İnsanları Dinleyin! Açık gözler, kulaklar ve kalp ile…

Micheal Ende’nin kült romanı Momo’yu okuduysanız bilirsiniz. Momo sessizce, sadece ve sadece insanları dinleyerek, onlara “iyi” gelir.

İnsana iyi gelen bir iletişimin baş aktörü konuşmak mıdır dinlemek mi? Nasıl dinleriz? Neleri duyabiliriz? Dinlemek ile duymak arasındaki fark nedir? Duyduklarımız bizde ve karşımızdakilerde nasıl bir fark ve farkındalık sağlar?

Çok duyduğumuz bir şikayettir; insanların birbirini dinlememesi. Özellikle de dinlenmediğimiz! Günümüzde (belki eskiden de böyleydi) eksikliği çok hissediliyor muhakkak.

Dinleme nedir ve nasıl olmalıdır? İletişimde anahtar roldeki dinleme fiilinin nasıl olması gerektiğine kitaplarda, eğitimlerde veya gündelik deneyimlerde sıkça rastlanır. Dinleme, karşındakinin söylediklerine dikkatini vermektir. Onun ne söylediğini duymaya çalışmaktır. Onu anlamaya çalışmaktır. Biri konuşurken, sözünü kesmeden, zihninde veya sözlü olarak söyleneni tamamlamadan, ne söyleneceğini tahmin ederek ilgini kaybetmeden, dalıp gitmeden, sadece sıranı beklemek için dinlemeden, kafanda kendi söyleyeceklerini hazırlamadan dinleyebilmektir. Ancak bu şekilde bir dinleme, açık olmayı ve söylenenleri duyabilmeyi mümkün kılar.

Güçlü bir diyalog için gülümseyerek dinlemek, karşındaki kişiye odaklandığını hissettirmek, güven veren ve söylenenleri önemseyen bir tavırda olmak, yargısız ve meraklı olmak gerekir. Böylelikle, derinleştirici, kolaylaştırıcı ve rahatlatıcı katkı sağlanır.

Burada özellikle değinmek istediklerim ise dinlemenin farklı boyutları. Bir olayı, bir düşüncenizi, bir duygunuzu paylaşırken karşınızdakilerin sizi nasıl ve ne şekilde dinlemesini istersiniz? Beklentiniz nedir? Sizi rahatsız eden neler olabilir?

Bir çocuğa veya yavru bir hayvana hayatla ilgili bir şeyler öğretmeye çalışabilirsiniz. Hayat tecrübeleri yoktur, masum ve tehlikelere açıktırlar. Kaldırımla araba yolunu ayırt edemeyebilirler, bazı yiyeceklerin tehlike olduğundan veya yabancı biriyle diyalogdan doğabilecek tehlikelerden haberleri yoktur. Peki ya yetişkinler?

Yetişkin olmak demek, kendi kararlarının, tercihlerinin, hayatının sorumluluğunu almak demektir. Hepimizin farklı görüşleri, tercihleri, hedefleri, hayalleri, duyguları, arzuları, zevkleri var. Bütün bunların sonuçlarından da kendimiz sorumluyuz. Diğerlerinden beklediğimiz, alanımıza müdahale edilmeden, kendimiz olmamıza yeterince güvenildiğinin, değer verildiğinin, saygı duyulduğunun gösterilmesidir. Ancak, alan veya sınır ihlali ile karşılaştığımızda, huzurumuz kaçabilir, doğallığımızı yitirebiliriz.  (Başkalarının tercihlerine göre yaşamak zorunda bırakılan bir yetişkin ya o durumla baş etmenin bir yolunu bulur, ya depresyona sürüklenir, ya da o ortamdan kendini kurtarır.)

Koçluk ve benzeri çalışmalarda özellikle gözetilen bir prensip vardır; karşınızdaki kişiye önermede bulunmamak. Önermeler, önermede bulunan kişinin yargısını ve varsayımını içerir. Dolayısıyla hem karşınızdaki kişiye yardımcı olamaz hem de onu rahat hissettirmez. Önermede bulunmak yerine sorarak anlamaya çalışmak gerekir. Yapılan çalışma, ister kariyer, ister hayatın diğer alanları, ister enerji bedeni ile ilgili olsun, tahminde bulunmadan, kişi ne diyor, ne hissediyor, ne düşünüyor, bunların o kişi için anlamı ne, nasıl bir hale yol açıyor diye açmaya çalışılmalıdır. Önerme-siz, yargı-sız, sorarak dinlemek, o kişi ile ilgili tahmin edilemeyen, bilinmeyen mecralara ışık tutar.

Bu yaklaşımı gündelik “dinleme” meziyetinize uygulayabilmek büyük farklılık katacaktır, görüş açınızı genişletecektir. Bir arkadaşınızı, bir yetişkin olarak, saygıyla, özenle, düzeltmeye çalışmadan dinlerseniz, o kişinin açılmasını, rahatlamasını sağlarsınız. Onu (ve iç dünyasını) gerçek anlamda ve samimiyetle duyarsınız. İyi ve güvende hissetmesine yardımcı olma ihtimaliniz güçlenir. Aksi takdirde karşınızda tepki, savunma, kaçma veya umursamama gibi, diyaloğu engelleyen davranışlar yaratabilirsiniz.

Ortak yaşanan bir tecrübe bile her birimiz için farklı anlam taşır. Ve her tecrübeye her birimizin vereceği tepki de birbirinden farklıdır. Farklı şeyler hissettirir. İyi- kötü, doğru-yanlış diye ayrılamaz. Dolayısıyla, bir yetişkin diğer bir yetişkine nasıl düşünmesi, nasıl hissetmesi veya nasıl algılaması gerektiğini söyleyemez. (Bu ancak bir ebeveyn-çocuk diyaloğu gibi duyulur ki, o ilişkide dahi çocukta özgüven ile ilgili sorunların tohumları atılmış olur. Çocuklar da geleceğin yetişkinleridirler ve kendi yol haritaları vardır.)

Antrparantez… Sadece konuşulanları mı dinleriz? Bazen bir konuşma içindeki, bir ortamdaki sessizliği de dinlemek gerekir. Sessizlik de bize birçok şey söyleyebilir. Birçok şeyi hissettirebilir. Sezgileri harekete geçirir. Söylenemeyenleri görmemizi sağlar. Sözlerden öteye, başka boyutları fark etmemize, anlamamıza yardımcı olur. Sessizliğin gücüne izin vermek, zihni dinginleştirir, bedene, kalbe ve ruha ulaşma olanağı verir.

Yeni senede keyifli, şifalı, iyi dinlemeler.

Senem Tuğcuoğlu

Senem Tuğcuoğlu

WELL-BEING

DİĞER YAZILARI