Yazılar

BERKAY: “Ben, müzikte sınırları olmayan bir şarkıcıyım.”

BERKAY: “Ben, müzikte sınırları olmayan bir şarkıcıyım.”

23 yıldır sahnede, konserleri hep tıklım tıklım oluyor, onu sahnede izleyip de eğlenmeyecek kimsenin olmadığını söylüyor. Kendini müzikte belli bir kalıbın içine sokmuyor, “Bana hangi şarkıyı verirseniz en iyi şekilde söylemeye çalışırım” diyor. Yeni şarkısı ‘Dert Faslı’yla gündemde olan Berkay: “Ben sahnedeyken kızlar bağırsın çağırsın, çığlıklar atsın gibi beklentilerim hiç olmadı.”

Güne erken başlayanlardan… Sabah kahvesini koyuyor, sohbete başlıyoruz. Söyleşi sırasında yerinde sabit duramıyor. Evin içinde turlamaya başlıyor ama buna şaşırmamak lazımmış çünkü “Acayip hiperaktifim, asla oturduğum yerde durmam” diye anlatıyor. Son dönemde basında sık sık çıkan arabası, kolyesi ve saatlerine dair haberlerle yanlış anlaşıldığını düşünüyor: “Lüks tutkunu değilim.” Berkay Şahin’le müzikten geçmişte yaşadığı maddi zorluklara, aşktan ailesine sohbete dalıyoruz.

Harbiye Açıkhava’da her sene en az iki-üç konserin oluyor. Orada senden daha az konser veren bazı isimlerin başına ‘popstar’ gibi sıfatlar konmasını haksızlık olarak görüyor musun?

Hayır, insan kendini konumlandırdığı yer kadar var. Ben kendimi ‘popstar’, ‘hiperstar’ olarak konumlandırmıyorum.

Nasıl konumlandırıyorsun?

Ben, müzikte sınırları olmayan bir şarkıcıyım. Her geçen gün daha iyi olmak için uğraşan bir müzisyenim. Benim, kızlar ben sahnedeyken bağırsın çağırsın, çığlıklar atsın gibi beklentilerim hiç olmadı. Tek isteğim şarkımı söylerken, sustuğum noktada dinleyicinin o şarkıları tamamlamasıydı ve buna da kavuştum. Bir tarza da bağlı kalmadım. Bana hangi şarkıyı verirseniz en iyi şekilde söylemeye çalışırım. Ama bir konuda iddialı olduğumu söyleyebilirim. Beni izlemeye gelip eğlenemeyecek kimse yok.

Bunun sırrı ne?

Şarkı söylemeye başladığım an o kadar yaşıyorum ki… Söylediğim şarkıyı en iyi şekilde söylemeye çalışıp kalbime o duyguları yaşatıp hissettiğim gibi karşımdakine geçiriyorum.

Sahne şarkıcısı mı albüm şarkıcısı mısın?

Sahne ama insanlar albüm yapmama da alıştı. Her şeyin dijitale döndüğü bu dönemde 10 bin bile basılı albüm satmak zorken, sadece kendi keyfim için yaptığım ‘Arabest’ albümü 80 binden fazla sattı. Dijitalde de şarkılarım çıktığında, ilk sıralara 24 saat geçmeden oturuyor.

Bu meslekte ensende kimin nefesini hissediyorsun?

Herhangi birine rakip olabilecek bir adam değilim. Kendimi ayrı bir yerde konumlandırıyorum. İki çocuğum, ailem, kendi orkestram ve kendi sahnemle yaşayan bir adamım.

23 yıldır sahnedesin. Bu sektörde var olmak zor mu?

Çok ünlü veya çok göz önünde olmak zor değil aslında. Çıktığın yerde kalmayı başarmak zor. Ben bunu uzun bir yol, bir maraton olarak görüyorum. Her geçen gün ürettiğim müziğin üzerine biraz daha koymam gerekiyor diye düşünüyor ve ona göre hareket ediyorum.

Bu iş için nelerden vazgeçtin?

Özel hayatımdan vazgeçtim. Gerçekten mutsuz olduğun bir ruh halindeysen bile hep pozitif olman gerekiyor. Dolayısıyla kendi hayatınla alakalı çok ödün veriyorsun.

Bu yolculukta zorluklar yaşadın mı?

Çok. İlk albüm çıkmadan önceydi. Her hafta içi İzmir’de çalışıp, para biriktirip hafta sonları bir bağlantı bulmak için İstanbul’a gidiyor ve dönüyordum. Bu tam dört yıl sürdü. Ama hiç pes etmedim. Dört yılsonunda bir firmayla anlaştım. İki yıl bekledim. Olmadı. Başka firmaya geçtim. Daha sonra ben de elimden geldiğince yeni isimlere destek olabileyim diye ‘Hiperaktif’ isimli bir prodüksiyon şirketi kurdum.

Hiperaktif misin?

Sorma! Acayip hiperaktifim, oturduğum yerde durmam. Kızlarım Zeynep’le Arya çok hareketli oldukları için onların işine geliyor.

‘Dert Faslı’ nasıl ortaya çıktı?

Üç yıl önce Ezgi Ceren Anar’ın yaptığı, benim de üzerinde düzeltmeler yaptığım şarkıydı. “Bunu kullanacağım” dedim, “Tamam Beko” dedi. Üzerinde oynadıkça, dinleyenin böbreğini, dalağını dağıtır bir biçim aldı şarkı.

Yakın arkadaşların sana kendi aranızda ‘Beko’ mu der?

‘Dede’ derler.

Neden?

Ben çok kullanırım bu kelimeyi. Yaptığı işte sağlam olan kişilere, iyi müzisyenlere bu tabir kullanılır.

Müzik dünyasında seni rahatsız eden şeyler neler?

Ben müzikte küçük bir damlayım, eleştirmen değilim ama kendime ait fikirlerim de var. Her geçen gün müzik kötüye gidiyor.

Neden?

Kötü şarkılar bir şekilde insanların beğenisine sunuluyor ve başka yollardan insanlara diretiliyor. Onno Tunç ve Uzay Heparı 10 yıl daha yaşasaydı şu an bambaşka müzikler yapılıyor olurdu.

Niye böyle oldu?

Deneme, tüketme çılgınlığı dönemindeyiz. Bir de üstüne, son dönemde bu işe niyet edenler iyi eğitilmiyor ve kolay yolları tercih ediyorlar. Önemli olan bireysel olarak insanın kendini eğitmesi.

Evlilik dendiğinde aklına ilk ne geliyor?

Huzur. Evlilik doğru insanla dünyanın en güzel şeyi, yanlış insanla zulüm. Ben dünyanın en mutlu ve huzurlu adamıyım.

Özlem Hanım’la nasıl tanıştınız, anlatır mısın?

Nihat Odabaşı bana bir klip çekecekti. Özlem de onun cast görüşmesine gelen modellerdendi. O gün onu ilk kez gördüm, annesiyle gelmişti. Çok etkilendim ve aramızda bir iş diyaloğu olsun istemedim. “İletişim numaralarını alalım ama bu kız olmaz klipte” dedim.

Sonra…

Aradım. Zar zor bir kahve içmeye ikna ettim. Dışarıya çıkmayan bir kızdı. Annesinden iki saat izin aldı. Sonra da ara ara konuşmaya devam ettik. Zaten beş ay içinde evleneceğimi anladım.

Bir insan bunu nasıl anlar?

Hissediyorsun. Aşırı anlayışlıydı. Sessiz, sakindi. İlişkimizin yedinci ayında Amerika seyahatine benimle geldi. 17 gün kimseyle konuşmadan tamamen onunla zaman geçirdim. O zaman bu işin çok doğru olacağına emin oldum. 2016’da Harbiye konseri sonrası sahne arkasında verilen partide sürpriz evlenme teklifi ettim.

Evlilik neleri değiştirdi?

Çok şey. Özellikle kızlarım dünyaya geldikten sonra daha anlayışlı, sakin, ılımlı ve vicdanlı biri oldum.

Nasıl bir babasın?

Evlat sahibi olmak dünyanın en güzel şeyi. Kız çocuğu sahibi olmaksa çok daha harika. Etrafımdakiler ve eşime sorarsanız çok iyi bir babayım ama ben hâlâ yetersiz olduğumu düşünüyorum zaman zaman… Çünkü evlatlarıma her şeyi vermek istiyorum. Mesela konser bittiğinde hemen havaalanına gidiyor, kızlarımın kalktığı saate yetişmeye çalışıyorum.

Maço musun?

Benim maçoluk yaşayacağım bir ilişkim yok.

O nasıl oluyor?

İlişkimizde birbirimize saygı duyuyoruz ve sevmediğimiz, diğerinin rahatsız olacağı şeyleri zaten yapmıyoruz.

Lüks tutkun var mı?

Hayır, lüks tutkum yok. Sadece keyif aldığım şeyler var. Yoksa şu an üzerimde gördüğün beyaz tişört 60 lira ve bununla da çok mutluyum.

Hep varlıklı mıydın?

Annem ev hanımı, babam tekstilci. Kendi yağıyla kavrulan bir aileydik. Asla varlıklı değildik.

Maddi zorluklar yaşadın mı?

Üniversitede okurken üç arkadaş şimdinin parasıyla 1400 liralık bir evde oturuyorduk. Ev kirasını asla aybaşında ödeyemezdik. Bir restorana gidip yemek yemek bile lükstü.

Üniversiteyi bitirebildinmi?

Konservatuvarı önce Ankara’da özel bir üniversitede burslu kazandım. Param yoktu, çalışmak zorundaydım. Devam edemedim. Diğer bir okulum İzmir’deydi. O zaman Ayvalık’ta yazın çalışıyordum. Yine para kazanmam gerekiyordu. Beceremedim.  Ama okulumu bitiremesem de kendimi eğitebilmek için deli gibi çalıştım.

Şimdiye kadar en yanlış anlaşıldığın konu neydi?

Son dönemde sürekli arabası, kolyesi, saati gibi haberlerle aşırı yanlış anlaşıldığımı düşünüyorum. Evet, magazin dünyasında tercih edilen haber çeşitlerinden biri de içinde bol sıfırlı rakamların geçtiği ‘lüks’ haberleri. Ama benim hayatım rakamlarla anlamlanan bir hayat değil. Bir araban veya evin vardır. Çalışırsın, kazanırsın ve daha iyisini alırsın. Ben de yıllardır alnımın teriyle çalışıyorum. Canımın istediği bir saati ya da kolyeyi takmanın keyfini de yaşamalıyım. Allah herkese de bin katını nasip etsin.

Gerçekten binlerce dolar verip kolyeler alıyor musun?

Tabii ki yazıldığı gibi 200 bin dolarlık kolyeler takmıyorum. Bence zaten okuyucuların da çoğu bu rakamların köpürtüldüğünün farkında. Beni üzen kısmı, benim ağzımdanmış gibi yansıtılması. Benim anlayışıma göre insanlar sahip olduklarını söylemez, onlarla övünmezler. Ben de sadece kendi hayatımı yaşıyorum, zorunda bırakılmadıkça da kimseye bir bilgi vermiyorum. Bunların yazılması da beni rahatsız ediyor.

Milyon dolarlar kazanıyor musun?

Yok abi. Dokuz aydır iş yapmıyoruz. Yine de halimize hamdolsun.

Mekânların kapalı olmasıyla ilgili ne düşünüyorsun?

Bu süreç geçene kadar beklemek zorundayız. Ama otellerin restoranları, barları açıkken, yılbaşı programı yapılabiliyorken aynı güvenlik standartlarını sağlayan yerlerin kapanması bana garip geliyor.

Tarzın, kıyafetlerin, özellikle sık sık ayağında gördüğümüz terliklerin eleştiriliyor…

Ben şort-terlik gezen biriyim. Biri eleştirecek diye mutlu olduğum şeyden vazgeçemem. Mayısta terliğimi giyerim, kasım ayına kadar giymeye devam ederim. Hep böyleydi. Böyle huzurluyum.

Moda yazarları kısa paça pantolonlarına takık. “Neden boyunu kısa gösteriyor?” diyorlar.

Seviyorum, kendime yakıştırıyorum. Yarın başka bir şey yakıştırırım, onunla görürler beni.

Bir diğer eleştiri de neden dışarıda maske takmadığın hakkında?

Hakan iki çocuğum var, ben buna dikkat etmez miyim hiç? Bu da abartılıyor. Maske takmak çok önemli. İnsanlarla yakın olduğum ve diyaloğa girdiğim yerlerde mutlaka maske takıyorum. Ama arabamda kendi kendimeyken veya sadece yanımda eşim, menajerim varsa takmıyorum. Mesela AVM’den çıkıyorum, içeride maskeliyim. Tam arabama binerken çekiyorlar, o yayımlanınca yanlış anlaşılıyorum herhalde.

Zehra GÜLÜÇ “Hayatımın her noktasında müziğe sarılırım”

Zehra GÜLÜÇ  “Hayatımın her noktasında müziğe sarılırım”

Cennetten çiçek topluyorum dedi ve 200 milyon indirme, beğeni alma rekoru ile şarkının sözlerini hafızamıza yazdırdı… Akşamdan sabaha patlayan şarkısı 2020 pandemi yazına damgasını vurdu.  Henüz 21 yaşında önünde uzun bir hayat yolu var. Müzik yapmak istiyor ve hayatın her anında şarkılara sarıldığının altını çiziyor.  Bunları anlatırken gözleri ışık ışık oluyor. İstanbul’u “kitap gibi şehir” diyerek tanımlıyor. Pause derginin Kasım ayı konuğu genç ve güzel şarkıcı Zehra Gülüç ile sizler için onu daha yakından tanıyabileceğiniz bir sohbet gerçekleştirdik. Keyifle ve sağlıkla okumalar dileriz.

Şarkı seçerken ve ya hazırlarken özellikle neye dikkat edersiniz?

Dinleyicilerimin sevebileceği aynı zamanda benimde okurken keyif aldığım şarkıları seçmeye çalışıyorum. Şarkı söylerken de, yaparken de keyif almanız, o duyguları yaşıyor olmanız, hissetmeniz önemli… Diğer önemli olan ise aynı duyguları, dinleyicinin bulunduğu taraf iletebiliyor olmanızdır. Bu hususlarda büyük hassasiyet gösteriyorum.

Kendinize güveniyor musunuz?  Bunu konuyu nasıl geliştirdiniz?

Kendimle barışık bir insanım… Kendimi olduğum gibi kabul ediyorum. Kendimi seviyorum. Kusurlarım da olabilir ama seviyorum kendimi. Hiç bir insanın kusursuz olamayacağını biliyorum. Bu duygu ve düşünce yapısında olduğum için güçlü bir özgüvene sahibim. Yaşadığım olaylar bugüne kadar olan güçlükler, var olan özgüven duygumu zaman içinde daha da geliştiriyor.

 Cennetten Çiçek sizce neden bu kadar sevildi?

Sözler akılda kalacak yapıdaydı. Biraz da meydan okuyordu.  Yani bence şarkının sözlerinin tekerleme gibi olması akılda kalması yönünden bir artı oldu. Şarkının hem slow hem de hareketli versiyonuna uyması da başka bir artı oldu. Doğal olarak sevildi.

Yeni çalışmalarınızdan bahseder misiniz?

Kıymetli Prodüktörüm Erol Köse ve ben sürprizlere bayılıyoruz. O yüzden sıradaki bu konu dinleyicilerimize sürpriz olsun.

200 milyon indirilme rekoru kıran bu parça neyi anlatıyor? Sizden bize geçmesini istediğiniz Mesaj neydi?

Hayatımın her noktasında müziğe sarılan biriyim. Benim ruhumun gıdası gerçekten müzik. Babamı erken yaşta kaybetmenin verdiği acı bir yana tüm zorluklara annem ve kız kardeşlerimle beraber göğüs gerdik. O yüzden ” acılara yürüyor korkmuyorum ” sözleri bana yaşadığım zorlukları hatırlatıyor. Pes etmemek, zorlukları geçmek anlamında beni motive ediyor. Korkmadığımı kendi kendime hatırlatıyor. Dinleyicilerime de bu duygunun geçmesini istedim. Bendeki korkmuyorum duygusunu, erişebildiğim kadar insana ulaştırmak istedim. Umutlarımı aşılamak istedim.

 Müzik hayatınız youtube kanalınızla başlamadı sanırım… 

Çocukluğumdan beri müziğe düşkünüm. Babam bu konuda çok teşvik etti. Her zaman destekliyordu. Çocukluğumda sürekli gittiğimiz davetlerde ve evimizde bana şarkılar okuttururdu. Cesaretimi kazanmamı sağladı. Zaman içinde müziğe olan hayranlığım içimdeki cesaretimle iyice büyüdü, arttı. Eğitimini almaya karar verip; liseyi güzel sanatlar lisesi müzik bölümünde okudum. Kanalımı kurdum ve dünyaya seslendim. Dinleyicilerimle cennetimdeki çiçeklerimle buluşmuş oldum.

200 milyondan fazla tıklanma rekorunuz var. Kendinizi aşabilecek misiniz?

İnsanların beğenisini böylesine güzel yaşayabilmek tarifsiz güzel bir duygu… Bundan sonraki çalışmalarımda yine herkesin her yaşın beğenebileceği çalışmalarım olsun diye çabalarım. Ancak bundan sonra yer alacak şarkılarım “cennetten çiçeği” geçebilir mi bunu hiç birimiz bilemeyiz. Tabi ki geçmesini isteriz fakat daha öncede söylediğim gibi hayatıma gelen her şeye gönüllüyüm. Benim önceliğim kaliteli iş yapmak. Eğer yaptığım işe güveniyorsam bir kişi bile dinlese benim için büyük bir hazine.

Bu şarkı sizin için dünyaya açılan bir kapı gibi oldu… Bu kapıdan geçince neler değişti?

Normalde Mersin’de yaşarken şarkım çıktıktan sonra hiç bilmediğim bir şehre İstanbul’a yerleştim. Masallar şehri yeditepe İstanbul… Binlerce güzel insanın kalbini kazandım. Müzikle daha içli dışlı oldum. Hayat ve yaşam görüşüm gelişti. 21 yaşındayım henüz çok gencim kitap gibi bir şehirle buluştum.

İstanbul’u nasıl buldunuz? Bu büyük şehrin hızına uyum sağlayabildiniz mi?

Müzik çalışmalarımla daha da içli dışlı olduğum, ufkumun daha da açan çalışmalar yaptım. Bu çalışmaları yapabilecek fırsatı bu şehirde yakaladım burada… Yanı sıra; insanın manevi yönlerini de güçlendirecek önemli bir şehir burası… Ayrıca; manevi yönden çok zengin bir yer… Camiler, müzeler…  Sosyal yönden hiçbir yerde bulunmayan hayranlıkla ziyaret edilebilecek saraylarımız, sergiler var. Yaşayan bir şehir İstanbul… Okul gibi, kitap gibi…  Akıcı bir roman olur ya; daha okuduğunuz sayfa bitmeden diğer sayfaları merak edersiniz, benim için bu şehirde yaşamak da öyle…

Gezebildiniz mi?

Pandemi dolayısıyla küresel olarak tüm dünyada çok fazla özgür kalamasak da kontrollü sosyalleştik. Ben de olabildiği ölçüde bu şehri bu çerçevede yaşıyorum. Belirttiğim gibi müzikle çok daha içli dışlı oldum. Evde hayat var dönemim tamamen müzik çalışmalarımın yoğunluğunu arttıran,  üretkenliğimi destekleyen zamanlar oldu.

 Dinleyici yorumları, mesajları ulaştıkça ne hissediyorsunuz?

Çok mutlu oluyorum. Çok utanıyorum da hemen kızarıyorum… Hiç tanımadığınız insanlarla, hiç beklentisiz, karşılıksız, beklentisiz gerecek sevgiyi hissediyorum. Sizi sevenlerle duygulu bir müzik köprüsü olduğunu görüyorum. Aynı şarkıyı farklı kalplerden farklı yaşanmışlıklarla söylenmesi, dinlenmesi gerçekten tarifsiz güzel bir his…

Kendinize güveniyor musunuz?  

Evet… Bir kere kendimle barışık bir insanım… Kendimi seviyorum ve olduğum gibi kabul ediyorum. Kusurlarım da olabilir kabul ediyorum. Hiç bir insanın kusursuz olamayacağını biliyorum. Bu duygu ve düşünce yapısında olduğum için güçlü bir özgüvene sahibim. Yaşadığım olaylar bugüne kadar olan güçlükler, var olan özgüven duygumu zaman içinde daha da geliştiriyor. Ayrıca; her insanı da olduğu gibi kabul ediyorum.

İmaj danışmanınız var mı?

Evet var. Sevgili Rana Büyük; hem styling’imi yapıyor, hem de bana bu konuda öneriler veriyor.  Sadelik seviyorum. Klasik olanı da seviyorum.

Seslendirdiğiniz şarkıları hazırlarken, seçerken, yaparken en çok neye dikkat edersiniz? Şarkı söylerken de, yaparken de keyif almanız, o duyguları yaşıyor olmanız, hissetmeniz önemli… Diğer önemli olan ise aynı duyguları, dinleyicinin bulunduğu taraf iletebiliyor olmanızdır. Dolaysısıyla dinleyicilerimin sevebileceği aynı zamanda benimde okurken keyif aldığım şarkıları seçmeye çalışıyorum. Bu hususlar da hassasım…

 Müzik dışında başak bir alanda olmayı düşünür müsünüz? Oyunculuk ya da mesleğiniz olan öğretmenlik gibi…

Müzik benim hayatım… Büyük konuşmayı sevmiyorum. Zaman ne armağan eder, gelecek ne getirir onu da bilemiyorum. Aslında bakarsanız ne kadar planlı yaşamaya çalışsanız da; an ne getirirse ona teslim oluyoruz hepimiz. O anı yaşamak durumunda kalıyorsunuz.  Ve o anda geçiyor zaman… Dilerim ben hep müzikte kalırım, orada büyürüm. İnsanlara şarkılarımla, müziğimle dokunurum. Dolayısıyla gelecek ne getirir bilemeyiz ama şuan oyunculuk düşünmüyorum. Öğretmen oldum. Benim için eğitim hep kendi içimde devam edecek. Çünkü; eğitim- öğrenim bana göre hayatın her anında ve her yaşta sürecek, olacak bir olgu. Kendi içimde ondan kopmam. Kendimi geliştiririm. Gelişime hep açığım…

Sizce bu parça neden bu kadar sevildi?

Mesaj veriyordu… Cesaretli olmayı anlatmaya, yansıtmaya çalışan cümlelerdi. Bunu da “Acılara yürüyor Korkmuyorum” diyordu…  Ayrıca; bu sözler akılda kalacak türdeydi. Bunların hepsi sevilmesi için bir artı oldu. Şarkının hem slow hem de hareketli versiyonuna uyması da ikinci bir artı oldu olumlu yönde… Doğal olarak sevildi.  

Üzerinde çalıştığınız yeni çalışma nedir? Biraz bahseder misiniz?

Kıymetli Prodüktörüm deneyimli ve sevilen isim Erol Köse ve ben sürprizlere bayılıyoruz. Biz de dinleyicilerime bir sürpriz hazırlıyoruz diyelim… Sürpriz…

Oyunculuk düşünür müsünüz ya da mesleğiniz olan öğretmenlik?

Hayat sürprizlerle dolu… Ne kadar profesyonel ya da amatör olursanız olun; nasibinizde olanla harekete geçiyorsunuz. Çocukluğumdan beri gönlümde yatan şarkı söylemek oldu. Hayatım müzikle geçiyor.  Bu alanda ilerlemek hedefim. İnsan sevdiği işi yaptığında var olduğunu kanıtlayabiliyor. Bu alanda ilerlemek ve başarılı olabilmek için elimden gelen her şeyi yapmak istiyorum. Eğitim benim için hayat boyu yenilenme anlamına gelmektedir… Bu konuda da kendimi her daim yenilemeye, geliştirmeye açığım. Bu taraf bu şekilde bende kalır ve kendimi geliştirmek üzere kendi içimde devam eder.
Bu hayatta en çok neye değer verirsiniz?

Ailem… 

Sizi en çok ne üzer?

Aldatılmak… Değer verdiğim, güvendiğim birinin bana aynı değeri vermediğini anlamış olmak. Güvenimi sarması, inandığım bir insanın yanlış yapması beni çok üzer. Ben birine bana güvenebilirsin diyorsam bunu asla sarsmam, hata yapmam.. Karşı taraftan da kim olursa olsun aynı tavrı, yani güvenimi sarmamasını beklerim.

İdolünüz var mı?

Büyük bir Ebru Güneş hayranıyım. Sesini ayrı beğeniyorum, güzelliğini ayrı… Tarzı, tavrı kimseye benzemiyor.

 Yerli, yabancı şarkıcılardan en beğendiğiniz birkaç isim vermenizi istesek…

Yabancı şarkıcılardan Anne Marie’yi çok beğeniyorum. Yerli şarkıcılardan ise Ebru Gündeş, Sezen Aksu, Yıldız Tilbe, Mustafa Sandal ve Tarkan…

Onları sosyal medyadan da takip ediyor musunuz?

Elbette hem onları hem de sevdiğim birçok yerli yabancı ünlüyü takip ediyorum.  

Sizce sizi kıskananlar oldu mu?

Başarılı olan her insanın kıskanıldığı gibi maalesef bana da aynı duyguları besleyen insanlar oldu. İşlerime daha sıkı sarılma daha çok çalışma ile karşılık veriyorum böyle durumlara…

Kariyer planınızda ne var?

Yolun çok başındayım. Daha yirmi bir yaşındayım. Şarkıcılık konusunda kendimi geliştirmek ve yaptığım işleri daha büyük kitlelere duyurmak kariyer planımın değişmeyecek temel taşı…

Sizce başarının sırrı nedir?

Önce disiplin ve azim daha sonra ise yapılan işi karşılık beklemeden yapmak.

Ödün vererek çalışın

Buket Aydın “Cesaretimin kırılması mümkün değil”

Buket Aydın “Cesaretimin kırılması mümkün değil” 

—Sosyal medyanın bir iletişim aracı olarak hayatımıza girmesi ile birlikte Televizyon haberciliği, gazetecilik güç mü kaybediyor” yorumları yapılıyor.  Hayır, bence öyle değil ve bu yapılan yorumların aksi yönde geliştiğini de görüyorum.  Bana göre sosyal medya bu şekli ile bizim gücümüze güç katıyor.

—Güzellik, çirkinlik görecelidir ama adalet göreceli bir kavram değildir. Kişisel düşünceye, şahsi beğeniye göre şekillenemez. O yüzden adaletin terazisini bizim meslekte doğru kullanmak gerekiyor.

—Ben cesaretimi; tarlada, bahçede, hayatta, evliliklerinde karşılaştıkları her ne güçlük, zulüm, acı keder ne olursa olsun azmini elden bırakmayan, kalkıp çalışıp evlatlarına bakan aynı zamanda kocalarının zulmüne karşı sessiz kalmayan kadınlarımızdan alıyorum. Dolayısıyla benim cesaretimin kırılması mümkün değil.

—Siber zorbalık başlığını, bireysel olarak ele alıp sırf kendim üzerimden konuşarak kapsamını küçültemem.  Buradaki genel sıkıntı; ifade özgürlüğünün hakaret özgürlüğü olarak anlaşılmış olması.

 —Benim tutku duyduğum bir şey yok. Bakış açım biraz değişik. Her şeyi vaz geçilebilir görüyorum. Tasavvuf çok severim. Hayata bakışım yaklaşımım da o tarzdadır. Ölüme de öyle bakarım. Her şey vazgeçilebilir. “Şuna tutkunum” benim kuracağım bir cümle kalıbı değil.

 —On sene sonra artık haber bülteninin de bir saati olmayacak… O zaman geldiğinde; sizin haber bülteniniz kutuda bir yerde duracak. İzleyici istediği zaman onu açacak ve izleyecek. O vakit geldiğinde “ hadi 19:00’da haber bülteni izleyelim” diye bir şey de kalmayacak.

 —Hayal ettiğimin çok ötesinde bir noktadayım. Kanal D ana haberi bir gün sunarım diye bir hayalim olmuştu ama kanal D haberi yönetmek benim hayallerimin de ötesinde bir şeydi. Allah nasip etti ama sadece nasip ve kısmet ile olmuyor gerçekten de çok çalıştım.

 Gerçekten çok yoğun bir tempomuz var.  Bu yoğun tempoda fırsat buldukça tek yaptığım spor.  Haftanın beş günü spor yapıyorum. Bunlardan dört gün iki ayrı eğitmenle oluyor. Kick boks yapıyorum. Çok severek yapıyorum. İyi de yapıyorum. Bunu ben değil hocam söylüyor. Bir başka hocamla da plates ve kardiyo antrenmanları yapıyoruz.  Deşarj oluyorum. Bütün negatif yük ne varsa orada o spor sırasında atılıyor. Kafamı boşalttığım kendimi yenilediğim tek yer diyorum oraya çünkü her şeyi unutuyorum ve çok iyi geliyor bana..

 —Süper gücüm olsa; çocukların ve insanların açlıktan ölmemesini sağlardım. Neredeyse 2020’ye giriyoruz ve dünyada açlıktan ölenlerin olması, bence hepimizin her gün hiç bıkmadan konuşması gereken tek konu. Dünyadaki bütün zenginler servetlerinin sadece ve sadece yüzde birini bağışlasa, dünyada hiçbir çocuk, hiç bir insan ölmez. Şu anlamda ülkemi Türkiye’mi övmek istiyorum. Buna da bence herkes katılır. Bizim ülkemizde açlıktan ölen olmaz çünkü bizim topraklarımızda hala insanın insanı kollaması diye bir gerçek var. Biz o ruhu hiçbir zaman kaybetmedik.

 —Astroloji… Çok severim. Gökyüzü hareketlerinin bir matematiği olması ben de bir merak, keyifli bir ilgiyi uyandırıyor.

 —Haftada iki gün mutlaka et, iki gün de mutlaka balık yerim. Izgara tercih ederim. Bol salata bol sebze yemeğe çalışırım.  Bol su tüketirim.  Zararlı olduklarını düşündüğüm için asitli içecek içmemeye çalışıyorum. Alkol, sigara kullanmıyorum. Aslına bakarsanız ben bir sendir kendime çok iyi bakıyorum.

 —İnsanları duyguları yönetir beni mantığım… Hiçbir zaman duygularıyla hareket eden bir insan olamadım. Hayatımın her alanında mantığım devreye girer ve hep “Buket” diyerek gelir koluma girer ve kendi tarafına beni çeker. Ben de hep mantığımı dinlemeyi seçtim. Ve hiç bir zaman kararlarımdan dolayı kaybettiğim olmadı.

 

Mesleğinizin güçlü bir meslek mi? Zorluklarından bahseder misiniz?

Güçlü bir meslek… Sadece ülkemizde değil dünyanın her yerinde gücü olan bir meslek…

“Sosyal medyanın bir iletişim aracı olarak hayatımıza girmesi ile birlikte Televizyon haberciliği, gazetecilik güç mü kaybediyor” yorumları yapılıyor.  Hayır, bence öyle değil ve bu yapılan yorumların aksi yönde geliştiğini de görüyorum.  Bana göre sosyal medya bu şekli ile bizim gücümüze güç katıyor.  Söylediğimizin hükmünü çarpan etkisiyle katlayarak büyütüyor. Bu yönüyle çok zor bir meslek…  Adil olmak öncelikle önemli olan bir meslek… Adaletli olmayı ve her kese eşit mesafeden bakabilmeyi gerektiren bir iş. Bunları doğru yaptığınız sürece gücünüz artarak yükselir.  Güzellik, çirkinlik görecelidir ama adalet göreceli bir kavram değildir. Kişisel düşünceye, şahsi beğeniye göre şekillenemez. O yüzden adaletin terazisini bizim meslekte doğru kullanmak gerekiyor. Hakka, hukuka doğru yer vereceksiniz ki objektif bir şekilde olayları değerlendirebilesiniz. Evet gerçekten bu meslek çok güçlü bir meslek.

 Risk almayı seviyorsunuz ama cesaretinizin kırıldığı durumlar oluyor mu?

Cesurum… Bu kadar cesur olduğumu inanın bu bir buçuk sene içerisinde fark ettim.  Risk almayı hep sevmişimdir. Hayatım boyunca her zaman risk aldım çünkü bu benim yapısal özelliklerimden biri. Ben çocukken de böyleydim. Sonra gençlik dönemlerimde bu yönüm daha da kuvvetlenerek iyice arttı. Hatta bu kadar risk almasam da iyi olur diye de düşündüğüm zamanlar da oluyor ama bu cesaretimin kırılmasından değil de kendime notum olarak. Zaman zaman arkadaşlarım, yakınlarım “Buket acaba biraz daha sakin olsan mı” diyorlar… Aslında önerileri yapmakta fayda var.  Hatta zaman ilerledikçe bu yöne doğru evrilebilirim.

 Cesaretimin kırıldığı oluyor mu?

Cesaretimin kırıldığı olmuyor ama zaman zaman üzüldüğüm oluyor. Ülkemizde özellikle erkek egemen bir anlayış var. Bu durum aslında birçok sektör için geçerli ama bizim sektörümüzde çok daha etkin ve hâkim bir husus… Buna kadınların yüksek derecede destek vermesi yani bu erkek egemen anlayışı benimsemesi, kabullenmesi ve hem cinslerinin başarılı bir konuma gelmesinden rahatsız olması beni üzüyor. Ancak; hiçbir şekilde cesaretimi kırmıyor. Ben cesaretimi; dayak yediği eşine karşı çıkıp, ev kadınıyken çalışmaya başlayan ve çocuklarını aslanlar gibi büyüten kadınlarımızdan alıyorum. Tarlada, bahçede, hayatta, evliliklerinde karşılaştıkları her ne zulüm, acı keder ne olursa olsun kalkıp çalışıp evlatlarına bakan aynı zamanda kocalarının zulmüne karşı sessiz kalmayan kadınlarımızdan alıyorum. Dolayısıyla benim cesaretimin kırılması mümkün değil.

Ben cesaretimi; eline bir telefon alıp, evinden ya da işinden, her şeye bir şekilde karışmaya çalışan, hani derler ya kadın kadının kurdudur zihniyetindeki kadınlardan almadım.  O yüzden cesaretim kırılmıyor açıkçası…

Eleştiriye açık mısınız?

Çok.. Hem eleştiriye açığım, hem de kendi kendimi o kadar eleştiririm ki;  çalışma arkadaşlarım, yakınlarım “ kendine o kadar acımasızlık etme”  dedikleri çok olur.

 Son zamanlarda siber zorbalık ya da sosyal linç diyebileceğimiz bir duruma maruz kaldınız. Siber mağduriyet… Ne diyorsunuz?

O mevzu aslında şu; oraya bir meslek icra edilmeye gidildi. Gazetecilik, habercilik yapmak için gidildi. Sadece şahsımla alakalı bir şey değil oraya giden tüm gazeteci arkadaşlar canlarını hiçe sayarak, belli bir tehlikenin varlığını göze alarak gitti ve haberi en iyi en doğru şekilde aktarmaya çalıştı.  Burada olay siber zorbalık değil. Makyaj dediler, saç dediler, saat dediler başka bir şey de söyleyebilirlerdi. Orada ki amaç o saldırıyı gerçekleştirmek.  Dolayısıyla; “Siber zorbalık” başlığını, bireysel olarak ele alıp sırf kendim üzerimden konuşarak kapsamını küçültemem.  Burada erkeklerin kadınlara karşı ne kadar zorba olabileceğini de görüyoruz, kadınların kadınlara karşı nasıl acımasız olabildiğini de gözlemleyebiliyoruz. Karşı destekler de var. Buradaki sıkıntı şu; elbette ifade özgürlüğü var ancak bunun ne anlama geldiği yanlış anlaşılmış. Bu çok net…

 Nasıl anlaşılmış açıklar mısınız?

İfade özgürlüğünü; hakaret özgürlüğü olarak anlaşılmış.  Bunu böyle anlayıp; içimize sindirir, böyle kabul eder ve bir de çocuklarımıza, gençlere böyle yansıtırsak ileride gelecek neslin birbirine yapabileceklerini düşünmek bile istemiyorum.  Çünkü hepimiz biliyoruz ki; çocuklar bu çağın telefonları ellerinde, sosyal medyanın içinde, internetle büyüyorlar. Bu konularda bizden çok çok daha üst seviyede bilgili ve de ilgililer. Onların geleceği bu platformlardan geçecek. Şu anda 30 ila 60 yaş aralığında olan insanlar sosyal mecralarda yazdıkları, yaptıkları, paylaştıkları her bir şeyin sorumluluğunu; çocuklarının, torunlarının sorumluluğu gibi düşünerek hareket etmeli.   Bu gün bu konulardaki uzman değerlendirmelerini dinlediğinizde ve ya okuduğunuzda “zorbalık” denen davranış şeklinin okul çağındaki çocuklara indiğini görebiliyorsunuz.

 Önceden birbirimize saygı duyardık. Günümüzde bunun kalmadığını görüyorum. Benim mağduriyetim hemen fark edildi. Peki fark edemediklerimiz… Oralarda neler oluyor. Çocukların çocuklara,  gençlerin gençlere yaptıkları var… Ben kaç tane insan, genç biliyorum ki; instagram üzerinden aldığı yorumlar, alaycı, kırıcı yazışmalar sonucu bunalıma girip, ailelerine dönüp küçücük yaşta “ben estetik ameliyat olmak istiyorum” diyenler var. Küçücük yaşta psikolojik bunalıma girenler, antidepresan kullanmaya başlamak durumunda kalanlar var. Ve bunlar sadece siber zorbalık yüzünden oluyor.

 Ne yapılmalı sizce?

Herkes şapkasını önüne koyup önce iyice bir düşünmeli.  Ben evladıma, torunuma bu anlamda ne miras bırakıyorum diye düşünerek, kullandığı o mecralarda neler yaptıklarını değerlendirmeli.  Eline telefonu alan karşısındaki insana hakaret edebilme özgürlüğünü kendisinde bulmamalı.  Sonra çok ağır hakaretlerde bulunan kişilere dava açtığımız zaman, bu zorbalar ağlayarak gelip özür diliyorlar. Neden kendilerini bu pozisyona düşüyorlar. İşin bir de böyle tarafları var. Bunlar yaşanmasın. Biz böyle bir toplum değildik. Ne zaman bu dönüşüm oldu, nasıl bu hale geldik diyor ve üzülüyorum. İşime bakıyorum ama siber zorbalığın çok ciddi anlamda ele alınması gerekiyor. Ben ileride bu konuda bir çalışma yapmayı planlıyorum açıkçası. Siber zorbalıkla mücadele için elimden gelen katkıyı sağlayabilirim. Tekrar altını çiziyorum benim yaşadıklarımla ilgili olarak söylemiyorum bunları çünkü benim yaşadığım okyanusta su damlası misali..  Çok başka örnekler yaşayan çok insan var. Sadece ben değilim. Dolayısıyla benim baktığım pencere bambaşka bir pencere ve orada gördüklerim bizi bundan on sene sonra toplumca üzüleceğimiz bir noktaya doğru gidişimizi gösteriyor. Bence herkesin ayağını denk alması lazım…

Bu gibi deneyimler sizi mesleğinizden soğutuyor mu?

Hayır asla… Bir laf vardır beni öldürmeyen güçlendirir diye. Ben samimiyetle dile getiriyorum ki ne kadar güçlü olduğumu ve ne kadar cesur olduğumu son bir buçuk yılda çok net gördüm. Mesleğimi çok severek yapıyorum. Çok ciddi fedakârlıklar gerektiriyor. Kendinizi yani “ben” dediğiniz şeyi ikinci plana atıyorsunuz. Kariyer üzerinden ilerlerken kendi gelecek aile plan programlarınızı resmen “çok gönüllü bir şekilde” öteliyorsunuz. Bu durum da bence meslek sevgisinin adanmışlıkla buluşma hali.  Yaşadığım bu tarz olaylarla işime olan sevgim hiçbir şekilde azalmıyor.   Ben artık şöyle bakmaya başladım bu tip olaylara bu arada onu da söyleyeyim; bu saldırıların birçoğunun aslında saldırı olmadığını sadece benimle etkileşime girmek isteyen insanların, kendisini de bu şekilde benimle etkileşime girerek belki bize cevap verir ümidiyle bu saldırıları yaptıklarını düşünüyorum. Benim için izleyicinin, halkın ne dediği çok önemli. İzleyicinin ne dediğini reytingle, halkın ne dediğini dışarıda gezerken görüyoruz. Çok memnunum sıkıntım yok.

 Bu gün mesleğinizde ve ya hayatınızda hayal ettiğiniz yerde misiniz?

Hayal ettiğimin çok ötesinde bir noktadayım. NTV’de sekiz yıl çok severek çalıştım. Orada ana haber sunmayı hayal ederek başlamış mıydın derseniz evet. Bırakırken de orada ana haberi sunarken buraya geçtim. Ama Kanal D ana haberi bir gün sunarım diye bir hayalim olmuştu ama kanal D haberi yönetmek benim hayallerimin de ötesinde bir şeydi. Allah nasip etti kısmet etti ama sadece nasip ve kısmet ile olmuyor gerçekten çok çalıştım. Yakından tanıyan dostlarım, çalışma arkadaşlarım ne kadar emek harcadığımı bilirler… Böyle deyince de ama “her çok çalışan yapamıyor” diyecekler bu her sektörde böyle… Ona da nasip diyelim..

İşten geriye kalan vakitlerinizi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Vakit kalsa değerlendireceğim… Gezmeyi, seyahat etmeyi çok severim. Yurtdışında yeni yerler tanımaya bayılırım ama uzun süredir bu anlamda hiçbir yere gidemiyorum.  Çünkü gerçekten çok yoğun bir tempomuz var.  Bu yoğun tempoda fırsat buldukça tek yaptığım spor.  Haftanın beş günü spor yapıyorum. Bunlardan dört gün iki ayrı eğitmenle oluyor. Kick boks yapıyorum. Çok severek yapıyorum. İyi de yapıyorum. Bunu ben değil hocam söylüyor. Bir başka hocamla da plates ve kardiyo antrenmanları yapıyoruz.  Deşarj oluyorum. Bütün negatif yük ne varsa orada o spor sırasında atılıyor. Kafamı boşalttığım kendimi yenilediğim tek yer diyorum oraya çünkü her şeyi unutuyorum ve çok iyi geliyor bana..

En büyük tutkunuz nedir?

Benim tutku duyduğum bir şey yok. Bakış açım biraz değişik. Her şeyi vaz geçilebilir görüyorum. Tasavvuf çok severim. Hayata bakışım yaklaşımım da o tarzdadır. Ölüme de öyle bakarım. Onu bir kayıp olarak görmem. Ben her şeye böyle bakıyorum. Her şey vazgeçilebilir. “Şuna tutkunum” benim kuracağım, kullanabileceğim bir cümle kalıbı değil.

 İleriye yönelik planlarda neler var?

Yok aslında. Çünkü; genç yaşta mesleki konumda bu kadar iyi bir noktaya yükselmiş olmak bir yönden iyi bir yönden zor.  Zorluğu şu; gelinen bu noktanın üzerine ne hedef koyabilirim konusu diyebiliriz. Ben yeniliğe çok açık bir insanım. Aynı yerde senelerce kalmaktan hiç hoşlanmam. Çok güzel bir haber merkezimiz var.  Güzel arkadaşlarla beraber çalışıyoruz. Burayı daha yeni oturttuk. Burası ile ilgili bir planım var mı derseniz? Daha da iyi bir noktaya getirmek… Geri dönüşler içimize bir sinsin. Televizyonculuğu seviyorum. İşin yönetim kısmını da seviyorum. Zaman neler getirir onu hep birlikte göreceğiz.

 Peki bir de şöyle sorsak bu soruyu; işinizde gayet başarılı bir şekilde ilerliyorsunuz. Dünyada benzer örnekler var. Oprah Winfrey gibi…  O şimdi kendi kanalını kurdu. Ülkemizde bir Acun örneği var…  Siz böyle bir şey düşünüyor musunuz?

Kendi işimin patronu olmak evet isterim. Herkes ister. Acun’un yapmış olduğu şey ona çok ciddi riskler alarak ilerledi. Saygı duyduğum bir isim, çok da iyi bir televizyoncu olduğunu düşünüyorum. Acun’un bu işi kurduğu dönemde evet, ama şuanda bir kanalım olsun ister miyim istemem çünkü televizyon artık geleceğe doğru ilerleyen bir şey değil. İnsanlar içinde bulundukları koşullar gereği istedikleri yapımları kendileri uygun oldukları saatte izlemek istiyorlar. Artık her şey buna evrilecek bakın unutmayın. On sene sonra artık haber bülteninin de bir saati olmayacak… O zaman geldiğinde; sizin haber bülteniniz kutuda bir yerde duracak. İzleyici istediği zaman onu açacak ve izleyecek. O vakit geldiğinde “ hadi 19:00’da haber bülteni izleyelim” diye bir şey de kalmayacak. Kendi işimin patronu olmak isterim. Geleceği ön gören, geleceğe doğru evrilen bir yapım şirketim olsun isterim. Yapabilirim… Neden olmasın? Bu da düşüncelerim arasında ama bu kesinlikle bir televizyon kanalım olsun hayali asla değil.

Sizce, nasıl bir yöneticisiniz sizce?

İnsanları dinleyen, adaletli, empati kurarak iletişimde kalan bir yöneticiyim. Bunlar benim hayatımda çok önemli… Bir konuda bir adaletsizlik, hukuksuzluk varsa kendi çıkarlarımı hiçe sayarak değerlendirme yaparım. Hayatım boyunca kendi çıkarlarını gözeten bir insan olmadım. Yöneticilik tarzım da bu şekilde. Çözülmesi gereken bir sorun varsa elimi taşın altına koyarım. Bana dokunmayan yılan bin yaşasın mantığında değilimdir. Gerekirse gelsin o yılan bana da dokunsun ama iş çözülsün diye çabalarım.

 Günde kaç saat çalışıyorsunuz? 

Ben hep çalışıyorum. Mesela ofiste bulunmasam da sürekli çalışıyorum çünkü telefonum hiç durmuyor. Sürekli e-mailler,  yazışmalar,  görüşmeler, takip etmem gereken konular derken aslına baktığınızda uyumadığım her saniye çalışıyorum. Sürekli bu telefon elimde ve sürekli mail dönüşleri, yanıtlamalar yapıyorum. Onu istiyorum bunu istiyorum. Organize ediyorum. Özellikle bu dönemde… Uyumadığım her an çalışıyorum.

 Günde kaç saat uyursunuz?

En az yedi saat uyumam gerekiyor.  Ben uykudan fedakarlık edemiyorum. Hani şöyle bir söylem vardır “ zeki insanlara günde üç saat dört saat uyku yetiyor” diye..  Bu tarz yorumları duyunca diyorum ki; bu durumda ben onların düşündüğü ve anlattığı kadar zeki değil miyim acaba? Çünkü gerçekten çok yoruluyorum ve en az yedi saat uyumam gerekiyor. O yedi saat uykuyu ben alamadıysam bütün enerjim düşüyor ve çok mutsuz oluyorum.

 Çalışma hayatınızda merak duyduğunuz uğraşlarınız var mı?

Astroloji… Çok severim. Gökyüzü hareketlerinin bir matematiği olması ben de bir merak, keyifli bir ilgiyi uyandırıyor. Sonra dans etmeyi severim. Dans diyebilirim. Yirmili yaşlarda bir dönem Latin dansları öğreniyordum ama vakitsizlikten dolayı eskisi gibi ilgilenemedim ama hep aklımdadır. Bir de Psikolojiye çok merakım var. Bu konularda okumayı, dinlemeyi, izlemeyi çok seviyorum.  Benim lisansım ve yüksek lisansım, her ikisi de Türk dili edebiyatı üzerine. Belki bir Uni. programına girip iki senelik bir psikoloji eğitimi almak niyetindeyim.

En sevdiğiniz ülke hangisi?

Önce ülkem Türkiye… Ve benim için dünyanın en güzel şehri de İstanbul… İkincisi ülke olarak İtalya.. Her yerini çok severim, çok eğlenceli cıvıl cıvıl gelir bana… Fırsat buldukça soluklanmak için İtalya’da bir yerlere kaçmayı çok severim.

 Beslenmenize dikkat eder misiniz?

Son bir senedir çok dikkat ediyorum. Öncelikle beyaz unu hayatımdan çıkarttım. Çünkü o insanı gereksiz yoran ve ağırlaştıran bir şey olduğunu biliyorum. İkinci olarak yemek yediğim saatleri kısıtlı tutmaya çalışıyorum. Sabah kalktığımda spora genelde boş bir mideyle  giderim. İlk yemeğimi saat on iki gibi yerim. Tercihim genelde sağlıklı şeyler oluyor. Evdeysem  peynirli bir omlet ilk yemek olabiliyor.  Granola yiyorum.  İkinci öğünde mutlaka et veya balık yerim. Haftada iki gün mutlaka et, iki gün de mutlaka balık yerim. Izgara tercih ederim. Bol salata bol sebze yemeğe çalışırım.  Bol su tüketirim.  Zararlı olduklarını düşündüğüm için asitli içecek içmemeye çalışıyorum. Alkol, sigara kullanmıyorum. Aslına bakarsanız ben bir sendir kendime çok iyi bakıyorum. Şunu anladım ki; yediğimiz şeyler güzelse içimiz de güzel oluyor ve dış görünüşümüze cildimize, saçımıza, tırnaklarımıza, enerjimize kadar bu sağlıklı durum yansıyor.

Hiç unutamadığınız mesleki bir anı, deneyim var mı?

Los Angeles’ta gerçekleştirilen Golden Globe ödül törenine katıldık. Geçen sene. O kırmızı halıda Kanal D mikrofonu ile anons çekmek ve o sırada arkadan dünyaca ünlü bütün starların geçmesi, herkesin bir birine neredeyse yarım metre mesafesinde olması güzeldi. Çünkü bir Hii deseniz dönüp konuşabileceksiniz. Burada benim ilgimi çeken; o muhteşem dünyanın küçülüp önünüze gelmesi çok değişik bir deneyimdi. Barbaros Tapan aynı zamanda Golden Globe jüri üyesi aynı zamanda . Barbaros oradan Hollywood yıldızlarıyla da röportajlar yapıp gönderiyor bize. Kanal D de onunla çalışıyoruz.  Onunla birlikte katılmıştık çok güzeldi.

Onun haricinde bir de NTV de yaptığımız 15 Temmuz yayınını hiçbir şekilde unutamam.  Binali Yıldırım’a “bu bir darbe mi” diye sorduğumda, “ bu bir kalkışma” yanıtını vermişti. İlk defa benim bağlantımda tanımlanmıştı. Tarihe geçen bir yayın oldu. O da benim ömrüm boyunca unutamayacağım yayınlardan bir tanesi.

Modayı ile aranız nasıl? Takip ediyor musunuz?  

Ediyorum.. Modayı takip etmeyi çok da seviyorum. Dünyaca ünlü modacıları takip ediyorum. Renk skalaları daha gelmeden onları öğrenmeye çalışıyorum, önümüzdeki senenin renkleri modelleri ne diye ciddi ciddi takip ediyorum.  Aslında ekranda bu konu benim takip ettiğim kadar önemli bir şey değil. Temiz, şık ve sade gözükmeniz ekran için yeterli aslına baktığınızda sonuçta haber sunuyoruz. Ama ben çok seviyorum. Sponsorum Adil Işık onlarla çok iyi çalışıyoruz. Senelerdir birlikteyiz.   Özel dikim çalışıyoruz. Beni çok iyi tanıyorlar. Onun da ekrana yansıdığını düşünüyorum. İyi bir görüntü veriyoruz bence çünkü çok olumlu geri dönüş alıyoruz. İzleyiciler çok soruyorlar kıyafetleri.

 Sizi bu günkü başarınıza taşıyan en güçlü yönünüz nedir?

Azim.. Vaz geçmemek… Hiç bir şey beni yıldıramıyor bu azmimle alakalı bir durum. Sektöre girdiğimde hiçbir tanıdığım yoktu. Stajyer olarak 19 yaşında iş hayatım başladı. Çok itildim, kakıldım ama hiç vaz geçmedim. Hiç pes etmedim. Hep disiplinli oldum ve sıkı çalıştım.

 Sizi yöneten duygularınız mıdır, mantığınız mı?

İnsanları duyguları yönetir beni mantığım… Hiçbir zaman duygularıyla hareket eden bir insan olamadım. Hayatımın her alanında mantığım devreye girer ve hep “Buket” diyerek gelir koluma girer ve kendi tarafına beni çeker. Ben de hep mantığımı dinlemeyi seçtim. Ve hiç bir zaman kararlarımdan dolayı kaybettiğim olmadı.

 Süper gücünüz olsaydı?

Süper gücüm olsa; çocukların ve insanların açlıktan ölmemesini sağlardım. Neredeyse 2020’ye giriyoruz ve dünyada açlıktan ölenlerin olması bence hepimizin aslında her gün hiç bıkmadan konuşması gereken tek konu. Dünyadaki bütün zenginler servetlerinin sadece ve sadece yüzde birini bağışlasa, dünyada hiçbir çocuk, hiç bir insan ölmez. Şu anlamda ülkemi Türkiye’mi övmek istiyorum. Buna da bence herkes katılır. Bizim ülkemizde açlıktan ölen olmaz çünkü bizim topraklarımızda hala insanın insanı kollaması diye bir gerçek var. Biz o ruhu hiçbir zaman kaybetmedik. O ruhumuz halen yaşıyor ve dilerim hiçbir zaman kaybetmeyelim. Ama ne yazık ki birbirimize karşı saldırganlaştığımız dönemlerde acaba biz de mi o acımasızlığa karşı evriliyoruz diye üzülüyorum. Bunun olmamasını diliyorum ve olmayacağına inanıyorum.

 Sizce başarının sırrı nedir?

Azim, çalışkanlık, zeka ve şans, şans, şans.. Yani doğru zamanda doğru yerde doğru işi yaparsanız bunun mutlaka bir etkisi olduğunu görüyoruz. Ben buna şans diyorum. Bu gün buraya geldim. Ne sayesinde geldin diye sorulsa ve yanıt için tek kelimelik bir hakkım olsa azim derim.