TİYATROKARE AYŞE KULİN’İN ‘VEDA’SINI SAHNEYE TAŞIDI
TİYATROKARE AYŞE KULİN’İN ‘VEDA’SINI SAHNEYE TAŞIDI
Tiyatrokare, 32. sezonunda Nedim Saban’ın, Ayşe Kulin’in romanından uyarladığı ve sahneye koyduğu “Veda”yı sahneliyor. Oyunda, usta tiyatro sanatçısı Nevra Serezli, alışılmamış bir “Deli Saraylı” kompozisyonuyla öne çıkıyor. Otobiyografik roman, yazarın Osmanlı’nın son maliye nazırı olan dedesinin öyküsünü, Kurtuluş Savaşı yılları ve Cumhuriyet’in kuruluşunu sımsıcak bir konak ve aşk hikayesi olarak anlatıyor. Nedim Saban, Ayşe Kulin ve Nevra Serezli ile bir araya gelerek, “Veda”yı konuştuk.
NAZAN ORTAÇ
Türk tiyatrosunun önde gelen isimlerinden biri olan Nedim Saban, “Veda”yla yine büyük ses getirmeye hazırlanıyor. Projenin temelinde Türk edebiyatının derinliklerinde saklı kalmış bir hikâye yatıyor ve bu hikâye, seyircilere unutulmaz bir deneyim sunuyor. Ayşe Kulin’in desteğiyle hayata geçen oyun, Cumhuriyet’in 100. yılını anlamlandırırken, karakterlerin içsel yolculuklarını ve dönemin zorluklarını işliyor. Saban, projenin arkasındaki düşünceleri ve oyunun seyircide bırakacağı etkiyi paylaştı.
Projenizin temelinde Ayşe Kulin’in dedesinin otobiyografik öyküsüne dayalı olarak oluşturulan bir oyun bulunuyor. Bu hikâyeden esinlenme sürecinizi anlatır mısınız?
Nedim Saban: Türk edebiyatının gizli bir hazine barındırdığına inanıyorum, ne yazık ki sinema ve tiyatroda bu kaynak yeterince önemsenmiyor. Biz Tiyatrokare’de, Zülfü Livaneli’nin “Leyla’nın Evi”nden bu yana, edebiyat uyarlamalarına ağırlık veriyoruz! Uzun süredir zaten Ayşe Kulin’in eserlerini düşünüyordum. Gerçek hayattan alınan bu öykü beni çok etkiledi. Çok tarafsız, insancıl bir bakış açısıyla yaklaşmış çağın değişimine. “Veda” biliyorsunuz bir seri romanın ilki! Devam öyküleri de var. Ancak, Ayşe Hanım provalarda romanın kahramanlarının yaşam öykülerini anlattı, fotoğraflarını gösterdi. Bu bizi çok etkiledi yorumda, daha derinlikli çalıştık!
Oyununuzun başlıca teması, Cumhuriyetin 100. yılı vesilesiyle bir çağın değişimini, acılarını ve umutlarını işliyor. Bu tema sizin için neden önemli ve nasıl bir etki yaratmayı hedefliyorsunuz?
Nedim Saban: Her çağ değişimi sancılıdır, yeniye her zaman iyi demek çok yüzeysel bir bakış açısı olur, yeninin eskinin üzerine kurulduğu bir çağcıl yorumla yaklaştım oyuna. Her kahraman kendince haklı, iyi ve kötü yok. Zaten böylesi, melodram olurdu, biz duygu yüklü bir iş yapıyoruz, tiyatro sanatı bu yüzden özel! Yorumda iyi ve kötü yüzeyselliğine düşmedim, bir de Cumhuriyetin ne denli zor kurulduğunu, esir düşmüş bir şehrin insanlarının umutları, umutsuzluğu, yaşama tutunma çabalarına bazen şiirsel, bazen dramatik, bazen neşeli, bazen buruk bir biçimde yaklaştım.
Eserinizdeki karakterler, değişen zamanın ve koşulların etkisi altında çatışan duyguları deneyimliyorlar. Bu karakterlerin içsel yolculuklarına ve gelişimlerine nasıl odaklandınız?
Nedim Saban: Bir yıl sürdü dramaturji, uyarlama ve prova süreci. Yedi versiyon çıktı ortaya. Sadece karakterler değil, piyanonun, gramofonun, daktilonun da derin bir öyküsü var! Ve tabii ki esir düşmüş İstanbul’un….
Oyununuzda aşk hikayeleri de önemli bir yer tutuyor. Bu aşk hikayeleri, karakterlerin ve toplumun dönemsel zorluklarla başa çıkma çabalarını nasıl yansıtıyor?
Nedim Saban: Ölüm ile doğum teması iç içe! Erkekler cephede, kadınlar doğumda ölür düşüncesi var ama dört farklı aşk hikayesi var. Bir tanesi, aşkına karşılık bulamamış bir aktivist kadını anlatıyor. Zeynep Sevi Yılmaz çok derin bir yerden yaklaştı role. İkinci aşk, oyunun ana direği olan Mehpare ve Kerim aşkı! Sosyal konumları nedeniyle yasak belki ama çok duyarlı. Üçüncüsü, Reşat Bey’in kendi karısıyla olan aşkı. Vatan meseleleri nedeniyle, vedaya kadar çıkmıyor ortaya ama Meral Asiltürk ve Aziz Sarvan finalde müthiş bir yere tırmandırıyorlar. Bir de genç kuşağın aşkı var, düğünle, neşeyle!
Ayşe Kulin’in bu projede destekleyici bir rolü olduğunu belirttiniz. Kulin’in katkıları ve desteği proje sürecinde nasıl bir fark yarattı?
Nedim Saban: Ayşe Hanım inanılmaz titiz. Her sözcüğün üzerinde konuştuk. Ancak, dramatik kurgu ve sahneleme konusunda bize özgürlük tanıdı, bu güven ilişkisi de daha çok sorumluluk yükledi sırtımıza! İlk oyunda o kadar heyecanlıydık ve oyunun yoğun tekniği konusunda bir aksama olabileceğinden yana öyle endişeliydik ki, düşünün yazara, “siz daha seyretmeyin” diyebildik! Oyunun başarısının ardından, ertesi sabah arayıp, “keşke gelseydiniz” dedik bu sefer! Bu kadar sıcak bir ilişki kurduk güvene dayalı. İkinci versiyonu bir sabah erken gönderdim, nasılsa bir iki günde okur düşüncesiyle. İki saat sonra telefon çaldı, Sarıkamış’ta kayak pistindeydim, hemen bir kafeye sığınıp, notları dinledim.
Eserinizdeki karakterlerden bazıları gerçek tarihsel figürlere dayanıyor. Bu tür tarihsel gerçeklerle kurgusal öğeleri dengelemek ve bir bütünlük sağlamak için nasıl bir yaklaşım benimsediniz?
Nedim Saban: Yüksek lisans tezim Halide Edib üzerineydi. Bu yüzden çok iyi biliyorum tarihi! Hatta mesela oyunda olmayan ama ziyaretçi olarak sözü edilen kadınların bile neler söylemiş olabileceklerini ön görüyorum! Ancak, en zoru, dönemin gestuslarını (bedensel hareket) yakalamak! Gülnihal şarkısını nasıl söylerler, masada nasıl otururlar? Bol bol film izledim, ama en çok da eski fotoğraflar üzerinden düşler kurdum.
Oyununuzun tasarım ve prodüksiyon ekibi ödüllü isimlerden oluşuyor. Bu ekiple birlikte çalışmanın size ve projeye katkısı nedir?
Nedim Saban: Eylül Gürcan’ın kırka yakın mükemmel kostümü var. Bir özel tiyatro için çok büyük bir prodüksiyon! Biraz önce söylediğim gibi, o kostümleri giyene kadar oyuncunun rolü giymesi gerekiyor. Bunu başardık. Ayşe Ayter’in ışığı da yardım etti çok, sanki bir tablodan canlanan karakterleri izliyorsunuz. Dekor da bu etkiyi güçlendirdi.
Projede kadınların önemli bir rol üstlendiğini belirttiniz. Bu yaklaşımı tercih etmenizin sebepleri neler?
Nedim Saban: Oyuncularımızın büyük bölümü kadın. Koreograf, dramaturg, yönetmen yardımcıları kadın! Cumhuriyetin 100. Yılının başarı öyküleri… Onların ince dokunuşlarıyla tarihi kaba çizgileriyle, sakallı, at üzerindeki erkeklerden başka bir biçimde anlattık!
Hem genç oyuncular hem de tiyatronun duayen isimleri de kadroda yer alıyor; bu konuda neler söylemek istersiniz?
Nedim Saban: Her prova bir öğrenme süreci oluyor böyle olunca. Ayrıca kuşaktan kuşağa harika bir aktarıma tanıklık ediyoruz.
Oyununuzun amacı İstanbul’a bir ağıt sunmak gibi görünüyor. İzleyicilere bu duygusal deneyimi yaşatmayı nasıl hedefliyorsunuz?
Nedim Saban: Son tiradı dinlemeye bekliyoruz sizi. Ahmet Reşat Bey’in İstanbul’a veda tiradını! Çok çok minik bir detay, benim de İstanbul sevdamı anlatabilir. “Leyla’nın Evi”nde, Zülfü Bey’i aradım, son işlenen cinayetin nedenini tam çözemediğimi söyledim. İstanbul’un lodosu dedi! Ben bunun ne demek olduğunu çok iyi bilirim, yüzlerce yıllık bir İstanbul ailesinden geldiğim için! Aynı lodos, veda tiradımızda da var.
Oyununuzun başarısı ve izleyiciye sağlayacağı etki hakkında nasıl bir vizyonunuz var?
Nedim Saban: Sıcak bir öykü, edebi, felsefi ama kitabi değil! İnsanın olduğu her yerdeki duyguları kapsıyor. Ben çok etkisindeyim! Bu etkinin seyirciye de geçeceğini düşünüyorum. 26 farklı şehirde oynanacak oyun, farklı yaşlara nasıl hitap edecek, nereden gönül çelecek, bakacağız.
Eserin devam romanlarının olduğunu konuşmuştuk. Oyunun devamı gelecek mi?
Bunu bir yerden duymuş olmalısınız (gülüyor)… Amerika’da staj yaptığım bir tiyatroda, bütün “Richard”lar vardı repertuarda! Farklı dönemleri, aynı günde matine ve suarede izliyordu seyirci. Bu eser için de bunu hayal ediyorum.
AYŞE KULİN
Provaları izlemedim, sürpriz olsun istedim
Türk edebiyatının usta yazarı Ayşe Kulin, “Veda” romanının sahne uyarlamasını ve tiyatroya dönüşümünü heyecanla bekliyor. Bu özel röportajda, Kulin sahne sanatlarına eserini nasıl devrettiğini ve oyunun seyirciye ileteceği güçlü mesajları paylaşıyor.
“Veda” romanınızın sahneye uyarlanması nasıl bir duygu? Oyunun seyirci karşısına çıkmasını nasıl bekliyorsunuz?
Ayşe Kulin: “Veda” romanımın sahneye uyarlanmasını seyredeceğim günü, heyecan içinde sabırsızlıkla bekliyorum. Eserimi benim yazmış olduğun şekliyle bulmayacağımın bilincindeyim. “Veda”, benim kucağında büyüdüğüm dedemle nenemin konağını anlatan bir kitap, evet benim ailemin öyküsü ama roman haline gelerek satışa sunulduğundan itibaren artık o belirli bir dönemin sosyal tarihi anlatan bir belge kimliği kazanmış durumda. Dolayısıyla ben “Veda”ya kendi ailemin öyküsü değil, Kurtuluş Savaşımızın ilk adımlarını da içeren bir sosyal tarih yazımı olarak bakıyorum.
Eseriniz tiyatroya uyarlandığında, eseri başkalarına devretmek ve yeni bir bakış açısının işin içine girmesini nasıl karşıladınız?
Ayşe Kulin: Herhangi bir eser tiyatroya, sinemaya veya diziye uygulanmak üzere bir ikinci şahıs veya kuruma devredildiğinde, o eseri yazanla ilişkisi kısıtlanmış oluyor. Kızını kocaya veren ana-babalar gibi elbette titizlikle izliyorsunuz eserinizin başına gelebilecekleri ama karışma hakkınız kalmıyor. Eser, artık bir başka görüşün, bakış açısının elinde şekillenecek. Kızınız kocaya gitti, yeni bir yuva kuruldu ve o evin kuralları sizinkinden değişik olacaktır haliyle. Biz yazarlar bu gerçeği kabullenemezsek, eserlerimizi asla kimselere devretmemeliyiz. Ben, çok güvendiğim oyuncu arkadaşım Nevra’nın ve genç dostum, tiyatro sevdalısı Nedim’in adını duyunca, bu riski göze aldım. “Veda” öyle bir dönemin romanı ki, bırakın İstanbul’un, Anadolu’muzun işgalini dahi bilmeyen gençliğe de bir sesleniş olur diye düşündüm.
Oyunun sahneye konuşuna karışmak konusundaki görüşünüz nedir? Dilin ve tarihsel ayrıntıların doğru aktarılması sizin için önemli mi?
Ayşe Kulin: Oyunun sahneye konuşuna karışmak bana düşmez. Bu, yönetmenin işi. Ben sadece oyunu ilk okuduğumda bazı sözcüklerin o zamanın ağızıyla söylenişlerine işaret etmiştim, örneğin uçağa tayyare, okula mektep denmesine dikkat edilmesi gibi. Bizden önceki kuşakların sözcüklerini kullanmasak bile, bilmemiz gerektiğine inananlardanım. Diller de insanlar gibi yaşar ve değişir ama unutulmamalıdır. Çünkü diller bizim kültür pınarımızdır.
Oyunun sesli okumalarına katıldınız mı? Provaları izlediniz mi?
Ayşe Kulin: Ben yaz başında bir kere olmak üzere sesli okumalara katıldım. Fakat o günden bugüne sanırım oyuncularda değişiklikler oldu. Şu aşamada provaları izlemek istemiyorum, oyun bana da sürpriz olsun. Seyircilere, düşman işgali altında bir şehrin öyküsünün mesajı olarak iletileceğinden eminim çünkü tiyatro yapanlar gerçek tarihlerinin değerini iyi bilecek kişilerdir, tarih hakkında uydurulmuş siyasi palavraları yutmazlar. Yoksa bunca emek isteyen bir dalı seçip, sanatçı olmazlardı.
“Veda”yı seyredecek olanlardan beklentiniz nedir? Oyunun seyirciye ileteceği mesaj hakkında neler düşünüyorsunuz?
Ayşe Kulin: “Veda”yı seyredecek olanlardan ricam, oyunu seyrederken “Veda” romanının ayrıntılarını unutmaları. Karşılarında bu romandan esinlenerek ve elbette kısaltılıp iki saate uygun hale getirilmiş bir oyun var, sadece oyunu değerlendirmelerini rica ediyorum. Oyuncuların isimlerinden çok başarılı olacaklarına ben şimdiden eminim.
NEVRA SEREZLİ
“Deli Saraylı” karakteri kafamda hazırdı
Aziz Savran, Leyla Feray, Fatih Gülnar, Meral Asiltürk, Zeynep Sevi Yılmaz, Alişan Özkan, Gizemnur Topaloğlu ve Gizem Çayhanoğlu’dan oluşan oyuncu kadrosunda usta isim Nevra Serezli de “Deli Saraylı” rolünde… Usta oyuncuyla rolünü konuştuk…
“Veda” oyunundaki “Deli Saraylı” karakterini canlandırırken Ayşe Kulin’in romanından ilham almak nasıl bir deneyim oldu?
Nevra Serezli: Romanı okurken zaten “Deli Saraylı” karakterini çok beğenmiştim ve hayalimde bir gün dizi yapılırsa ya da tiyatro olursa oynarım, tam benim yaşıma uygun diye düşünmüştüm. Sonra böyle bir fikir doğunca, otomatik olarak rol benimdi zaten. Çok dikkatli okumuştum romanı, çok keyifli bir romandı, o yüzden piyes tekstini bile çalışmama gerek kalmadı, zaten kafamda hazır olmuştu rol.
Ayşe Kulin ile Robert Kolej’den okul arkadaşı olduğunuzu biliyoruz. Bu ilişkinin, “Veda” oyunundaki rolünüzü nasıl etkilediğini anlatır mısınız?
Nevra Serezli: Arkadaş olmamız rolü hiçbir şekilde etkilemez tabii. Ama bir empati kurmak, aramızdaki sevgi bağlarının olması, tabii ki pozitif bir yaklaşım oldu. Aslında Ayşe Kulin’in romanlarının hemen hemen hepsini okuduğum için kendisini de çok yakından tanıdığımı hissederdim. Şimdi de “Dürbünümde 40 Sene”yi özellikle tekrar okuyorum; onun hayat hikayesini. Daha çok canlanıyor karşımda Ayşe Kulin. Yaşadıklarını o kadar güzel romanına aksediyor ki; siz de onunla birlikte yaşıyorsunuz, aynı koridorlarda yürümüş olmak, aynı hocalardan ders almak çok ayrı bir duygu. Ama bu piyeste oynadığım rolü ya da canlandıracağım karakteri çok fazla etkilemez. Yazarla arkadaş olman, karı-koca olman, dost olman o rolü çok etkilemez (gülüyor).
Türkiye turnesine çıkacak
Eylül ayında başlayan oyun, Türkiye’nin 26 farklı kentinde seyirciyle buluşacak.
11 Ekim Balıkesir Avlu Kültür Merkezi,
13 Ekim Aydın Şükran Güngör Merkezi,
14 Ekim Manisa Yunus Emre Kültür Merkezi,
15 Ekim İzmir Bostanlı Suat Taşer Tiyatrosu,
16 Ekim Denizli Merkez Efendi Kültür Merkezi,
17 Ekim Muğla Gazi M.Kemal Atatürk Kültür Merkezi,
19 Ekim Antalya Nazım hikmet Kültür Merkezi,
20 Ekim Antalya Türkan Şoray Merkezi,
21 Ekim Bursa BAOB Sahne,
30 Ekim Artvin Nihat Gökyiğit Kültür Merkezi,
31 Ekim Trabzon KTÜ Kültür Merkezi,
1 Kasım Ordu Devlet Tiyatrosu,
2 Kasım Samsun Bel Sanat Merkezi,
3 Kasım Sinop Kültür Merkezi,
16 Kasım Ankara MEB Şura Salonu,
17 Kasım Ankara MEB Şura Salonu,
20 Kasım Eskişehir Belediyesi Kültür ve Sanat Sarayında turnede olacak.
Ayrıca İstanbul oyunları;
5 Ekim Caddebostan,
8 Ekim Trump Kültür,
5 Kasım Kozyatağı Kültür Merkezi,
25 Kasım TİM Gösteri Merkezi Maslak’ta olacak.