Yazılar

Uyku esnasında kilo verebilirsiniz!

Uyku esnasında kilo verebilirsiniz!

Kilo vermek ve ideal kiloda kalmak sağlıklı bir yaşamın ilk basamağını oluşturuyor. İdeal kiloyu korumak kadar hareketli bir yaşam da pek çok ciddi hastalığın oluşmasını engelliyor. Günlük hayatta uygulanacak çok basit ve etkili yöntemler kilo vermede başarılı sonuçlar alınmasını sağlayabiliyor. Etkili yöntemlerle desteklenecek birkaç önemli ipucu ise sağlıklı bir yaşamın kapılarını aralayabiliyor. Memorial Dicle Hastanesi Beslenme ve Diyet Bölümü’nden Dyt. Şilan Alyamaç, uyku esnasında kilo vermeyi sağlayan 12 etkili yöntem hakkında bilgi paylaştı.

Dyt. Şilan Alyamaç

Dyt. Şilan Alyamaç

Uyku halinde kilo verilebilir

Uyku halinde yağ yakımı mümkün olmaktadır. Yağ yakımının gerçekleşip gerçekleşmediğini anlamak için uyumadan önce ve uykudan sonra tartılarak durumu değerlendirip anlamak mümkündür. Bu tartılma yönteminde daha hassas bir terazinin kullanılması düşük kiloya sahip bireyler için işi kolaylaştıracaktır. Uyku 4 farklı evresinin mevcut olmasıyla birlikte yağ yakımının en yüksek gerçekleştiği evre delta dalgasıdır. Delta evresinde gerçekleşen growth hormonunun yoğun salınımı uyku halinde ki yağ yakımının ne büyük destekçisidir. Vücudun yağ yakabilmesi için 12 saat aç kalması gerekmektedir. Gerek diyet psikolojisinde gerekse aralıklı oruçla bütünleştirerek 16-8 beslenme metoduyla başlamanın ideal göründüğü bu beslenme yöntemiyle birlikte diyet yaparken tokluk hissinin oluşmasına gerek duyulması da bir diğer açıklamasıdır.

Uyku halinde yağ yakımı nasıl sağlanır?

Uyku süresi ve kalitesini artırmaya özen gösterilmesi gerekmektedir. Karanlık bir ortamda uyumak oldukça önemlidir. Karanlık alanda uyumanız melatonin hormonu salınımını artırmakla birlikte growth hormonunu da destekleyecektir. Cep telefonu veya bilgisayar başında yani mavi ışığa maruz kalarak uyunmamalıdır. Bunun yerine kitap okuyarak uykuya geçiş tercih edilebilir. 23:00’dan önce uyumaya özen gösterilmelidir. Biyolojik saatin çalışma şekli; 90 dk’lık ilk dalgayı kaçırılırsa bir sonraki uygu dalgasını beklenilmesi gerekecektir. Yani gece yarısından sonrasını beklemek zorunda kalabilirsiniz. Uyku problemi varsa B1 grubu vitamin takviyesinden faydalanılabilir. Özellikle bel ve sırt ağrıları çeken kişilerin D3 desteği alması uygundur. Sürekli uyanmalar kortizol seviyesinin yüksek olduğunu gösterir. Bu tarz devamlı uyanma durumlarına da çözüm getirebilmek için çinko desteği alınabilir. Memorial Dicle Hastanesi

  1. Nefesinize odaklanın, iyi bir nefes derin bir uyku demektir.
  2. Uykunun en büyük düşmanlarından biri strestir. Dışarı çıkın, doğayla iç içe kalın, fiziksel anlamda iş yapın ve vücut yorgunluğuna sebep olacak eylemlerde bulunun.
  3. Eğer sık idrar durumu yaşıyorsanız uykunuzda ketojenik veya aralıklı oruç gibi özel beslenme metotlarını kullanabilirsiniz. Gece geç saatlerde beslenmeyi ve atıştırmalıkları hemen bırakın.
  4. 19:00’dan sonra beslenmeme alışkanlığı kazanın.
  5. Egzersiz yapın. Yoğun, kısa süreli, bol dinlenmeli, aşırı olmayan egzersizlere başvurun.
  6. Geceleri protein, karbonhidrat ve şekerli bir besin tüketmeyin.
  7. Bir kronik rahatsızlığınız yoksa antrenmanlarınızdan önce ve sonra beslenmemeye özen gösterin. 3 saat önce ve sonra beslenmeyi durdurun.
  8. Organik ve temiz beslenmeye özen gösterin.
  9. Bir vitamin takviyesi alıyorsanız ve gün içerisinde egzersiz yapıyorsanız uykudan 4 saat öncesinde almış olun.
  10. Niasin ve arginin growth hormonunu daha kaliteli etkileyebilir ve daha fazla kilo vermeye yardımcı olabilir.
  11. Aralıklı orucu uykuyla birleştirmek uykuda yağ yakımını iyice destekler.
  12. Alkol tüketiyorsanız bırakın. İçilen alkol vücudun REM frekansına geçmesine engel olur.

Yağ yakımı kolaylaşıyor

Vücut yağı adipoz dokuda trigliseritler olarak depolanır. Bu moleküler form enerji mekanizması için hızla kullanılmaya uygun değildir. Enerji ihtiyacı duyan hücreler kan akışında bulunan bu bileşikleri alıp yakıt olarak kullanır ve CO² ve suya dönüştürür. Bu sayede bir bölgede yoğunlaşmış yağlanmayı sadece o noktaya odaklanarak azaltamayacağı bilgisini açıklar.  Yani karın kası egzersizi tek başına karın bölgesindeki yağlanmayı yakmanızda yeterli değildir. En iyi yağ yakımı hangi saatlerde olur sorusunun cevabı net bir cevap yerine şu şekilde belirtilebilir; 19:00 sularında beslenmenin durdurulduğu günlük rutinle birlikte verimli uyku sonrası güne başlayan bireyin uyanışın hemen ardından beslenmeyi tercih etmek yerine kalorisi olmayan sıvı ile açlık süresini uzatması durumunda günün ilk saatlerinde en iyi yağ yakım kombinasyonunu sağlamış olur.

HIV Kadınlara bulaşma riski erkeklere oranla daha yüksek

HIV Kadınlara bulaşma riski erkeklere oranla daha yüksek
“Tedaviye erken başlamak ve düzenli olarak kullanmak, hastalığın ilerlemesini kontrol altına alırken bir yandan da bulaşma riskini azaltır.  Tedavi cinsel yolla bulaşın önlenmesinde %99, damardan ilaç kullanımı ile bulaşın önlenmesinde %74 etkilidir.” diyen Enfeksiyon Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. G. Dilek Arman; “HIV enfeksiyonu ile AIDS arasındaki fark nedir?” sorusunu cevaplarken, “Tek bir cinsel ilişkinin bile bulaşma ile sonuçlanabileceği akılda tutulmalıdır.” diye de ekledi.

Prof. Dr. G. Dilek Arman

Prof. Dr. G. Dilek Arman

HIV enfeksiyonu ile AIDS arasındaki fark nedir?
HIV enfeksiyonu, İnsan Bağışıklık Yetmezlik Virüsü’nün vücuda girmesiyle oluşan bir durumdur. Başlangıçta solunum yolu enfeksiyonu gibi bazen lenf bezlerinin şişmesi şeklinde kendini gösterir. Bazen de belirtiler 2-4 hafta içinde geriler ve sessiz yani belirtisiz uzun bir dönem şeklinde seyreder. Ancak bu süre zarfında da virüs yavaş da olsa vücutta çoğalmaya ve savunma hücrelerini azaltmaya devam eder.

AIDS ise bağışıklık sisteminin ciddi şekilde zayıflamasına ve belirli enfeksiyonlara veya kanserlere karşı direncin azalmasına neden olan ileri bir aşamadır. Tedavi edilmeyen HIV enfeksiyonu 7-15 yıl içinde AIDS’e dönüşür, ancak erken teşhis ve tedavi ile HIV’in ilerlemesi önlenebilir.

HIV nasıl bulaşır?
HIV, vücut sıvıları aracılığıyla bulaşır. En yaygın bulaşma yolları şunlardır:

  • Cinsel yolla: Virüsü taşıyan bir partner ile korunmasız cinsel ilişki sırasında bulaşma tüm dünyada en yaygın bulaşma şeklidir. Kadına bulaşma erkeğe göre, homoseksüel ilişki ile bulaş heteroseksüel ilişkiye göre daha yüksektir. Tek bir cinsel ilişkinin bile bulaşma ile sonuçlanabileceği akılda tutulmalıdır.
  • Kan yoluyla: Virüs içeren kan nakli veya damar içi madde kullanımında olduğu gibi paylaşılan iğneler ile ulaşabilir.
  • Anneden bebeğe bulaş: Tedavi almayan anneden bebeğe geçiş doğum sırasında %10-30 oranında söz konusudur. Ayrıca emzirme sırasında da bebeğe bulaşma olabilmektedir

HIV; tükürük, ter veya hava yoluyla yayılmaz. Günlük sosyal ilişkiler ile tokalaşma, kucaklaşma ve öpüşme ile bulaşmaz. Bu nedenle virüsü taşıyan bireylerin toplumdan soyutlanması gerekmez.

HIV enfeksiyonu riskini arttıran durumlar nelerdir?

  • Çok eşlilik ve korunmasız cinsel ilişki: Özellikle yeni veya bilinmeyen bir partnerle korunmasız cinsel temas, yalnız HIV enfeksiyonu değil hepatit B, frengi, bel soğukluğu gibi pek çok cinsel yolla bulaşan hastalık için risk oluşturur.
  • Diğer cinsel yolla bulaşan enfeksiyonlar: Özellikle cinsel yolla bulaşan diğer enfeksiyonların varlığı, HIV enfeksiyonu riskini 3-5 kat arttırır.
  • Madde bağımlılığı ve ortak enjektör kullanımı: Hangi yolla olursa olsun uyuşturucu madde bağımlılığı cinsel kontrolü ortadan kaldıracağı ve çok eşlilik ve korunmasız cinsel ilişki olasılığını arttıracağı için risk oluşturur. Damardan madde bağımlılığı ise yine yalnız HIV değil kan yolu ile bulaşan hepatit C ve hepatit B gibi enfeksiyonlar için de risk oluşturur.
  • Kan transfüzyonu veya organ nakli: 1980’li yıllarda kan veya organ nakli yoluyla HIV bulaşı sık rastlanan bir durum ise de geliştirilen ileri testler ve bunların yaygın kullanımı ile bu yolla bulaş çok azaltılmıştır. Örneğin nakil için kan temini sağlayan Kızılay tarafından bulaştıktan sonra 5. gün gibi kısa sürede teşhise olanak sağlayan HIV virüsü RNA’sı bakılarak ürün hazırlanmaktadır. Böylece tanı konulamayan olgularda, bu yolla bulaşın önüne geçilmektedir.

HIV/AIDS ölümcül müdür?
Günümüzde HIV enfeksiyonu DSÖ’nün ölümcül listesinden çıkmış; yaşam boyu eşlik eden hastalıklar olarak tanımlanmıştır

Tedavi edilmeyen olgular 7-15 yıl gibi bir süre sonunda AIDS gelişerek ikincil enfeksiyonlar veya kanserler nedeni ile yaşamlarını kaybederken; günümüzde mevcut gelişmiş ve tek tablete sığdırılmış çoklu ilaç tedavileri sayesinde yaşamı kısaltmayan enfeksiyon haline gelmiştir.

HIV ile infekte bireyler günümüzde ve giderek daha fazla oranda HIV dışı nedenlerle yaşamlarını kaybetmektedirler.

Prof. Dr. G. Dilek Arman

HIV/AIDS’den kurtulmak mümkün müdür?Maalesef, şu ana kadar HIV enfeksiyonunu tamamen ortadan kaldıran bir tedavi veya yöntem bulunmamaktadır. Ancak, antiretroviral tedavi (ART) adı verilen ilaçlar, HIV’in çoğalmasını kontrol altına almakta ve bağışıklık sisteminin zayıflamasının önüne geçmektedir.  Bu tedavi, virüs yükünü azaltarak hastalığın ilerlemesini yavaşlatırken bireyin yaşam kalitesini de arttırır.

Tedaviye erken başlamak ve düzenli olarak kullanmak, hastalığın ilerlemesini kontrol altına alırken bir yandan da bulaşma riskini azaltır.  Tedavi cinsel yolla bulaşın önlenmesinde %99, damardan ilaç kullanımı ile bulaşın önlenmesinde %74 etkilidir.

Dünyada başka hastalıklar için yapılan kemik iliği/kök hücre transplantasyonu sonrası vücudu virüsten tamamen temizlenmiş 5 olgu (Berlin, Londra, New York, California ve Düsseldorf olguları) söz konusu ise de yöntemin riskleri nedeni ile bir tedavi yöntemi olarak benimsenmemiştir.

Düzenli sağlık kontrolü ve test: Cinsel yaşam başlangıcı ile birlikte en az yılda bir kez jinekolojik-ürolojik muayene ve cinsel yolla bulaşan hastalıklar açısından kontrol gereklidir.

Düzenli tedavi: Enfekte kişiye düşen sadece tedavisini çoğu zaman günde 1 tablet olmak üzere düzenli almak ve böylece kandaki virüs yükünü saptanamayacak düzeye düşürerek bulaştırıcılığı ortadan kaldırmak.

Ayrımcılığa hayır: Kişilerin toplumda damgalanacağı ve ayrımcılığa maruz kalacağı endişesi taşımadan özgürce test yaptırabilecekleri ve böylece etkin tedaviyi uygulayabilecekleri koşulları sağlayabilmeliyiz. Böylece bulaştırıcılığın azaltılmasına destek olabiliriz.

İyi bir kahvaltı zihni güçlendiriyor

İyi bir kahvaltı zihni güçlendiriyor

Güne kahvaltıyla başlamak büyüyen vücut ve beyin için en gerekli şey. Özellikle beyin, glukoza yani şekere gereksinim duyuyor. Dengeli ve düzenli beslenme olmadığı zaman beyin de diğer sistemler gibi yeteri kadar verimli çalışamıyor. Özellikle çocuklarda, yeni şeyleri anlamakta zorlanmaya, odaklanma sorunlarına ve hatırlamayı sağlayan bellek kapasitesinde azalmaya yol açıyor. Liv Hospital Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Osman Karlı çocuklarda kahvaltının önemini anlattı.

Dr. Osman Karlı

Dr. Osman Karlı

Her sabah dengeli bir kahvaltı şart

Yeterli ve dengeli beslenme için dört temel besin grubundan her gün her öğünde tüketilmelidir. Bu dört temel besin grubu; süt ve ürünleri grubu, et -yumurta – kuru baklagiller grubu, sebze ve meyve grubu, ekmek ve tahıllar grubu olarak belirlenmiştir. Günün ilk öğünü olması sebebiyle kahvaltıyı yeterli ve dengeli bir şekilde yapmak oldukça önem taşır. Uluslararası dergilerde, kahvaltı yapan ve yapmayan çocukları kıyaslayan çok miktarda çalışma yayınlanmıştır. Kahvaltı yapan çocukların, yapmayan çocuklara göre hem bilişsel ve okul performanslarının daha iyi olduğu hem de dengeli bir şekilde kahvaltı yapan çocukların uzun dönemde obezite riskinin daha düşük olduğu belirtilmektedir.

Ne tür bir kahvaltı yapılmalı?

Kahvaltıda glisemik indeksi yüksek yani kan şekerini hızla yükselten-düşüren karbonhidrat ağırlıklı beslenmek yerine, proteinden zengin süt, yumurta, peynir; bağışıklığı güçlendiren vitamin, mineralden ve liflerden zengin taze sebze-meyve; günlük enerji ihtiyacının sağlamak amacıyla da tahıllı ekmek, yulaf, kinoa gibi besinler tüketilmelidir. Bu şekilde beslenme kan şekerinin daha dengeli bir şekilde kalmasını sağlamaktadır. Kahvaltı yapmayan çocukların derslerdeki konsantrasyonlarının ve algılamalarının düşük, dikkat sürelerinin kısa olduğu, öğrenmede güçlük çektikleri, teneffüs aralarında sağlıksız atıştırmalıkları daha çok tükettiği ve sağlıksız beslenme sonrasında kan şekerindeki hızlı değişlikler nedeniyle derslerde halsizlik ve uyuma isteği oluşabildiği bilinmektedir.

Dr. Osman Karlı

Kahvaltı sadece beslenme değildir

  • Ailedeki herkesin birlikte kahvaltıya oturması iletişimi güçlendirir.
  • Kahvaltıya yeterli zaman ayırabilmek için erken kalkmayı, yeterli uyku süresine ulaşmak için geç yatmamayı, 24 saatlik vücut döngüsünün daha düzenli olmasını sağlar, çocukların öz disiplininin gelişmesine katkı sağlar.
  • İleri yaşlarda obezite ve bunun getirdiği diğer sağlık problemlerinin önlenmesi açısından önemlidir.
  • Sağlıklı beslenen ve düzenli kahvaltı yapan çocuklar daha enerjik ve zinde olur.

Orta kulak enfeksiyonu kış mevsiminde çocuklarda sık görülüyor!

Orta kulak enfeksiyonu kış mevsiminde çocuklarda sık görülüyor!

Kış mevsiminde havaların soğumasıyla birlikte artan enfeksiyon hastalıkları çocuklarda kulak ağrısının en yaygın nedeni olan ve tıp dilinde ‘otitis media’ olarak adlandırılan orta kulak enfeksiyonunu tetikleyebiliyor. Hemen her yaş grubunda görülse de bu enfeksiyon en sık 3 ay ile 3 yaş arasındaki çocuklarda ortaya çıkıyor. Öyle ki 3 yaşındaki çocukların yüzde 50-85’i en az bir kez orta kulak enfeksiyonu geçirmiş oluyor. Bu yaş grubundaki çocuklarda daha yaygın görülmesinin nedeni ise östaki borusunun kısa ve yatay olması, tam gelişmemiş bağışıklık sistemi ile alerji oluyor. Çoğunlukla bakteri kaynaklı gelişen orta kulak enfeksiyonu çocuklarda kendiliğinden geçebileceği gibi kötü bir seyir de izleyerek şiddetli ağrılara ve ciddi tablolara neden olabiliyor. Acıbadem Altunizade Hastanesi Kulak Burun ve Boğaz Hastalıkları Uzmanı Dr. Berna Yayla Özker, çocuklarda orta kulak enfeksiyonlarında tedaviye mutlaka erken dönemde başlanması gerektiğine dikkat çekerek, “Zira enfeksiyon ilerlerse yol açtığı şiddetli kulak ağrısının yanı sıra kulak zarının delinmesi, işitme kaybı ile menenjite neden olabiliyor. Dolayısıyla çocuklarda kulak ağrısı, ateş, genel durum bozukluğu, kulak akıntısı gözlendiğinde hekime başvurmak çok önemlidir” diyor.

Dr. Berna Yayla Özker

Dr. Berna Yayla Özker

Kulağını sık sık çekiyorsa, dikkat!

Kulak zarının arkasında yer alan ve içinde seslerin duyulmasını sağlayan küçük kemiklerin titreştiği orta kulakta gelişen enfeksiyon, orta kulak enfeksiyonu olarak adlandırılıyor. Çocuklarda orta kulak enfeksiyonu genellikle soğuk algınlığı ve grip gibi üst solunum yolu enfeksiyonlarının ardından aniden başlayan kulak ağrısıyla kendini belli ediyor. Ayrıca hastalığın şiddetine göre; yüksek ateş, kulaktan ses gelmesi, kulakta tıkanıklık veya akıntı, kulakla sık sık oynama veya kulağı çekme, işitme azlığı, huzursuzluk, sürekli ağlama, dengesizlik, iştahsızlık ile uykuya dalmakta güçlük çekme gibi belirtiler gelişebiliyor.

Pek çok etken neden olabiliyor!

Orta kulak enfeksiyonu pek çok farklı nedenden dolayı gelişebiliyor. Kış aylarında en sık görülen nedenin üst solunum yolları enfeksiyonu olduğunu belirten Dr. Berna Yayla Özker, enfeksiyonu tetikleyen etkenleri de şöyle sıralıyor: “Alerji, anne sütüyle beslenmeme, genetik yatkınlık, geniz eti büyümesi, reflü, emzik kullanma, biberon ile beslenme ve sigara dumanı maruziyeti enfeksiyonu tetikleyen faktörlerdir.”

Kulağına asla soğan suyu damlatmayın!

Dr. Berna Yayla Özker, ebeveynlerin kulak ağrısında hekime başvuruncaya dek ağrı kesici şurup ya da ağrı kesici etkisi olan kulak damlaları kullanabileceklerini belirtiyor. Ancak toplumdaki yaygın inanışın aksine, kulağa soğan suyu veya zeytinyağı damlatılmasının kulak ağrısında fayda sağlamadığı uyarısında bulunan Dr. Berna Yayla Özker, “Soğan suyu, sirke ya da zeytinyağı gibi yabancı maddelerin damlatılmaları yararlı olmadığı gibi dış kulak yolunda ve kulak zarında tahribata yol açabiliyor. Özellikle kulak zarı tahribatı ile orta kulak ve iç kulağa ulaşan bu maddeler işitme kaybı ve denge kaybına neden olabiliyor. Dolayısıyla kulağa damlatılmalarını asla önermiyoruz“ diyor.Acıbadem Altunizade Hastanesi

Antibiyotik tedavisi gerekebiliyor

Çocuklarda gelişen orta kulak enfeksiyonu genellikle hafif seyrediyor ve tedaviye gerek kalmadan kendiliğinden geçiyor. Ancak yüksek ateş varsa veya belirtiler şiddetleniyorsa zaman kaybetmeden tedaviye başvurmak önem taşıyor. Dr. Berna Yayla Özker, orta kulak enfeksiyonunda, 6 aya kadar olan bebeklerde bağışıklık sistemi tam gelişmediği, aşılar tam tamamlanmadığı ve kafa kemikleri tam birleşmediği için enfeksiyonun beyine yayılma riski nedeniyle antibiyotik tedavisinin önerildiğine işaret ederek şöyle devam ediyor: “Ancak 6 ay ile 2 yaş arasındaki çocuklarda kesin tanı konulmamışsa veya ciddi bulgular yoksa, 2 yaşından büyük çocuklarda da kesin tanı olsa bile bulgular şiddetli değilse, antibiyotik tedavisi için bekliyoruz. Tüm yaş gruplarında 3 günü geçen kulak ağrısı, ateş, genel durum bozukluğunda ise antibiyotik tedavisi öneriyoruz”

Enfeksiyon sık tekrarlıyorsa, dikkat!

Kulak Burun ve Boğaz Hastalıkları Uzmanı Dr. Berna Yayla Özker, çocuklarda orta kulak enfeksiyonu sık tekrarlıyorsa altta yatan etkenin mutlaka tespit edilmesi gerektiğine dikkat çekiyor. “Sık tekrarlayan enfeksiyonun nedeni, geniz eti büyümesi veya orta kulak ile burun boşluğu arasında bağlantı sağlayan östaki tüpünün yetersiz çalışması olabiliyor” diyen Dr. Berna Yayla Özker, bu tablolarda geniz eti ameliyatı ve kulaklara tüp uygulaması yöntemlerine başvurulduğunu belirtiyor.

Ellerinizi sık sık yıkayın

Çocuklarda orta kulak enfeksiyonunu önlemek için hijyen kurallarına uyulması büyük öneme sahip. Bu nedenle hem çocukların hem de çocuklar ile temas eden kişilerin ellerinin sık sık yıkanması gerekiyor. Ayrıca çocuğun sigara dumanına maruziyetinin önlenmesi, hasta kişilerden uzak tutulması, pnömokok aşısının yaptırılması ve bebekleri biberon ile oturur pozisyonda beslemek orta kulak enfeksiyonu riskini azaltan diğer etkenler arasında yer alıyor

Brasserie Martı ve Brasserie Mistral kış sezonunu açtı

Brasserie Martı ve Brasserie Mistral kış sezonunu açtı

Marmaris lezzet durakları Brasserie Martı ve Brasserie Mistral kış sezonu için kapılarını açtı.

Marmaris’te Martı Resort ve Martı Hemithea Otellerinin bünyesinde hizmet veren Brasserie Martı ve Brasserie Mistral, farklı damak tatlarına yönelik özel menüleri ile misafirlerine eşsiz bir lezzet deneyimi yaşatıyor.

Her iki restoran; profesyonel şeflerin hazırladığı kışa özel menülerinde Türk ve dünya mutfağının en özel tatlarını büyüleyici bir manzara, canlı müzik ve sımsıcak bir ambiyans eşliğinde sunuyor.

Marmaris lezzet durakları Brasserie Martı, Brasserie Mistral

Brasserie Martı; Pazar günleri brunch ile eşsiz lezzetlerin, canlı müziğin ve eğlencenin tadına varın. Brasserie Martı’da Türk ve dünya mutfaklarının en iyi örneklerini tadabilir, sımsıcak ambiyansında canlı müzik eşliğinde eşsiz lezzetleri deneyimleyebilirsiniz.

Marmaris lezzet durakları Brasserie Martı, Brasserie Mistral

Brasserie Mistral; Hem şömine başında hem de gün batımında yemek keyfi Martı Marina & Yacht Club’ın içindeki Martı Hemithea Hotel’in bünyesinde marina, otel ve dışarıdan gelen misafirlere hizmet veriyor.

Asya lezzetlerinin yanı sıra uluslararası mutfaklardan da farklı tatlarla öne çıkıyor.

Marmaris lezzet durakları Brasserie Martı, Brasserie Mistral

Siz de sunduğu lezzetlerle bölgenin en özel restoranlarının başında gelen Brasserie Mistral’de, canlı müzik eşliğinde dünya mutfaklarının en seçkin lezzetlerini bir arada tadabilir, farklı lezzetleri deneyimleyebilirsiniz. Pazar günlerinde ise, zengin brunch menüsü ile misafirlerini ağırlıyor

Divan’dan kış lezzetleri

Divan 4 Mevsim Divan’ın kış menüsü 4 Aralık itibarıyla servise sunacak.

Divan Grubu restoranları, 4 Mevsim Divan projesi kapsamında misafirlerine yılın her dönemine özel hazırlanan menüler sunuyor.

Mevsim döngüleri ve ürünlerinin başrol oynadığı 4 Mevsim Divan menüleri, her sezon birbirinden farklı lezzetleri bir araya getiriyor. Mevsimleri aynı zamanda kültürel anlamda yansıtan bu menüler, her tat arayışına ve beslenme türüne cevap verebilecek reçeteleri ve bütüncül sürdürülebilirlik konseptiyle Divan misafirlerini keyifli bir lezzet yolculuğuna çıkarıyor. Divan Grubu executive şefi Giancarlo Gottardo’nun liderliğinde mevsim döngülerine ve yerel ürünlere bağlı kalınarak hazırlanan menülerde yer alan her bir tabak, Divan’ın uzman şeflerinin elinde gerçek birer sanat eserine dönüşüyor.

Kışlık menüsünde neler var

Ayva kereviz çorbasından, palamut gravlax’a, kekikli bal kabağı cannola’dan dana yanağa, sole balığı meniere’den kızarmış hindiye, tambur oriental pirinç ile kavrulmuş hamsiden meyve confit’e uzanan muhteşem tatlar Divan kış menüsünde yer alan favori mevsimsel lezzetlerden sadece birkaçı…

Can Oflaz “Yeniden”

Can Oflaz “Yeniden”

Can Oflaz’ın heyecanla beklenen yeni albümü “YENİDEN”, Sony Music Türkiye etiketiyle tüm dijital platformlarda yerini alıyor.

Tekliler halinde, albümün sinyallerini veren sanatçı, şimdi sözü, müziği ve düzenlemesi tamamen kendisine ait olan ilk albümü “YENİDEN” ile hikayeyi tamamlıyor.

Albümün isminin ‘YENİDEN ‘ olması, aslında hem Can Oflaz’ın kariyerine bu albüm ile yeniden başlamasını hem de sanatçının kendisini tekrar keşfederek yeni bir yolculuğa çıkmasını vurguluyor. Can Oflaz’ın müzikal kariyerinde önemli bir yere sahip olan bu albüm farklı şehirlerde ve ülkelerde bestelenerek kaydedildi. Bodrum, Roma, Berlin, İstanbul, Marmaris, Londra ve Datça gibi şehirlerden ilham alan albümün yapımı 4 yıl sürmüş olmasına rağmen, Can Oflaz onu hayatının en önemli işi olarak tanımlıyor.

Elvis Presley evinde klip çekti

Elvis Presley evinde klip çekti

Yapımcı Ramiz Özbay, dünyada bir ilke imza attı. Hollywood Efsaneleri serisi kapsamında gerçekleştirdiği yeni projesinde, efsane sanatçı Elvis Presley’in evi Graceland’da çekim yapan ilk kişi oldu.

Özbay, yaptığı ‘Elvis’ şarkısına aynı anda hem klip hem kısa film çekti. Klipte Elvis Presley’in eşi Priscilla Ann Presley de rol aldı.

Yapımcı Ramiz Özbay, Hollywood Efsaneleri serisi kapsamında Terminatör ve Kara Şimşek’in ardından, Elvis projesini de hayata geçirdi. Çektiği klip ve kısa filmlerde, filmlerin gerçek oyuncularını kullanan Özbay, yaptığı işin dünyada benzerinin olmadığını ifade etti.

Son olarak serinin 3’üncüsünü ‘Elvis’ şarkısına çeken Ramiz Özbay, Elvis Presley’in eşi Priscilla Ann Presley’i de oynattı. Elvis Presley’in evi Graceland’da çekilen klip hakkında konuşan Özbay, “Daha önce çekilen bir Elvis filmi yapıldı ve 2022’de Oscar’a adaydı, fakat alamadı. ‘Priscilla’ filmi de yapıldı, 4 Kasım’da vizyona girdi yurt dışında. Ancak bizim projemizin en önemli özelliği Elvis Presley’in yaşadığı evde çekilen ilk proje olması. Bu zamana kadar hiçbir klipte ya da filmde bu evden görüntüler yer almamış. Bunu ilk gerçekleştiren biziz. Klipte gördüğünüz her şey orijinal. Elvis’in arabaları, uçakları, motorları, kıyafetleri, ayakkabıları, aksesuarları ve evinin birçok köşesini klibe yansıttık. Bütün klibi de Prescilla’nın bana imzaladığı Elvis’in iki gitarıyla çektim. Benim için olağanüstü bir deneyimdi.” Dedi.

Kahve hem Alzheimer hem de Parkinson iyi geliyor

Kahve hem Alzheimer hem de Parkinson iyi geliyor

Kişinin yaşam tarzı ve alışkanlıklarının kafeinin vücuttaki metabolizmasını değiştirebildiğini dile getiren uzmanlar, sigara içen kişilerde sigara içme oranıyla ilgili olarak kafeinin etkisinin azaldığına işaret ediyor. Makul dozlarda kafein ya da kahvenin hem yaşa bağlı bilişsel azalmaya iyi geldiğini, hem de Alzheimer ve Parkinson’a iyi geldiği yönünde güçlü kanıtlar olduğunu vurgulayan Nöroloji Uzmanı Prof. Dr. Sultan Tarlacı, “Belleği iyileştiriyor. Yani genel sağlık açısından bakıldığında oldukça olumlu etkileri var.” dedi.

Üsküdar Üniversitesi NPİSTANBUL Hastanesi Nöroloji Uzmanı , kahve ve beyin sağlığı ilişkisini değerlendirdi.

Prof. Dr. Sultan Tarlacı

Prof. Dr. Sultan Tarlacı

Kafein 120 dakikada neredeyse tamamen bağırsakta emiliyor

Prof. Dr. Sultan Tarlacı, her türlü besin ya da içeceğin birçok yolla hem kimyasal hem de epigenetik faktörlerle sinir sistemine ya da bedene doğrudan ya da dolaylı etki edebildiğini ifade ederek, “İçecek olarak kahve güne ayakta başlamamızı sağlıyor. İnsanların yüzde 80’i kahvenin veya kafeinin herhangi bir türünü tüketiyor, dünyada kahve sudan sonra en çok içilen içecek. Aslında kahve diye bahsettiğimiz kafein çok hızlı emiliyor. Bazı kaynaklarda, 120 dakikada neredeyse tamamen bağırsakta emildiği söyleniyor.” dedi.

Bilindiği üzere kan beyin bariyeri var olduğunu ve bu bariyerin birçok kimyasalın geçişin izin vermediğini fakat kafeinin kan beyin bariyerinden tıpkı alkol ve etanol gibi serbestçe geçtiğini anlatan Prof. Dr. Sultan Tarlacı, “Kandaki kafein oranı ne ise beyindeki kafein oranı da aynı oluyor. Bu sebepten dolayı herhangi bir sınırlamaya maruz kalmadığı için gebe kadınlarda da annenin kanındaki kafein oranıyla plesantadaki oran aynı olarak gözüküyor, oradan da bütünüyle geçiyor.” diye konuştu.

Filtre kahvelerde yaklaşık 100 mg, Türk kahvesinde 3mg kafein bulunuyor

Kafeinin moleküler olarak bakıldığı zaman kahveye esas olarak etki eden kimyasal olduğunu hatırlatan Tarlacı, şöyle devam etti:

“Kahvede 800 – 900’e yakın kimyasal var, birçoğunun işlevi tam olarak bilinmiyor, ama esasında ağırlıklı olarak kahve ve içindeki kafein etkin moleküldür. Kafein kaynakları kahve çekirdek çeşitlerinden dolayı farklılık gösterebiliyor. Ortalama bir hesaba göre filtre kahvelerde yaklaşık 100 mg, Türk kahvesinde 3mg, espressoda 25-30 gram kafein bulunabiliyor.”

Kafeinin molekül yapısını değerlendiren Tarlacı, “Kişinin yaşam tarzı ve alışkanlıkları da kafeinin vücuttaki metabolizmasını değiştirebiliyor. Sigara içen kişilerde sigara içme oranıyla ilgili olarak kafeinin etkisi azalıyor. Gebe kadınların daha düşük oranda kafein tüketmesi tavsiye ediliyor.” dedi.

Kafein duygusal ve fiziksel iyilik halini artırıyor

Kafein kanda belli bir seviyeye ulaştığı zaman (yaklaşık 3 fincan kahveye denk geliyor) dikkat artışı, uyanıklık artışı, fiziksel enerji artışı ortaya çıkabildiğini anlatan Tarlacı, şöyle devam etti:

“Kafein duygusal ve fiziksel iyilik halini artırıyor. Özellikle bazı kanser tiplerinde pozitif etkileri olduğu, karaciğer yağlanmasının azaldığı görülüyor.

Nöropskiyatri açısından bakıldığı zaman Parkinson hastalığı ile ilgili çalışmalar var ve Parkinsonla ilgili oldukça önemli pozitif etkileri olduğu görülüyor. Alzheimer Demansı ve normal yaşa bağlı bilişsel azalma üzerinde pozitif etkileri ile ilgili de birçok çalışma var.

Baş ağrısında kafeinin ağrı kesici ve profilaksi (hastalığı önleme) olarak kullanımı ile ilgili bilgiler vardır ve günlük pratikte kullanılıyor. Fakat diğer yandan da tremoru (titreme hastalığı) artırdığı da biliniyor.  Uykuya dalma sorunu gibi bazı yan etkileri de bulunuyor. Kaygı, anksiyete bozukluğuna neden olabiliyor. Taşikardi ve aritmiklerde artışı tetikleyebiliyor ve beden ısısını yükseltebiliyor. Özellikle kadınlarda aşırı kafein alımı hem diüretik etkisi olduğu hem de kalsiyumu kemikten serbestleştirdiği için osteoporoza eğilimi artırıyor.”

Kadınlarda görülen baş ağrısını gideriyor

Kahve tansiyon ilişkisini de dile getiren Tarlacı, bazı kişilerde özellikle hipometabolizması olan kişilerde hipertansif (yüksek tansiyon) varsa kafeini tüketme konusuna dikkatli olmaları gerektiğini, 2011’de yapılan bir çalışmada sistolik kan basıncını yükselttiği, beden ısısını arttırdığının gözlemlendiğini ifade etti.

Kahvenin baş ağrısı tedavisinde yaygın olarak kullanıldığını, birçok aneljezik içerisinde 150-200 mg kafein olduğunu kaydeden Tarlacı, “Daha çok kadınlarda görülen hipnik baş (uykuda görülen) ağrısını gideriyor.” dedi.

Kahve tüketimi Alzheimer demans oranını 10’da 7 azaltıyor

Kahve tüketiminin Alzheimer demans oranını 10’da 7 azalttığını da vurgulayan Tarlacı, şöyle devam etti:

“Kafein tüketiminin Parkinson hastalığının ortaya çıkışında etkili olduğu gözlemlenmiştir. Ne kadar çok kafein alıyorsanız Parkinson olma olasılığınızın o kadar düşük olduğu tespit edilmiştir. Yüzde 25-30 oranında azalttığı gözlemlenmiştir. Parkinson hastalığında ani uyku atakları olur bunları azaltmak içinde kafein kullanılır. Green 2A geni varsa Parkinson hastalığında kafein hastalık riskini azaltabiliyor. İlginç bir şekilde kafein felç ve inme riskini de azaltıyor.

2012’de yapılan bir meta analizine göre, günde 6 fincan kahve içmek inme riskini yüzde 17 azaltıyor. 479 bin 689 katılımcıyla yapılan bir başla meta analizde günde 2 ile 8 fincan kahve tüketiminin inme riskini yüzde 7 ile yüzde 14 arasında azalttığı ortaya çıktı. 2014 yılında 36 bin 352 kardiyovasküler hastada yapılan çalışmada ise kafeinin felç riskini yüzde 5 azalttığı gözlemlenmiştir.”

Günde 6 fincan kafein almak, MS hastalığı riskini yüzde 30 oranında azaltıyor

Kafeinin oluşturduğu uykusuzluğun epilepsiyi tetikleyebildiğini dile getiren Tarlacı, şunları da kaydetti:

“Ama genel bakıldığında hayvan modellerinde ve deneylerinde akut ani kafein uygulamasında nöbet eşiğini düşürüyor. Epilepsi hastalarında kafein kullanımını yasaklamayı doğru bulmuyorum.

Kafein günde 6 fincan olarak almak, MS hastalığı riskini yüzde 30 oranında azaltıyor ve koruyucu etki oluşturuyor gibi gözüküyor. Bizim kahve içmek demekle batıdaki kahve içme arasında ciddi bir ayrım var. Amerika’da bu hesaplandığı zaman 948 mililitreye günlük denk geliyor, yani bir litre kahve tüketiyorlar ortalama olarak.

Bir de otonom yetmezlik var. Amerika ve İsviçre’de 263 kişide günde 4 fincan ve üzeri kahve alımı depresyon riskini yüzde 10 aralığında azalıyor. Kahve ve intihar arasında da bir ilişki var, kahve tüketiminin intihar oranını azaltıldığı görülüyor.”

Nöroloji Uzmanı Prof. Dr. Sultan Tarlacı, sağlık profesyonelleri ile ilgili yapılan bir çalışmada da günde 3 fincan tüketenlerde intihar riskinin yüzde 50 oranında daha az tespit edildiğini kaydederek, kalp ve nöropsikiyatrik hastalıklara olumlu etkilerine de işaret etti.

Kahveyi ne kadar tüketmek gerekiyor?

Yan etkilerinin de var olduğunu, bütün alınan ilaçlar ya da maddelerin belli bir dozu geçince duygu, düşünce ve davranışları değiştirdiğini anlatan Tarlacı, şöyle dedi:

“Ne kadar tüketmek gerekiyor bu kahveyi? Tabii burada kahve miktarının aksine kafeini düşünmek gerekiyor, çünkü kaynaklar farklı olabiliyor. Tek tüketimde 800 miligramın kullanılması; anksiyete bozukluğu, sinir, gerginlik, uykusuzluk, taşikardi ve titreme yapabiliyor.

Özellikle kaygı bozukluğu olanlar da kafein kaynaklarını sorgulamak gerekiyor, sadece bunu kahve olarak düşünmemek lazım siyah çikolata, kola da dahil. Günde 2-3 litre kola içen insanlar var. Enerji içeceklerinin içerisinde yüksek oranda kafein bulunuyor.

Kahve içme isteği bağımlılık mı?

Sigara bir bağımlılık, ‘Kafeini sürekli tüket isteği bağımlılık mı?’ diye bir soru var hepimizin aklında. Kafein kullanım ve tüketimini klasik bir bağımlılık olarak ele almıyoruz. İçilmediğinde baş ağrısı, yorgunluk, güçsüzlük, enerji kaybı, uyku bozukluğu ortaya çıkabiliyor.

Yine bizim sıklıkla gördüğümüz şizofreni hastalarının çay ve kahve tüketiminin fazla olması. Kafein şizofreni semptomlarını arttırıyor.

Makul dozlarda kafein ya da kahve hem yaşa bağlı bilişsel azalmaya iyi gelir, hem Alzheimer ve Parkinson’a iyi geldiği yönünde güçlü kanıtlar var. Hipnik baş ağrısında bir numaralı tercih. Belleği iyileştiriyor. Yani genel sağlık açısından bakıldığında oldukça olumlu etkileri var.”

Fazla kilo reflüyü tetikliyor

Fazla kilo reflüyü tetikliyor

Hareketsiz yaşam tarzı, hazır ve işlenmiş gıdaların ağırlıkta olduğu beslenme alışkanlıkları, obezitenin ülkemizde ve dünyada giderek artması reflü hastalığının görülme oranını artırıyor.

Reflü yaşam kalitesini olumsuz etkiliyor ve kişinin günlük yaşamını kısıtlayabiliyor. Reflüye sebep olan faktörler ortadan kaldırılarak reflü tedavi edilebiliyor.  Memorial Şişli Hastanesi Gastroentereoloji Bölümü’nden Prof. Dr. Yaşar Çolak reflü hastalığında neler yapılmalı ve nasıl tedavi edilmeli soruları hakkında bilgi verdi.

Prof. Dr. Yaşar Çolak

Prof. Dr. Yaşar Çolak

Reflü çok sık rastlanılan bir hastalık

Reflü hastalığı genellikle göğüste yanma, ağza acı su gelmesi, yediklerinin geri gelmesi, gece uykudan uyandıran öksürükler gibi şikayetlere yol açmakta ve kişinin yaşam kalitesini oldukça etkilemektedir. Günlük yaşamı oldukça kısıtlayabilen bu durumlar sonucu hasta birçok kez doktora başvurmak veya ilaç kullanmak zorunda kalabilmektedir. Günümüzde neredeyse %35 yani her 3 kişinin birinde reflü hastalığı mevcuttur. Reflü hastalığının tanısı hasta hikayesi ve endoskopik incelemeler sonucu konmaktadır. Tanıda yemek borusuna ne kadar asit kaçtığının ölçüldüğü PH metreden de yararlanılmaktadır. Tedaviler bu tanıların sonuçlarına göre planlanır.

Reflüde öncelik hastayı doğal yollarla tedavi etmek

Reflü hastalığında öncelik hastayı doğal yollarla, herhangi bir ilaç tedavisi ve mümkünse hiçbir girişimsel müdahalede bulunmadan tedavi edebilmektedir. Bu amaçla hastaya

yaşam tarzı ve beslenme alışkanlıklarında değişiklikler yapması ve varsa fazla kilolarından kurtulması yönünde öneriler verilmektedir. Bu değişiklikler fayda etmediğinde ise

ilaç tedavileri gündeme gelmektedir. Genellikle burada kullanılan ilaçlar mide asidini azaltıcı diğer bir ifadeyle mide koruyucu diye tabir edilen ilaçlardır. Ancak bu ilaçlar belirli süreler zarfında kullanılmalıdır. Çok uzun vadede kullanılan mide koruyucu ilaçların birtakım yan etki potansiyelleri bulunmaktadır. Uzun vadeli kullanımlar ilaç bağımlılığını da beraberinde getirebilmektedir. Sürekli kullanılan mide ilacı bırakılmaya çalışıldığında mide “rebound asit sekresyonu” denilen normalin 3-5 katı şiddetli asit salgılamaya başlar. Bu da hastanın aslında midesinde hiçbir şikayeti olmasa bile mide şikayetleri hissetmesine yol açmaktadır. Hasta 1-2 gün ilaç almayınca midesinin kötü olacağını düşünüp, tekrar ilaç kullanır ve bu kısır döngü aslında bir anlamda ilaç bağımlılığına yol açabilmektedir.

Tedavi nedeni bulmakla başlar

Midede soruna yol açan durumlar; gastrit, ülser, helikobakter pilori denilen mide bakterisi ya da mideyle yemek borusunu birleştiren kapakçıkta bir gevşeklik olabilmektedir. Altta yatan sebebin ortaya çıkarılması gerekmektedir. Eğer hastada helikobakter pilori bakterisi varsa antibiyotik tedavisi yapılır, alkol ve kahve tüketimi azaltılıp, fazla kilo varsa bu kilolar verilerek durum düzeltilebilmektedir. Ancak bazı hastalar sürekli ilaç kullanma ihtiyacı duyabilmektedir. Bu durumun da en sık sebebi yemek borusuyla mideyi birleştiren kapakçığın gevşek olmasıdır. Bu gevşekliği ilaçla düzeltmek maalesef çok da mümkün değildir. Son yıllarda girişimsel yöntemlerle endoskopik olarak, ameliyatsız bir şekilde düzeltilebilmektedir. ARMA (Antireflü Mukozal Ablasyon) yöntemi reflü hastalığında en sık yapılan tedavilerin başında gelir.

ARMA yöntemi ameliyatsız endoskopik bir işlem

ARMA, hastanın günlük şikayetlerini ortadan kaldıran hem de ilaç bağımlılığından kurtaran ameliyatsız, tamamen endoskopik bir yöntemdir. Argon plazma denilen cihazla yemek borusuyla mideyi birleştiren kapakçığa yüzeysel bir yakma işlemi uygulanmaktadır. Bu yüzeysel yanık alanı iyileşirken daralarak iyileşmektedir. Yaklaşık bir ay gibi bir zaman zarfı içinde kapakçık sıkılaşır ve tamamen normal hale gelir. Böylece asidin yukarı kaçması önlenmiş olur. Oldukça kolay uygulanan bir işlemdir. Tedavi başarısı da son yıllarda oldukça yüksektir. Dünyada 3-5 yıldır yapılan bu yeni yöntem ülkemizde de yaklaşık 2-3 yıldır uygulanmaktadır. Bu işlemlerin tam teşekküllü hastanelerde, uzman hekimler tarafından yapılması gerekmektedir.