlamayı deneriz” şeklindeki yaklaşım ise bizi bir süre sonra çözüme götürecektir.

Yanında olduğunuzu hissettirin

Uzman Klinik Psikolog Dilara Yamanlar “Okul başarısı dışında çocuğunuzun pozitif yönlerinden bahsetmek ve her zaman yanında olduğunuzu hissettirmek ve ‘Hadi karneyi bir kenara bırakalım şimdi herkes birbirinin sevdiği bir özelliğini söylesin’  şeklinde basit bir oyun oynamak çok güçlü etkileri beraberinde getirecektir. Aile bağlarını güçlendiren, pozitif yönlerin fark edilmesini sağlayan ve pekiştiren bu oyunu sadece karne günü değil sık sık oynamanızı öneririm. Günün sonunda ‘kötü notların da olabilir iyi notların da, bir şekilde hepsi çözülür, en değerli şey sensin ve biz senin her zaman yanındayız’ ile kapanış yapmak hem size hem de çocuğunuza iyi geleceği gibi zorluklarla tek başına savaşmadığını, ailesinin desteğinin her zaman bir adım gerisinde olduğunu hissettirecektir.” diyor.

Rahim Ağzı kanseri hakkında doğru bilinen yanlışlar

Rahim Ağzı kanseri hakkında doğru bilinen yanlışlar

Dünyada kadınlar arasında en sık görülen 4. kanser türü olan rahim ağzı (serviks) kanseri son yıllarda hızla yaygınlaşıyor. Oysa dünyada her yıl 500 bini aşkın kadının karşılaştığı ve yarısının hayatını kaybettiği rahim ağzı kanserinden aşı ile büyük ölçüde korunmak mümkün! Rahim ağzı kanserinde HPV aşısı ve erken tanı hayati önem taşıdığından, tüm dünyada farkındalık oluşturabilmek için toplumun dikkati her yıl Ocak ayında rahim ağzı kanserine çekiliyor. Acıbadem Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Ana Bilim Dalı Başkanı ve Acıbadem Maslak Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum, Jinekolojik Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Mete Güngör, rahim ağzı kanserinin en önemli nedeninin; cinsel yolla bulaşan İnsan Papilloma Virüsü (HPV) olduğunu belirterek “Kanser olgularının yüzde 99’unda HPV varlığı gösterilmiştir. Ayrıca erken yaşta cinsel aktivitenin başlaması ve çok sayıda cinsel partner, doğum kontrol haplarının kullanımı da bu kansere yol açabiliyor. Rahimağzı kanseri önlenebilir bir kanserdir. Genellikle belirti vermez ve rutin taramalar sırasında tanısı konur. Buna karşın bazı belirtilere karşı çok dikkatli olmalı ve bu şikayetler varsa pandemi de olsa mutlaka hekime başvurulmalıdır” diyor. Kadın Hastalıkları ve Doğum, Jinekolojik Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Mete Güngör, rahim ağzı kanseri hakkında toplumda doğru bilinen 10 yanlışı anlattı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

Rahim ağzı kanseri menopoz sonrası görülür: YANLIŞ!

DOĞRUSU: Rahim ağzı kanserinin nedeni HPV enfeksiyonudur ve HPV enfeksiyonunun en sık görüldüğü yaş grubu 24’tür. Rahim ağzı kanseri HPV enfeksiyonu olduktan sonra 10-20 yıl içinde oluşabildiğine göre aslında genç yaşlarda da sıklıkla görülebilir. Rahim ağzı kanserinin görülmesinin menopoz ile bir bağlantısı yoktur.

Rahim ağzı kanseri hiç belirti vermez: YANLIŞ!

DOĞRUSU: Kadın Hastalıkları ve Doğum, Jinekolojik Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Mete Güngör “Rahim ağzı kanseri sinsice seyredip ileri aşamaya kadar belirti vermeden ilerleyebilse de; bazı belirtilere karşı çok dikkatli olmak gerekiyor. Özellikle; ilişki sonrası kanama, ara kanama, kötü kokulu kanlı akıntı ve kasık ağrısı gibi şikayetler rahim ağzı kanserine işaret edebildiğinden, özellikle içerisinde bulunduğumuz pandemi sürecinde hastaneye gitmeye çekinmemek, mutlaka hekime başvurmak gerekiyor.” diyor.

HPV vücuda girdikten sonra bir daha temizlenmez: YANLIŞ!

DOĞRUSU: Vücudumuzun bağışıklık sistemi HPV vücuda girdikten sonraki 2 yıl içinde virüsü yüzde 90 vücudumuzdan temizler. Vücuttan temizlendikten sonra hayatın değişik zamanlarında tekrar aynı veya farklı tiplerle enfekte olunabilir. Ancak her HPV virüsü kansere yol açmaz. Genital bölgede 40 civarında HPV tipi enfeksiyon yapar. Bunların sadece 15’i kansere neden olan yüksek riskli HPV tipleridir. Özellikle Tip 16 ve Tip 18 rahim ağzı kanserinin yüzde 70’inden sorumludur. Diğer 13 yüksek riskli tip ise geri kalan kanserlerden sorumludur. Yüksek riskli olmayan tipler kansere neden olmaz ve bir kısmı sadece kanser öncülü lezyonlara bir kısmı da sadece siğillere yol açarlar. Siğiller kansere dönüşmez.

Smear testini sık sık yaptırırsam kanserden daha iyi korunurum: YANLIŞ!

DOĞRUSU: Smear testleri 21 yaşından itibaren başlar ve 70 yaşına kadar 3 yılda bir yapılır. 30 yaşından sonra HPV testi, smear testine eklenerek (Co-test) veya tek başına 5 yılda bir yapılır. Sonuçların anormal gelmesi veya riskli durumlarda bu süreler kısalabilir. Riskli bir durum olmadığında daha sık smear testlerinin yapılması tanı koyma şansını artırmadığı gibi yanılma ihtimali yüzünden gereksiz endişeye yolaçar ve gereksiz biyopsi işlemleri yapılmasına neden olur.

HPV enfeksiyonu geçirdiğim için artık aşı yaptırmam işe yaramaz: YANLIŞ!

DOĞRUSU: HPV virüsü alındıktan sonra bağışıklık sistemi tarafında 2 yıl içinde büyük oranda temizlenir. Temizlendikten sonra tekrar HPV alabiliriz. Bu nedenle aşı, HPV enfeksiyonu geçirmiş olsun olmasın 45 yaşına kadar herkese yapılabilir. Aşı; mevcut HPV enfeksiyonunu tedavi etmez, korunmak için yapılır. HPV aşıları 3 doz halinde toplam 6 ay içinde yapılır. Bu 3 doz yapıldıktan sonra bir daha tekrarlanmasına gerek yoktur. Aşılar içinde bulunan HPV tiplerine karşı ömür boyu koruma sağlarlar. Aşılar 9-45 yaş arası hem kadınlara hem de erkeklere yapılabilir.

HPV enfeksiyonu olması rahim ağzı kanseri olacağım anlamına gelir: YANLIŞ!

DOĞRUSU: HPV varlığı kanser olacağınız veya olduğunuz anlamına gelmez. HPV enfeksiyonu başladıktan sonra yüzde 90 iki yıl içinde bağışıklık sistemi sayesinde vücudunuzdan temizlenir. Kalan yüzde 10’luk bölümü vücudumuzda kalmaya devam eder. HPV virüsü vücudumuzda kalmaya devam ettiği sürece hiç hastalık yapmayabilir. Ancak bunların bir kısmı kanser öncesi lezyonları yapar ve yaklaşık 15-20 yıl içinde rahim ağzı kanserine dönüşebilir. Bu süreçte tarama programları sayesinde tespit edilip kanser olmadan tedavi edilebilir.

Rahim ağzı kanseri genetik olarak aileden gelir: YANLIŞ!

DOĞRUSU: Rahim ağzı kanserinin nedeni cinsel yolla bulaşan HPV virüsüdür. Ancak bu virüsü alan herkes kanser olmaz. Ailesel bir geçişi yoktur. Ailesinde rahim ağzı kanseri olanlar fazladan bir risk altında değildir.

Rahim ağzı kanseri az rastlanan bir kanserdir: YANLIŞ!

DOĞRUSU: Rahim ağzı kanseri dünyada kadınlar arasında en sık görülen 4. kanserdir. Her yıl bu kanserden bütün dünyada 500 binden fazla yeni vaka ve 300 binden fazla ölüm görülmektedir. Ancak bunların büyük bir kısmı gelişmemiş ülkelerde, kanser tarama programlarının iyi uygulanmadığı ülkelerde görülür. Ülkemizde rahim ağzı kanseri giderek daha fazla kadında görülmektedir.

 HPV testi veya smear testinin bozuk gelmesi durumunda rahim alınmalıdır: YANLIŞ!

DOĞRUSU: HPV testinin pozitif gelmesi ve smear testinin bozuk gelmesi rahim ağzında bir anormallik veya kanser olduğu anlamına gelmez. Bir anormallik olup olmadığı biyopsi yapıldıktan sonra anlaşılır. Rahimin alınması HPV enfeksiyonunu ortadan kaldırmaz. Rahim alınmasının sadece şiddetli kanser öncesi aşamalarda veya kanser tanısı alınırsa yeri vardır.

Tek cinsel partneri olan veya evli olan kadınlarda HPV enfeksiyonu ve rahim ağzı kanseri görülmez: YANLIŞ!

DOĞRUSU: Rahim ağzı kanserinin nedeni HPV virüsüdür. Bu enfeksiyon sadece bir kişiyle ve bir kere cinsel ilişki olsa da bulaşabilir. Bu enfeksiyonu almak için çok sayıda partnere sahip olmak gerekmez. Ancak çok sayıda partner sadece HPV enfeksiyonu bulaşma ihtimalini artırır. Dolayısıyla cinsel ilişkisi olan her kadında HPV enfeksiyonu ve rahim ağzı kanseri görülebilir. HPV virüsünün kimden ve ne zaman alındığının bilinmesi mümkün değildir. Bazen virüs uzun yıllar hücrelerin içinde sessizce durur ve HPV testi yapılmadıktan sonra varlığı bilinmez.

Diyabet kalıcı görme kaybına neden olabilir

Diyabet kalıcı görme kaybına neden olabilir

Diyabet tüm dünyada ve ülkemizde sıklığı katlanarak artan bir sağlık sorunu. Öyle ki günümüzde her 11 kişiden 1’nin diyabet hastası olduğu belirtiliyor. 2013 yılında dünyada diyabetli hasta sayısı 382 milyon iken bu sayının 2035 yılında 592 milyona ulaşacağı belirtiliyor ki bu da yüzde 55’lik bir artışı gösteriyor. Tüm dokular ile organları tahrip edebilen ve başta kalp damar hastalıkları olmak üzere pek çok hastalığa yol açabilen diyabet gözleri de tehdit ediyor! Diyabetin gözlerde oluşturduğu hasarlardan en önemlisi olan diyabetik retinopati tedavi edilmezse; ciddi görme kaybına, hatta körlüğe kadar gidebiliyor. Gözlerde önemli bir sorun oluşturuncaya dek belirti vermeyen diyabetik retinopati, diyabet süresi 15 yıla ulaşan diyabetlilerin yüzde 10’unda ciddi görme kaybı, yüzde 2’sinde de körlüğe neden oluyor. Diyabetin iyi kontrol altında olmaması ve tedaviye uyulmaması bu riski çok artırırken, süreyi de öne çekiyor. Acıbadem Maslak Hastanesi Göz Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Nur Acar Göçgil, diyabetik retinopatide erken teşhis ve tedavinin önemine dikkat çekerek, “Diyabetik retinopatinin erken dönemde tespit edilmesi, gerekli tedavinin erken ve zamanında uygulanmasına olanak sağlıyor. Böylece diyabet hastasında kalıcı görme kaybı önleniyor veya azalıyor. İleri evre retinopatisi olan hastalar bile uygun tedaviyi zamanında alabilirlerse görme yetenekleri yüzde 95 korunabiliyor. Bu nedenle yıllık düzenli göz muayenesi asla ihmal edilmemeli” diyor.

En sık görülen körlük nedeni

Diyabetik retinopati; diyabet hastalığına bağlı olarak gelişen ve gözün ‘retina’ denilen sinir hücrelerinden oluşan ağ dokusunda hasarlanma ve görme kaybına neden olan bir göz hastalığı olarak tanımlanıyor. Göz küresinin içine giren ışık milyonlarca sinir hücresinden oluşan retina tarafından algılanıyor; görme siniriyle beyindeki görme merkezine iletiliyor. İyi çalışabilmeleri için tıpkı beyin gibi retina hücrelerinin de iyi beslenmeleri, oksijenlenmeleri, dolayısıyla kan dolaşımı çok önem taşıyor. Zaman içinde retinayı besleyen ince kılcal damarların dolaşımının bozulmasıyla, sinir hücrelerinin de işlevleri azalıyor. Bu tablo görmenin azalması ve körlüğe kadar gidebilen görme kaybıyla sonuçlanıyor. Gelişmiş ülkelerde görme kaybının en sık nedeni olan diyabetik retinopati 20-64 yaş aralığındaki aktif ve üretken yaş grubunda da en sık görülen körlük sebebini oluşturuyor.

Belirti vermeden sinsice ilerliyor

“Diyabetik retinopati sinsi bir hastalıktır” uyarısında bulunan Prof. Dr. Nur Acar Göçgil, sözlerine şöyle devam ediyor: “Retinopati retinanın net görme merkezi olan sarı noktayı (maküla) etkilemediği sürece merkezin görme yeteneği bozulmuyor ve hasta hiçbir şey fark etmiyor. Retinada kanamalar başlasa da belirti vermiyor, hastanın görmesi azalmıyor. Bu kanamalar sadece damlayla kişinin gözbebeği büyütüldükten sonra, bir göz doktoru tarafından yapılan detaylı muayene sonucu yakalanabiliyor” Prof. Dr. Nur Acar Göçgil diyabetik retinopatinin ancak merkez retinadaki sarı noktayı etkilediğinde görmede azalma, bulanık görme, düz çizgileri eğri ve kırık görme ile renkleri soluk görme sorunlarının geliştiğini söylüyor. 

Her yıl retina muayenesi şart!
Diyabetik retinopatiyi önlemenin ve aslında geciktirmenin en önemli yolu; hastanın ilaç tedavisine, diyetine ve egzersizlerine düzenli olarak devam ederek kan şekerinin kontrol altında olmasını sağlaması. İkinci önemli kural ise düzenli göz muayenesini ihmal etmemesi. Göz Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Nur Acar Göçgil zamanında yapılan retina taramaları ve doğru tedaviyle yeni retinopati gelişiminin yüzde 90 oranında önlenebildiğini belirterek, “Tip 2 diyabet tanısı konan her hasta mutlaka retina muayenesi olmalı ve bu taramalar en az yılda bir devam etmeli. Çok daha nadir görülen Tip I diyabette retina taramasına 5 yıl sonra başlanması ve en az yılda bir devam etmesi öneriliyor. Retinopatinin derecesine göre retina uzmanı takip süresini kişiye özel belirliyor” diyor.
Bu yöntemlerle ‘görme kaybı’ önlenebiliyor
Diyabetik retinopatinin tedavisinde; argon lazer fotokoagülasyon tedavisi, göz içi ilaç enjeksiyonları ve vitrektomi yöntemlerine başvuruluyor. “Tüm bu tedavi yöntemleriyle hedefimiz retinadaki kanamaların çekilmesi, kanayacak olan yeni gelişmiş damarların kaybolması, özellikle görme için en önemli merkez retinanın (makülanın) sağlıklı kalması. Bu sayede görmenin korunması, kaybın önlenmesidir” diyen Prof. Dr. Nur Acar Göçgil, şöyle devam ediyor: “Tedaviler zamanında ve doğru şekilde uygulandığında, hasta diyabet kontrolünü düzenli yaptırdığında retina stabil hale geliyor. Böylelikle hastanın görme yeteneği korunuyor ve artıyor”
Prof. Dr. Nur Acar Göçgil diyabetik retinopati tedavisinde başvurulan yöntemleri şöyle anlatıyor:
Argon lazer fotokoagülasyon tedavisi: Yeni gelişmiş, anormal ve kanayan damarları veya merkeze yakın sızdıran küçük damar genişlemelerini durdurmak amacıyla uygulanıyor. Lazer ışınını retina üzerine odaklayan bir mercek kullanılıyor; işlem ağrısız oluyor ve tedavi birkaç seansta tamamlanıyor.
Göz içi ilaç enjeksiyonu: Özellikle sarı nokta bölgesinde retinanın merkezindeki ödem ve kalınlaşmaları azaltmak, görmeyi artırmak için uygulanıyor. Çok etkili olan bu uygulamanın, ilacın özelliğine göre 1-4 ay arasında tekrarı gerekiyor ve sızıntı bitene kadar devam ediyor.
Vitrektomi: Göz küresinin içini dolduran kanamaları, retinayı çekiştiren zarları temizlemek ve retinayı yatıştırmak amacıyla uygulanan bir mikrocerrahi yöntemi. Bu yöntemde işlemler göz küre boşluğunda tıpkı laporoskopik cerrahide olduğu gibi, ancak çok ince (0.4mm) mikrokanüllerle gerçekleştiriliyor.

 

Pankreasda yeni yöntemler yaşam süresini uzatıyor!

Pankreasda yeni yöntemler yaşam süresini uzatıyor!

Günümüzde en çok ölüme neden olan kanser türleri arasında 4. sırada yer alan pankreas kanseri son yıllarda hızla yaygınlaşıyor. Uzun süre hiçbir belirti vermeyip sinsice ilerlediği için  hastalık sıklıkla son evrede tespit edilirken, buna bir de toplumdaki yanlış inanışlar eklendiğinde hem erken teşhis oranı azalıyor, hem de ileri evrede tespit edilen hastalığın tedavisi zor hale geliyor. Acıbadem Maslak Hastanesi Genel Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Güralp Onur Ceyhan tüm bu olumsuzluklara karşın pankreas kanserinin tedavisinde günümüzde çok önemli gelişmeler sağlandığını vurgulayarak “Günümüzde cerrahi teknikler, yeni kemoterapi ajanları ve radyasyon onkolojisi alanında atılan büyük adımlar sayesinde hastaların yaşam sürelerini uzatmak mümkün hale geldi. Erken teşhis ve tedavide bir multidisipliner takım yaklaşımıyla hastaların daha uzun süre yaşayabilmelerini, yüzde 40’ında 5 yıllık sağ kalımı sağlayabiliyoruz” diyor. Genel Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Güralp Onur Ceyhan, pankreas kanserinde umut veren gelişmeleri, hastalıkla ilgili toplumda düzeltilmesi gereken yanlış inanışları anlattı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

Pankreas kanseri tedavisi olmayan bir hastalıktır! YANLIŞ 

DOĞRUSU: Toplumda pankreas kanserinin ölümcül bir hastalık olduğu ve tedavisinin olmadığı düşünülüyor. Oysa bunun kesinlikle doğru olmadığını vurgulayan Genel Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Güralp Onur Ceyhan “Hastalık 3 farklı evrede yakalanabiliyor. Bunlardan biri doğrudan ameliyat edilebilir evre. Yeni verilere göre bu hastalar ameliyat edildikten ve etkin kemoterapi aldıktan sonra yüzde 50 oranında 5 yıllık sağ kalım görebiliyoruz. İkinci evre, kanserin pankreas çevresindeki damarlara yayıldığı gruptur. Eskiden bu hastaların ameliyat şansı olmadığı düşünülürdü ve bu kişilere kemoterapi dışında tedavi önerilmezdi. Son yıllarda geliştirilen ve cerrahiden önce uygulanan modern kemoterapi ve radyoterapi yöntemleri sayesinde bu hastaların büyük bir bölümü günümüzde cerrahi yapılabilecek hale geliyorlar. Böylece bu hastaların yüzde 30-40’ında 5 yıllık sağ kalım sağlayabiliyoruz. Bu sayede cerrahi olarak çıkartılabilecek tümörlerde artık uygun hastalarda tam şifa bile gerçekleşebiliyor. Ameliyat sonrasında uygulanan kemoterapi ve radyoterapi gibi yöntemler hastalığın tekrarlama riskini azaltarak, tedaviden daha başarılı sonuçlar alınmasını sağlıyor” diyor.  

İleri yaşlarda görülen bir kanser türüdür! YANLIŞ!

DOĞRUSU: Pankreas kanseri genellikle 65 yaş sonrasında görülse de, daha genç yaşlarda da ortaya çıkabiliyor. Bazı genlerde oluşan mutasyonlar ebeveynlerden çocuğa geçebiliyor.  Bazı genetik mutasyonları taşıyan kişilerde pankreas kanserinin görülme yaşı 30-40’lı yaşlara kadar düşebiliyor. Bunların yanı sıra genetik kronik pankreatit hastalığı olan kişilerde de bu hastalık yine genç yaşlarda gelişebiliyor.

İleri yaşlarda görülen bir kanser türüdür! YANLIŞ!

DOĞRUSU: Pankreas kanseri genellikle 65 yaş sonrasında görülse de, daha genç yaşlarda da ortaya çıkabiliyor. Bazı genlerde oluşan mutasyonlar ebeveynlerden çocuğa geçebiliyor.  Bazı genetik mutasyonları taşıyan kişilerde pankreas kanserinin görülme yaşı 30-40’lı yaşlara kadar düşebiliyor. Bunların yanı sıra genetik kronik pankreatit hastalığı olan kişilerde de bu hastalık yine genç yaşlarda gelişebiliyor.

Mutlaka şiddetli ağrıya neden olur! YANLIŞ

DOĞRUSU: Pankreas kanserinin şiddetli ağrıya neden olduğu düşünülüyor. Oysa her 2 hastadan birinde hastalık ağrı şikayetine yol açmıyor. Ağrı çoğunlukla tümörün çevresindeki sinirlere baskı yaparak zedelediği durumlarda gelişiyor.

Çok hızlı ilerleyen bir hastalık! YANLIŞ

DOĞRUSU: Toplumdaki yaygın inanışın aksine, pankreas kanseri uzun süre hiçbir belirti oluşturmadan ilerleyebilen sinsi bir hastalık. Dolayısıyla her 2 hastadan birinde, kanser hücreleri başka bir organa sıçradığında, genellikle başka bir hastalığa yönelik yapılan tetkiklerde tesadüfen tespit ediliyor. Pankreas kanseri safra yollarına baskı yapıp sarılığa veya sinirlere basıp ağrıya yol açmazsa hastalar ciddi bir yakınmaları olmadığı için uzun süre tümörün varlığından habersiz yaşıyorlar. Hastalık sıklıkla metastaz yaptığında, yani ileri evrede oluşturduğu yakınmalar nedeniyle yapılan tetkikler sonucunda tespit edildiği için çok hızlı ilerlediği düşünülüyor.

Şifalı bitkiler pankreas kanserinde fayda sağlar! YANLIŞ

DOĞRUSU: Civanperçemi, zerdeçal, buğday şırası, çörek otu, acı kayısı ve daha niceleri… Şifalı bitkilerin pankreas kanserinin tedavisinde etkili olduğuna dair yaygın bir düşünce olduğu için hastalar çözümü bu bitkilerde arayabiliyorlar. Oysa sanılanın aksine bu bitkilerin tedaviye hiçbir katkıları olmadığı uyarısında bulunan Prof. Dr. Güralp Onur Ceyhan, “Şifalı olarak nitelendirilen bitkilerin bazıları hastaların bağışıklık sisteminin güçlenmesine fayda sağlayabilir. Ancak bunlara güvenerek gereken tedavileri almayan hastalarda esas tedavinin gecikmesi nedeniyle tümör ilerleyerek başka organlara sıçrayabiliyor” diyor.

Pankreas kanseri her zaman sarılık yapar! YANLIŞ

DOĞRUSU: Pankreas; baş, gövde ve kuyruk olmak üzere 3 bölümden oluşuyor. “Pankreas kanserinin belirtileri, tümörün pankreas bezindeki yerleşim yerine göre değişiklik gösteriyor” diyen Prof. Dr. Güralp Onur Ceyhan, sözlerine şöyle devam ediyor: “Tümör pankreasın baş bölümünde gelişirse, büyüdüğünde safra yollarını kapatarak sarılığa neden olabiliyor. Ancak pankreasın gövdesinde ve kuyruğunda oluşan tümörler büyük boyutlara ulaşsalar bile, safra yollarıyla hiçbir bağlantıları olmadığı için sarılık yapmazlar. Bu hastalar daha çok ağrı yakınmasıyla doktora başvuruyorlar.”

Pankreas kanseri her zaman diyabete yol açar! YANLIŞ

DOĞRUSU: Ani gelişen bir diyabet, pankreas kanserinin önemli bir belirtisi olabiliyor. Dolayısıyla bu durumda zaman kaybetmeden mutlaka pankreas kanserine yönelik tetkik yapılması gerekiyor. Ancak sanılanın aksine pankreas kanseri her zaman diyabete yol açmıyor. Prof. Dr. Güralp Onur Ceyhan, “Diyabet, pankreas kanserine bağlı olduğunda pankreasın insülini yeterince salgılayamaması sonucu ortaya çıkıyor. Pankreasın tümünün ameliyatla çıkarılmasına gerek olmayan durumlarda, zamanla pankreas gücünü yeniden kazanabiliyor. Dolayısıyla bazı hastalar diyabetik olmaktan çıkıyorlar” diyerek, şunları söylüyor: “Tüm pankreasın alınması gereken durumlarda ise insülin salgılanamadığı için diyabet gelişiyor. Ancak bu durum nadir görülüyor.”

 

Küba aşısı pankreas kanserini tedavi ediyor! YANLIŞ

DOĞRUSU: Prof. Dr. Güralp Onur Ceyhan “Toplumda bu konuda yanlış bir bilgi var. Küba aşısının kanseri, dolayısıyla pankreas kanserini de tedavi edebildiği düşünülüyor. Oysa pankreas kanserinde herhangi bir tedavi edici etkisi yok. Eğer olsaydı, bu tedavi bütün dünyaya servis edilir ve her yerde uygulanırdı” diyor.

Zeka gelişimini destekleyen 8 öneri

Zeka gelişimini destekleyen 8 öneri

Hangi anne baba çocuğunun zeki ve başarılı olmasını istemez ki? Özellikle de Covid-19 pandemisi sürecinde gerek çocuklarının evde online eğitimine kulak kesilen, derslerde bilemediği sorulara şahit olup eğitim başarısını artırma telaşına kapılan gerekse de kendileri işte olduğu için çocuklarının evde eğitimlerinin eksik kalacağından endişe eden pek çok anne baba, hem başarıyı artırmanın hem de çocuklarının zekasını geliştirmenin yollarını arıyor.  Acıbadem Maslak Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Neslihan Korkmaz, “Eğitim de dahil her şeyin eve taşınması biz ebeveynlere bazı sorumluluklar getirdi. Evdeki eğitimin bilgisayarlar üzerinde olması ve birçok ebeveynin çalışıyor olması aileleri çocuklarının eğitimlerinin eksik kalacakları konusunda endişelendiriyor. Çocukların evde eğitimleri devam ederken zekalarını geliştirecek neler yapılabilir diye düşünmeden edemiyor insan. Birçok zeka tipi vardır: Sözel zeka, matematiksel zeka, görsel zeka, bedensel zeka, müziksel zeka, sosyal zeka, kişisel zeka ve doğacı zeka. Bu zekaların birbirleri ile uyumu önemlidir. Bu yüzden bu farklı zekaları geliştirmek için bilişsel çalışmaların yanı sıra, gelişimi için çocuğa ruhsal ve fiziksel yönden de iyi koşullar sağlamalıyız” diyor. Dr. Neslihan Korkmaz, çocukların hem okul başarılarını artırmaya hem de zekalarını geliştirmeye yardımcı olacak önemli öneriler ve uyarılarda bulundu.

Müzik dinletin ve müzik aleti çalmaya yönlendirin
Müzik çocukların kendini ifade etme yeteneklerini geliştirip, estetik, yaratıcı ve yapıcı düşünme kapasitelerini arttırıyor. Okul çağındaki çocukların okuma ve yazmayı daha kolay öğrenmesini, anlama ve düşünme becerilerini geliştiriyor. Yani akademik performansı da olumlu etkiliyor. Dr. Neslihan Korkmaz “Çocuklara müzik dinletmek beyin aktivitesini arttırıp, stresin ve sıkıntının azaltılmasını sağlıyor. Aldıkları müzik eğitimlerine paralel olarak, ritim becerileri olan öğrencilerin diğerlerine oranla günlük hayatlarında daha iyi plan yaptıkları, daha hızlı organize oldukları ve süreçleri daha iyi takip ettikleri yapılan çalışmalarda ispatlanmıştır” diyor. Yapılan araştırmalar ayrıca müzik aleti çalan çocukların büyük ve küçük kas gelişimlerinin desteklendiğini, bilişsel ve psikomotor gelişimine katkı sağladığını ortaya koyuyor.

Spor yaptırın

Egzersiz yapmak, beyin sağlığı için gerekli kimyasalları uyarıyor, dopamin ve endorfin hormonlarını salgılatarak stresi azaltıyor ve uykuya dalmayı kolaylaştırıyor. Düzenli spor; çocuğun motivasyonu artırırken, dans etmek ve yoga yapmak da hem fiziksel hem de ruhsal olarak geliştiriyor.

Bu besinleri mutlaka tüketmesine özen gösterin
Okul başarısını artırmada ve zeka gelişiminde sağlıklı beslenme çok önemli. Yumurta, balık, ceviz, badem, tahıllar, sebzeler, domates, kırmızı et, baklagiller, yoğurt, yemeklere ilave edilecek zerdeçal ve yeterli su tüketimi çok önemli. Odaklanma ve güçlü hafıza yeteneklerini geliştiren, sinir sistemini güçlendiren, beyin gelişimine yardımcı olan bu besinler sinir sistemini güçlendiriyor ve düşünme yetilerini geliştiriyor.

Yeterli ve kaliteli uyumasını sağlayın
Yeterli süre ve kalitede uyku uyuyan çocuklarda bilişsel işlevler artıyor, psikolojik olarak daha sağlıklı hale geliyorlar. Gün içerisinde öğrenilen bilgilerin işlenmesi, hafızada depolanması, sinirler arasında doğru şekilde haritalandırılması uyku vakitlerinde mümkün oluyor.

Oyun oynamaya mutlaka zaman ayırın

Çocuğunuzla oynayın, beraber zaman geçirin. Serbest oyun oynama zamanları yaratın, oyununu kendisinin seçmesine izin verin, yapmaktan çekindiği, korktuğu herhangi bir deneyim için onu yüreklendirin, yaşına uygun taşıyabileceği kadar sorumluluk verin. Dr. Neslihan Korkmaz “Körebe veya saklambaç gibi oyunlar neden- sonuç ilişkisi kurmasını sağlar. Boyama, el işi faaliyeti ya da hamurdan şekiller yaptırabilirsiniz. Puzzle, satranç, dama, tavla, solo test gibi oyunlar çocukların problem çözmesinde katkıda bulunur” diyor.

Onu dikkatli dinleyin
Kronik stres beyin hücrelerini yok ediyor, hipokampüse zarar veriyor ve hafıza kaybı gerçekleşebiliyor. Çocuğunuzla beraber rahatlamak, mümkünse meditasyon yapmak ve rahatlatıcı müzikler dinlemek hafızayı kuvvetlendiriyor.

Telefon ve tableti birlikte sınırlandırın
Tablet, telefon, televizyon ve bilgisayar oyunlarına birlikte süre koyun. Zihinsel ve bedensel aktiviteler planlayın. Çocuğunuza ait bir oda ve masa ayarlayın. Çocuğunuz ders çalışırken evde olabildiğince dikkatini dağıtacak faaliyetlerde bulunmayın. Kitap okuma saati yapmanız çocuğunuz için en büyük katkılardan biri. Birlikte bir tarif seçip yemek yapabilirsiniz. Ayrıca beraber saksıya çiçek ekin ve sulama görevini ona verin” diyor.

Her zaman sevginizi gösterin

Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Neslihan Korkmaz “Her şeyden önce sevginizi gösterin, onlara yanlarında olduğunuzu hissettirin. Şımarır diye düşünerek sevginizi, takdirinizi ve beğeninizi göstermekten kaçınmayın. Kişiliklerini değil, davranışlarını eleştirin. Çocuğunuzun ayrı bir birey olduğunun bilincinde olarak üslubunuza dikkat edin ve onu rencide edecek şekilde davranmaktan kaçının. Yaptığı bir yanlışın neden yanlış olduğunu sabırla ve sevgiyle açıklayın” diyor.