Yazılar

Ara tatil döneminde çocuklarınızın bağışıklığını koruyun!

Ara tatil döneminde çocuklarınızın bağışıklığını koruyun!

“Okul dönemindeki alışkanlıklar düzenli olarak sürdürülürken okulların ara tatil dönemine girmesiyle birlikte çocukların yaşam şekilleri farklılaşmaya başlayacaktır. Bu durum beslenme açısından ebeveynler ve çocuklar tarafından hem iyiye hem de kötüye evrilebilir” diyen İstanbul Okan Üniversitesi Hastanesi Beslenme ve Diyet Bölümü’nden Uzm. Dyt. İrem Aksoy, açıkladı.

Eğer ki çocuğun okulda beslenmesi yetersiz veya tam anlamıyla sağlıklı değilse evde kontrollü bir şekilde sağlıklı beslenme düzeni rahatlıkla oluşturulabilir. Bu sayede çocuk, süreci doğru değerlendiren ebeveynlerinin desteğiyle daha sağlıklı ve düzenli bir beslenme alışkanlığı edinebilir. Ara tatilini sağlık ve beslenme anlamında daha verimli hale getirmek, çocuklarınızın bağışıklığını desteklemek için bu yazıya göz atabilirsiniz.

Beslenme ve Diyet Bölümü’nden Uzm. Dyt. İrem Aksoy

Vitaminler hastalıkları savıyor

Öncelikle unutulmamalıdır ki okul dönemindeki çocuklar önemli bir büyüme ve gelişme sürecindedir. Dolayısıyla bu dönemdeki çocukların enerji harcamaları daha çok ve besin ögesi ihtiyaçları daha önemlidir. Çocukların büyüme ve gelişmesine destek olmak için bazı parametrelere dikkat etmek gerekir. Özellikle iyi protein kaynaklarıyla beslenmelerini sağlamak, vitamin ve mineral gereksinimlerini eksiksiz olarak tamamlamak çocuklar için elzemdir.  Aynı zamanda kış mevsiminin getirebileceği sağlık sorunlarına karşı çocukların bağışıklığını güçlü tutmakta fayda var. Bu durumda bağışıklık sistemine en çok katkıda bulunanlar listesinde ilk sırada antioksidan içeriği yüksek sebze ve meyveler yer alıyor. Diğer yandan bağışıklığa destek olarak hayati önem taşıyan vitamin ve minareller; A, C ve D vitaminleri ile çinko ve demir mineralleridir. Bunlara ek olarak B grubu vitaminleri, E ve K vitamini, selenyum, magnezyum gibi diğer mineraller de destek olmaktadır. Bu vitamin ve mineralleri yeterli alamayan çocukların, bağışıklık fonksiyonu bozularak enfeksiyonlara ve hastalıklara karşı duyarlılıkları artabilir. Vitamin ve minerallere ek olarak bağırsak mikrobiyatasını destekleyen besin bileşenleri ve diğer faydalı bileşikler de bağışıklık tepkisini desteklemektedir.

Ara tatil için evinizde eksik olmaması gereken başlıca besinlere değinmek gerekirse;

  • Renkli sebze ve meyveler,
  • Kaliteli protein kaynakları ve en önemlisi yumurta,
  • Besleyici değeri yüksek kuruyemişlerden badem, ceviz,
  • Bağırsak sağlığına destek olarak yoğurt, kefir örnek verilebilir.

Valizinizde sağlıklı atıştırmalıklara yer verin;

  • Taşıma kolaylığına göre taze veya kuru meyveler,
  • Kefir veya süt,
  • Kuruyemişler,
  • Multivitamin veya mineral takviyeleri, probiyotikler.

Çocukların beslenme konusunda bilinçlendirilmesi, seçimlerini doğru yapmaları açısından çok fayda sağlayacaktır. Diğer yandan evde sağlıksız atıştırmalıklar bulundurmak ya da dışarda istediği besinin zararlarını gözetmeden sadece onu mutlu etmek veya bir nevi ödül niyetine verilen besinler çocuklarınıza faydadan çok zarar verebilir. Bu tatil döneminde hem çocuklarınızla vakit geçirmek hem de çocuklarınızın beslenme konusunda bilinçlenmesine ve eğitilmelerine olanak sağlayabilirsiniz. En basitinden süt ve süt ürünleri, tahıllar, et ve et ürünleri, yağlı tohumlar, meyve ve sebzeler gibi besin gruplarının her birinin beslenmelerinde olması gerektiğinden ve bunların dengeli bir şekilde alınmasının sağlıklı bir yaşam sürmelerine katkı sağlayabileceğinden bahsedebilirsiniz. Ek olarak çocuklarınızla birlikte evde sağlıklı tarifler yapabilir ve sağlıklı beslenmeyle ilgili faydalı kitaplar okuyabilirsiniz.

Ülkemizde her 4 kişiden biri uykusuz!

Ülkemizde her 4 kişiden biri uykusuz!

Sağlıklı bir yaşamın yanı sıra günlük işlevlerimizi yerine getirebilmemiz için kaliteli ve yeterli süre uyumamız, nefes almak gibi vazgeçilmez bir ihtiyaç. Uyku bedensel dinlenmeyi, en önemlisi zihinsel fonksiyonların yenilenmesini sağlıyor. Dolayısıyla uykusuz kaldığımızda önemli sağlık problemlerinin yanı sıra unutkanlıktan dikkat eksikliğine, yorgunluktan algıda sorun yaşamaya, sinirli ve depresif hissetmekten vücudun zorluklar karşısında reaksiyon süresinin yavaşlamasına kadar, günlük işlerimizi olumsuz etkileyen pek çok sorun gelişebiliyor! Kaliforniya Üniversitesi’nde yapılan ve Plos Biolog adlı dergide Ağustos 2022’de yayımlanan bir araştırma, uykusuzluğun yol açtığı bir başka sorunu daha ortaya koydu; daha az yardımsever olmak! Peki insanlar geceleri uykusuz kaldıklarında neden daha az yardımsever oluyorlar? Acıbadem Bakırköy Hastanesi Beyin ve Sinir Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. Gökhan Akdemir, “İnsanlar iyi beslenmiş, güvenli bir yerde uyumuş ve dinlenmişler ise günlük hayatta ortaya çıkan zorluklar karşısında kendilerini güçlü hisseder ve üstesinden geleceklerini düşünürler. Gece iyi uyuyamamışlar ise dinlenememişlerdir. Kaygıları yüksektir, kendileri ile ailelerini korumada zorlanacaklarını düşünürler ve strese girerler” diyor. Prof. Dr. Gökhan Akdemir, bu stresin vücutta önemli değişikliklere neden olduğuna dikkat çekerek, “Örneğin, stres hormonu olarak bilinen kortizol hormonu, hipotolamus, hipofiz ile böbrek üstü bezlerinin ortak katkısıyla salgılanıyor. Stres altında kaldığımızda bu hormon daha çok artıyor. Artan kortizol hormonu sempatik sistemini baskın hale getiriyor. Sempatik sistem, tehlikede iken veya yetersiz kaldığımız anlarda, eğer uykusuz isek düşünmemiz, karar vermemiz ve yaşamdaki zorlukların üstesinden gelebilmemiz için kendimizi daha çok korumaya alacak şeklindeki davranışlara yol açıyor. Dolayısıyla insanlar kendilerini koruma altına almak için bencilleşiyor ve yardım etmekten kaçınıyorlar” bilgisini veriyor.

Prof. Dr. Gökhan AkdemirÜlkemizde her 4 kişiden biri uykusuz!

Uykusuzluk sorununun görülme oranı; yaşa, eğitim düzeyine ve ekonomik gelirlere göre değişiklik gösteriyor. Dünyada her 10 kişiden 2’si geceleri uykusuzluk sorunu yaşarken, yine her 10 kişiden 5’i de ayda en az 1-2 kez uykusuzluk çekiyor. Genel olarak uykusuzluk oranı yüzde 30 civarında iken ülkemizde bu rakam yüzde 38’e yükseliyor. Bir başka deyişle, ülkemizde her 10 kişiden 4’ü uykusuzluk problemiyle mücadele ediyor.

Uykusuzluk beyni tehdit ediyor

Erişkin bir kişinin günde ortalama 7-8 saat uyuduğunu düşünürsek, ömrümüzün üçte biri uykuda geçiyor demektir. Hayatımızın önemli bir bölümünü kapsayan uyku, beyin sağlığımız üzerinde kilit bir role sahip. Vücudumuzun diğer bölgelerindeki hücrelerde olduğu gibi beynimizdeki nöronlar da glia olarak adlandırılan hücreler tarafından destekleniyor. Gündüz saatlerinde çalışırken beynimizdeki sinirlerin çalışması sırasında beta albümin ve tau gibi birçok atık maddeler ortaya çıkıyor. Bu atıklar uyku sırasında glia hücreleri tarafından beyinden temizlenerek uzaklaştırılıyor, böylelikle iyi bir uykudan sonra uyandığımızda beynimiz yeni bir güne temizlenmiş olarak hazır oluyor. Uykusuz kaldığımızda ise glia hücreleri görevlerini yerine getiremedikleri için beynimizdeki atık maddeler beynimizden uzaklaştırılamıyor. Bunun sonucunda da sinir hücrelerimizin çalışmasında yavaşlaması, unutkanlık, karar vermede zorluklar gelişiyor.

Uykusuzluk yardımseverliği önlüyor

Kalifornia Üniversitesi’nde gerçekleştirilen çalışma 3 tip uykusuzluk grubu üzerinde yapılmış. Prof. Dr. Gökhan Akdemir, uykusuzluğun yardımseverlik üzerine nasıl etki ettiğini gösteren çalışmayı şöyle özetliyor:

Bir gün az uyuyanlar: İlk çalışma, 24 saat içinde 7 saatten az uyuyan 18-26 yaş grubundaki 24 genç üzerinde yapılmış. Araştırmada gençlerin ‘yardımda bulunma’ davranışlarıyla ilgili anket gerçekleştirilmiş. Ayrıca fonksiyonel magnetik rezonans (MR) görüntüleme ile sosyalleşme ve yardım etme davranışlarında görev alan beynin orta prefrontal korteks (alın kısmı) ve üst temporal sulkus (şakak kısmı) gibi bazı bölgelerinde beyin aktiviteleri ölçülmüş. Yapılan fonksiyonel MR çalışmalarında; uykusuz kalındığında beynin ‘sosyalleşme ve yardım etme’ davranış bölgelerinin aktivitelerinde yüzde 78 gibi yüksek bir oranda azalma görülmüş. Bilim insanları ‘yardım etmeyi’ de yakınlarına ve yabancılara yardım olarak iki gruba ayırmış. Araştırmada; yabancılara daha az yardım ettikleri belirlenmiş. Bunun nedeni olarak, insanların uykusuz kaldıklarında önce kendilerini ve yakınlarını korumaya yönelik davranmaları gösterilmiş.

Pause Dergi

Dört gün az uyuyanlar: 171 kişi üzerinde gerçekleştirilen ikinci çalışmada; 4 gün az uyuyan kişilerin ‘yardım etme’ davranışlarına yine anket yapılarak bakılmış. Bu grupta da yardımseverlik konusunda belirgin azalma olduğu tespit edilmiş.

Saat uygulamasına göre az uyuyanlar: Üçüncü grupta ise ‘yaz saati uygulaması’ dikkate alınmış. Mart ayında yapılan değişikliklerde insanlar bir saat daha az uyurlarken, Kasım ayında ise bir saat fazla uyuyorlar. 2002-2016 yılları arasında 3 milyondan fazla hayırseverin bağışları analiz edilmiş. Mart ve Kasım aylarındaki bir saatlik değişimin bağışlar üzerine etkisine bakılmış. Yapılan çalışma sonucunda; grupların az uyuduklarında daha az, çok uyuduklarında ise daha çok bağış yaptıkları tespit edilmiş.

Hangi yaş grubu kaç saat uyumalı?

Çocuklarda uyku saati beynin gelişmesi ve temizliği için önem taşıyor, bu nedenle süre daha uzun oluyor. Erişkinlerde ise beyin gelişimini tamamladığı için uyku daha çok beynin temizlenmesi için gerekli oluyor. Bu nedenle uyku süresi azalıyor. Beyin ve Sinir Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. Gökhan Akdemir, uyku sürelerini yaş gruplarına göre şöyle sıralıyor:

1-2 yaş, günde 12-16 saat

3-5 yaş, günde 11-14 saat

6-12 yaş, günde 9-12 saat

13-18 yaş, günde 8-10 saat

Erişkinler: Günde en az 7 saat

Çok esnek veya otoriter olmayın!

Çok esnek veya otoriter olmayın!

Yoğun okul temposunda ilk dönemin sonuna gelindi. Okulların kapanmasıyla beraber eğitim sürecine ara verilen bu dönemde unutmamalıyız ki mola vermek ve dinlenmek çocuklar için çok faydalı olacaktır. Acıbadem Dr. Şinasi Can (Kadıköy) Hastanesi Uzman Klinik Psikolog Mine Şahbaz, “Bu ara dönemin bir mola dönemi olduğu unutulmamalı, çünkü çocukların da dinlenmeye, rahatlamaya ve eğlenmeye ihtiyaçları var. Dinlenmiş bir beden ve zihinle bir sonraki döneme geçişleri daha rahat olacaktır. Yarıyıl tatilinin, koşuşturmalı tempoda anne ve babayla akşamları geçirilen kısa zamanların telafi edilmesi için de önemli bir fırsat olduğunu dile getiren Uzman Klinik Psikolog Mine Şahbaz, “Ailece tatil gezileri, kültürel geziler veya bulunduğunuz şehre dair keşif gezileri yapabilirsiniz. Bu tür aktiviteler hem çocuk ve ebeveyn ilişkisini yakınlaştırırken hem de çocuğun eğlenerek farklı deneyimler kazanmasını sağıyor. Ancak bu süreçte öğretmenler tarafından verilen ödev ve çeşitli faaliyetlerin de çocukların sorumluluğu olduğu unutulmamalı ve mutlaka yerine getirilmeli. Eğlence ve sorumluluklar bir arada götürülmelidir” diyor. Uzman Klinik Psikolog Mine Şahbaz, verimli bir yarıyıl tatili için ebeveynlerin dikkat etmeleri gereken kuralları anlattı; önemli öneriler ve uyarılarda bulundu!

Pause Dergi

 Klinik Psikolog Mine Şahbaz

Çok esnek veya otoriter olmayın!

Yarıyıl tatilinde çocuğunuzu ne çok esnek bırakın ne de çok otoriter olun. Uzman Klinik Psikolog Mine Şahbaz, “Anne ve baba olarak ev içinde hiçbir zaman öğretmen konumunda olmayın. Çocuğunuza yol gösteren ve onu destekleyen bir lider olmaya özen gösterin. Çünkü öğretmen konumunda olmak, çocukla kurulan ilişkinin güç savaşına dönüşmesine yol açabiliyor. Bunun sonucunda ders çalışmak ve ödev yapmak onun kendi sorumluluğundan çıkıyor, anne ve babanın arzusuna hizmet eden bir çalışmaya dönüşebiliyor.” diyor.

Ceza ve ödül vermeyin!

Yarıyıl tatilinde ceza ve ödül gibi yaklaşımlardan uzak durmaya özen gösterin. Uzman Klinik Psikolog Mine Şahbaz, “Özellikle karne konusunda çocuğun başarısı, kendisinin çabası ve emeği olduğu üzerinden yorumlanmalı, başarı ve ödül eşleştirmesinden kaçınılmalıdır. Çocuğun emeği ve çabası üzerinden yapılan yorum iç dünyasında sorumluluk duygusunu arttıracaktır. Ceza vermek ise yetersizlik ve suçluluk duygusunu arttırdığı gibi çocuğun kendini destekten yoksun hissetmesine neden olabiliyor.” diye konuşuyor.

Rutinlerde büyük değişiklik yapmayın!

Yarıyıl tatilinde dikkat etmeniz gereken bir başka önemli nokta da, rutinlerinizde çok büyük değişiklikler yapmamak olmalı. Aksi halde tatil bitiminde çocuğun okula dönüşü ve uyumu zorlaşabiliyor. Ancak bu süreçte, gün içerisindeki rutinlerinizde ufak ufak esneklikler ise yapabilirsiniz. Örneğin, çocuğunuz akşamları saat 21.00’de yatıyorsa, bu süreyi yarım saat uzatabilirsiniz.

Etkinliklerinizi birlikte planlayın

Tatil sürecinde neler yapabileceğinize dair çocuğunuzla birlikte plan yapmanız, onun ilgisini çekebilecek etkinlikleri yine beraber düşünerek oluşturmanız da çok önemli. Çocuğunuzun fikrini önemsemeniz kendine olan güvenini arttıracaktır. Ev içinde kutu oyunları oynayabilir, yapboz yapabilir, kitap okuyabilir, beraber film izleyebilir ve üzerine konuşabilirsiniz. Bu tür keyif veren aktiviteleri birlikte yapmanız ve bol bol gülmeniz, çocuğunuzun stresini azaltmada ve okulun bir sonraki dönemine geçişini kolaylaştırmada çok etkili olacaktır.

Yaşıtlarıyla sosyalleşmesini sağlayın

Tatilde çocuğunuzun sosyalleşmesini sağlamanız da çok önemli. Zira, çocukların kendi arkadaş gruplarıyla sosyalleşmeleri ve daha önce deneyimlemedikleri çeşitli grup etkinliklerine dahil olmaları, yeni sosyal becerilerini fark etmelerini sağlayabiliyor.

Pause Dergi

‘Yapmasın bir şey olmaz’ demeyin

Öğretmenleri tarafından yarıyıl tatilinde tamamlamaları için verilen sorumlulukları yerine getirmeleri son derece önemli. Bu sorumluluklar, çocuğun okuluna ve öğretmenine karşı sorumlu olduğunun farkındalığının gelişebilmesini sağlıyor. Dolayısıyla ödevlerini yapmak istemiyorsa, ‘yapmasın bir şey olmaz’ şeklinde yaklaşırsanız, okula dönüşte çocuğunuzda suçluluk duygusunun gelişmesine neden olabilirsiniz. Dolayısıyla öğretmeninin onun sorumluluklarını yerine getirmesini beklediğini hatırlatmalı ve destek vermelisiniz.

Eleştirmeyin, baskı kurmayın

Çocuğunuzun karne notu ve performansı düşükse tatil sürecinde onu eleştirerek ve baskı kurarak ders çalıştırmaya zorlamayın. Uzman Klinik Psikolog Mine Şahbaz, bu davranışınızın ilişkinize zarar vereceği uyarısında bulunarak, “Çocuğunuza, düşüşler kadar yükselişlerin de olduğunu belirtip bunu gerçekleştirebileceğine dair ümit ve destek veren bir tutumda olmalısınız. Ders çalışma konusunda okulda verilen ödevlere ek bir çalışma gerekecek ise öğretmeninin yönlendirmesiyle ek çalışma düzeni oluşturulabilirsiniz” bilgisini veriyor.

Okulun açılacağı gün yaklaşırken… 

Okulların açılmasına 3 veya 4 gün kala, yavaş yavaş eski rutine geçmeniz gerekiyor. Uzman Klinik Psikolog Mine Şahbaz, “Ayrıca, tatilin bitmesi çocuk üzerinde hüzün ve ayrılık duygusu oluşturacaktır. Bu nedenle tatilin nasıl geçtiği, neler hissettiği konusunda duygularına alan açmasını sağlayın. Duygularını ifade etmesine teşvik ve hislerine eşlik etmeniz, bu geçiş sürecinde rahatlamasına yardımcı olacaktır.

Başarılı ve zayıf karnede bu hatalardan kaçının!

Başarılı ve zayıf karnede bu hatalardan kaçının!

Milyonlarca öğrenci son ders zilinin çalmasıyla yarıyıl tatiline girerken, anne babalar olarak karneye vereceğiniz tepkiyle şimdi sizin sınavınızın başladığını biliyor muydunuz? Acıbadem Maslak Hastanesi Uzman Psikolog Dilara Yamanlar Büyükkoç “Çocuğunuzun karnesi beklentinizin altında da kalsa, üstünde de gelse tepkilerinizin kontrollü olması son derece önemli. Zira çocuklar sevgiyi başarı bazlı değişen bir olgu olarak kodlayabiliyorlar. Bu nedenle onlara bu alt mesajı vermemek ve geliştirici, destekleyici bir ebeveyn olabilmek adına dikkat edilmesi gereken çok önemli kurallar var” diyor. Uzman Psikolog Dilara Yamanlar Büyükkoç, ebeveynlere başarılı ya da zayıf karne karşısında kaçınmaları gereken davranış modellerini ve doğru yaklaşım örneklerini anlattı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

Kıyaslamak, dinlemeden yargılamak, ceza vermek, ‘tembelsin, başarısızsın’ gibi etiketler yapıştırmak, ses tonunu yükseltmek ya da umursamaz davranmak! Herhangi bir başarısızlığınızda sizin için çok önemli birinin bu tür tepkileri verdiğini düşünün, ne hissedersiniz? İlk söyleyeceğiniz; kızgınlık ya da kırgınlık olacaktır öyle değil mi? Acıbadem Maslak Hastanesi Uzman Psikolog Dilara Yamanlar Büyükkoç işte bu hisleri çocukların çok daha yoğun hissettiklerini ve daha kötüsü, sadece bir duygu olarak yaşamayıp bu duyguyu genellediklerini belirterek “Ailesinden karnesine bu tür yaklaşımlarla karşılaşan çocuk ister istemiz kendisini reddedilmiş, dışlanmış ya da sevilmeyen bir birey olarak hissedecektir. Bu duyguları ailesine karşı hissetmesi başarı ihtimalini değil başarısızlık ihtimalini artıracaktır. Bu da aileden uzaklaşmayı tetikleyecektir” diyor. Peki ailelerin zayıf karneye doğru yaklaşımı nasıl olmalı? Uzman Psikolog Dilara Yamanlar önerilerini şu şekilde sıralıyor;

Pause Dergi

Psikolog Dilara Yamanlar Büyükkoç

Yargılamadan düşük notların nedenini bulun!

Çocukla iletişim kurarak, öncelikle iyisiyle kötüsüyle bir dönemi bitirmiş olmasını kutlamak, hemen ardından da karnesindeki zayıf notları yargılamadan bunların nedenini bulmaya çalışmak gerekiyor. Uzman Psikolog Dilara Yamanlar Büyükkoç çocuğa “İyisiyle, kötüsüyle koca bir dönemi bitirdin, zorlandığın noktalar da olmuştur, keyif aldığın noktalar da. Bir dönemi daha bir sürü tecrübeyle bitirdiğin için seni tebrik ediyorum. Hadi biraz bu dönemi değerlendirelim, karnendeki notların beraber üstünden geçelim. Burada diğer notlarına göre biraz daha düşük olan birkaç ders görüyorum, sence neden böyle olmuş olabilir? Sence bunu nasıl geliştirebilirsin? Biz ebeveynlerin olarak sana nasıl destek verebiliriz?’” şeklinde yaklaşmak gerektiğini söylüyor.

Çabasını takdir edin, pozitif noktalarını dile getirin!

Çocuğa doğru yaklaşımda ikinci adımda; kucaklayıcı olmak, çabasını takdir etmek, pozitif noktalarını dile getirmek, aynı zamanda geliştirebileceği yönlerini göstermek çok önemli. Uzman Psikolog Dilara Yamanlar Büyükkoç “‘Sen benim için çok değerlisin, sonuç ne olursa olsun benim sana karşı olan sevgim hiç değişmeyecek. Odaklandığında, çabaladığında çok güzel şeyler yaptığını görüyorum, yeterince çabaladığında elinden geleni yaptığında çok daha iyi sonuçların olacağına da inanıyorum. Gel bir sarılalım, önümüzdeki dönem yepyeni bir dönem, onunla ilgili neleri daha farklı yaparsak sonuç daha farklı olur biraz onun hakkında konuşalım” şeklindeki yaklaşımın daha yapıcı ve kucaklayıcı olacağını söylüyor.

Önerisini sorun ve anladığınızı gösterin!

Çocuğa tatile başlayacağını ama bu düşük gelen derslerle ilgili küçük adımlarla çalışmaya başlaması gerektiği anlatılıp, önerisi alınmalı. Uzman Psikolog Dilara Yamanlar Büyükkoç “Bir dönem boyunca yoruldun, tatile de ihtiyacın var, hadi gel tatilin planını birlikte yapalım, neler yapmayı düşünüyorsun? Düşük derslerle ilgili konu tekrarlarına da vakit ayırsak güzel bir başlangıç yapmış oluruz, tatilin hangi aşamasına konu tekrarını koymayı tercih edersin?’ şeklinde ana çerçeve belirlenip seçim hakkı çocuklara bırakıldığında anne babanın işi kolaylaşıyor ve çocuklar da daha fazla motive oluyor” diyor.

Pause Dergi

Kendinizi sorgulayın!

Son adım olarak kendinizi sorgulamanız gerektiğini vurgulayan Uzman Psikolog Dilara Yamanlar Büyükkoç, anne babaların ‘biz nerede eksik yapmış olabiliriz, takip konusunda, teşvik etme konusunda, başarının devamlılığı konusunda neler yapabiliriz’ diye düşünerek, çocuğun öğretmenleriyle görüşüp, gelişim için onların da önerilerini dinlemeleri gerektiğini söylüyor.

Başarılı karne karşısında tepkilerinizi abartmayın!

Peki başarılı hatta fazlasıyla iyi bir karne karşısında tepkiler nasıl olmalı? Uzman Psikolog Dilara Yamanlar Büyükkoç, çocuğa abartılı hediyelerden ve ‘zekisin’ gibi etiketlerden, övgülerden uzak durulması gerektiğini belirterek “Bu durum hediye için çalışmaya ya da ‘Zaten çok zekiyim’ mesajıyla çabasının azalmasına sebebiyet verebilir. Yapmanız gereken; takdir etmek, çabasını gördüğünüzü ve gurur duyduğunuzu söylemek, başarıya ulaşmasında etkili olan faktörlerin üzerinden geçmek, bu başarının ona nasıl hissettirdğini konuşmak ve sarılarak ya da beraber yemeğe giderek başarısını kutlamaktır. Bu tutum çocuğunuzun başarısının devamlılığını sağlamak için ideal olacaktır” diyor. Karnenin zeka göstergesi ya da hayat başarısı göstergesi olmadığının unutulmaması gerektiğinin altını çizen Uzman Psikolog Dilara Yamanlar Büyükkoç “Karnenin sadece bir dönemin ya da bir yılın özeti olduğu hatırlanmalı ve çocuğa da hatırlatılmalıdır. Böylelikle yeni döneme yepyeni bir başlangıç yapma ihtimalini de artırmış oluruz” diyor.

Mide tembelliği nasıl başa çıkılır?

Mide tembelliği nasıl başa çıkılır?

Mide tembelliği genel vücut sağlığını da olumsuz etkiliyor ve bu konuda gerekli önlemlerin vakit kaybedilmeden alınması önem taşıyor. Mide rahatsızlıkları, vücudun ‘ikinci beyni’ olarak nitelendirilen ve gıda alımını sağlayan önemli organlar arasındaki bağırsakların sağlığını yakından ilgilendiriyor. Sindirim sisteminin temel yapı taşlarından olan bağırsaklar, midede oluşabilecek en küçük sorundan etkileniyor ve mide hastalıkları bağırsakların da işleyiş biçiminde olumsuz değişimlere yol açarak, farklı sağlık sorunlarını beraberinde getiriyor. Sindirim sistemini olumsuz etkileyerek yaşam kalitesini düşüren mide hastalıklarına karşı, takip ve tedavi süreçlerinin aksatılmaması gerekiyor. Memorial Diyarbakır Hastanesi Gastroenteroloji Bölümü’nden Doç. Dr. Nurettin Tunç, mide tembelliği ve tedavisi hakkında bilgi verdi.

Pause Dergi

Doç. Dr. Nurettin Tunç

Cerrahi sonrası veya diyabet nedeniyle gelişebiliyor

Tembel, yavaş mide ya da gecikmiş mide boşalması olarak bilinen ‘Gastroparezi’, midenin olağan sürede sindirmesi gereken besinleri daha uzun sürede sindirmesi durumu olarak tanımlanmaktadır. Gastroparezi ya da bir diğer adıyla ‘mide tembelliği’, mide içerisinde bulunan kasların normal spontan hareketini etkileyen bir durumdur. Organların işleyiş biçimindeki aksamalar, diğer organların fonksiyonlarında bozukluk veya ciddi hasarlara neden olabilmektedir. Rutin işleyiş biçiminde olması gereken, güçlü kas kasılmalarının, gıdaların sindirim sisteminden geçmesini sağlamasıdır. Bu duruma ek olarak Tip 1 diyabet hastalarında mide felci görülme olasılığı daha yüksektir. Sindirilen besinlerin ince bağırsağa gönderilememesiyle bakterilerin üretilmesi ile ortaya çıkan bu durumun en kısa sürede tedavisi sağlanmalıdır.

Riski artıran etmenlere dikkat!

Mide hastalıkları ve diyabetin yanı sıra kronik rahatsızlıklara karşı kullanılan ilaçlar da mide tembelliğine yol açabilmektedir. Mide tembelliğine neden olan etkenler şu şekilde sıralanabilir;

  • Yersiz veya aşırı ağrı kesici kullanımı,
  • Yüksek tansiyon,
  • Bazı antidepresan haplar,
  • Alerji ilaçları mide tembelliği nedenleri arasındadır.

Mide tembelliği teşhisi konulmuş bireylerin alerji, antidepresan ve ağrı kesici hapların kullanımına devam edilmesi durumun daha fazla kötüleştirebilir.

Fiziksel aktiviteyi özen gösterin

Mide tembelliğinin cerrahi bir müdahalesi bulunmamaktadır. Ancak hekimin uygun gördüğü ilaçlar ve diyet/beslenme şeklinin uygulanması psikolojik ve fiziksel olarak olumlu etkilerle sonuçlanacaktır. Kilo kontrolü başta olmak üzere egzersiz, yaşam tarzı ve beslenme alışkanlıklarında kalıcı değişiklikler yapmak gerekir. Hareketsiz yaşam terk edilerek bağırsakları hareketlendirmeye uyumlu egzersiz çeşitleri uygulanmalıdır.

Düzenli ve doğru beslenme tedavide anahtar rol oynuyor

Doğru beslenme planlaması mide tembelliğinde en önemli iyileşme basamaklarından biridir. Beslenme şeklinde değişiklilere gidilmesi gerekmektedir. Posalı besinlerin tüketimine özen gösterilmeli, aşırıya kaçan karbonhidrat tüketimine ise dikkat edilmelidir. Et tüketimi ideal seviyede tutulmalıdır. Taze ve günlük sebze- meyve tüketimi önemlidir. Özellikle günlük kafein ve çay tüketiminin bir ya da iki fincanı geçmemesi gereklidir.

Tedaviyi yarıda bırakmayın

Kan testleri, ultrason ve endoskopi uygulaması sonrası mide tembelliği tanısı konulan bireylerde, yaşam tarzı alışkanlıkları ve diyet beslenme rehberliğinde bir tedavi süreci gerçekleşmektedir. Ek olarak mide fonksiyonunu destekleyen ilaçların kullanılması mide kasılmasını artırarak mide boşalmasını sağlayacaktır. Bu ilaçların tedavi süresi boyunca düzenli kullanılması gereklidir. Hekime danışılmadan yarıda bırakılan tedavi olumsuz sonuçlar doğurabilir. Cerrahi dışı endoskopik tedavilerden ön plana çıkan G-POEM yöntemi ile mide çıkışındaki kaslar ameliyatsız bir şekilde kesilerek, gıdaların takılmadan mideden bağırsaklara geçişi sağlanabilmektedir. İlaçlı tedaviden başarılı sonuç elde edilmeyen hastalara tedavi seçeneği olarak ortaya çıkan bu yöntem sayesinde aynı gün taburcu olunabilmektedir.

Kış aylarında ortopedik sorunlar artıyor!

Kış aylarında ortopedik sorunlar artıyor!

Günümüzde profesyonel spor yapanların yanı sıra, sağlık için spora yönelenlerin sayısı artarken, bazı kurallara dikkat edilmediğinde ise yaralanmalar kaçınılmaz oluyor. Özellikle kış soğuklarında açık havada spor yaparken çok daha dikkatli olunması gerekiyor. Soğuk havanın vücudumuza fazladan yükler getirdiğini ve bu nedenle kış aylarında spor yaralanmalarının arttığını belirten Acıbadem Ataşehir Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı Doç. Dr. Safa Gürsoy “Soğuk hava spor sırasında kaslarımızın etkili çalışmasının azalmasına yol açar. Bu durum, kasların elastikliğini ve reaksiyon süresini yavaşlatır ve özellikle spor yaparken yaralanmaya daha yatkın hale gelmemize neden olur. Kaslarımız, bağlarımız ve tendonlarımız soğuk havada daha yüksek burkulma, gerilme, çekme ve yırtılma riski ile karşı karşıya kalır” diyor. Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı Doç. Dr. Safa Gürsoy spor yaralanmalarına yol açan 5 hatayı anlattı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

Doç. Dr. Safa Gürsoy

Uygun ısınma ve soğumanın yapılmaması!

Sporda yaralanmayı önlemenin en önemli yollarının başında; spor öncesi uygun şekilde ısınmanın ve germe egzersizlerini yapmanın geldiğini vurgulayan Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı Doç. Dr. Safa Gürsoy “Soğuk kaslar sıcak kaslara kıyasla aşırı gerilmeye ve yırtılmaya eğilimlidir. Bu nedenle hızlı hareketleri, bükülmeleri ve sarsıntıları daha zor tolere edecektir. Spora başlarken ısınmayı zaman kaybı olarak görmemeli, bir anda kaslara yüklenmekten kaçınmalı, bunun için de mutlaka ısınma egzersizleri yapılmalıdır” uyarısında bulunuyor. Doç. Dr. Safa Gürsoy, spor sonrası da yine ısınma için uygulanan hareketleri ve germe egzersizlerini içerecek şekilde vücudun soğumasını sağlamak, bu nedenle her sporun ardından vücudu yavaş yavaş soğutmayı ihmal etmemek gerektiğini vurguluyor.

Uygun ekipman kullanılmaması!

Yapılan spora uygun koruyucu ekipmanların eksiksiz kullanılması gerektiğini söyleyen Doç. Dr. Safa Gürsoy, hangi spor yapılıyorsa ona uygun şekilde, başta ayakkabı olmak üzere kıyafetlerin doğru seçilmesinin spor yaralanmalarının önlenmesi için şart olduğunu belirtiyor. Doç. Dr. Safa Gürsoy “Özellikle son yıllarda toplumun ilgisinde büyük artış görülen kayak ve snowboard gibi kış sporlarında gerçeklesen yaralanmalarda uygun ekipman ve kıyafetlerin kullanılmamasının büyük etkisi oluyor” diyor.

Mevcut sakatlıkların göz ardı edilmesi!

Acıbadem Ataşehir Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı Doç. Dr. Safa Gürsoy, birçok ciddi sakatlığın, mevcut küçük, ihmal edilen sakatlıkların sonucu ortaya çıkabildiğini belirterek şöyle konuşuyor: “Sporda veya günlük aktivite sırasında hissedilen ağrı, şişlik veya eklemi kullandığınızda ses gelmesi gibi sağlık sorunları ihmal edilmemeli ve mutlaka doktora başvurarak tedavi edilmelidir. Spora veya egzersize devam edilmesi gerekiyorsa ilgili vücut bölümlerinin tedavi süresince geçici olarak korunması da değerlendirilmelidir. Aksi taktirde küçük bir yaralanma olarak deyip geçtiğiniz sorun, ileride tedavi edilmesi daha zor olan sorunlara hatta sakatlıklara yol açabilir.”

Pause Dergi

Bir anda sonuca ulaşmak istenmesi!

Özellikle spora ya da egzersize yeni başlayanların düştüğü önemli hatalardan birinin de; yapılan spordan bir anda yüksek verim almayı beklemek olduğuna dikkat çeken Doç. Dr. Safa Gürsoy, dizlerimiz ya da omuzlarımız gibi vücut bölümlerinin, dayanabilecekleri yükten fazlası altında kalmasına bağlı olarak ciddi sakatlanmalar yaşanabildiğini söylüyor. Özellikle son üç yıldır devam eden pandemi sürecinde hareketlerimizin büyük ölçüde kısıtlandığını, bu nedenle fiziksel aktivitelerin, egzersizin ve sporun faydalarından bir anda sonuç almak için aşırı yüklenilmesi sonucu spor yaralanmaları ile çok sık karşılaşıldığını belirten Doç. Dr. Safa Gürsoy “Son dönemde en sık görülen yaralanmaların başında; kemikleri birbirine bağlayan doku bantlarının gerilmesi veya yırtıkları, kasların veya tendonların zorlanması veya kopması gelmektedir. Bunların dışında diz, ayak bileği, omuz ve kalça gibi eklemlerde spesifik yaralanmalar, kırıklar ve çıkıklar da sık görülen ortopedi hastalıklar arasında yer alıyor. Bu sorunlarla karşılaşmamak için kişi kendine gerçekçi hedefler koymalı, hedeflerini kısa değil uzun vadeye yaymalıdır.” diyor.

Soğuk havanın risklerini dikkate almamak!

Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı Doç. Dr. Safa Gürsoy, soğuk havanın vücudumuza fazladan yükler bindirdiğine dikkat çekerek şu uyarıda bulunuyor: “Soğuk hava, spor sırasında kaslarımızın daha az etkili çalışmasına neden olarak kasların elastikliğini ve reaksiyon süresini yavaşlatır. Bu nedenle kış aylarında vücudumuz özellikle spor yaparken yaralanmaya daha yatkın hale gelir. Kaslarımız, bağlarımız ve tendonlarımız soğuk havada daha yüksek burkulma, gerilme, çekme ve yırtılma riski altında olur. Bunları önlemek için, kış aylarında spor yaparken çok daha dikkatli olunması gerekir.”

Hamileliğin ilk üç ayında aşı yaptırmak riskli mi?

Hamileliğin ilk üç ayında aşı yaptırmak riskli mi?

Hamilelik, bağışıklık sisteminin zayıfladığı bir dönem olduğu için bulaşıcı hastalıklara karşı hassasiyet artıyor. Anne adaylarının aşılanmaları anne karnındaki fetüsün ve doğumdan sonra yenidoğanın önlenebilir olan enfeksiyonlara karşı bağışıklık kazanmalarında önemli rol oynuyor.

Aşıların temel amacı, anne adaylarının yüksek risk altında oldukları bulaşıcı hastalıklara karşı korunmalarını sağlamak. Aşılama sayesinde aynı zamanda düşük, bebekte gelişme geriliği ve zekâ geriliği gibi ağır tablolar da önlenebiliyor. İdeali, aşıların hamilelik öncesinde tamamlanması olsa da, hamilelik sırasında da aşı uygulamaları yapılıyor. Acıbadem Dr. Şinasi Can (Kadıköy) Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Doç. Dr. Şafak Yılmaz Baran, her aşının kendine özel bir uygulama takvimi olduğunu belirterek, “Canlı aşılar haricinde hamilelikte uygulanabilen tüm aşılar, hamileliğin ilk 3 aylık dönemi de dahi olmak üzere herhangi bir hamilelik haftasında yapılabiliyor. Ancak yine de, hamileliğin ilk 3 ayı organ gelişimi olan dönemi kapsadığı için aşıların mümkünse 3 aydan sonra uygulanması tercih ediliyor” diyor. Hamilelikte standart aşı takvimine göre yapılması gereken aşıların yetersiz dozda ve sürede uygulandıklarında etkinliklerinin azalacağına dikkat çeken Doç. Dr. Şafak Yılmaz Baran, “Örneğin tetanoz aşısında, doğumdan en geç 2 hafta önce aşı dozunun tamamlanmış olması gerekiyor. Yeterli süre sağlanmadıysa tek doz tetanoz aşısı olan anne ve bebek bu hastalık açısından risk altında oluyor.” bilgisini veriyor.

Pause Dergi

Doç. Dr. Şafak Yılmaz Baran

HANGİ AŞI NE ZAMAN YAPILMALI?

Amerikan Obstetrik ve Jinekoloji Derneği (ACOG) tüm hamileler için rutin olarak tetanoz, difteri, boğmaca, hepatit B ve influenza aşılarını öneriyor. Hamilelikte iyi bir güvenlik profiline sahip olan bu aşılar yenidoğana pasif koruma sağlayabiliyor ve düşüğe neden olmuyor. Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Doç. Dr. Şafak Yılmaz Baran, hamilelik döneminde yaptırılması yaşamsal öneme sahip olan aşıları şöyle anlatıyor:

İNFLUENZA

İnfluenza aşısı, hamilelikte önerilen bir diğer önemli aşılardan. Doç. Dr. Şafak Yılmaz Baran, influenza enfeksiyonunun hamilelikte daha ağır seyredebildiği için hepatit B enfeksiyonundan daha farklı bir özellik taşıdığına dikkat çekerek, “Zira influenza annede akciğer ile kalp sorunlarında, hastanede yatışta ve düşükte artışa neden olabiliyor” diyor. Bunların yanı sıra hamilelikte influenza aşısının antikorları plasentadan geçerek bebeği koruyor. Bu sayede influenza aşısı anne adaylarının yanı sıra 6 aydan küçük yenidoğanlarda da koruma sağlıyor.

Ne zaman yapılmalı?

Sağlık Bakanlığı Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü, 14. hamilelik haftasından sonra, influenza mevsimi boyunca, (Eylül-Nisan aylarında) hamilelere influenza aşısını öneriyor.

COVID – 19 AŞISI

Covid-19 pandemisinde yapılan çalışmalarda, anne adaylarında, hamile olmayanlara göre bu enfeksiyonun daha ağır seyrettiği izlenmiş. Çalışmalar sonucunda; inaktif Covid-19 aşı uygulamalarının anne adayları ve yenidoğan için hamileliğin her aşamasında etkin ve güvenli olduğu tespit edilmiş. Bu nedenle anne adaylarına T.C. Sağlık Bakanlığı’nın ve Kadın Doğum Derneklerinin önerisi doğrultusunda Covid-19 aşısı tavsiye ediliyor.

Ne zaman yapılmalı?

Covid – 19 aşısını, hamileliğin ilk 12. hafta sonrasına kadar ertelemenin gerekli olduğuna dair bir kanıt mevcut değil. Bu nedenle aşı hamileliğin her döneminde uygulanabiliyor. Bir doz Covid-19 aşısı orijinal alfa varyantına karşı iyi bir koruma sağlıyor, ancak virüsün delta varyantı ile iyi bir bağışıklık seviyesi sağlamak için iki doz gerekiyor. İkinci doz, ilk dozdan 8 hafta sonra uygulanıyor. Omicron varyantına karşı en iyi korumayı sağlamak için bir doz güçlendirici (üçüncü doz) öneriliyor.

TETANOZ – DİFTERİ AŞISI

Tetanoz enfeksiyonu; hamilelikte yaralanma, ısırık, trafik kazası ve yanık gibi durumlarda veya doğum esnasında bebeğin göbek kordonunun (özellikle evde yapılan doğumlarda) hijyenik olmayan bıçak gibi alet ile kesilmesi ya da pansuman edilmesi sonucu gelişebiliyor. Aşılama sayesinde hem hamilelikte ortaya çıkabilecek tetanoz enfeksiyonunun şiddeti azalıyor, hem de buna bağlı gelişebilecek olan erken doğum ve ölü doğum riski düşüyor. Bunların yanı sıra bebekte gelişebilecek olan nörolojik sorunlar da önlenebiliyor.

Difteri hastalığı da solunum yollarında ölümcül sonuçlara yol açabilen bir hastalık. Difteri toksoid aşısı çocukluk çağından itibaren aşı takviminde tetanoz aşısı ile birlikte uygulanıyor. Yaygın aşılama programı ile de dünya genelinde oldukça az görülmeye başlandı. Ancak çocukluk çağında aşılamayla ömür boyu bağışıklık sağlanamadığı için hamilelik durumunda tetanoz aşısı ile birlikte uygulama tekrarı yapılıyor.

Ne zaman yapılmalı?

Tetanoz- Difteri aşı takvimine göre; aşının ilk dozu hamileliğin 4. ayında veya henüz yapılmadıysa 4. aydan sonra ilk muayenede uygulanıyor. İkinci doz, ilk dozdan en az 4 hafta sonra yapılıyor, bu sayede 1-3 yıl koruma sağlanmış oluyor. Bununla birlikte; 2. dozdan en az 6 ay sonra yapılan 3. doz uygulaması ile 5 yıl ve 3. dozdan en az bir yıl sonra ya da bir sonraki hamilelikte uygulanan aşı ile 10 yıl bağışıklık sağlanıyor. Yine aşı takvimine göre; 4. dozdan en az bir yıl sonra ya da bir sonraki hamilelikte uygulanan aşı ile doğurganlık çağı boyunca koruma sağlanıyor. Daha önce beş tam doz ile aşılanan kadınlarda, son 10 yılda ek doz yapılmamışsa, hamilelikte tercihen 20-36 haftalar arasında tek doz aşılama yeterli oluyor.

Pause Dergi

HEPATİT B AŞISI

Hepatit B aşısı, anne adayının daha önceden bağışıklığı yoksa yapılabiliyor. Hamilelikte geçirilen hepatit B enfeksiyonunun normal popülasyona göre daha ciddi seyretmesi beklenmiyor. Ancak yenidoğana enfeksiyonun aktarılması riski oluyor. Dolayısıyla daha önceden hepatit B enfeksiyonuna bağışıklık kazanmamış olan anne adaylarının hamilelik döneminde aşılanmaları, yenidoğanda ciddi sorunlar oluşturabilen hepatit B virüsünün bulaşma riskini azaltıyor.

Ne zaman yapılmalı?

Hamileliğin 0, 1 ve 6. aylarında uygulanan aşı hem anneyi hem doğumdan sonra bebeği koruyor.

BOĞMACA AŞISI

Boğmaca aşısı çocukluk çağında aşı takviminde yer alıyor, ancak ömür boyu bağışıklık sağlamıyor. Bu nedenle yüksek riskli hasta grubuna (sağlık çalışanları, bağışıklığı baskılanmış kişilerle yaşayan, küçük çocuklarla yaşayan veya çalışan kişiler) ek doz uygulamaları öneriliyor.

Ne zaman yapılmalı?

Hamilelik döneminde 6. aydan sonra, doğacak bebeği korumaya yönelik, boğmaca aşısının uygulanması tavsiye ediliyor. Bu sayede bebeğe erken dönemlerinde pasif koruma imkânı sağlanabiliyor.

Hamilelikte bu aşılara dikkat!

  • Hamilelik döneminde önerilmiyor: Canlı aşıların anne karnında fetüsü enfekte etme riski oluyor. Bu nedenle oral polio, kızamık- kızamıkçık- kabakulak, zona, suçiçeği ve verem aşıları, canlı aşılar oldukları için hamilelikte önerilmiyorlar. Hamilelik döneminde tavsiye edilmeyen diğer bir aşı ise Human Papilloma Virus (HPV) aşısı. HPV aşısıyla ilgili yapılmış çalışmaların az olması nedeniyle, güvenli olduğu kısıtlı çalışmada gösterilmiş olsa da, hamilelik döneminde uygulanması tavsiye edilmiyor.
  • Zorunluluk halinde uygulanıyor: Pnömokok, hepatit A, meningokok, inaktif polio ve hemafilus influenza aşıları; çeşitli risk faktörleri, gereklilik durumları ve yaş faktörüne göre uygulanması önerilen aşılardan. Ancak bu aşıların fetüs açısından güvenilirlikleri net değil. Örneğin pnömokok aşısı ile hemafilus influenza, kronik hastalıklara sahip ve bağışıklık sistemi zayıflamış hastalar gibi yüksek riskli kişilerde zorunluluk halinde uygulanabiliyor.
  • Hamilelik öncesi tamamlanıyor: Anne olmak isteyen kadınlarda kızamık, kabakulak, kızamıkçık ve suçiçeği gibi enfeksiyonlar açısından bağışıklığın olup olmadığı kontrol ediliyor. Bağışıklığı yoksa hamilelik öncesi aşılarının tamamlanması sağlanıyor. Zira, daha önceden bu enfeksiyonlarla karşılaşmamış veya bağışıklığı olmayan anne adaylarında bu hastalıkların gelişmesi halinde hamilelik ve doğacak bebek olumsuz etkilenebiliyor.

Küflü gıda temizlenip, kullanılabilir mi?

Küflü gıda temizlenip, kullanılabilir mi?

Ürünlerin uygun koşullarda ambalajlanmadığı ve depolanmadığı durumda küfler, mayalar ve bakterilerin kolaylıkla gelişerek gıdanın niteliğini bozabildiğini belirten uzmanlar, küflenen gıdanın sert bir yapıya sahipse temizlenerek tüketilebileceğini fakat gıda yumuşak yapıya sahipse mutlaka uygun koşullarda imha edilmesi gerektiğini ifade ediyor. Gıda Mühendisi Selen Akbulut, küflerin yüksek nemli ve oksijenli ortamlarda kolaylıkla gelişebileceklerini vurgulayarak oluşumunun önlenmesi için öncelikle buzdolabı temizliğinin düzenli olarak yapılmasını, saklama kaplarının hijyenine dikkat edilmesini ve artan yiyeceklerin zaman kaybedilmeden tüketilmesini tavsiye ediyor. Akbulut, özel yeşil küflü peynirlerde ise siyah ve kırmızı benekler görülüyorsa kesinlikle tüketilmemesini öneriyor.

Üsküdar Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksek Okulu Gıda Teknolojisi Programı Öğretim Görevlisi Selen Akbulut, küflü gıdalarla ilgili değerlendirmelerde bulundu ve hem küflü gıdaların tüketimi ile ilgili tavsiyelerini paylaştı.

Öğretim Görevlisi Selen Akbulut

Yüzeydeki küf alt tabakadan oluşmaya başlıyor

Küflerin gıda mikrobiyolojisinde özellikle gıdaların bozulmasında çok önemli bir yere sahip olduğunu belirten Gıda Mühendisi Selen Akbulut, “Gıdalar içerdikleri bileşenlerin çeşitliliği ve sahip oldukları su ile mikroorganizmaların gelişimi için bulunmaz bir kaynak niteliğindedir. Bu nedenle özellikle küfler, mayalar ve bakteriler, ürünlerin uygun koşullarda ambalajlanmadığı ve depolanmadığı durumda kolaylıkla gelişerek gıdanın niteliğini bozabilirler. Pek çok tüketici buzdolabında ya da uygun koşullarda depolasalar bile gıdaların yüzeylerinde küflenmeyi görebilirler. Aslında sadece yüzeyde görsek de bu oluşum gıdanın alt tabakalarından üst tarafa ulaşmıştır. Yani bu küf mantarlarının sadece görünen kısmıdır.” dedi.

Küflenen gıda yumuşak yapıdaysa derhal imha edilmeli

Gıda Mühendisi Selen Akbulut, ‘Yüzeyde küflenme gösteren bir gıdanın yüzeyindeki küf temizlenip tekrar kullanılabilir mi?’ sorusunun temel cevabının ise gıdanın niteliğinde saklı olduğunu söyledi ve sözlerine şöyle devam etti:

“Eğer gıda sert bir yapıya sahipse küf mantarları gıdada derinlere doğru ilerleyemez. Bu nedenle küflü kısımların kesilip kullanılmasında herhangi bir sıkıntı bulunmuyor. Aksine gıda israfının önüne geçen bir yaklaşımla gıdalarımızı tekrar değerlendirebiliriz. Ancak gıda yumuşak bir yapıya sahipse bu durumda yüzeydeki küfleri temizlemek maalesef yeterli olmayacaktır. Bu gıda maddelerinin uygun şekilde imha edilmesi gerekiyor. Bu tarz küflü gıdaların tüketilmesi, özellikle ‘mikotoksin’ denilen küfler tarafından oluşturulan toksikolojik oluşumların da vücuda alınmasına sebep oluyor. Bu maddeler vücudumuzda zamanla birikerek başta kanser türleri olmak üzere kronik hastalıkların oluşumunda rol oynuyor. Eğer gıdamız yumuşak bir yapıya sahipse bu durumda küf gıdanın tamamına yayılacağı için ayrıca sadece kendi gelişimi değil diğer gıda patojenlerinin de gelişimine yardımcı bir ortam yaratacağından kesinlikle bu gıdaların tüketimi tüketici sağlığını riske atar. Bu gıdaların güvenli gıda tanımına uygun olmadığını söyleyebiliriz. Bu nedenle bu gıdaların diğer tüketilebilir nitelikli gıdalarda temasını kesip derhal imhası gerçekleştirilmeli.”

İşte küflenmeyi önleyecek tüyolar…

Küfler yapıları gereği yüksek nemli ve oksijenli ortamlarda kolaylıkla çok hızlı gelişebildiklerini ifade eden Gıda Mühendisi Selen Akbulut, “Küfler sporla üreyen canlılar oldukları için bu spor hücreleri kolaylıkla hava yoluyla başka gıdaların üzerine taşınıp onları da bozabilirler. Hatta çoğu zaman gıdalarımızı buzdolabında depoladığımızda güvende olduklarını düşünsek bile küflendiklerine şahit oluruz.” dedi ve gıdaları daha güvenli saklayabilmek için yapılması gerekenleri birkaç madde ile şöyle sıraladı:

  • Buzdolabı iç temizliği düzenli olarak yapılmalı,
  • Gıdaları depoladığımız alanlarda yüksek nem oluşumu engellenmeli,
  • Küf oluşumuna karşı saklama kapları hijyenik olmalı ve ağızları iyi kapatılmalı,
  • Artan yiyecekler çok zaman kaybedilmeden tüketilmeli,
  • Mutfak düzenli şekilde havalandırılmalı.

Siyah ve kırmızı benekler var ise tüketilmemeli

 Peynir çeşitliliği bakımından ülkemizin çok farklı metotlarda üretilen yüzlerce peynir türüne sahip olduğunu hatırlatan Gıda Mühendisi Selen Akbulut, “Peynirler aynı zamanda iyi bir protein ve yağ kaynağıdır. Doğal veya endüstriyel üretim metotlarıyla küflendirilmiş peynirler pek çok ülkede olduğu gibi bizim ülkemizde de tüketiliyor. Dünyada Fransızların ünlü Rokfor Peyniri, İngilizlerin Blue Cheese peyniri, Italyanların Gorgonzola peyniri besleyici küflü peynirlerdir. Ülkemizde de özellikle Erzurum, Sivas, Kars, Ardahan, Erzincan ve Konya küflü peynir üretiminin ve tüketiminin yapıldığı en yaygın yerlerdir. Daha çok küflü lor peynir çeşitleri, göğermiş civil peynirler dediğimiz peynirlerimiz küflendirilerek üretiliyor ve üzerindeki küfü ile tüketiliyor. Öncelikle bu durum için şunu belirtmek gerekiyor. Güvenilir gıda üreticileri tarafından kontrollü olarak üretilmiş bu peynirlerin tüketilmesinde sağlık açısından herhangi bir sakınca bulunmuyor.  Bu gıdaların mikroorganizmalar kullanılarak üretilen yoğurt, ayran, turşu, şalgam, sirke gibi fermante diğer gıdalardan hiçbir farkı olmadığını söyleyebiliriz.” dedi.

Akbulut sözlerine şöyle devam etti: “Bu peynirlerde üretilirken bakteri veya maya hücreleri değil küf mantarları kullanılıyor. Bu küflerin insan sağlığına olumsuz patojenik bir etkisi olmadığı yapılan bilimsel çalışmalarla kanıtlanmıştır. Ancak dikkat edilmesi gereken en önemli özelliklerden birisi şudur; bu peynirlerin üzerinde genellikle yeşil küflenme görürüz. Bu kullanılan Penicillum spp. türü küfün varlığını ifade eder. Bu renk dışında siyah ve kırmızı benekler halinde küf oluşumu görülüyorsa o peynirlerin tüketilmemesi gerekiyor. Bu küfler daha önce de bahsedilen mikotoksin üreticisi küf türleri olabilir. Bu küf türleri insan sağlığı için zararlıdır.”

Küflü peynirler güvenilir satıcıdan temin edilmeli

Ülkemizde ‘küflü peynir’ olarak satılan peynirlerin kendi kültürümüz dahilinde üretilmiş çeşitler olduğunu belirten Üsküdar Üniversitesi Gıda Teknolojisi Programı Öğr. Gör. Selen Akbulut, “Konya (Divle Peyniri), Erzurum (Kerti Peyniri ), Hatay (Pişmiş Sürk Peyniri), Burdur (Küflü çökelek) ve Ardahan (Küflü Peyniri), küflü peynirin farklı isimler aldığı ve tüketildiği kentlerimizin başında geliyor. Bu peynirleri satın alırken tüketicilerin dikkat etmesi gereken temel konu güvenilir satıcılardan teminin gerçekleştirilmesidir. Peynir üretimi yapan üreticiler ise cins ve türü tanımlanmış güvenilir başlatıcı küf mantarlarını kullanmalı ve niteliğine uygun şekilde gıdanın küflendirmesi gerçekleştirilmeli. Özellikle Türkiye’deki köylerimizde üretilen ve doğal yola küflendirilen peynirlerin satın alınması tüketiciler için geri dönüşü olmayan toksik etkilere sahip olabilir. Köylerimizde üretilen peynirlerin pek de hijyenik olmayan ve kontrolsüz şekilde küflendirilmiş peynirlerin zararlı olabileceğine dair yapılmış pek çok bilimsel çalışma mevcut.” diye konuştu.

Bağışıklığımı güçlendireyim derken, şu hataya düşmeyin!     

Bağışıklığımı güçlendireyim derken, şu hataya düşmeyin!

Kış mevsiminin gelmesi ile birlikte bağışıklığı güçlendirecek besinler tüketmek her zamankinden fazla önem taşıyor. Ancak tüketilecek miktara dikkat etmek de önemli. Acıbadem Ataşehir Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Aybala Akkülah “Mevsiminde tüketeceğiniz vitamin ve mineral deposu meyveler bağışıklık sistemini desteklemeye katkıda bulunur. Her gün mutlaka 2-3 porsiyon mevsim meyvesi tüketmek gerekir. 1 porsiyon meyve yaklaşık 150 grama eşit olurken, küçük taneli ve doğranmış meyveler için bu ölçü 1 küçük kase; büyük meyveler için yumruk büyüklüğünde 1 adettir” diyor. Meyvelerin lifinden faydalanmak için mutlaka çiğnenerek tüketilmesi gerektiğini söyleyen Aybala Akkülah “Taze sıkma meyve sularında ise meyve posasından yararlanılamayıp 1 porsiyon ölçüsünden daha fazla meyve kullanıldığı için glisemik indeksi yüksektir. Aynı zamanda taze sıkılmış meyve suları bekletildiğinde birçok vitamin kaybı da gerçekleşir” uyarısında bulunuyor. Peki kış meyvelerinde ideal ölçü ne olmalı? Beslenme ve Diyet Uzmanı Aybala Akkülah, kış meyvelerini tüketirken dikkat edilmesi gerekenleri anlattı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

Pause Dergi

Beslenme ve Diyet Uzmanı Aybala Akkülah

Nar

Vitamin, mineral ve lif içeriği zengin olan nar, bağışıklık sistemini güçlendirmesinden kalbe, sindirimden göz sağlığına dek birçok fayda sağlıyor. Narın faydalarını artırmak için çekirdekleriyle beraber tüketilmesi gerektiğini söyleyen Beslenme ve Diyet Uzmanı Aybala Akkülah şöyle konuşuyor: “Ortalama bir nar 280 gram olup 1 su bardağına denk gelir ve 235 kcal enerji içerir. Şeker oranının yüksek olması nedeni ile diyabet hastalarının bu meyveyi kontrollü bir şekilde yaklaşık 1 çay bardağını aşmadan tüketmeleri gerekir. Ayrıca özellikle kan sulandırıcı bazı ilaçlarla etkileşime girebildiği için dikkatli olunmalıdır. Yüksek riskli gebelikte de ilk üç ayda rahim kasılmalarına yol açabileceğinden doktora danışmak gerekir.”

Ayva

Grip ve soğuk algınlığı gibi mevsimsel hastalıklara karşı bağışıklığı güçlendiren, zengin potasyum içeriğiyle kan basıncını (tansiyonu) düşürmede etkili olan ayva tam bir vitamin ve mineral deposu. Beslenme ve Diyet Uzmanı Aybala Akkülah, 1 porsiyon ayvanın günlük C vitamini ihtiyacının yaklaşık yüzde 25’ini karşıladığını belirterek “Ancak ayvanın büyüklüğüne dikkat etmek gerekir. 1 porsiyon ayva, büyük boy bir ayvanın yaklaşık yarısı kadardır. 100 gram ayva yaklaşık olarak 52-55 kcal enerji, 1,7 gram posa içerir. Glisemik indeksi düşük olduğundan kan şekerini çok hızlı yükseltmez. Bu nedenle insülin direnci ve diyabeti olanlar ile zayıflama diyeti yapanların rahatlıkla tüketebileceği bir meyvedir” diyor.

Kivi

100 gram kivinin günlük C vitamini ihtiyacının yaklaşık yüzde 80’ini karşıladığını biliyor muydunuz? Acıbadem Ataşehir Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Aybala Akkülah, C vitamininin yanı sıra zengin lifi ve antioksidan içeriği ile öne çıkan kivinin, hücreleri koruduğunu belirterek “Kivi hem çözünmez hem de çözünür lif içeriğine sahiptir. Çözünmeyen lif bağırsak hareketlerini düzenlemeye, çözünür lif ise kan şekerinin düzenlenmesine ve kalp sağlığına fayda sağlar” diyor. Buna karşın kivinin birçok alerjen içermesi nedeniyle, özellikle çocuklarda alerjik reaksiyonlara yol açabildiğini söyleyen Aybala Akkülah, yüksek potasyum nedeniyle böbrek hastalarının da dikkatli tüketmesi gerektiğine dikkat çekiyor.

Mandalina

Kış aylarının zengin C vitamini içeriğiyle vazgeçilmezi olan mandalina, kalsiyum, magnezyum, çinko, potasyum gibi insan sağlığı için önemli olan mineralleri de bünyesinde barındırıyor. Bağışıklığı güçlendiren, eklem ve göz sağlığını destekleyen mandalina, kalpten kansere, gözden cilt sağlığına dek birçok fayda sağlıyor. Beslenme ve Diyet Uzmanı Aybala Akkülah, 150 gram mandalinanın 75 kcal enerji ve 3 gram lif içerdiğini, lifli yapısı sayesinde bağırsak sağlığının iyileşmesine katkıda bulunduğunu belirterek “Asit içeriği ise mide rahatsızlığı olanlarda mideyi rahatsız edebilirken, çekirdeklerinin tüketilmesi apandisitte sorunlara yol açabilir. Bu nedenle tüketiminde aşırıya kaçmamak gerekir” diyor.

Pause Dergi

Elma

Kış mevsiminin öne çıkan meyvelerinden elmanın; içerdiği vitaminler, mineraller ve zengin lif yapısıyla tam bir sağlık deposu olduğunu, kalpten astıma, diyabetin önlenmesinden kilo yönetimine dek birçok faydası bulunduğunu vurgulayan Beslenme ve Diyet Uzmanı Aybala Akkülah şöyle konuşuyor: “Elma diyabetin önlenmesi için önemli olan insülin duyarlılığını artırmaya yardımcı olurken, içerdiği çözünür lif olan pektin sayesinde yağın bağırsaklardan geri emilimini azaltarak kötü kolesterolü düşürmeye de katkı sağlar. Bir porsiyona denk gelen 1 küçük boy elma yaklaşık 100 gramdır ve 52 kcal enerji içerir. Elmanın faydalarından ve lif içeriğinden en iyi şekilde yararlanmak için suyu sıkılarak değil, çiğnenerek tüketilmelidir.”

Greyfurt

Ekşi ve acımsı tadı nedeniyle mandalina ve portakal kadar tercih edilmese de diğer turunçgiller gibi C vitamini deposu ve iyi bir lif kaynağı olan greyfurt, tokluk süresini uzatmaya, kötü huylu kolesterolü düşürmeye ve antioksidan içeriğiyle kanser gibi hastalıkları önlemeye yardımcı oluyor. Beslenme ve Diyet Uzmanı Aybala Akkülah, 1 orta boy greyfurtun, günlük C vitamini ihtiyacının yüzde 50’sini karşıladığını belirterek “Buna karşın greyfurt suyu içmek, posa içeriğini azaltır ve kan şekerini daha hızlı yükseltir. Asitli yapısıyla mide şikayetlerini artırabildiği, ayrıca yüksek besin-ilaç etkileşimine yol açabildiği için kolesterol, kan sulandırıcı, antidepresan gibi ilaç gruplarını kullananlar da dikkatli tüketmelidir” diyor.

Portakal

Beslenme ve Diyet Uzmanı Aybala Akkülah, zengin C vitamini içeriğiyle vücut direncini artıran portakalın; kalp ve damar sağlığını korumaya, tansiyonu düzenlemeye, iltihabı önlemeye, kansızlığa karşı demirin emilimini kolaylaştırmaya, gözleri kuvvetlendirmeye ve kolajen üretimine yardım ederek cildi korumaya dek bir çok fayda sağladığını vurguluyor. Yaklaşık 130 gram 1 orta boy portakal 1 porsiyona denk gelirken, 200 ml’lik bir bardak portakal suyunun, 1 adet portakalın yaklaşık iki katı kaloriye ve iki katı şeker içeriğine sahip olduğunu belirten Aybala Akkülah “Portakal suyunun lif içeriği de çok düşük olduğundan dilimleyerek yenilmelidir. Asit içeriğinden dolayı reflü hastaları dikkatli tüketmelidir” uyarısında bulunuyor.

Sünnet için ideal zaman yarıyıl tatili!

Sünnet İçin İdeal Zaman Yarıyıl Tatili!

“Sünnetsiz erkek çocuklarında, sünnetli olanlara göre 10 kat daha fazla idrar yolu enfeksiyonu görülmektedir” diyen İstanbul Okan Üniversitesi Hastanesi Üroloji Uzmanı Dr. Öğr. Üyesi Ali Yıldız, sünnet ile alakalı en çok merak edilenleri açıkladı.

Sünnet; tıbben yapılması her zaman zorunlu olmasa da, başta idrar yolu enfeksiyonunu azaltmasıyla birlikte birçok faydası olan cerrahi bir işlemdir. Sünnetsiz erkek çocuklarında, sünnetli olanlara göre 10 kat daha fazla idrar yolu enfeksiyonu görülmektedir. Sosyal olarak yarıyıl tatilleri çocuklar için uygun bir sünnet dönemidir, havaların soğukluğundan dolayı ev dışında etkinlik kısıtlıdır. Çocuk daha uygun koşullarda, evinde dinlenerek rahat bir sünnet sonrası dönem geçirecektir. Sünnet sonrasında ilk hafta aşırı hareketlilikten kaçınmak da faydalı olacaktır.

İstanbul Okan Üniversitesi Hastanesi Üroloji Uzmanı Dr. Öğr. Üyesi Ali Yıldız

Dr. Ali Yıldız

Sünnet ne zaman yapılmalıdır?

Sünnetin faydaları üzerine sayısız çalışma olmasına rağmen, zamanlaması için verilmiş kesin bir karar hala yoktur. Çocuk psikolojisi uzmanları 3-6 yaş arası yapılmasının sakıncalı olduğunu söyleseler de bu fikir hala bilimsel olarak kanıtlanmamıştır. Yenidoğan döneminden itibaren sünnet, alanında uzman kişilerce kapsamlı hastanelerde güvenle yapılabilmektedir.

Yarıyıl tatili sünnet için uygun zaman mıdır?

Sünnet sonrası ilk 24 saat çok önemlidir ve ilk hafta aşırı hareketlilikten kaçınılması gerekmektedir. Bu mevsimde, havalar soğuk olduğu için çocuklar için evde istirahat etmek daha kolay olmaktadır. Yazın dışarıda bisiklet binmek, parkta oynamak gibi yapılan aktiviteler bu dönemde yapılamadığı için sünnet sonrası dönem daha rahat geçmektedir. Aynı şekilde; çocukların okuldan ve derslerinden uzak kalmamaları açısından, yarıyıl tatili sünnet için daha uygun olmaktadır.

Sünnet kim tarafından ve nasıl yapılmalıdır?

Sünnet basit bir işlem gibi görünse de ciddi komplikasyonları olabilen önemli bir cerrahi işlemdir. Bu sebeple üroloji veya çocuk cerrahi uzmanları tarafından ameliyathane şartlarında lokal veya genel anesteziyle yapılabilmektedir.

Sünnet öncesi muayene gerekli midir?

Sünnet sırasında veya sonrasında yaşanabilecek sıkıntıları önlemek için, çocuğun işlem öncesi sünneti yapacak hekim tarafından muayene edilmesi çok önemlidir. Halk arasında peygamber sünneti olarak bilinen “hipospadias” varlığı durumunda, sünnet kesinlikle yapılmamalıdır. Ailede veya kendisinde kanama rahatsızlığı öyküsü bulunan çocuklara mutlaka, öncesinde kan testleri yapılmalıdır. Yine çocuğun ek rahatsızlıkları ile ilgili doktor mutlaka bilgilendirilmelidir.

Sünnet sonrası bakım nasıl olmalıdır?

Sünnet sonrası ilk 24 saat, ağrı kesici kullanımı gerekebilmektedir. 3 gün boyunca doktor tarafından verilen krem, dikiş yerlerine sürülmelidir. Çocuklar sünnet sonrası birkaç gün içinde, duşa girebilirler. Cerrahi olarak iyileşme 3 gün içerisinde olsa da, görüntü olarak iyileşme 3 haftayı bulur.