Bir Rüya Gördüm, Rüyam Gerçek oldu
Bir Rüya Gördüm, Rüyam Gerçek oldu
Yaşam amacını hayatın akışı ile birleştirmeyi başarmış, ilkeli, değerleri olan, empati kurabilme yönü ile hayranlık uyandıran, insani gelişime odaklı birçok projede varlığını tutkulu gayretleri ile hissettiren, benim de çok sevdiğim Dilara Akın bu ayki kapak söyleşi konuğumuz oldu. Dünyanın kaotik dönemlerinde bile; hayalleri doğrultusunda ilerlemeyi sürdüren sevgili Dilara Akın, ilham verici deneyimlere sahip çok güzel bir örnek. Sosyal değerlerle düşünülen projelerde; insanlara, eğitime, sağlığa, sanata dokunmayı hayat amacı seçen Akın ile TİKAV’ı (Türkiye İnsan Kaynakları Eğitim ve Sağlık Vakfı), Loft Art’ı, deneyimlemelerini, ilgi ve meraklarını, sanatı, özel hayatını, sizler sevgili okurlarımız için konuştuk. Keyifle okumalar dileriz.
Bilmeyen okuyucularımız olabilir onlar için soruyorum; kendinizden biraz bize bahseder misiniz?
Asker bir ailenin kızıyım. Babam çok yoğun çalışan bir kara havacı, Skorsky kulanan bir subaydı. Çok fazla Doğu görevi oldu. Çok fazla yer gezdik. Farklı farklı yerlerde okuduk üç kardeş. Erzurum’da, Kıbrıs’ta, Konya’da, Malatya’da birbirinden değişik okullarda okudum.
TİKAV ile yolunuz nasıl başladınız, yolunuz nasıl kesişti?
Çok derin, çok duygusal bir insanım aslında ama çok güçlü dururum ama o dönem büyük oğlum Oğuz doğdu… Lohusalık dönemimde; anneliğin tüm hassasiyeti üzerimde… Nasıl üzülüyorum; sütüm yok, mama veriyorum, öyle bir çaresizleştim ki… Empati kurdum. Çok ağladım ve dua ettim. Sürekli “Allah’ım ne olur beni çocuklarına yetemeyen annelerle buluştur” diye her an dua ederdim. Bir rüya gördüm; yemyeşil bir vadideyim, bir sürü çocuk ve kelebekler var. bembeyaz kıyafetlerimizle eğleniyoruz. Onlarla çiçek topluyoruz, dolaşıyoruz. Üstüme atlıyorlar, kelebekler geliyor, sonra yaşlı bir kadın aramızdan sesleniyor “sakın gitme onların sana ihtiyacı var” diyor. O sabah çok tuhaf uyandım. Sultan Yılmaz, o dönemde bizim vakıf başkanımız. Beni aradı ve Dilara Hanım vakfa gelseniz ve destek verseniz ne kadar iyi olur diye. Hemen kalktım oraya gittim. Benim için bu hayatta hiçbir şey tesadüf değildir. Her şey bir işaret ve sebeptir. Bana göre, hiçbir şey öylesine olamaz…Sultan Yılmaz ile oturduk. Ağzımdan bir kelime nasılsın dedim, o sırada telefon çaldı. Dışkapı Hastanesinden aradılar. Çocuk Lösemi bölümü… Hemen gidelim dedim. Yetkilileri dinledik, “herkes geliyor, hediye veriyor çocuklarla fotoğraf çekiyorlar ve gidiyorlar” dediler. Hastaneyi gördük. Ne yapabiliriz dedik “Annemle Ben” projesini yaptık. Hastaneyi baştan aşağı yeniledik. Anne ve çocuklar tek kişilik yataklarda yatıyorlardı ve anlatamayacağım kamusal pek çok şey yenilendi… Projede yaklaşık 12 iş adamı gönüllü yaptık. Her ay gönüllülerimizden biri, çocukların hastanenin belirlenen ihtiyaçlarını karşıladı. Ondan sonra tabi vakıftan kopamadım. O proje ile başlayan bir ilişki kurduk. Bir rüyayla başladı. Sanırım 2015 yılıydı ve ben vakfa öyle başladım.
Eğitimi, insani gelişimi desteklemek adına kurulmuş olan TİKAV’ dan kısaca bahseder misiniz?
Okuyucularımıza doğru anlatalım diye soruyorum bu soruyu size… 25 yıllık bir vakıf… Eğitim ve sağlığı destekliyoruz ki insani gelişime katkı sağlayabilelim. Vakıf projelerinin merkezinde; kadınlar, çocuklar ve gençlere hizmet eden çalışmalar var. Ulusal & uluslararası projeler var.
Nedir bunlar kısaca anlatır mısınız?
Ulusal projelerimiz; Annemle Ben, Hijyen Sağlıktır projemiz var. Bu Güneş, rüzgâr ve hidroelektrik santrallerinin olduğu bölgelerdeki köylere gidip, oradaki kadınlardan, çocuklara kadar insanlara verilen eğitmenlerimizle anlatıyoruz. Evde okullu olduk projemiz yine çok etkili oldu. Orda kadınlar özellikle kırsalda hep evde, yemek yapıyor, bulaşık yıkıyor, evin bütün yükü kadının üstünde, çocuk o arada büyüyor. Çocuk anneyle evde ne yapabilir? Verimli daha nasıl vakit geçirilebilir? Çocuklarla nasıl iletişim kurulur gibi konuları ele aldık. Bu arada; tahta kışlıklardan bebekler, el işi uğraşları eğitimleri de verildi. İnanın o kadınlar; o kaşıklarla uğraşırken onlara da oyun gibi geldi. Çok mutlu oldular. Çünkü kendi çocuklukları da yok ki… O da ortaya çıktı. Bir şekilde o kayıp zamanları da yakalamaya, dokunmaya çalışıyoruz.
Vakıfta seminer ve eğitim faaliyetleri de var mı?
Eğitimler var. Elazığ’da Fırat Üniversitesinde bir programımız var. Mülakatla seçilen öğrencilere dört sene eğitim veriyoruz. Çoğu mühendis olan öğrencilere diksiyon eğitiminden İngilizce prezentasyona kadar çok geniş bir yelpazede eğitim veriyoruz. Dijitaldeki Ayak İzimiz projemiz var. Sosyal medya kullanımı nasıl olmalı, nasıl tehlikeler var? Bunlardan kendimizi nasıl koruyabiliriz? Nasıl kullanmalıyız? Bunları anne- babalara, daha çok anne ve kız çocuklarına anlatıyoruz. Depremden sonra oradaki öğrencilere burs veriyoruz. Dört yıl boyunca devam edecek.
The Duke of Edinburgh’s International Award adıyla yürütülen Edinburgh Dükü Uluslararası Gençlik Ödül Programının, Türkiye’de ki temsilcisiyiz. Gönüllü Hizmet, Fiziksel Gelişim, Beceri Geliştirme, Macera ve Keşif Yolculuğu bölümleriyle tüm dünyada 140’tan fazla ülkede, 14-24 yaş arasındaki gençlerin bireysel gelişimine katkı yapmayı amaçlayan bir program… Burada çocukları 4 kategoride kendi iradeleriyle bir karar almak ve bunu sürdürmekle ilgili bir sorumluluk veriyoruz yerine getirdiğinde İngiltere’den bir rozet veriliyor. Gönüllülük esasına dayalı toplumsal hizmet bilincinin geliştirilmesini hedefleyen Program, ülkemizde 1995 yılında uygulanıyor.
Sanat Çalışmaları nasıl başladı?
Hamdi bey ile arada sanat konuşuyorduk. Kendisinin eğitim ve sanata özel ilgisi var. Ben de sanat severim. Bir gün bana bir proje görevi verdi. Aslında başta beklentiyi karşılayabilir miyim diye endişem oldu. Ama belirttiğim gibi Hamdi Bey çok vizyoner, muhteşem bir insan… Kendisine çok hayranlık duyarım. Beni her zaman cesaretlendirdi. “Beklentiyi karşılayamayacağın bir şey yok. Yapılacaklar belli… Yapabilirsin” dedi. O arada arkadaşlarımdan da müthiş bir baskı vardı. Kabul et yaparsın diye bir heyecan oldu. Nispetiye On binasında bir yerimiz var. Hamdi bey burayı bağımsız sergi alanı haline dönüştürmek istiyorum dedi. Bir gittim her taraf inşaat… Hiçbir şey yok. Sonra Ayşe Ceber sanat direktörümüz ile birlikte; ikimiz bir sergi çıkardık. Çok çok beğenildi. Çerçevesi şöyle; eğitim ve sağlığın yanına bir de sanat eklemiş olduk. Burada temsiliyeti olmayan, bağımsız sanatçılara alan açıyoruz. Onları görünür hale getirmek için, onlara fırsat eşitliği sağlamak için yılda dört kez sergi açıyoruz. Sosyal medyada tanıtımlarını yapıyoruz. Eserlerinin satışlarını yapıyoruz. Satışın küçük bir kısmı da TİKAV bursiyerlerine bağışlanıyor. Kâr amacı gütmeyen bir platform burası galeri değil. Bir de usta sanatçıların yılda bir kere prestij sergileri yapıyoruz.
Loft ART Bodrum?
Bodrum buralardan tamamen bağımsız. Türkiye turizmine destek sağlamak ve otelimizi tanıtımı için ağırlama yaptığımız bir alan. Uluslararası sanatçıların eserleriyle katıldığı çok beğeni alan sergiler oldu. Perotti sonra koenic vardı. Bu sene Ropac gelecek.
Peki anda kalırsak “Özkan Arı + 18’i” dinleyebilir miyiz? Hikayesi nasıl, sizde bıraktığı etki ne oldu?
Özkan Arı’nın bir eserini karma sergiye almak istemiştik. Sonra öğrendik ki; hocanın Nevşehir’de güzel sanatlar atölyesi var. Biz onu akademi olarak takdim etmek istedik; çünkü birinci sınıftan da dördüncü sınıftan da öğrencileri var. İnanılmaz teknikler kullanıyorlar. Çok etkilendim ve biz onlara bu teklifi götürdük. Eserler çok iddialıydı ve iki buçuk ayda öğrenciler, gece gündüz çalışarak, üniversitede koltuklarda uyuyarak, sabah kalkıp beşte çalışarak hazırlanmışlar. Büyük bir motivasyon oldu öğrenciler için… Çok mutlu oldular. Düşünün ülkenin bir noktasındasınız, elinizde fırçanız çalışıyorsunuz öğrenci olarak. Okuldan mezun olmayı, belki bir resim öğretmeni ve veya ressam olacağını düşünüyorsunuz. Daha o birinci ya da ikinci sınıfta okurken biri seni fark ediyor, görüyor ve diyor ki gel İstanbul’da sana bir sayfa açıyorum. Onların o mutluluklarını, duygularını anlatmak mümkün değil. Bu süreç bana çok duygu yükledi ve gerçekten yapmak istediğiniz şeyi her iki tarafa da inandırdı da… Nasıl mutlu olduklarını görmenizi isterdim. Loftart olarak doğru şey yaptığımızda inandık, karşılıklı beslendik. Bu karşılıklı bir iletişim, o yüzden nitelikli ve sürdürülebilir olması gerekiyor. O yüzden sosyal sorumluluk, gönüllü olmak bunu sürdürülebilir kılmak en önemli olanı. Eli fırça tutan ve bundan acayip tatmin olan bir gencin gündemlerden etkilenip, beni de kimse görmüyor deyip sanatını bırakıp kırsalına geri dönemsini istemiyorum. İnşallah o bana denk gelir ve geri dönmez fırçasını bırakmaz.
En beğendiğiniz sanatçılar kimler diye sorsam ya da en çok etkilendiğiniz eserler?
Dönem dönem değişiyor. Anın ruhu diye bir şey var ya… Ben şu anda, bu hislerle İstanbul manzaraları iyi geliyor. Onun dışında; Mark Jackal’ı çok severim. O eserlerinde anlattığı aşk hikayelerini çok severim. Genel olarak da beni en çok portreler, insan yüzleri beni çok etkiler…
Kaotik dönemleri nasıl değerlendiriyorsunuz. Sanat ve sanatçı açısından gözlemleriniz nasıl?
Farklılıklarla beslenmeyi, keşfetmeyi çok severim. Mesela kaos benim için; çok aslında yapıcı yönü yüksek bir durumdur. Böyle zamanlarda insanların belki ilham veren duyguları yükseliyor, motive oluyor bile olabilirler. Kendilerini daha fazla ifade edebilir, farklı beslenebilir değişik işler çıkarabilirler. Dünyada yaşananlardan etkilenip, depresyona girer girer vazgeçersiniz ya da bunu alır kullanırsınız… Sosyal sorumlulukta da öyle artık kaos var yapacak bir şey yok değil, empati yapıp vaz geçmemek.
Bulunduğunuz anı dönemi nasıl değerlendiriyorsunuz dengeler açısından?
“Ben” felsefesini konuşuyoruz aslında… Her şey bir alma dengesi üzerine kurulu ama şu an bana göre bu denge bozuk… Herkes almaya adamış kendini. Bunu da alayım, onu da alayım, o da benim olsun, bu da benim olsun iye hareket edince o zaman dünyanın dengesi bozuluyor. Biraz da vermeniz lazım. Vermekten kastım maddi değil. Para vermek değil. Emek, sevgi, tutum, davranış, duygu, samimiyet…
Sade ve şık bir tarzınız var. Alışveriş her kadın için vazgeçilmezdir. Moda ve alışveriş sizin için ne ifade ediyor?
Çok alışveriş yapan bir insan değilim. Acil gerekli spesifik bir şey varsa gidip alıyorum. Modayla hiç alakam yoktur. Siyah çok seviyorum. Kendim olduğumu hissettiğim, sade, doğal olmayı seviyorum. Zamansız şeyleri seviyorum. Kıyafetlerimi temiz kullanırım. Yıllarca kullanırım. Benim dolabımda on senelik belki daha fazla kıyafetler var. İki kere giyeceğim bir şeyi almam. O’nu başkasına vererek değerlendiririm diye düşünmek bile bana yanlış geliyor bana… Gittiniz zaman ayırdınız, aldınız kombin yaptınız yine bir vakit, verdiğiniz zaman ve ödediğiniz paraya hepsine çok yazık…
Seyahat etmeyi sever misiniz? Spor yapar mısınız? Kendiniz ruhunuzu nasıl yenilersiniz?
Seyahat etmeyi çok severim. Seyahat etmeyi çok seviyorum. Üç gün otursam hemen başlarım bienal mi var? nerede sergi var? Vakfa giderim beni köylere gönderin. Giresun’a mı gitsem. Çok hızlı hazırlanırım. Mevsimine göre hazırlarım. Eşim hadi Amerika’ya gidiyoruz dese bir saat içinde hazırlanırım. Çocukların bavulları da dahil olmak üzere… Çok organize bir insanımdır. Bulunduğum her yerde organize etmeyi de severim.
Ruhunuzu enerjinizi nasıl yenilersiniz?
Spor yaparım hafta içi vakit buldukça… Pilates, bazen kardiyo yapıyorum, at binerim, kürek çekiyorum. Bunları yapıyorum çünkü enerjim hiç bitemiyor. Bitmeyince de gece uykusuz kalıyorum. Dua etmeyi çok severim. Özellikle kendimle kaldığımda, kimse olmadığında, sessizce dua ederim. Allah’ın yaratıcı gücüne inanıyorum ve her şeyi ondan istiyorum. Dünyaya iyilik diliyorum. Müzik dinlemeyi severim. Sakin yaşamayı severim. Onun dışında spiritüel bir şeyler yapmıyorum.
Özel bir güzellik rutinim yok… Beslenmeme dikkat ederim. Cildimi iyi temizlemeye dikkat ederim. Onun dışında bir iki serum verdiler. Ne olduklarını, ismini bile bilmem, onları sürerim… Bir buçuk senedir şekeri, süt ve süt ürünlerini, gluteni hayatımdan çıkardım. On kilo verdim. Kilolu biri değilim ama vücudum kendine geldi. Ödem gitti. Sabahları yorgun uyanmıyorum. Vücudunuz size iyi geleni kendi dilinde söylüyor zaten. Cildiniz parlıyor, ödeminiz gidiyor, şişlik olmuyor, yorgun uyanmıyorsunuz.
Sizce başarının sırrı nedir?
Çok çalışmak… Hiçbir şey ayağınıza gelmiyor. Öyle kaderde varsa, şansta varsa diye bir şey yok. Her şey etrafınızda var. Siz göreceksiniz. Siz çabalayacaksınız. Kaldıracaksınız kendinizi. Bence içinizdeki o motivasyon, yaşama sevincini hiç kimsenin durdurmasına izin vermeyeceksiniz. Bir kere hayattasınız. Siz varsanız her şey var. O yüzden başarı bu. Sizin başlatmanız ile ilgili bir şey. Sonucunda olur ya da olmaz artık o zaman düşünürünüz. Orada ne başarı var ona da bakmak lazım. Belki iş hayatında kazanmıyorsunuz ama olgunlaştınız ya da biriyle tanıştınız ve hayatınızı bakış açınızı değiştirdi. Orada başarı nedir ona da bakmak lazım çok yönlü… Bir kere hayattasınız.
#DilaraAkin #Akfen #LoftArt #tikav