Dr. Özgür BOLAT “Hocalarım futbolcu olmamı çok isterlerdi”
Dr. Özgür BOLAT “Hocalarım futbolcu olmamı çok isterlerdi”
Sorumlu Editör Yazar Senem TUĞCUOĞLU
Mekan: Le Méridien İstanbul Etiler
Çocuk yetiştirme, eğitim, annelik gibi konular günümüzde hepimizin odağında olan başlıklar olduğunu düşünüyorum. Kimimiz aile boyutunda, kimimiz toplumsal boyutta, kimimiz de yarınları emanet edeceğimiz kaygılar çerçevesinde sürekli bir sorgulama ile yaşıyoruz. Nerede yanlış yapıyoruz? Nerede doğru yapıyoruz? Yoksa öylece bırakıyor muyuz ortalarda? Bir insanın yetişmesi ailede başlıyor… Hatta bu öyle bir hikâye oluyor ki; bir bakıyorsunuz bir aileyi, bir bakıyorsunuz bir sınıfı bir bakıyorsunuz, bir bakıyorsunuz bir insan ülkeyi ya da dünyayı yönetiyor. Bir eğitimci yaşam koçu olarak sürekli sorguladığım araştırdığım, incelediğim konular özellikle eğitim… Çocuklar, gençler, özetle insanoğlunun hayat boyu kendisini eğitmek için sürekli yeniden başlayan eğitim süreci merak alanım. Dolayısıyla insani gelişime katkı sağlayan isimlerle bir araya gelip, meraklarımızı sormak, kendilerinin fikrîlerini spontane sorularla derinlemesine anlamak, bulunduğum ortamlarda dokunduğum gruplarla paylaşmak bana göre benim kişisel şahsi bir sorumluluk alanında bitmeyen bir çalışmam olarak anlamlandırıyorum. Bu bağlamda bu ay siz değerli okuyucularımız muhteşem bir isimle bir araya getiriyoruz. Ülkemizin yetiştirdiği değerli isimlerden, benim de çok sevdiğim kitaplarını okuduğum, takip ettiğim Dr. Özgür Bolat söyleşi konuğum. Başarılı eğitim hayatıyla örnek, eğitim sistemine katkı sağlamak için sesiz ve derinden emekleriyle dinledikçe hayran kaldığım sevgili Dr. Bolat ile keyifli bir sohbet yaptık. Boğaziçi Üniversitesi, ardından Harvard Üniversitesi’nde eğitim bilimlerinde okuyan Dr. Bolat’la, başarıya giden yolu, farkındalık sağlayan bir eğitimin nasıl olması gerektiği, evde ki iletişimin ne gibi sorunların anahtarı olduğunu, bir çocuğun kendisi olursa kazanımlarının nasıl olabileceğini, aile ortamlarının, aile içi ilişkilerin çocukların yaşantısına nasıl yön verdiğini merak ediyorsanız, buyurunuz… Keyifle okumalar dileriz…

Dr. Özgür BOLAT, Senem Tuğcuoğlu
Çocukluğunuzda da okumaya meraklı mıydınız? Bu başarının geçmişinde nasıl bir çocukluk var anlatır mısınız kısaca?
Küçükken çok özeniyordum okumaya. Hatta size bir fotoğrafımı göstereyim üç yaşındayım elimde defter var… O kadar meraklıydım ki okumaya… Unutamadığım anılarım var. Çocukluk işte…
Bizimle Paylaşır mısınız o anılarınızdan birini?
Okula gitmeyi çok isterdim. Çok özeniyordum. Bir gün o kadar çok üzüldüm ve ağladım ki; annem, babam okula kayıt edilmeyeceğimi bildikleri halde, daha fazla üzülmemem için ve ağlamamam için beni alıp okula götürmek durumunda kaldılar. Olamayacağını mantıklı bir şekilde anlatabilmek için bunu yaptılar. Sırf ben mutlu olayım diye okula gittik. Orada Veli öğretmenle tanıştım. Beni misafir öğrenci olarak kabul etti o gün… Ve bana okula gitmek için yaşımın küçük olduğunu anlattı. Hiç unutmam; “Senin yaşında bir oğlum var tanıştırayım. Arkadaş olun, vakti gelince de beraber okula gelirsiniz” dedi. Biz gerçekten arkadaş olduk ve aynı okula gittik. Hiç unutamadığım sabırsız olduğum bir anımdır.
Nasıl bir öğrenci oldunuz?
Çok çalışkandım bir defa… Anlatırlar; önlüğümü çıkarmadan ödevimi yapardım. Sosyaldim de aynı zamanda… Tiyatro yapıyordum. Futbol oynuyordum. Bando takımında majördüm. Folklor oynardım. Sonra ortaokula da aynı mahallede gittim. Sonra Aksa Anadolu Öğretmen lisesini ve sonra Boğaziçi’ni kazandım öyle devam etti.
Diğer kardeşleriniz de sizin gibi mi? Nasıl bir ev ortamınız vardı.
Ev ortamımda okul çok değerliydi. Babam için okul çok değerliydi. Hocalarım futbolcu olmamı çok isterlerdi ama bizde okuldan başka bir alternatif yoktu. Onun için hayatımız hep okuma üzerine kuruluydu. Ben de çok çalışkandım.
Tek misiniz, kardeşleriniz var mı?
İki kardeşim daha var.
Diğer kardeşleriniz de sizin yolunuzda mı ilerlediler?
Onlar da okudular… Mesela; abim futbolcu olmayı çok severdi ama babam izin vermediği için redde etti. Hal bu ki babam izin verse ağabeyim de aynı şekilde kendi sevdiği alanında ilerlerdi. O da dünyanın en iyi futbolcusu olabilirdi. Onlar da çok zeki ama herkesin ayrı ayrı özellikleri var. Yaz aylarında çalışıyordum. Turizm sektöründe otel de fotoğrafçılık yapıyordum. Hem İngilizce pratik yapıyordum hem para kazanıyordum. Her yaz okul kapanınca gider çalışırdım.
O çalışmalar sırasında ilham aldığınız bir şey oldu mu?
Oldu… Orta ikinci sınıfta İngilizce öğretmenimiz geldi. İngilizceyi çok sevmiştim. O çalışmalar bana pratik yapmak için önemli bir fırsat sunuyordu bence… Liseye girdiğimde hocalarım sorardı; “sen nerede öğrendin İngilizceyi” diye sorarlardı. İngilizceye karşı bir hayranlığım vardı. Bu duygu ile çalışırken bir turist gördüğümde hemen yanına gider pratik yapmak isterdim. Dolayısıyla bu çabalar okulda İngilizce konuştuğumda beni fark edilir kılıyordu. Onun için yabancı dilim okulda fark edilirdi, gerçekten çok iyiydi.
Bilinçli tercih olmuş diyebilir miyiz? Diğer dillere de bu şekilde ilginiz var mıydı?
Diyebiliriz ama bunu o zaman değil de bugünden geri dönüp baktığımızda sonradan anlıyorsunuz. Almanca ve Fransızcaya da ilgi duyuyordum biraz da öğrendim ama sonra hepsi bir emek ya… İngilizce bana yetti ve ağırlıkla ilgimi okula verdim.
Boğaziçi’nde nasıl bir ortam sağladı size?
O oo ilk sene adapte olamadım. Neredeyse sınıfta kalıyordum.
Neden?
Antalya’dan hiç çıkmamıştım. Evde valiz bile yoktu. Hatta valiz almaya gittiğimizde çok kötü olmuştum. İlk başta alışamadım İstanbul’a. Boğaziçi’nde bayağı bir kültür şoku yaşamıştım. Bayağı bir zorlandım. Neredeyse ilk dönem sınıfta kalıyordum. Sonra adapte oldum toparladım. Sonra dünya vatandaşı…
Bu hikâyeler ilham veriyor. Nasıl alıştınız, nasıl bu kültür şoku ile baş ettiniz o yaşta? Nasıl adapte oldunuz? Onu inanın ben de bilmiyorum. İngilizcem iyi olduğu için orada da hazırlık okumadım. Böyle bir avantajım vardı. Türkiye derecesi yaptığım için ve Türkiye birincisi olduğum için bana bir de özel yurt verdiler. Ama ilk girdiğimizde sekiz kişi küçücük bir odada ranzalarda yatıyorduk. O da güzeldi ama özel yurtta çok rahattım yani…
Çalıştınız mı o yıllarda?
Hep çalıştım. İlk gün geldim, özel ders ilanı verdim. Hem özel ders veriyordum hem de ders çalışıyordum. Hatta bir dönem sonra o kadar çok ders verirdim çok para kazanıyordum. Bazen okula poğaça bir şeyler alır yurda getirirdim arkadaşlar “Vayyy Özgür baba” derlerdi…
Hiç olmadı. Hiç sıkıntı yaşamadım. 99’da New York Üniversitesi exchange programında okudum. Bir yıl orada kaldım… Geri geldim. İki yıl çok yoğun bir çalışma sürecine girip yüksek lisans için başvurdum ve Harvard’a gittim. Sonrada devam ettim zaten…
Sevdiniz mi bulunduğunuz bütün bu eğitim ortamlarını?
Paran yok. Burslu okuyorsun. Benim arkadaşlarım CEO olmuş. Ben 34 yaşındayım halen param yok. Düşünsenize sadece öğrenmenin keyfini yaşıyorum.
Ergenlikte İletişimin sürmesi nasıl sağlanabilir? Anne baba bu süreci nasıl yönetmelidir?
Anlayışla sağlanabilir. Anlayışla yönetilebilir. Ergenlik dediğimiz; çocuğun yetişkinliğe hazırlanma süreci ve anne babadan psikolojik olarak ayrılmak istediği dönemdir. Ona izin verirsek çocuk der ki; “annem babam benim kendim olmamam izin veriyor”… Ve çatışma yaşanmaz. Ama anne baba izin vermezse, o zaman çatışma yaşanıyor. Bakın birçok ergen var. Hepsinde bu sorunlar yaşanmıyor. Güvenli bağlananlar ergenlik sorunu yaşamaz ama kaygılılar, kaçınganlar yaşar.
Dolayısıyla çocuğun birey olmasına izin vermek gerekiyor. Bunun da çözüm yolu daha çok anlayış göstermektir.
O zaman sınırları da biraz ailelerin gözden mi geçirmesi gerekiyor. Kendi görüşünü, koyduğu sınırları… Bir de çocukların anne babadan daha farklı bir birey olması gerektiğini kabul etmesi lazım diyebilir miyiz?
Tabi ki… Bakın mesela çocuklara soruyorum; çoğu çocuk günlük tutmuyor sebebi de annem babam okur kaygısı, korkusu…
Günlük tutsalar ne olur?
İyileştirirler kendilerini…
Siz tavsiye ediyor musunuz?
Kesinlikle…
Pandemi süreci çocukları aileleri eğitim sistemini nasıl etkiledi? Revize edilmesi gereken yaklaşımlar var mı?
En önemli şey şu; çocukların % 15’i iyiye gitmiş. % 35’i kötüye gitmiş. Bu konuda bir araştırma var. Yüzde 15’i iyiye, yüzde 35’i kötüye gitmiş. Bir dönem İngiltere’de okullarda telefonlar yasaklandı. Bu başarıyı yüzde 14 artırmış. Akademik olarak zayıf olan grubun da başarısı artmış. Akademik olarak başarılı olan çocuğun otokontrolü var. Yanındaki telefona bakmıyor. Akademik olarak zayıf çocuk telefona bakıyor, canı sıkılıyor. Yani kendi öğrenmesinin sorumluluğunu alamıyor. Öğrenmenin sorumluluğunu alamayan çocuklar, bu dönemde kötüye gitti. Yani diğerlerinin yanında yerinde saymış…
Bu ne demek? Nasıl okumalıyız bunu? Kimler iyiye, kimler kötüye gitti?
Ailesi ile ilişkisi iyi olanlar, evde bir paylaşım, sevgi kültürü, koşulsuzluk olanlar daha iyi oldu. Yani bağları güçlendi. Öğrenme ortamı yarattı anne baba… Ama diyaloglar zayıf olunca çocuk sıkıldı. Anne baba bir şey yapamayınca çocuk sıkıldı. Teknoloji bağımlılığı kötüye gitti… Onun için her şey şuna çıkıyor; “pandemi iyi mi kötü mü?”… O durum sağladığınız koşullara bağlı…
Mesela bir arkadaşım var… Doçent kendisi… Hep şöyle der; “Allah’tan pandemi oldu da, çocuğumu iki yıl okula göndermedim, matematiği çok güzel öğrettim” dedi… “Çocuğumla ilişkim güçlendi. Çocuğumu tanıdım. Eşimi tanıdım. Piyano çalmaya başladım” dedi. İlişkilerim güçlendi gibi gibi anlatımları olur hep… O zaman pandemide kötüye gidenler önce “çocukları ile kendi ilişkilerini” düzeltmeleri gerekiyor. Kaygı depresyon neden arttı bu dönemde? Kişiler kendilerinden kaçıyordu ama bu dönemde kendilerinden kaçamadılar. Bundan dolayı da içlerinde depresyon ve kaygı başladı. Genel ortalamalarda artış görüldü. Bu da çevre ile ilişkisine yansıdı…
Eğitim sisteminde pandemi öncesi sonrası burada bir milat olup da eğitim sistemini gözden geçirelim bunlar değişmeli gibi bir sorunun cevabı sizce ne olur?
Okullarda daha çok spora vakit ayrılmalı. Bu saatleri arttırmak çok iyi olurdu. Çocuklar hareketsiz kaldı. Hareketsizlik öğrenmeyi etkiliyor. Gözümle gördüm. Beden eğitimi dersinde, öğretmen ipi çeviriyor çocuk kendini öne itip atlamaya başlayacak. Atlayamıyor… Çöp kutusu koyuyorsunuz topu içeri atamıyor. Anne babaları olmadan kendi yaşları ile iletişim kurmakta zorlanıyorlar. Bunlar hareketi arttırma ile başlayarak çözülebilir. Bir araştırma okumuştum bu dönemlerin çocukları, hapishanede yaşayan insanlardan daha az açık havaya çıktığı tespiti vardı.
Meslekler meslek seçimleri, dünya başka yerlere eviriliyor ya? Burada nasıl bir öneriniz oluyor. Nasıl hazırlanmalı çocuklar geleceğe?
Bana göre geleceğin umut vadeden mesleği diye bir şey yok. Bir hocam var. Bunu çok güzel ifade ediyor; “İyi meslek diye bir şey yok, meslekte iyi olmak var.” Mesleğinde iyi olan herkes zaten başarılı olacaktır. Hep duyarım anne babalar özellikle “ İş bulma” diye bir söylemleri var. Aslında böyle bir kavram da yok. Sen bir şeyde iyi olursan; ya o işi kurarsın ya da sana iş teklifi gelir. Ne yaparlarsa yapsınlar, iyi yaparlarsa zirvedeler. Orkestralara bile bir bakın… Adam sazı iyi çalıyor. Bütün orkestra onun üzerine kurulu. Bakıyorsunuz her kes arkada… Darbukayı iyi çalıyor, orkestranın bütün hepsi ona tabi… Ya da klarnet… Yani birisi ön plana çıkıyor. Neyi çaldığı önemli değil. İşini iyi yapıyor ve diğerleri ona eşlik ediyor. Bu örnekteki gibi her şey çok açık ve net. Yapmak istediklerine karar versinler, onda iyi olacaklar. Bu kadar…
Sizden ilham almak için günlük rutininizi de soralım mı?
O zaman doktora yaparken olan ve hiç şaşmayan rutinimi ileteyim. Sabah kalkar saat sekiz gibi duşumu alırdım. Dokuz gibi kahvaltıya otururdum… Sabah kahvaltıdan sonra akademik olmayan bir kitap alıyorum, okuma odasına gidiyorum, yarım saat kitap okuyorum. Daha sonra kütüphaneye gidiyorum öğlen yemeğine kadar çalışıyorum. Sonra tekrar kütüphaneye dönüp çalışmaya devam ediyorum. Akşam ise; bir kafe vardı çok sevdiğim. Bisiklete binip oraya gidiyorum. Hareket etmiş oluyordum. Orada da yine çalışıyorum. Akşam arkadaşlarımla ya da tek başıma yemeğimi yiyordum. Bir de Cambridge bir alışkanlığım vardı. Koşmadan duramıyordum, şimdi yine başlayabilsem o alışkanlığıma… Ardından akşam bir filim izler, yatardım.
Gelecek kaygısı ve sınav baskısı altında olmadan bir seçim yapmak mümkün mü?
Mümkün… Performans ve gelişim odaklılık olarak öğrenciler ikiye ayrılıyor. Performans odaklılarda temel eğilimde eğer korku yoksa yaklaşma motivasyonu varsa, o öğrenci iyi not almak istiyor. Eğer kaçınma motivasyonu varsa; kötü not almayayım ama iyi almasam da zararı yok diyor. Ve onlar ortalıkta geziniyor. Gelişim odaklılar ise temel amaçları hayatta öğrenmek. Gelişim odaklı olduğu zaman iki alternatif ortaya çıkıyor. Birinci alternatif gelişim odaklı oluyor sonuç olarak performans geliyor. Yüz alıyor ama yüze performanstan gitmiyor, gelişimden gidiyor. Bu en ideali ama bunun şöyle bir riski var. Gelişim odaklı kişiler bazen kendilerini ilgilendiren konulara çalışıyor. Mesela öğrenmiş oluyor ama sınavdan kırk alıyor. Ve bu kırkı da önemsemiyor. Burada şöyle bir durum var öne çıkan… Gelişim odaklılar genel merakları üzerinden öğrenmeye gittikleri için notları kötü olabiliyor. Bu eksi tarafı… Ama sonra bu durum artıya dönüşüyor. Lisede veya Üni. de notları düşük oluyor ama yaşam becerileri yüksek oluyor. Her türlü gelişim odaklı olmak avantajlı bir durum. Performans gelse de zaten en iyisi o, gelmezse de o performans hayatta geliyor. Onun için mümkündür diyebiliriz.
Peki; notları başarısız bir çocuk hayattaki başarıyı artı yön olarak görürsek, oraya nasıl yönlendirilebiliyor? Şöyle; “çocuk eve geldiğinde ödevin var mı” demiyorsun… “Bu ödevle ne öğreniyorsun” diye çocuğunuza sormuyorsunuz… Hep öğrenme üzerinden gidiyorsun. Çocuk soru sorunca yanıtlamıyorsun “hadi beraber yanıtını bulalım” diyorsun. Hep öğrenme üzerinden yine… Çocuk kırk alınca; “niye kırk aldın” demiyorsun. “Sence bu kırk seninle ilgili nasıl bir geri bildirim verir. Bunu nasıl geliştirebiliriz” diyorsun. Hata toleransı oluyor ve çocuk sürekli gelişim odaklı oluyor. Bunun içinde başarısızlık diye bir şey yok. Diyelim ki; siz elli tane deneme yaptınız ve elli birincide başarılı oldunuz. Performans odaklı zaten bu kadar deneme yapmaz da biz şimdi öyle bir örnek verelim. Performas odaklı derki; “elli tane denme yaptım. Elli birincide başarılı oldum”… Gelişim odaklı ise; “ elli tane denedim elli birincisinde başarılı oldum” der. Performans odaklı “denedim başarısız oldum” der. Gelişim odaklı “denedim der başarılı oldum” der…
Eğitim yılı başlarken herkes birbirine başarılar diler. Ama başarı ne demek?
Başarının bana göre dört ayrı tanımı var. En üstte huzur var. Bunun altında coşku, sevinç ve zevk sıralaması var aşağıya doğru. Bizim en büyük amacımız ne? Huzur. Herkes buna ulaşmaya çalışıyor. Huzur neyden gelir bütün olmaktan. Eğer amacınız huzur ise hayattaki başarınız nedir kendin olabilmektir. Huzur nedir, kendin olmaktır. Eğer hayatının amacı coşku ise, coşku nedir diğer insanın hayatında anlam yaratmaktır. Başarı sevinç ise kazanmak ve sahip olmaktır. Bizim toplumumuz bunda tıkalı kalmış. Zevkte kendinden kaçmaktır. Ne kadar kendinden kaçarsan bizde o kadar doğru yaptığını düşünüyor kişi… Bakın; Warren Edward Buffett başarı nedir diye sorulmuş… “Başarı; etrafında seni seven ve senin sevdiğin insanların olmasıdır” der… Başarı tanımı herkese göre değişir ama ben başarı tanımını kategorize ettiğimde dört ayrı tanım olduğunu düşünüyorum. En iyisi ben bu hayatta başarılı oldum diyorsak, ben bu hayatı kendim olarak yaşayabildim diyoruz aslında.
Hepimiz farklı ve güçlüyüz diyoruz ama burada ne tavsiyelerde bulunursunuz?
Orada yine üç adım uygulaması var. Güçlü yanını keşfetmelidir… Sonra bunu geliştirmelidir ve anlam yaratmalıdır… Çoğu insan ilk kelimeden gidiyor. Hatta güçlü yanını keşfetmesini de bilmiyor. Keşif etse bile nasıl geliştireceğini bilmiyor… Nasıl geliştirse bile bu sevinç kazançta kalıyor. Anlam yaratmıyor. Onun için keşfet, geliştir, anlam yarat üç adım uygulamasını tamamla diyoruz. Kişi kendinde de bunu yapmalı. Anne baba olarak çocuğa farklı deneyimler sunup, o deneyimlerde gelişmesini sağlamak ve sonra o deneyimi bir anlama bağlamak çok önemli…
Eğitmenlere ne tavsiye ediyorsunuz? Okullarda genelde müfredatı tamamla, müfredatı yetiştir. Hepsinde olmasa da genelinde böyle oluyor. Bu doğru değil ama öğretmenlerin de eli kolu bağlı bunun için. Sistemsel sıkıntı da var. Çocuğu yetiştirmek için bu üç adım okulda da uygulanabilir. Güçlü yanı nasıl keşif edeceğim ve nasıl geliştireceğim.
Müfredat baskısı olduğu için orada öğrencileri de ıskalama söz konusu olmuyor mu? Nasıl fark edebilir bir eğitimci?
Çocuğun kendisi olmasına izin verirse fark eder. Gözlemleyecek.
Kendisi o süreçlerden geçmediyse bunu nasıl başaracak?
Farkındalıkla… Ben nasıl kendimce farkındalık sağladım ve başarının tanımını değiştirdim. Bunun gibi yapabilir. Seminerler, şirket seminerleri… Çok fazla geri bildirim alıyorum. Bu bir anlam yarattığımın farkındalığını bende oluşturuyor… Bunun gibi…
Duygusal zekâ, iletişim becerileri, güçlü varlık durumu eğitim sürecine kazandırılabilir mi?
Tabikiii… O konuda ben bir müfredat da geliştiriyorum hayat becerileri diye… Liselerde uygulamaya başlayacağım. Üniversitelerde olabilir. Sonra ortaokul, ilkokula kadar indireceğim. Okullarda öğretilmesi gereken ama öğretilmeyen “hayat boyu beceriler” yakında hayata geçiyor olacak.
Düşünceniz nasıl? İçinde ne var? Oyun mu, zanaat mi? Nasıl olacak?
Anlatım ve etkinlik var. Rehber öğretmenlere vereceğim. Onlar da çocuklara bunu anlatacaklar ve etkinlik yaptıracaklar.
Ne zaman hazır olacak?
İki yıl önce başladım, bayağı da yol aldım ama bir buçuk yıldır dönüp bakamadım. Diğer döneme hazır olur diye düşünüyorum. 13 haftalık bir müfredat. Okulda her hafta bir tane ders… Toplamda 26 saatlik bir içerik. Uygulaması okula kalmış… Haftada bir saat veya 2 saat ya da nasıl isterlerse…
Sevgi disiplin dengesi nasıl sağlanır? O sınırlar…
Çocuk size güveniyorsa sınırlarınızı kabul eder… Güvenmiyorsa kabul etmiyor. Ve çocuklar sınırları aslında sizden talep eder. Nereye kadar güvenli nereye kadar güvensiz bilmedikleri için benim sınırlarımı söyle de, ben nereye kadar güvendeyim onu bileyim demek ister. Çocuğun sınırları geçildiği an çocuk da direnişe geçer. Onun için güven ilişkisi ne kadar iyi olursa sınır çizmek de o kadar kolay olur. Çocuğun alanına da saygı göstermek…
Çocukların ilgi alanlarını nasıl keşfedebiliriz? Bol bol deneyim ve gözlem… Çocuk ne talep ediyor, ne talep ediyor, keyif alıyor mu, zaman kaybı var mı ya da su gibi akıyor onu iyi gözlemleyeceksiniz. Anketler de var ama en güçlü yöntem gözlem…
Ekran bağımlılığı ile nasıl baş edilir?
Evdeki ilişkiler zayıfsa ekran evdeki sorunun göstergesi olan bir sonuçtur aslında. Çocuk kendini yetersiz hissediyorsa, özerkliği yoksa o zaman kaçıp ekrana sığınıyor. Bu bir kaçış aslında… “Artı yetenekleri nasıl geliştirilir” dedik ya; orada çocuğun yeteneklerini keşif ettikten sonra ilgi alanını, teknoloji kullanacak ama üretmek için kullanacak şekilde yönlendirmek gerekir. Tüketim odaklı ve üretim odaklı teknolojiyi ikiye ayırıyoruz zaten. Teknoloji de olsa oyuncak da olsa tüketim ve üretim dengesini kurmak lazım. Sosyal medya veya internet bağımlılığı bir sonuç. Aile ile çocuk arasında kurulamayan ilişkinin bir sonucu. Eğer çocuğum çok sosyal medya kullanıyorsa ben ona kızarak, elinden alarak bu yarayı iyileştiremem. Cep telefonunu elinden almak daha da yalnızlaştırır bu çocukları. Telefonu elden alıyorsak onun yerine daha sağlıklı bir şey vermeliyiz, yani sevgimizi, ilgimizi, koşulsuz kabul edişimizi…
Oyun oynamanın önemi hakkında neler söylersiniz?
Bir çocuk için duyguları yönetmek, hayal kurmak, yaratıcılık, ilişki kurmak aslında hayatı keşfetmek. Bunların hepsi için “oyun” şart. Çoğu oyuncak bile bana kalırsa yapay bir oyun sistemi. Anneler babalar zaman ayırıp çocukları ile oyun oynamadıkları için kurgulanmış oyuncaklar üretiliyor. Biliyor musunuz; değersizlik duygusu olan insan oyun oynamayı tercih etmez. Çünkü oyunda sevgi ve neşe olur. Annede veya babada değersizlik varsa; sevgiyle değersizliği tetiklenmesin diye oyun oynamaz. İç çocuğu ölmüş veya yaralanmış kişiler oyunu tercih etmez. Aileler ilk önce kendi iç çocuğunu canlandırmalı ki oyun oynayabilsin. Bazı ebeveynler oyun oynadığını söylüyor ama gözlemleyince görüyoruz ki çocuğuyla oyun oynamıyor, oyun oynatıyor. Bu ne demek; çocuğuyla birlikte eğlenmiyor, eğlendiriyor. İşin içinde kendisi yok. En iyi oyun çocukla çocuk olunan oyundur. Anne babasıyla oyun oynayan çocuk teknolojiye sığınmaz. Teknolojiyi sadece üretim odaklı kullanır, tüketim odaklı değil.
Anne baba yaklaşımında en sık gözlemlediğiniz sorunlar neler?
Bir sürü… Küsme var, karşılaştırma var. Yemeğini yemezsen üzülürüm, duygu sömürüsü var. Yemek yedirme var. Utandırma var. Suçlama var. Fedakârlıktan anlatma var. Zekisin, güzelsin etiketleme var. Verdiği sözü tutmama var. Ödül, ceza, övgü, yargı var. Bunlar sıralanabilir…
Yetişkin olunca da bunlar devam ediyor herhalde… Çocukken alıp yetişkin olunca da hayatımızdan çıkaramadığımız sorunlar. Dünyaya baktığınızda değişim görüyor musunuz?
Tabii. Anne baba okulu bu konuda çok fayda sağladı. Anne baba okulunda geri bildirimleri siz de gördünüz.
Aileyle çocuk arasında açık iletişim kurmanın anahtarı nedir? Güven… Anne babanın çocuğu yargılamaması gerekiyor. Yargılarsa zaten çocuk yalan söylemeye başlıyor. Çocuk hatasını suçunu söylediğinde; anlayış gösterilmeli, hatasını öğrenme üzerine bir anlatım olmalı. Yargılarsanız; zaten çocuk yalan söylemeye başlıyor. Anlayış ve bundan ne öğrendik hareket çizgisi olmalı… Gerektiğinde çocuktan özür dileyeceğiz. Bunun neden olduğunu çocuğumuza açıklayacağız. Hangi dinamikten kaynaklandığını anladığımızda anne baba olarak hata yaptığımızı fark ettiğimiz anda her sorunu çözecek anahtarı elinize almış oluruz.
Sizce başarının sırrı nedir?
Anlam yaratmak.