Heykelin sessiz diliyle konuşan bir ruh: Nurdan Uzel
Taşın, bronzun, kiliğin dili yoktur derler… Ama Nurdan Uzel’in ellerinden geçince hepsi anlatmaya başlar; bazen acıyı, bazen doğumu, bazen suskun bir çığlığı. Onun eserleri sadece şekil değil, his taşır. Biz de bu özel röportajda, Nurdan Uzel’in ellerinden çıkan formların ardındaki görünmeyen hikâyelere, duygulara ve iç dünyasına dokunmak istedik. Sadece sanatını değil, ona yön veren ruhu da konuştuk…
Röportaj: Ahu Çağdaş

Sanat yolculuğunuzda sizi en çok etkileyen dönüm noktası neydi?
Sanat yolculuğunda beni en çok etkileyen Riva’daki atölyemde bilgi ve becerilerim den faydalanmak isteyen iki dostumla eğitmenlik hayatıma atılmamdır. Çünkü o güne kadar duygularımı düşüncelerimi maddeye dönüştürmek, çamurun, ahşabın, metalin kalbinde saklı olan özgürlüğü dışarıya çıkarmaktı yolculuğum.
Fakat bir başkasına bir şeyler öğretebilmek, onun başarısıyla mutluluğuna şahit olmak bambaşka bir duygu.
Suskunlukların dışa vurumu inanılmaz bir his yaratıyor.
11 yıldır birçok hayata dokunmak, onların kendi gelişimlerine kendilerinin bile inanmadığı bir sürece şahitlik etmek beni çok etkilemiştir.
Heykel yaparken sizi en çok ne motive eder? Sessizlik mi, müzik mi, bir duygu mu?
Heykel yaparken olmazsa olmazım klasik müziğimdir. Benim en sevdiğim çalışma şeklim, benim bile bilmediğim bir yolculuğa çıkmak. Çamuru yığarak elimin beni özgürce götürdüğü yere gitmektir. Buradaki bana yoldaş klasik müziğimdir.

Sanat eğitimi verirken öğrencilerinizde en çok neyi geliştirmeye çalışıyorsunuz?
Öncelikle atölye de geçirdikleri 4 saatin kendilerine inanılmaz bir hediye olarak görmelerini isterim. Çünkü dışarda bu kadar çok uyaran varken tüm engellere rağmen gelip vakit geçirmeleri çok kıymetli. Ben özellikle çamura boyut kazandırırken, zamana iz bıraktıklarını, aslında günümüzün en ciddi problemi sabırsızlığın aşınmasını çok önemsiyorum. Her şeyin çok çabuk elde edildiği bu dönemde saatlerce bir göz ile uğraşıp, sonunda başarabildiği hissini onlara yaşattığım da çok mutlu oluyorum.
Görünmezi görünür kılmak inanılmaz bir his, bunun da zamana sair emekle olduğunu kabul edip terapiye dönüşmesini görmek en mutlu anım.
Sizce heykel sanatı Türkiye de yeterince değer görüyor mu?
Türkiye de heykel sanatı gün geçtikçe hakkettiği yere doğru sağlam adımlarla ilerliyor. Özellikle gençlerin ilgisi artış göstermekte. Ancak sadece sergilere müzelere gidince görülebilir bir disiplinden çıkıp sokaklarda daha da fazla heykel görmek isterim. Malzeme çeşitliliği ile teknolojinin entegrasyonu ve birçok uluslararası bağımsız sanatçının projeleriyle ülkemizde heykelin gün geçtikçe yerini bulmaya çalıştığını görüyoruz.

Toplumun sanatla ilişkisini güçlendirmek için sizce neler yapılmalı?
Öncelikle sanata genç yaşta ulaşılabilirliği arttırmak çok önemli. Okullarda daha fazla sanatsal etkinlikler olmalı. Ben köy okulları dahil birçok kez ilkokullarda workshoplar yaptım. Onların vizyonlarını biraz olsun geliştirmek ilerde potansiyel heykeltıraşları gelecekte görmemizi sağlar. Sanatın ulaşılabilirliği çok kıymetli. O yüzden park ve bahçelerde daha fazla heykel görmeliyiz. Birde dijital sanatın küçük yaşlarda eğitimi de çok değerlidir. Sanatı hayatın doğal bir parçası haline getirdiğimiz de toplumla bağı inanılmaz güçlenecektir.
Sizin için başarılı sanatçı tanımı nedir?
Sanatçı öncelikle kendini ifade etmesiyle başlayan yolculuğunda değişik malzemelere ruh katarak dokunulmaz düşünceye dokunabilir kılık ve görünebilirlik sağlamakta. Değişim ve dönüşüm içinde olan sanatçı zaten fark edilse de edilmese de bir başarı için değil kendi yolculuğu için bu yoldadır. Topluma dokunabilir orda hele insanlığa kattığı farklı düşünme biçimleriyle zaten başarıyı içinde yakalamıştır. Hayatta iz bırakmak çok kıymetli. Birde zamana meydan okuyup güçlü bir etki yaratabiliyorsa harika bir iş başarmış oluyor bence.

Gelecekte gerçekleştirmek istediğiniz bir proje yada hayaliniz var mı?
Yakın gelecekte uluslararası bir platformda yer almak hedefim. Kızım Aleyna bu sene Parsons School of Design Dan mezun oldu. Onunla sanat üzerine sanatın dünyadaki yeri ve gelişimi üzerine çok konuşuyoruz. Başka bir dil ve üslupları var. Bayılıyorum ve onlara ayak uydurmak çok enteresan bir süreç benim için. Kendimi ve sanatımı entegre etme surecim çok keyifli. Ben hayatta yaşanan tüm süreçlerin bizleri bugünkü bizler yaptığına inanıyorum. O yüzdendir ki sanatı başka boyutlarda sorgulayan ve biçimleyen bir nesille çalışmak çok keyifli. Ayrıca hala daha öğrenmeyi çok seviyorum. Bu arada benim tüm hayallerim gerçekleşir çünkü olacağına inanırım ve bu yolda emek veririm. Dolayısıyla çalışalım ve görelim diyorum…
Sanatınızın bir gün bir müze de sergilenmesi mi, yoksa sokakta halkla buluşması mı sizi daha çok heyecanlandırır?
Tabi ki ikisi de çok kıymetli ancak ben her zaman herkesin ulaşabileceği yerlere heykeller koymak istiyorum. Hayatım boyunca herkese bir şekilde dokunmuşluğum vardır.
Bu yolculuğumda sanki bana ihtiyacı olanın beni kolaylıkla bulup gelmesi bendeki bir ihtiyacı da hep besledi. Dolayısıyla meydanlarda bu duygum inanılmaz tatmin olur diye düşünüyorum. Her eserim bulundukları yere bir beni götürüyor o yüzden sokaklar çok daha beni çekiyor.

Heykele ilk dokunduğunuz anı hatırlıyor musunuz? O an sizde neyi tetikledi?
Heykel her zaman insanları ürküten bir sanat dalıdır. Çünkü çok da kolay değildir. Ancak doğru ellerdeyseniz yolculuğunuz daim olur. Ben ilk çamura dokunduğumda inanılmaz bir bağ duydum ve bu bağ 25 yıldır devam etmekte. Sabrımın çok sınandığı zamanlar oldu tabi ki ama hiç vaz geçmedim. Hobim işim oldu dolayısıyla severek yaptığım iş bana başarı ve mutluluk getirdi. Ben özgürlüğüne düşkün bir insanım heykel benim sonsuz özgürlük alanımdır. Canımın istediğini o an yapmak ve yapabileceğimi bilmek büyük bir lüks. Hayattan korkmamayı da bu sayede öğrendim.
Taşa, kile yada bronza ruh üflediğiniz bir esriniz var mı?
Her bir eserim benim ruhumu taşır. Ben sadece kendi ruhumun ve bedenimin yansımalarını çıkartıyorum. Onlar yeni mekanlarında nasıl görünüyorlarsa öyle varlar.
Dolayısıyla eserlerimdeki ruh benim üflediğim değil ona bakanın hissettiği gibidir.

Bir heykelin doğuşu sizin için nasıl başlar? Önce bir fikir mi, yoksa bir form mu?
Açıkçası her heykelde farklıdır benim için. Bazen kendiliğinden ellerimin götürdüğü yolda yürüyorum ve görmek istediğim formu yakalayınca bambaşka bir hal almasını izliyorum.
Bazen de bir projede yol alıyorsam oraya gidip oranın ruhunu hissedip ben burada olsaydım nasıl bir form olmak isterdi mi diye düşünürüm eskizlerle yoluma devam ederim.
Heykellerinizde yüz ifadeleri ve beden dili çok güçlü. Bu anlatımı nasıl kurtuluyorsunuz?
Güçlü bir anatomi bilgisine sahipseniz heykelde ifadeleri vermek aslında çok da zor değil. Mesela büstlerde burun kanatlarının ince ve kalın olması daha sınırlı veya yumuşak ifadeyi yansıtıyor. Burun dudak arasındaki mesafe gençlik yaşlılık ifadesinde çok önemlidir. Dudakların gerginliği öfkeyi yada sabırla bastırılmış acıyı çağrıştırır.
Heykelin dokulu veya pürüzsüz olması gerilimi yada huzuru hissettirir. Figüratif eserlerimde anlatımının doğru kurgulanması ile gerçeklik çok daha çarpıcı olur.
Soyut eserlerde ise daha keskin ve köşeli hatlarla modernliği yakalayabiliyorum
Özellikle Tangram adlı eserimde bu çok belirgindir.
Aslında önemli noktalardan biriside eserin doğru malzemeyle buluşmasıdır.
Figuratif işlerde daha çok bronz tercih ederim. Çünkü iş doğru malzemeyle kendini daha iyi ifade eder.

Bir formu oluştururken mi, yoksa bozarken mi daha çok kendinizi hissediyorsunuz?
Formu ilk oluşturduğumda daha kütlesel oluyor ama o kütleden keserek parçalayarak yaptığın zaman tabii ki o daha çok beni yansıtıyor. Her neyi hissediyorsam kütleden bozduğumda Tam da beni hissettiriyor, sonlara doğru Tam da kendime yaklaştığımı hissederim.
Sanatınızda hiç kimsenin fark etmediği gizli bir imza, sembol ya da tekrar eden bir tema var mı?
Hayır benim her bir eserim birbirinden bağımsız. O an ne hissediyorsam o çıkıyor. Tabii ki abstract işlerimde çizgim çok daha belirli. Bence 25 yıllık sanat yolculuğunda her bir eserimde o dönem yaşadığım olumlu veya olumsuz tüm duygularım mutlaka eserlerime yansır.
Sizi en çok etkileyen boşluk bir tuvalin mi, bir kütlenin mi, yoksa bir insanın mı içindeki boşluk?
Bence insanın içindeki boşluk en etkileyici. Çünkü bizler içimizdeki boşluğu bir şekilde kapatmak isteriz, kimisi yemekle doldurur duygusal boşluğunu, kimisi işiyle kimisi sanatıyla. Ben heykel yaparken hayatla bütünleştiğimi hissederim doğal akışında birbirimizi tamamlarız.

Kadın bir sanatçı olarak malzemeye hükmetmenin en zor ve en keyifli yanı sizce ne?
Ben heykel hayatıma girdiği an itibarıyla doymak bilmeyen bir eğitim hayatı geçirdim. 4 yıl İrfan Korkmazlar, 4 yıl Yunus Tonkuşla ve daha sonra kaynağı da Bülent Çınar’la çalışarak yaklaşık 10 yıl değişik malzeme ile haşır neşir oldum. Kendi gücüm yettiğince birçok işi altına girdim. Gerçekten öyle bir an geliyor ki yapamayacağım hiçbir şey yok gibi hissediyorum. Yaptığım eserlerde final aşamaları beni çok heyecanlandırır kadın olarak bu güçte olmak hoşuma gitmiyor değil.
Bir duyguyu bir bedenden daha güçlü anlatan bir heykeliniz oldu mu?
Evet çok sevdiğim bir eserim Reenkarnasyonda dünyaya defalarca gelmek ve farklı deneyimlerle dolu yaşamlar sürmeyi bu heykelde çok güçlü bir şekilde anlattığımı hissederim.
Hangi eserinize geri dönüp onu kırmak, değiştirmek ya da yeniden doğurmak isterdiniz?
Her eserim o dönemki bilgi, beceri ve duygumu barındırır. Her birinin bendeki yeri farklıdır. Ben geriye bakmak yerine anda kalmayı çok önemsiyorum. Dünü, yarını değil anı düşünür ve yaşarım. O yüzden hiçbir eserimi yeniden yaratmak istemem eğer farklı bir şey yapmak istiyorsam o benim yeni başlangıcım olur.

Heykelleriniz hiç konuşsaydı, hangisinin sesi sizi en çok ürpertirdi?
Covid dönemi yaptığım bir eserde, herkesin korkuyu yaşama şeklinin farklı olduğunu hissettirmiştim yaptığım bir eserde, Ölüm korkusunu bambaşka duygularla yaşayan evden çıkmayan bir anneanne ve kulaklıklarıyla devamlı müzik dinleyen torunu yapmıştım. İşte o eserin sesi beni ürpertirdi.
Bir eserinizi tamamladığınızda hissettiğiniz ilk duygu genellikle ne olur?
Bittiğini düşünmem demek o işle vedalaşmam demektir. Çünkü ben bitirdiğimde artık Eser sadece bana ait değildir. Bağımsız bir varlık gibidir benim gözümde, sanırım gurur duyarım. Kalıcı bir eser daha bıraktım duygusu beni çok mutlu eder. Defalarca doğum yapmış hissini yaşatan heykellerimle her zaman gurur duyarım. Çünkü yeni bir doğuma hazırlanma süreci de beni ayrıca çok heyecanlandırır.

Sizce yetenek mi, sebat mı?
Yetenek doğuştan gelir veya erken yaşta fark edilen bir potansiyeldir. Sabır ve sebat ise o potansiyeli, emekle, sabırla ve disiplinle sonuca erdiren yolculuktur. Ben hep öğrencilerime derim ki yetenek eseri başlatır ama Sebat bitirir.
Sanatta gelinebilecek en yüksek mertebe yetenek ile Sebat’ın kesiştiği noktadır.
Heykel uzun soluklu bir iş olduğu için kararlılıkla devam etmek, yılmadan direnmek ve azim ister. O yüzden yetenekle birleşirse işte o zaman harika olur.