Sanatım, hayatımın derin izlerini taşıyor
Gonca Güngör’ün eserleri, evrensel bir dilde insan ruhunun ve toplumun derinliklerine dair bir çağrıdır. Soyut formlar ve yoğun renkler aracılığıyla, izleyiciyi içsel dünyasına, duygusal çatışmalarına ve varoluşsal sorgulamalara davet eder. Sanatı, sınırları aşan bir iletişim aracı olarak, her bireyin farklı deneyimlerle kendi anlamını yaratmasını sağlar. Her fırça darbesi, evrensel bir insanlık durumunu ve duygusal derinliği yansıtır.
“Gerçeklik her zaman çok sıkıcıdır. Gerçeklik, çok düz ve önceden belirlenmiş bir şeydir. Sanat, o sıkıcılığı kırar.”
Tim Burton
Sanatınıza başladığınızda hangi duygular ve düşüncelerle hareket ettiniz?
Sanata başladığımda içimdeki yoğun duygusal patlamaları, toplumsal eleştirileri ve bireysel sorgulamaları dışa vurmak istedim. Her zaman bir anlam arayışı içindeydim ve sanat, kendimi ifade edebileceğim en güçlü araç oldu. İster soyut olsun, ister figüratif, eserlerimde içsel dünyamı dışa vurmayı hedefliyorum. Her fırça darbesinde bir keşfe çıkıyorum.
Eserlerinizdeki renk kullanımı sizin için ne ifade ediyor?
Renkler, benim için bir dil gibi. Eserlerimde kullandığım çok renkli ve çarpıcı renk paletleriyle, izleyiciyi hem duygusal hem de zihinsel bir yolculuğa çıkarmayı hedefliyorum. Renklerin gücü, benim için sadece estetik bir tercih değil, aynı zamanda duyguların ve düşüncelerin dışa vurumudur. Çarpıcı renkler, içsel çatışmaları, arayışları ve toplumsal baskıları simgelerken, aynı zamanda bireysel özgürlüğün ve duygusal serbestliğin vurgusunu yapar. Renklerin dinamik ve canlı yapısıyla, izleyicinin dikkatini çekmek ve onlara bir hikâye anlatmak yerine, o hikâyenin duygusal derinliğine inmelerini istiyorum Bu renk patlamaları, insan ruhunun karmaşıklığını, tutkusunu, korkularını ve umutlarını yansıtarak, izleyiciye evrensel bir anlam yarattığımı düşünüyorum.
Son serginiz “Madness: Delilik” ile ilgili biraz bilgi verebilir misiniz? Bu sergide neyi anlatmak istediniz?
“Madness: Delilik”, tamamen insan zihninin kırılganlıklarını ve toplumun birey üzerindeki baskılarını anlatan bir sergi. Delilik, aslında sadece bir hastalık ya da rahatsızlık değil, bazen toplumsal normlara karşı bir başkaldırı olabilir. Bu sergide hem bireysel bir içsel çöküşü hem de dış dünyaya karşı duyulan öfke ve çılgınca bir özgürlük arayışını temsil etmeye çalıştım. Eserlerimdeki kaotik yapılar, deliliği bir tehditten ziyade bir özgürleşme biçimi olarak sunduğum bir yolculuk oldu.
Eserlerinizde imza niteliği taşıyan figürlerinizle ne anlatmak istediniz?
Eserlerimde tek gözlü ve ağzı olmayan figürler, insanın içsel dünyasının yalnızlık, sessizlik ve dış dünya ile kopukluk gibi temalarını yansıtmaktadır. Tek göz, sınırlı bir bakış açısını, her şeyin tek bir perspektiften görülmesini ve bazen gerçekleri eksik ya da yanlış bir şekilde algılamayı simgeliyor. Ağzı olmayan figürler ise iletişimsizlik, ifade eksikliği ve sessizlik duygusunu vurgular. Bu figürler, toplumun birey üzerinde yarattığı baskılar sonucu sesini çıkarmaktan, kendini ifade etmekten veya içsel duygularını dışa vurmaktan alıkonulan insanları sembolize eder. Eserlerimde imza olan figürlerimde, hem bireysel hem de toplumsal düzeyde sessizleşen ve göz ardı edilen bir varoluşu, izleyiciye sorgulatmayı amaçlamaktayım.
Sanatınızda kişisel yaşamınızın bir etkisi var mı? Eserlerinizdeki temalar, hayatınızdaki olaylardan nasıl besleniyor?
Elbette. Sanatım, hayatımın derin izlerini taşıyor. Birçok eserim, kişisel deneyimlerimden, içsel çatışmalarımdan ve toplumsal gözlemlerimden besleniyor. Mesela “Madness: Delilik” sergisindeki eserlerim bireysel mücadeleleri ve insanın içsel kırılmalarını simgeliyor. Kendimle ve çevremle sürekli bir hesaplaşma içinde olduğum için, eserlerim de bu içsel dinamiği yansıtıyor. Sanat, hem bir terapi hem de bir ifade biçimi olarak, beni anlamak ve dünyayı algılamak için bir yol oluyor.
