Yazılar

Yarımada manzarası eşliğinde iftar sofrası

Yarımada manzarası eşliğinde iftar sofrası

Liman İstanbul, geleneksel tatlardan oluşan özel iftar menüsüyle misafirlerini ağırlıyor.

Liman İstanbul, yer aldığı Galataport’ta tarihi yarımadanın büyüleyici manzarası eşliğinde bereketli iftar sofralarının da vazgeçilmez mekanı oluyor.

Liman İstanbul

Liman İstanbul’un özel iftar menüsünde Kastamonu pastırması, Trabzon tereyağı, Ardahan çiçek balı, Kars eski kaşarı, Ezine beyaz peyniri, Antakya halhalı zeytini, Gemlik zeytini, Afyon manda kaymağı, Erzincan tulum peyniri, Mebrum hurma, Aydın inciri, Malatya kayısısı, domates ve salatalıktan oluşan zengin iftariyelik tabağına Reyhan Şerbeti eşlik ediyor.

Liman İstanbul

Liman İstanbul’un imza tadlarından Muhammara, Erzincan Tulum Peyniri, Ramazan’ın olmazsa olmazı pide ve tandır ekmeğiyle masada yerini alıyor. Günün çorbası, Finike portakallı enginar, vişneli yaprak sarma ve rezeneli pilakiden oluşan Ege usulü zentinyağlılar, gavur dağı salatasının yer aldığı menüde kıtır mantı, Liman İstanbul imza yemeklerinden patlıcanlı pilav ve haşlama içki köfte paylaşımlık olarak servis ediyor. Liman İstanbul’un iftar özel menüsünün ana yemekleri ise, Cağ kebabı ve taş fırında kuzu tandır…

Tatlı olarak ise Güllü aş, Kazandibi ve ekmek kadayıf ikram ediliyor.

Rezervasyon: 0212 877 09 48

Her baş ağrısı ‘tümöre’ işaret etmiyor!

Her baş ağrısı ‘tümöre’ işaret etmiyor!

Baş ağrısı en sık görülen sağlık problemlerinde ilk sıralarda yer alıyor. Yaşam kalitesini oldukça düşürebilen baş ağrısı sadece yetişkinlerin değil, çocukların da yakındıkları bir sorun. Üstelik cep telefonu ve bilgisayar gibi teknolojik cihazların kullanım sürelerinin uzaması baş ağrısının görülme sıklığını artırıyor. Çocuklarda baş ağrısı özellikle yeni başlamışsa ve şiddetli bir ağrı ise ebeveynlerde büyük bir kaygıya neden olabiliyor. Acıbadem Altunizade Hastanesi Çocuk Nörolojisi Uzmanı Doç. Dr. Hepsen Mine Serin, toplumdaki yaygın inanışın aksine her baş ağrısının tümörün habercisi olmadığını belirterek, “Baş ağrısının çok sayıda nedeni oluyor ve ayrıntılı öykü ile nörolojik muayeneyle tanı rahatlıkla konulabiliyor. Ancak çocuk sık sık baş ağrısından yakınıyor, günlük aktivitelerini yapmakta güçlük çekiyor, okula gitmek istemiyor ve ödevlerini yapamıyorsa mutlaka doktora başvurmak gerekiyor. Ailelerin dikkat etmeleri gereken önemli bir nokta da başı ağrıyan çocuğa sürekli ağrı kesici ilaçlar vermemek olmalı. Zira sık ağrı kesiciler çocukta baş ağrılarının daha uzun, daha şiddetli olmasına yol açabiliyor ve tedaviyi güçleştiriyor.” diyor.

Doç. Dr. Hepsen Mine Serin

Migren çocuklarda da görülüyor!

Hemen her yaşı etkileyebilen migren çocuklarda da gelişirken, özellikle ergenlik döneminde görülme sıklığı artıyor. Migren gibi ataklar halinde olan ve tekrarlayıcı baş ağrıları çocukların yaşam kalitesi üzerinde olumsuz etkilere neden olabiliyor. Çocuklarda migren belirtileri yetişkinlerden biraz farklı seyredebiliyor. Örneğin ataklar bir saatten kısa sürede hafifleyebiliyor. Genellikle yetişkinlerin tersine ağrı başın iki bölgesini de etkileyebiliyor. Yetişkinlerde olduğu gibi çocuklarda da baş dönmesi, ışık ve kokuya hassasiyet, görme bozukluğu ile halsizlik gibi sorunlar yaşanabiliyor. Detaylı öykünün yanı sıra nörolojik muayene, çocuklarda migren tanısı için yeterli geliyor. Migren tedavisi, baş ağrısını tetikleyen nedenlerin belirlenmesi ve bunlardan kaçınmak, akut baş ağrısı ataklarının tedavisi ve koruyucu tedavi olmak üzere 3 bölüme ayrılıyor. Çocuğun atak sıklığına ve şiddetine göre planlama yapılabiliyor.

Enfeksiyonlardan diş çürüklerine…

Baş ağrısı kafatasının içinde ve dışında bulunan ağrıya duyarlı yapıların çeşitli nedenlerle etkilenmesi sonucu oluşan bir belirti. Çocukluk çağı baş ağrıları ‘pirmer’ ve ‘sekonder’ baş ağrıları olarak iki gruba ayrılıyor.

Primer baş ağrıları: Migren ve gerilim tipi baş ağrısı çocukluk çağında genellikle de ergenlik döneminde sık görülen baş ağrısı nedenini oluşturuyor.

Sekonder baş ağrıları: Virüs ve bakteri kaynaklı enfeksiyonlar, burun tıkanıklığı, diş çürükleri, görme bozuklukları, hipertansiyon, beyin tümörü, hidrosefali, beyin kanaması ve kafa travması gibi nedenlere bağlı olarak ortaya çıkıyor.

Acıbadem Altunizade Hastanesi Çocuk Nörolojisi Uzmanı Doç. Dr. Hepsen Mine Serin

 Baş ağrısında 5 önemli belirtiye dikkat!

Çocuklarda baş ağrıları beyin içinde yer kaplayıcı olaylar, beyin kanaması ve hidrosefali gibi ciddi sorunların habercisi olabiliyor. Bu tür tablolara hızla müdahale edilmesi yaşamsal öneme sahip oluyor. Çocuk Nörolojisi Uzmanı Doç. Dr. Hepsen Mine Serin, zaman kaybetmeden hekime başvurulması gereken belirtileri şöyle sıralıyor:

  • Özellikle hayatındaki ilk ve en şiddetli baş ağrısı olması ya da zaman zaman gelişen baş ağrısının şiddetinde artış ile özelliklerinde değişim yaşanması
  • Baş ağrısına kusmanın eşlik etmesi
  • Sabah erken saatlerde gelişmesi veya gece uykudan uyandıracak şiddette olması
  • Çift görme/bulanık görme gibi ek yakınmaların gelişmesi
  • Kişilik ve davranış değişikliği olması

Tedavi nedene yönelik planlanıyor

Çocuklarda baş ağrısının tedavisi için öncelikle altta yatan nedenin tespit edilmesi gerekiyor. Çocuk Nörolojisi Uzmanı Doç. Dr. Hepsen Mine Serin, migren ve gerilim tipi baş ağrılarının tedavisinde öncelikle yaşam kalitesini arttıran tedbirlerin alındığını belirterek, sözlerine şöyle devam ediyor: “Uzun zamandır ve ataklar halinde olan, ancak çocuğun genel durumunda bozulmaya neden olmayan baş ağrılarında önleyici tedbirler fayda sağlayabiliyor. Migreni tetikleyen besin maddelerini tüketmemek, yemek öğünlerini atlamamak, ekran maruziyetini azaltmak, stres oluşturan faktörlere çözüm sağlamak,  uyku saatlerini çocuğun yaşına uygun olarak düzenlemek, yoğun egzersizden kaçınmak, okul ve ödev zamanlarını ayarlamak gibi yaşam alışkanlıklarında düzenlemeler yapılıyor. Buna rağmen ataklar devam ederse ağrı sıklığını ve şiddetini azaltmak için koruyucu ilaç tedavilerine başlanıyor. Sekonder baş ağrılarında ise altta yatan nedene göre tedavi planlanması yapılıyor” diyor.

Kronik hastalıkları olanlar oruç tutarken şunlara dikkat edin!

Kronik hastalıkları olanlar oruç tutarken şunlara dikkat edin!

Oruç tutmak beslenme alışkanlıkları ve yaşam tarzını yeniden düzenliyor ve sağlığa olumlu etkilerde bulunuyor. Oruç, vücudun kendi kendini iyileştirmesini, organizmanın zararlı maddelerden arınmasını sağlıyor. Bu sene Ramazan ayında oruç yaklaşık 4 saat sürüyor. Sahurla iftar arasında uzun bir sürenin olması kronik sağlık sorunları olup oruç tutmak isteyen kişiler kadar, sağlıklı kişilerin de beslenme açısından dikkatli olmasını gerektiriyor. Memorial Şişli Hastanesi İç Hastalıkları Bölümü’nden Uz. Dr. Özgür Mollaoğlu, oruç tutmak isteyenlerin ve kronik hastalıkları olanların dikkat etmesi gerekenler hakkında bilgi verdi.

Dr. Özgür Mollaoğlu

 Düzenli ilaç kullanımı sahur ve iftara göre ayarlanmalı

Oruç tutmak sağlığa faydalarının yanında özellikle ileri yaş ve kronik hastalıkları olanlar için sakıncalı durumlar oluşturabilmektedir. İleri yaş grubunun oruç tutmadan önce sağlık kontrolünden geçerek  tansiyon, kan şekeri, böbrek, kalp  ve karaciğer fonksiyonları hakkında bilgi edinmeleri gerekir. Mide sorunları olanların asit fazlalığı, reflü şikayeti olanların asit azaltıcı ilaçlarını sahurdan önce almaları gün içinde mide şikayetlerini azaltacaktır. Ancak  daha önce mide ülseri ya da  kanama gibi mide sorunu olanların doktorları ile görüşmeleri, gerekirse oruç tutmamaları önerilir. Düzenli ilaç kullanması gereken tiroid hastaları doktorlarına danışarak ilaç vakitlerini sahur ve iftara göre ayarlayıp oruç tutabilmektedir.

Kalp ve diyabet hastaları özellikle dikkatli olmalı

Kalp hastaları, yüksek tansiyon ve özellikle insülin kullanan diyabet hastalarının oruç tutmaları sakıncalı olabilir. Bu sebeple doktorlarına danışmadan oruç tutmamaları gerekir. Ayrıca kolesterol, böbrek hastalıkları, diyabet, tansiyon, tiroid, reflü ve mide sorunları olan kişilerin da oruç tutup tutamayacakları konusunda mutlaka konunun uzmanı bir hekimden bilgi almaları gerekmektedir. Aynısı düşük tansiyon, zayıflık ve ileri yaşta olmak için de geçerlidir. Çocukların, hamile ve emziren kadınların da oruç tutmaları önerilmemektedir. Oruç, zayıf veya daha önce ciddi hastalıkları olan kişiler için de uygun olmayabilir. Bu nedenle oruç tutmadan önce kişinin sağlık durumunu değerlendirebilecek doktorlara danışması önem taşımaktadır.

Sahursuz oruç tutmak sağlığınızı bozabilir

Birçok kişi sahura kalkmadan oruç tutmaya çalışmaktadır. Bu açlık dönemini uzatmakta kan şekeri düşmesi riskini artırmakta, konsantrasyon güçlüğü, baş ağrısı, yorgunluk hissine neden olmaktadır. Sahur öğünü atlanmamalıdır. Bu kan şekeri düzeyinin korunması açısından önemlidir. Sahurda mutlaka bol su içilmeli bunun yanında hafif bir kahvaltı ya da az tuzlu, az baharatlı sebze yemeği ya da zeytinyağlı yemekler tercih edilmelidir. Bunun yanında protein içeriği nedeniyle ve tok tutucu etkileri nedeniyle süt ve yumurta önerilebilir. Ekmek olarak beyaz ekmek kan şekerini hızlı yükseltip daha çabuk açlık hissi yaratacağından, kepek ekmeği ya da çavdar ekmeği yenmesi besleyicilik ve tokluk hissi açısından daha faydalıdır. Sahur öğünü yapıldıktan hemen sonra uykuya dönülmemelidir. Aradan en az 1 saat geçmesinde fayda vardır.
Sağlıklı bir iftar için yemekler yavaş yenmeli

Kronik hastalıkları bulunan ve Ramazan ayında oruç tutmak isteyen kişilerin ekstra dikkat etmesi gereken noktalar şöyle sıralanmaktadır:

 

  1. Kronik hastalıkları olan kişilerin doktora danışarak oruç tutması önemlidir.
  2. Oruç tutarken hastalıklarda kontrol altına alınmalı, ilaç kullanımı varsa ihmal edilmemeli, saat ayarlaması yapılmalıdır.
  3. Hastalığa göre yasaklı besinler varsa nasılsa oruç tutuyorum, daha az öğün yapıyorum diye düşünülerek diyet planı bırakılmamalıdır.
  4. Uzun süreli açlık sonrasında iftarda normalde tüketilen miktardan ve çeşitlilikten daha fazlasının yenmemesine dikkat edilmelidir.
  5. İftara bir kase çorba ile başlanmalı, su içilmeli ve 20 dakikalık bir ara vererek ana yemeğe başlanmalıdır.
  6. Yemek yavaş yenmeli, acele edilmemelidir.
  7. Zeytinyağlı yemekler tercih edilmeli, et ve tavuk ızgara olarak yenmeli ve günlük vitamin ihtiyacı için mutlaka  bol yeşil yapraklı sebzeler yenmelidir.
  8. Tatlı olarak şerbetli ve hazmı zor tatlılar yerine az şekerli sütlü tatlılar tercih edilmeli, meyveler yemekten en az 1 -2 saat sonra tüketilmelidir.
  9. Egzersiz yapan ve Ramazan’da da buna devam etmek isteyenlerin iftardan sonra ağır egzersizden kaçınması bunun yerine yemekten 1 saat sonra 30 dakikalık yürüyüş yapmaları önerilir.
  10. Günlük sıvı alımı çok önemli olduğu için sahur ve iftar arasında özellikle bol su içmeye özen gösterilmeli, en az 2-2.5 litre su tüketilmelidir.

Ramazan’da kalp hastaları dikkat!

Ramazan’da kalp hastaları dikkat!

Onbir ayın sultanı Ramazan, bu yıl deprem felaketi nedeniyle ülke olarak yasa boğulduğumuz bir döneme denk geldi. Birlik ve beraberliğin, dayanışma ve yardımlaşmanın öneminin en fazla anlaşıldığı bu süreçte 22 Mart gecesi ilk sahur gerçekleştirilecek. Ramazan’da bazı yanlış davranışlar kalbin üzerine binen yükü artırdığından istenmeyen sonuçlara yol açabiliyor. Peki kalp ve damar hastalığı olup oruç tutmak isteyenler nelere dikkat etmeli? Acıbadem Taksim Hastanesi Kalp ve Damar Cerrahisi Uzmanı Doç. Dr. Macit Bitargil kalp hastalığı kontrol altında olan ve herhangi bir sorun yaşamayan kalp hastalarının doktor onayı olduğu taktirde oruç tutabileceğini, doktorun onay vermemesine rağmen oruç tutmalarının ise hayati riske dahi yol açabileceğini söylüyor. Doç. Dr. Macit Bitargil “Kulaktan dolma bilgiler bu süreçte ciddi tehlikeler yaratabilmektedir. Bu konu ile ilgili dünya çapında birçok çalışma yürütülmüş olmasına rağmen hala tam olarak bazı konularda bir fikir birliğine varılamamıştır. Bu yüzden her hasta ayrı olarak, ilgili hekim tarafından değerlendirilmeli ve bu karar hekimle beraber verilmelidir.” diyor. Doç. Dr. Macit Bitargil kardiyovasküler açıdan risk altında olan ancak doktorları tarafından kontrollü şekilde oruç tutmasına izin verilen hastaların mutlaka dikkat etmeleri gereken 5 noktayı anlattı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

Doç. Dr. Macit Bitargil

İftar ile sahur arasında 2.5 litre su tüketin!

Kalp ve damar sağlığı açısından risk altında olan ancak doktoru tarafından kontrollü şekilde oruç tutmasına izin verilen hastaların su dengesini iyi ayarlamasının çok önemli olduğunu vurgulayan Doç. Dr. Macit Bitargil “Su dengesi iyi ayarlanmadığı taktirde hipovolemiye (vücudun susuz kalması) bağlı kalbin iş yükünde artma, bayılma, kalp krizi ve ölüm gibi hadiseler yaşanabilmektedir. Bu nedenle özellikle iftar ve sahur arasında belirli aralıklarla yaklaşık 2-2.5 litre su tüketmek büyük önem taşımaktadır.” diyor.

Beslenmede bunlara dikkat edin!

Susuzluğu tetikleyecek tuzlu, baharatlı gıdalardan ve asitli, şekerli içeceklerden uzak durmak gerektiğini vurgulayan Doç. Dr. Macit Bitargil, sebze ve yeşilliklerden zengin beslenmenin, kırmızı et yerine balık tüketmenin, kızartma yerine haşlama, buğulama ve ızgara yöntemi tercih edilmesinin sağlıklı olacağını söylüyor. Hamur işleri ve şerbetli tatlılardan uzak durmak, aşırı tuz içeren besinlerden kaçınmak da kalp sağlığı açısından büyük önem taşıyor.

İlaçlarınızı doktora danışın!

Kardiyovasküler açıdan risk altında olan bir hastanın doktoruna danışmadan oruç tutması durumunda ciddi hayati tehlikeler ortaya çıkabileceğini belirten Doç. Dr. Macit Bitargil, ilaçların ve ilaç saatlerinin doktor tarafından Ramazan’a uygun olarak düzenlenmesinin ve doktorla sıkı iletişim içerisinde olmanın da çok önemli olduğunu vurguluyor. Doç. Dr. Macit Bitargil “Özellikle mutlaka kan sulandırıcı ilaç kullanması gerekenlerin kan sulandırıcıları kesmeleri veya kullanmamaları durumunda felç riskinden yaşam kaybına dek çok ciddi sonuçlarla karşılaşılabilir.” diyor.

Spor yaparken dikkat!

Ramazan boyunca fiziksel aktivite yapmak isteyen kalp hastalarının bazı noktalara dikkat etmeleri gerekiyor. Kalp ve Damar Cerrahisi Uzmanı Doç. Dr. Macit Bitargil “Yanlış zamanda yapılacak fiziksel aktivite hali hazırda susuz kalmış bir insanda kalbin yükünü daha da artırıp istenmeyen sonuçlara, bayılmalara ve kalp krizlerine neden olabilir. O yüzden spor yapmak isteyenler kendilerini fazla zorlamadan ve doktorunun izin vermesi durumunda akşam yemek yedikten 2-3 saat sonra 30-40 dakika kadar yürüyüş yapabilirler” diyor. Doç. Dr. Macit Bitargil yemeğin hemen ardından yatmanın ise sakıncalı olduğunu, bu nedenle hareketsizlikten kaçınmak gerektiğini söylüyor.

Acıbadem Taksim Hastanesi Kalp ve Damar Cerrahisi Uzmanı Doç. Dr. Macit Bitargil

Yeterince uyuyun

Ramazan boyunca yeterli uyku uyumanın, beynin doğru karar alma mekanizması ve hafıza, mantıksal düşünme gibi bilişsel fonksiyonlar açısından büyük önem taşıdığını vurgulayan Doç. Dr. Macit Bitargil şöyle konuşuyor: “Yeterli uyku alınmaması hatalı kararlar almaya, gün içerisinde sinirli olmaya, öfke patlamaları yaşamaya, baş ağrılarına ve stres yüklenmelerine de neden olacaktır. Bütün bunlar doğrudan ya da dolaylı olarak kalbin iş yükünü artıracak ve istenmeyen sonuçlara yol açabilecektir. Bu bakımdan iftardan sonra sahura kadar en az 4 saat kesintisiz gece uykusu uyumak, sahurdan sonra birkaç saat daha uyumak, gün içerisinde de 20 dakikalık ufak uyku molaları vermek önerilmektedir.”

Her hastaya göre değişiyor!

Yüksek tansiyonu kontrol altına alınmış hastaların, hafif-orta derecede kalp ve kalp kapak yetmezliği olanların, kalp ritim bozukluğu bulunanların doktor onayı olması durumunda kontrollü şekilde oruç tutabileceklerini söyleyen Doç. Dr. Macit Bitargil, buna karşın yakın zamanda kalp krizi geçirmiş ya da ciddi ritim bozukluğu olan hastaların, hipertansiyonu kontrolsüz seyredenlerin ve ileri derecede kalp kapak hastalığı olanların yüksek riskli kabul edildiklerini, bu nedenle oruç tutmalarının önerilmediğini vurguluyor. Acıbadem Taksim Hastanesi Kalp ve Damar Cerrahisi Uzmanı Doç. Dr. Macit Bitargil kalp ve damar hastalığı olanlarda özellikle kontrolsüz diyabet hastalığı ve kronik böbrek yetmezliği gibi ek hastalıklar varsa oruç tutmalarının önemli risklere yol açabileceğini; insülin kullanmayan ve diyabet ilaçları ile kan şekeri sıkı kontrol altında olan hastaların ise doktor kontrolü altında oruç tutmalarının mümkün olabildiğini söylüyor.

 

Oruç tutanlar dikkat!

Oruç tutanlar dikkat!

“Öğün olarak sahuru atlamayın”

Ramazan ayı perşembe günü başlıyor. Oruç tutan vatandaşlarımız hazırlıklarını neredeyse tamamladı, ilk sahur ve iftarlarını yapmaya hazırlanıyorlar. Peki sağlıklı, yeterli ve dengeli beslenme için Ramazan ayında neler yapılmalı? Bu önemli ayda, sağlıklı sahur ve iftar menüleri, öğünlerin porsiyon boyutları ve aralıkları hakkında beslenme uzmanlarının tavsiyelerine kulak verilmeli. Altınbaş Üniversitesi SHMYO Öğr. Gör. Özlem DEMİR, yeterli ve dengeli beslenmenin sürdürülebilmesi için en az 2 öğünün tamamlanmasının şart olduğuna dikkat çekti. Özlem Demir, özellikle sahur öğününün atlanmasının sağlık açısından çok tehlikeli olduğunu belirtti. “Öğün atlamak, açlık süresinin en az 5 saat daha uzatılmasına neden olur. Bu da şekerinizin iftardan daha erken sürede düşmesine ve günlük hayatınızda yaşayacağınız birçok probleme neden olabilir.” diyerek önemli uyarılarda bulundu.

Öğr. Gör. Özlem Demir

“Sahurda çorba, hafif sulu yemekler veya kahvaltı tercih edin”

Geceleri metabolizma hızının düşmesinin tersine, öğünlerin yağa dönüşme hızının arttığını hatırlatan Özlem Demir, bunun da kilo alımını hızlandırdığını söyledi. Bu nedenle sahurun çorbalar, hafif sulu yemekler, salata türevleri, süt ve yoğurt ürünlerinden oluşan öğünlerle veya hafif kahvaltı ile tamamlanmasını vurguladı. Sahurda, özellikle aşırı tuzlu, yağlı yemeklerden ve hamur işlerinden uzak durulmasını tavsiye etti.

“İftarda ise büyük porsiyonlar yerine aralıklı küçük porsiyonlar tüketilmeli”

Özlem Demir, iftar sofrasında ise aşırı yeme isteğine karşı gelerek tek seferde büyük porsiyonlar yerine, iftardan sonra aralıklı ve her seferinde küçük porsiyonların tüketilmesinin önemine değindi. “Özellikle iftarlarda yemekleri hızlı yemekten kaçınmalı, iyice çiğneyerek ve yavaşça tüketilmeli. Yemeğe iftariyelik ürünler ile başlanmalı ve ardından çorba tercih edilmeli. Ana yemeğe ise en az 15 dakika bekledikten sonra başlanmalı.” dedi. İftar ve sahur arasında sıvı ihtiyacının karşılanması için en az 2 litre kadar su tüketilmesini öneren Demir, susama hissi olmasa bile bu süre aralığında suyun yanında destekleyici ayran, süt, hoşaf, meyve suyu ve çayların büyük faydası olacağını kaydetti.

“Kızartma, hamur işleri ve pirinç pilavından uzak durun”

İftarda kızartmalardan, hamur işlerinden, kan şekerini hızlı yükselten pirinç pilavı veya patates gibi öğünlerden uzak durulmasını dile getiren Demir, “Bunlar yerine kepekli veya bulgurlu ürünler tercih etmeli. İftar sonrası şerbetli tatlılar yerine şeker ihtiyacını sütlü tatlı hatta meyve ile gidermek daha sağlıklı olur.” görüşünü dile getirdi.

“Diyabet hastaları, emziren anneler uzun süren açlık için doktorlarına danışmalı”

Özlem Demir, diyabet hastalarını, hamileleri, emziren anneleri, geriatrik hastaları ve okul çağı çocuklarını sağlıklarını etkileme riski olması sebebiyle uzun süre aç kalma konusunda mutlaka bir doktora ve diyetisyene danışmaları konusunda uyardı. Bir hastalığı olmaması halinde bile sağlığı olumsuz etkilenen kişilerin oruca ara vermelerini ve sağlık durumu oruç tutmasına elverişli olmayan bireylerin de durumlarını iyi değerlendirmeleri gerektiğini anlattı.

“İftar sonrası, 20-30 dakika hafif tempolu spor yapılabilir”

Oruçluyken gün içinde herhangi bir egzersiz yapılmasını önermediklerini hatırlatan Demir, bununla birlikte haftada en fazla üç kere, iftar öğününü yedikten sonra 20-30 dakikayı geçmeyecek hafif tempolu spor yapılabileceğini söyledi. Özellikle iftar sonrası yapılan yürüyüşlerin, bağırsak hareketlerini arttırarak kabızlığın oluşmasını da önleyeceğini ve gece rahat uyumaya yardımcı olacağını ifade etti.  Demir son olarak, “Normal beslenme düzenimizi değiştirdiğimiz bu ayda sağlıklı beslenmek bağışıklık sistemimizin güçlü kalmasını sağlayacaktır. Ramazan sonrası bayramda da aynı uyarılara dikkat etmeli. Normal düzene vücudu alıştırarak ve yavaş yavaş geçmeliyiz.” dedi.

Pankreasınızı korumak için şeker ve yağı fazla tüketmeyin

Pankreasınızı korumak için şeker ve yağı fazla tüketmeyin

Pankreas, yaklaşık 12 santim uzunluğunda 120 gram ağırlığında, çok önemli fonksiyonları bulunan bir organ olarak vücudumuzda yer alıyor. Pankreas insülin hormonu gibi birçok hormonun salgılanmasında önemli görev üstleniyor. İnsülin hormonu yokluğunda veya eksikliğinde diyabet ortaya çıkabiliyor. Midenin arkasında yer alan pankreasta yaşanan iltihap sorununa ise pankreatit adı veriliyor. Pankreas kanseri ise en hızlı ilerleyen tümörlerden biri olarak tanımlanıyor. Vücuttaki hayati organlardan biri olan pankreasın hastalıkları ve güncel tedavi yöntemleri konusunda Memorial Bahçelievler Hastanesi İleri Endoskopi Merkezi tarafından Pankreas Akademisi düzenlendi. Prof. Dr. Yusuf Ziya Erzin, pankreas hastalıkları ve tedavi yöntemleri ile ilgili açıklamalarda bulundu.

p

Prof. Dr. Yusuf Ziya Erzin

Pankreas iltihabı en çok Avrupa’da görülüyor

Pankreatit yani pankreas iltihabının belli bir yaşı bulunmamaktadır. Her yaşta ortaya çıkabilmektedir. Türkiye’de pankreatitin en önemli nedenleri safra kesesinde bulunan taş ya da çamurun ana safra kanalına düşerek pankreas ağzında tıkanıklığa neden olmasıdır. Avrupa’da ise pankreatitin en önemli nedeni alkol kullanımıdır.

Şiddetli sırt veya omuz ağrısı pankreatit belirtisi olabilir

Karnın üstünden sırt ve omuza vurabilen şiddetli ağrılar, bulantı, kusma ve ateş gibi sorunlar pankreatit belirtileri olabilmektedir. Eğer kanda pankreas enzimlerinde yükseklik belirlenirse ön tanı görüntüleme yöntemleriyle yani Ultrason, Tomografi ve MR ile desteklenerek pankreatit tanısı konulmaktadır.

Pankreatit tedavisi sürecinde ağızdan gıda alımı durdurularak damar yolu ile beslenmeye başlanmaktadır. Alınan sıvı ve idrar çıkışı kandaki iltihap belirteçleriyle birlikte yakın takip edilmektedir.

Günümüzün artan tümörleri; pankreas tümörleri

Pankreas tümörleri son zamanlarda sıklığı artan tümörler arasında bulunmaktadır. Pankreas tümöründe erken tanı olmazsa hastalık ileri evrelerde ortaya çıkabilmekte ve tedavide geç kalınabilmektedir. Özellikle 50’li yaşlardan sonra ortaya çıkan müphem üst karın ağrıları varlığında, pankreas tümörlerinden şüphelenilmeli ve uzmanlara başvurulmalıdır.

Alkol ve sigara tüketmek pankreas kanserine yol açabiliyor

Pankreas kanseri riski alkol ve sigara kullananlarda normal popülasyonda çok daha fazla olmaktadır. Pankreas kanseri olmamak için sağlıklı beslenmeye dikkat etmek gerekmektedir. Aşırı yağlı gıdalarla beslenilmemesi, hayvani kaynaklı yağların fazla tüketilmemesi ve rafine karbonhidratlardan yani şekerli gıdalardan kaçınılması önemlidir. Pankreası yoran bu besinler ilerleyen dönemlerde pankreas kanserine yol açabilmektedir. Kişinin normal kilosunu koruması da şeker, kolesterol ve hipertansiyon gibi hastalıkların oluşmasını engellemektedir. Bol sıvı almak, düzenli hareket etmek ve doğru beslenmek pankreasın korunmasında en basit ve etkili yöntemlerdir.

Pankreas akademisi çok değerli uzmanları buluşturdu

Memorial Bahçelievler Hastanesi İleri Endoskopi Merkezi olarak düzenlediğimiz bilimsel toplantılara bu yıl “Pankreas Akademisi” ile devam ediyoruz. Canlı vakalarla endoskopik tedavi yöntemleri konuştuğumuz, çok değerli bilimsel paylaşımların yapıldığı toplantımızda Almanya Sana Kliniken Hastanesi’nden Prof. Dr. Eike Burmester de bizlerle birlikte oldu. Kendisi gastroenterolojide ileri endoskopik uygulamalar konusunda son derece deneyimli bir isimdir. Aynı zamanda ülkemizde gastroenteroloji konusunda kıymetli hekimlerimizi de ağırlamanın mutluluğunu yaşadık.

Emrah Demiralp “Panzehir”

Emrah Demiralp “Panzehir”

İlk single çalışması “Güzel Kadın”ı 2019 yılında yayınlayan Emrah Demiralp’in “Demleniyorum” adında bir stüdyo albümü bulunmaktadır. Başarılı besteci ve müzisyen, son single çalışması Panzehir’i müzikseverlerle buluşturdu.

Wasp Entertainment yapımcılığında tüm dijital platformlarda yerini alan şarkının sözü, bestesi ve düzenlemesi yine kendisine ait.

Kanserde doğru bilinen yanlışlar

Kanserde doğru bilinen yanlışlar

Çağın hastalığı olarak tanımlanan kanserle ilgili internet ya da sosyal medya mecralarında birçok yanlış bilgi bulunuyor. Kanserle mücadele aşamasında kulaktan kulağa yayılan bu yanlış bilgiler tedavi sürecini de olumsuz etkileyebiliyor. Memorial Ataşehir ve Hizmet Hastaneleri Genel Cerrahi ile Meme ve Endokrin Cerrahi Bölümü’nden Prof. Dr. Bülent Çitgez, “4 Şubat Dünya Kanser Günü” öncesinde kanser hakkında doğru bilinen yanlışlar konusunda bilgi verdi.

Pause Dergi

Prof. Dr. Bülent Çitgez

1-Kanser bulaşıcıdır?

Yanlış! Kanser bulaşıcı bir hastalık değildir. Kanser, bakteri ya da virüsle oluşmadığı için kişiden kişiye hava ya da temas yoluyla bulaşmamaktadır.

2-Kanser belirti vermeden ortaya çıkar?

Yanlış! Her tümör ve her kanser aynı şekilde gelişmemektedir. Bazı kanser çeşitleri hemen vücudun yüzeyinde olduğu için, çok erken evrede bile belirti verebilmektedir. Özellikle meme, testis, lenf bezleri veya yumuşak doku tümörlerinde cilt altında şişlik ilk belirtiler olabilmektedir. Ancak akciğer gibi vücudun içinde ya da karın içi bölgesinde oluşan tümörler ileri evrelerde ortaya çıkabilmektedir. Bu nedenle erken teşhis için senelik rutin kontrollerin hayati önemi bulunmaktadır.

3-Mamografi çektirmek meme kanserine neden olur?

Yanlış! Her ne kadar halk arasında mamografinin meme kanserine neden olabileceği gibi bir inanış olsa bile tıp literatüründe bu şekilde bir bilgi bulunmamaktadır. Yapılan birçok bilimsel araştırmada mamografinin kanseri tetiklediği ya da zemin hazırladığı yönünde bir bilgi mevcut değildir. Tam tersine yapılan rutin mamografi tetkikiyle meme kanserinin erken evrede tespit edilmesi sağlanmaktadır.

4-Biyopsi kanserin yayılmasına neden olur?

Yanlış! Kanser ve biyopsi hakkında bu bilgi de doğruyu yansıtmamaktadır. Biyopsi kanserin yayılmasına neden olmamaktadır. Bu yanlış bilginin doğru olduğu düşünülse bile biyopsi yapıldıktan sonra hemen kanser tedavisine başlanacağı için kanserin yayılmasına fırsat bile olmayacaktır.

5- “Ailemde kanser hastası yoksa risk altında değilim”

Yanlış! Bazı kanser türleri kalıtsal olabilmektedir. Ancak meme kanseri örneğinden yola çıkacak olursak hastaların büyük bir çoğunluğu ailesinde kanser olmayan kişilerden oluşmaktadır. Bu nedende ailesinde kanser olmayan kişilerin kanser olmayacağı bilgisi doğru değildir. Ancak ailesinde kanser hikayesi olan kişilerin kanser bakımından daha dikkatli olması gerekmektedir. Bu nedende rutin sağlık kontrollerinin ihmal edilmemesi önemlidir.

6- “Erkeklerde meme kanseri olmaz”

Yanlış! Erkeklerde de meme kanseri vakaları görülmektedir. Erkek meme kanseri oranı kadınlara oranla çok daha düşüktür. Her 100 kadın meme kanserine karşılık 1 tane erkek meme kanseri vakası görülmektedir.

7- “Bitkisel destekler, kemoterapiden daha etkili”

Yanlış! Yapılan bilimsel çalışmalarda bitkisel ürünlerin kemoterapi yerine kullanılmasının faydasının olmadığı ortaya konulmaktadır. Hastalar antioksidan özellikleri nedeniyle kemoterapinin yan etkilerini azaltmak için kullanılan zerdeçal, propolis, çörek otu yağı gibi bitkisel ürünler kullanabilmektedir. Ancak destek amaçlı da olsa kullanılan bitkiler kemoterapi ilaçlarının etkinliğini azaltabilmektedir.  Bu nedenle, kemoterapi ile birlikte kullanımı sonucunda ilaç etkileşimine yol açabileceği, kemoterapi etkinliğini azaltabileceği ya da yan etkisini arttırabileceği unutulmamalı ve kemoterapi sürecinde beraber kullanılmamalıdır.

8- “Meme kanseri oldum, mememi kaybedeceğim”

Yanlış! Günümüzde meme kanseri ameliyatlarında meme koruyucu cerrahi ön plana çıkmaktadır. Gelişen teknoloji ve kemoterapi yöntemleri sayesinde ileri evre ileri evre meme kanserlerine bile meme koruyucu cerrahi uygulanabilmektedir. İleri evre meme kanserlerinde kemoterapi tedavileri uygulanarak evre küçültülmekte arkasından meme koruyu cerrahi yapılabilmektedir. Meme içinde yaygın tümörlerde bile Subkutan Mastektomi denilen memenin içinin boşaltılıp silikon yerleştirildiği cerrahi yöntemlerle meme korunabilmektedir.

9- “Tedavi olsam da kanser geri gelir”

Yanlış! Erken evrede teşhis konularak tedavi olan hastalarda başarı oranı artmaktadır. Tedavinin ardından özellikle 5 sene sonra kanser riski hiç kanser olmamış kişilerle neredeyse aynıdır. Ancak daha önce hiç kanser olmamış kişilerde bile kanser olma riski varken, kanser hikayesi olan kişilerin riskinin daha fazla olduğu da bilinmektedir.

10- “Emziren kadınlar meme kanseri olmaz”

Yanlış! Maalesef meme olan her yerde meme kanseri gelişebilir. Emziren kadınlarda hormonal durumlardan dolayı meme kanseri riski azalmaktadır. Riskin azalması emziren kadınların meme kanseri olmayacağı anlamına gelmemektedir. Bu nedenle hangi dönemde olunursa olunsun memede kitle varlığında zaman kaybetmeden bir uzmana başvurulmalıdır.

Çocuğunuzun iki bacağının eşit olduğuna emin misiniz?

Çocuğunuzun iki bacağının eşit olduğuna emin misiniz?

gelişimini yakından takip ediyor, adeta gözünün içine bakıyorsunuz. Peki hiç ayak izlerine baktınız mı! Ya da bir çift ayakkabının teki tam olup, diğeri biraz sıktığında bunun altında ortopedik bir sorun yatabildiğini düşündünüz mü? Acıbadem Taksim Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı Prof. Dr. Levent Eralp çocuklarda bir bacağın diğerine göre kısalığının (uzuv kısalığı) yaygın görülen bir sorun olduğunu, ancak özellikle 2 cm’in altındaki kısalıkların dikkatli bakılmadıkça fark edilemeyebildiğini söylüyor. Bu nedenle ailelere, çocuklarını dikkatlice gözlemlemelerini, özellikle de banyo sonrası ya da kumsalda gezinirken ayak izlerine bakmalarını tavsiye eden Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı Prof. Dr. Levent Eralp, çocuklarda bacak (uzuv) kısalıkları hakkında açıklamalar yaptı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

Toplumumuzda çok yaygın olan bel ağrısı şikayetlerinin altında, bir bacağın boyunun diğerinden daha kısa olmasının da yatabildiğini biliyor muydunuz? Peki, aldığınız ayakkabının tekinin normal olup diğer ayağı sıkmasının da aynı nedenden kaynaklanabildiğini? Günlük yaşantıda normal gibi görünen hatta hiç fark edilmeyen bazı sorunlar sadece ailelerin dikkatli gözlemleriyle ortaya çıkabiliyor! Acıbadem Taksim Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı Prof. Dr. Levent Eralp bu noktada anne babaların çocuklarını, onların dikkatini çekmeden ve psikolojik rahatsızlığa yol açmadan dikkatlice gözlemlemeleri gerektiğini belirterek “Bacak boyunun eşit olmaması (uzuv kısalığı) ancak bu dikkatli gözlemler sonucu anlaşılabilen hastalıklardan biridir. Günlük yaşantıda gözle görülen herhangi bir değişikliğe yol açmadığı için özellikle 2 santime kadar olan tek bacak kısalığı genellikle fark edilmiyor.” diyor. Prof. Dr. Levent Eralp şöyle konuşuyor: “Bacak kısalığı denilen sorunda, kalçadan parmak ucuna kadar olan bütün uzuvdan bahsediyoruz. Vücudun bir ya da birkaç noktasında tek bacak kısalığına sebep olan bozukluk olabilir. Amerika’da yapılan bir araştırma çarpıcı bir gerçeği ortaya koyuyor; devlet tarafından liselere bir halk sağlığı görevlisi atanıyor. Kadın görevliler bütün kız öğrencileri vücutlarını görecek şekilde muayene ettiklerinde, bir çoğunda o güne dek hiç fark edilmemiş sırt eğrilikleri olduğunu görüyorlar. Böylece yüzde 4-5 olan skolyoz oranı bir anda yaklaşık 3 kat artıyor. Yani bir takım iskelet sistemi değişiklikleri ya da bozukluklarında göze çarpmayan, ailenin önemsemediği, çünkü günlük hayatı sekteye uğratmayan aksaklıklar söz konusu olabiliyor. Ancak özellikle bunlar çocukluk çağında artma eğiliminde olduğu için tanıda gecikmemek gerekiyor. Skolyozda olan sorun, tek bacağın kısalığında da geçerli.”

Pause Dergi

Prof. Dr. Levent Eralp

Ayak izine dikkatlice bakın!

Sağ ve sol bacak ya da kollar arasında uzunluk farkı olmasına uzuv kısalığı denildiğini belirten Prof. Dr. Levent Eralp, kollar arasında 5 cm altında uzunluk farkı olmasının, görüntü dışında, kullanma bozukluğuna neden olmayacağını, bu nedenle uzuv kısalığının daha çok bacaklarda yaşandığında çeşitli sorunlar ortaya çıkarabildiğini söylüyor. Tek bacağın kısalığına; doğuştan kemik hastalıkları, geçirilmiş kazalar, çocukluk çağında geçirilen kemik iltihapları, romatizmal ya da nörolojik hastalıkların yol açabildiğini söyleyen Prof. Dr. Levent Eralp teşhis konusunda “çocuğunuzun ayak izlerine dikkatli bakın” diyor ve şöyle anlatıyor: “Toplumumuzda yaygın görülen bir sorun olan tek bacak kısalığını fark etmek için anne babalar çocuklarının kışın banyo sırasında bedenlerine dikkatlice bakmalı, banyodan çıktıktan sonra da her iki ayak izini kıyaslamalıdır! Çocuk banyodan çıkar ve ıslak ayakla yere basar ama ama iki ayağının izi birbirinin aynı değildir. Dikkat etmezseniz gözden kaçırırsınız ama dikkat ederseniz görürsünüz. Veya yazın kumsalda yürürken çocuğun iki ayağının izi birbirinden farklı ise tek bacak kısalığı olduğunu tespit edebilirsiniz. Dolayısıyla çocuğun ayak izlerine ve özellikle yavaş yürürken aksamasının olup olmadığına dikkat etmek gerekir.”

Tek bacak kısalığında tedavi yöntemleri!

Anne babaların çocuklarının bacağını mezura ile ölçmeye kalkmamaları, çünkü bunun yanıltıcı olacağını söyleyen Prof. Dr. Levent Eralp sadece gözlem yapmaları ve gerekli durumlarda ihmal etmeyip hekime başvurmaları gerektiğini vurguluyor. Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı Prof. Dr. Levent Eralp 2 cm’e kadar olan, 2-5 cm arası ve 5 cm’in üzerindeki tek bacak kısalığının tedavi yöntemlerini şöyle anlatıyor: “Bacaklarda 2 cm altındaki boy farklarında, kısa olan tarafın ayakkabısının içine ya da altına yapılacak takviyeler ile boy farkının ortadan kaldırılması en uygun tedavidir. 2-5 cm arasındaki farkta ise cerrahi tedavi şarttır. Bu durumda çocuklarda iki taraf uzuvlarının boyunu eşitlemek için ya kısa taraf uzatılır ya da uzun olan tarafın uzaması yavaşlatılır. Uygun tekniğe hekim altta yatan hastalık ve boy uzaması için geride kalan süre gibi faktörleri değerlendirerek karar vermelidir. 5 cm’den fazla ise; mutlaka kısa olan tarafı uzatmak gerekir ancak yine hekimin yapacağı değerlendirmelerle tekniğe karar verilmelidir.”

Pause Dergi

Bel ağrısından eklem kireçlenmelerine!

2 cm’den kısa da olsa bacak uzunluğu farkının bel ağrısı şikayetlerine neden olabildiğini vurgulayan Prof. Dr. Levent Eralp “Ayak bileği, diz, kalça ve bel esasında birbirine uyumlu çalışan dişli çarklar gibidirler, birbiriyle bağlantılı olarak bir düzen içerisinde çalışır. Ancak eğer bu dişlilerden bir tanesi diğerleriyle uyumlu dönmüyorsa zaman içinde diğerlerinin dişlerini aşındırır. Dolayısıyla cerrahi tedavi gerektirmeyen 2 cm’in altındaki kısalıklar bile bel ağrısı ve zaman içerisinde eklem kireçlenmelerine yol açabilir.” uyarısında bulunuyor. Anne babaların, çocuklarında tek bacak kısalığı durumunda doğru bilinen yanlışlara dikkat etmeleri ve bunlardan uzak durmaları gerektiğini belirten Prof. Dr. Levent Eralp, örneğin; ip atlamak, seksek oynamak, tek ayağını öne doğru savurmak gibi yöntemlerin bacak uzatmada etkisinin olmadığı, aksine tedavide gecikmeye yol açabileceği konusunda uyarıyor.

Kansere karşı etkili yöntemler

Kansere karşı etkili yöntemler

Kanserin görülme oranı tüm dünyada giderek artıyor. Dünyada her yıl 20 milyon, ülkemizde de yaklaşık 230 bin kişiye kanser tanısı konuyor. Üstelik kanser en sık görülen ölüm nedenleri arasında kalp ve damar hastalıklarından sonra ikinci sırada yer alıyor. Dünyada her yıl 10 milyon kişi kanser nedeniyle hayatını kaybediyor. Yaklaşık her üç kanserden 1’inden de beş önemli risk faktörü sorumlu oluyor: Fazla kilolu ya da şişman olmak, meyve ve sebzeyi az tüketmek, hareketsiz yaşam sürmek, sigara ile alkol tüketmek. Dolayısıyla yaşam alışkanlıklarında yapılacak olan değişimlerle kanser riskini azaltmak mümkün olabiliyor. Öyle ki yapılan araştırmalara göre; risk faktörlerine karşı önlem alındığında kanser gelişimi yüzde 30-40 gibi önemli bir oranda önlenebiliyor.

Acıbadem Ataşehir Hastanesi Tıbbi Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Hüseyin Engin, sigara kullanımının kanser için en önemli risk faktörü olduğuna dikkat çekerek, “Sigara içmeyen bir toplum oluşturabilirsek akciğer kanserlerinin neredeyse yüzde 90’ından daha fazlasını önleyebiliriz. Sigara içmeyen bir toplumda akciğer kanserinin yanı sıra baş boyun kanserleri, yutak borusu, mide, pankreas, böbrek, mesane, lösemi ve hatta meme kanseri gibi birçok kanser türünde azalma görülecektir” diyor. Tıbbi Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Hüseyin Engin, kanserden korunmamız için almamız gereken önlemleri anlattı; önemli öneriler ve uyarılarda bulundu.

Pause Dergi

Prof. Dr. Hüseyin Engin

Haftanın 5 günü tempolu yürüyün!

Kansere karşı korunmada düzenli egzersiz yapmak büyük önem taşıyor. Zira, düzenli ve doğru uygulanan egzersizler; metabolizmayı olumlu etkiliyor, bağışıklık sistemini güçlendiriyor, fazla kilolardan kurtulmamıza destek oluyor ve stresi azaltıyor. Yapılan çalışmalarda, haftada 5 gün 30’ar dakika tempolu yürüyenlerde; meme, kalın bağırsak, rahim ve prostat kanseri daha az görülmüş. Bu nedenle haftanın iki- üç günü günde bir saat ya da haftanın beş günü 30’ar dakika yürümeyi alışkanlık edinin. Yürüyüşün yanı sıra yüzmek, bisiklet sürmek ve tenis gibi aktiviteler de sağlığımızı olumlu etkileyen egzersizler arasında yer alıyor.

Fazla kilolarınızdan kurtulun

Yapılan çok sayıda araştırma, fazla kilo ve obezitenin pek çok kanser türünü tetiklediğini gösteriyor. Östrojen ve insülin de dahil olmak üzere, bazı hormonların kanda yüksek düzeyde olması belirli kanserlere yakalanma riskini arttırabiliyor. Araştırmalar, obezite ve fiziksel aktivite yetersizliğinin özellikle meme, kolon, yemek borusu, karaciğer ile rahim kanserlerine yakalanma riskini yüzde 20-25 oranında artırdığını gösteriyor. Bu nedenle sağlıklı beslenme ve düzenli fiziksel aktiviteyle ideal kilonuza kavuşmanız büyük önem taşıyor.

Sigarayı hemen çöpe atın

Sigara başta akciğer kanseri olmak üzere pek çok kanser türünün gelişmesine yol açan en önemli etken. Yapılan bilimsel çalışmalar, akciğer kanserinin yüzde 90’ının sigara ve tütün ürünlerinin kullanımına bağlı olarak geliştiğini ortaya koyuyor. Ayrıca sigara ve tütün kullanımı en az 10 farklı kanserin oluşmasında doğrudan ya da dolaylı olarak etkili oluyor. Zira sigara dumanında dört binden fazla kimyasal madde yer alıyor ve bunlardan en az 250’sinin zararlı olduğu ve 50’den fazlasının da kansere yol açtığı biliniyor.

Sağlıklı ve dengeli beslenin

Günde en az 5 porsiyon sebze ile meyve tüketin ve kanser riskini artıran gıdalardan uzak durun. Örneğin kırmızı eti haftada en fazla yarım kilo ile sınırlandırın. Bunun yerine; balık, tavuk ve hindi gibi beyaz etleri tercih edin. Bakla, kuru fasulye, nohut, börülce ile mercimek gibi bitkisel proteinleri sofranızdan eksik etmeyin. İşlenmiş tahıl ürünleri yerine tam buğday, tam çavdar, tam yulafı tercih edin. Tuz alımınızı günde 2-3 gram ile sınırlayın. Mevsiminde olmayan sebze ve meyvelerde kanser gelişme riskini artıran hormon takviyesi ve kimyasallar daha fazla kullanılıyor. Bu nedenle sebze ile meyveleri mevsiminde tüketin.

Etleri mangalda pişirmeyin

Etleri kısa zamanda yüksek ateşte pişirmek gibi yöntemlerden kaçınmanız da önem taşıyor. Örneğin mangal yöntemini tercih etmeyin. Zira pişirme sırasında ortaya çıkan polisiklik aromatik hidrokarbonlar kanser riskini artırıyor. Yine de mangal kullanacaksanız etleri yakmamaya dikkat edin. Kanserden korunmak için en ideali yemekleri buğulama ve buharda gibi geleneksel yöntemler ile pişirmek.

İşlenmiş ürünlerden kaçının

Kanserden korunmak için işlenmiş ürünlerini mümkün olduğunca tüketmeyin. Tıbbi Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Hüseyin Engin, gıdaların dayanıklılığını artırmak için besinlerin bir takım işlemlere tabi tutulabildiklerine dikkat çekerek, ”Örneğin işlenmiş balık ürünlerindeki polikloronil bifenil ve diğer besinlerde kullanılan sodyum benzoatin kanser riskini artırabildiği yapılan çalışmalarda ortaya konmuş. Ayrıca sosis, salam, sucuk ve jambon gibi işlenmiş et ürünlerini mümkün olduğunca az tüketin.” diyor.

Alkollü içecekleri bırakın

Alkol tüketimi baş-boyun bölgesi, yemek borusu, karaciğer, kalın bağırsak, pankreas ve meme kanserinin bilinen sebeplerinden. Özellikle sigara ile beraber alkol almak kanser riskini oldukça yükseltiyor. Prof. Dr. Hüseyin Engin, “Alkolün alım süresi ve günlük tüketilen miktarı arttıkça kanser riski de artıyor. Ancak alkol kullanımı ile ilgili güvenli bir eşik yok. Dolayısıyla alkollü içecekleri hiç tüketmemeniz en doğrusudur.” diyor.

Enfeksiyonlara karşı ‘önlem’ alın

Dünyada her beş kanserden biri kronik enfeksiyonlara bağlı gelişiyor. Örneğin helicobacter pylori bakterisi mide kanserine, hepatit B virüsü karaciğer kanserine, herpes grubu bazı virüsler de cilt ile rahim ağzı kanserine yol açabiliyor. Tıbbi Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Hüseyin Engin, “Aslında enfeksiyonların çoğu önlenebiliyor veya tedavi edilebiliyorlar. Dolayısıyla enfeksiyonlardan korunmak için önlem alınmalı, hastalık geliştiyse kronikleşmemesi için zaman kaybetmeden bir hekime başvurulmalı.” diye konuşuyor.

Pause Dergi

Aşıları ihmal etmeyin

Kanserden korunmak için dikkat etmeniz gereken bir başka önemli nokta da ‘aşılarınızı düzenli yaptırmak’ olmalı. Risk altında iseniz veya Hepatit B’nin sık görüldüğü yerlerde yaşıyorsanız, Hepatit B aşısı olmanız karaciğer kanserinden korunmanız için çok önemli. Human Papilloma Virüsünün (HPV) belirli tipleri de kadınlarda rahim ağzı (serviks) kanseri gibi bazı kanser türlerinin gelişme riskini artıyor. Dünya Sağlık Örgütü; rahim ağzı kanserine karşı 9-13 yaşlarındaki kız çocuklarına aşı yapılmasını öneriyor.

Düzenli ve kaliteli uyku şart

Uykusuzluk da kanser riskini artıran önemli etkenler arasında yer alıyor. Uyku sırasında bağışıklık sisteminin güçlü olmasında rol oynayan birçok hormon salgılanıyor. Ayrıca vücutta gelişen kanser hücrelerinin önemli bir bölümü bağışıklık hücreleri tarafından uyku sırasında yok ediliyor.  Dolayısıyla düzensiz ve kalitesiz uyuduğumuzda hormonlar ile metabolizmamız işlevlerini yerine getiremeyince, kanserin gelişme riski artıyor.

Tarama programlarını aksatmayın

Herhangi bir yakınma olmasa bile tarama testlerinin düzenli olarak yaptırılması yaşamsal önem taşıyor. Bu amaçla 50 yaşından sonra, kansere dönüşebilen poliplerin saptanması ve tedavisi için 5-10 yılda bir kolonoskopi yapılması, 30 yaşından sonra 5 yılda bir PAP Smear ve HPV DNA testi ile rahim ağzı kanseri oluşumu için risk oluşturan CIN lezyonlarının saptanması ve tedavisi son derece önemli. Yine 40 yaşından sonra 2 yılda bir yapılacak olan mamografi tarama ile meme kanseri için öncül lezyonların saptanması mümkün oluyor.

Kış güneşine dikkat!

Son yıllarda, yetersiz D vitamini alımı ile bazı kanser türleri dahil pek çok hastalığın gelişme riski arasında ilişki olduğu biliniyor. Prof. Dr. Hüseyin Engin, “D vitamininin en iyi kaynağı ise güneşten sağlanan ultraviyole ışınlarıdır. Gereksinimin yüzde 90’ı bu şekilde karşılanabiliyor. Deride D vitamini oluşabilmesi için vücudun eller, kollar, bacaklar ve yüz gibi en az yüzde 25’lik kısmının 15-20 dakika süre ile güneş ışınlarının dik olarak gelmediği sabah saat 10:00’dan önce, öğleden sonra 16:00’dan sonra güneş ışınlarıyla temas edilmesi gerekiyor” diyor.

Ancak vitamin D’nin temel kaynağı olan güneşin kış ayları da dahil olmak üzere fazlası ve özellikle UV ışınlarının güçlü geldiği 10:00 – 16:00 saatleri arasında maruz kalınması zararlı oluyor. “Çünkü UV ışınlarının deri kanseri ve malign (kötü huylu) melanom gibi insan sağlığı üzerine ciddi zararları vardır” uyarısında bulunan Prof. Dr.Hüseyin Engin, “Bu saatler arasında güneşin altında kalınmamalı, kalınması gerekiyorsa da gerekli önlemler alınmalı. Güneşten korunma en iyi şekilde gölgelik yerler, güneş gözlüğü, uygun giysi ve şapka ile sağlanıyor. Güneş kremi de yüz ve eller gibi vücudun güneşe maruz kalan kısımları için gerekli oluyor.” diye konuşuyor. Ayrıca kozmetik amaçlı ultraviyole (örneğin solaryum) ışınlarına uzun süre maruz kalmak da tehlikeli oluyor.