İşlerim, yalnızca benim anlatımım değil; izleyiciyle tamamlanan bir varlık deneyimidir.

Pause Sanat ve Pause Dergi olarak sanat röportajlarımıza devam ediyoruz. Sanat denilince akla gelen ilk isimler arsasında yer alan ArtGalerim sahibi ve sanat menajeri Özlem Alıcı’nın bu ay ki konuğu sanatçı Emel Karakozak oldu.

Sanata dair tüm sorularımızı tüm içtenliği ile cevaplarken yeni sergisi hakkında bilgi verdi.

Keyifle okumalar…

Emel Karakozak

Fotoğraf sanatıyla ilk tanışmanız nasıl oldu? Sizi bu alana çeken şey neydi?

Fotoğrafla tanışmam resim eğitiminin gölgesinde, “kesit” olarak görme yeteneğimin sisli sınırlarından çıkmasıyla gerçekleşti. Başta fotoğrafın yalnızca “anlık” olanı yakalayabileceğini düşünüyordum; ama zamanla görsel bilincin hem zamana dokunduğunu hem de görünmeyen ritimleri ve boşlukları açığa çıkardığını fark ettim. Benim için fotoğraf estetik bir arayıştan öte, bir “özgürleşme denemesi” oldu. Beden üzerinden kimliğe, kimlikten varoluşa, oradan da evrensel sorulara açıldım. Artık fotoğraf, bir anı dondurmak değil; anın içine gizlenmiş ontolojik yaraları görünür kılmaktı.
İşlerimde geçmişten ödünç alınan motifleri çağdaş kompozisyonla yeniden ele alarak, bir varoluş hipotezinin belgesini kendiliğim üzerinden: beden, ışık ve mekânın birbirine ne kadar yabancı, ne kadar aynı olabileceğini aynaladım.

Çalışmalarınızda sıklıkla kadın bedenine ve kimliğine vurgu yapıyorsunuz. Bu seçimlerinizin arkasında nasıl bir düşünce var?

Kadın kimliği, hem kültürel belleğin hem de bireyselliğin çatışma ve uzlaşma yükünü taşıyan bir filtre gibi işliyor. Kadın bedeni benim için yalnızca form değil, kimliğin, varoluşun tezahürü ve ontolojik bir argümandır.

Kadın bedeni, kolektif bir bellek ve bir “varlık sahnesidir.” Tarih boyunca susturulmuş, örtülmüş, nesneleştirilmiş beden, fotoğraflarımda kendi hakikatini buluyor. Kadın bedeni, benim için bir tarih, bir dil ve bir kapı. O kapıdan geçerken izleyici kendi varlığını da görüyor. Daha önce sergilediğim fotoğraf serilerimde “görünürlük” ile “varlık” arasındaki kırılganlığı yankılanıyor. Açmış olduğum sergilerden örneklersek;

BİR/İM/İZ (One for All) serisinde, beden, kolektif bir mirasın taşıyıcısı, birlik içinde var olmanın sessiz şarkısıdır..

Tomurcuklanma (Budding) serisinde, bedende filizlenen şey, salt biyolojik bir dönüşüm değil; varoluşun kendi kendine yeniden yazımıdır.

Yaşam Çiçeği (Flower of Life) serisinde, geometrik sezgiler fikir düzeyinde bir evren modeli paradoksu sunma sanatıdır: hem güzelliğe teslim eder hem de aynı anda güzelliğin altında yatan yara izini fısıldar.

Bedeni bir düşünce deneyi olarak kurgularken izleyiciye şu soruyu yöneltiyorum: “Senin içinde ne yankılanıyor?”

Fotoğraf üretim sürecinizde en çok hangi aşamadan besleniyorsunuz: fikir, çekim mi yoksa sonrasında yapılan düzenleme mi?

Her biri birbirine içkin. Ama sanırım en çok fikir aşamasından besleniyorum: düşünce, kavramsal çatışma, biçim ile mananın kesiştiği yer. Çekim o fikri ete kemiğe büründürme, düzenleme ise onun metaforik katmanlarını, ruhsal reverberasyonlarını açığa çıkarma süreci.

Fikir, çekim ve düzenleme… bunlar dışarıdan bakınca üç ayrı aşama. Fakat benim için hepsi tek bir “içsel sıçrama.” Yani fikir hayal eder, çekim zamanın durduğu ve varoluşun yoğunlaştığı an, düzenleme ise fikri mikroskop altına alıp varlığı yeniden yorumlar.

Beslenme, üç aşamanın kesişim alanında olur. Fikir, bir sorunun ontolojisini kurar; çekim, o soruyu fiziksel gerçeklikte sınar; düzenleme ise sorunun cevabını mümkün kılacak retoriği kurgular.

Işık ve kompozisyonu işlerinizde çok belirgin şekilde kullanıyorsunuz. Sizin için ışığın anlamı nedir?

Işık benim için görülebilenin ötesini açan araçtır: gölge, siluet, yansıma gibi öğelerle bilinen ile bilinmeyen arasında köprü kurar. Işığın yönü, sertliği, rengi, karanlıkla ilişkisi bunla sadece estetik değil, aynı zamanda felsefi anlatının dokulu katmanlarıdır. Kompozisyon ışığın hikâyesini taşıyacak şekilde, boşluk‐dolu dengesiyle, görünürlük ve görünmezlik arasındaki sınırları test eder.

Işık, hem görünürlüğün hem de gizemin imzacısıdır. Benim dilimde ışık, biçimi yaratan, çağıran ve yanılsama üreten bir enstrümandır; gölge ise saklanmayı, tabuyu ve bilinmeyeni sorgulamayı temsil eder.

Işık ve ritim fotoğrafın matematiğidir; izleyiciyi çağırır, gözünü ve zihnini yönlendirir ve ona varoluşun yükünü bırakır.

Emel Karakozak

Eserlerinizde zaman zaman bir teatral atmosfer hissediliyor. Bu yaklaşım bilinçli bir tercih mi, yoksa süreç içinde kendiliğinden mi gelişiyor?

Bu atmosfer hem bilinçli hem de kendiliğinden evrimleşen bir katman. Başlangıçta sadece estetik bir karar gibi görünse de, sahneye koyulan figürlerin duruşları, sahnede “özne” olma halleri, izleyiciyle kurulan mesafe teatral bir anlatı yaratıyor. Zamanla bu atmosfer benim çalışmalarımın vazgeçilmez bir karakteristiği oldu; çünkü benlik ile dış dünya arasında ki sınırı görünür kılıyor.

İşlerim, yalnızca benim anlatımım değil; izleyiciyle tamamlanan bir varlık deneyimidir. Estetik zevkten daha öte, eylemsel bir çağrı. Görselin performatif yanı, izleyiciye sadece bakma hakkı değil, varoluşunu hatırlama sorumluluğu da veriyor.

Türkiye’de kadın fotoğraf sanatçısı olmanın avantajları ve zorlukları neler?

Avantaj: Kadın kimliğinin artan görünürlüğü, feminist/marjinal söylemlerle kurulan bağ, kültürel çeşitliliğin sunduğu zengin arşiv ve özgün estetik kimlik. İzleyici ve eleştirmen çevresinin giderek artan ilgisi, bienaller ve bağımsız galerilerin açtığı alanlar.

Zorluk: Patriyarkal normların hâlâ güçlü olması; kadın bedeni, kimlik ve temsil meselelerinde sanat piyasasının sınırlayıcı tavrı. Fakat bu engeller, üretimi daha keskin, daha radikal kılıyor.

Fotoğraflarınızı izleyenlerin sizden almasını istediğiniz en temel duygu ya da düşünce nedir?

Bir “varlık yankısı.” İzleyici kendi içsel boşluklarını, yalnızlığını ve sorumluluklarını hatırlatan  duygusal titreşim olsun istiyorum. Şok edici estetik bir tutulma sonrası düşünsel sarsılma ve kalıcı bir merak… Böylece estetik‐etik‐varoluş arasında köprü kurulabilir.

Emel Karakozak

Dijitalleşme ve yapay zekâ fotoğraf sanatını dönüştürüyor. Bu konuda sizin görüşleriniz neler?

Dijitalleşme, yeni ifade biçimlerini açan büyük bir kapı.  Zaten işlerim teknoloji ile içiçe ve düz fotoğrafa kavramsallığı entegre etmeyi hızlandırdı teknoloji. Benim için teknoloji sadece bir araç, asıl mesele özgünlük.

Benim yaklaşımım şu: AI’yı bir tasarım laboratuvarı gibi kullanmak. Yapay zekâ araçları eğer bilinçle kullanılırsa fotoğrafın sınırlarını genişletebilir: biçimsel deneyler, imgelerin dönüşümleri, algının kırılganlığını vurgulayan çarpıcı kontrastlar yaratabilir. Ama büyünün özü insanda kalıyor: hangi varyasyonu seçtiğim, hangi illüzyonu koruduğum… Yapay zekâ araçtır; büyüyü yapan sanatçıdır. Fakat final estetiği ve etik sorumluluk insan tarafında kalmalı, dikkat edilmezse riskli: orijinallik sorunu, insan emeğinin değeri, görsel “tasarım”ın duygusal yönünün kaybolması gibi. AI, görsel olasılıkları kat kat genişletirken, aynı zamanda “gerçek” ile “temsil” arasındaki çizgiyi bulanıklaştırıyor.

Önümüzdeki dönemde üzerinde çalıştığınız yeni bir proje ya da hayalinizdeki bir seri var mı?

Evet; birkaç yıldır üzerinde çalıştığım bir proje yani bir seri var. Bedenin sınırlarının eridiği, imgelerin geçmiş‐gelecek arasında asılı kaldığı bir seri. Bilinçaltının izdüşümlerini, zamanın izlerini açığa çıkaran, ışık ve desen üzerinden ilerleyen bir proje.

Bu proje, anlam hiyerarşilerini tersine çeviren bir ontoloji kuruyor ve geçmişin mirasıyla, bugünün varoluş sancısıyla birleştiriyor.

Özlem Alıcı

Özlem Alıcı

Art / info@ozlemalici.com

DİĞER YAZILARI